1

Konu: 5 İlk Dikkat

Ertesi gün güneş doğarken kahvaltımızı ettik, sonra don Juan farkındalığımı değiştirmemi sağladı.  “Bugün, orijinal bi yere gidelim,” dedi don Juan Genaro’ya.  “Nasıl istersen,” dedi Genaro kaba bir sesle. Bana bir bakıp duymamı istemezmiş gibi alçak bir sesle de ekledi, “Gitmek zorunda mı?.. belki de fazla olur...”  Birkaç saniye içinde dehşet ve şüphem katlanılmaz bir boyuta vardı. Terliyordum, nefesim kesiliyordu. Don Juan yanıma gelip denetleyemediği keyifli bir ifadeyle Genaro’nun benimle dalga geçerek eğlendiğini ve ilk görücülerin binlerce yıl önce yaşadığı yerlere gideceğimizi söyledi.  Don Juan benimle konuşurken Genaro’ya baktım. Yavaşça kafasını bir yandan öbür yana sallıyordu. Neredeyse fark edilemez bir hareketle don Juan’ın bana doğruyu söylemediğini ima ediyordu. Histeriye yakın, sinirli bir çılgınlık durumuna girdim -ve ancak Genaro bir gülme krizine girince kendime geldim.  Duygusal dengemin bu kadar kolay bozulmasına, bir başa çıkılamaz boyutlara tırmanıp, bir ortadan kalkmasına, şaştım.  Don Juan, Genaro ve ben, Genaro’nun evinden sabah erkenden ayrıldık ve yakın çevredeki çorak tepelere doğru yollandık. Hafif meyilli, yeni biçilmişe benzeyen bir mısır tarlasındaki kocaman yassı bir kayanın üstüne oturduk.  “İşte burası orijinal yer,” dedi don Juan bana. “Açıklamalarım sırasında buraya birkaç defa daha geleceğiz.”  “Geceleri çok garip şeyler olur burada,” dedi Genaro. “Nagual Julian burada bir dost yakalamıştı. Hatta daha da doğrusu, dost...”  Don Juan, kaşlarıyla fark edilir bir hareket yapınca Genaro cümlesini yarım bıraktı. Bana gülümsedi.  “Korkutucu hikayeler için daha çok erken,” dedi Genaro. “Karanlığı bekleyelim.”  Ayağa kalkıp, omurgası geriye doğru bükülü, parmak uçları üstünde yürüyüp sürünerek kayanın her tarafını dolanmaya başladı.  “Velinimetinizin burada bulduğu dost hakkında ne anlatıyordu?” diye don Juan’a sordum.  Hemen yanıtlamadı. Genaro’nun maskaralıklarını izlemek onu kendinden geçirmişti.  “Farkındalığın gelişmiş bi kullanımına değiniyordu,” dedi sonunda, gözlerini Genaro’dan ayıramadan.  Genaro, kayanın etrafında bir tur tamamladı ve geri gelip yanıma oturdu. Zorlukla, hırıltıyla soluyordu, nefes nefese kalmıştı.  Don Juan, Genaro’nun yaptığına hayran olmuş görünüyordu. Yine beni makaraya alarak eğleniyorlar, hakkında hiçbir şey bilmediğim bir şeyler tasarlıyorlar hissine kapıldım.  Birden, don Juan açıklamalarına başladı. Sesi beni yatışındı. Kayda değer birçok zahmetten sonra, görücüler erişkin insanların bilinçliliğinin, büyüme sürecinde olgunlaştığını, daha yoğun ve karmaşık bir şeye dönüştüğünü bunun için de artık farkındalık olarak adlandırılamayacağı sonucuna varmışlar ve bunu, dikkat olarak adlandırmışlar. “Görücüler, insanın farkındalığının geliştirilip büyüdüğünü nasıl bilirler?” diye sordum.  İnsanın büyümesi sırasında belirli bir zamanda, kozasının içindeki yayılımlar bandı çok aydınlanır; insanlar deneyim kazandıkça parıldamaya başlarmış. Bazı anlarda, bu yayılımlar bandının parıltısı o kadar artarmış ki dışarıdaki yayılımlarla birbirine kaynaşırmış. Bu tür bir gelişmeyi gören görücüler, farkındalığın hammadde ve dikkatin de olgunlaşmanın sonucu olduğunu çıkarsamışlar.  “Görücüler dikkati nasıl betimler?” diye sordum.  “Dikkatin, canlı olma süreci içinde farkındalığın geliştirilmesi ve çalıştırılması olduğunu söylerler,” diye yanıtladı.  Tanımların tehlikesinin, meseleleri anlaşılır kılmak için basitleştirmesi olduğunu söyledi; bu durumda, dikkatin tanımlanmasıyla insan, sihirli, mucizevi bir başarıyı sıradan bir şeye dönüştürme riski taşıyormuş. Dikkat, insanın en büyük, tek başarısıymış. Ham, hayvansal farkındalıktan tüm insani seçenekleri kapsayana dek gelişiyormuş. Görücüler, insani olanakların tümünü genişletip onu daha da mükemmelleştirmişler.  Görücülerin görüşüne göre seçenek ve olanakların özel bir önemi olup olmadığını öğrenmek istedim.  Don Juan, insan seçeneklerinin kişi olarak bizim seçebileceğimiz her şey olduğunu, söyledi. Bunlar günlük alan derecemizle; bilinenle ilgiliymiş ve esasında bu sebeple sayı ve saha olarak oldukça sınırlıymış. İnsanın olanakları, bilinmeyene aitmiş. Onlar bizim seçebileceğimiz değil bizim ulaşabileceklerimizmiş. İnsanın seçeneklerine bir örneğin de, insan vücudunun maddeler arasında bir madde olduğuna inanmamız olduğunu söyledi. İnsan olanaklarına örnek ise, görücülerin insanı parıldayan yumurtaya benzeyen varlıklar olarak görebilme başarısıymış. İnsan, vücudu bir madde olarak, bilineni; parlak bir yumurta olarak da bilinmeyeni zapt edermiş; insan olanakları o nedenle tükenmez bir sahaya sahipmiş.  “Görücüler, üç tip dikkat olduğunu söylerler,” diye sürdürdü don Juan. “Bunu söylediklerinde tüm hisseden varlıkları değil sadece insanı kastederler. Fakat bunlar yalnızca dikkat tipleri değil, daha çok dikkat dereceleridir. Bunlar ilk, ikinci ve üçüncü dikkattir, her biri kendi içinde bütün, bağımsız alanlardır.”  İnsandaki ilk dikkatin hayvansal dikkat olduğunu, deneyim süreci sayesinde gündelik hayatın sayısız yönünü gerçekten halleden karmaşık, detaylı ve son derece hassas bir yetenek olarak geliştiğini açıkladı. Diğer bir deyişle, insanın düşünebileceği her şey ilk dikkatin parçasıymış.  “İlk dikkat, sıradan bi insan olarak her şeyimizdir,” diye devam etti. “Hayatımızı bu kadar kesin yöneten bi tesirin altında ilk dikkat, sıradan bi insanın sahip olabileceği en değerli varlıktır. Belki bizim tek değerli varlığımızdır.”  “Yeni görücüler gerçek değerini göz önüne alarak, görme yoluyla ilk dikkati yoğun bi şekilde incelemeye başladılar. Bulguları, hem kendilerinin hem de, çoğu onların ne gördüğünü tam anlamasa da, takipçilerinin ilk tam görüşlerini oluşturdu.”  Yeni görücülerin yoğun incelemelerinin neticelerinin akıl ve mantıkla çok az alakası olduğunu da vurgulayarak uyardı beni, çünkü ilk dikkati inceleyip açıklamak için insanın onu görmesi gerekirmiş. Bunu ancak görücüler yapabilirmiş. Ancak görücülerin ilk dikkatte gördüklerini incelemek şartmış. İlk dikkatin nasıl işlediğini anlamak için tek olanakmış bu.  “Görücülerin gördüklerine göre, ilk dikkat farkındalık parıltısının çok yüksek bi parlaklığa ulaşmış halidir,” diye devam etti. “Ama bu kozanın üstüne sabitlenmiş bi parıltıdır denebilir. Bu bilineni örten parıltıdır.”  “İkinci dikkat ise, farkındalık parıltısının daha karışık ve uzmanlık gerektiren bi durumudur. Bilinmeyenle ilgilidir. İnsanın kozası içindeki kullanılmayan yayılımlar değerlendirilirse oluşur.”  “İkinci dikkat, uzmanlık gerektirir dememin sebebi bu kullanılmayan yayılımları değerlendirmek için bi insanın alışılmadık, ayrıntılı taktikleri üstün bi düzence ve yoğunlaşmayla uygulamasını gerektirdiğindendir.”  Bana daha evvel, rüya görme sanatını öğretirken söylediği gibi, insanın rüya görürken, rüya gördüğünün ayırdına varacak yoğunluğa ulaşması ikinci dikkatin önkoşuluymuş. Bu yoğunlaşma şekli, günlük hayatla uğraşırken sahip olduğumuz bilinçlilik gibi bir bilinçlilik türü değilmiş.  İkinci dikkat ayrıca sol yan farkındalığı olarak da adlandırılıyormuş; insanın imgeleyebileceği en geniş alanmış hatta öyle genişmiş ki sınırsız sayılabilirmiş.  “Hayatta orada avareliğe kalkışmazdım,” diye devam etti. “O kadar karışık ve tuhaf bi bataktır ki aklı başında görücüler bile yalnızca çok sıkı kurallar altında oraya girerler.”  “Büyük zorluk, ikinci dikkate girişin acayip kolay ve cazibesinin neredeyse karşı konulmaz olmasıdır.”  Farkındalığın ustası olan eski görücülerin, uzmanlıklarını kendi farkındalık parıltılarına uygulayıp onu akıl almaz boyutlara genişlettiğini söyledi. Esasında kozaları içindeki yayılımların her seferde tek bandını aydınlatmayı amaçlamışlar. Başarmışlar da, fakat gariptir her seferinde bir bant aydınlatma başarıları ikinci dikkatin batağına hapsolmalarına neden olmuş.  “Yeni görücüler bu hatayı düzelttiler,” diye devam etti “ve farkındalık ustalığının doğal sonuna ulaşmasını, yani tek bi vuruşta farkındalık parıltısının genişleyerek saydam kozanın sınırları dışına erişmesini sağladılar.” “Üçüncü dikkate, farkındalık parıltısı içten gelen ateşe dönüştüğünde ulaşılır: bu tek bi bandı değil insanın kozası içindeki bütün Kartal yayılımlarını alevlendiren bi parıltıdır.”  Don Juan, yeni görücülerin hayattayken ve kimliklerinin bilincindeyken üçüncü dikkate ulaşmak için gösterdikleri çabayı saygılı bir korkuyla ifade etti.  Ayrıksı insanların ve diğer hisseden varlıkların bilinmeyen ve bilinemeyene farkında olmadan girişlerini bahse değer bulmuyordu; bunlardan Kartal’ın armağanı olarak söz etti. Yeni görücüler için üçüncü dikkate girmek de bir armağanmış ama anlamı farklıymış. Bu, ulaştıkları nokta için bir ödülmüş.  Ölüm anında, tüm insanlar bilinemeyene girer, fakat bazıları çok kısa bir an için ve sadece Kartal’ın besinini arıtmak için üçüncü dikkate ulaşırmış. “İnsanın en üstün başarısı,” dedi, “bu dikkat derecesine, yaşam gücüne sahipken, titrek bi ışık gibi Kartal’ın gagasına doğru yuvarlanan bedensiz bi farkındalığa dönüşmeden, ulaşmaktır.”  Don Juan’ın açıklamalarını dinlerken etrafımdaki her şeyin görüntüsünü tamamıyla gözden kaybettim. Görünüşe göre Genaro kalkmış ve çıkıp gitmişti, ortada yoktu. Gariptir, kendimi kayanın üstüne sinmiş, yanımda don Juan’ı beni nazikçe omuzlarımdan kavrayıp tutmuş buldum. Kayanın üstüne uzanıp gözlerimi kapadım. Batıdan esen yumuşak bir esinti vardı.  “Uyuma,” dedi don Juan. “Hiçbi sebeple bu kayada uyuyakalma sakın.”  Oturdum.

Cvp: 5 İlk Dikkat

Don Juan, gözlerini dikmiş bana bakıyordu.  “Kendini rahat bırak,” diye devam etti. “İçsel konuşmanı sustur.”  Bir korkuyla sarsıldığımda tüm yoğunlaşmam onun söyledikleri üzerindeydi. Önce ne olduğunu bilemedim; başka bi güvensizlik nöbeti geçiriyorum sandım. Ama sonra bir anda kafama dank etti, akşamüstünün çok geç bir saati olmuştu. Benim bir saat sürdü sandığım konuşma tüm gün sürmüştü.  Bana ne olduğunu anlayamama rağmen bir uyumsuzluk olduğunun tamamen ayırdında olarak, sıçrayıp kalktım. Vücuduma koşma isteği veren garip bir his duyumsadım. Don Juan beni zorla zapt edip durdurdu. Yumuşak yere düştük ve beni orada sımsıkı tuttu. Don Juan’ın bu kadar güçlü olduğunu hiç bilmiyordum.  Vücudum şiddetle sarsıldı. Kollarım sallanırken her yana savruldu. Ani bir nöbet geçiriyor gibiydim. Yine de bir yanım, vücudumun titreyip, bükülüp sallanmasını hayranlıkla seyredebilecek kadar benden ayrılmıştı.  Nihayet spazmlar kesildi ve don Juan beni bıraktı. Sarf ettiği çaba onu soluk soluğa bırakmıştı. Tekrar kayanın üstüne tırmanıp, ben iyileşene kadar orada oturmamızı önerdi.  Onu her zamanki sorumla sıkboğaz ettim: Bana ne olmuştu? Benimle konuşurken belirli bir sınırın ötesine itilip sol yanın çok derinlerine girdiğimi söyledi. O ve Genaro, benim peşimden oraya gelmişlerdi. Ve nasıl hızla girdiysem aynı hızla çıkmıştım.  “Seni tam zamanında yakaladım,” dedi. “Yoksa doğrudan normal benliğine dönecektin.”  Aklım tamamıyla karışmıştı. Üçümüzün farkındalıkla oynamış olduğumuzu açıkladı. Ben korkup onlardan kaçmış olmalıydım.  “Genaro, farkındalık ustasıdır,” diye sürdürdü konuşmasını don Juan. “Silvio Manuel, istenç ustasıdır. İkisi de acımasızca bilinmeyene itilmişlerdi. Velinimetim onlara velinimetinin kendisine yaptığını yapmıştı. Genaro ve Silvio Manuel bazı yönlerden aynı eski görücüler gibiler. Ne yapabileceklerini biliyorlar ama nasıl yaptıkları umurlarında değil. Bugün, Genaro senin farkındalık parıltını itme olanağını kullandı ve biz de kendimizi bilinmeyenin acayip sınırlarında bulduk.”  Bilinmeyende neler olduğunu bana anlatması için yalvardım.  “Bunu senin anımsaman gerekiyor,” dedi tam kulağımın dibinde bir ses.  Görmenin sesi olduğuna o kadar emindim ki beni hiç korkutmadı. Hatta arkama dönme dürtüsüne bile boyun eğmedim.  “Ben görmenin sesiyim ve sana kaz kafa diyorum,” dedi ses tekrar ve kıkırdamaya başladı.  Arkamı döndüm. Genaro tam arkamda oturuyordu. O kadar şaşırdım ki herhalde onlardan bile daha isterikçe gülmüşümdür.  “Hava kararıyor,” dedi Genaro bana. “Sana bugün önceden söz verdiğim gibi burada bir balo yapacağız.”  Don Juan araya girdi ve benim korkudan ölebilecek tipte bir sersem olduğumdan bugün için kesmemiz gerektiğini söyledi.  “Boş ver, iyidir,” dedi Genaro omzuma vurarak.  “İstersen ona sor,” dedi don Juan Genaro’ya. “Kendisi de böyle bi sersem olduğunu söyleyecektir.”  “Gerçekten öyle bir sersem misin?” diye sordu Genaro kaşlarını çatarak.  Ona cevap vermedim. Ve bu da onların gülmekten bayılmalarına neden oldu. Genaro tamamen aşağı yuvarlanıp, yerlere yatmıştı.  “Yuttu,” dedi Genaro don Juan’a, beni kastederek. Don Juan aşağı atlayıp onun kalkmasına yardım etti. “Hiçbi zaman bi sersem olduğunu söylemez. Bunun için kendini fazla önemser ama bi sersem olduğunu itiraf etmediği için ne olacağından korkup donuna eder.”  Onları gülerken seyrederken sadece Kızılderililerin bu denli neşeyle gülebileceğine iyice emin oldum. Ama aynı zamanda kötü niyet damarlarının kabardığına da emindim. Kızılderili olmayan biriyle dalga geçiyorlardı.  Don Juan hissettiklerimi hemen yakaladı.  “Kibrinin dizginlerden kopmasına izin verme,” dedi. “Sen hiçbi yönden özel değilsin. Hiçbirimiz değiliz, Kızılderili veya değil. Nagual Julian ve onun velinimeti bize gülerek, hayatlarına yıllarca neşe kattılar.”  Genaro, çevik bir hareketle kayaya geri tırmanıp yanıma geldi.  “Senin yerinde olsam utançtan ölür, ağlardım,” dedi bana. “Ağla, hadi ağla. İyi bi ağlarsan daha iyi hissedersin.”  Son radde bir şaşkınlıkla yumuşakça ağlamaya başladım. Sonra o kadar kızdım ki öfkeden gürledim. Anca ondan sonra daha iyi hissettim.  Don Juan yumuşakça sırtımı sıvazladı. Genellikle öfkenin, bazen korkunun bazen de mizahın çok ayıltıcı olduğunu söyledi. Benim vahşi mizacım sadece öfkeye tepki vermeme sebep oluyordu.  Farkındalık parıltısında ani bir kaymanın bizi güçsüz düşürdüğünü de ekledi. Beni güçlendirip, destekliyorlardı. Görünüşe göre, Genaro bunu beni çileden çıkararak başarmıştı.  Alacakaranlık çökmüştü bile. Birden Genaro, havada göz seviyesindeki titrek bir alevi işaret etti. Alacakaranlıkta, oturduğumuz yerin çevresinde uçuşan büyük bir güveye benziyordu.  “Aşırı mizacına karşı ılımlı ol,” dedi don Juan bana. “Bu kadar hararetli olma. Bırak Genaro sana kılavuzluk etsin. Gözlerini o noktadan ayırma.”  Titreyen ateş kesinlikle bir güveydi. Tüm hatlarını açıkça ayırabiliyordum. Kıvrılan, yorgun uçuşunu, kanatları üzerindeki her toz lekesini görene kadar izledim.  Sonra bir şey beni kendime getirdi. Sanki buna olanak varmış gibi, tam arkamda sessiz bir gürültü sağanağı hissettim. Arkamı döndüm ve kayanın diğer ucunda, bizim oturduğumuz yerden biraz daha yüksekteki kenarda bir dizi insan gözüme ilişti. Yakında oturan insanların bütün gün etrafta dolaşmamızdan şüphelenip bize zarar vermek üzere kayaya çıktıklarını düşündüm. Niyetlerini hemen anladım.  Don Juan ve Genaro kayadan aşağı kaydılar ve bana da çabucak gelmemi söylediler. Arkamızı dönüp, adamların bizi takip edip etmediğine bakmadan hemen oradan ayrıldık. Genaro’nun evine geri dönerken don Juan’la Genaro konuşmaktan kaçındılar. Hatta don Juan hiddetli bir homurtuyla, parmağını dudağına koyarak susturdu beni. Don Juan beni sürükleyip içeri sokarken Genaro eve girmeyip yürümeye devam etti.  “Kimdi o insanlar, don Juan?” diye sordum, ikimiz de içerde güvenlikte olup, lambayı yaktığında.  “Onlar insan değildi,” diye cevapladı.  “Hadi don Juan, durumu gizemli bir havaya sokma,” dedim. “Onlar insandı; kendi gözlerimle gördüm.”  “Tabii, kendi gözlerinle gördün,” diye sertçe cevap verdi, “ama bu bi şey ifade etmez. Gözlerin seni aldattı. Onlar insan değildi ve seni takip ediyorlardı. Genaro onları senden uzaklaştırmak zorunda kaldı.”  “İnsan değillerse, neydi o zaman onlar?”  “Ah, işte giz bu,” dedi. “Bu farkındalığın bi gizi ve mantıksal olarak konuşarak çözmek mümkün değil. Gize sadece tanık olunabilir.”  “O zaman bırak tanık olayım,” dedim.  “Ama zaten oldun, hem de bi günde iki defa,” dedi. “Şu anda anımsamıyorsun. Ama sana söz ettiğim farkındalık gizine tanık olup parıldayan yayılımları tekrar canladırdığında anımsayacaksın. Bu arada, biz farkındalık açıklamalarımıza geri dönelim.”  Farkındalığın, kozanın dışındaki yayılımların içerde hapsolmuşlara yaptığı devamlı baskı sonucu başladığını tekrarladı. Bu baskı, bilinçliliğin ilk eylemini oluştururmuş; kozayı kırmak için ölümüne savaşan hapsolmuş yayılımların devinimini durdururmuş.  “Bi görücü için, gerçek, tüm canlı varlıkların ölmek için çabaladığıdır,” diye devam etti. “Ölümü durduran, farkındalıktır.”  Don Juan, yeni görücülerin, farkındalığın ölümü önlemesinden ve aynı zamanda Kartal’a yem olmaya teşvik etmesinden adamakıllı rahatsız olduklarını söyledi. Bunu açıklayamayan ve varoluşun anlaşılmasının mantıklı bir yolu olmadığını anlayan görücüler, bilgilerinin karşıt savlardan oluştuğunun farkına varmışlar.  “Neden karşıtlar dizgesi geliştirdiler?” diye sordum.  “Bi şey geliştirmediler,” dedi. “Onlar, görmeleri sayesinde sorgulanmaz doğrular buldular. Bu doğrular, güya bariz karşıtlarla düzenlenmişti, hepsi bu.”  “Örneğin, görücülerin dizgeli, mantıklı, sağduyulu, iyilik timsali varlıklar olması gerekir ama aynı zamanda, bütünüyle özgür ve varoluşun gizlerine açık olabilmeleri için bütün bu özelliklerden kaçınmaları da gerekir.  Örneği beni şaşırttı ama o kadar fazla değil. Ne demek istediğini anladım. Kendisi de benim mantığımı, sırf parçalayıp tamamen yok olmasını istediği için korumuştu. Ona fikrini nasıl anladığımı söyledim.  “Yalnızca üstün bi sağduyu hissi karşıtlar arasında köprü kurabilir,” dedi.  “Köprüyü kurmanın bu işin sanatı olduğunu söyleyebilir miyiz, don Juan?”  “Karşıtlar arasındaki köprüye istediğin adı verebilirsin -sanat, zaaf, sağduyu, aşk hatta şefkat.”  Don Juan açıklamasına devam etti ve yeni görücülerin ilk dikkati incelerken, insan dışında tüm organik varlıkların uyarılmış, hapsolmuş yayılımlarını bastırıp dışarıdaki kendine eş yayılımlarla bağlanmasını sağladıklarını fark ettiklerini, söyledi. İnsanlar bunu yapmıyormuş; bunun yerine, ilk dikkat, kozalarının içindeki Kartal’ın yayılımlarının listesini yapıyormuş.  “Liste nedir, don Juan?” diye sordum.  “İnsanlar, kozaları içindeki yayılımları fark ederler,” diye cevapladı. “Başka hiçbi yaratık bunu yapmaz. Dışarıdaki yayılımlar içerdekileri sabitlediği anda, ilk dikkat kendini gözlemlemeye başlar. Kendisi hakkında her şeyi kaydeder veya en azından çeşitli sapkın yollarla dahi bunu yapmanın her yolunu dener. Bu, görücülerin liste yapmak dediği işlemdir.”  “İnsanların liste yapmayı tercih ettiğini söylemek istemiyorum veya almayı yadsıyabileceklerini. Liste yapmak, Kartal’ın emridir. Esasında iradeye kalan, emre hangi şekilde uyulduğudur.”  Yayılımlara, emir demekten hoşlanmadığını ama onların aslında emir olduğunu ve kimsenin de buna uymamazlık edemeyeceğini söyledi. Ne var ki onlara karşı gelmenin yolu da onlara uymanın kapsamı içindeymiş.  “İlk dikkatin kaydı konusunda,” diye devam etti, “görücüler uymamazlık edemeyeceklerinden kaydederler. Ama bi kere aldılar mı da bi tarafa atarlar. Kartal bize listeye tapmamızı emretmez; sadece liste yapmamızı emreder, o kadar.”  “Görücüler, insanın liste yaptığını nasıl görürleri” diye sordum.  “İnsanın kozası içindeki yayılımlar, dışarıdakilerle eşleştirilmek için susturulmaz,” diye yanıtladı. “Bu diğer yaratıkların ne yaptıklarını gördükten sonra ortadadır. Susturulduğunda, bazıları dışarıdaki yayılımlarla birleşip beraber devinir. Görücüler, örneğin, bokböceğinin yaydığı ışığın çok geniş boyutlara ulaştığını, görebilir.”  “Fakat insanlar, yayılımlarını susturur ve sonra da onlara yansırlar. Yayılımlar, kendilerine odaklanır.”  İnsanlar, liste yapma emrini mantıken en aşırıya taşıyıp geri kalan her şeyi göz ardı ederlermiş. Bir kere listeyle derinden ilgilenirlerse iki şey olabilirmiş. Dışarıdaki yayılımların tepişini yadsıyabilir ya da çok özgün bir şekilde kullanırlarmış.  Liste yaptıktan sonra bu tepileri yadsımanın sonucu, mantık olarak bilinen çok ayrıcalıklı durummuş. Her tepinin özgün şekilde kullanımı da kendi kendini yutma olarak bilinirmiş.  İnsan mantığı, bir görücüye alışılmamış türde homojen, sönük bir parıltı olarak görünürmüş, bu parıltı, dışarıdaki yayılımların sürekli baskısına ancak bazen o da geniş anlamda tepki verir -bu parıltı yumurtamsı kabuğu sertleştirir, ama daha kırılgan yaparmış.  Don Juan, insan cinsinde mantığın bol olması gerektiğini ama gerçekte çok az olduğunu belitti. İnsanların çoğu kendi kendini yutmaya dönermiş.  Tüm yaşayan varlıkların farkındalığının, birbirleriyle anlaşabilmeleri için kendine has bir öz-yansıma derecesi olduğu savını ileri sürdü. Ama insanın ilk dikkati dışında hiçbir şeyde bu derece kendine dönme yokmuş. Dışarıdaki yayılımların tepişini yadsıyan mantık insanlarına karşı, kendine dönük bireyler her tepiyi kullanır ve o tepileri koza içinde hapsolmuş yayılımları karıştıran bir güce çevirirlermiş.  Tüm bunları gözlemleyen görücüler uygulamalı bir sonuca ulaşmışlar. Onlar mantık insanlarının, dışarıdaki yayılımların tepişini yadsıyarak kozaları içindeki doğal uyarılmayı susturduklarından daha fazla yaşamaya mecbur olduğunu görmüşler. Diğer yandan, kendine dönük bireylerse, dışarıdaki yayılımların tepişini kullanarak daha fazla uyarılma yaratıp, yaşamlarını kısaltıyorlarmış.  “Görücüler, kendine dönmüş insanlara baktıklarında ne görürler ?” diye sordum.  “Onları, uzun aralıklarla, cansız, kesik kesik parlayan beyaz ışık patlamaları olarak görürler,” dedi.  Don Juan konuşmasını kesti. Soracak başka sorum yoktu veya belki de soru soramayacak kadar yorgundum. Hoplamama neden olan yüksek bir gürültü koptu. Ön kapı ardına kadar açıldı ve nefesi kesilmiş halde Genaro içeri girdi. Kendini yaygının üstüne bıraktı. Kan ter içindeydi.  “İlk dikkatle ilgili açıklama yapıyordum,” dedi don Juan ona.  “İlk dikkat yalnızca bilinende işler,” dedi Genaro. “Bilinmeyende iki para etmez.”  “Bu tam doğru değil,” diye sertçe cevapladı don Juan. “İlk dikkat, bilinmeyende çok güzel işler. Onu bloke eder; öyle heyecanla yadsır ki sonunda ilk dikkat için bilinmeyen var olmaz.”  “Liste yapmak bizi yaralanmaz yapar. Zaten liste en başta bu yüzden oluşturulmuştur.”  “Neden bahsediyorsun?” diye sordum don Juan’a. Yanıtlamadı. Yanıtı Genaro’dan beklermiş gibi ona baktı.  “Ama eğer kapıyı açarsam,” dedi Genaro, “ilk dikkat içeri girenle baş edebilir mi?”  “Seninki ve benimki edemez ama onunki eder,” dedi don Juan, beni gösterip. “Hadi deneyelim.”  “İleri farkındalıkta olmasına rağmen mi?” diye sordu Genaro don Juan’a.  “Hiç fark etmez,” diye cevapladı don Juan.  Genaro kalktı, ön kapıya gitti ve çekip açtı. Anında geriye zıpladı. Ani bir soğuk rüzgâr içeri girdi. Don Juan da Genaro da yanıma geldiler. İkisi de şaşkınlıkla bana baktılar.  Ön kapıyı kapatmak istedim. Soğuktan rahatsız olmuştum. Ama kapıya yaklaşırken, don Juan ve Genaro önüme atlayıp beni korudular.  “Odada bir şey fark ediyor musun?” diye sordu bana Genaro.  “Hayır, fark etmiyorum,” dedim ve gerçekten de öyleydi.  Açık kapıdan içeri dolan soğuk hava dışında hissedilecek hiçbir şey yoktu.  “Kapıyı açtığımda tuhaf yaratıklar girdi içeri,” dedi. “Hiç fark etmiyor musun?”  Sesinde bir şey bu sefer dalga geçmediğini söylüyordu.  Üçümüz, ikisi iki yanımı kuşatarak, evden çıktık. Don Juan gaz lambasını aldı ve Genaro ön kapıyı kilitledi. Yolcu kapısından arabaya bindik. Önce beni içeri ittiler. Sonra don Juan’ın ileriki kasabadaki evine gittik.

Cvp: 5 İlk Dikkat

.