Ardından, zaman zaman kıllık yapmama rağmen, kendisinin nagual Julian’ı bunalttığı kadar onu bunaltmadığımı belirtti. Kendisinde olmayan, az da olsa işe yarayan bi öz-disiplinim varmış benim. Bu öz-disiplin, kendi velinimetinde kendisininkinden de azmış.
“Tinin belirmeleri arasındaki fark sezinlenebilir,” diye sürdürdü. “Bazı durumlarda, örneğin benimkinde, açıkça ortaya konan komutlar biçiminde olur. Ben vurulmuştum. Göğüs kafesimden oluk oluk kan boşalıyordu. Velinimetim, tıpkı kendi velinimetinin ona yaptığı gibi, seri ve kararlı hareket etmek zorundaydı. Büyücüler bilirler ki, komut ne kadar zorsa, çömez de o denli zorlayıcıdır.”
Don Juan iki nagual ile birlikte olmanın en yararlı yönlerinden birinin, aynı öyküyü iki farklı açıdan dinleyebilmek olduğunu söyledi. Örneğin, nagual Elias ve tinin belirmesi hakkındaki öykü, çömezine göre tinin velinimetinin kapısını zar zor çalabilmesini anlatıyordu.
“Velinimetimle ilgili her şey çok zordu zaten,” dedi ve gülmeye başladı don Juan. “Yirmi dört yaşına geldiğinde tin onun kapısını çalmakla kalmamış, alaşağı etmiş bi de.”
Velinimetinin öyküsü, yıllar önce, velinimetinin yaşamını Mexico City’deki varlıklı bir ailenin yakışıklı oğlu olarak sürdürdüğü zamanlarda başlamış. Varlıklı, eğitimli, tatlı dilli ve çekici bir adammış. Kadınlar ona ilk görüşte âşık oluyorlarmış. Ama o kadar zevk düşkünü ve disiplinsizmiş ki, canının çekmediği hiçbir şeye dönüp bakmazmış bile.
Don Juan, öyle bir karakter ve yetiştirilme tarzıyla—varlıklı bir dul kadının tek oğluymuş ve ona tapan dört kız kardeşi, onun üzerine titriyormuş— akla gelen her uygunsuz işe bulaşmasının çok normal olduğunu düşünüyordu. Kendisi kadar zevk düşkünü olan arkadaşları bile, onu ahlaksız, günahkâr birisi olarak görüyormuş.
Bir zaman sonra, taşkınlıkları onu bedensel olarak güçsüzleştirmiş ve zamanın korkunç hastalığı olan vereme yakalanarak yataklara düşmüş. Ama hastalığı onu engelleyeceğine, kendisini o ana dek olduğundan daha şehvetli hissetmesine yol açmış. Kişisel denetimin zerresine sahip olmadığı için kendini tamamen uçarılığa vermiş ve hastalığı ümitsiz bir hal almış.
‘Tüm aksilikler üst üste gelir,’ sözü, don Juan’ın velinimeti için kesinlikle geçerliymiş. Bir yandan sağlığı giderek bozulurken, onun tek destekçisi olan ve ona sahip çıkan annesi de ölmüş. Annesi ona, yaşamını sürdürmeye yetecek kadar, hatırı sayılır bir miras bırakmış. Ama disiplinsizliği yüzünden miras birkaç ayda suyunu çekmiş. Yaşamını sürdürebileceği bir mesleği ya da ticarete eğilimi olmadığı için, yaşayabilmek için beleşçilik yapmak zorunda kalmış.
Parası kalmayınca, arkadaşı da kalmamış, hatta bir zamanlar peşinde koşan kadınlar bile ona sırt çevirmişler. Yaşamı boyunca ilk kez acımasız gerçeklerle yüz yüze gelmiş. Sağlık durumu da göz önüne alınınca, pek uzun yaşamayacağı görülüyormuş. Ama o kendini toparlamış ve çalışmaya karar vermiş.
Cinsel alışkanlıklarıysa değişmemiş, hatta bu alışkanlığı, rahat edebileceği yerde bir iş bulmasına yol açmış: tiyatro. Hem doğuştan bir oyuncu oluşu, hem de gençliğini, çoğu kadın oyuncularla birlikte geçirmiş olması sayesinde bu işi becermiş. Arkadaş çevresinden ve tanıdıklarından çok uzakta, kent kent gezen bir tiyatro topluluğuna katılmış, dini ve ahlaki oyunlardaki veremli kahraman rolleriyle, başarılı bir oyuncu olmuş.
Don Juan, kaderin, velinimetinin yaşamını belirleyen garip cilvesine değindi. Tam bir serseri olan, rezil yaşamı yüzünden ölümle burun buruna gelen velinimeti, oyunlarda, bir aziz ya da gizemciyi canlandırmış. Hatta, Kutsal Hafta boyunca ‘İhtiras’ adlı oyunda İsa rolünde bile oynamış.
Sağlığı, kuzey eyaletlerine yaptığı bir turne sırasında iflas etmiş. Böylece Durango kentinde iki şey olmuş; yaşamı sona ermiş ve tin kapısını çalmış.
Tinin vuruşuyla, ölümün vuruşu aynı ana denk gelmiş— gün ortasında, çalıların arasında. Ölümü onu genç bir kızı ayartırken yakalamış. Zaten inanılmaz derecede güçsüzmüş, o gün de kendisini fazla zorlamış. Oynak, güçlü ve ateşli olan genç kadın onu kandırıp sevişmek için kuytu bir yere götürmüş. Ama orada, sevişeceklerine saatlerce kavga etmişler. Sonunda kadın durulduğunda, o iyice bitap ve öksürmekten nefes alamaz bir haldeymiş.
Ardı arkası kesilmeyen öksürüklerin sonunda, omuzunda dayanılmaz bir ağrı hissetmiş. Göğüs kafesi yırtılıyormuş sanki, ve gelen öksürük nöbetinin ardından kusmasına engel olamamış. Zevk düşkünlüğü, başlayan kanamaya rağmen ölümünün gelmesine dek sürmüş. O zaman, tin işe karışmış ve gelen bir Kızılderili yoluyla görünerek yardım etmiş. Adam, Kızılderiliyi daha önce de görmüş ama kadınla fingirdeşmeye daldığı için pek üzerinde durmamış.
Kızı sanki rüyadaymışçasına görmüş. Kızda korku ya da şaşkınlık belirtisi yokmuş. Seri ve işbilir bir biçimde giysilerini giymiş ve av köpeğinin kovaladığı bir tavşan hızıyla oradan uzaklaşmış.
Ardından Kızılderilinin yanına koştuğunu, onu oturtmaya çalıştığını görmüş. Aptalca şeyler söylüyormuş Kızılderili. Tine yeminler ediyor, yabancı bir dilde anlaşılmaz sözler mırıldanıyormuş. Sonra da arkasına geçip, olanca gücüyle sırtına bi şaplak indirmiş.
Adam, Kızılderilinin ya pıhtılaşmış kanı boğazından çıkarmaya çalıştığı, ya da kendisini öldürmeye çalıştığı sonucunu çıkarmış bu davranıştan.
Kızılderili durmaksızın sırtına vurmayı sürdürünce de, adam, Kızılderilinin ya kadının sevgilisi ya da kocası olduğuna kanaat getirmiş. Ama Kızılderilinin çakmak çakmak gözlerini görünce düşüncesi değişmiş. Bu sefer Kızılderilinin kadınla bir ilişkisinin olmadığını, deli olduğunu düşünmüş. Kalan gücünü ve bilincini Kızılderilinin mırıldandıklarını anlamaya odaklamış. Kızılderili, insanın ölçülemez bir gücü olduğunu ve ölümün biz doğduğumuz andan itibaren onu niyet ettiğimiz için var olduğunu, böylelikle ölüm niyetini birleşim noktasının konumunu değiştirerek engelleyebileceğimizi söylüyormuş.
Bunun üzerine Kızılderilinin zırdeli olduğundan emin olmuş. Çok dramatik bir durumdaymış— saçma sapan sözler mırıldanan deli bir Kızılderilinin ellerinde ölüyormuş—yolun sonuna gelmiş bir oyuncu olarak, ölürse eğer, bunun kanamadan ya da aldığı darbelerden değil, gülmekten olmasına kendi kendine söz vermiş.
Don Juan, velinimetinin Kızılderiliyi ciddiye almamasının çok doğal olduğunu belirtti. Kimse böyle bir şeyi ciddiye almazmış. Hele hele büyücülüğe gönlü olmayan müstakbel bir çömez adayı hiç almazmış.
Don Juan büyücülük görevinin birçok parçasını bana ilettiğini söyledi. Tinin bakış açısından bu görevi, tinle olan bağlantı hattını temizlemekten ibaret olduğunu söylemenin de haddini bilmezlik olarak değerlendirilmeyeceğini de ekledi. Niyetin bizi etkilemek için önümüze çıkardığı görkemli yapı, sessiz bilgi temizlenmesinin yapılmasına olanak tanıyan, içinde pek de çok olmayan kurallar bulacağımız bir temizlenme evidir. Sessiz bilgi olmaksınızın hiçbir şey yapılamaz ve sahip olduğumuz tek duygu kimseye gereksinme duymamaktır.
Sessiz bilginin bir sonucu olarak, akışına bırakılan olaylar hem çok basit hem de soyut oldukları için, büyücüler bunlardan simgesel deyimler halinde söz etmeye karar vermişler uzun zaman önce. Tinin vuruşu ve belirmesi buna örnekmiş.
Don Juan’ın söylediğine göre, büyücülerin bakış açısından, nagual ve aday çömezin ilk buluşması sırasında yaşananlar, kesinlikle açıklanamaz bir özellikteymiş. Bizim, nagual’ın bir ömürlük deneyimlerinin erdemiyle yoğunlaştığı bir şeyi açıklamaya çalışmamız aptallık olurmuş sadece: bu ikinci dikkatin—büyücülük eğitimi yoluyla artırılan farkındalığın—soyutla olan görünmez bağlantısı ile ilgiliymiş. O bunu bir başkasının açıklanamaz soyutla olan görünmez bağını belirtmek için yapıyordu.
Her birimizin, kendimize özel yollarla oluşturduğumuz doğal engeller yüzünden sessiz bilgiden uzaklaştırılmış olduğumuzu belirtti. Benim aşılmaz engelim de kayıtsızlığımı bağımsızlık olarak algılamayı sürdürmemmiş ona göre.
Karşı çıkarak daha somut bir örnek vermesini istedim. Bana, somut örneklerle beslenmemiş bir eleştirinin gereksiz tartışmalar doğuracağını söylediğini hatırlattım.
Baktı ve mutlulukla gülümsedi.
“Eskiden sana erk bitkileri verirdim,” dedi. “Önceleri deneyimlediğin şeylerin sanrılar olduğuna kendini inandırabilmek için uç noktalara gidiyordun. Sonra onların özel sanrılar olmasını istedin. Onlara ısrarla ‘öğretici sanrılandıcı deneyimler’ demen pek komiğime giderdi.”
Benim hayali özgürlüğümü kanıtlama gereksinimimin, o olanları anlattığında, sessiz bilgi yoluyla bilmeme rağmen, kendimi, söylediklerini kabul edemeyeceğim bir noktaya kadar zorlamama neden olduğunu belirtti. Erk bitkilerini benim birleşim noktamı olağan yerinden uzaklaştırarak ileri bilinçlilik durumuna sokmak için kullandığını biliyormuşum.
“Sen, sana ait özgürlük engelini bu tıkanmayı aşmak için kullandın,” diye devam etti. “Aynı engel bugüne kadar hep iş başındaymış, bu yüzden hâlâ o tanımlanamaz ve dile getirmediğin keder duygusunu yaşıyorsun. Şimdi sorum şu: çıkarımlarını nasıl düzenliyorsun da geçerli deneyimlerini kayıtsızlık dizgesine uydurabiliyorsun?”
Bağımsızlığımı sürdürebilmemin tek yolunun deneyimlediklerim üzerine düşünmemek olduğunu itiraf ettim.
Don Juan gülmekten neredeyse oturduğu hasır koltuktan düşecekti. Soluklanmak için ayağa kalkıp biraz dolandı. Sakinleşince yeniden oturdu. Koltuğunu geriye çekip ayak ayak üstüne attı.
“Biz, sıradan insanlar olarak, yazgıya karşı kayıtsız dalgınlığımızı bize veren şeyin— niyet ile olan bağlantı hattımızın—oldukça gerçek ve işlevsel olduğunu bilmiyoruz, belki de hiç bilemeyeceğiz,” dedi. “Gündelik işlerin geçici huzuru bizleri uyuşturur, bu yüzden hareketli yaşamlarımız boyunca bu dalgınlık düzeyinin ötesine geçme olanağı bulamayız,” diye sürdürdü. Yaşamımız sona ermek üzereyken yazgı ile kalıtımsal dalgınlığımız değişik bir yapı kazanır. Günlük işlerimizin sis perdesi arkasından görmemizi sağlamaya başlar. Ne yazık ki bu uyanış her zaman dalgınlığımızı işlevselliğe ve olumlu bir buluşa dönüştürecek gücümüz kalmadığında, yaşlanmadan doğan güç kaybı ile beraber gelir. Bu noktada elimizde kalan, şekilsiz acı bir kederdir, açıklanamayan bir şeye duyulan özlem ve bunu kaçırmış olmanın basit öfkesi.
“Pek çok nedenden dolayı şiirleri severim,” dedi. “Bi nedeni, savaşçıların ruh halini yakalayabilmeleri ve güçlükle açıklanabilecek şeyleri açıklamalarıdır.”
Şairlerin, yoğun bir şekilde tinle bağlantı hattımızın farkında olduklarını, ama bunun büyücülerin işlevsel ve tasarlanmış yöntemleri yoluyla değil, sezgi yoluyla gerçekleştiğini vurguladı.
“Şairlerin tin hakkında doğrudan bi bilgileri yoktur,” diye sürdürdü. “Bu nedenle şiirleri tinin gerçek hareketlerini hedeften vuramaz. Ama epey yaklaşırlar.”
Yanındaki sandalyeden benim şiir kitaplarımdan birini aldı. Juan Ramón Jiménez’in toplu şiirleriydi. İşaretlediği bir sayfayı açtı, bana verdi ve okumamı istedi.
Gecede yürüyen
ben miyim odamda yoksa dilenci mi gizli gizli gezinen bahçemde akşamın karanlığında?
Etrafıma bakındım
ve anladım ki her şey
eskisi gibi ya da değil eskiden olduğu gibi... Pencerem açık mıydı?
Çoktan uykuya dalmamış mıydım?
Bahçe solgun yeşil değil miydi?... Gökyüzü açık ve mavi...
Ve orada bulutlar var
ve hava rüzgârlı
ve bahçe, karanlık ve sıkıntılı. Saçlarım siyahtı sanırım...
Gri giyinmiştim...
Ve şimdi saçım gri
ve siyah giyinmişim...
Bu benim yürüyüşüm mü?
Bu ses, içimde şimdi çınlayan, eski sesimin ritminde mi? Kendim miyim yoksa dilenci mi gizli gizli gezinen bahçemde akşamın karanlığında?
Etrafa bakındım...
Bulutlar var ve hava rüzgârlı... Bahçe, karanlık ve sıkıntılı...
Gelirim ve giderim... Gerçek değil mi çoktan uykuya dalmış olduğum?
Saçım gri... Ve her şey
eskisi gibi ya da değil eskiden olduğu gibi...
Şiiri yeniden okudum, ve şairin güçsüzlüğünü ile şaşkınlığını yakaladım. Don Juan’a kendisinin de böyle hissedip hissetmediğini sordum.
“Sanırım şair yaşlanmanın baskısını ve bunun neden olduğu endişeyi duyumsuyor,” dedi. “Ama bu işin sadece bir yönü. Beni ilgilendiren diğer yönü; şair birleşim noktasını hiç hareket ettirmemesine rağmen, sıradışı bir şeyin şansa bağlı olduğunu seziyor. Büyük bir güvenle, basitliğinden dolayı korkunç ve adlandırılmamış, yazgımızı belirleyen bir etkenin var olduğunu seziyor.”