1

Konu: 8. Sağ ve Sol Yan Bilinci

La Gorda’yla rüya görme üzerine sürdürdüğümüz konuşmalar, yalnızca birlikte rüya görme konusundaki açmazlarımızı çözdüğü için değil, aynı zamanda bu kavramları entelektüel bir düzleme oturtabildiğimiz için de son derece yararlı oldu. Bu konu üzerinde konuşmak bizleri meşgul ediyor; huzursuzluğumuzdan bir an için de olsa sıyrılmamızı sağlıyordu.
Dışarıda işimin olduğu bir gece la Gorda’yı bir telefon kulübesinden aradım. Bana bir mağazaya gittiğini ve orada benim, vitrindeki mankenlerin ardına saklanıyor olduğum duygusuna kapıldığını söyledi. Onunla eğlendiğimi düşünmüş ve bana müthiş öfkelenmiş. Beni yakalamak amacıyla mağazanın içinde koşuşturmuş. Daha sonra da, gerçekte, benim yanımda sık sık yaptığı bir şeyi huysuzluk nöbetine kapıldığını anımsıyor olduğunun farkına varmış.
Daha sonra, aynı anda bir kez daha birlikte rüya görmenin zamanının geldiği sonucuna vardık. Konuştukça, içimizdeki iyimserlik yeniden canlanıyordu. Eve acele içinde gittim.
Birinci aşamaya, dingin uyanıklık durumuna kolayca ulaştım. Karın boşluğumdan dalga dalga ateşlerin yükseldiği, girişimimizden çok başarılı sonuçlar elde edeceğimiz düşüncesine dönüşen bedensel bir haz duydum. Fakat, ardından, bu düşüncenin yerini sinirli bir bekleyiş aldı. Düşüncelerimin göğsümün merkezinde hissettiğim sızıdan kaynaklandığını biliyordum. Dikkatimi burada odakladığım an, sızı kayboldu. Tıpkı açıp kapatabileceğim bir elektrik akımı gibiydi.
Sızı bir kez daha, bu kez öncekilerden çok daha şiddetli bir biçimde başladığında, kendimi la Gorda’yla yüz yüze buldum; bir köşeyi döner dönmez onunla çarpışmışım gibi. Onu izlemeye daldım. Öylesine gerçek ve öylesine oydu ki uzanıp ona dokunmak istedim. O an içimde, ona duyabileceğim en saf, en tinsel sevecenlik duyguları kabardı. Dindiremediğim hıçkırıklara boğuldum.
La Gorda bu ani düşkünlüğümü bastırabilmek için aceleyle kollarımızı birbirine kenetlemeye çalıştı ama kımıldayamıyordu. Çevremize bakındık. Görebilecek bir manzara filan yoktu. Birdenbire bir gerçeğin farkına vardım, ve la Gorda’ya birbirimizi izlemeye daldığımız için rüya sahnesini kaçırmış olduğumuzu söyledim. Onunla konuşurken, yeni bir durumun içinde bulunduğumuzu hisssettim. Kendi sesim beni ürkütmüştü. Tuhaf, sert, itici bir sesti bu. İrkildim.
La Gorda hiçbir şey kaçırmadığımızı, farklı bir şeyin ikinci dikkatimizi yakaladığını söyledi. Gülümseyerek, çıkardığı sese şaşırdığını belirten, dudaklarını şaklatır gibi bir hareket yaptı.
Rüyada konuşmak benim için yeni ve etkileyici bir şeydi, çünkü konuştuğumuzu düşlemiyor, gerçekten konuşuyorduk. Bu da, rüyamda merdivenden aşağı ilk inme çabalarıma benzeyen büyük bir çaba gerektiriyordu.
Ona sesimi komik bulup bulmadığını sordum. Başını salladı ve yüksek sesle güldü. Gülerken çıkarttığı ses bana şaşkınlık veriyordu. Don Genaro da son derece tuhaf ve korkutucu sesler çıkartırdı; la Gorda’nın gülüşü de bu türdendi. Bir süre sonra, la Gorda’yla birlikte rüya gören bedenlerimize kendiliğimizden girdiğimizin ayrımına vardım.
Elini tutmak istedim. Denedim, ama kolumu yerinden kıpırdatamıyordum. Böyle bir durumda hareket etme konusunda belli bir deneyimim olduğu için, la Gorda’nın yanına gitmeyi istedim. Amacım onu kucaklamaktı, ama ona öylesine yaklaştım ki, bedenlerimiz birleşti. Bir birey olarak kendimin farkındaydım ama aynı zamanda, kendimi la Gorda’nın bir parçası gibi hissediyordum. Bu duygudan son derece hoşlandım.
Bir şey durumumuzu bozuncaya kadar, birbirimize kenetlenmiş bir biçimde kaldık. Etrafı incelemem gerektiği hissine kapıldım. Bakındığımda, bu bölgeyi daha önce de kesinlikle görmüş olduğum duygusuna kapıldım. Kum tepeciklerini andıran küçük, yuvarlak tümsekler arasındaydık. Görebildiğimiz kadarıyla her yanımız bu tümseklerle doluydu. Açık sarı renkli, kumtaşından, ya da pütürlü kükürt kabartılarından yapılmış gibi görünüyorlardı. Gökyüzü de aynı rekteydi ve son derece boğucu görünüyordu. Havada sarımsı bir sis tabakası ya da gökyüzünde belli noktalardan aşağılara doğru inen sarı renkli bir tür buhar vardı.

Cvp: 8. Sağ ve Sol Yan Bilinci

La Gorda’nın ve benim normal biçimde nefes aldığımızı fark ettim. Göğsüme dokunamıyordum ama soluk aldığımda göğsümün genişlediğini hissediyordum. Anlaşılan, sarı buhar tabakası bizim için zararlı değildi.
Birlikte hareket etmeye başladık. Yavaşça, dikkatli bir biçimde, yürür gibi ilerliyorduk. Kısa bir süre ilerledikten sonra bitkin düştüğümü hissettim, la Gorda da benimle aynı durumdaydı. Yüzeyin hemen üzerinde, kayar gibi ilerliyorduk ve öyle anlaşılıyordu ki, bu şekilde ilerlemek, ikinci dikkatimizi son derece yoruyordu; olağanüstü düzeyde bir yoğunlaşma gerektiriyordu çünkü. Normalde olduğu gibi yürümeye çalışmıyorduk, ama sonuç aynı oluyordu. Hareket etmek, aralıklarla enerji patlamaları gerektiriyordu. Amaçsızca, öylesine yürüyorduk, bu nedenle de sonunda durmak zorunda kaldık.
La Gorda bana bir şeyler söyledi. Sesi o denli kısıktı ki, zar zor duyulabiliyordu. Giderek ağırlaşan bölgelere doğru bilinçsiz bir halde ilerlediğimizi, o yöne doğru ilerlemeye devam edecek olursak basıncın giderek artacağını, sonuçta bizi öldüreceğini söylüyordu.
Hemen geri döndük ve geldiğimiz yöne doğru ilerledik, ama bitkinlik peşimizi bırakmadı. Her ikimiz de öylesine yorulmuştuk ki, artık ayakta duramıyorduk. Yere yıkıldığımız anda rüya konumuna geri döndük.
O anda ben çalışma odamda uyandım, la Gorda yatak odasında.
Uyandıktan sonra ona söylediğim ilk şey bulunduğumuz o boş, ıssız bölgeyi daha önce birkaç kez gördüğüm oldu. Bu manzaranın en azından iki farklı yönünü görmüştüm; biri tümüyle düz bir alan, diğeriyse kum tepeciklerine benzeyen çıkıntıların kapladığı diğer bölge. Konuşmamı sürdürürken, aynı görsüyü yaşayıp yaşamıdığımızı sormayı bile gereksiz bulduğumu fark ettim. Durdum ve ona duyduğum coşkuya kapılarak kendimi kaybettiğimi söyledim: sanki bir tatil yolculuğuna çıkmıştım ve bu yolculukla ilgili notlarımı onun notları ile karşılaştırmak istiyor gibi davranmıştım.
“Böyle bir konuşma için hayli geç oldu,” dedi içini çekerek, “ama eğer seni mutlu edecekse, neler gördüğümüzü anlatırım.”
Büyük bir sabırla, gördüğümüz, söylediğimiz, yaptığımız her şeyi anlattı. Kendisinin de daha önce o ıssız bölgede bulunduğunu, oranın tümüyle ıssız bir yer olduğunu, bildiğimiz dünyayla diğer dünya arasında bir yer olduğunu bildiğini söyledi.
“Burası, paralel çizgiler arasındaki dünyadır,” diye devam etti. “Buraya rüyada ulaşabiliriz. Ancak, bu dünyayı terk ederek diğer dünyaya, paralel çizgilerin ötesindeki dünyaya ulaşabilmek için, bu alanı tüm bedenimizle aşmamız gerekir.”
O ıssız bölgeye tüm bedenlerimizle girme düşüncesi aklıma gelince tüm bedenim irkildi.
“Sen ve ben oraya tüm bedenlerimizle girdik,” diye devam etti la Gorda. Bunu anımsamıyor musıın?”
Don Juan’ın gözetimi altında o bölgeyi iki kez görmüş olmamın dışında bir şey anımsamıyordum. İki seferinde de o deneyimi zihnimden silip atmıştım, çünkü bu manzarayı sanrılandırıcı bitkilerin etkisi altındayken görmüştüm. Zihnimde değerlendirerek, bu görüngüyü duygularımın etkileşimiyle oluşan deneyimler, kişisel görsüler olarak nitelendirmiştim. Aynı sahneyi farklı koşullar altında gördüğümü anımsamıyordum.
“Sen ve ben bedenlerimizle ne zaman gittik oraya?” diye sordum.
“Bilmiyorum,” dedi. “Orada daha önce de bulunduğunu bana söylediğinde orayla ilgili belli belirsiz bir anı uyandı zihnimde. Sanırım şimdi, anımsamaya başladığım olayları tamamlamak üzere bana yardım etme sırası sende. Henüz düşüncelerimi toparlayamıyorum, ama Silvio Manuel’in Nagual kadını, seni ve beni yanına alarak o terk edilmiş bölgeye götürdüğünü anımsıyorum. Ne var ki, bizi neden oraya götürdüğünü bilmiyorum. Rüyada da değildik hem.”
Anlattıklarının bundan sonrasını duyamadım. Zihnim, şu ana değin açıklığa kavuşamamış bir şeylere yönelmişti. Kafamın içinde amaçsızca dolaşan düşüncelerimi düzene sokabilmek için uğraşıyordum. Bir an için yıllar öncesine, içsel söyleşimi henüz susturamadığım yıllara geri döndüğümü hissettim. Daha sonra sis kaybolmaya başladı. Düşüncelerim, benim bilinçli yönlendirmem olmaksızın, bir düzene girmeyi başardılar ve bunun sonucunda, bir zamanlar deneyimlediğim karmakarışık anımsayış parıltıları sırasında kısmen de olsa anımsayabildiğim bir olayla ilgili bir anı tüm boyutlarıyla ortaya çıktı. La Gorda haklıydı, bir zamanlar don Juan bizi, olasılıkla dinsel inaklardan esinlenerek “araf’ adını verdiği bir bölgeye götürmüştü. Ayrıca la Gorda’nın bu sırada rüyada olmadığımızı söylemekte haklı olduğunu da biliyordum.
Don Juan o gün, Silvio Manuel’in önerisi üzerine, Nagual kadın, la Gorda ve beni bir araya getirmişti. Don Juan bana, orada toplanmamızdaki amacın, kendi kendime, ama nasıl olduğunu bilmeksizin, en yoğun dikkat biçiminin yer aldığı, bilincin erişilmesi zor, özel bir bölümüne ulaşmış olmamdan kaynaklandığını söyledi. Don Juan’ın sol taraf adını verdiği o bölgeye daha önce ulaşmıştım, ama bu çok kısa sürmüştü ve onun gözetimi altında gerçekleşmişti. Bu deneyimin belli başlı özelliklerinden biri, don Juan’la ilişkisi bulunan bizler için taşıdığı en büyük değer, don Juan’ın kimi zaman 'sis duvarı' adını verdiği sarımsı bir buhardan oluşan, devasa bir duvarın varlığını algılayışımız olmuştu. Bu sisten duvar her zaman sağ tarafımda yer alıyor, ufuk çizgisinden sonsuzluğa doğru uzanıyordu. Sisten duvar, başımı çevirdikçe ya sağa ya da sola doğru dönüyor, hiçbir zaman yüzümü ona çeviremiyordum.
O gün, gerek don Juan, gerekse Silvio Manuel bana sis duvarından söz etmişlerdi. Silvio Manuel’in, konuşmasını bitirdikten sonra, tıpkı bir kedi yavrusuymuş gibi la Gorda’yı ensesinden yakalayarak onunla birlikte sis kümesinin ötesine geçtiğini anımsıyorum. Gözden yitişlerini bir anlığına da olsa görebilmiştim, çünkü don Juan bu arada bir yolunu bulup beni duvarın karşısına getirmişti. Beni ensemden kavramamış, sise doğru itmişti; bir an içinde kendimi o bomboş manzaraya bakarken bulmuştum. Don Juan, Silvio Manuel, Nagual kadın ve la Gorda da oradaydılar. Ne yaptıkları beni hiç ilgilendirmiyordu. Son derece tatsız ve bunaltıcı bir baskı— bir tür bitkinlik hissediyor, nefes almakta zorlanıyor, çıldıracak gibi oluyordum. Boğucu, sarı renkli, alçak tavanlı bir mağaranın içinde olduğumu ayrımsadım. Basıncın bedenimde yarattığı etki öylesine yoğunlaşmıştı ki, artık nefes alamaz hale gelmiştim. Sanki tüm bedensel işlevlerim durmuştu; bedenimin hiçbir bölümünü hissedemiyordum. Yine de, hareket edebiliyor, yürüyebiliyor, kollarımı uzatabiliyor, başımı döndürebiliyordum. Ellerimi kalçalarımın üzerine koymuştum. Kalçalarımda, hatta avuçlarımda hiçbir şey hissetmiyordum. Bacaklarım ve kollarım yerli yerindeydiler ama dokunulabilir bir varlıkları yoktu.
Korkuyla Nagul kadının koluna yapıştım ve dengesini bozdum. Ancak, onu çeken benim kaslarımın gücü değildi. Kaslarımda ya da iskelet yapımda var olan bir güç değildi bu, bedenimin tam merkezinden kaynaklanıyordu.
Bu gücü bir kez daha denemek üzere, la Gorda’yı yakaladım. O hızla tutununca, sendeledi. Daha sonra, onları sarsan enerjinin, onlara vantuz gibi yapışan sopamsı bir çıkıntıdan kaynaklandığını ayrımsadım. Çıkıntı, bedenimin ortasına yerleştirilmişti.
Tüm bunlar bir an içinde olup bitmişti. Hemen ardından, kendimi tekrar acı ve korku içinde başladığım noktada buldum. Sessizce, yardım ister gibi Silvio Manuel’e baktım. Bakışlarıma karşılık veriş biçiminden kaybolduğumu anladım. Gözleri soğuk ve ifadesizdi. Don Juan bana arkasını döndü ve kavrayabilmenin ötesinde bedensel bir dehşet duygusu içinde derinlerden gelen bir titremeyle sarsıldım. Damarlarımdaki kanın kaynadığını hissediyordum, bunun nedeni hissettiğim aşırı sıcak değil, içimden gelen ve patlama noktası na ulaşan bir basınç duygusuydu.
Don Juan rahatlamamı ve kendimi ölümüme terk etmemi buyurdu. Ölünceye kadar orada kalmam gerektiğini, olağanüstü bir çaba göstererek korkumu kabullenecek olursam huzur içinde ölebileceğimi, mücadeleye girişecek olursam can çekişerek öleceğimi söyledi.
O güne değin benimle çok az konuşan Silvio Manuel, bu kez konuşmaya başladı ve kapıldığım dehşet duygusunu kabullenebilmem için gerekli olan enerjinin bedenimin ortasında yer aldığını, başarılı olmanın tek yolunun tartışmadan kabullenmekte, ümidi kesmeden teslim olmakta yattığını belirtti.
Nagual kadın ve la Gorda son derece sakindiler. Orada ölmekte olan tek kişi bendim. Silvio Manuel, enerjimi bu şekilde harcarsam, sonumum çok daha çabuk geleceğini, kendimi şimdiden ölü kabul etmem gerektiğini söyledi. Don Juan, kendisini izlemeleri için Nagual kadına ve la Gorda’ya işaret etti. Bana arkalarını döndüler. Ne yaptıklarını göremedim. Tüm bedenimde güçlü bir titreşim hissediyordum. Bunlar ölüm hırıltılarıydı; mücadelem sona ermişti. Artık önemsemiyordum. Beni öldürmekte olan aşılamaz dehşet duygusuna teslim oldum. Bedenim, bedenim olarak gördüğüm biçim, kendini ölümüne teslim etmişti. Dehşet duygusunu kabullenirken, belki de def ederken, ince bir buharın—kükürt sarısı çevrenin içinden yükselen beyazımsı bir salgının— bedenimi terk ettiğini ayrımsadım.
Don Juan geri dönerek yanıma geldi ve merakla beni inceledi. Silvio Manuel uzaklaşarak la Gorda’yı bir kez daha ensesinden yakaladı. Onu gözlerimin önünde dev bir bez bebek gibi sis duvarının içine doğru savurdu. Daha sonra kendisi de sisin içinde gözden kayboldu.

Cvp: 8. Sağ ve Sol Yan Bilinci

Nagual kadın beni sisin içine çağıran bir işaret yaptı. Ona doğru ilerledim, ama ona ulaşmamdan önce, don Juan beni şiddetle itti ve yoğun sis tabakasının dışına doğru sürüklendim. Sendelememiştim, ama sis duvarından dışarı doğru kaydım ve gündelik dünyaya doğru baş aşağı yuvarlandım.
Bunu ona anlattığımda, la Gorda olanları tamamıyle anımsadı. Daha sonra kendisi de birtakım ayrıntılar ekledi.
“Nagual kadın ve ben senin yaşamınla ilgili herhangi bir korku duymamıştık,” dedi. Nagual bize, sahip olduklarından kurtulman için zorlanman gerektiğini söylemişti, ama bu yeni bir şey değil. Bütün erkek savaşçının korkutularak bu şekilde zorlanması gerekir.
“Silvio Manuel beni o güne değin üç kez duvarın ötesine geçirmişti ve böylelikle nasıl rahat davranabileceğimi öğrenmiştim. Benim rahat davrandığımı gördüğünde, bundan etkileneceğini söylemişti, öyle de oldu. Direnmeyi bıraktın ve rahatladın.”
“Rahatlamayı öğrenmek senin için de zor oldu mu?”
“Hayır, bu bir kadın için çocuk oyuncağı gibidir,” dedi.” Bizim avantajımız bu. Ancak tek sorun, sis duvarının ötesine taşınmamız gerekmesi. Bunu tek başımıza yapamıyoruz.”
“Neden, Gorda?” diye sordum.
“Duvarı aşabilmek için kişinin çok ağır olması gerekiyor, oysa kadınlar hafiftir,” dedi. “Hem de çok hafif.”
“Ya Nagual kadın? Onu kimse taşımıyordu,” dedim.
“Nagual kadın özeldi,” diye yanıt verdi la Gorda. “O her şeyi tek başına yapabiliyordu. Beni oraya götürebiliyordu, seni de. Hatta o ıssız bölgeyi tek başına aşabiliyordu. Nagual bunun, bilinmeyen içinde yolculuk yapan tüm gezginler için bir zorunluluk olduğunu söylemişti.”
“Nagual kadın neden benimle oraya gitti?” diye sordum.
“Silvio Manuel sana destek olmamız için bizi yanına aldı,” dedi. Seni desteklemek için iki kadın ve iki erkeğin korumasına gerek duyduğunu düşünüyordu. Orada dolaşan ve pusuya yatan yaratıklardan korunman gerekiyormuş. O ıssız bölgede karşımıza dostlar çıkar kimi zaman. Daha acımasız yaratıklar da.”
“Seni de korudular mı?” diye sordum.
“Benim korunmaya gereksinimim yok,” dedi. “Ben bir kadınım. Bunlardan etkilenmem. Ancak hepimiz senin dehşetli bir açmaza girdiğini düşündük. Sen Nagual’dın, üstelik son derece budala bir Nagual. Bu acımasız dostlardan— ifritler de diyebiliriz— birinin seni öldürebileceğini, ya da parçalayabileceğini düşündük. Silvio Manuel bize böyle söylemişti. Seni dört yanından desteklemek için bizi yanına aldı. Ancak, işin en komik tarafı, ne Nagual, ne de Silvio Manuel bize gerek duymadığını bilmiyorlardı. Uzun bir süre, enerjini yitirinceye kadar yürümen planlanmıştı. Daha sonra Silvio Manuel, sana dostları gösterecek ve peşinden gitmelerini işaret ederek seni korkutacaktı. O ve Nagual sana azar azar yardım etmeyi planlıyorlardı. Kural böyledir. Ancak işler aksadı. Oraya girdiğin gibi aklını yitirdin. Daha bir adım bile atmadan ölmeye başladın. Ölümüne korkuyordun, oysa daha dostları görmemiştin bile.
Silvio Manuel bana, ne yapacağını bilemediğini söyledi, bu nedenle kulağına eğildi ve söylemesi gereken en son şeyi olanları kabullenmeni, ümidi kesmeden teslim olmanı fısıldadı. Hiç kimsenin yardımına gerek duymaksızın kendi kendine sakinleştin ve planlamış oldukları şeylerin hiçbirini yapmak zorunda kalmadılar. Nagual ve Silvio Manuel’in bizi oradan çıkartmak dışında yapacakları hiçbir şey kalmamıştı.”
La Gorda’ya dünyaya geri döndüğümde yanımda birinin olduğunu ve ayağa kalkmama yardım ettiğini söyledim. Anımsayabildiğim tek olay buydu.
“Silvio Manuel’in evindeydik,” dedi. “Şimdi o ev hakkında birçok ayrıntıyı anımsayabiliyorum. Kim olduğunu bilmediğim biri bana, Silvio Manuel’in bu evi bulduğunu ve bir erk noktası üzerinde inşa edilmiş olduğu için evi satın aldığını söylemişti. Ancak bir başkası, Silvio Manuel’in evi bulduğunu, ev hoşuna gittiği için onu satın aldığını ve erk noktasını daha sonra eve getirdiğini söyledi. Ben de eve erk noktasını getirenin Silvio Manuel olduğunu düşünüyorum. Bence kendisi ve arkadaşları orada yaşadıkları sürece o evde erk noktasını bulunduran, onun kusursuzluğuydu.
“Onların o evden ayrılma zamanı geldiğinde, o noktanın sahip olduğu erk de onlarla birlikte kayboldu ve ev Silvio Manuel’in onu bulmadan önceki durumuna; sıradan haline geri döndü.”
La Gorda konuşmasını sürdürdükçe, zihnim giderek aydınlanıyordu, ama yine de, o evde beni böylesine üzen olayın ne olabileceğini ortaya çıkartmış değildim. Nedenini bilmememe rağmen, bunun Nagual kadınla bir ilişkisinin bulunduğundan emindim. Neredeydi Nagual kadın?
La Gorda’ya bu sorumu yönelttiğimde, bana bir yanıt vermedi. Uzun bir sessizlik oldu. Kahvaltı hazırlamak için izin isteyerek yanımdan ayrıldı; henüz sabahın erken saatleriydi. Beni acı dolu, sıkıntılı kalbimle baş başa bıraktı. Geri gelmesi için ona seslendim. Öfkelendi ve mutfaktaki tabak çanağı yere fırlattı. Neden böyle yaptığını biliyordum.
Bir diğer birlikte rüya görme seansımızda ikinci dikkatin dolambaçları içinde daha da derinlere daldık. Bu olay, birkaç gün sonra oldu. La Gorda ve ben, durup dururken, kendimizi birlikte ayakta dururken bulduk. Yararsızca, üç ya da dört kez kollarımızı birbirine kenetlemeye çalıştı. Benimle konuştu, ama ne söylediğini anlayamıyordum. Bununla birlikte, yeniden rüya gören bedenlerimize döndüğümüzü anlatmaya çalıştığını biliyordum. Tüm devinimlerimizin bedenlerimizin ortasından kaynaklanması gerektiği konusunda beni uyarıyordu.
Son girişimimizde, incelemek üzere herhangi bir rüya sahnesiyle karşılaşmamıştık, ama, yaklaşık bir yılı aşan bir süredir neredeyse her gün rüyalarımda karşılaştığım bir bölgeyi ayrımsadım: burası, kılıç dişli kaplanın vadisiydi.
Birkaç metre yürüdük; bu kez devinimlerimiz sarsakça ya da gürültülü değildi. Gerçekten, yürüyüşümüzü göbeğimizden kaynaklanan güç yönlendiriyordu ve herhangi bir kas gücü söz konusu değildi. Yalnızca deneyimsizliğim yüzünden zorlanıyordum; yaşamında ilk kez bisiklete binen biri gibi hissediyordum kendimi. Kısa bir süre içinde yorularak tempomu yitirdim, tereddüt içindeydim ve kendimden emin değildim. Durduk, La Gorda’nın temposu da düşmüştü.
Çevremizi incelemeye koyulduk. Her şey, şüpheye yer bırakmayan bir biçimde gerçek görünüyordu, hiç değilse gözlerimize. Tuhaf bitkilerle kaplı engebeli bir arazideydik. Gözüme çarpan acayip bitkileri tanıyamıyordum. Bir buçuk iki metre uzuğunluğunda bodur ağaçlara benziyorlardı. Üzerlerinde kalın ve düz, sarımsı açık yeşil renkte birkaç yaprak ve çok büyük, son derece güzel görünümlü, uçları altın renkli bir tabakayla çevrili koyu kahverengi çiçekler bulunuyordu. Bitkinin gövdesi odunumsu değildi, hafif ve esnekti, kamışa benziyordu; yüzeyleri uzun, korkunç görünümlü iğnemsi dikenlerle kaplıydı. Yerlerdeki birtakım kurumuş bitkiler bana gövdelerin boş oldukları izlenimini uyandırdı.
Yer çok karanlıktı ve ıslak görünüyordu. Eğilerek yere dokunmak istedim, ama hareket edemedim. La Gorda bana bedenimin ortasını kullanmamı işaret etti. Bunu yaptığımda, yere değebilmek için eğilmeme gerek kalmamıştı; içimde duyarga gibi hissedebilen bir şey vardı. Ancak ne hissettiğimi söyleyebilmem olanaksız. Başka şeylerden ayırabileceğim elle tutulur bir özelliği yoktu. Yere dokunduğumda bunun toprak olduğunu hissettim; bunu dokunma duyumla değil, içsel bir görüşle kavramıştım. Daha sonra entelektüel bir açmaza düştüm. Nasıl oluyordu da rüya görme görsel yetilerimin bir ürünü olarak ortaya çıkıyordu? Bunun nedeni, gündelik yaşamımda görselliğin başat bir rol oynaması olabilir miydi? Bu sorular çok gereksizdi. Çünkü yanıt bulabilecek durumda değildim, bu sorgulamalarımın yarattığı tek etki ikinci dikkatimin zayıflaması oldu.
La Gorda, daldığım derin düşüncelerden çıkabilmem için bana şiddetle vurdu. Bedenime bir darbenin indiğini hissettim; içimde şiddetli bir sarsıntı duydum. Eliyle önümüzü gösterdi. Kılıç dişli kaplan, onu her zaman gördüğüm yerde, o kaya parçasının üzerinde oturuyordu. Kaya parçasına, aramızda on metre kalıncaya kadar yaklaştık, kaplanı görebilmek için başımızı kaldırmamız gerekiyordu. Durduk. Kaplan ayağa kalktı. Büyüklüğü, özellikle iriliği insana şaşkınlık veriyordu.
La Gorda’nın sessizce kaplanın arkasına geçerek tepenin diğer yakasına geçmemizi istediğini biliyordum. Ona bunun tehlikeli olabileceğini anlatmak istedim, ama fikrimi ona nasıl aktaracağımı bilemiyordum. Kaplan öfkelenmiş görünüyordu, hareketlenmişti. Üzerimize atlayacakmışçasına arka ayaklarının üzerinde doğruldu. Dehşet içinde kalmıştım.
La Gorda bana dönerek gülümsedi. Paniğe kapılmamamı, kaplanın yalnızca ruhani bir imge olduğunu söylemeye çalıştığını anladım. Bir baş hareketiyle.yola devam etmem için beni yüreklendirdi. Ancak, kaplanın, aklın almayacağı bir düzlemde, var olduğunu biliyordum, bu belki gündelik yaşamımızın görüngüsel düzleminde yer almıyordu ama kaplan yine de gerçekti. La Gorda’yla birlikte rüyada olduğumuz için, dünyanın gerçekliğini yitirmiştik. O anda, biz de kaplanla aynı düzlemdeydik: bizim varoluşumuz da ruhani bir varoluş biçimiydi.
La Gorda’nın bitip tükenmeyen ısrarları üzerine bir adım daha attık. Kaplan, üzerinde durduğu kaya parçasından atladı. Dev gövdesinin havada hızla savrularak bana doğru geldiğini gördüm. Artık rüyada olduğum duyumunu yitirmiştim—bana göre kaplan gerçekti ve beni parçalayacaktı. Işıklar, görüntüler ve o güne değin gördüğüm en yoğun renklerin oluşturduğu bir imgeler sağanağı çevremde dönüp durmaya başladı. Çalışma odamda uyandım.
Birlikte rüya görmek konusunda tam bir yetkinliğe kavuştuktan sonra, tam bir yansızlığa kavuştuğumuzdan ve artık telaşlanmamayı başardığımızdan emin oldum. Bu, amaçlı bir çabanın sonucu değildi. Bizleri karşılık ummadan, kusursuz bir biçimde hareket edebilmemiz konusunda güdülendiren gizli bir dürtü vardı. Sonraki seanslarımız da hızımız ve bu kez rüya görmenin ikinci aşamasına, dinamik uyanıklığa kolayca girebilmemizin dışında, birincisine benziyordu.
Birlikte rüya görme konusunda öylesine bir yetkinliğe ulaşmıştık ki, bunu her gece başarıyla yinelebiliyorduk. Böyle bir amacımız olmamasına rağmen, birlikte rüya görme seanslarımız kendiliğinden üç alan üzerinde odaklanıyordu: kum tepecikleri, kılıç dişli kaplanın yaşadığı bölgenin doğal yapısı ve en önemlisi, geçmişin unutulan olayları.
La Gorda’nın ve benim önemli roller oynadığımız olaylarla ilgili sahnelerle karşılaştığımızda, la Gorda kollarını benimkilerle kenetlemekte herhangi bir güçlükle karşılaşmıyordu. Bu eylem bana usdışı bir güvenlik duygusu veriyordu. La Gorda bu eylemin, ikinci dikkatin yarattığı yoğun yalnızlık duygusunun uzaklaştırılmasına duyduğumuz gereksinimi karşıladığını belirtti. Kollarımızı kenetlemek, bir nesnellik duyumu yaratıyor, böylelikle de, tek tek her sahnede gerçekleşenleri gözlemleyebiliyormuşuz. Kimi zaman olayların bir parçası olmaya zorlanıyorduk. Kimi zamansa, tümüyle nesnel birer gözlemci konumundaydık ve olup bitenleri bir sinema perdesinden izlermiş gibi izliyorduk.
Kum tepeciklerini ya da kaplanın yaşadığı doğal ortamı ziyaret ettiğimizde, kollarımızı birbirine kenetleyemiyorduk. Böyle anlarda, hiçbir olay diğerinin aynı değildi. Devinimlerimizi hiçbir zaman önceden tasarlayamıyorduk, ama ilk kez karşılaştığımız durumlara karşı kendiliğinden birtakım tepkiler geliştiriyorduk.
La Gorda’ya göre, birlikte gördüğümüz rüyaların büyük bir bölümü üç kategoride toplanıyordu. Birincisi ve bugüne değin en önemli bölümü oluşturan grup, birlikte yaşamış olduğumuz olayların yeniden canlanmasından oluşuyordu. İkincisi, benim tek başıma ‘yaşadığım’ olayların birlikte gözden geçirilmesiydi—kılıç dişli kaplanın ülkesi bu kategoriye dahildi. Üçüncüsüyse, ziyaretimiz sırasında gördüğümüz biçimiyle, var olan bir bölgeye yaptığımız gerçek yolculuklardan oluşuyordu. La Gorda o sarı tepeciklerin var olduklarını, bu alana yolculuk eden savaşçılara her zaman böyle göründüklerini öne sürdü.
Bir konuyu onunla tartışmak istedim. Hem o, hem de ben, unutmuş olduğumuz, ama yine de gerçekte tanıdığımız birtakım kişilerle, şu an kavrayamadığımız nedenlerle, gizemli ilişkilere girmiştik. Öte yandan, kılıç dişli kaplan benim kendi rüyamın eseriydi. Bu ikisinin aynı kategori içinde yer almalarını anlayamıyordum.
La Gorda yanıtını daha düşüncelerimi söylemeden verdi. Sanki gerçekten zihnimin içine girmiş, bir metni okur gibi düşüncelerimi okuyabilmişti.
“Onlar aynı sınıfa dahil,” dedi ve sinirli bir biçimde güldü. “Neden unuttuğumuzu, ya da nasıl oluyor da bunları şimdi anımsadığımızı açıklayamıyoruz. Hiçbir şeyi açıklayamıyoruz. Kılıç dişli kaplan oralarda bir yerde. Nerede olduğunu asla bilemeyeceğiz. Ancak, kendi zihnimizde yarattığımız tutarsızlıklarla neden uğraşalım? Birinin gerçek, diğerinin rüya olduğunu söylemek öteki benlik için hiçbir anlam ifade etmez.”
La Gorda’yla ben, birlikte rüya görmeyi gizli anıların düşlenemeyen dünyasına ulaşmak için kullanıyorduk. Bizim için birlikte rüya görmek, gündelik yaşamımızdaki anılarımızdan çıkarsayamadığımız olayları anımsamamız için bir yoldu. Bu olayları uyanık olduğumuz saatler içinde gözden geçirerek daha ayrıntılı birtakım anılara da ulaşabiliyorduk. Bu yöntemle, içimizde derinlerde gömülü kalmış bi yığın rüyayı bilincin ışığına çıkartmıştık. Geçmişte yaşadıklarımızı bir nebze olsun anlayabilmek için iki yıl boyunca olağanüstü çaba ve yoğun dikkat harcamıştık.
Don Juan bize insanların ikiye ayrıldığını söylemişti. Sağ yan—buna tonal adını veriyordu, us tarafından kavranabilen her şeyi kendi sınırlarına alırmış. Öte yandan nagual adını verdiği diğer yan betimlenemez özelliklerin yer aldığı bir bölgeymiş ve bu bölge sözcüklerin kapsamı içinde belirleyemezmişiz. Sol yan, kavrayış adını verdiğimiz süreç bedenin tümü içinde oluşursa belki kavranabilirmiş; bu bölgenin kavramsallaştırmaya olan direnci de buradan kaynaklanırmış.

Cvp: 8. Sağ ve Sol Yan Bilinci

Don Juan bize ayrıca en yalınından en karmaşık ve şaşırtıcı olanına kadar, büyücülüğe ilişkin tüm yetilerin, olasılıkların ve somut başarıların, insan bedeninin kendisinde yattığını açıklamıştı.
La Gorda, benliğimizi iki bölümden oluştuğu ve her şeyin bedenimizde olup bittiği kavramlarından yola çıkarak, anılarımızla ilgili bir açıklama geliştirdi. Nagual Juan Matus’la ilişkide bulunduğumuz iki yıl süresince zamanımızın, sağ yanımızda tonal dediğimiz olağan bilinç düzleminin bulunduğu birinci dikkatle, sol yanımızda yüksek bilinç düzleminin yer aldığı nagual, ya da ikinci dikkat arasında bölündüğüne inanıyordu.
La Gorda, Nagual Juan Matus’un rüya aracılığıyla ikinci dikkat üzerinde özdenetimin sağlamamıza ve bu yolla öteki benliğimize ulaşmamıza çabaladığını düşünüyordu. O, doğrudan ikinci dikkatimizle bağlantı kurmamızı sağlamıştı, ama bunu bedenlerimizi kullanarak gerçekleştiriyorduk. La Gorda, sırtından iterek ya da masaj yaparak onu bilincin bir yönünden ötekine geçmeye zorladığını anımsıyordu. Kimi zaman da, sağ omuzuna üzerine ya da çevresine sert bir darbe indirdiğini söyledi. Bu darbe, La Gorda’nın olağanüstü berrak bir zihin durumuna girmesini sağlıyormuş. La Gorda’ya göre böyle bir durumda her şey bir ivme kazanıyormuş, ama dünya üzerinde hiçbir şey değişiyormuş.
Benzer bir durumu benim de yaşadığımı anımsadığımda, la Gorda’nın bana bu olayı anlatmasından bu yana haftalar geçmişti. Durup dururken don Juan sırtıma bir yumruk indirirdi. Bu darbeyi hep, iki omuzumun birleştiği noktada, omurgamın üzerinde hissederdim. Bunu olağanüstü bir zihin berraklığı izlerdi. Dünya aynı olurdu, ama görüntü netleşirdi. Her şey, tek başına dururdu. Belki de don Juan’ın darbesiyle uslamlama yetilerim uyuşuyor, böylelikle algılarıma müdahale edemiyorlardı.
Daha sonra, ya tam olarak belirleyemediğim bir süre bu durumda kalırdım, ya da don Juan sırtımda aynı noktaya bir darbe daha indirerek beni normal bilinç düzeyime geri getirirdi. Beni ne iter, ne de sırtıma masaj yapardı. Her zaman doğrudan, sert bir darbe indirirdi—bu, bir yumruk darbesi gibi değil, bunun yerine, bir an için nefesimi kesen yumuşak bir şaplak biçiminde olurdu. Yeniden olağan şekilde nefes alabilmek için yutkunmam, derin derin soluklanmam gerekirdi.
La Gorda da aynı şeyleri yaşadığını belirtti: Nagual’ın darbesiyle ciğerlerindeki tüm hava boşalıyormuş ve tekrar soluklanabilmek için çok derin bir biçimde nefes alması gerekiyormuş. La Gorda, nefes almanın en önemli unsur olduğuna inanıyordu. Görüşüne göre, bilincinde tüm o değişikliği yaratan unsur, darbeyi yedikten sonra ciğerlerinden içeri doğru solukladığı havaymış, ama nefes almanın algılayış biçimini ve bilincini ne şekilde değiştirdiğini açıklayamıyordu. Ayrıca, normal bilincine geri dönmek üzere hiçbir zaman sırtına darbe vurulmamış; o hep bu dönüşümü kendi kendine yaşamış, ama bunun nedenini de açıklayamıyordu.
Anlattıkları bana hiç de yabancı gelmemişti. Çocukluğumda, hatta yetişkin bir adam olarak, arada sırada esen rüzgârın beni yere devirdiği olmuştu. Ancak, don Juan’ın darbesinin etkisi, nefesimi kesmekle birlikte, hiç böyle değildi. Herhangi bir acı sözkonu değildi; bunun yerine darbe, tarif edilemez bir duruma yaratıyordu. Bu duyumu anlatabilmenin tek yolu, içimi kuruttuğunu belirtmek olabilir. Sırtıma inen darbeler sanki ciğerlerimi kurutuyor ve çevremdeki her şeyin bir sis tabakasının ardında gizlenmesine neden oluyordu. Daha sonra, la Gorda’nın da açıkladığı gibi, Nagual’ın darbesiyle bulanıklaşan her şey, ben nefes aldıkça kristalize bir berraklığa bürünüyordu; nefes alışım bir katalizör, bu zihin açıklığının en önemli unsuru gibiydi.
Aynı şeyler, gündelik yaşamın bilincine geri dönüş süreci içinde de yineleniyordu. Hava ciğerlerimden dışarı fışkırıyor, seyrettiğim dünya yeniden bir sis perdesine bulanıyor, daha sonra, ciğerlerimi havayla doldurduğumda, çevremdeki her şey yeniden berraklaşıyordu.
Bu yüksek bilinç durumlarının bir diğer özelliği de, kişisel etkileşimin kıyaslanamaz ölçüde zenginleşmesiydi. Bu zenginleşmeyi bedenlerimiz, bir ivme duyumu şeklinde kavrıyorlardı. sağ ve sol yanlarımız arasındaki gidiş-gelişler, gündelik yaşamımızdaki eylemler ve etkileşimler süreci içinde sağ yanımızda gereğinden fazla enerji tükettiğimizin farkına varmamızı sağlıyordu. Öte yandan, sol yanımızın, tutumluluğa ve ivmeye gereksinimi vardı.
La Gorda bu ivmenin gerçekte ne olduğunu açıklayamıyordu ve ben de aynı durumdaydım. Yapabildiğim en iyi açıklama, sol yanımla olayların anlamını kesin ve dolaysız bir biçimde kavrayabildiğimi belirtmek oluyordu. Yaptıklarımız her yönüyle nedensiz ve hazırlıksızdı. Önce hareket ediyor, sonra dinleniyordum; hiç düşünmeden ilerliyor ve geri dönüyordum. La Gorda ve benim ivmeden anladığımız buydu.
La Gorda ve ben bir zaman sonra, sol yanımızdaki algı zenginliğinin edim sonrası farkına varma sonucu olduğunu fark ettik. Etkileşimimiz, onu anımsayabilme kapasitemizin ışığında zenginleşiyordu. İşte o anda, o yüksek bilinç durumlarında her şeyi tek bir yığın, ayrıştırılması olanak dışı ayrıntılardan meydana gelen hacimli tek bir kütle biçiminde algıladığımızın farkına vardık. Bu her şeyi bir anda algılayabilme yetisine yoğunluk adını verdik. Yıllar boyu, bu deneyim yığınlarını oluşturan ayrı parçacıkları inceleyebilmenin olanak dışı olduğunu düşünüyorduk; bu parçacıkların us yönünden herhangi bir anlam oluşturacak bir süreklilik içinde bir sentezini oluşturmaya çalışmıştık. Bu tür sentezler oluşturamadığımız için, anımsayamıyorduk. Anımsama yetisinden yoksun oluşumuz, gerçekte algılarımıza yönelik anılarımızı bir temele oturtamamızdan kaynaklanıyordu. Deyim yerindeyse, anılarımızı herhangi bir temele oturtamıyor, onları bir düzene sokamıyorduk. Deneyimlerimiz bizim için oradaydılar, ama onlara ulaşabilmemiz olanaksızdı, çünkü bir yoğunluk duvarı tarafından engellenmişlerdi.
Bu durumda anımsama görevi, benliğimizin sol yanıyla sağ yanını birleştirmek, bu birbirinden kesinlikle ayrı algılama biçimini tek bir bütün haline getirmekten başka bir şey değildi.
Yaşadığımız şeylerin, çok uzun sürmediğini hissettik. Yoğunluk terimleriyle algılama yetimiz yüzünden, uzun süreli zaman geçişlerini yalnızca bilinç dışımızda algılamış olabilirdik. La Gorda, eğer yoğunluğu doğru bir şekilde yeniden düzenleyebilirsek, bin yıldır yaşıyor olduğumuza içtenlikle inanabileceğimizi hissediyordu.
Anımsama görevimizde bize yardım etmek üzere don Juan’ın bize yardımı, yüksek bilinç düzleminde bulunduğumuz sırada bazı insanlarla ilişki kurmamızı sağlamak olmuştu. Olağan bilinç düzleminde bu kişilerle hiç karşılaşmamış olmamıza çok dikkat etmişti. Bu şekilde, anımsama için gerekli olan uygun koşulları sağlamıştı.
Anımsama süreci tamamlandıktan sonra, la Gorda ve ben çok garip bir zihin durumuna girmiştik. Don Juan ve onun dostlarıyla paylaşmış olduğumuz şeyler üzerine ayrıntılı bilgimiz vardı. Bu tür anılar, örneğin çocukluk yıllarıma ilişkin bir olayın anımsanışından farklıydılar; olayların anbe an canlı bir biçimde anımsanışının ötesinde birtakım özellikleri vardı. Birtakım konuşmaları, onları dinliyormuş gibi kulaklarımızda yeniden oluşturmuştuk. Her ikimiz de yaşadıklarımız hakkında herhangi bir varsayımda bulunmayı gereksiz buluyorduk. Deneysel benliklerimizin bakış açısından anımsananlar, şu anda gerçekten olup bitiyordu. Anımsamanın mahiyeti böyleydi.
Bizi böylesine zorlayan sorulara en sonunda yanıt bulabiliyorduk. Nagual kadının kim olduğunu, aramızdaki yerinin, rolünün ne olduğunu anımsamıştık. Don Juan ve don Genaro’yla olağan bilinç düzleminde, don Juan ve diğer arkadaşlarıyla yüksek biliç düzleminde eşit sürelerle birlikte olduğumuzu, ayrımsamanın ötesinde, çıkarsayabildik. Bu ilişkilerin bir yoğunluk örtüsü altında gizlenen tüm ayrıntılarını anlayabilmiştik.
Elde ettiğimiz bulgular üzerine sürdürdüğümüz dikkatli bir inceleme sonucunda, basit bir yöntemle kişiliklerimizin iki yanı arasında bir köprü oluşturabileceğimizi anladık. Daha sonra, başka konulara, eski soruların yerini alarak öncelik kazanan diğer sorulara yöneldik. Tüm merakımızı özetleyen üç konu, üç soru vardı. Don Juan kimdi ve arkadaşları kimlerdi? Bize gerçekten ne yapmışlardı? Ve hepsi birden nereye gitmişlerdi?

Cvp: 8. Sağ ve Sol Yan Bilinci

.