1

Konu: 14. Florinda

Zuleica’nın bize rüya görmenin karmaşık yönlerini öğretmesiyle, kuralın bir yol gösterici olarak yadsınamaz gerçekliğini kabullenmiş; içimizde gizli bir bilinç bulunduğu, bu bilince ulaşabilmenin olanaklı olduğu üzerinde de tam bir fikir birliğine varmıştık. Don Juan, kuralın gerektirdiklerini yerine getirmişti.
Kuralın buyruklarına göre, don Juan beni şimdi savaşçı topluluğunun o güne değin karşılaşmadığım tek üyesi olan Florinda’yla tanıştıracaktı. Don Juan bana, Florinda’nın evine tek başıma gitmem gerektiğini, Florinda’yla aramda geçenlerin diğerlerini hiç ilgilendirmeyeceğini söyledi. Florinda, bana bir Nagualmışım gibi kılavuzluk edecekmiş. Don Juan’ın kendisi de, velinimetinin Florinda’ya birçok yönden benzeyen savaşçı üyesiyle bu tür bir etkileşimde bulunmuş.
Don Juan bir gün beni Nelinda’nın evinin kapısının önünde bırakarak, içeri girmemi, Florinda’nın beni orada beklediğini söyledi.
“Sizinle tanışmak benim için bir şeref,” dedim beni evin girişinde karşılayan kadına.
“Adım Florinda,” dedi.
Sessizlik içinde birbirimize baktık. Sanki dilim tutulmuştu. Bilincim her zamankinden açık ve keskindi. Buna benzer bir duyumu daha önce hiç yaşamamıştım.
“Ne güzel bir isim,” diyebildim ancak gerçekte bundan daha fazlasını kastetmek istemiştim.
İspanyolcanın yumuşak ve vurgulu telaffuzu bu adı daha akıcı ve daha dolgun yapıyordu; özellikle r’yi izleyen i harfini. Adı, az rastlanan bir ad değildi; ancak o güne değin o isimde hiç kimseyle tanışmamıştım ve gizemi de burada yatıyordu. Önümde duran kadın o ada öylesine yakışıyordu ki, sanki ad onun için yaratılmıştı, ya da belki de, bizzat o kendisini bu ada yakıştırmıştı.
Görünüşü Nelinda’ya benziyordu, ancak daha özgüvenli, daha güçlü görünüyordu. Daha ince ve daha uzundu. Akdenizlilere özgü zeytin rengi esmer bir teni vardı. İspanyol ya da belki Fransız asıllı olabilirdi. Yaşlıydı ama diri ve genç görünüyordu. Bedeni esnek ve çevikti. Bacakları uzun, yüzü inceydi, küçük bir ağzı, son derece güzel, kalkık bir burnu, koyu renk gözleri, örgülü beyaz saçları vardı. Yüzünde ve boynunda ne bir sarkık ne bir kırışık vardı. Sanki makyajla yaşlandırılmıştı.
Geçmişe bakıp onunla ilk karşılaşmamızı anımsadığımda, tümüyle ilgisiz, ancak sırası gelmişken anlatmadan edemeyeceğim bir başka anı canlanıyor zihnimde. Bir zamanlar, haftalık bir gazetede, yirmi yaşlarındayken yaşlı bir kadın rolünü oynamak üzere makyajla yirmi yaş daha yaşlı görünümü verilen bir kadın oyuncunun fotoğrafı yayınlanmıştı. Fotoğrafın yanında, gazete aynı oyuncunun zorluklarla geçen yirmi yıldan sonra gerçekten yaşlanmış yüzünü gösteren bir görüntüsünü daha yayınlamıştı. Kanımca Florinda, o oyuncunun ilk fotoğrafına, yaşlandırılmış haline benziyordu.
“Bak hele kim gelmiş?” diyerek beni çimdikledi. “Pek
bir şeye benzemiyorsun. Eciş bücüşsün. Hiç şüphesiz kendini düşkünlüklerine kaptırmışsın”.
Dobralığı bana don Juan’ı anımsatmıştı; gözlerinin derinliklerinde sezinlediğim ifade de. Don Juan’la birlikte geçirdiğim yıllara geri dönüp baktığımda, gözlerinde her zaman huzurlu bir ifadenin yer aldığını anımsayıverdim. Asla onun gözlerinde huzursuzluğu okuyamazdınız. Bundan, don Juan’ın gözlerini güzel bulduğum anlamı çıkartılmamalı. Harikulade gözler de görmüştüm, ancak bu gözler, herhangi bir ifadeden yoksundu. Oysa Florinda’nın gözleri, don Juan’ın gözleri gibi, bana tanık olunması gereken her şeye tanık oldukları duygusunu veriyordu; sakindiler, ancak uysal değildiler. Heyecan, ancak içsel yaşam olarak betimleyebileceğim bir duyuma yönlenmişti.

Cvp: 14. Florinda

Florinda bana yol gösterdi ve oturma odasını geçerek üzeri çatıyla kaplı bir avluya geçtik. Sedire benzeyen yumuşak koltuklara oturduk. Gözleriyle sanki yüzümde bir şeyler arıyor gibiydi.
“Benim kim olduğumu ve senin için ne yapmam istendiğini biliyor musun?” diye sordu.
Kendisi ve benimle olan ilişkisi hakkında bildiklerimin don Juan’ın yaptığı kısa açıklamalardan ibaret olduğunu söyledim. Durumumu anlatırken ona dona Florinda diyordum.
“Bana dona Florinda diye hitap etme,” dedi, rahatsız olduğunu ve utandığını belli eden çocuksu bir tavırla. “Ne o kadar yaşlandım, ne de saygınlaştım.”
Kendisine nasıl hitap etmemi istediğini sordum.
"Yalnızca Florinda de, yeter”, dedi. “Kim olduğum sorusuna gelince, sana şu kadarını söyleyebilirim, ben, iz sürme sanatını bilen bir kadın savaşçıyım. Senin için ne yapabileceğim sorusuna gelince, şunu söyleyebilirim ki, sana iz sürme sanatının ilk yedi kuralını, iz sürücülerin ilk üç kuralını ve iz sürmenin ilk üç manevrasını öğreteceğim.
Normal koşullar altında her savaşçının sol yanında olup bitenleri unuttuğunu, kendisinin öğreteceklerini tam olarak anımsayabilmemin yıllar süreceğini söyledi. Yönergelerinin yalnızca bir başlangıç olduğunu, günün birinde, farklı koşullar altında, öğretilerini tamamlayabileceğini de ekledi.
Kendisine sorular sormamın bir sakıncasının bulunup bulunmadığını öğrenmek istedim.
“İstediğini yapmakta serbestsin,” dedi. “Senden tek istediğim, uygulamalara bağlı kalmandır. Kaldı ki, bir şekilde, tartışacağımız konular hakkında bilgin de var. Eksik yanın, kendine güvenmemen ve bilgini erk olarak sahiplenememen. Nagual, bir erkek olarak seni büyüledi. Kendi başına hareket edemiyorsun. Ancak bir kadın kurtarabilir seni bundan.
“Sana yaşam öykümü anlatarak başlayacağım ve bunu yaparken, her şey zihninde berraklaşacak. Yaşamımı sana bölümler halinde anlatacağım, bu nedenle de buraya sık sık gelmen gerekecek.”
Bana yaşamını anlatmak konusundaki istekliliği, öbürlerinin isteksizliklerini ve bu zıtlığı düşününce beni oldukça şaşırttı. Öbürleriyle birlikte geçirdiğim yıllar boyunca onların kurallarını öylesine sorgusuz sualsiz bir biçimde kabullenmiştim ki, Florinda’nın bana kişisel yaşamını anlatmak konusundaki istekliliği bana oldukça tuhaf göründü. İrkildim.
“Anlamadım,” dedim. “Bana özel yaşamını anlatacağını mı söyledin?”
“Neden olmasın?” diye sordu.
Ona uzun uzun don Juan’ın bana kişisel geçmişin engelleyici gücü, bir savaşçının kendi kişisel geçmişini silmesi gerektiği üzerine söylediklerini anlattım. Don Juan özel yaşamım üzerine başkalarına herhangi bir şey söylememi yasaklamıştı.
Tiz ve yüksek sesle güldü. Neşelenmiş gibi görünüyordu.
“Bu yalnızca erkekleri bağlar,” dedi. “Kişisel yaşamının yapmaması sonsuz öyküler anlatmaktır, ancak bunların hiçbiri gerçek kişiliğine ait olmamalı. Bir erkek olman, arkanda somut bir geçmişin bulunduğu anlamına gelir. Bir ailen, dostların, tanışların olur ve bunların her birinin senin hakkında kesin düşünceleri bulunur. Yani erkekler sorumluluk sahibidir. Kolayca ortadan kaybolamazsın. Kendini unutturabilmen için, çok uğraşman gerekir.
“Benim durumumsa farklı. Ben bir kadınım ve bu bana harika bir avantaj sağlıyor. Ben hesap vermek zorunda değilim. Kadınların hesap vermek zorunda olmadıklarını bilmiyor musun?”
“Hesap vermek zorunda olmakla neyi kastettiğini bilmiyorum,” dedim.
“Demek istediğim, bir kadın kolayca ortadan kaybolabilir,” diye yanıt verdi. “Bir kadın hiçbir şey yapamazsa evlenir. Kocasına ait olur. Çok çocuklu bir ailede kız çocuklar kolayca gözden çıkartılabilir. Onları hiç kimse adam yerine koymaz ve bazıları geride hiçbir iz bırakmadan rahatlıkla kaybolabilirler. Kimse de aldırmaz.
“Oysa bir erkek çocuk, güven duyulan biridir.Bir erkek çocuk için sessizce sıvışıp ortadan kaybolmak kolay iş değildir. Kaybolsa bile, geride izler bırakacaktır. Çekip gittiği için suçluluk duyar. Oysa kızlar duymaz.
“Nagual özel yaşantın konusunda ağzını kapalı tutmanı öğretilediğinde, sana şu ya da bu şekilde güvenen ailene ve dostlarına karşı hata işlemiş olduğun duygusunu yenebilmen için sana yardımcı olmaya çalışıyordu.
“Yaşam boyu süren bir savaşımdan sonra erkek savaşçı, elbette ki kendi kendini silmeyi başarır. Ama bunun bedelini ödemelidir. Ağzını bıçak açmaz birisi olur çıkar ve sonsuza değin içini dökmemeyi bir görev beller. Kadınların bu tür güçlüklerle uğraşmak gibi bir zorunlulukları yoktur. Bir kadın, buharlaşıp uçmaya hazırlıklıdır. Aslında kendisinden beklenen de budur.
“Bir kadın olarak, sır tutmak konusunda hiçbir zorunluluğum yok benim. Kaldı ki, buna zerre kadar aldırmıyorum. Gizlilik, siz erkeklerin toplum gözünde önemli olmanın karşılığında ödemek zorunda olduğunuz bir bedeldir. Savaşım yalnızca erkekler için geçerlidir, zira erkekler kendilerini silmiş olmanın sıkıntısını hissederler ve bir yerlerde, bir şekilde ortaya çıkarlar. Sen örneğin; dolaşıp, her gittiğin yerde konferanslar veriyorsun.
Florinda çok garip bir biçimde sinirlerimi bozmuştu. Varlığı beni nedense rahatsız etmişti. Doğrusu don Juan ve Silvio Manuel de bende bir gerginlik ve korku uyandırırlardı. Aslında onlardan ürküyordum, özellikle de Silvio Manuel’den. Beni korkutuyordu ancak duyduğum dehşetle birlikte yaşamasını öğrenmiştim. Öte yandan, Florinda beni korkutmuyordu. Gerginliğim, onun becerisinin beni tehdit ettiğini hissetmemden kaynaklanıyordu.
Bana don Juan, ya da Silvio Manuel’in baktığı gibi gibi bakmıyordu. Onlar, gözlerini yüzüme dikerler ve teslim olup başımı öte yana çevirinceye değin öylece bakarlardı. Florinda’ysa arada bir göz atıyordu yüzüme. Gözlerini sürekli oradan oraya gezdiriyor, yalnızca gözlerimi incelemekle kalmıyor, yüzümün ve bedenimin her santimini de inceliyordu. Konuşmasını sürdürdükçe gözlerini yüzümde, ellerimde, kendi ayaklarında, tavanda gezdiriyordu.
“Seni huzursuz ediyorum, değil mi?” diye sordu.
Sorusu beni hazırlıksız yakalamıştı. Güldüm. Sesinde hiç de tehdit eder bir ifade yoktu.
“Evet,” dedim.
“Gayet makul birşey bu,” diye devam etti. “Sen bir erkek olmaya alışıksın. Sana göre bir kadın kullanılmak için yaratılmış bir varlıktır. Kadın sence budalanın tekidir. Bir erkek, hem de bir Nagual olman, durumu daha da güçleştiriyor.”
Kendimi savunmaya zorunlu hissettim. Son derece önyargılı bir kadın olduğunu düşünüyordum ve bunu ona söylemek istedim. Görkemli bir giriş yaptım, ancak gülüşünü duyduğum an hızım kesildi. Neşeli, gençlik dolu bir gülüştü. Don Juan’la don Genaro bana her zaman gülerlerdi ve onların gülüşleri de gençlik doluydu, ancak Florinda’nın gülüşünün farklı bir tınısı vardı. Ne bir telaş, ne de baskı vardı onun gülüşünde.
“İçeri girsek iyi olur,’’dedi, “dikkatimizin dağılmaması gerekir. Nagual Juan Matus zaten seni dolaştırmış ve dünyayı sana göstermişti; sana anlattıkları için gerekliydi bunlar. Benim sana anlatacaklarımsa farklı bir ortam gerektiriyor.”
Küçük bir odada, deri bir koltuğa oturduk. Kapalı mekânlarda kendimi daha rahat hissediyordum. Hemen bana yaşamını anlatmaya koyuldu.
Büyükçe bir Meksika kentinde, hali vakti yerinde bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Tek çocuk olduğu için ailesi daha doğduğu günden itibaren onu şımartmış. Kendini sahte alçakgönüllülüğe kaptırmamış ve güzelliğinden hiç şüphe duymamış. Ona göre güzellik, hayran olunduğunda serpilip gelişen bir ifritmiş. Aşılması en zor olan ifritin bu olduğundan en ufak şüphesi bulunmadığını, eğer çevremdeki güzel insanlara dikkat edecek olursam, bunların zavallı yaratıklar olduklarını da görebileceğimi söyledi.
Onunla tartışmak istemiyordum, ancak ona düşüncelerinin önyargılı olduğunu söylemeden edemeyecektim. Aklımdan geçenleri okumuş olmalı ki, bana göz kırptı.
“Onların hepsi zavallı, inan bana,” diye devam etti. “Bir dene. Onların güzel oldukları için önemli oldukları düşüncesini aklından sil. Ne demek istediğimi anlayacaksın.”
Güzelliği yüzünden kapıldığı kibirin tüm suçunun salt ebeveynlerine ya da kendisine yüklenemeyeceğini belirtti. Bebekliğinden itibaren çevresindeki herkes onun kendisini önemli ve benzersiz hissetmesi için elbirliğiyle çalışmışlar.
“On beş yaşıma geldiğimde,” diye devam etti, “Kendimi dünyaya gelmiş en olağanüstü yaratık gibi hissediyordum. Herkes böyle söylüyordu, özellikle de erkekler.”
İlk gençlik yıllarında hayranlarının ilgisine ve pohpohlamalarına kendini iyice kaptırmış. On sekiz yaşına geldiğinde, çevresinde kendisiyle evlenmeye niyetli on bir talibinin arasından ona göre en kusursuz olan kocayı seçmiş. Kendisinden on beş yaş büyük, oldukça varlıklı bir adam olan Celestino’yla evlenmiş.
Florinda evlilik yaşamını, gerçek bir yeryüzü cenneti olarak betimliyordu. Son derece geniş olan arkadaş grubuna Celestino’nun arkadaşları da eklenmiş. Hayat, sürekli bir şenlik gibiymiş.
Bununla birlikte bu mutluluk, topu topu altı ay sürmüş ve bu süre göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş. Bilinmeyen bir hastalığa yakalanmasıyla birlikte bu güzel günler birden bire ve acımasızca sona ermiş. Florinda’nın sol ayağı, ayak bileği ve baldırı şişmeye başlamış. Güzelim bacağının hatları mahvolmuş; şişkinlik bacağının üzerinde öylesine yayılmış ki, cilt üzerindeki dokular çatlamaya ve kabuk bağlamaya başlamış. Bacağının dizden aşağı bölümü üzerinde yaralar oluşmuş ve yaralardan irin akmaya başlamış. Fil hastalığı teşhisi konmuş. Doktorların onu iyileştirme çabaları son derece yetersiz ve acı verici oluyormuş; sonuçta, tedavinin ancak gelişmiş tıp merkezlerinin bulunduğu Avrupa’da yapılabileceğine karar vermişler.
Üç ay içinde Florinda’nın yeryüzü cenneti tam bir cehenneme dönüşmüş. Umutsuzluğa ve acıya öylesine gömülmüş ki, yaşamını sürdürmektense ölümü yeğlemeye başlamış. Çektiği ıstırapların yarattığı içler acısı duruma daha fazla dayanamayan bir hizmetçi kız ona, Celestino’nun eski sevgilisinin, Florinda’nın yemeğine bir karışım— büyücüler tarafından hazırlanmış bir zehir— koyması için kendisine rüşvet verdiğini itiraf etmiş. Yaptığından büyük bir pişmanlık duyan kız, Florinda’ya kendisini bir sağaltıcıya, bu tür bir zehire karşı tek panzehirin ne olduğunu bilen bir kadına götürmeye söz vermiş.
Florinda, yaşadığı ikilemi anımsayınca kıkırdadı. Bağnaz bir Katolik olarak yetiştirilmiş. Büyücülüğe ya da Kızılderili yöntemlerine inanmıyormuş. Ancak duyduğu acı öylesine yoğun, durumu ise o denli ciddiymiş ki, her şeyi denemeye hazırmış. Celestino’ysa şiddetle karşı çıkıyormuş buna. Hizmetçi kızı yetkililere şikayet etmek niyetindeymiş. Florinda araya girmiş. Bunun nedeni kıza acıması değil, sağaltıcıyı kendi başına bulamamasından duyduğu korkuymuş.
Florinda birdenbire ayağa kalktı ve gitmem gerektiğini belirtti. Koluma girerek, en eski, en değerli dostuymuşum gibi beni kapıya kadar geçirdi. Yorgun olduğumu, zira sol yan bilincinin ihtiyatla kullanılması gereken özel ve kırılgan bir bilinç düzlemi olduğunu belirtti. Erksiz bırakan bir durumdu bu kesinlikle. Silvio Manuel’in ikinci dikkatimi toplayabilmem için beni sertçe bu düzleme girmeye zorlamaya çalıştığında ölümle yüz yüze gelmem de bunun bir kanıtıydı. İnsanın hızla bilgilenmesi mümkün değilmiş. Bu, ağır işleyen bir süreçmiş; beden doğru zamanda, doğru ve kusursuz koşullarda, istekten bağımsız bir biçimde bilgilerini toplamaya başlarmış.
Dış kapının önünde bir süre durarak ayaküstü vedalaştık. Birdenbire bana, Nagual Juan Matus’un o gün beni kendisine getirmesinin nedeninin, dünyadaki vadesinin dolmak üzere olduğunu bilmesi olduğunu söyledi. Silvio Manuel’in planına göre almış olduğum ilk iki yönerge tamamlanmış oluyordu. Şimdi tamamlanması gereken tek bölüm, onun bana söyleyecekleriydi. Ancak onun öğretileri gerçek anlamda bir yönerge değil, daha çok onunla olan bağımın kurulması ile ilgiliymiş.

Cvp: 14. Florinda

Don Juan beni Florinda’ya bir sonraki götürüşünde, kapının önünde tam ayrılmadan önce, Florinda’nın bana söylediklerini yineleyerek, kendisinin ve topluluğunun üçüncü dikkate girme zamanlarının yaklaştığını söyledi. Sonra da herhangi bir soru sormama fırsat vermeden beni evin içine doğru itiverdi. İtişi beni yalnızca evin içine değil, en keskin bilinç düzlemime de sokmuştu. Sis duvarını gördüm.
Florinda, don Juan’ın beni içeri itmesini bekliyormuş gibi, holde duruyordu. Koluma girdi ve sessizce beni oturma odasına götürdü. Oturduk. Sohbet etmek istedim, ancak konuşamadım. Nagual Juan Matus gibi kusursuz bir savaşçı tarafından yapılan bir itişin kişiyi farklı bir bilinç düzlemine aktarabileceğini söyledi. En baştan beri benim hatam, yöntemin önemine duyduğum inançmış. Oysa, bir savaşçıyı farklı bir bilinç düzlemine doğru itiş tarzı, ancak iki katılımcı, özelikle itişi yapan kişi, kusursuzsa ve kişisel erkle doluysa yararlı olabilirmiş.
Sis duvarını görmek, beni olağanüstü derecede sinirli yapmıştı. Bedenim, kontrolümün dışında titriyordu. Florinda, bedenimin titremesini kişinin bu bilinç düzeyinde bulunduğu sırada aktif olmayı arzulamayı öğrenmiş olmasıyla ilişkilendiriyor, bedenimin en keskin dikkatini yapılanlar üzerinde değil, söylenenler üzerinde odaklamasını öğrenebileceğini söylüyordu.
Daha sonra bana, sol yan bilincinde bulunmanın oldukça işe yaradığını belirtti. Nagual Juan Matus, yüksek bilinç konumuna geçebilmem için beni zorlayarak, ve savaşçılarıyla etkileşime girmeme yalnızca bu durumdayken izin vererek beni korumuş oluyordu. Florinda, onun taktiğinin öteki benliğin küçük bir bölümünü kasıtlı olarak ilişki anılarıyla doldurarak, işleyip yontmak olduğunu söyledi. Anılar günün birinde öteki benliğin ölçülemez zenginliğine doğru bir yolculuğa çıkmadan önce ussal bir çıkış noktası işlevini görmek üzere yeniden bilincin düzeyine çıkıncaya kadar unutulurmuş.
Çok gergindim, bana yaşam öyküsünü kalan bölümünü anlatmayı sürdürerek sakinleştirmeyi önerdi. Bunun gerçekte, dünyada bir kadın olarak kendi yaşamının öyküsü değil, değersiz bir kadına bir savaşçı olması için nasıl yardım edildiğinin öyküsü olduğunu vurguladı.
Anlattığına göre bir kez sağaltıcıyı görmeye karar verdikten sonra, onu durdurabilmek mümkün olmamış. Hizmetçi kız ve dört adamın taşıdığı bir sedyenin üzerinde tüm yaşamını değiştiren iki günlük bir yolculuğa çıkmış. Yol yokmuş. Dağlık bir alanda, zaman zaman adamların sırtlarında ilerliyorlarmış.
Sağaltıcının evine gece geç saatlerde varmışlar. Ev iyice aydınlatılmış ve içerde bir sürü insan varmış. Yaşlı, kibar bir adam kendisine sağaltıcının bir hastayı ziyaret etmek üzere oradan ayrıldığını, o gün geri dönmeyeceğini söylemiş. Adam, sağaltıcının çalışmaları konusunda oldukça bilgi sahibi görünüyormuş ve Florinda onunla rahat rahat konuşabileceğini düşünmüş. Adam oldukça yardımsever davranıyormuş ve ona açılarak kendisinin de bir hasta olduğunu belirtmiş. Hastalığının kendisini onulmaz bir duruma getirdiğini, bu yüzden dünyaya ilgisini yitirdiğini söylemiş. Geç saatlere kadar hoşbeş etmişler. Yaşlı adam öylesine yardımsevermiş ki, sağaltıcı geri dönünceye kadar dinlenebilmesi için Florinda’ya kendi yatağını vermiş.
Sabahleyin Florinda bacağında büyük bir acıyla uyanmış aniden. Bir kadın bacağını oynatıyor, parlak bir tahta parçasını derisinin üzerine bastırıyormuş.
“Sağaltıcı çok güzel bir kadındı,” diye sürdürdü Florinda konuşmasını. “Bacağıma bir göz attı ve başını salladı. “Bunu sana kimin yaptığını biliyorum,” dedi. Bunu yapması için ya ona çok para vermişler, yahut da senin yararsız bir insan olduğuna kanaat getirmiş. Sence bunlardan hangisi doğru?”
Florinda gülmüş. Sağaltıcının ya çılgın, ya da kaba biri olduğunu düşünmüş. Dünyada herhangi birinin onu yararsız biri olarak düşünebileceğine ihtimal vermiyormuş. Duyduğu dayanılmaz acıya rağmen, kadına kendisinin zengin ve değerli bir insan olduğunu, kimsenin oyununa gelmeyeceğini anlatmış.
Florinda, sağaltıcının o anda ona karşını tavrının değiştiğini anımsadı. Ürkmüş görünüyormuş. Ona saygılı bir tavırla “Küçük hanım” diye hitap etmeye başlamış ve odadakileri dışarı çıkarmış. Yalnız kaldıklarında sağaltıcı Florinda’nın göğsünün üzerine oturmuş ve başını geriye, yatağın ucuna doğru itmiş. İtişip kakışmaya başlamışlar. Kadının onu öldüreceğini sanmış. Bağırmaya, hizmetçileri çağırmaya yeltenmiş, ancak sağaltıcı aceleyle başını bir battaniyeyle örterek burnunu tıkamış. Florinda’nın soluğu kesilmiş ve nefes alabilmek için ağzını açmış. Sağaltıcı Florinda’nın göğsüne bastırdıkça ve burnunu tıkadıkça, Florinda ağzını daha da açıyormuş. Sağaltıcının ona ne yaptığını anlayıncaya kadar, sağaltıcının ağzına dayadığı kocaman şişenin içindeki tatsız sıvıyı içmiş bile. Florinda, sağaltıcının bu hareketi çok becerikli bir biçimde yaptığını, başı yatağın kenarından aşağı doğru sarkmasına rağmen içtiği sıvının boğazını tıkamadığını belirtti.
“O sıvıdan o kadar çok içmiştim ki kusacağımı sandım,” diye devam etti Florinda. “Beni yatağın üstünde oturttu ve hiç kırpmadan gözlerini gözlerime dikti. Parmağımı gırtlağıma sokup içtiklerimi çıkartmak istiyordum. Dudaklarımı kanatıncaya kadar beni tokatladı. Bir Kızılderili beni tokatlasın! Dudaklarımı kanatsın! Ne annem ne de babam bana bir fiske bile vurmamışlardı. Şaşkınlığım o denli büyüktü ki, midemde hissettiğim rahatsızlığı unutmuştum.
“Adamlarımı çağırıp beni eve götürmelerini söyledi. Daha sonra bana doğru eğilerek dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve kimsenin duymayacağı biçimde bana fısıldadı. “Dokuz gün içinde geri dönmezsen seni kıçı kırık karı, bir kurbağa gibi şişersin ve Tanrı’ya canını alması için dua edersin.”
Florinda sıvının boğazını ve ses tellerini tahriş ettiğini söyledi. Ama bu öteki sorunların yanında hiç önemli değilmiş. Eve geri döndüğünde Celestino’yu, çılgın gibi, öfke içinde onu bekler bulmuş. Konuşamadığı için Florinda, susup onu izliyormuş yalnızca. Celestino’nun öfkesinin, sağlığına duyduğu ilgiden kaynaklanmadığının ayırdına varmış; onun derdi, servet ve sosyal statü sahibi bir adam olarak kendi kişisel konumuymuş. Nüfuzlu dostlarının gözünde, Kızılderili büyücülerden çare arayan biri durumuna düşmek, onu çileden çıkartıyormuş. Öfke içinde bağırıyor çağırıyor, sağaltıcı kadını askeri karargâha şikayet edeceğini, yakalatacağını, şehre getirtip adamakıllı benzettikten sonra hapse tıktıracağını söylüyormuş. Bunlar kuru sıkı tehditler değilmiş; gerçekten de, askeri komutana kadını yakalamaları için bir devriye göndermeleri konusunda baskı yapmış. Askerler birkaç gün sonra geri dönüp kadının kaçtığını söylemişler.
Hizmetçi kız, geri dönmeyi arzuluyorsa, sağaltıcının onu bekliyor olacağını söyleyerek Florinda’yı rahatlatmış. Boğazındaki yanmanın devam etmesine, katı hiçbir şey yiyemeyecek durumda olmasına, ancak sıvı gıdalarla beslenebilmesine rağmen, Florinda sağaltıcıyı göreceği günü iple çekiyormuş. İlaç, bacağındaki acıyı hafifletmiş.
Celestino’ya niyetinden söz ettiğinde, adam öylesine öfkelenmiş ki, bu saçmalığa bir son vermek üzere yardım toplamış. En güvendiği üç adamıyla birlikte at sırtında Florinda’dan önce yola çıkmış.
Florinda, sağaltıcının evine vardığında, ölüsünü bulabileceğini düşünüyormuş. Ancak içeride Celestino’yu tek başına oturur bulmuş. Adamlarına sağaltıcıyı bulup, icabında zor kullanarak, getirmelerini söyleyerek onları üç ayrı yöne göndermiş. Florinda evde daha önceki ziyaretinde tanıdığı adamı görmüş; adam, kocasını sakinleştirmeğe çalışıyor, adamlarından birinin kısa sürede kadınla birlikte geri döneceği konusunda ona güvence veriyormuş.
Florinda ön verandadaki küçük kulübeye yerleştirildikten hemen sonra, sağaltıcı evin önünde belirmiş. Celestino’ya hakaretler, yakası açılmadık küfürler ediyormuş. En sonunda Celestino öylesine öfkelenmiş ki, dövmek için kadının üzerine yürümüş. Adam onu tutmuş ve vurmaması için yalvarmış. Dizlerinin üzerine çökmüş, onun yalnızca yaşlı bir kadın olduğunu söylüyormuş. Adamın bu davranışı da Celestino’yu yumuşatmamış. Yaşına başına bakmadan onu kamçılayacağını söylüyormuş. Onu yakalamak üzere ileri doğru atılmış, ancak bir anda donup kalmış. Dev gibi altı adam, ellerinde palalarıyla, otların ardından çıkarak yaklaşmışlar. Bu görüntü karşısında Celestino korkudan donmuş, beti benzi atmış. Sağaltıcı yanına yaklaşarak, ya kendisinin kıçını kamçılayacağını ya da yardımcılarının onu parça parça edeceğini söylemiş. Onca azametine, gururuna rağmen Celestino uysal bir tavırla kamçılanmak üzere eğilmiş. Sağaltıcı birkaç saniye içinde onu çaresiz bir adam durumuna getirmiş. Yüzüne bakmış ve gülmüş. Onu kıskıvrak yakaladığını biliyormuş ve yorgunluktan yere yığılmasına göz yummuş. Kendi değeri üzerine şişirilmiş düşünceleriyle kendinden geçen bu ahmağı tuzağına düşürmüş.
Florinda bana baktı ve güldü. Bir süre sessiz kaldı.
İz sürme sanatının birinci ilkesi savaşçıların kendi savaş alanlarını seçmeleridir,” dedi. “Bir savaşçı, çevrenin nasıl olduğunu bilmeden asla savaşa girmez. Kadın sağaltıcı, Celestino’yla mücadelesinde bana iz sürmenin birinci
kuralını gösterdi.
“Sağaltıcı daha sonra uzandığım yere geldi. Ağlıyordum. Yapabildiğim tek şey buydu. Benimle ilgileniyor görünüyordu. Battaniyemi omuzlarıma sarmaladı ve gülerek bana göz kırptı.
“Seninle işimiz bitmedi kıçı kırık karı”, dedi. “Eğer yaşamak istiyorsan en kısa zamanda geri gel. Ancak, efendini yanına alma, seni küçük orospu. Yalnızca çok gerekli insanlarla birlikte gel.”
Florinda’nın bakışları bir an bana takıldı kaldı. Suskunluğunu, benden düşüncemi belirtmemi istiyor biçiminde yorumladım.
“Gereksiz olan her şeyi gözden çıkartmak iz sürme sanatının ikinci kuralıdır,” diye devam etti, bir şey söylememe fırsat vermeden.
Anlattıklarına kendimi öylesine kaptırmıştım ki, sisten
duvarın kaybolduğunu— ya da ne zaman kaybolduğunu— ayrımsayamamıştım. Yalnızca artık onun orada olmadığını fark edebildim. Florinda yerinden kalktı ve beni kapıya kadar geçirdi. İlk buluşmamızda olduğu gibi kapının önünde bir süre konuştuk.
Florinda bana, Celestino’nun öfkesinin sağaltıcıya, onun aklına olmasa bile, bedenine iz sürücülerin ilk üç kuralını açıklamasını da sağladığını belirtti. Zihnini tümüyle kendi üzerinde odaklanmasına rağmen—zira kendisi için duyduğu bedensel acı ve güzelliğini yitirmenin neden olduğu büyük üzüntünün dışında hiçbir şey yokmuş—bedeni, olup biten her şeyi anlamış ve olayları düzeltmesi için basit bir uyarı yeterli olacakmış.
“Savaşçılar kendilerine destek olacak dünyadan yoksundurlar,” diye devam etti. “Bu nedenle kurala sahip olmaları gerekir. Yine de, iz sürücülerin kuralı herkes için geçerlidir.
“Celestino’nun küstahlığı, onun yapmaması, eğitimimin ve özgürlüğümün başlangıç noktası oldu. Kendine verdiği önem—ki bu benim için de geçerliydi, her ikimizi de herkesten üstün olduğumuz duygusuna yönlendirmişti. Sağaltıcı bizi gerçekte olduğumuz noktaya— hiçliğe indirgedi.
“Kuralın birinci ilkesine göre bizleri çevreleyen her şey, anlaşılmaz bir gizemdir. Kuralın ikinci ilkesine göre, bu gizemi çözebilmek için uğraş vermemiz gerekir ancak bunu başarabilme umuduna kapılmamalıyız.
“Üçüncü kurala göreyse, kendisini çevreleyen anlaşılmaz gizemin ve görevinin bunu çözmek olduğunun farkında olan savaşçı, gizemler arasında ait olduğu yeri alır, kendisini de gizemin bir parçası olarak görür. Sonuçta, bir savaşçı için varlığın gizeminin sonu yoktur; bu varlık ister bir çakıl taşı, ister bir karınca, ister kişinin kendisi olsun. İşte bir savaşçının alçak gönüllülüğü burada yatar. Her şey eşittir.”
Uzun bir sessizlik oldu. Florinda gülümsedi ve saçının örgüsüyle oynadı. Yeterince yorulduğumu söyledi.
Florinda’yı üçüncü ziyaretimde, don Juan kapıda yanımdan ayrılmadı ve benimle birlikte içeri girdi. Topluluğunun tüm üyeleri evde toplanmışlardı, sanki uzun bir yolculuktan geri dönmüşüm gibi beni selamladılar. Bu çok hoş bir olaydı; Florinda ilk kez benim yanımda onlara katılıyordu.
Florinda’nın evine bir sonraki gidişimde, don Juan, daha önce de yaptığı gibi beni birdenbire içeri doğru itiverdi. Şaşkınlığım çok büyük oldu. Florinda holde beni bekliyordu. Bir anda sisten duvarın görünür olduğu duruma girmiştim.
Salondaki koltuğa oturur oturmaz “İz sürme sanatının ilkelerinin bana nasıl gösterildiğini sana anlatmıştım,” diye başladı konuşmasına. “Şimdi, aynı şeyi senden bekliyorum. Nagual Juan Matus bu ilkeleri sana nasıl gösterdi?”
Bunları hemen anımsayamayacağımı söyledim. Düşünmem gerekiyordu, oysa düşünemiyordum. Bedenim ürkmüştü.
“Olayları karmaşıklaştırma,” dedi emreden bir sesle. “Yalın olmaya çalış. Düşünmen gereken bir savaşa girip giremeyeceğindir, zira tüm savaşlar birinin yaşamına mal olur. Bu, iz sürme sanatının üçüncü kuralıdır. Bir savaşçı, en son hamlesini burada ve şimdi yapacağını bilmeli, buna hazır olmalıdır. Ancak bu, aceleyle, gelişigüzel yapılacak bir şey değildir.
Düşüncelerimi bir türlü toparlayamıyordum. Ayaklarımı uzattım ve koltuğa uzandım. Düğümlendiği hissine kapıldığım bedenimin orta bölgesini rahatlatabilmek üzere derin derin nefes aldım.
"İyi," dedi Florinda. Görüyorum ki iz sürme sanatının dördüncü ilkesini uyguluyorsun. Rahatla, kendini bırak, hiç bir şeyden korkma. Bizi yönlendiren güçler ancak bu şekilde yolumuzu açarlar ve bize yardımcı olurlar. Ancak bu şekilde.”
Don Juan’ın bana iz sürme sanatının ilkelerini nasıl gösterdiğini anımsamaya çalıştım. Niyeyse zihnim geçmiş deneyimler üzerinde odaklanmayı reddediyordu. Don Juan, son derece silik bir anı olarak kalmıştı. Ayağa kalktım ve çevreme bakındım.

Cvp: 14. Florinda

Bulunduğumuz oda, son derece zevkli bir biçimde döşenmişti. Zemin, geniş, devetüyü renkli seramiklerle kaplıydı; yerleştiriliş tarzında ince bir zevk seziliyordu. Mobilyaları incelemek niyetindeydim. Koyu kahverengi çok güzel bir masaya doğru ilerledim. Florinda yerinden sıçrayarak yanıma geldi ve şiddetle beni sarstı.
İz sürme sanatının beşinci kuralını doğru biçimde uyguladın,” dedi. “Dikkatinin dağılmasına izin verme.”.
“Beşinci ilke nedir?” diye sordum.
“Baş edemeyecekleri durumlarla karşılaştıklarında savaşçılar bir an için geri çekilirler,” dedi. “Zihinlerini rahatlatırlar. Zamanlarını başka bir şeyle uğraşarak geçirirler. Herhangi bir uğraş olabilir bu.
“Sen de tam olarak bunu yaptın. Ancak, bunu başardığına göre, altıncı ilkeyi uygulaman gerekiyor: Savaşçılar zamanı iyi değerlendirirler; bir anın bile değeri vardır. Yaşamın için verdiğin savaşta, bir saniye sonsuzluktur. Savaşçıların amaçladıkları başarıdır ve bu yüzden zamanlarını iyi kullanmak zorundadırlar. Savaşçılar bir anı bile harcamazlar.
Birdenbire bilincime anılar üşüşmeye başladı. Heyecan içinde, Florinda’ya don Juan’ın beni bu ilkelerle ilk kez tanıştırdığı zamanı anımsadığımı söyledim. Florinda, sessiz olmamı istiyormuş gibi parmaklarını dudaklarına götürdü. Beni yalnızca ilkelerle yüzyüze getirmek istediğini, ancak bu deneyimleri ona anlatmamı istemediğini söyledi.
Florinda öyküsünü sürdürdü. Sağaltıcının yanına, kendisine Celestino’yu almadan gelmesini söylediği için, yalnız gelmiş. Sağaltıcı ona, acısını şıp diye kesen bir karışım içirmiş, kulağına kendisinin, yani Florinda’nın tek başına büyük bir karar almasının gerekeceğini, bu arada başka bir işle uğraşarak zihnini dinlendirebileceğini, ancak, kararını bir kez verdikten sonra bir anını bile boşa geçirmemesi gerekeceğini söylemiş.
Florinda eve vardığında, geri dönmek istediğini belirtmiş. Bu konuda o denli kararlı görünüyormuş ki, Celestino ona itiraz etmenin hiçbir yararı olmayacağını anlamış.
“Hiç vakit kaybetmeden sağaltıcıyı görmeye gittim,” diye devam etti Florinda. “Bu kez at sırtında gidiyorduk. Yanıma en güvendiğim hizmetkârlarımı, bana zehiri veren kızı ve atlarla uğraşmak üzere bir erkek hizmetçi almıştım. Dağları aşarken oldukça zorlandık; atlar ayağımın kötü kokusundan huysuzlandılar; ancak yine de dağları aşmayı başardık. Farkında olmadan, iz sürme sanatının üçüncü ilkesinden yararlanmıştım. Yaşamımı, ya da yaşamımdan arta kalanları, o yola koymuştum. Ölüme hazırdım ve istekliydim. Bu benim için çok zor bir karar olmamıştı. Zaten ölüyordum. Benim durumumda olduğu gibi, kişi büyük bir acı değil, ancak büyük bir rahatsızlık içinde ve yarı ölü bir durumdaysa, genelde öylesine tembelleşir ve kendini öylesine zayıf hisseder ki, parmağını kımıldatması bile olanaksızlaşır.
“Sağaltıcının evinde altı gün kaldım. Daha ikinci günde kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Şişkinlik inmiş, akıntı durmuştu. Artık acı duymuyordum. Yalnızca biraz güçsüzdüm ve yürürken dizlerim titriyordu.
“Altıncı gün, sağaltıcı beni odasına götürdü. Bana son derece kibar davranıyor ve büyük ilgi gösteriyordu. Beni yatağın üzerine oturttu ve kahve ikram etti. Yerde, ayaklarımın dibinde oturdu, yüzüme baktı. Tam olarak neler söylediğini anımsamıyorum.
“Çok hastasın ve seni ancak ben sağaltabilirim,” diyordu. “Eğer bunu yapmazsam, ölümün korkunç olacak. Senin gibi bir enayiye yakışacak türden acı son. Aslında, istesen seni bir günde iyileştirebilirim, ancak bunu yapmayacağım. Sana ne anlatmak istediğimi anlayıncaya kadar buraya gelmeye devam edeceksin. Ancak o zaman tam anlamıyla iyileşebilirsin; aksi takdirde, bu geri zekalı halinle buraya bir daha hiç geri dönmeyeceksin.”
Florinda, sağaltıcının ona yardım etmek için yapacaklarını en ufak ayrıntısına kadar anlattığını söyledi. Florinda, onun anlattıklarından tek bir söz anlamamıştı. Açıklamalarından, sağaltıcının biraz çatlak olduğuna iyice inanmaya başlamıştı.
Anlattıklarını Florinda’nın anlamadığını gördüğünde, sağaltıcı daha da sertleşmiş ve sanki Florinda bir çocukmuş gibi kendisinden, o olmadan yaşamının sona ereceğini, istediği an uyguladığı sağaltımı sona erdirerek onu umutsuzca ölüme terk edebileceğini defalarca tekrar etmesini istemişti. En sonunda, Florinda yalvararak kendisinden sağaltıma son verip onu evine ve ailesine geri göndermesini istediğinde kadının sabrı taşmış; ilaç şişesini tuttuğu gibi yere fırlatmış ve Florinda’ya artık ona tahammülünün kalmadığını söylemiş.
Florinda, bunun üzerinde ağlamaya başlamış— yaşamının ilk ve tek gerçek gözyaşlarıymış bunlar. Sağaltıcıya, tek isteğinin iyileşmek olduğunu ve bunun bedelini ödemeye çoktan hazır olduğunu söylemiş. Kadın, parasal ödeme için artık çok geç olduğunu, Florinda’dan, parasını değil, dikkatini istediğini belirtmiş.
Florinda bana, yaşamı boyunca arzu ettiği her şeyi elde etmesini öğrenmiş olduğunu itiraf etti. Nasıl inatçı olunacağını biliyormuş. Kadına, tıpkı onun gibi yarı ölü durumda sağaltım için gelen binlerce hastasının olması gerektiğini ve hiç şüphesiz sağaltıcının onların paralarını aldığını söylemiş—öyleyse nasıl oluyordu da ona diğerlerinden farklı davranıyordu? Her ne kadar Florinda için pek açıklayıcı olmasa da sağaltıcının yanıtı şöyleymiş: bir görücü olarak, Florinda’nın saydam bedenini görmüş ve sağaltıcıyla Florinda birbirlerine tıpatıp benziyorlarmış. Florinda, kadının aralarındaki büyük farkı görememesi için deli olması gerektiğini düşünmüş. Sağaltıcı, kaba saba, eğitimsiz ve ilkel bir Kızılderili, Florinda’ysa zengin, güzel, üstelik beyaz.
Florinda kadına, kendisine ne yapmayı düşündüğünü sormuş. Sağaltıcı, onu iyileştirmek ve daha sonra da son derece önemli bir şeyi öğretmek üzere görevlendirildiğini belirtmiş. Florinda, ona bu görevi verenin kim olduğunu öğrenmek istemiş. Kadın, bunun Kartal olduğunu açıklamış. Bu yanıt üzerine Florinda, kadının kaçık olduğundan iyice emin olmuş. Yine de Florinda, kadının isteklerine boyun eğmekten başka bir seçeneğinin bulunmadığına inanıyormuş. Ona, her şeyi yapmaya hazır olduğunu söylemiş.
Kadın birdenbire hırçın tavrını değiştirmiş. Yanında götürmesi için ona bir ilaç vermiş ve en kısa zamanda geri gelmesini istemiş.
“Senin de bildiğin gibi,” diye sürdürdü Florinda konuşmasını, “bir öğretmen çömezine çeşitli oyunlar oynamalıdır. O da bu oyunları sağaltımım aracılığıyla oynuyordu. Haklıydı. Öylesine budala biriydim ki, beni hemen sağaltmış olsaydı, hiçbir şey olmamış gibi o budala yaşamıma geri dönerdim. Hepimiz böyle yapmaz mıyız?”
Florinda, ertesi hafta geri dönmüş. Oraya vardığında, onu daha önce tanıştığı yaşlı adam karşılamış. Adam kendisiyle son derece dostane bir tavırla konuşuyormuş. Ona sağaltıcının birkaç gündür orada olmadığını ve daha birkaç gün geri dönmeyeceğini, kendisine, eğer gelirse Florinda’ya verilmek üzere bir ilaç bıraktığını söylemiş. Adam dostça, ancak buyurgan bir tavırla Florinda’ya sağaltıcının orada olmamasının kendisini iki seçenekle karşı karşıya bııatığını açıklamış: ya eve dönecekmiş ki, geçirdiği zorlu yolculuktan sonra eve dönüşü onu olasılıkla şu anda olduğundan daha kötü bir durumda bırakacakmış; ya da, sağaltıcının dikkatle belirlemiş olduğu yönergeleri izleyecekmiş. Adam, Florinda’nın orada kalarak sağaltımının derhal başlamasına karar vermesi durumunda, üç dört aylık bir süre içinde turp gibi olacağını söylüyormuş. Tek bir koşul varmış: kalmaya karar verecek olursa, sekiz gün boyunca sağaltıcının evinde kalacakmış ve zorunlu olarak, hizmetkârlarını geri gönderecekmiş.
Florinda, karar verecek durumda olmadığını söyledi— orada kalmaktan başka şansı yokmuş. Yaşlı adam ona hemen sağaltıcının kendisi için bırakmış olduğu karışımı vermiş. Adam, gece geç saatlere kadar Florinda’nın yanında kalmış. Oldukça güvenilir bir insan izlenimi uyandırıyormuş ve rahat konuşmaları Florinda’nın neşesini yerine getiriyormuş.
İki hizmetkâr, ertesi sabah kahvaltıdan sonra oradan ayrılmışlar. Florinda en ufak bir korku bile duymuyormuş. Yaşlı adama karşı içten bir güven besliyormuş. Adam ona, sağaltıcının yönergeleri uyarınca sağaltımı için bir kutu yapmak zorunda olduğunu söylemiş. Florinda’yı kuru, dairevi bir alanın ortasına yerleştirdiği alçak bir iskemleye oturtmuş. Florinda oturduktan sonra, yaşlı adam onu, yardımcıları olduğunu söylediği, üç genç adamla tanıştırmış. Adamların ikisi Kızılderili, üçüncüsü ise beyazmış.
Dört adamın Florinda’nın oturduğu iskemlenin çevresinde bir kutu inşa etmeleri bir saat bile sürmemiş. İşleri bittiğinde Florinda, rahat edebileceği, tepesinde kafesli bir havalandırma deliği bulunan bir sandığın içinde kapalı kalmış. Kapı işlevini görmesi için kutunun bir kenarı menteşelenmiş.
Yaşlı adam kapıyı açarak Florinda’nın sandıktan dışarı çıkmasına yardım etmiş. Onu eve götürmüş ve sağaltıcı geri döndüğünde hazır olması için ilacını hazırlamasında kendisine yardımcı olmasını istemiş.
Florinda, yaşlı adamın çalışma yöntemine hayran olmuş. Adam, keskin kokulu birtakım bitkilerden bir iksir yapmış ve içi sıcak bir sıvı dolu bir kova hazırlamış. Rahat etmesi için ayağını kovanın içine daldırabileceğini, ya da etkisini yitirmeden onun için hazırlamış olduğu iksiri içebileceğini söylemiş. Florinda, hiç soru sormadan onun söylediklerini yapmış. Duyduğu rahatlık olağanüstüymüş.
Yaşlı adam daha sonra ona bir oda vermiş ve genç adamlardan sandığı odaya götürmelerini istemiş. Florinda’ya sağaltıcının geri dönmesinin günler sürebileceğini; bu arada kendisinin onun içi bırakılan tüm yönergeleri büyük bir titizlik içinde uygulaması gerekeceğini belirtmiş. Florinda söylenenleri kabul ettiğini bildirmiş; bunun üzerine yaşlı adam Florinda’ya yerine getirmesi gereken bir dizi görev sıralamış. Bu görevler arasında, iksirleri için gerekli olan tıbbi bitkilerin toplanması için dışarıda yapılacak yürüyüşler, bu iksirlerin yapımında yaşlı adama yardımcı olması da yer alıyormuş.
Florinda, bastıran sağanak yağmurlar yüzünden orada sekiz gün yerine on iki gün geçirdiği söyledi. Florinda’nın kadının aslında oradan hiç ayrılmadığını, gerçek sağaltıcının yaşlı adam olduğunu anlaması onuncu günde gerçekleşmiş.
Florinda, o anda yaşadığı şoku anımsadığında gülümsedi. Yaşlı adam ona bir oyun oynayarak kendi sağaltımına onun da etkin bir biçimde katılmasını sağlamış. Ayrıca, sağaltıcının isteklerine uymak bahanesiyle “özetleme” adı verilen özel bir görevi yerine getirmek üzere, onu her gün en az altı saat, sandığın içinde tutmuş.
Öyküsünün bu bölümünde, Florinda beni dikkatle inceledi ve bu kadarının yeterli olduğunu, artık gitme vaktimin geldiğini söyledi.
Florinda, bir sonraki toplantımızda bana, o günden sonra yaşlı adamın onun velinimeti olduğunu ve kendisinin, velinimetinin topluluğundaki kadınların Nagual Juan Matus için buldukları ilk iz sürücü olduğunu anlattı. Ancak o zamanlar kendisi bundan tümüyle habersizmiş. Velinimetinin onu farklı bir bilinç düzlemine aktarıp, gerçeği ona açtığında bile bu hiçbir işe yaramamış. O, güzel olduğu inancıyla yetişmiş ve bu inanç onun etrafında öylesine aşılamaz bir kalkan oluşturmuş ki, değişimler onu hiç etkilemiyormuş.
Velinimeti, onun zamana gereksinimi olduğu sonucuna varmış. Celestino’yu Florinda’nın savaş alanına doğru çekmek üzere bir plan tasarlamış. Celestino’nun kişiliği hakkında kendisinin de doğru olduğunu bildiği, ancak kabullenmeye cesaret edemediği bazı gerçekleri ona göstermiş. Celestino, elinde bulunan her şey üzerinde büyük bir mülkiyet duygusuna sahipmiş; kişisel serveti ve Florinda da, sahip olduğu varlıklar arasında en değerlileriymiş. Sağaltıcının karşısında küçük duruma düştüğünde razı olduğunda Florinda’nın hastalağı değilmiş ona bunu yaptıran. O sırada o, öcünü alabilmek için uygun anı kollamaktaymış.
Florinda’nın belirttiğine göre velinimeti ona esas tehlikenin, sağaltımının çok kısa sürmesi ve evin tek hâkimi olan Celestino’nun, Florinda’nın sağaltıcıyı ziyaret etmesine gerek kalmadığına karar vermesi olacağını söylemiş.
Daha sonra velinimeti ona diğer bacağına sürmesi için bir karışım vermiş. Merhem son derece yakıcıymış ve cildini hastalığın yayılmasını andıran bir biçimde tahriş etmiş. Velinimeti ona, sağaltıma gereksinim duymadığı zamanlarda bile kendisini görmek istediğinde bu merhemden sürmesini tavsiye etmiş.
Florinda, sağaltımın bir yıl sürdüğünü belirtti. Bu süre boyunca, velinimeti onu kuralla tanıştırmış ve tıpkı bir asker gibi, iz sürme konusunda eğitmiş, iz sürme ilkelerini, gündelik yaşamındaki edimleri; en başta basit edimlermiş; daha sonra giderek yaşamının belli başlı konuları üzerine uygulamasını istemiş.
Aynı yıl içinde, velinimeti onu Nagual Juan Matus’la tanıştırmış. Florinda onu, çok zeki ve düşünceli, ancak yine de, o güne değin tanımış olduğu en ele avuca sığmaz, en ürkütücü genç adam şeklinde tanımlıyordu. Söylediğine göre Celestino’dan kurtulmasında kendisine yardımcı olan, Nagual Juan Matus’muş. O ve Nagual Juan Matus Florinda’yı polisten ve yollarda barikat kuran askerlerden kaçırarak gizlice şehir dışına çıkartmışlar. Celestino, Florinda’nın kaçması üzerine polise haber vermiş ve nüfuzlu bir adam olarak, Florinda’nın kendisini terk etmemesi için tüm olanakları seferber etmiş.
Velinimeti bu yüzden Meksika’nın başka bir bölgesine kaçmış, kendisi de yıllarca onun evinde gizlenmek zorunda kalmış; aslında böyle bir durum Florinda için oldukça uygunmuş, zira özetleme görevini yerine getirmesi gerekiyormuş ve bunun için de mutlak yalnızlığa ve sessizliğe gereksinimi varmış.
Florinda bana, rüya gören beden nasıl rüya görücülerin hüneriyse, özetlemenin de iz sürücülerin hüneri olduğunu söyledi. Özetleme kişinin kendi yaşamını en önemli ayrıntılarına değin anımsayışından oluşuyormuş. Bu amaçla velinimeti ona bir simge olarak bir sandık bırakmış. Sandık, onun dikkatini yoğunlaştırmasına yardımcı olacakmış; zira tüm yaşamı gözlerinden akıp gidinceye değin, yıllarca o taburenin üzerinde oturması gerekecekmiş. Ayrıca sandık, kişiliğimizin dar sınırlarının bir simgesiymiş. Velinimeti Florinda’ya, özetleme görevini yerine getirir getirmez, artık kendi kişiliğinin dar sınırlamalarına katlanmak zorunda olmadığını simgeleştirmek üzere sandığı kırmasını söylemiş.
Anlattığına göre iz sürücüler yaşamlarının her anını salt anımsamanın ötesinde yeniden yaşayabilmek için kasalar ya da topraktan yapılmış tabutlar kullanırlarmış. İz sürücülerin yaşamlarını böylesine ayrıntılı bir biçimde özetlemek zorunda olmalarının nedeni şuymuş: Kartal’ın insana armağanı, onun gerçek bir bilinç yerine, gerçeğin kusursuz bir kopyası olması koşuluyla ikame bir bilinci de kabul etmek konusundaki istekliliğini de kapsarmış. Bilinç Kartal’ın gıdası olduğuna göre, Kartal’ı, gerçek bilincin yerine kusursuz bir özetleme de hoşnut edebilirmiş.
Florinda daha sonra bana özetlemenin temel ilkelerin anlattı. Birinci aşama, yaşamımızdaki tüm olayların, incelemeye açık bir biçimde kısaca serimlenmesinden oluşuyordu.
İkinci aşamada, daha ayrıntılı bir anımsayış söz konusuydu; bu aşama, dizgesel olarak iz sürücünün kasanın içine girip oturmasından bir önceki andan itibaren başayabilir, kuramsal olarak doğuş anına değin inebilirmiş.
Kusursuz bir özetleme, bir savaşçıyı rüya gören bedenin üzerindeki kontrolü kadar—en az—değiştirebilir. Bu açıdan, rüya görme ve iz sürme aynı sonuca, üçüncü dikkate girişe varır. Bununla birlikte, bir savaşçının her ikisini de hem bilmesi, hem de uygulaması gerekir. Florinda kadınlar için, saydam beden içinde bunlardan birinin diğeri üzerinde başatlık kazanmasının farklı bilinç düzenlemeleri gerektirdiğini söyledi. Öte yandan erkekler her ikisini de kolaylıkla yapabilmelerine karşın, kadınların bu sanatlarda ulaşabildikleri beceri düzeyine ulaşmaları oldukça güçtür.
Özetlemede anahtar unsur, Florinda’ya göre, nefes almaktı. Nefes almak onun için büyülü bir şeydi; çünkü yaşam kaynağıydı. Söylediğine göre, kişi bedeninde uyarılan alanları azaltabilirse, anımsama daha kolay bir biçimde gerçekleşebilirmiş. Sandığın kullanılma amacı da buymuş; böylelikle, nefes alıp verme yoluyla kişi anılarının içinde giderek derinliklere ulaşabilirmiş. Kuramsal olarak iz sürücüler yaşamlarında deneyimlemiş oldukları her duyguyu anımsamak zorundalarmış ve bu süreç aldıkları ilk nefesle başlıyormuş. Bu noktada beni uyararak, anlattıklarının yalnızca bir giriş olduğunu, daha sonra, farklı bir uzamda bana iz sürmenin karışık yönlerini anlatacağını belirtti.
Florinda, velinimetinin kendisine yeniden yaşanması gereken olguları birer birer yazmasını öğütlediğini söylemişti. Velinimetinin belirttiğine göre yöntem, ilk alınan nefesle birlikte başlarmış. Iz sürücüler bu sürece, çeneleri sağ omuzlarının üzerinde başlarlar ve başlarını yüz seksen derecelik bir kavis yapacak biçimde çevirirken, yavaşça nefes alırlar. Nefes alma, sol omuza varıldığında sona erer. Soluk alma edimi sona erdiğinde, baş gevşek bir konuma getirilir. Daha sonra bakışları ileriye dönük olarak nefes verirler.
Daha sonra, iz sürücüler, listesinin en başında yer alan olayı ele alırlar ve bu olay içinde hissedilen duyguların tümü anımsanıncaya değin, o olayla birlikte olurlar. İz sürücüler, anımsadıkları olay her ne ise, ayırdına vardıkları duyguyu anımsadıklarında, yavaşça nefes alarak, başlarını sağ omuzlarından sol omuzlarına doğru çevirirler. Bu soluklanma edimi, enerjinin yeniden kazanılması amacını taşır. Florinda’nın savına göre, saydam beden sürekli biçimde örümcek ağına benzeyen iplikçikler üretir ve her türlü duygu tarafından sevk edilen bu iplikçikler parıltılı kütleden dışarı yansır. Böylelikle, her etkileşim ya da duyguların devreye girdiği her durum, bir gizilgüç ile saydam bedenin içine akar. Iz sürücüler, sağdan sola doğru nefes alarak ve aynı anda bir duyguyu anımsayarak, nefes almanın büyüsüyle, geride bırakmış oldukları iplikçikleri toplarlar. Sonra soldan sağa doğru soluk verilir. Böylelikle iz sürücüler anımsanan olayda var olan diğer parıltılı bedenler tarafından bırakılan iplikçikleri dışarı fırlatırlar.
Florinda’nın buraya değin anlattıkları iz sürme sanatının zorunlu önedimlerimiş ve topluluğunun tüm bireyleri bu sanatın daha zorlu uygulamalarına bir giriş olarak bu edimleri deneyimlermiş. İz sürücüler, özellikle başkalarının bıraktıkları iplikçikleri dışarı atmak üzere, dünyada bırakmış oldukları iplikçikleri yeniden ele geçirebilmek için bu önedimleri uygulamadıkça, kontrollü çılgınlıkla baş edebilmeleri olanaksızdır, zira bu yabancı iplikçikler kişinin, kendine verdiği önem konusundaki sınırsız kapasitenin de temelini oluşturur. Kontrollü çılgınlık başkalarını kandırmanın, onları cezalandırmanın, veya onlar karşısında üstünlük elde etmenin bir yolu olmadığına göre, onu uygulayabilmek için kişinin kendi kendine gülebilmesi gerekir. Florinda, ayrıntılı bir özetleme ediminin sağladığı sonuçlardan birinin de, kişinin insanlarla ilişkilerin özünde yer alan kendi kendine hayranlığın bunaltıcı tekrarı karşısında gülebilme olduğunu söyledi.

Cvp: 14. Florinda

Kural iz sürme ve rüya görmeyi birer sanat olarak tanımlıyormuş; bu nedenle bunlar uygulamalı edimlermiş. Nefesin hayat veren mahiyeti, aynı zamanda kişiye temizleme kapasitesini de kazandırırmış. Özetlemeyi uygulamalı bir konu durumuna getiren de, bu kapasiteymiş.
Bir sonraki buluşmamızda Florinda, son dakika yönergeleri adını verdiği öğretilerini özetledi. Nagual Juan Matus ve savaşçı topluluğu, artık gündelik yaşamla uğraşmak zorunda kalmadığım yolunda bir ortak yargıya vardıklarına göre, bana öğretilenin iz sürme sanatı değil, rüya görme sanatıymış. Bu yargının kökten bir değişime uğradığını ve kendilerini kötü bir duruma düşürdüğünü belirtti; bana iz sürme sanatını öğretmeye vakitleri kalmamıştı. Oysa kendisinin daha sonra, hazır olduğumda görevini yerine getirmek üzere, üçüncü dikkatin dış çevresinde kalması gerekiyordu. Öte yandan, onlarla birlikte bu dünyadan ayrılacak olursam, bu sorumluluktan kurtulacaktı.
Florinda, velinimetinin bir savaşçının en başta gelen görevleri olarak iz sürmenin üç temel tekniği üzerinde durduğunu söyledi. Bunlar, sırasıyla sandık, özetlenecek olayların listesi ve iz sürücünün nefesidir. Velinimeti, derinlikli bir özetlemenin, insan biçiminin yitirilmesi için en uygun yöntem olduğunu düşünüyormuş. Bu nedenle yaşamlarını özetledikten sonra, örneğin kişisel geçmişin silinmesi, kendi kendine verilen önemin yitirilmesi, rutin alışkanlıkların kırılması gibi edimlerden yararlanmak iz sürücüler için daha kolay olurmuş.
Florinda velinimetinin, önce öncülleri anlatarak, daha sonra da savaşçıların eylemlerinin altında yatan gerekçeleri belirterek ne demek istediğini açıklamak üzere tüm çömezlerine örnekler verdiğini söyledi. Velinimeti, iz sürme sanatının bir üstadı olduğu için, Florinda’nın hastalığından ve sağaltımından bir manevra olarak yararlanmış; bu uygulama, yalnızca bir savaşçının yöntemine uyum sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda iz sürme sanatının yedi temel ilkesine de ustaca bir giriş oluşturuyormuş. Önce Florinda’yı kendi savaş alanına çekmiş, Florinda burada onun elindeymiş ve çaresizmiş; ondan gerekli olmayan şeyleri elinden çıkartmasını istemiş; ona vereceği bir kararla yaşamını belli bir amaca göre yönlendirmesini öğretmiş; nasıl gevşeneceğini öğretmiş; kendi becerilerini yeniden düzenleme konusunda ona yardımcı olabilmek üzere ona farklı ve o güne değin deneyimlememiş olduğu bir iyimserlik ve öz güven duyumu kazandırmış; ona zamanı özetlemeyi öğretmiş; ve son olarak da ona, bir iz sürücünün hiçbir zaman kendisini ön plana çıkarmadığını göstermiş.
Florinda’yı özellikle bu son ilke etkilemiş. Ona göre bu ilke, son dakika yönergeleri ile bana anlatmak istediği her şeyi özetliyormuş.
“Velinimetim liderdi,” dedi Florinda. “Ancak, ona baktığında hiç kimse onun bir lider olabileceğine inanamazdı. Her zaman kadın savaşçılardan birini ön plana çıkarır, bu arada kendisi, onlardan biriymiş gibi hastaların arasına karışır ya da kendisini elinde bir çalı süpürgesi, sürekli olarak yerdeki kuru yaprakları süpüren yaşlı bir bunak gibi gösterirdi.”
Florinda, kişinin iz sürme sanatının yedinci ilkesini uygulayabilmesi için, diğer altı ilkeyi de uygulaması gerektiğini belirtti. Bu nedenle velinimeti her zaman, perde arkasından onları izlermiş. Bu sayede çatışmaları engelleyebiliyor ya da geçiştirebiliyormuş. Ona saldıran olmaz, tepkiler hep diğerlerine yönelirmiş.
“Umarım artık ayrımına varmışındır,” diye devam etti, “ancak üstad bir iz sürücü, kontrollü çılgınlık konusunda ustalaşabilir. Kontrollü çılgınlık insanları kandırmak değildir. Velinimetimin de açıkladığı gibi kontrollü çılgınlık savaşçıların iz sürme sanatının yedi temel ilkesini, en küçük ve önemsiz eylemlerden ölüm kalım durumlarına kadar her yaptıklarına uygulamaları anlamına gelmektedir.
“Bu ilkelerin uygulanışı üç sonuç ortaya çıkarır. Birincisi, iz sürücüler kendilerini hiçbir zaman ciddiye almamayı öğrenmişlerdir; kendi kendileri ile dalga geçebilirler. Kişi ancak kendisiyle dalga geçmekten çekinmiyorsa başkalarıyla da dalga geçebilir. İkincisi, iz sürücüler sonsuz bir sabıra sahip olmasını öğrenmişlerdir. İz sürücüler asla acele etmezler; asla sinirlenmezler. Üçüncüsü de, iz sürücülerin doğaçlama konusunda sonsuz bir yetenekleri bulunmaktadır.”
Florinda ayağa kalktı. Her zaman olduğu gibi onun oturma odasındaydık. Yönergelerin sona erdiğini söyleyeceğini sandım. Ayrılmadan bana belirtmek istediği son bir konunun daha bulunduğunu söyledi. Beni evin içinde yer alan başka avluya götürdü. Evinin bu bölümünü daha önce hiç görmemiştim. Alçak sesle birisine seslendi ve bir odadan bir kadın çıkıp yanımıza geldi. Onu önce tanıyamadım. Kadın bana adımla seslenince, onun doña Soledad olduğunu ayrımsadım. Şaşırıcı bir biçimde değişmişti. Daha genç ve daha güçlü görünüyordu.
Florinda Soledad’ın beş yıl boyunca bir sandığın içinde özetleme görevini yerine getirdiğini ve Kartal’ın, özetlemesini gerçek bilincinin ikamesi olarak kabul ederek onu serbest bıraktığını söyledi. Doña Soledad söylenenleri onaylar biçimde başını salladı. Florinda birdenbire lafımızı kesti ve bana gitmem gerektiğini, zira artık enerjimin tükendiğini söyledi.
O günden sonra birçok kez Florinda’nın evine gittim. Her gidişimde onu görüyordum, ancak bu çok kısa süreler içindi. Bana artık öğretilerini anlatmamaya karar verdiğini, bundan böyle yalnızca doña Soledad ile birlikte olmamın benim için daha yararlı olacağını söyledi.
Doña Soledad ile birkaç kez buluştuk, ancak bu buluşmalarımızda olup bitenleri hiçbir zaman anlayamadım. Birlikte olduğumuz her buluşmamızda beni odasının doğuya bakan kapısının önüne oturtuyordu. Kendisi de sağ yanıma oturarak bana dokunuyordu; daha sonra sisten duvarın dönmesini durduruyorduk ve her ikimiz de yüzlerimiz güneye, odasına doğru yönelmiş biçimde duruyorduk.
Duvarın dönüşünün nasıl durdurulacağını la Gorda’yla birlikte öğrenmiştim; öyle görünüyordu ki doña Soledad, bu algısal yeteneğin farklı bir yönünün ayırdına varabilmem için bana yardımcı olmaya çalışıyordu. La Gorda’yla birlikte, doğru bir biçimde ancak bir bölümümüzün duvarı durdurabildiğini ayrımsamıştım. Bu bende sanki, birdenbire ikiye bölünmüşüm gibi bir duygu yaratıyordu. Toplam benliğimin bir bölümü doğrudan doğruya öne doğru bakıyor, sağ yanıma doğru hareketsiz bir duvar görüyordu, öte yandan, toplam benliğimin daha büyük diğer bölümü sağa doğru doksan derece dönüyordu ve duvara bakıyordu.
Doña Soledad’la birlikte duvarı her durduruşumuzda ona bakmakla yetiniyorduk. Hiçbir zaman Nagual kadın, la Gorda ve benim daha önce bir çok kez yapmış olduğumuz gibi paralel çizgiler arasındaki alana girmedik. Doña Soledad her seferinde bana gözlerimi, sanki yansıtıcı bir cammış gibi sis üzerinde sabitleştirmemi söylüyordu. Daha sonra o güne değin karşılaştığım en ayrıntılı çözülmeyi deneyimliyordum. Sanki akıllara durgunluk veren bir sürat yarışındaydım. Sis tabakasının içinde gözümün önünde manzara parçaları oluşuyordu ve birdenbire farklı bir gerçekliğin içine giriyordum; bu, engebeli ve insan yaşamına uygun olmayan sarp, dağlık bir alandı. Doña Soledad, yanında bana kahkahalarla gülen güzel bir kadınla birlikte hep oradaydı.
O noktadan sonra olanlar konusunda anımsayabildiklerim, Nagual kadın, la Gorda ve benim paralel çizgilerin arasındaki alanda yaptıklarımız hakkında anımsayabildiklerimden bile daha azdı. Öyle görülüyordu ki, doña Soledad ile birlikte, benim bilmediğim bir başka bilinç düzlemine geçmiştik. Olabildiğince keskin bir bilinç düzlemindeydim, ancak bundan daha da keskin bir başka düzlem daha bulunuyordu. Doña Soledad’ın bana açıkça göstermeğe çalıştığı ikinci dikkatin bu bölümü, o ana değin deneyimlemiş olduğum her şeyden daha karmaşık ve daha ulaşılmazdı. Tek anımsayabildiğim, oldukça fazla hareket etmiş olmanın üzerimde bıraktığı yorgunluk duyumuydu, millerce yol yürümenin, ya da engebeli dağ yollarında dolaşmanın kişide yarattığı yorgunluğa benzeyen bir duyguydu bu. Ayrıca, nedenini anlayamasam da, doña Soledad’ın, o kadının ve benim birbirimizle konuştuğumuzdan, duygularımızı ve düşüncelerimizi anlattığımızdan emindim; ancak bunların ayırdına varamıyordum.
Doña Soledad ile her buluşmamızdan kısa bir süre sonra, Floıinda beni hemen dışarı çıkarıyordu. Doña Soledad bana çok az şey açıklıyordu. Öyle hissediyordum ki, böylesine yüksek bir bilinç düzleminde bulunmak onu yoruyor, bu nedenle de konuşma gücünü yitiriyordu. O dağlık bölgede, güzel kadının yanısıra nefesimizi kesen bir şey görüyorduk, ya da bir şey yapıyorduk. Dona Soledad, denemesine rağmen hiçbir şey anımsayamıyordu.
Florinda’dan, doña Soledad'la birlikte yaptığım yolculukların mahiyetini öğrenmek istedim. Son dakika yönergelerinin bir bölümünü, benim iz sürücülerin yaptığı biçimde ikinci dikkate girmemin sağlanmasının oluşturduğunu, iz sürücünün boyutuna geçişimde doña Soledad’ın benim için ondan daha iyi bir kılavuz olduğunu söyledi.
Son buluşmamız olduğuna inandığımız karşılaşmamızda Florinda, yönergelerinin başlangıcında olduğu gibi, beni holde bekliyordu. Elimden tuttu ve beni oturma odasına getirdi. Birlikte oturduk. Doña Soledad'la yaptığımız yolculukların altında herhangi bir anlam aramamam konusunda beni uyardı. İz sürücülerin, dünyaya bakışları yüzünden rüya görücülerden farklı olduklarını, doña Soledad’ın görevinin başımı çevirmek konusunda bana yardım etmek olduğunu söyledi.
Don Juan farklı bir yöne bakmak üzere bir savaşçının başını çevirmesi kavramından söz ettiğinde, onun davranışta bir değişikliği betimleyen bir eğretilemede bulunduğunu sanmıştım. Florinda, betimlemenin doğru olduğunu, ancak bunun bir eğretileme olmadığını söyledi. İz sürücülerin başlarını çevirdikleri doğruymuş; ancak onlar yeni bir yöne bakmak için değil, zamana farklı bir biçimde bakmak için başlarını çeviriyorlarmış. İz sürücüler yaklaşmakta olan zamanı görebiliyorlarmış. Normal olarak bizler zamanla ancak zaman bizden uzaklaştığı sırada görebilirdik. Ancak iz sürücüler bunu değiştirerek gelmekte olan zamanı görebiliyorlarmış.
Florinda, başı çevirmenin kişinin geleceği görmesi anlamına gelmediğini, kişinin böylelikle zamanı somut, olarak görebildiklerini ancak kavrayamadıklarını söyledi. Bu nedenle, doña Soledad ile birlikte neler yaptığımız üzerinde düşünmemin gereksiz bir iş olduğunu söyledi. Tüm bunlar ancak kendi bütünlüğümü algılayabildiğimde bir anlam kazanacaktı ve ancak o zaman bu gizemi çözebilmem için gerekli enerjiye kavuşacaktım.
Florinda bana fazladan bilgi veriyormuş gibi bir tavırla, doña Soledad’ın üstün bir iz sürücü olduğunu söyledi; ona göre o, bu alanın en iyisiydi. Söylediğine göre doña Soledad istediği her an paralel çizgileri aşabilirmiş. Ayrıca, don Juan Matus’un topluluğundaki savaşçıların hiçbiri onun yapabildiklerini yapamamışlardı. Kusursuz iz sürme teknikleri ile doña Soledad, paralel varlığını bulmuştu.
Florinda, Nagual Juan Matus, Silvio Manuel, Genaro ya da Zuleica’yla birlikte deneyimlediklerimin, ikinci dikkatin ancak çok küçük bölümlerini oluşturduğunu söylüyordu; doña Soledad’ın bana tanıklık etmeme yardımcı olmaya çalıştığı bölümse ikinci dikkatin yine çok küçük, ancak farklı bir bölümüymüş.
Doña Soledad yalnızca yaklaşmakta olan zamanı görmemi sağlamakla kalmamış, aynı zamanda beni paralel varlığına da götürmüştü. Florinda paralel varlığı, açıklanamaz bir enerjiyle dolu saydam varlıklar olarak, tüm canlı varlıklarda bulunan karşı denge olarak açıklıyordu. Bir kişinin paralel varlığı, onunla aynı cinsten başka bir insanmış ve oldukça yakın, çözülmez bir biçimde birincisine bağlanırmış. Dünya üzerinde aynı zamanda birlikte var olurlarmış. İki paralel varlık, aynı kutbun iki ayrı ucu gibiymiş.
Savaşçılar için kendi paralel varlıklarını bulmak olanak dışıymış. Zira, bir savaşçının yaşamında onu başka yöne çeken çok sayıda unsur, öncelikli başka ilgi alanları bulunurmuş. Ancak böylesine ustalık gerektiren bir edimi başaran bir kişi, paralel varlığında tıpkı doña Soledad’ın yaptığı gibi, sonsuz bir gençlik ve enerji kaynağına kavuşabilirmiş.
Florinda aniden yerinden kalktı ve beni doña Soledad’ın odasına götürdü. Belki de bunun son görüşmemiz olduğunu bildiğim için, tuhaf bir kaygıya kapılmıştım. Florinda’nın bana biraz önce söylediklerini kendisine anlattığımda, doña Soledad bana güldü. Gerçek bir savaşçının alçak gönüllüğü olduğuna inandığım bir tavırla bana, kendisinin hiçbir şey öğretmediğini, yapmayı arzuladığı tek işin bana kendi paralel varlığını gösterebilmek olduğunu, zira Nagual Juan Matus ve savaşçıları bu dünyadan ayrıldıklarında sığınması gereken yerin orası olduğunu belirtti. Bununla birlikte, kendisinin de anlayamadığı bir şey daha olmuştu. Florinda’nın ona açıkladığına göre, birbirimizin enerjisini yükseltmiştik ve bu durumda bizleri yaklaşmakta olan zamanla, Florinda’nın arzu ettiği biçimde küçük dozlarda değil, benim kural tanımayan doğamın arzuladığı gibi kavranması olanaksız büyük parçalar halinde görmemize yol açmış.
Son buluşmamızın sonuçları oldukça şaşırtıcı olmuştu. Doña Soledad, paralel varlığı ve ben, bana olağanüstü uzun gelen bir süre boyunca birlikte olduk. Paralel varlığın yüzünü tüm hatlarıyla görebildim. Bana kim olduğunu anlatmaya çalıştığını hissediyordum. Bunun son buluşmamız olduğunu da biliyor gibiydi. Gözlerinde insanı bir anda etkisine alan bir kırılganlık duygusu okunuyordu. Daha sonra rüzgâra benzeyen bir güç bizi oradan alıp başka bir yere sürükledi. Bundan sonra olanlar, benim için hiçbir anlam taşımıyordu.
Florinda ani bir tavırla ayağa kalkmama yardım etti. Kolumdan tuttu ve beni kapıya doğru geçirdi. Doña Soledad da bize eşlik ediyordu. Florinda, o gün cereyan eden olayları anımsamakta oldukça zorlanacağımı; her şeyi mantığa vurmak gibi bir düşkünlüğümün bulunduğunu, oysa böyle bir eğilimin durumu daha da kötüleştireceğini, zira bu dünyadan ayrılmak üzere olduklarını, daha sonraysa farklı bir bilinç düzlemine geçmemde bana yardımcı olabilecek hiç kimseyi bulamayacağımı söyledi. Bir gün doña Soledad’la benim gündelik yaşam dünyasında yeniden karşılacağımı da ekledi.
O anda doña Soledad’a döndüm ve kendisine düşkünlüğümden beni kurtârması için yalvardım; eğer bunu başaramazsa beni öldürmesini istedim. Ussallığımın sınırları içinde yaşamak istemiyordum.
“Böyle düşünmemelisin,” dedi Florinda. “Bizler birer savaşçıyız ve savaşçıların zihinlerinde yalnızca bir tek şey vardır—özgürlükleri. Ölmek ve Kartal’a yem olmak bir mücadele değildir. Oysa sessizce Kartal’ın çevresinde dolaşarak özgürlüğe kavuşmak, en büyük cesarettir.

Cvp: 14. Florinda

.