1

Konu: 10. Nagual'ın Savaşçı Topluluğu

Don Juan, bunların elinden yalnızca bir avuç savaşçının kurtulabildiğinden ve bilgilerini toparlayarak yollarını yeniden belirlediklerinden emindi. Don Juan’la velinimetinin ikinci dikkat üzerine bildikleri her şey, yeniden yapılandırılmış bir yoruma, en sert koşullarda ve yoğun baskı altında şekillenen, bu nedenle de içten birtakım sınırlamaları bulunan yeni bir yoruma dayanıyordu.
Don Juan, savaşçılarıyla ilk karşılaşmam için zamanın uygun olduğuna karar verdikten sonra, farklı bir bilinç düzlemine geçmemi sağlamış, daha sonra, savaşçıların benimle karşılaştıklarında yapacaklarının onu ilgilendirmediğini belirtmişti. Savaşçılar beni dövse bile onlara karışmayacakmış, beni öldürmenin dışında bana istedikleri her şeyi yapabilirlermiş. Topluluğundaki savaşçılar, velinimetinin topluluğunun kusursuz kopyalarıymış. Tek bir farkla; kadınlar daha da öfkeli, erkeklerse benzersiz ve son derece güçlüymüş. Bu nedenle, onlarla ilk karşılaşmam, göğüs göğüse bir çarpışmaya benzeyebilecekti.
Bir yandan kendimi gergin hissediyor ve korkuyor, öte
yandan da merak ediyordum. Zihnimde sonu gelmeyen tahminler hızla dolaşıyordu, bunların çoğu da savaşçıların neye benzeyebileceği konusundaydı.
Don Juan bana, kendi deneyiminde olduğu gibi ayrıntılı bir tören söylemini ezberlemem konusunda beni hazırlamak, ya da karşılaşmayı olabildiğince rastlantısal bir biçimde düzenlemek gibi iki seçeneğinin bulunduğunu belirtmişti. Hangi seçeneği benimseyeceği konusunda bir yora bekliyordu. Velinimeti de benzer bir şey yapmış, ancak o, don Juan’a yora kendisini göstermeden önce tören söylemini ezberlemesi için ısrar etmiş. Don Juan dört kadınla yatmakla ilgili cinsel fantazilerini ona açıkladığında, velinimeti bu açıklamayı yora kabul etmiş, tören söylemini boş vermiş.
Benim durumumdaysa, don Juan bana tören söylemini öğretmeden önce bir yora beklemişti. Bu yora, don Juan’la benim Arizona’da bir sınır kasabasından arabayla geçerken bir polisin beni durdurduğunda gelmişti. Polis beni ülkeye yasadışı yolla giren bir yabancı sanmıştı. Ancak ona sahte olduğundan şüphe ettiği pasaportumu ve diğer belgelerimi gösterdikten sonra yoluma devam etmeme izin vermişi. Tüm bu olay boyunca don Juan arabanın ön koltuğunda, yanımda oturuyordu ancak polis ona dönüp bakmamıştı bile. Tüm dikkatini benim üzerimde toplamıştı. Don Juan, bu olayın beklediği yora olduğunu düşünüyordu. Yorumuna göre dikkati kendi üzerimde toplamak benim için çok tehlikeli olurmuş ve vardığı sonuca göre, benim dünyamın tümüyle yalınlık ve dürüstlükten oluşması gerekiyormuş—ayrıntılı törenler ve gösteriş benim kişiliğime hiç uymuyormuş. Bununla birlikte, onun savaşçılarıyla tanıştığımda törensel davranış biçimleriyle ilgili az da olsa bazı bilgileri verdi bana. Onlara güneyden yaklaşmakla işe başlamalıymışım, zira erkin sonsuz bir akış içinde izlediği yön güneymiş. Yaşam gücü bize güneyden akar ve bunun etkisiyle bizler de kendi akışımızı kuzeye doğru yönlendirirmişiz. Söylediğine göre bir Nagual’ın dünyasına açılan tek kapıya güneyden ulaşılıyormuş ve bu kapıyı iki kadın savaşçı oluşturuyormuş; bu kadınlar beni karşılarlar, eğer uygun görürlerse, içeri girmeme izin verirlermiş.
Don Juan beni Meksika’nın ortalarında bir şehrin eteklerinde bir eve götürdü. Eve güneyden yürüyerek yaklaştığımızda, birbirinden bir buçuk metre uzaklıkta yüz yüze ayakta duran iki kocaman Kızılderili kadın gördüm. Evin ana kapısından sekiz on metre ötede, sert toprak zemin üzerinde duruyorlardı. Kadınlar olağanüstü adaleli ve sert görünüyorlardı. Her ikisinin de kapkara, uzun saçları vardı ve saçlarını kalın birer örgüyle arkadan toplamışlardı. Kardeş gibi görünüyorlardı. Aşağı yukarı aynı boyda ve aynı ağırlıktaydılar—yaklaşık bir altmış boyunda ve yetmiş kilo ağırlığında olduklarını tahmin ettim. Biri çok esmerdi, neredeyse zenciye benziyordu, diğeri ise çok daha açık tenliydi. Meksika’nın orta bölgelerinde yaşayan tipik Kızılderili kadınlar gibi uzun, geniş etekli elbiseler giymişlerdi, ayaklarında el yapımı sandallar vardı.
Don Juan kadınların on metre önünde durmamı söyledi. Solumuzda duran kadına döndü ve yüzümü ona doğru döndürdü. Adının Cecilia olduğunu ve bir rüya görücü olduğunu söyledi. Daha sonra bir şey söylememe fırsat vermeden birdenbire döndü ve sağımızda duran diğer kadına dönmemi istedi. Bu kadının adı Delia’ydı ve bir iz sürücüydü. Kadınlar başlarıyla beni selamladılar. Bana ne gülümsemediler, ne el sıkıştılar, ne de memnun olduklarını belirten başka bir hareket yaptılar.
Don Juan, bir kapının iki yanında duran iki sütun gibi onların aralarından geçti. Birkaç adım attı ve kadınların beni içeri davet etmelerini bekliyormuş gibi döndü. Kadınlar kısa bir süre hareketsiz bir biçimle beni süzdüler. Daha sonra Cecilia, gerçek bir kapının eşiğinde duruyormuşum gibi bana içeri gelmemi söyledi.
Don Juan bana yolu göstermek üzere ilerledi. Ön kapıda bir adamla karşılaştık. Ufak tefek bir adamdı. İlk bakışta bana çok genç göründü, ancak daha dikkatli baktığımda elli yaşlarında olduğunu anladım. Bende yaşlı bir çocuk izlenimini uyandırdı. Ufak yapılı, oldukça zayıftı ancak kasları güçlüydü ve insanın içine işleyen koyu gözleri vardı. Küçük bir cine, bir gölgeye benziyordu. Don Juan adamı benimle tanıştırarak adının Emilito olduğunu, kendisini habercisi ve yardımcısı olduğunu, kendisi adına beni ağırlamakla görevlendirildiğini söyledi.
Emilito bana olabilecek en iyi ev sahibi gibi görünmüştü. Sıcak bir gülüşü vardı; küçük beyaz dişleri kusursuz biçimde düzgündü. Benimle el sıkıştı, daha doğrusu, kollarını bana doğru uzatarak iki elimi sıkı sıkı kavradı. Tüm davranışlarından bir hoşnutluk süzülüyordu; beni karşılamanın ona büyük bir haz verdiğine yemin edebilirdim. Sesi son derece yumuşaktı ve gözleri parlıyordu.

Cvp: 10. Nagual'ın Savaşçı Topluluğu

Geniş bir odaya girdik. İçerde bir kadın daha vardı. Don Juan, kadının adınının Teresa olduğunu söyledi. Cecilia ve Delia’nın habercisiydi. Çok az konuşuyordu, ancak samimiydi. Don Juan’ın peşinden evin arkasına, üzeri örtülü bir avluya geçtik. Ilık bir gündü. Avluda bir masanın çevresine oturduk ve sade bir akşam yemeğinden sonra, gece yarısını geçinceye kadar konuşmaya daldık.
Emilito bizi ağırlıyordu. Anlattığı egzotik öykülerle hepimizi etkiledi ve son derece eğlendirdi. Kadınlar giderek açıldılar. Emilito’yu büyük bir zevkle dinlediler. Kadınların kahkahalarını işitmek son derece zevkliydi. Olağanüstü ölçüde adeleli, açık sözlü ve iri yapılıydılar. Konuşmanın bir yerinde Emilito, Cecilia’yla Delia’nın onun için birer anne, Teresa’nın da bir kız evlat gibi olduklarını söylediğinde, kadınlar onu yakaladılar ve bir çocuk gibi havaya savurdular.
İki kadından Delia, daha mantıklı, daha gerçekçi gibi görünüyordu. Cecilia ise belki biraz daha soğuktu ama ruhsal yönden daha güçlü izlenimi uyandırıyordu. Bende daha hoşgörüsüz, daha sabırsız izlenimini uyandırdı; Emilito’nun bazı öykülerinden sıkılmış gibi davrandı. Bununla birlikte, Emilito “Sonsuzluk Öyküleri” adını verdiği öykülerini anlattığı sırada kesinlikle can kulağıyla dinliyordu. Emilito, her öyküsünden önce, “Sevgili dostlar, bunu biliyor musunuz...?” sözleriyle bir sunuş yapıyordu. Anlattıkları arasında beni en fazla etkileyeni, evrende var olduklarını öne sürdüğü, insan olmayan ama insana en yakın canlı yaratıklara ilişkin öykü oldu. Bu yaratıkların devinim konusunda bir takıntıları bulunuyormuş ve kendi içlerinde ya da çevrelerindeki en hafif dalgalanmayı bile saptayabiliyorlarmış. Bu yaratıklar harekete karşı öylesine duyarlıymışlar ki, onlara bir küfür gibi geliyormuş. Devinim onlara büyük bir acı veriyormuş ve en büyük arzuları tam bir dinginliğe kavuşmakmış.
Emilito sonsuzlukla ilgili öykülerinin arasına akla hayale gelmeyecek, yakası açılmadık espriler serpiştiriyordu. Bir öykü anlatıcısı olarak sahip olduğu inanılmaz yeteneğinden dolayı, anlattığı öykülerden her birinin, bizlere bir şeyler öğretmek için yararlandığı birer eğretileme, birer alegori olduğunu anlamaya başlamıştım.
Don Juan, Emilito’nun yalnızca sonsuzluğa yaptığı yolculuklarda tanık olduğu olayları aktardığını söyledi. Bir habercinin rolü, tıpkı askeri operasyondaki bir keşif kolu gibi, Nagual’ın önünden ilerleyerek ona yol göstermekmiş. Emilito, ikinci dikkatin sınırlarına ulaşıyor ve tanık olduğu her ayrıntıyı diğerlerine aktarıyordu.
Don Juan’ın savaşçılarıyla ikinci karşılaşmam da tıpkı birincisi gibi ustaca tasarlanmış bir biçimde gerçekleşti. Bir gün don Juan farklı bilinç düzlemlerine geçmemi sağladı ve bana savaşçılarıyla ikinci kez buluşacağımı söyledi. Arabayla Kuzey Meksika’daki Zacatecas kentine doğru yola koyulduk. Sabahın erken saatlerinde kente vardık. Don Juan yalnızca burada mola vereceğimizi ve doğulu kadınlarla topluluğundaki araştırmacı savaşçıyla yapacağım ikinci resmi buluşmamın gerçekleşeceği ertesi güne kadar burada dinlenebileceğimizi söyledi. Daha sonra buluşma yerlerinin nasıl seçildiğini ayrıntısıyla anlattı. Güneyli kadınlar ve haberciyle tam öğleden sonra buluştuğumuzu, zira kuralla ilgili kişisel bir yorumda bulunarak geceyi temsil etmek üzere tam o saati seçmiş olduğunu söyledi. Gerçekte güney geceydi— ılık, dostça, rahatlatıcı bir gece ve buna uygun olarak da, iki güneyli kadınla gece yarısında buluşmamız gerekiyordu. Bu nunla birlikte, bu bana uğursuzluk getirebilirdi, zira benim yönlenmem genelde ışığa, iyimserliğe doğruydu ve bu iyimserlik karanlığın gizemine doğru uyum içinde ilerliyordu. O gün yaptığımız şeyin de tam olarak bu olduğunu söyledi; birbirimizin dostluğundan zevk almış ve ortalık zifiri karanlık oluncaya değin konuşmuştuk. Gerçekten de ortalık karardığında neden fenerlerini yakmadıklarını merak etmiştim.
Don Juan, öte yandan, doğunun sabah, ışık olduğunu söyledi ve doğulu kadınlarla ertesi gün sabah saatlerinde buluşacağımızı söyledi.
Kahvaltıdan önce şehir meydanına gittik ve bir banka oturduk. Don Juan, o işlerini hallederken benim orada oturup onu beklememi istedi. Yanımdan ayrıldı ve kısa bir süre sonra, bir kadın gelerek bankın diğer ucuna oturdu. Kadına fazla dikkat etmedim ve bir gazete okumaya başladım. Kısa bir süre sonra sıraya bir kadın daha oturdu. Kalkıp bir başka banka oturmak istedim, ancak o an, don Juan’ın özellikle o bankta oturmam gerektiğini söylediğini anımsadım. Kadınlara arkamı döndüm, son derece sessiz oldukları için orda olduklarını unutmak üzereydim ki, bir adam yaklaşarak onları selamladı ve yüzü bana dönük olarak ayakta durdu. Aralarındaki konuşmalardan kadınların onu beklemekte olduklarını ayrımsadım. Adam, geç kaldığı için özür diledi. Oturmak istedi. Yana doğru kayarak ona yer açtım. Hararetli bir biçim de bana teşekkür etti ve rahatsız ettiği için özür diledi. Köyden geldiklerini, şehirde kaybolduklarını, bir seferinde Mexico City’e gittiklerinde de trafik yüzünden az daha yaşamlarından olacaklarını anlattı. Bana Zacatecas’da yaşayıp yaşamadığımı sordu. Ona hayır, dedim. Daha fazla konuşmaya niyetim yoktu ama gülümsemesi hoşuma gitti. Yaşlı bir adamdı ve yaşına uygun bir görünümü vardı. Kızılderili değildi. Küçük kırsal bir kasabadan gelen kibar görünümlü bir çiftçiye benziyordu. Üzerinde takım elbise, başında bir hasır şapka vardı. Yüz hatları son derece narin, cildi neredeyse saydamdı. Kemerli bir burnu, ufak bir ağzı ve kusursuz derecede bakımlı beyaz bir sakalı vardı. Son derece sağlıklı görünüyordu ancak hayli sıskaydı. Orta boyluydu ve sağlam bir yapısı vardı, ancak bitkin görünüyordu.
Ayağa kalkarak kendisini tanıttı. Adının Vicente Medrano olduğunu, iş için yalnızca bir günlüğüne kente geldiğini söyledi. Daha sonra iki kadını göstererek kız kardeşi olduklarını söyledi. Kadınlar ayağa kalkarak bize doğru döndüler. İkisi de çok zayıftı ve erkek kardeşlerinden daha esmerdiler. Aynı zamanda ondan çok daha genç görünüyorlardı. Tenlerinin adamın teni gibi olmadığını fark ettim. Kadınların ikisi de oldukça alımlıydı. Yüz hatları adamınki gibi ince, gözleri parlak, bakışları dostaneydi. Boyları yaklaşık bir altmış civarındaydı. Giysileri çok şıktı, ancak giymiş oldukları şallar, alçak ökçeli ayakkabılar ve kalın pamuklu çoraplar, onlara hali vakti yerinde çiftçi kadınları görünümü veriyordu. Kadınlardan daha büyük olanı elli yaşlarında, daha genç olanıysa kırk yaşlarında görünüyordu.
Adam beni onlarla tanıştırdı. Kadınlardan büyüğünün adı Carmela, daha genç olanın adı ise Hermelinda’ydı. Ayağa kalktım ve onlarla el sıkıştım. Çocuklarının olup olmadığını sordum. Bu soru benim için genellikle bir sohbeti başlatan soru olmuştur. Kadınlar güldüler ve birlikte ellerini karınları üzerinde gezdirerek ne denli ince yapılı olduklarını gösterdiler. Adam sakin bir sesle kız kardeşlerinin yaşlı birer kalık olduklarını, kendisinin de ihtiyar bir bekar olduğunu belirtti. Yarı şakacı bir tonla, ne yazık ki kız kardeşlerinin biraz fazla erkeksi olduklarını, bir kadını çekici kılan dişilikten yoksun olduklarını, bu nedenle de koca bulamadıklarını itiraf etti.
Kadınların toplumumuzdaki ikincil konumlarını göz önüne aldığımızda, evelenmemekle daha iyi ettiklerini söyledim. Kadınlar bu söylediklerime karşı çıktılar; onların efendisi olmayı arzulayacak bir erkek bulmuş olsalardı, bu erkeğin hizmetçisi olmayı seve seve kabullenebileceklerini söylediler. Daha genç olanı, gerçek sorunun babalarının ona kadın gibi davranmayı öğretmemesi olduğunu söyledi. Bunun üzerine, adam içini çekerek babalarının son derece buyurgan olduğunu, ona maço bir erkek olmayı öğretmediğini, bu nedenle kendisinin de evlenebilmesini engellediğini söyledi. Üçü birden iç çektiler ve düşüncelere daldılar. Gülmemek için kendimi zor tuttum.
Uzun süren bir sessizlikten sonra adam, biraz daha oturursam babalarıyla da tanışma şansımın olacağını, babalarının ilerleyen yaşına rağmen son derece hareketli biri olduğunu söyledi. Utangaç bir tavırla, babalarının onları kahvaltı etmeye götüreceğini, zira kendilerinin hiçbir zaman yanlarında para taşımadıklarını söyledi. Para kesesi her zaman babada olurmuş.
Hayretler içinde kalmıştım. Böylesine güçlü görünen bu insanlar gerçekte zayıf, bağımlı çocuklar gibiydiler. Onlara veda ederek oradan ayrılmak üzere yerimden kalktım. Adam ve kız kardeşleri kalmam için ısrar ettiler. Bana, kahvaltıda kendilerine eşlik edecek olursam, babalarının da çok hoşuna gideceğini söylediler. Babalarıyla tanışmayı istemiyordum, ancak bir yandan da merak ediyordum. Benim de birini bekliyor olduğumu söyledim. O anda kadınlar kıkırdadı ve yüksek sesle kahkaha atmaya başladılar. Adam da kendisini tutamayak gülmeye başladı. Kendimi budala gibi hissediyordum. Oradan bir an önce kaçıp gitmek istedim. O anda don Juan göründü ve bana yaptıkları numaranın farkına vardım. Hiç de komik değildi.
Hep birlikte yerimizden kalktık. Don Juan’in bana bu kadınların doğulu kadınlar, Carmela’nın iz sürücü, Hermelinda’nın rüya görücü, Vicente’ninse savaşçı, araştırmacı ve kendisinin en eski dostu olduğunu anlattığında, hâlâ gülüyorlardı.
Tam şehir meydanından ayrılıyorduk ki, aramıza bir adam daha katıldı, uzun boylu, kırk yaşlarında esmer bir Kızılderili’ydi bu. Levi’s marka kot pantolon giymişti ve başında bir kovboy şapkası vardı. Son derece güçlü ve ağırbaşlı bir görünümü vardı. Don Juan adamı bana, Juan Tuma, Vicente’nin habercisi ve araştırma asistanı olarak tanıştırdı.
Birkaç blok ötede bulunan bir restorana doğru yürüdük. Kadınlar beni aralarına almışlardı. Carmelita, yaptıkları şakadan gücenmediğimi umduğunu, kendilerini doğrudan doğruya tanıtmak ya da benimle dalga geçmek gibi iki seçeneklerinin bulunduğunu, son derece züppe bir tavırla onlara arkamı dönüp başka bir banka gidip oturmayı arzuladığımı görünce, benimle dalga geçmeye karar verdiklerini açıkladı. Hermelita, kişinin her zaman alçak gönüllü davranması ve
kendi kişiliği bile olsa, savunacak hiçbir şeye sahip olmaması gerektiğini ekledi; kişi, kendini savunmamalı, korumalıymış. Onları küçümseyerek ben kendimi korumamış, yalnızca savunmuştum.
Onlarla tartışmak istedim. Bana oynadıkları oyun karşısında gerçekten şaşkına dönmüştüm. Tartışmaya başladım, ancak belirtmek istediğim noktayı henüz açıklamama fırsat vermeden don Juan yanıma geldi. İki kadına benim bu kavgacı halime aldırmamaları gerektiğini, saydam varlıkların bu dünyada edindikleri gereksiz saçmalıklardan arınabilmelerinin çok uzun sürdüğünü söyledi.
Gittiğimiz restoranın sahibi Vicente’yi tanıyordu ve bizler için mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı. Orada bulunan herkes çok neşeliydi, ancak ben zihnimi kaplayan düşüncelerden kendimi kurtaramıyordum. Daha sonra, don Juan'ın arzusu üzerine Juan Tuma yolculuklarından söz etmeğe başladı. Gerçeklerden söz eden bir adamdı. Aklımın almayacağı olayları böylesine yalın biçimde anlatabilme yetisi karşısında büyülenmiştim. Anlattıkları arasında bana en ilginç geleni, dünyayı çaprazlama kestiği varsayılan ışın ya da enerji dalgalarıyla ilgili betimlemeler olmuştu. Anlattığına göre bu dalgalar, evrende var olan diğer şeyler gibi düzensiz bir akış izlemiyor, belirli bir düzen içinde sabit duruyorlarmış. Bu düzen, saydam bedende yer alan yüzlerce noktayla çakışıyormuş. Hermelinda’nın anlayışına göre, tüm bu noktalar dünyevi bedenimizde yer almıyorlardı, ancak Juan Tuma, saydam bedenin hayli büyük olduğunu düşünecek olursak, bazı noktaların dünyevi bedenimizden yaklaşık bir metre ötede yer aldığını belirtti. Bir anlamda bu noktalar bedenimizin dışındalarmış, ancak yine de değillermiş; saydam varlığımızın etrafında yer alıyorlar, ancak toplam bedenimizin bir bölümünü oluşturuyorlarmış. Bu noktaların en önemlisi, karın bölgesinden yaklaşık 30 santimetre ötesinde, düz biçimde ileriye doğru uzandığı varsayılan sanal bir hattın sağında yer alıyormuş. Juan Tuma bizlere bunun, ikinci dikkatin toplandığı merkez olduğunu, avuçlarımızla hafifçe havaya vurarak bu noktayı yönlendirebileceğimizi anlattı. Juan Tuma’yı dinlemeye daldığımda öfkemi unuttum.

Cvp: 10. Nagual'ın Savaşçı Topluluğu

Don Juan’ın dünyasıyla bir sonraki karşılaşmam batıda oldu. Batıyla ilk temasımın son derece önemli bir olay olduğu, bu karşılaşmanın bir şekilde daha sonra neler yapacağım konusunda alacağım kararları etkileyeceği konusunda don Juan beni uyardı. Ayrıca bu olayın, bu denli katı davrandığım ve kendime böylesine önem verdiğim için özellikle önemli bir sınav olacağını da belirtti. Doğal olarak batıya akşam alacakaranlığında yaklaşıldığını; günün bu saatinin zor bir saat olduğunu, batıdaki savaşçılarının çok güçlü, cesur ve büsbütün çılgın olduklarını söyledi. Ayrıca, onun bir diğer savaşçısını, perde arkasındaki adamı tanıyacaktım. Don Juan son derece temkinli ve sabırlı davranmam gerektiği konusunda beni uyardı; kadınlar yalnızca vahşi birer çılgın olmakla kalmıyorlar; aynı zamanda hem onlar, hem de adamlar onun tanıdığı en güçlü savaşçılar grubunu oluşturuyorlarmış. İnancına göre bunlar, ikinci dikkatin en usta insanlarıydılar.
Bir gün, birdenbire, batılı kadınları ziyaret etme zamanının geldiğini söyledi. Kuzey Meksika’da bir kente doğru yol aldık. Tam gün batımında, don Juan bana kentin eteklerinde büyük, ışıksız bir evin önünde durmamı söyledi. Arabadan indik ve ana kapıya doğru yürüdük. Don Juan kapıya birkaç kez vurdu. Yanıt yoktu. Oraya yanlış bir zamanda gelmiş olduğumuzu düşündüm. Ev boş görünüyordu.
Don Juan yoruluncaya değin kapıyı çalmayı sürdürdü. Daha sonra bana kapıya vurmam için işaret verdi. Hiç durmadan kapıya vurmaya devam etmemi, zira içerdekilerin ağır işittiklerini söyledi. Daha sonra ya da ertesi gün tekrar uğramanın daha iyi olup olmayacağını sordum. Bana kapıya sertçe vurmayı sürdürmemi söyledi.
Sonsuz gibi gelen bir bekleyişten sonra, kapı yavaşça açıldı. Tuhaf görünüşlü bir kadın kapıdan başını dışarı çıkarttı ve kapıyı kırmak ya da komşuları ve onların köpeklerini öfkelendirmek gibi bir niyetim mi olduğunu sordu.
Don Juan bir şey söylemek üzere öne doğru bir adım attı. Kadın dışarı çıktı ve şiddetle onu yana doğru itti. Parmağını bana doğru sallayarak bağırmaya başladı ve dünyanın sahibiymişim gibi, dünyada kendimden başka hiç kimse yokmuş gibi davrandığımı söyledi. Söylediklerine karşı çıktım ve yalnızca don Juan’ın bana söylediklerini yerine getirdiğimi belirttim. Kadın don Juan’ın bana kapıyı kırmamı da söyleyip söylemediğini sordu. Don Juan araya girmeye çalıştı, ancak kadın onu bir kez daha itti.
Kadın yataktan yeni kalkmış gibi görünüyordu. Üstü başı darmadağındı. Büyük olasılıkla kapının sesine uyanmıştı, üzerindeki giysiyi de kirli sepetinden almış olmalıydı. Ayakları çıplaktı, beyazlanmaya yüz tutan saçları korkunç derecede bakımsızdı. Boncuk gibi, kırmızı gözleri vardı. Ev kadını gibi görünüyordu, ancak kendine has bir çekiciliği vardı: uzun boylu sayılırdı, yaklaşık bir yetmiş boyundaydı, esmerdi ve olağanüstü adaleliydi; çıplak kollarının üzerinde boğum boğum adeleler görünüyordu. Kalçaları güzel ve çekiciydi.
Tepeden bakan bir ifadeyle beni baştan aşağı süzdü ve bağırarak henüz ondan özür dilememiş olduğumu söyledi. Don Juan, yüksek sesle ve açık bir biçimde özür dilemem gerektiğini fısıldadı.
Don Juan’ın söylediğini yaptığımda, kadın gülümsedi ve don Juan’a dönerek onu bir çocukmuş gibi kucakladı. Söylenerek kapıyı benim çalmama izin vermemiş olması gerektiğini zira elimin kapıya dokunuşunun çıkardığı sesin çok rahatsız edici olduğunu mırıldandı. Don Juan’ı elinden tuttu ve eşikten geçmesine yardım ederek evden içeri aldı. Ona “sevgili küçük ihtiyar” diyordu. Don Juan güldü. O korkunç karının saçmalıklarından zevk alıyormuş gibi davranması beni dehşete soktu. “Sevgili küçük ihtiyar”ını içeri aldıktan sonra bana baktı ve bir köpeği kovuyormuş gibi eliyle uzaklaşmamı işaret etti. Şaşkınlığımı görünce güldü; dişleri kocaman, çarpık çurpuk ve çok pisti. Daha sonra fikrini değiştirdi ve içeri girmemi söyledi.
Don Juan karanlık bir holün ucunda zorlukla ayrımsayabildiğim bir kapıya doğru ilerledi. Kadın nereye gittiğini bilmediğini söyleyerek onu azarladı. Bizi başka bir karanlık hole götürdü. Ev çok büyük görünüyordu ve içerde tek bir ışık yoktu. Kadın, çok geniş bir odanın kapısını açtı. Oda neredeyse bomboştu. Yalnızca ortasında iki eski koltuk vardı ve tavandan, o güne değin gördüğüm en sönük ampul sallanıyordu. Eski moda, uzun bir ampuldü bu.
Koltuklardan birinde başka bir kadın oturuyordu. Birinci kadın yerde bulunan ufak bir hasırın üzerine oturdu ve başını diğer koltuğa yasladı. Daha sonra dizlerini göğsüne yaslayarak tüm vücudunu sergiledi. Külodu yoktu. Aptallaşmış bir şekilde bakakaldım.
Kadın çirkin, sert bir ses tonuyla bana neden vajinasına baktığımı sordu. Onu yalanlamaktan başka söyleyecek bir şey bulamadım. Bana vuracakmış gibi ayağa kalktı. Benden, ona aval aval baktığımı, zira o güne değin yaşamımda hiç vajina görmediğimi söylememi istedi. Son derece utanmış, aynı zamanda da böyle bir durumda yakalandığım için sinirlenmiştim.
Kadın don Juan’a dönerek, avazı çıktığı kadar bağırarak, defalarca o güne değin bir vajina görmediysem nasıl Nagual olabildiğimi sordu. Odanın diğer tarafına koştu ve öteki kadının oturduğu koltuğun yanında durdu. Kadını omuzlarından sarsarak beni gösterdi ve tüm yaşamında hiç vajina görmemiş bir adam olduğunu söyledi. Yüksek sesle gülerek benimle alay etti.
Utançtan yerin dibine girdim. Beni düştüğüm bu küçültücü durumdan kurtarması için don Juan’ın birşeyler yapması gerektiğini hissediyordum. Bana bu kadınların oldukça çılgın olduklarını söylediğini anımsıyordum. Bu açıklama yetersiz kalıyordu; bu kadın gerçekten tımarhanelikti. Destek ve tavsiye bekler gibi don Juan’a baktım. Bakışlarını benden kaçırdı. Sanırım, o da benim gibi ne yapacağını bilemez haldeydi, ancak sanki bir an yüzünde hınzırca bir gülümseme yakaladığımı hissettim, ancak süratle başını çevirerek bunu gizledi.
Kadın sırtüstü uzandı, eteğini yukarı çekti ve bana gizli gizli bakacağıma canımın istediği gibi onu seyretmemi emretti. Yüzümün kıpkırmızı olduğunu hissettim, başıma ve boynuma ateş basmıştı. Öylesine sinirlenmiştim ki neredeyse denetimimi yitiriyordum. Kadını kafasını yakalayıp yere vurmak geldi içimden.
Koltukta oturan kadın yerinden kalktı ve öteki kadını saçlarından yakalayarak sanki hiçbir gayret sarfetmeden tek bir hareketle ayağa kaldırdı. Yarı kapalı gözlerle bana bakarak yüzünü aramızda beş altı santim kalıncaya kadar yaklaştırdı. Şaşırtıcı biçimde ferahlatıcı bir kokusu vardı.
Yüksek sesle, işe başlama zamanının geldiğini söyledi. Her iki kadın da ampulün ışığının altında bana doğru yaklaştılar. Birbirlerine benzemiyorlardı. İkinci kadın daha yaşlıydı, ya da daha yaşlı görünüyordu ve yüzünü kaplayan kalın pudra tabakası ona bir soytarı görünümü veriyordu. Saçlarını düzgün bir biçimde arkasında topuz yapmıştı. Oldukça sakin görünüyordu, ancak alt dudağı ve çenesi sürekli titremekteydi.
Kadınların her ikisi de uzun boylu ve güçlü görünümlüydüler; tehdit edici bir biçimde tepemde durdular ve uzun bir süre beni süzdüler. Don Juan kadınların sabitleşen dikkatlerini bozacak herhangi bir harekette bulunmaktan kaçındı. Daha yaşlı olan kadın başını salladı, bunun üzerine don Juan bana onun adının Zuleica olduğunu söyledi; o, rüya görücüymüş. Bize kapıyı açan kadının adı Zoila’ymış ve o iz sürücüymüş.
Zuleica bana döndü ve papağanı andıran bir sesle daha önce hiç vajina görmediğimin doğru olup olmadığını sordu. Don Juan artık kendine hâkim olamıyordu, gülmeye başladı. Ona işaret ederek ne söylemem gerektiğini bilmediğimi belirttim. Kulağıma eğildi ve hiç vajina görmediğimi söylememin daha hayırlı olacağını fısıldadı; yoksa benden bir vajinayı betimlememi istermiş, Zuleica’nın benden bir sonraki isteği bu olacakmış.
Zuleica, böyle bir yanıt verdiğimde, benim adıma üzüldüğünü belirtti. Daha sonra da Zoila’ya dönerek vajinasını bana göstermesini söyledi. Zoila ampulün altına uzanarak bacaklarını açtı.
Don Juan, bir yandan kahkahalarla gülüyor, bir yandan da öksürüyordu. Beni bu tımarhaneden kurtarması için ona yalvardım. Yeniden kulağıma eğilerek dikkatli ve ilgili olduğumu gösterecek şekilde vajinayı iyice incelememi, yoksa alimallah dünyanın sonuna kadar orada kalabileceğimi fısıldadı.
Dikkatli ve ayrıntılı incelemelerimden sonra Zuleica bana, bundan böyle vajina uzmanı olarak hava atabileceğimi ve eğer günün birinde külot giymemiş bir kadınla karşılaşacak olursam, artık bir vajina gördüğüme göre, faltaşı gibi açılmış gözlerle kaba ve müstehcen bakışlarla bakmamayı öğrendiğimi söyledi.
Zuleica çıt çıkarmadan bizi iç avluya götürdü. Orada birinin beni beklemekte olduğunu söyledi. İç avlu zifiri karanlıktı. Diğer insanların silüetlerini zorlukla anımsayabiliyordum. Daha sonra, birkaç metre ötede ayakta duran bir adamın koyu renk gölgesini fark ettim. Bedenim gayri ihtiyari sarsıldı.
Don Juan adamla çok alçak bir sesle konuşarak beni kendisiyle tanıştırmak için getirdiğini söyledi. Adama benim adımı söyledi. Bir anlık sessizlikten sonra don Juan bana adamın adının Silvio Manuel olduğunu, kendisinin karanlığın savaşçısı, tüm savaşçı topluluğunun lideri olduğunu açıkladı. Daha sonra Silvio Manuel benimle konuştu. Konuşma bozukluğu çektiğini düşündüm—sesi zor işitiliyordu ve sözcükler ağzından öksürük gibi çıkıyordu.
Daha yakına gelmemi emretti. Ona yaklaşmaya çalıştığımda, sanki havada süzülüyormuş gibi geri çekildi. Hiç ses çıkartmadan geriye doğru yürüyormuş gibi beni bir salonun daha da karanlık köşelerine doğru çekti. Anlayamadığım bir şeyler mırıldandı. Konuşmaya niyetlendim ama boğazımın kaşındığını ve kavrulduğunu hissettim. İki üç kez bana bir şeyler söyledi; en sonunda soyunmamı emrettiğini anlayabildim. Sesinde ve onu çevreleyen karanlıkta beni eline geçiren bir güç vardı. Emrine karşı gelemiyordum. Üzerimdekileri çıkartarak korku ve soğuğun etkisiyle titreyerek karşısında çırılçıplak durdum.
Etraf öylesine karalıktı ki, don Juan ve iki kadının yakınımızda olup olmadıklarını göremiyordum. Yakınımda, bir kaç metre ötede alçak sesli kesintisiz bir hışırtı duyuyordum; daha sonra serin bir rüzgârın estiğini hissettim. Silvio Manuel'in soluğunu tüm bedenimde duyuyordum.

Cvp: 10. Nagual'ın Savaşçı Topluluğu

Daha sonra bana giysilerimin üzerine oturmamı ve karanlığın içinde kolayca ayrımına vardığım aydınlık bir noktaya bakmamı söyledi. Bana saatler gibi gelen bir süre boyunca ışığa baktım, ta ki aydınlık noktanın Silvio Manuel’in sol gözü olduğunu fark edinceye kadar. O anda, onun tüm yüzünün ve bedeninin hatlarını ayrımsayabildim. Salon ilk göründüğü kadar karanlık değildi. Silvio Manuel bana yaklaştı ve ayağa kalkmama yardım etti. Karanlığın içinde böylesine net bir biçimde görebilmek beni coşkulandırdı. İki kadının beni seyrettiklerini gördüğüm halde çıplak olmamdan rahatsızlık duymadım. Anlaşılan kadınlar da karanlıkta görebiliyorlardı; beni izlemeye koyulmuşlardı. Donumu giymek istedim, ancak Zuleica benden erken davranarak donumu elimden çekip aldı.
İki kadın ve Silvio Manuel uzun süre beni seyrettiler. Daha sonra don Juan karanlığın içinden gelerek bana ayakkabılarımı verdi. Ardından, Zoila ağaçların çevrelediği açık bir avluya doğru bize yol gösterdi. Avlunun ortasında ayakta duran bir kadının silüetini ayrımsadım. Don Juan onunla konuştu ve kadın ona bir şeyler mırıldandı. Don Juan bana onun güneyden geldiğini, adının Marta olduğunu ve batılı kadınların habercisi olduğunu söyledi. Marta, benim daha önce çıplak olarak hiçbir kadınla tanıştırılmadığıma bahse girebileceğini; usulen, kişinin önce tanışıp, daha sonra soyunmasının gerektiğini belirtti. Yüksek sesle güldü. Gülüşü öylesine hoş, öylesine canlı ve gençlik doluydu ki, karanlığı ve sessizliği içinde tüm evin içinde yankılandı durdu. Bana destek olması için gözlerim don Juan’ı aradı. Ancak Silvio Manuel'le birlikte ortadan kaybolmuşlardı. Üç kadınla birlikte yalnız kalmıştım. Birdenbire gerginleştim ve Marta’ya don Juan’ın nereye gittiğini bilip bilmediğini sordum. Tam o anda biri beni koltuk altlarımdan yakaladı. Acı içinde bir çığlık attım. Bu kişinin Silvio Manuel olduğunu anlamıştım. Hiç ağırlığım yokmuş gibi beni havaya kaldırdı ve silkeleyerek ayağımdan ayakkabılarımı düşürdü. Daha sonra beni dizlerime kadar buz gibi su dolu bir fıçının içine ayakta duracak biçimde yerleştirdi.
Fıçının içinde uzun bir süre durdum, bu arada herkes dikkatle beni izliyordu. Daha sonra Silvio Manuel beni bir kez daha yerimden kaldırarak birinin dikkatle fıçının kenarı na yerleştirdiği ayakkabılarımın yanına taşıdı.
Don Juan bir kez daha karanlığın içinden geldi ve bana giysilerimi uzattı. Giyinmemi ve nezaketen bir süre orada kalmamı fısıldadı. Marta kurulanmam için bana bir havlu verdi. Gözlerim iki kadını ve Silvio Manuel’i aradı ama görünürde kimseler yoktu.
Marta, Don Juan ve ben, uzun bir süre karanlıkta dikildik ve konuştuk. Marta görünürde don Juan’a bir şeyler anlatıyordu, ancak bana öyle geliyordu ki aslında bana sesleniyordu. Ayrılmak için don Juan’dan bir işaret bekledim, ancak o, Marta’nın ateşli konuşmasını dinlemeğe dalıp gitmiş gibi görünüyordu. Marta don Juan’a Zoila’yla Zuleica’nın o gün çılgınlıklarının doruğunda olduklarını anlatıyordu. Daha sonra beni aydınlatmak için onların çoğunlukla son derece mantıklı davrandıklarını ekledi.
Bir sırrı açıklar gibi, Marta’nın saçının böylesine dağınık durmasının esas nedeninin, saçların en azından üçte biri nin Zuleica’nın saçı olmasından kaynaklandığını söyledi. Olay şöyle olmuş: İki kadın birbirlerinin saçlarını tarıyorlarmış. Zuleica, daha önce yüzlerce kez yaptığı gibi Zuleica’nın saçını örmüş, ancak bu kez, kontrolünü yitirmiş ve kendi saçlarının bir bölümünü de Zoila’nın saçlarıyla birlikte örmüş. Marta’nın söylediğine göre ayağa kalkıp koltuklarına doğru yürümek istediklerinde kıyamet kopmuş. Onlara yardıma koşmuş. O sırada, Zuleica, Zoila’nın saçlarının kendi saçları arasında örülmüş olan bölümünü makasla kesmeye karar vermiş. Ancak bunu izleyen itişmeler arasında yanlışlıkla kendi saçını kesmiş.
Don Juan, duyduğu en komik şeymiş gibi kahkahalarla gülüyordu. Avlunun uzak köşesinden yumuşak, öksürüğü andıran kahkahalar duydum.
Marta, Zuleica’nın yeniden uzayıncaya kadar saçlarını
arkada topuz yapmak zorunda kaldığını ekledi.
Don Juan’la birlikte ben de güldüm. Marta’yı sevmiştim. Diğer iki kadındansa nefret etmiştim. Beni tiksindiriyorlardı. Oysa Marta, dingin ve sessiz amaçlılığın kusursuz bir örneği gibiydi. Yüz hatlarını ayrımsayamıyordum, ancak onun son derece güzel olduğunu düşlüyordum. Sesinin büyüleyici bir tınısı vardı.
Çok kibar bir biçimde don Juan’a bir şeyler yemek isteyip istemediğimi sordu. Don Juan benim Zuleica ve Zoila’nın yanında kendimi pek rahat hissetmediğimi, midemin bulanmış olabileceğini söyledi. Marta, iki kadının artık orada olmadıkları konusunda bana güvence verdi ve bizi karanlık bir holden geçirerek çok iyi aydınlatılmış bir mutfağa getirdi. Bu zıtlık gözlerim için çok fazlaydı. Kapının eşiğinde durdum ve gözlerimin ışığa alışmasını bekledim.
Mutfağın çok yüksek bir tavanı vardı ve oldukça modern, donanımlı görünüyordu. Mutfağın bir tür yemek odasına benzeyen bölümünde oturduk. Marta, genç ve çok güçlüydü; vücut hatları dolgun ve çekiciydi, yuvarlak bir yüzü, küçük bir ağzı ve burnu vardı. Simsiyah saçlarını örmüş ve başının etrafına dolamıştı.
Sanırım, ben onu nasıl büyük bir merakla izliyorsam, o da beni aynı ilgiyle izlemekteydi. Oturup yemek yedik ve konuştuk. Beni gerçekten büyülemişti. Eğitimli değildi, ancak konuşmalarıyla beni tam anlamıyla etkisi altına aldı. Zoila’yla Zuleica’nın çılgınlık anlarında yaptıkları akla hayale sığmaz şeyleri anlattı.
Oradan ayrılıp yola koyulduğumuzda don Juan, Marta’ya duyduğu hayranlıktan söz ederek, Marta’nın kararlılığının bir insanı nasıl etkilediğinin belki de en iyi örneğini oluşturduğunu belirtti. Marta, ödün vermez bir amaçlılığın dışında hiçbir deneyiminin ya da hazırlığının bulunmamasına karşın, Zoila, Zuleica ve Silvio Manuel’in bakımını üstlenmek gibi akla gelebilecek en çetin görevi başarıyla üstlenebilmiş.
Don Juan’a Silvio Manuel’in neden kendisini ışıkta görmeme izin vermediğini sordum. Bana karanlığın Silvio Manuel'in esas unsuru olduğu, ileride onu görmek için sayısız fırsatımın bulunacağı yanıtını verdi. Bununla birlikte ilk karşılaşmamızda, kendisini erkinin, yani gecenin karanlığının sınırları içinde muhafaza etmesinin zorunlu olduğunu vurguladı. Silvio Manuel’le iki kadın birlikte oturuyorlardı, zira birlikte müthiş bir büyücü ekibi oluşturuyorlardı.
Don Juan bana batılı kadınlar hakkındaki hükümlerimde aceleci davranmamam gerektiğini söyledi. Onlarla, kontrolden çıktıkları bir anda karşılaşmıştım, ancak bu denetimsizlik, yalnızca görünüşteymiş. Aslında, içlerinde hiç değişmeyen bir öz varmış; bu nedenle, en çılgın anlarında bile, bu çılgınlıklar bir başkası tarafından sahnelenen bir performansmış gibi, kendi sapkınlıklarına gülebiliyorlarmış.
Silvio Manuel'in durumuysa farklıymış. O, kesinlikle deli değilmiş; bu iki kadınla böylesine başarılı biçimde baş edebilmesinin en büyük nedeni, onun sahip olduğu derin bilinçlilikmiş, o ve diğer iki kadın iki zıt kutbu temsil etmekteymiş. Don Juan, Silvio Manuel’in yapısının doğuştan böyle olduğunu ve çevresinde bulunan herkesin onun bu ayrıcalığının farkında olduğunu belirtti. Diğerlerine karşı son derece katı ve hoşgörüsüz davranan velinimeti bile, Silvio Manuel'e büyük ilgi gösterirmiş. Bu tercihin gerçek nedenini anlayabilmek don Juan’ın yıllarını almış. Doğasında var olan açıklanamaz bir özelliği yüzünden, Silvio Manuel bir kez sol yanının bilincine daldığında bir daha bu durumdan çıkmıyormuş. Yüksek bilinç durumunda kalmaya duyduğu güçlü eğilimle, velinimetinin üstün liderlik nitelikleriyle birleşmesi, onun yalnızca kuralın bir yol gösterici olduğu ve gerçekte farklı bir bilinç düzleminin daha bulunduğu sonucunu değil, aynı zamanda bilincin diğer dünyasına varan gerçek geçidi de herkesten önce kavrayabilmesini sağlamış. Don Juan Silvio Manuel’in en kusursuz bir biçimde elde ettiği büyük başarıları ortak amaçlarının hizmetine sunarak dengeleyebildiğini söyledi. Silvio Manuel, don Juan’ın arkasındaki gizli güç olmuş.
Don Juan’ın savaşçılarıyla son karşılaşmam kuzeyde oldu. Don Juan bu toplantıyı gerçekleştirmek üzere beni Guadalajara şehrine götürdü. Buluşmamızın şehir merkezine oldukça yakın bir yerde, öğle vakti olacağını söyledi, zira kuzey, gün ortasıydı. Otelden saat 11 civarı ayrıldık ve şehir merkezine doğru kısa bir yürüyüş yaptık.
Nereye gittiğime dikkat etmeden yürümeye koyuldum. Buluşma konusunda kara kara düşünerek yürüyordum ki, bir mağazadan aceleyle çıkan bir kadınla çarpıştım. Elinde taşıdığı paketler yere düştü ve dağıldı. Özür dileyerek paketleri toplamasına yardım ettim. Don Juan, geç kalacağımızı söyleyerek acele etmem konusunda beni uyardı. Kadın çok şaşırmış görünüyordu. Kolundan tuttum. Yaklaşık altmış yaşlarında, çok ince yapılı, uzun boylu bir kadındı ve çok şık giyinmişti. Oldukça şık bir görünüşü vardı. Son derece kibar davrandı ve suçun kendisinde olduğunu, uşağını aradığını, bu nedenle dikkatinin dağıldığını söyledi. Kalabalığın içinde uşağını bulabilmek için kendisine yardım edip etmeyeceğimi sordu. Don Juan’a döndüm; kadını az daha öldüreceğimi, bu nedenle en azından ona yardım etmem gerektiğini söyledi.
Elinden paketleri aldım ve mağazaya geri döndük. Biraz ötemizde, oralı olmadığı aşikâr, kaybolmuş bakışlarla çevresine bakan bir Kızılderili gördüm. Bayan onu çağırdığında kaybolmuş bir köpek yavrusu gibi yanına geldi. Ellerini yalayacakmış gibi görünüyordu.
Don Juan dışarda bizi bekliyordu. Bayana acele etmemiz gerektiğini belirtti ve daha sonra da ona adımı söyledi. Kadın kibar bir biçimde güldü ve elimi sıktı. Gençliğinde herhalde bir afetti diye düşündüm; zira hâlâ çok güzel ve alımlıydı.
Don Juan birdenbire bana döndü ve adının Nelida olduğunu, kuzeyden geldiğini, ve bir rüya görücü olduğunu söyledi. Daha sonra beni kadının uşağı ile tanıştırdı; adı Genaro Flores’di, kendisi eylem adamı, topluluğun eylemlerinin gerisindeki savaşçıydı. İyice afallamıştım. Üçü birden kasıla kasıla gülmeye başladılar; şaşkınlığım arttıkça daha çok eğleniyor görünüyorlardı.

Cvp: 10. Nagual'ın Savaşçı Topluluğu

Don Genaro biraz ötede bulunan bir grup çocuğun yanına giderek paketleri onlara verdi ve onlara, biraz önce konuşurken gördükleri bayanın kendisinin patronu olduğunu, bu paketleri onlara hediye olarak aldığını, zira bugün canının bir iyilik yapmak istediğini söyledi. Daha sonra konuşmadan yarım blok kadar yürüdük. Dilim tutulmuştu. Birdenbire Nelinda eliyle mağazayı gösterdi ve bizden çok kısa bir süre onu beklememizi, kendisi için ayırdıkları bir kutu naylon çorabı alması gerektiğini söyledi. Bir an gülerek bana baktı, gözleri parlıyordu; bana, şaka bir yana, büyücü olsa da olmasa da, her zaman naylon çorap ve dantel külot giydiğini söyledi. Don Juan ve Genaro, iki budala gibi kahakalar attılar. Nelinda’ya bakakaldım, zira elimden başka bir şey gelmiyordu. Onda, aynı anda hem son derece dünyevi, hem de bu dünyaya ait olmayan bir şeyler vardı sanki.
Şakacı bir tonla don Juan’a bana göz kulak olmasını, zira düşüp bayılmak üzere olduğumu söyledi. Daha sonra nazik bir tavırla don Genaro’ya dönerek içeri girip tezgahtardan siparişini almasını rica etti. Don Genaro tam içeri giriyordu ki, Nelinda fikrini değiştirmiş gibi onu geri çağırdı; ancak, don Genaro onu duymadı ve içeri girerek gözden kayboldu. Nelinda, izin isteyerek, don Genaro’nun peşinden dükkâna daldı.
Don Juan eliyle sırtıma bastırarak beni düştüğüm sıkıntıdan kurtardı. Bana, adı Florinda olan diğer kuzeyli kadınla başka bir zaman, tek başına tanışacağımı, zira onun farklı bir ruh durumuyla bağlantımı sağlayacağını belirtti. Söylediğine göre, Florinda’yla Nelinda birbirlerinin birer kopyasıydılar.
Nelinda öylesine ince zevkli, öylesine zarif görünüyordu ki, onu bir moda dergisinin sayfaları arasında düşleyebiliyordum. Bu denli güzel ve zarif olması— Fransız ya da Kuzey İtalya kökenli olabilirdi—beni şaşkına çevirmişti. Gerçi Vicente de Kızılderili asıllı değildi, ancak kırsal kökenli oluşu onu daha sıradan bir konuma yerleştiriyordu. Don Juan’a dünyasında Kızılderili kökenli olmayan kişilerin neden bulunduğunu sordum. Bir Nagual’ın topluluğunda yer alan savaşçıları seçen unsurun erk olduğunu, erkin neler tasarladığını bilebilmenin olanak dışı olduğunu belirtti.
Mağazanın önünde yaklaşık yarım saat bekledik. Don Juan sabırsızlanıyormuş gibi davrandı ve benden içeri girerek onlara acele etmelerini söylememi istedi. Mağazadan içeri girdim. İçerisi fazla geniş değildi ve arka kapı yoktu, ancak görünürlerde hiç kimse yoktu. Tezgâhtarlara onları sordum, ancak kimsenin haberi yoktu.
Don Juan’la yüz yüze geldim, neler olduğunu sordum. Bana onların ya yer yarılıp içine girdiklerini, ya da tam sırtımı kütürdettiği sırada oradan gizlice sıvışmış olduklarını söyledi.
Öfke içinde ona tüm adamlarının hilekâr olduklarını söyledim. Gözlerinden yaşlar boşanıncaya kadar güldü. Benim tam bir enayi olduğumu söyledi. Kendimi böylesine önemsiyor olmam, beni tam bir maskara durumuna düşürüyordu. Öfkeli halime öylesine gülüyordu ki, duvara yaslanmak zorunda kaldı.
La Gorda bana don Juan’ın topluluğunun üyeleriyle ilk kez karşılaşmasını anlatmıştı. Onun anlattıkları da biçim olarak aynıydı, yalnız içerik farklıydı. Savaşçılar ona karşı belki biraz daha sert davranmışlar, ancak la Gorda, onların bu tavrının nedenini, uykusundan uyandırmak için kendisini sarsma girişimi ve aynı zamanda da, kendisinin kişiliğinin çirkin yüzü olarak tanımladığı bölümüne karşı doğal bir tepki biçiminde yorumlamış.
Don Juan’ın dünyasını incelediğimizde, bunun gerçekte velinimetinin dünyasının bir sureti olduğunun ayrımına vardık. Çeşitli gruplardan ya da evlerden oluştuğu söylenebilirdi. Birbirinden bağımsız görünürde kız kardeş dört çiftin oluşturduğu bir grup bulunuyordu; bu çiftler birlikte çalışıyorlar, birlikte yaşıyorlardı; diğer grupta üç adam vardı; bunlar yaşça don Juan’ın akranıydılar ve ona oldukça yakındılar; onlardan biraz daha genç iki adamın, Emilito ve Juan Tuma’nın oluşturduğu bir grup daha vardı ve son olarak da, görünürde birbiriyle akraba daha genç iki güneyli kadın, Marta ile Teresa’nın oluşturduğu bir ekip bulunuyordu. Başka bir açıdan bakıldığında bu topluluğun, Meksika’nın birbirinden oldukça uzak farklı bölgelerinde yer alan dört evden oluştuğu söylenebilirdi. Bunların birincisi, iki batılı kadın Zuleica ile Zoila, Silvio Manuel ve haberci Marta’dan oluşuyordu. İkincisi, güneyli kadınlar Cecilia ve Delia, don Juan’ın habercisi Emilito’yla haberci Teresa’dan oluşuyordu. Bir diğer ev, doğulu kadınlar Carmela’yla Hermelinda, Vicente ve haberci Juan Tuma’dan oluşuyordu; son olarak da, kuzeyli kadınlar, Nelinda ile Florinda ve don Genaro bulunuyordu.
Don Juan’a göre, kendi dünyası, velinimetinin dünyasının sahip olduğu uyum ve huzurdan yoksundu. Birbirini gerçek anlamda dengeleyen,ve birbirinin tıpatıp eşi olan iki kadın, yalnızca kuzeyli savaşçılar, Nelinda’yla Florinda’ydı. Gündelik konuşmalarımızın birinde Nelinda, birbirlerine aynı kan grubuna sahip olacak ölçüde benzediklerini belirtmişti.
Bana göre, etkileşimlerimizin neden olduğu sürprizlerin arasında en hoşuma gideni, ilk karşılaştığımda bana son derece itici görünen Zuleica’yla Zoila’nın dönüşümü olmuştu. Don Juan’ın belirttiği gibi, en ciddi ve çalışkan savaşçılar haline gelmişlerdi. Onları bir dahaki görüşümde gözlerime inanamadım. Çılgınlık krizleri geçmişti ve şimdi karşımda iyi giyimli, uzun boylu, sağlam yapılı, parlak siyah taşlara benzeyen gözleriyle iki Meksikalı bayan duruyordu. Gülerek, sanki başka insanlarmış ve hiçbir ilgileri yokmuş gibi o gece olup bitenlerden söz ettiler. Don Juan’ın kendi velinimetinin topluluğunda bulunan batılı kadınlarla karşılaştığın da yaşamış olduğu sıkıntıyı şimdi anlayabiliyordum. Zuleica’yla Zoila’nın onlarla ilk kez karşılaştığımda gördüğüm sevimsiz, tiksinti verici yaratıklara dönüşebileceklerini kabullenebilmem, bana olanaksız gibi geliyordu. Bir çok kez geçirdikleri dönüşüme tanık oldum, ancak bir daha hiçbir zaman onları ilk kez karşılaştığımda yargıladığım biçimde yargılamadım. Her şeyden fazla beni üzen, onların öfke krizleri olmuştu.
Ancak, bana en büyük sürprizi yapan Silvio Manuel oldu. Karanlığın içinde onunla ilk tanışmamızda, bana buyurgan bir adam, insanı ezip geçen bir dev gibi görünmüştü. Oysa, ufak tefekti, ancak zayıf, çelimsiz biri değildi. Bedeni, bir binicinin bedenine benziyordu—kısa boylu, ancak kusursuz derecede biçimli. Bana bir sporcu gibi göründü. Bedeni üzerinde öylesine usta bir denetimi vardı ki ki, kaslarını sıkarak bedenini, bir kurbağa gibi, olduğunun iki katı şişirebiliyordu. Hiç acı duymadan bedenindeki tüm eklemleri yerinden oynatıp, yeniden yerleştirebiliyordu. Silvio Manuel’e baktığımda her zaman derin ve bana yabancı gelen bir korkuya kapıldığımı hissetmişimdir. Bana farklı bir zamandan günümüze gelen bir ziyaretçi gibi görünmüştü. Solgun, ama esmer, bronz bir heykele benzeyen bir yapısı vardı. Keskin yüz hatları, kartal gagasına benzeyen kemerli burnu, dolgun dudakları ve birbirinden uzak, çekik gözleri, ona bir Maya freski üzerinde yer alan bir desen görünümü kazandırıyordu. Gündüz boyunca tavırları sıcak ve dostçaydı, ancak hava kararır kararmaz akıl sır ermez bir değişime uğruyordu. Sesi değişiyor, karanlık bir köşeye çekilerek, karanlığın içinde kayboluyordu. Böyle anlarda yalnızca sol gözünü görebiliyordum; sol gözü açık kalırdı ve kedigillerden vahşi bir hayvanın gözü gibi tuhaf bir parıltıyla parlardı.
Don Juan’ın savaşçılarıyla aramdaki ilişki sürecinde ortaya çıkan bir diğer husus da kontrollü çılgınlık konusuydu. Don Juan bana bir zamanlar, tüm savaşçı kadınların zorunlu olarak bölündükleri iki kategoriden, rüya görücüler ve iz sürücülerden söz ederken bu konuyu kısaca açıklamıştı. Söylediğine göre topluluğundaki tüm üyeler, gündelik yaşantılarının bir bölümü olarak rüya görme ve iz sürme edimlerinde bulunurlardı; ancak, rüya görücüler gezegeniyle iz sürücüler gezegenini oluşturan kadınlar kendi etkinliklerinde özellikle ustalaşmışlardı.
iz sürücüler gündelik yaşamın esas yükünün taşıyıcılarıydılar. Onlar idareci, topluluğun insanlarla ilişkilerini sürdüren insanlardılar. Gündelik yaşam dünyasına ilişkin şeyleri onlar denetliyordu. Iz sürücüler, kontrollü çılgınlığın uygulayıcılarıydılar; rüya görücülerin, rüya görmenin uygulayıcıları olmaları gibi. Diğer bir deyişle, kontrollü çılgınlık, iz sürmenin temelini oluşturuyordu, tıpkı düşlerin rüya görmenin temelini oluşturduğu gibi. Don Juan’ın söylediğine göre, en genel anlamda, bir savaşçının ikinci dikkatte elde ettiği en büyük başarı rüya görme, birinci dikkat içinde elde ettiği en büyük başarıysa iz sürmeydi.
İlk buluşmamızda don Juan’ın savaşçılarının bana olan davranışlarını yanlış anlamıştım. Eylemlerini, çeşitli düzen bazlıklar olarak yorumlamıştım—eğer kontrollü çılgınlığın ne olduğunu öğrenmemiş olsaydım, bugün bile izlenimim aynı olurdu. Don Juan, savaşçıların bana olan davranışlarının iz sürme konusunda verilen ustaca dersler olduğunu belirtti. Söylediğine göre velinimeti ona her şeyden önce iz sürme sanatını öğretmiş. Velinimetinin diğer savaşçılarının arasında hayatta kalabilmek için bu sanatı hemen öğrenmesi gerekiyormuş. Benim durumumdaysa, belirttiğine göre, kendi başıma herhangi bir savaşım vermeyeceğime göre, ilk önce rüya görmeyi öğrenmem gerekiyormuş. Zaman uygun olduğunda, Florinda yanıma gelerek iz sürmenin karmaşık süreçleri içinde bana yardımcı olacakmış. Bu konu üzerine benimle başka hiç kimse konuşamayacakmış; bana ancak, ilk buluşmamızda da yaptıkları gibi yeteneklerini sergileyebilirlermiş.
Don Juan bana Florinda’nın iz sürmenin en önde gelen uygulayıcılarından biri olduğunu ayrıntılı bir biçimde açıkladı; kendisi, velinimeti ve onun her biri birer iz sürücü olan dört kadın savaşçısı tarafından en ince ayrıntılarına kadar iz sürme sanatı üzerine eğitilmişler. Florinda, don Juan’in dünyasına giren ilk kadın savaşçıymış, bu yüzden de, yalnızca iz sürme sanatında değil, aynı zamanda, eğer o noktaya ulaşabilirsem, üçüncü dikkatin gizemleri konusunda da benim kılavuzum olacakmış. Don Juan bu konu üzerinde ayrıntılara girişmedi. Bu konunun, benim önce iz sürmeyi daha sonra da üçüncü dikkate girmeyi öğrenebilmeme kadar beklemesi gerektiğini belirtti.
Don Juan, velinimetinin iz sürme sanatında ustalaşmaya ilişkin her konuda gerek kendisine, gerekse diğer savaşçılara fazlasıyla zaman ve dikkat ayırdığını açıkladı. Velinimeti, kuralın öğretileriyle, gündelik yaşam içinde diğer insanlarla baş edebilmeleri için karmaşık düzenekler geliştirmiş. Kibirliliğin olmadığı bir durumda sosyal ortamda ayakta kalabilmenin tek yolunun kontrollü çılgınlık olduğuna onları inandırabilmenin tek yolunun bu olduğuna inanıyormuş.
Hazırladığı düzenekleri uygulamak üzere velinimeti, kişilerin eylemleriyle savaşçıların eylemlerini, kuralın buyruklarının karşısına yerleştirerek geri çekilip, doğal sonucu beklermiş. Sürecin doğal bir gelişimi olarak başlangıçta insanların çılgınlığı bir süre için başatlık kazanır, savaşçıları da peşinden sürüklermiş, ancak sonuçta kuralın daha kapsamlı tasarıları karşısında yenilgiye uğrarmış.
Don Juan bize, velinimetinin oyuncular üzerinde bu şekilde bir baskı kurmasından başlangıçta hoşnutsuzluk duyduğunu söyledi. Bunu velinimetinin yüzüne de söylemiş. Velinimeti buna şaşırmamış. Sahip olduğu denetimin yalnızca Kartal’ın yarattığı bir yanılsamadan ibaret olduğunu belirtmiş. O, yalnızca kusursuz bir savaşçıymış, ve eylemleri Kartal’a yansıtabilmeye yönelik alçak gönüllü girişimlermiş.
Don Juan, velinimetinin kendi tasarımlarını uygulayınca da sahip olduğu gücün, Kartal’ın gerçek ve nihai olduğu, insanların yaptıklarının da çılgınlıktan başka bir anlama gelmediği gerçeğini bilmesinden kaynaklandığını belirtti. Bunların ikisi birleştiklerinde kontrollü çılgınlık ortaya çıkıyormuş ki don Juan’ın velinimeti kontrollü çılgınlığı sıradan insanların çılgınlığı ile Kartal’ın öğretilerinin kesinliği arasındaki tek köprü olarak tanımlıyordu.

Cvp: 10. Nagual'ın Savaşçı Topluluğu

.