Bana, don Juan açıklamalarını bitirene kadar bu tür tartışmalardan uzak durmamı söylediler. Döndüğü an oturup konuştuk ve ben de bunu ona sordum. “Bu gerçekler tutkuyla savunulacak şeyler değildir,” diye yanıt verdi. “Onları savunmaya çalıştığımı sanıyorsan, yanılıyorsun. Bu gerçekler, savaşçıların haz ve aydınlanması için bi araya getirilmiştir, özel duygularına kullanmaları için değil. Sana bi nagualın savunacak davası olmadığını söylediğimde, başka şeylerin dışında bi nagualın takıntıları olmadığını söylemek istedim.” Ona, öğretilerini takip edemediğimi çünkü Kartal’ın tasvirine ve ne yaptığına aklımın takılıp kaldığını söyledim. Tekrar tekrar bu fikrin ne denli dehşete düşürücü olduğunu belirttim. “Bu sadece bi fikir değil,” diye cevapladı. “Bu bi gerçek. Ve fena halde korkutucu bi gerçek, bana sorarsan. Yeni görücüler sadece fikirlerle oyun oynamıyordu.” “Ama Kartal ne gibi bir kuvvet olabilir?” “Buna nasıl cevap verileceğini bilemem. Kartal, görücüler için, sana yerçekimi ve zaman nasıl gerçekse o kadar gerçek ve aynı onlar kadar soyut ve kavranmaz.” “Dur biraz, don Juan. Onlar soyut kavramlar ama doğrulanabilir gerçek bir olayı ifade ediyorlar. Tümüyle onlara adanmış bilim dalları bile var.” “Kartal ve yayılımları da aynen öyle doğrulanabilir,” dedi don Juan. “Ve yeni görücülerin bilimi de işte bunu yapmaya adanmıştır.” Ondan, Kartal’ın yayılımlarını açıklamasını istedim. Kartal’ın yayılımlarının kendi içinde değişmez bir şey olduğunu, var olan, bilinebilecek ve bilinemeyecek her şeyi kapsadığını söyledi. “Kartal’ın yayılımlarının ne olduğunu sözcüklerle betimlemenin bi yolu yok,” diyerek sürdürdü konuşmasını. “Bi görücü onlara tanık olmalıdır.” “Sen kendin tanık oldun mu, don Juan?” “Tabii ki oldum ama yine de sana ne olduklarını söyleyemem. Onlar bi varlık, neredeyse bi çeşitler kütlesi, göz kamaştırıcı duyular yaratan bi baskı. Onlar ancak bi anlık yakalanabilir, Kartal’ın da sadece kısa bi anlık görüntüsünün yakalanabileceği gibi.” “Kartal, yayılımların kaynağıdır diyebilir misin, don Juan?” “Kartal’ın yayılımların kaynağı olduğunu söylemeye gerek bile yok.” “Görsel olarak da böyle mi olduğunu sormak istemiştim.” “Bu Kartal’ın görselliği ile ilgili bir şey değil. Bi görücü tüm vücuduyla duyumsar Kartal’ı. Hepimizin içinde bizi tüm bedenimizle tanık yapacak bi şey vardır. Görücüler, Kartal’ı görme eylemini basit kavramlarla açıklar; insan Kartal’ın yayılımlarından oluştuğundan, O’nu görebilmesi için insanın sadece parçalarını eski haline döndürmesi gerekir. Sorun insanın farkındalığından çıkar; farkındalık dolaşıp karmaşıklaşır. En önemli anda, basitçe yayılımların kendilerini kabulleneceği durumda insanın farkındalığı yorum yapmaya zorlanır. Sonuç Kartal’ın ve Kartal’ın yayılımlarının görsüsüdür. Ama Kartal da, Kartal’ın yayılımları da yoktur aslında. Orada olan hiçbi canlının havsalasının alamayacağı bi şeydir.” Ona yayılımların kaynağına, kartalların genelde önemli özellikleri olduğundan mı Kartal dendiğini sordum. “Bu basitçe, bilinemeyenin silikçe bilinene benzemesi durumudur,” diye yanıtladı. “Anlatımlarda, kesinlikle Kartal’ın olmayan özelliklerde doldurulmaya çalışılmıştır. Ama bu hep kolay etkilenen insanlar büyük sağduyu gerektiren edimler yerine getirdiğinde olmuştur. Ne de olsa her türden görücü bulunur.” “Yani, değişik tür görücüler olduğunu mu süylüyorsun?” “Hayır. Görücü olmayı beceren sayısız embesil var demek istiyorum. Görücüler, kusurlarla dolu insanlardır ya da daha doğrusu kusurlarla dolu insanlar da görücü olma yetisindeler. Aynen sefil biçok insanın fevkalade bilim adamları olmaları gibi. “Sefil görücülerin özelliği, dünyanın kerametini unutmaya yatkın olmalarıdır. Görmeleri gerçeğinden fazlasıyla etkilenir ve bunun kendi dehalarının önemi ile ilgili olduğuna inanırlar. Bi görücünün, insanın durumunun yılmaz gevşekliğini aşabilmesi için bi erdem örneği olması gerekir. Görmekten daha önemli olan görücünün gördüğüyle ne yaptığıdır.” “Bununla ne kastediyorsun, don Juan?” “Şu bikaç görücünün bize yaptığına bi bak. Onların, bizi yöneten ve ölüm anında yiyen Kartal görsüsüne saplanıp kaldık.” Bu yaklaşımda belirli bir gevşeklik olduğunu ve kişisel olarak bu yiyip yutan şey düşüncesinden pek haz etmediğini söyledi. Ona göre, bilincimizi bir mıknatısın demir parçacıklarını çektiği gibi çeken bir kuvvetin varlığı daha yerinde bir anlatım olurmuş. Ölüm anında, tüm varlığımız bu büyük kuvvetin çekimiyle ayrışıyormuş. Bu olayın, tasvir edilemez bu edimin, yemek gibi sıradan bir şey haline sokulmasını ve Kartal’ın bizi tıkınması olarak yorumlanmasını gülünç buluyordu. “Ben çok sıradan bir adamım,” dedim. “Bizi yiyip bitiren bir Kartal tasviri üzerimde büyük bir etki yaptı.” “Gerçek etki, kendin gördüğün ana kadar ölçülemez,” dedi. “Ama kulağına küpe olması gereken görücü olduktan sonra da kusurlarımızın bizimle olacağıdır. O kuvveti gördüğünde, ona Kartal diyen gevşek görücüleri benim gibi onaylayabilirsin. Onaylamayabilirsin de. Kavranamaz olana, insanca özellikler atfetme zaafına karşı koyabilir ve onun için gerçekten yepyeni, daha uygun bi isim üretebilirsin.” “Kartal’ın yayılımlarını gören görücüler, onlara sıklıkla emirler derler,” dedi don Juan. “Onlara, yayılımlar demeye alışmış olmasam emirler de diyebilirdim. Benimki velinimetimin tercihine karşı bi tepkiydi: Onun için onlar emirdir. Ben bu terimin, onun gibi güçlü bi kişiliğe benden daha fazla uyduğunu düşünürüm. Ben şahsi olmayan bi şey istedim. ‘Emirler’ bana çok insani geldi, ama esasında onlar gerçekten emirdir.” Don Juan, Kartal’ın yayılımlarını görmenin felakete davet olduğunu söyledi. Yeni görücüler, kısa zamanda bunun zorluklarını görmüşler ve ancak çizgelerini yapmaya çalışırken büyük sıkıntılar atlatıp bilinmeyeni bilinemeyenden ayırdıktan sonra her şeyin Kartal’ın yayılımlarından ibaret olduğunu anlamışlar. Bu yayılımların ancak ufak bir parçasına insan farkındalığıyla ulaşılabiliyormuş ve bu ufak parça daha da azalarak günlük yaşamımızın sınırlamalarıyla cüzi bir orana iniyormuş. Kartal’ın yayılımlarının bu cüzi oranı, bilinen, insan farkındalığının ulaşabileceği ufak parça, bilinmeyen ve geriye kalan hesaplanamaz alan da bilinemeyenmiş. Yeni görücülerin, gerçekçiliğe yatkın olduklarından, yayılımların zorlayıcı erkinden hemen haberdar olduklarını, söyleyerek devam etti. Onlar, tüm yaşayan canlıların ne olduklarını hiçbir zaman bilmeden Kartal’ın yayılımlarını uygulamaya zorlandıklarının farkına varmışlar. Ayrıca, organizmaların sırf belirgin bir sınıra kadar yayılımı anlamak üzere oluşturulduğunu ve her canlı türünün kesin bir sınırı olduğunu da fark etmişler. Yayılımlar, organizmalar üzerinde büyük baskı uyguluyorlarmış ve bu baskı sayesinde organizmalar kendi algılanabilir dünyalarını oluşturuyorlarmış. “Bizim durumumuzda, insan olarak,” dedi don Juan, “biz yayılımları uyguluyoruz ve onları gerçeklik olarak yorumluyoruz. Ama insanın duyumsadığı Kartal’ın yayılımlarının o kadar az bi parçası ki, algımıza fazla güvenmemiz gülünç ve yine de bizim için algımıza aldırmamak, olanaksız. Yeni görücüler, bunu zor yoldan, heybetli tehlikelere davetiye çıkardıktan sonra buldular.” Don Juan, büyük odada her zamanki yerinde oturuyordu. Normalde, bu odada hiç mobilya olmazdı -insanlar yerlerde yaygılar üzerinde otururlardı- ama nagual kadın Carol, burayı rahat koltuklarla, onun ve benim sırayla İspanyolca konuşan şairlerin eserlerini don Juan’a okuma toplantılarımız için döşemişti. Ben oturur oturmaz, “Ne yaptığımızın farkına varmanı istiyorum,” dedi. “Farkındalıkta ustalaşmayı tartışıyoruz. Bahsettiğimiz gerçekler, bu ustalaşmanın kurallarıdır.” O kuralları, sağ yan öğretilerinde olağan farkındalığıma görücü yandaşlarından biri olan Genaro’nun yardımıyla gösterdiğini ve Genaro’nun farkındalığımla yeni görücülerin meşhur mizah anlayışı ve umursamazlığıyla oynadığını ekledi. “Sana, Kartal’dan bahsetmesi gereken Genaro’dur,” dedi, “sadece onun bakışı fazla saygısızca. O, o gücü Kartal diye adlandıran görücülerin ya çok aptal olduklarım ya da koca bi şaka yaptığını düşünüyor, çünkü kartallar sırf yumurta değil, defi hacet de bırakır.” Don Juan güldü ve Genaro’nun yorumu bu kadar yerinde olduğu için kendini gülmekten alıkoyamadığını söyledi. Eğer Kartal’ı tasvir edenler yeni görücüler olsaydı, tasvirin kesinlikle şaka ile karışık yapılacağını ekledi. Don Juan’a, bir düzeyde Kartal’ı bana haz veren şairane bir imge olarak aldığımı başka bir düzeyde de tam söylendiği gibi aldığımı ve bunun beni dehşete düşürdüğünü söyledim. “Savaşçıların, hayatlarındaki en büyük kuvvetlerden biri korkudur,” dedi. “Onları öğrenmeye teşvik eder.” Bana, Kartal tasvirinin eski görücülerden geldiğini hatırlattı. Yeni görücüler, tasvir, karşılaştırma ve varsayımın her çeşidinden geçmişler. Onlar, doğrudan kaynağa gitmek istiyorlarmış ve sonuçta ona varmak için sınırsız tehlikeler göze almışlar. Kartal’ın yayılımlarını görmüşler. Ama Kartal’ın tasvirini hiç kurcalamamışlar. Onlar, Kartal’ı görmenin çok fazla erke tükettiğini ve eski görücülerin bilinemeyene doğru kıt kanaat, anlık bir bakış için fazlasıyla ağır bedeller ödediklerini hissetmişler. “Eski görücüler, Kartal’ın tasvirini nasıl yapabildiler?” diye sordum. “Öğreti amacıyla bilinemeyen hakkında en az rehber bilgi derlemine ihtiyaçları vardı,” diye yanıtladı. “Olan her şeyi, yöneten kuvvetin kabataslak bi tasviriyle çözümlediler. Ama yayılımların tasviriyle değil, çünkü yayılımlar hiçbi şekilde karşılaştırma diline çevrilemiyordu. Bireysel görücüler, bazı yayılımlar hakkında yorumlar yapmanın önüne geçemeyebilirler, fakat bunlar kişisel kalır. Yani başka bi deyişle, yayılımların, Kartal’da olduğu gibi aniden açıklanabilecek bi bakış açısı yoktur.” “Yeni görücüler bayağı soyut kalıyorlar,” diye yorum yaptım. “Aynı çağdaş felsefeciler gibiler.” “Hayır. Yeni görücüler dehşetengiz pratik insanlardı,” diye cevapladı. “Ussal kuramları birbirine karıştırmakla uğraşmadılar.” Asıl, eski görücülerin soyut düşünürler olduğunu söyledi. Onlar kendilerine ve zamanlarına yakışan anıtsal soyutluk yapıları dikmişler. Ve aynen çağdaş felsefeciler gibi bunların birbiriyle olan bağlantılarını tam denetleyememişler. Hâlbuki yeni görücüler uygulamacılığı iyice özümsediklerinden, yayılımların akışını ve insan ve diğer canlıların kendi algılanabilir dünyaları için bunu nasıl kullandıklarını görebiliyorlarmış. “O yayılımlar, insanlar tarafından nasıl kullanılıyor, don Juan?” “O kadar basit ki sana aptalca gelecek. Bi görücü için, insanlar ışık saçan varlıklardır. Bu parlaklık, Kartal’ın yayılımlarının parçası olan yumurtamsı kozamızla kılıflanmıştır. İşte bu parça, bu az sayıdaki, kılıflanmış yayılımlar, biz insanları oluşturur. Algılamak, kozanın içindeki yayılımlarla, dışarıdakileri birbiriyle karşılaştırmaktır.” “Örneğin görücüler, herhangi bi canlının içindeki yayılımları görür ve bunların dışarıdaki hangi yayılımlarla uyabileceğini söyleyebilir.” “Yayılımlar, ışın şavkı gibi midir?” diye sordum. “Hayır. Hiç değildir. Bu çok basit olurdu. Onlar tanımlanamaz bi şeydir. Yine de, kişisel yorumum onların ışık lifçikleri gibi olduklarıdır. Olağan farkındalığın kavrayamadığı, lifçiklerin farkındalığıdır. Bunun ne demek olduğunu sana söyleyemem, çünkü ne söylediğimi bilmiyorum. Sana, kişisel yorumumla tüm söyleyebileceğim, lifçikler kendilerinin farkındadır, canlı ve titreşim halindedirler, onlardan o kadar çok vardır ki sayılarının anlamı yoktur ve her biri kendi içinde bi sonsuzluktur.”