1

Konu: 4. Sevecenliğin Sınırlarını Aşmak

Ne oluyor bize Gorda?” diye sordum, diğerleri evlerine gittikten sonra.
"Bedenlerimiz anımsıyor. Ancak neyi anımsadıklarını bir türlü çıkaramıyorum,” dedi.
“Lydia, Nestor ve Benigno’nun anılarına inanıyor musun?”
“Elbette. Onlar çok ciddi insanlardır. Laf olsun diye böyle şeyler söylemezler.”
“Ama söyledikleri olanaksız. Bana inanıyorsun, değil mi Gorda?”
“Senin anımsamadığına inanıyorum, ama ...”
Sözünü bitirmedi. Yanıma geldi ve kulağıma eğilerek, fısıldayarak konuşmaya başladı. Nagual Juan Matus’a zamanı gelinceye dek kimseye anlatmayacağına dair söz verdiği bir şey olduğunu söyledi. Bu, ancak başka çıkış yolu olmadığında kullanılacak bir kozmuş. Heyecan dolu bir sesle, benim Josefina’yı Pablito’yla birlikte yaşamak üzere Tula’ya götürmem sonucu oluşan yeni yaşam düzenlerini Nagual’ın öngörmüş olduğunu fısıldadı. Bu örgütlenmenin doğal düzenini sürdürebilirsek, bir grup olarak başarabilme konusunda az da olsa bir şansımız varmış. La Gorda’nın açıklamasına göre, çiftlere bölünerek canlı bir organizma oluşturmuşuz. Biz bir yılan, bir çıngıraklı yılanmışız. Yılan dört bölümden oluşuyormuş, erkek ve dişi olarak da uzunlamasına ikiye bölünmüş. Söylediğine göre onunla ben, yılanın ilk kısmını, başını oluşturuyormuşuz. Bu, yılanın soğuk, hesapçı, zehirli bölümüymüş. Nestor’la Lydia’nın oluşturduğu ikinci kısım, yılanın metin ve erdemli kalbiymiş. Üçüncüsü Pablito’yla Josefina’nın oluşturduğu karın bölgesiymiş: değişken, tutarsız, güvenilmez bölüm. Dördüncü bölümü, çıngırağın yer aldığı kuyruğu ise, anadilleri Tzotzil dilinde saatlerce çıngırdayan Benigno’yla Rosa oluşturuyormuş.
Kulağıma fısıldamak için eğilen la Gorda bedenini dikleştirdi ve sırtıma hafifçe vurdu.
“Eligio, aklıma nihayet gelen bir söz söylemişti,” diye sürdürdü konuşmasını: “Josefina, onun ‘patika’ sözcüğünü defalarca söylemiş olduğu konusunda benimle aynı kanıda. Bu patikayı arayacağız!”
Ardından, herhangi bir soru sormama fırsat vermeden, bir süre uyuyacağını ve daha sonra bir yolculuğa çıkmak üzere herkesi toplayacağını söyledi.
Gece yarısından önce yola çıktık ve parlak ay ışığı altında yürüdük. Öbürleri, başta böyle bir yolculuğa çıkma konusunda isteksiz davrandılar, ama la Gorda, oldukça başarılı bir biçimde, onlara don Juan’ın sözünü ettiği yılan betimlemesini kısaca anlattı. Yola çıkmadan önce Lydia, yolculuğun uzayabileceğini söyleyerek yanımıza erzak almamızı önerdi. La Gorda, yolculuğun mahiyetine ilişkin hiçbir fikrimizin bulunmadığını söyleyerek, Lydia’nn önerisini geçiştirdi. Nagual Juan Matus’un ona bir zamanlar bir patikanın ağzını göstermiş olduğunu, ilk fırsatta bu noktaya ulaşıp yolun erkinin bize kendisini göstermesini beklemenin en doğrusu olacağını belirtti. La Gorda, bu patikanın sıradan bir yol olmadığını, toprak üzerinde uzanan doğal bir hat olduğunu ve Nagual’ın dediğine göre onu takip edip onunla bütünleşebilirsek, bu yolun bize güç ve bilgi vereceğini ekledi.
İki kişinin ortaklaşa idaresinde yola koyulduk. La Gorda bizi motive ediyor, Nestor bölgenin coğrafi özelliklerini tanıyordu. La Gorda bizi dağlarda bir yere getirdi. Nestor idareyi ele aldı ve ardından bir patikayı işaret etti. Dizilişimiz gayet açıktı; baştaki önderlik ediyor, ötekiler bir yılanın yapısına uygun biçimde onu izliyordu: kalp, bağırsaklar ve kuyruk. Erkekler kadınların sağındaydı. Her çift, kendi önündeki çiftin bir buçuk metre ardından geliyordu.
Olabildiğince sessiz ve hızlı bir biçimde yürüyorduk. Zaman zaman köpek havlamaları duyuluyordu; dağ yollarında yükseklere tırmandıkça, yalnızca ağustosböceklerinin sesleri duyulur oldu. Uzunca bir süre yürüdük. La Gorda aniden durdu ve koluma yapıştı. Eliyle önümüzdeki bir yeri işaret etti. Yaklaşık yirmi otuz metre uzakta, yolun tam ortasında boyu iki buçuk metreye yaklaşan kocaman bir adam karaltısı vardı. Birbirimize sokularak sıkı sıkıya kenetlendik. Gözlerimiz o karanlık şekilde, donup kaldık. Karaltı yerinden kıpırdamadı. Bir süre sonra Nestor tek başına ona doğru birkaç adım attı. Karaltı ancak o zaman hareket etti. Bize doğru geldi. Devasa bedenine karşın oldukça çevikti.
Nestor koşarak geri geldi. Nestor yanımıza geldiği an, adam da durdu. Bu defa, la Gorda korkusuzca ilerledi. Adam da bize doğru bir adım attı. Yürümeyi sürdürdüğümüz takdirde, kuşkusuz, dev adamla çarpışacaktık. Bu yaratık her ne ise, bizden kat kat güçlüydü. Bunu kanıtlamasına fırsat vermeden inisiyatifi ele aldım, herkesi gerisingeri ve hızla oradan uzaklaştırdım.
La Gorda’nın evine tam bir sessizlik içinde döndük. Oraya varmamız saatler sürdü. Son derece yorulmuştuk. Odaya oturup rahat bir nefes almıştık ki, la Gorda konuşmaya başladı.
“Lanetlendik biz,” dedi bana. “İlerlememizi istemedin.
Yolda gördüğümüz şey dostlarından biriydi. Öyle değil mi? Onları çağırdığında gizlendikleri yerden dışarı çıkıyorlar.”
Yanıt vermedim. Karşı çıkmamın anlamı yoktu. Geçmişte don Juan’la don Genaro’nun birlikte bana birtakım dolaplar çevirdiklerine inandığım sayısız durum hatırladım. Don Juan karanlıkta benimle konuşurken don Genaro’nun beni korkutmak için kılık değiştirdiğini düşünürdüm ve don Juan beni korkutanın bir dost olduğunu ısrarla söylerdi. Farkında olmadığımız birtakım dostların ya da varlıkların serbestçe dolaşıyor olmaları, benim için inanması güç bir düşünceydi. Ancak daha sonra, don Juan’ın anlattığı dostların gerçekten var olduklarını yaşayarak keşfetmiştim; söyledikleri gibi bunlar, dünyada serbestçe dolaşan varlıklardı.
Pek sık hissetmediğim buyurganca bir patlamayla ayağa fırladım ve la Gorda’yla ötekilere bir önerim bulunduğunu, bunu onaylama ya da reddetme konusunda özgür olacaklarını söyledim. Eğer kendilerini buradan ayrılmaya hazır hissediyorlarsa, ben de onları götürme sorumluluğunu üstlenmeye hazır olduğumu belirttim. Ancak, hazır değillerse, onlar için başka herhangi bir sorumluluk üstlenmeyecektim.
Hepsinde bir iyimserlik ve güven duygusunun uyandığını hissettim. Hiç kimse bir şey söylemedi. Önerimi kendi kendilerine ölçüp biçiyormuş gibi sessizce bana baktılar.
“Eşyalarınızı toplamanız ne kadar sürer?” diye sordum.
“Eşyamız yok,” dedi la Gorda. “Olduğumuz gibi gideceğiz. Hatta gerekiyorsa şu an bile yola çıkabiliriz. Ancak, üç gün daha bekleyebilirsek, bizim için daha uygun olacaktır.”
“Evleriniz ne olacak?” diye sordum.
“Soledad ilgilenir,” dedi.
Onu son gördüğümden bu yana doña Soledad’ın adından

Cvp: 4. Sevecenliğin Sınırlarını Aşmak

ilk kez söz ediliyordu. O kadar meraklanmıştım ki, o anın heyecanını unutuverdim. Oturdum. La Gorda, doña Soledad’la ilgili sorularıma yanıt vermekte tereddüt ediyordu. Sözü Nestor aldı ve doña Soledad’ın bu civarda olduğunu, ama hiçbirinin onun neler yaptığı konusunda fikri olmadığını söyledi. Birbirlerinin evlerine göz kulak olma konusunda aralarında anlaşmışlar ve doña Soledad onlara haber vermeden gelip gidiyormuş. Doña Soledad onların eninde sonunda oradan ayrılacaklarını biliyormuş ve mülklerinin gerektiği biçimde elden çıkartılmasıyla ilgili sorumlulukları o üstlenecekmiş.
“Nasıl haber vereceksiniz ona?” diye sordum.
“Bu, la Gorda’nın işi,” dedi Nestor. “Biz onun nerede olduğunu bilmiyoruz.”
“Doña Soledad nerede, Gorda?” diye sordum.
“Ben nereden bileyim?” diye atıldı la Gorda.
“Ama onu çağıran sensin,” dedi Nestor.
La Gorda bana baktı. Kayıtsız bir bakıştı bu, ama beni
ürpertti. Bu bakışı tanıyordum ama nereden? Bedenimin derinliklerinde bir kıpırtı hissettim; karnım daha önce hiç hissetmediğim bir biçimde sertleşmişti. Diyaframım yukarı doğru bir basınç yapıyordu sanki. Uzansam mı uzanmasam mı diye düşünmeye başlamıştım ki birdenbire ayakta buldum kendimi.
“La Gorda bilmiyor,” dedim. Onun nerede olduğunu yalnızca ben biliyorum.”
Herkes büyük bir şaşkınlığa düşmüştü—belki de herkesten fazla ben— , ama böyle bir şey söylemiştim; onun nerede olduğunu bildiğimden hiç şüphem yoktu. Bu, bilincimi yarıp geçen bir anlık parlama gibiydi. Kıraç, son derece dik zirveleri olan dağlık bir alan gördüm; engebeli, ıssız ve soğuk bir bölge. Kendime geldiğimde, bu manzarayı bir filmde görmüş olabileceğimi, ve bu insanlarla birlikte olmanın yarattığı baskının kafamı karıştırdığını düşündüm.
Böylesine münasebetsiz, ama kasıtlı olmayan bir tavırla onları şaşırttığım için özür diledim. Yeniden oturdum.
“Yani, bunu neden söylediğini bilmediğini mi iddia ediyorsun?” diye sordu Néstor.
Sözlerini özenle seçmişti. Bu durumda söylenmesi gereken, en azından benim söyleyeceğim söz: “Yani, onun nerede olduğunu bilmiyorsun aslında,” olurdu. Anlayamadığım bir duyguya kapılmış olduğumu söyledim. Onlara gördüğüm manzarayı anlattım ve doña Soledad’ın orada bulunduğuna neredeyse kesin gözüyle baktığımı söyledim.
“Bu bize sık sık olur,” dedi Néstor.
La Gorda’ya döndüm, o da başını salladı. Ondan bunu açıklamasını istedim.
“Böyle çılgınca, karmakarışık şeyler bizim de aklımıza gelir,” dedi. “Lydia’ya, Rosa’ya ya da Josefina’ya sorabilirsin.”
Yeni yaşam düzenlerine geçtiklerinden bu yana, Lydia, Rosa ve Josefina benimle fazla konuşmamışlardı. Genellikle söyledikleri havadan sudan şeylerdi.
Lydia bakışlarını kaçırdı. Zaman zaman başka şeyleri de anımsadığına ilişkin birşeyler mırıldandı.
“Bazen senden gerçekten nefret ediyorum,” dedi bana. “Bize budala numarası yaptığını düşünüyorum. Sonra, senin bizim yüzümüzden çok kötü hastalandığını anımsıyorum. O sen değil miydin yoksa?”
“Elbette oydu,” dedi Rosa. “Ben de bazı şeyler anımsıyorum. Bana çok nazik davranan bir kadını anımsıyorum. Bedenimi nasıl temiz tutacağımı öğretmişti, sonra ilk kez saçlarımı bu Nagual kesti. O, saçımı keserken kadın beni tutuyordu, korkmuştum çünkü. O kadın beni severdi, her zaman kucaklardı. Çok uzun boyluydu. Beni kucakladığında başımı göğsüne yaslardım. Bana şefkat gösteren tek insandı o. Onun için seve seve ölüme gidebilirdim.”
“Kimdi o kadın, Rosa?” diye sordu la Gorda, soluğu kesilircesine.
Rosa, çenesinin üzüntü ve küçümseme yüklü bir devinimiyle beni imledi.
“O biliyor,” dedi.
Hepsi, bir yanıt beklercesine gözlerini bana diktiler. Öfke içinde Rosa’ya bağırdım ve ciddi bir suçlama anlamına gelen bu tür ifadeler kullanmaya hiç hakkı olmadığını söyledim. Onlara hiç yalan söylememiştim.
Rosa, öfkelenmeme şaşırmadı. Sakin bir sesle, kadının, hastalığım geçtikten sonra geri geleceğimi söylediğini açıkladı. Rosa, kadının bana baktığını, sağaltımım için bana yardımcı olduğunu anlamış; işte bu yüzden de, artık iyileşmiş göründüğüme göre, onun kim ve nerede olduğunu bilmem gerekiyormuş.
“Nasıl bir hastalığa yakalanmıştım, Rosa?” diye sordum.
“Hastalanmıştın, çünkü dünyana sahip çıkamıyordun,” dedi kendinden emin. “Sanırım çok uzun bir süre önce birisi bana senin bize göre biri olmadığını söylemişti, tıpkı rüyada Eligio’nun la Gorda’ya söylediği gibi. Bu yüzden bizi terk ettin ve Lydia seni hiç affetmedi; senden ölene dek nefret edecek.”
Lydia karşı çıkarak, benimle ilgili duygularının Rosa’nın anlattıklarıyla hiçbir ilgisinin bulunmadığını söyledi. Yalnızca, çabuk sinirlenen bir yapısı varmış ve benim budalalıklarıma kolayca öfkeleniyormuş.
Josefina’ya onun da beni anımsayıp anımsamadığını sordum.
“Elbette anımsıyorum,” dedi gülümseyerek. “Ancak beni bilirsin, aklım havadadır biraz. Bana güvenilmez. Sağım solum hiç belli olmaz.”
La Gorda, Josefina’dan anımsadıklarını anlatmasını istedi. Josefina, herhangi bir şey söylememek konusunda kararlıydı, birbirleriyle ileri geri atıştılar; en sonunda Josefina bana döndü.
“Anımsamaya ilişkin bu kadar konuşmanın ne yararı var? Bunların hepsi laf,” dedi. “Hiçbirinin değeri yok.”
Josefina’nın bu sözlerine hepimiz katılmıştık. Artık söylenecek bir şey kalmamıştı. Birkaç dakika süren bir sessizlikten sonra hepsi kalkarak gitmeye hazırlandılar.
“Bana güzel giysiler aldığını anımsıyorum,” dedi Josefina birden. Bir dükkânda merdivenlerden yuvarlanmıştım, anımsamıyor musun? Neredeyse bacağımı kırıyordum ve sen beni kucağında taşımıştın.”
Herkes yeniden oturdu ve pür dikkat Josefina’ya baktılar.
“Bir de çılgın bir kadın anımsıyorum,” diye sürdürdü. “Beni dövmek istemişti ve sen öfkelenip araya girinceye kadar beni kovalayıp durmuştu.”
Sabrım taşmak üzereydi. Odada bulunan herkes dikkatle Josefina’yı dinlemeye koyulmuştu ki, bize kendisini ciddiye almamamız gerektiğini, çünkü aklı havada bir insan olduğunu söyledi. Haklıydı da. Anımsadıkları, bana abuk sabuk şeyler gibi geliyordu.
“Senin neden hastalandığını da biliyorum,” diye devam etti. “Oradaydım. Ancak neresi olduğunu anımsamıyorum. Seni bu aptal Gorda’yı bulman için o sisten duvarın ötesine götürdüler. Sanırım kaybolmuştu. Geri dönememiştin. Seni geri getirdiklerinde ölmek üzereydin.”
Bize anlattığı düşleri, boğucu bir sessizlik izledi. Herhangi bir soru sormaya cesaretim yoktu.
“Onun neden oraya gitmiş olabileceğini ya da onu kimin geri getirdiğini anımsayamıyorum,” diye devam etti Josefina. “Hastalandığını ve artık beni tanıyamadığını anımsıyorum. Bu aptal Gorda, birkaç ay önce eve ilk geldiğinde seni daha önce hiç görmemiş olduğuna yemin etti. Oysa ben seni hemen tanıdım. Senin hastalanan Nagual olduğunu anımsadım. Sana bir şey söyleyeyim mi? Sanırım bu kadınlar kendilerini zorlamak istemiyorlar. Adamlar da, özellikle bu aptal Pablito. Oysa, orada olduklarına göre, onların da anımsamaları gerekiyor.”
"Nerede olduğumuzu anımsıyor musun?" diye sordum.
“Hayır, anımsayamıyorum,” dedi Josefina. “Ama beni oraya götürürsen anımsayabilirim. Hepimiz sendeliyorduk orada, bize sarhoş diyorlardı. En az sersemlemiş durumda olan bendim de bu yüzden çok iyi anımsıyorum”.
“Bize kim sarhoş dedi?” diye sordum.
“Sana değil, yalnızca bize,” diye yanıt verdi Josefina. “Kim olduğunu bilmiyorum. Sanırım Nagual Juan Matus’tu.”
Onlara baktım, herkes gözlerini benden kaçırdı.
“Bir sona doğru yaklaşıyoruz,” diye mırıldandı Nestor kendi kendine konuşurcasına. “Kendi sonumuzla yüz yüzeyiz.”
Gözlerinden yaşlar boşanmak üzereydi.
“Sonumuz geldiği için mutlu ve gururlu olmam gerekir,” diye sürdürdü. “Yine de hüzün duyuyorum. Bunu açıklayabilir misin, Nagual?”
Birdenbire herkes hüzünlendi. Dik başlı Lydia bile hüzünlü görünüyordu.
“Ne oluyor size böyle?” diye sordum neşeli bir sesle. “Hangi sondan söz ediyorsunuz?
“Sanırım herkes hangi sondan söz ettiğimizi biliyor,” dedi Nestor. “Son günlerde tuhaf duygular kaplıyor içimi. Bizi bir şeyler çağırıyor ve biz, yapmamız gerektiği gibi, her şeyi oluruna bırakmıyoruz. Sıkı sıkıya sarılıyoruz.”
Pablito yiğitçe bir jestle içlerinde herhangi bir şeye yapışıp kalmayan tek kişinin la Gorda olduğunu söyledi. Diğerlerinin umutsuz derecede bencil kişiler olduklarını düşünüyordu.
“Nagual Juan Matus gitme zamanımız geldiğinde bir işaret alacağımızı söylemişti,” dedi Nestor. “Gerçekten sevdiğimiz bir şey gelecek ve bizi alacakmış.”
“Bunun büyük bir şey olması gerekmiyormuş,” diye ekledi Benigno. “Sevdiğimiz herhangi bir şey olabileceğini söylemişti.”
“Benim için bu işaret, asla sahip olamadığım kurşun askerler biçiminde olacak,” dedi Nestor bana. “Bir bölük süvari atlarıyla gelip beni alacak. Senin için ne olabilir bu?”

Cvp: 4. Sevecenliğin Sınırlarını Aşmak

Don Juan’ın bana bir zamanlar ölümün akla gelebilecek herhangi bir şeyin arkasında gizlenebileceğini, hatta bunun, not aldığım defterin üzerindeki bir mürekkep lekesi bile olabileceğini söylediğini anımsadım. Ona, bir gün Los Angeles’de Hollywood Bulvarı’nda yürürken, bir trompetin eski, budala bir ezgiyi çaldığını anımsadığımı söylemiştim. Müzik, yolun karşısındaki bir plakçı dükkânından geliyordu. Daha önce hiç bu kadar güzel bir ses duymamıştım. Ezgi tüm benliğimi kaplamıştı. Kaldırımın kenarına oturmuştum. Trompetin akıcı sesi doğrudan beynime akıyordu. Onu tam sağ şakağımın üzerinde duyabiliyordum. Müziğin sesi beni gevşeterek esrikleştirmişti. Bittiğinde, yaşadığım o deneyimi bir kez daha yaşayamayacağımı hissettim; hemen dükkâna koşarak o plağı ve onu çalabileceğim stereo bir müzik setini satın almayı düşündüysem de bundan vazgeçtim.
Don Juan, bunun insanların yazgılarını denetleyen güçler tarafından bana verilmiş bir işaret olduğunu söylemişti. Bu dünyayı—herhangi bir biçimde—terk etmenin zamanı geldiğinde, o trompetten gelen aynı sesi, aynı budalaca ezgiyi ve aynı eşsiz trompetçiyi duyacakmışım.
Ertesi gün, onlar için koşuşturmayla geçen bir gündü. Yapacak bir sürü işleri vardı. La Gorda, tüm yaptıklarının kişisel işler olduğunu ve kimseden yardım almadan kendileri tarafından yapılmaları gerektiğini söyledi. Tek başıma kalmaya itirazım olmadı. Benim de yapmam gereken bir sürü şey vardı. Zihnimi son derece rahatsız eden yakınlardaki o kente gittim. Doğruca la Gorda’yı ve beni büyüleyen o eve yöneldim; kapıyı çaldım. Bir bayan açtı. Ona çocukluğumda o evde yaşamış olduğuma ilişkin bir masal uydurdum ve evi görmek istediğimi belirttim. Kadın çok cana yakın davrandı ve beni içeri aldı. Ortalığın dağınıklığı için özür diledi, oysa her taraf derli topluydu.
Evin içinde yığınla anı gizliydi. Oradaydılar, onları hissediyordum, ama hiçbir şey anımsayamıyordum.
Ertesi gün, la Gorda şafak sökerken ayrıldı; bütün gün dışarıda olacağını tahmin ediyordum, ancak öğle üzeri geri döndü. Çok sinirli görünüyordu.
“Soledad geri döndü ve seninle görüşmek istiyor,” dedi duygusuz bir sesle.
Herhangi bir açıklamada bulunmadan beni doña Soledad’ın evine götürdü. Doña Soledad, kapının önünde karşıladı beni. Onu son gördüğümden daha genç ve güçlü görünüyordu. Yıllar önce tanımış olduğum kadına benzerliği pek azdı.
La Gorda ağlamamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Yaşadığımız gerginlikler, ruh durumunda tümüyle anlayabileceğim bir değişiklik yaratmıştı. Bir şey söylemeden gitti.
Doña Soledad bana konuşmak için çok az vaktinin olduğunu ve bunun her dakikasını kullanmak istediğini söyledi. Tuhaf bir biçimde saygılı davranıyordu. Söylediği her sözde bir nezaket vardı.
Ona bir soru sormak için sözünü kesmek istedim. Onun nerede olduğunu merak ediyordum. Son derece zarif bir biçimde bu isteğimi önledi. Sözlerini büyük bir özenle seçtiğini ve zamanı çok kısıtlı olduğu için ancak söylenmesi gerekenleri söyleyebileceğini belirtti.
Bana gereğinden fazla uzun gibi gelen bir süre gözlerimin içine baktı. Aynı zaman süresi içinde benimle konuşabilir, bazı sorularıma yanıt verebilirdi. Daha sonra, sessizliğini bozdu ve bana tümüyle anlamsız gelen birtakım sözler söyledi. Paralel çizgileri aştığımız ilk gün, kendisinden bunu istemiş olduğum için bana saldırdığını, bu saldırısının etkili ve amacına uygun olduğunu umduğunu söyledi. İçimden ona bağırmak, ondan böyle bir şeyi asla istememiş olduğumu söylemek geliyordu. Paralel çizgilerin ne olduğunu bilmiyordum, anlattıkları bana tümüyle anlamsız geliyordu. Eliyle dudaklarımı bastırdı. Gayri ihtiyari geri çekildim. Üzülmüş görünüyordu. Birbirimizle konuşabilmemizin olanaksız olduğunu, çünkü o an iki paralel çizgi üzerinde bulunduğumuzu ve bu çizgiyi aşabilmeye ikimizin de gücünün yetmeyeceğini söyledi; o anki ruh durumunu ancak gözleriyle anlatabilecekmiş.
Herhangi bir neden olmamasına rağmen, gevşediğimi hissettim, içim rahat etmişti. Yanaklarımdan aşağı gözyaşları dökülüyordu. Daha sonra, bir an için olağanüstü bir duygu benliğimi ele geçirdi; kısa bir andı bu, ama yine de, bilincimi, ya da kişiliğimi, ben olduğuna inandığım, hissettiğim varlığımı, temelinden sarsmaya yetecek denli uzun sürdü. O kısa zaman süresi içinde, gerek amaç, gerekse mizaç yönünden birbirimize çok yaklaştığımızı fark ettim. Durumlarımız birbirine benziyordu. Bunun çetin bir savaşım olduğunu, ama bu savaşımın henüz bitmediğini bilmesini istiyordum. Savaşım asla bitmeyecekti. O ise, bana veda ediyordu; çünkü, kusursuz bir savaşçı olarak yollarımızın bir daha karşılaşmayacağını biliyordu. Yolun sonuna varmıştık. Yitirilmiş bir bağlılık, bir kan bağı duygusu, benliğimin derinlerinden, karanlık bir köşesinden dalga dalga yayıldı. Bu ani ışık, bedenimden yükselen bir elektrik enerjisi gibiydi. Onu kucakladım; dudaklarım hareket ediyor, benim için anlam taşımayan sözler söylüyordu. Gözleri parladı. O da anlayamadığım bir şeyler mırıldanıyordu. Kesin olarak hissedebildiğim tek duygu, paralel çizgileri aşmış olmamın somut bir anlam taşımadığıydı. İçimde, derinlerden yukarıya doğru yükselen bir acı vardı. Açıklayamadığım bir güç, benliğimi ikiye bölüyordu. Nefes alamadığımı hissettim ve her şey karardı.
Birinin beni hareket ettirdiğini, hafifçe sarstığını hissettim. La Gorda’nın yüzü belirginleşti. Doña Soledad’ın yatağına uzanmıştım ve la Gorda başucumda oturuyordu. Yalnızdık.
“Nerede o?” diye sordum.
“Gitti,” diye yanıt verdi la Gorda.
La Gorda’ya her şeyi anlatmak istedim. Beni susturdu.
Kapıyı açtı. Tüm çömezler dışarıda, beni bekliyorlardı. En parlak giysilerini giymişlerdi. La Gorda, sahip oldukları her şeyi parçalayıp attıklarını söyledi. Vakit akşamüstüydü. Saatlerdir uyumuştum. Hiç konuşmadan, arabamı önünde park ettiğim la Gorda’nın evine doğru yürüdük. Pazar gezintisine çıkan çocuklar gibi, arabanın içine doluştular.
Arabaya binmeden önce, ayakta vadiye uzun uzun baktım. Bedenim yavaşça döndü ve kendi istenci, amacı doğrultusunda tam bir daire çizdi. Bulunduğumuz yerin ruhunu yakaladığımı hissettim. Bu duyguyu içimde tutmak istiyordum, çünkü hayatım boyunca buraları bir daha göremeyeceğimden emindim.
Ötekiler bu deneyimi daha önceden yaşamış olmalıydılar. Hüzünlü değildiler, birbirleriyle konuşuyor, şakalaşıyorlardı.
Arabayı çalıştırdım ve yola koyulduk. Yol üzerindeki son dönemece ulaştığımızda, güneş batıyordu. La Gorda durmam için bana seslendi. Arabadan indi ve yol kenarında uzanan küçük bir tepeye doğru koştu. Kollarını tepeye doğru uzatarak derin bir soluk aldı.
Dağlardan aşağı yolculuk tuhaf bir biçimde kısa ve tümüyle olaysız geçti. Herkes sessizdi. La Gorda’yı konuşturmaya çalıştım ama konuşmamakta kararlıydı. Dağların tahakküm edici olduğunu, kendilerini sahiplendiğini, enerjilerini harcayacak olurlarsa, dağların onları asla bırakmayacağını söyledi.
Dağları aşıp düzlüklere ulaştığımızda canlandılar, özellikle de la Gorda. Tüm benliğini bir enerji kaplamıştı. Ondan herhangi bir istekte bulunmamama rağmen, bilgi vermek konusunda gönüllü bile davrandı. Açıklamalarından birine göre, ki bunu Soleded da onaylıyordu, Nagual Juan Matus ona, benliğimizin bir başka yüzünün daha olduğunu söylemişti. Bu sözleri duyar duymaz, diğerleri de sorularıyla ve yorumlarıyla lafa karıştılar. Mantıksal yönden gerçek olması olanaksız birtakım olaylara ilişkin karmakarışık anılarından söz ettiler. Bazıları beni ancak birkaç ay önce tanımış olduklarına göre, geçmişin derinliklerinde olup biten olaylarla ilgili anılarında beni anımsıyor olmaları, onların kavrama sınırlarının ötesinde bir olguydu.
Onlara, bunun üzerine, dona Soledad’la karşılaşmamı anlattım. Onu yıllardan beri çok yakından tanıyor olduğum duygusuna nasıl kapıldığımı ve paralel çizgiler adını verdiği sınırları aştığımdan neredeyse emin olduğumu söyledim. Açıklamalarıma tepkileri karışık oldu; anlaşılan bu terimi daha önce duymuşlardı, ama ne anlama geldiğini kavrayabildiklerini sanmıyordum. Benim için terim, yalnızca bir mecazdı. Ancak, onlar için de aynı anlama geldiğinden emin değildim.
Oaxaca şehrine yaklaştığımızda, la Gorda’nın don Juan’la don Genaro’nun kaybolduklarını söylediği yeri görmek istediler. Arabayı hemen o bölgeye doğru sürdüm. Geldiğimizde, arabadan fırladılar ve etrafı araştırmaya koyuldular; büyük bir dikkatle ipucu arıyorlardı. La Gorda, don Juan’la don Genaro’nun gittiklerine inandığı yönü onlara gösterdi.
“Korkunç bir hata yaptın, Gorda,” diye bağırdı Nestor. “Orası doğu değil, kuzey.”
La Gorda karşı çıktı ve düşüncesini savundu. Kadınlar ona arka çıktılar, Pablito da onlara katıldı. Benigno, tarafsız görünüyordu; yanıtı benden beklermiş gibi ısrarla yüzüme baktı, ben de beklediği yanıtı verdim. Arabada bulunan Oaxaca şehir haritasını alarak onlara gösterdim. La Gorda’nın gösterdiği yön, gerçekten de kuzeydi.
Nestor yorumda bulunarak en baştan beri, yaşadıkları şehirden ayrılmalarının vaktinden önce ya da zoraki gerçekleştiği kanısında olmadığını söyledi; zamanlama doğruydu. Diğerleriyse böyle hissetmiyorlardı ve bu kararsızlıklarının altında la Gorda’nın hatalı değerlendirmesi yatıyordu. La Gorda gibi onlar da Nagual’ın yaşadıkları kenti gösterdiğine; yani bulundukları yerde kalmalarını söylediğine inanmışlardı. Olanları kısaca düşündükten sonra onlara, son tahlilde hatanın bende olduğunu söyledim. Suçlanması gereken biri varsa o da bendim, çünkü harita bende olmasına rağmen, zamanında onu kullanmayı akıl edememiştim.
Daha sonra onlara, adamlardan birinin, yani bir an don Genaro olduğunu sandığım kişinin, bize başıyla bir işaret yaptığını söylemeyi unuttuğumu anlattım. La Gorda’nın gözleri gerçek bir şaşkınlık, hatta telaş içinde iri iri açıldı. Kendisinin böyle bir işaretin ayrımına varmadığını söyledi. İşaret yalnızca banaydı.
"Tamam işte!” diye bağırdı Nestor. “Yazgılarımız mühürlendi!”
Konuşmak için diğerlerine döndü. Herkes bir ağızdan konuşuyordu. Onları sakinleştirmek için elleriyle birtakım hareketler yaptı.
“Umarım yola çıkmadan önce hepiniz de hiç geri dönmeyecekmiş gibi yapmanız gereken her şeyi yapmışınızdır,” dedi. “Zira asla geri dönmeyeceğiz.”
“Bize doğruyu söylüyorsun değil mi?” diye sordu bana Lydia, öfkeli bir bakışla. Diğerleri de yanıt bekliyormuşcasına gözlerini bana diktiler.
Böyle bir şeyi uydurmam için bir nedenim olmadığını söyledim. O adamın bana başıyla işaret vermesi benim için önemli değildi. Kaldı ki, o iki adamın don Juan’la don Genaro olduklarına ikna olmuş bile değildim.
“Çok kurnazsın,” dedi Lydia. “Tüm bunları kuzu gibi peşinden gitmemizi sağlamak için söylüyor da olabilirsin.”
“Dur bir dakika,” dedi la Gorda. “Bu Nagual, dediğin gibi, kurnaz olabilir ama böyle bir şeyi asla yapmaz.”
Yeniden hep bir ağızdan konuşmaya başladılar. Araya girmek ve gördüğüm şeyin benim için fark etmediğini haykırmaya çalıştım.
Nestor çok kibar bir biçimde, Genaro’nun vadiden ayrılmanın zamanı geldiğinde bunu bir şekilde onlara başının bir devinimiyle belirteceğini söylemiş olduğunu açıkladı. Sözü alıp, eğer bu olaydan dolayı yazgıları mühürlendiyse, benim yazgımın da onlarınkiyle birlikte mühürlendiğini söylediğimde sakinleştiler; hep birlikte kuzeye gidecektik.
Daha sonra Nestor bizi kalabileceğimiz bir yere, şehirde işi olduğu zamanlar kalmış olduğu bir pansiyona, götürdü. Keyifleri yerine gelmişti, öyle ki, rahatımı kaçıracak ölçüde neşeliydiler, Lydia bile bana sarılarak beni böylesine zor durumlarda bıraktığı için özür diledi. La Gorda’ya inandığını, bu nedenle de bağlarını etkin bir biçimde kopartmadığını söyledi. Josefina’yla Rosa’nın içi içine sığmıyordu ve defalarca sırtımı okşadılar. La Gorda’yla konuşmak, onunla neler yapmamız gerektiğini tartışmak istiyordum. Ancak o gece onunla yalnız kalabilmemize olanak yoktu.
Nestor, Pablito ve Benigno sabah erkenden işlerini yapmak üzere ayrıldılar. Lydia, Rosa ve Josefina da alışverişe çıktılar. La Gorda, yeni giysiler alacağını, ona yardımcı olmamı istediğini söyledi. Kendisini akışkan bir savaşçı gibi hissedebilmesi için ona tam bir özgüven sağlayabilecek bir giysi arıyordu ve giysilerini benim seçmemi istiyordu. Ona yalnızca elbise bulmakla kalmadım, ayakkabılar, naylon çoraplar ve iç çamaşırları da dahil olmak üzere, tüm kıyafetlerini baştan aşağı yeniledim.
Birlikte yürüyüşe çıktık. İki turist gibi şehir merkezinde dolandık, yerel giysileri içindeki Kızılderilileri seyrettik. Biçimsiz bir savaşçı olarak, zarif giysileri içinde son derece rahat görünüyordu. Çok alımlıydı. Sanki hep bu şekilde giyiniyormuş gibiydi. Ama ben onu bu halde görmeye alışamamıştım.
La Gorda’ya sormak istediğim tüm soruların zihnimden dökülüp boşalması gerekiyordu, oysa bu soruları sözlere dönüştürmek o anda bana olanaksız gibi geliyordu. Ne soracağımı bilemiyordum. Son derece ciddi bir sesle yeni görünümünün hoşuma gittiğini söyledim. Tam bir ağırbaşlılıkla, bende bu sevecence duyguyu uyandıranın, sınırları aşmışlık olduğunu söyledi.
“Dün gece bazı sınırları aştık,” dedi. “Soledad bana ne beklemem gerektiğini söylemişti, bu nedenle ben hazırlıklıydım. Oysa sen değildin.”
Yavaş ve yumuşak bir sesle bir gece önce sevecenliğin sınırlarını aştığımızı anlattı. Bir çocukla, ya da bir yabancıyla konuşuyormuşçasına, hecelerin üstüne basa basa konuşuyordu. Ancak, kendimi anlattıklarına veremiyordum. Kaldığımız pansiyona geri döndük. Dinlenmek istiyordum ama yeniden dışarı çıkmak zorunda kaldım. Bir şey bulamayan Lydia, Rosa ve Josefina benden la Gorda’nın giysilerine benzer bir şeyler bulmamı istiyorlardı.

Cvp: 4. Sevecenliğin Sınırlarını Aşmak

Öğleden sonra pansiyona geri dönmüş, küçük kız kardeşleri hayran hayran seyrediyordum. Rosa, topuklu ayakkabılarıyla yürümekte zorlanıyordu. Ayaklarıyla ilgili şakalar yapıyorduk ki, yavaşça kapı açıldı ve Nestor içeri girdi, olağanüstü görünüyordu. Üzerinde lacivert bir takım elbise, açık pembe bir gömlek, mavi bir kravat vardı. Saçları özenle taranmıştı ve fönlenmiş gibi hafif kabarıktı. Kadınlara baktı, kadınlar da ona. Ardından Pablito girdi ve onu Benigno izledi. İkisi de müthiş şıktılar. Ayakkabıları pırıl pırıldı, takım elbiseleri onlar için ısmarlama dikilmiş gibiydi.
Herkesin şehirli giysilerine bu denli çabuk alışmalarına çok şaşırmıştım. Bana don Juan’ı hatırlatıyorlardı. Genaroları şehirli giysileri içinde gördüğümde don Juan’ı takım elbiseyle ilk gördüğüm anda duyduğum şaşkınlığın aynısını duymuştum, ama değişimlerini hemen benimseyebildim. Öte yandan, kadınların değişimine şaşırmamıştım, ama bir nedenle buna alışamamıştım da.
Genaroların kendilerine böylesine uyan giysiler bulabilmelerinde bir büyücü şansının onlara yardım ettiğini düşünüyordum. Şanslarının yaver gitmesi konusunda düşündüklerimi duyunca güldüler. Nestor, bir terzinin bu giysileri onlar için aylar öncesinden hazırlamış olduğunu söyledi.
“Hepimizin birer takım elbisesi var,” dedi bana. “Deri valizlerimiz bile var. Dağlardaki günlerimizin sona erdiğini biliyorduk. Gitmeye hazırız şimdi! Elbette, önce bize nereye gideceğimizi söylemen gerekiyor. Bir de burada ne kadar kalacağımızı.”
İşiyle ilgili olarak kapatması gereken bazı hesaplarının bulunduğunu, bunun için zamana gereksinimi olduğunu söyledi. La Gorda araya girerek tam bir buyurganlık ve kesinlikle, o gece oradan ayrılacağımızı, erkin bize izin vereceği kadar uzaklara gideceğimizi söyledi; sonuç olarak, akşam oluncaya kadar işlerini halletmeleri gerekiyordu. Nestor’la Pablito tereddüt içinde kapının önünde durdular. Onayımı almak istiyormuş gibi bana baktılar. En azından onlara karşı dürüst davranmam gerektiğini düşünüyordum; ama tam, kesin olarak ne yapmamız gerektiğinden emin olmadığımı onlara söylemek üzereydim ki, la Gorda sözümü kesti.
“Gün batınımda Nagual’ın her zaman oturduğu bankta buluşacacağız,” dedi. “Yola oradan çıkacağız. Yaşamımız boyunca asla buraya dönmeyeceğimizi bilerek, burada yapmamız gereken ya da yapmak istediğimiz her şeyi o zamana kadar bitirmiş olmamız gerekiyor.”
Herkes gittikten sonra la Gorda’yla yalnız kalmıştık. Ani ve beceriksiz bir hareketle, kucağıma oturdu. O kadar hafifti ki, kalça adalelerimi kastığımda ince bedenini sallayabiliyordum. Saçlarına tuhaf bir parfüm kokusu sinmişti. Şaka yollu, parfümünün kokusunun dayanılmaz olduğunu söyledim. Gülüyor ve kucağımda sallanıyordu ki, nereden geldiğini bilmediğim bir duygu, bir anı zihnime yerleşiverdi. Birdenbire kucağımda bir başka Gorda’nın oturuyordu, benim tanıdığım Gorda’nın iki katı irilikte, şişman bir Gorda. Yüzü yuvarlaktı ve saçındaki parfüm kokusuyla ilgili olarak ona takılıyordum. Ona göz kulak oluyormuşum gibi bir şey hissettim.
Bu yapay anının etkisiyle ayağa kalktım. La Gorda gürültüyle yere düştü. Ona neyi ‘anımsadığımı’ anlattım. Onu şişman haliyle yalnızca bir kez gördüğümü ve bunun çok kısa bir süre içinde gerçekleştiğini, yüz hatlarının nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrimin olmadığını, yine de bu konuda bir görsümün bulunduğunu söyledim.
Herhangi bir yorumda bulunmadı. Giysilerini çıkarttı ve yeniden eski giysilerini giydi.
“Bunun için hazır değilim,” dedi, yeni giysileri göstererek. “Özgür olabilmemizden önce yapmamız gereken bir şey daha bulunuyor. Nagual Juan Matus’un talimatlarına göre, hepimizin toplanarak onun seçmiş olduğu bir erk noktasında oturmamız gerekiyor.”
“Nerede bu nokta?”
“Civardaki dağların birinde. Kapıya benzer bir yer. Nagual, o noktada doğal bir çatlağın bulunduğunu söylemişti. Dünya üzerinde birtakım erk noktalarının bulunduğunu söylerdi; eğer biçimsizsen, deliklerin içinden geçerek bilinmeyene, başka bir dünyaya geçebilirmişsin. O dünyayla bu içinde yaşadığımız dünya, iki paralel çizgi oluştururmuş. Olasılıkla hepimiz şu ya da bu zamanda o iki çizginin ötesine geçirilmişizdir, ama bizler bunu anımsamayız. Eligio o öteki dünyada yaşıyor. Kimi zaman rüya görme yoluyla o dünyaya ulaşabiliyoruz. Josefina, elbette içimizde en iyi rüya görücü. O çizgileri her gün geçiyor o, ama aklı havada olması onu ilgisiz, hatta budala bir duruma getiriyor. Eligio, benim ondan daha akıllı olduğumu düşünerek, o çizgileri aşabilmeme yardımcı olmaya çalıştı ama benim de onun kadar budala olduğum anlaşıldı. Eligio bizlerden sol yanımızı anımsamamızı istiyor. Soledad bana sol yanın şu anda içinde yaşadığımız dünyaya paralel olduğunu söylemişti. Bu nedenle, madem Eligio bizim anımsamamızı istiyor, demek ki bizler daha önce orada bulunmuşuz. Üstelik rüyada da değil. Bundan dolayı, zaman zaman tuhaf şeyler anımsıyoruz.
Varsayımları göz önüne alındığında, vardığı sonuçlar mantıklı görünüyordu. Neden söz ettiğini anlıyordum; bu zaman zaman istenmeden gelen anılar, gündelik yaşamın gerçekliğini altüst ediyordu, oysa bizler bu düşlerin gerçekleştikleri zamanı, yaşamlarımızın hangi döneminde gerçekleşmiş olabileceğini bulamıyorduk.
La Gorda yatağa uzandı. Gözlerinde kaygılı bir ifade vardı.
“Beni rahatsız eden, o erk noktasını bulmak için ne yapmak zorunda olduğumuzu bilmememiz,” dedi. “Orayı bulmadan yolculuğa çıkmamız söz konusu olamaz”.
“Beni endişelendiren de, sizleri nereye götürmem gerektiğini ve sizlerle ne yapacağımı bilmemem,” dedim.
“Soledad bana sınıra varıncaya kadar kuzeye gideceğimizi söylemişti,” dedi la Gorda. “Bazılarımız daha da kuzeye gidecek belki de. Ancak sen bizimle birlikte tüm o yolu gelmeyeceksin. Senin yazgın farklı.”
La Gorda bir an daldı. Düşüncelerini toparlamak için çaba harcıyormuş gibi kaşlarını çatmıştı.
“Soledad yazgımı yerine getirmem için benimle geleceğini söylemişti,” dedi. “İçimizde senden sorumlu olan tek kişi benim.”
Telaşım olduğu gibi yüzüme yayılmış olmalı, la Gorda gülümsedi.
“Soledad ayrıca, bana senin tıkandığını söylemişti,” diye devam etti. “Zaman zaman, Nagual olduğunda, düzeliyorsun ama. Soledad senin diğer zamanlarda, birkaç saniye aklı başına geldikten sonra eski çılgınlığına geri dönen kaçığın teki olduğunu söylemişti.”
Doña Soledad uygun bir benzetme yapmıştı, anlayabileceğim türde bir benzetmeydi bu. Paralel çizgileri geçtiğime inandığım an, olasılıkla ona göre aklımın başımda olduğu bir andı. Oysa benim ölçülerime göre aynı an, kendimden en fazla uzaklaştığım andı. Doña Soledad’la ben, hiç şüphe yok ki farklı iki düşünce çizgisinde bulunuyorduk.
“Başka neler söyledi?” diye sordum.
“Anımsamak için kendimi zorlamam gerektiğini söyledi,” dedi la Gorda. “Anılarımı bilinç düzeyine çıkartmak için çok uğraştı; bu nedenle sana ayıracak zamanı yoktu.”
La Gorda ayağa kalktı; gitmeye hazırdı. Birlikte şehirde bir yürüyüşe çıktık. Çok mutlu görünüyordu. Bir yerden diğerine gidiyor, önüne çıkan her şeyi seyre dalıyor, gözleriyle dünyanın tadını çıkarıyordu. Bu benzetmeyi bana don Juan söylemişti. Dediğine göre bir savaşçı ne beklediğini bilir ve beklerken gözleriyle dünyanın tadını çıkarır. Ona göre bir savaşçının nihai başarısı sevinçti. O gün Oaxaca’da, la Gorda, don Juan’ın öğretilerini harfi harfine yerine getiriyordu.
Öğleden sonra geç bir saatte, gün batınımdan önce, don Juan’ın bankına oturduk. İlk gelenler Benigno, Pablito ve Josefina oldu. Birkaç dakika sonra, diğerleri de bize katıldı. Pablito, Josefina’yla Lydia’nın arasına oturdu ve kollarıyla onlara sarıldı. Eski giysilerini giymişlerdi. La Gorda ayağa kalkarak onlara erk noktasından söz etti.
Nestor ona güldü ve diğerleri de onunla birlikte güldüler.
“Bir daha asla bize patroniçelik taslamana izin vermeyeceğiz,” dedi Nestor. “Sana bağlı değiliz artık. Dün gece sınırları aştık.”
La Gorda istifini bozmadı ama diğerleri öfkelenmişlerdi. Araya girmek zorunda kaldım. Yüksek sesle, bir gece önce geçmiş olduğumuz sınırlar hakkında daha çok şey bilmek istediğimi söyledim. Nestor bunun yalnızca onları ilgilendirdiğini söyledi. La Gorda itiraz etti. Anlaşılan kavga çıkmak üzereydi. Nestor’u bir köşeye çektim ve sınırlar hakkında bilgi vermesi için onu zorladım.
“Duygularımız her şeyin çevresinde sınırlar yaratır,” dedi. “Bir şeyi ne denli çok seversek, sınırlar da o denli güçlü olur. Şimdilerde evimizi seviyorduk; oradan ayrılmadan önce duygularımızı yukarı doğru çekmemiz gerekiyordu. Evimize duyduğumuz duygular vadimizden batıya, dağların tepesine doğru yükseldi. Sınır burasıydı, daha sonra o dağların tepesini aştığımızda, asla geri dönmeyeceğimizi bildiğimiz için, sınırları koparttık.”
“Ama ben de geri dönmeyeceğimi biliyordum,” dedim.
“Sen o dağları bizim sevdiğimiz gibi sevmiyordun,” diye yanıt verdi Nestor.
“Bunu göreceğiz,” dedi la Gorda gizemli bir şekilde.
Pablito ayağa kalktı ve eliyle la Gorda’yı göstererek, “Bizler onun etkisi altındaydık,” dedi. “Bizi gırtlağımızdan yakalamıştı. Şimdi anlıyorum ona uymakla ne büyük budalalık ettiğimizi. Dökülmüş süt için ağlamaya değmez, ama bir daha dökülmesine asla izin vermeyeceğiz.”
Lydia’yla Josefina Nestor ve Pablito’ya katıldılar. Benigno’yla Rosa’ysa, bu tartışma onları artık hiç ilgilendirmiyormuş gibi baktılar.
Tam o anda yeniden kesin ve otoriter bir tavır takındım. Bilinçli herhangi bir istence bağlı olmayan bir hareketle ayağa kalktım, bundan böyle grubun tüm sorumluluğunu yükleneceğimi, la Gorda’yı da yorumlarda bulunmak ya da kendi fikirlerini tek çözüm olarak sunmak yükümlülüğünden kurtaracağımı söyledim. Konuşmam bittiğinde, gösterdiğim cesarete şaşırmıştım. La Gorda da dahil olmak üzere herkes çok memnun görünüyordu.
Gösterdiğim patlamanın ardındaki güç, önce burnumdaki solunum yollarının açılmaya başladığına ilişkin bedensel bir duyum oldu ve bunun ardından, don Juan’ın ne demek istediğini, özgür olmadan önce ziyaret etmemiz gereken yerin nerede olduğunu kesinlikle bildiğimi hissettim. Burnumdaki solunum yolları açılınca, kafama takılan bir ev görsüledim.
Nereye gitmemiz gerektiğini onlara söyledim. Talimatlarımı herhangi bir tartışmada, hatta yorumda bulunmadan kabul ettiler. Pansiyonu boşalttık ve akşam yemeği için dışarı çıktık. Daha sonra, saat on bire kadar şehir meydanında gezindik. Arabayı bulunduğumuz yere getirdim, gürültüyle içeri doldular ve yola koyulduk. La Gorda bana eşlik etmek üzere uyanık kaldı, diğerleri uyudular. Daha sonra Nestor direksiyona geçti ve la Gorda’yla ben uykuya daldık.

Cvp: 4. Sevecenliğin Sınırlarını Aşmak

.