Arabama bindik ve tarifine göre, Yaqui nehrinin kenarındaki geleneksel Yaqui kasabalarından Potam'a doğru yola koyulduk. Giderken, Lucas Coronado ile buluşacağımızı, bu adamın, büyücülük becerileri, şamanistik transları ve Lent'deki Yaqui şenlikleri için yaptığı harikulade masklarla ünlü olduğunu anlattı.
Sonra sözü yaşlı adama getirdi; söyledikleri başkalarının bana adam hakkında anlattıklarına taban tabana zıttı. O insanlar, bir münzevi ve eski bir şaman diye tanımlamışlardı onu; Jorge Campos ise bölgenin en şöhretli sağaltıcı ve büyücüsü olan, ünü kendisini nerdeyse ulaşılmaz biri haline getirmiş bir adam portresi çiziyordu. Biraz durakladı, ve bir aktör gibi son darbeyi indirdi; Yaşlı adamla oturup, antropologların istediği biçimde doğru dürüst konuşabilmek, bana en az iki bin dolara mal olacaktı.
Fiyatın bu derece fırlamasına isyan edecektim ki, benden önce davrandı.
"İki yüz dolara seni ona götürürüm," dedi. "O iki yüz doların bana ancak otuzu filan kalır. Gerisi rüşvetlere gider. Ama oturup onunla etraflıca konuşmak sana daha fazlaya patlar. Bunu sen kendin de hesaplayabilirsin. Muhafızları var, onu koruyorlar. Onları tavlamam lazım, bu da mangır ister.
"Sonunda," diye devam etti, "sana tam bir rapor vereceğim, makbuzlar ve vergilerin için gerekli her şeyle birlikte. O zaman bu iş için aldığım komisyonun çok cüzi bir şey olduğunu göreceksin."
Adama hayran olmuştum. Her şeyden haberi vardı, gelir vergisi makbuzlarından bile. Bir an sessiz kaldı, cüzi kârını hesaplıyor olmalıydı. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Kendim de hesapla meşguldüm; iki bin dolar bulmanın yollarını arıyordum. Ödenek için gerçekten başvurmayı bile düşündüm.
"Ama yaşlı adamın benimle konuşacağından emin misin?" diye sordum.
"Elbette," diye garanti verdi. "Sadece konuşmakla kalmaz, ona ödediğin paraya karşılık senin için büyücülük gösterisi bile yapar. Sonra ilerdeki dersler için ne kadar ödeyeceğine dair bir anlaşma yaparsın onunla."
Jorge Campos gene bir süre sustu, gözlerimin içine bakıyordu.
"Bana iki bin dolar ödeyebileceğinden emin misin?" diye sorarken kayıtsız olmaya çalışan öyle bir tavır takındı ki, o anda hepsinin düzmece olduğunu anladım.
"Ah, evet, rahatlıkla ödeyebilirim," diye yalan söyledim, güven verici bir edayla.
Sevincini saklayamadı.
"Aslanım benim! Aslanım benim!" diye keyifle haykırdı, "Çok eğleneceğiz!"
Yaşlı adam hakkında birkaç genel soru sormaya yeltendim, ama kestirip attı. "Bunları adamın kendisine sakla. Tümüyle sana ait olacak," dedi gülümseyerek.
Sonra bana Birleşik Amerika'daki yaşamını ve oradaki iş planlarını anlatmaya girişti; beni hayretler içinde bırakarak İngilizce konuşmaya başlamıştı, oysa ben onun tek kelime İngilizce bilmeyen bir sahtekâr olduğunu düşünüyordum.
"İngilizce biliyorsun!" diye haykırdım, şaşkınlığımı gizlemeye kalkmadan.
"Elbette biliyorum, evlat," dedi, konuşmamız boyunca bir daha bırakmadığı yapmacık bir Teksas şivesiyle. "Söyledim sana, seni deniyordum, becerikli misin diye. Öylesin. Aslında oldukça akıllısın diyebilirim."
İngilizceye hâkimiyeti müthişti, ve beni fıkralarla, öykülerle eğlendiriyordu. Potam'a nasıl vardığımızı anlamadık. Şehrin dış mahallelerindeki bir eve doğru yol gösterdi. Arabadan indik. Öne geçti ve İspanyolca bağırarak Lucas Coronado'ya seslendi.
Evin arkasından bir ses, İspanyolca, "Buraya gelin," dedi.
Küçük bir kulübenin arka tarafında, yere serili bir keçi derisinin üstünde bir adam oturuyordu. Çıplak ayaklarıyla tuttuğu bir tahtayı bir çekiç ve bir keskiyle işlemekle meşguldü. Tahta parçasını ayaklarının arasına sıkıştırmış ve şaşılacak kadar iyi bir çömlekçi çarkı oluşturmuştu. Elleriyle keskiyi kullanırken ayaklarıyla tahtayı döndürüyordu. Böyle bir şeyi ömrümde ilk kez görüyordum. Kıvrık bir keskiyle oyuklar açarak bir mask yapmaktaydı. Tahtayı tutan ve çeviren ayaklarına hâkimiyeti olağanüstüydü.
Adam çok zayıftı, köşeli hatlarıyla kuru bir yüzü, çıkık elmacık kemikleri ve koyu, bakırımsı bir teni vardı. Suratının ve boynunun derisi son derece gergindi. Köşeli yüzüne hain bir ifade veren ince, sarkık bir bıyık bırakmıştı. Çok ince kemerli bir gaga burnu ve vahşi bakışlı kara gözleri vardı. Simsiyah kaşları bir kalemle çizilmiş gibiydi; arkaya doğru taranmış simsiyah saçları da öyle. Bundan daha düşmanca bir surat görmemiştim hiç. Bana Mediciler devrinde yaşamış İtalyan ağıcılarını hatırlatıyordu. Lucas Coronado'nun yüzüne dikkatle bakan biri, "suratsız" ve "acımasız"dan daha uygun sıfat bulamazdı.
Bacak kemikleri öyle uzundu ki, tahta parçasını ayaklarıyla tutarak otururken dizlerinin omuzlarına değdiğini fark ettim. Biz yaklaşınca çalışmayı bırakıp kalktı. Jorge Campos'dan daha uzundu ve bir ray kadar inceydi. Sanırım bir saygı ifadesi olarak, ayaklarına deri sandaletlerini geçirdi.
"Buyrun, buyrun," dedi, asık suratla.
O anda Lucas Coronado'nun gülümsemeyi bilmediğine dair garip bir duyguya kapıldım.
"Bu ziyareti neye borçluyum?" diye sordu Jorge Campos'a.
Jorge Campos, son derece üstten bakan bir tavırla, "Sana bu genç adamı getirdim," dedi. "Senin dürüst yanıtlar vereceğine kefil oldum."
"Ah, sorun değil, sorun değil," diye güvence verdi Lucas Coronado, beni soğuk bakışlarıyla tartarak.
Ardından Yaqui dili olduğunu tahmin ettiğim başka bir dile geçti. Jorge Campos ile hararetli sohbeti bir süre devam etti. İkisi de ben yokmuşum gibi davranıyorlardı. Sonra Jorge Campos bana döndü.
"Burda küçük bir sorunumuz var," dedi. "Lucas, şenlikler yaklaştığından, bugünlerde kendisinin çok meşgul olduğunu söyledi bana; bu yüzden ona soracağın tüm soruları şu anda değil de, başka bir sefer yanıtlayacak."
"Evet, evet, kesinlikle," dedi Lucas Coronado, İspanyolca. "Başka bir sefer, gerçekten, başka bir sefer."
"Ziyaretimizi kısa kesmemiz gerekiyor," dedi Jorge Campos, "ama seni tekrar getireceğim."
Ayrılırken, Lucas Coronado'ya elleri ve ayaklarını kullanarak gösterdiği müthiş çalışma tekniği ile ilgili hayranlığımı belirtmek istedim. Bana deliymişim gibi baktı, gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.
"Mask yapan kimse görmedin mi?" diye tısladı, sıktığı dişlerinin arasından. "Nerelisin sen? Marslı mı?"
Aptallaşmış gibiydim. Tekniğinin benim için oldukça yeni bir şey olduğunu ona açıklamaya çalıştım. Kafama vurmaya hazırlanır gibiydi. Jorge Campos bana dönüp İngilizce konuşarak, sözlerimle Lucas Coronado'yu incittiğimi söyledi. Dediğine göre, adam övgülerimi yoksulluğuyla ilgili bir kinaye gibi algılamıştı; yoksulluğu ve çaresizliğiyle gizliden gizliye dalga geçtiğimi düşünüyordu.
"Ama tam tersi," dedim, "bence adam muhteşem!"
"Ona böyle bir şey söylemeye kalkma sakın," diye atıldı Jorge Campos. "Bu insanlar çok üstü kapalı biçimlerde hakarete uğramaya ve bunun üstesinden gelmeye alışıktırlar. Onu hiç tanımadığın halde kendisini aşağılamanın ve heykelini tutmak için bir mengene alamamasını alay konusu yapmanın garip olduğunu düşünüyor."
Ne yapacağımı şaşırmıştım. Tek olası bağlantımı berbat etmek, en son isteyeceğim şeydi. Jorge Campos sıkıntımın tamamıyla farkında görünüyordu.
"Masklarından birini satın alsana," diye öğütledi.
Ona arabamla Los Angeles'e kadar mola vermeden gitmek niyetinde olduğumu ve ancak benzin ve yiyecek almaya yetecek kadar param olduğunu söyledim.
"İyi, o zaman deri ceketini ver ona," dedi, sesi ifadesizdi ama güvenilir ve yardımsever bir tavır takınmıştı. "Aksi halde onu kızdırmış olacaksın; adamın aklında bir tek hakaretin kalacak. Sakın ona masklarının güzel olduğunu söyleme. Sadece birini satın al."
Deri ceketimi masklarından biriyle takas etmek istediğimi söylediğimde, Lucas Coronado keyifle sırıttı. Ceketi alıp sırtına geçirdi. Eve doğru yürüdü, ama içeri girmeden önce birkaç garip dönüş yaptı. Dinsel bir sunağa benzeyen bir şeyin önünde diz çöktü ve gerinirmiş gibi kollarını açtı, sonra elleriyle ceketin yanlarını oğuşturdu.
Eve girip içerden gazete kâğıdına sarılı bir paket getirdi ve bana uzattı. Ona birkaç soru sormak istiyordum, ama çalışması gerektiğini söyleyerek özür diledi, ancak eğer istersem başka bir zaman tekrar gelebileceğimi ekledi.
Guaymas kentine dönüş yolunda, Jorge Campos paketi açmamı söyledi. Lucas Coronado'nun beni kandırmadığından emin olmak istiyordu. Paket umrumda bile değildi; tek düşündüğüm Lucas Coronado ile konuşmak için tek başıma tekrar gelebileceğimdi. Mutluydum.
"Ne verdiğini görmem lazım," diye üsteledi Jorge Campos. "Arabayı durdur lütfen. Hiçbir koşulda ve hiçbir nedenle müşterilerimi tehlikeye atmam. Sana bazı hizmetler sunmam için bana para ödedin. O adam gerçek bir şaman; bu yüzden de çok tehlikeli. Onu incittiğin için sana bir büyü çıkını vermiş olabilir. Eğer öyleyse, hemen buralarda bir yere gömmeliyiz onu."
Midem bulandı, arabayı durdurdum. Büyük bir dikkatle paketi çıkardım. Jorge Campos elimden kapıp açtı. İçinde geleneksel tarzda yapılmış üç harika Yaqui maskı vardı. Jorge Campos gayet kayıtsız, ilgilenmeyen bir tavırla, bir tanesini ona vermemin çok uygun olacağını belirtti. Beni daha o yaşlı adama götürmediğine göre, onunla bağlantımı korumalıydım. Masklardan birini ona memnuniyetle verirdim.
"Seçmeme izin verirsen, şunu isterim," dedi, parmağıyla göstererek.
Almasını söyledim. Maskların benim için bir anlamı yoktu, peşine düştüğüm şeyi elde etmiştim nasıl olsa. Öbür iki maskı da pekâlâ verebilirdim, ancak onları antropolog dostlarıma göstermek istiyordum.
"Bu masklar olağanüstü şeyler değil," dedi Jorge Campos. "Kentteki her mağazadan alabilirsin bunları. Onları turistlere satıyorlar burda."
Şehirdeki dükkânlarda satılan Yaqui masklarını görmüştüm. Benimkilere kıyasla çok kaba şeylerdi; Jorge Campos da aslında en iyi maskı seçmişti.
Onu şehirde bıraktım ve Los Angeles'e doğru yola çıktım. Hoşçakal demeden önce, kendisine iki bin dolar borcum olduğunu, zira beni büyük adama götürme çalışmalarına ve rüşvet dağıtmaya şimdiden başlayacağını hatırlattı.
"Bir sonraki gelişinde bana iki bin dolar verebileceğinden emin misin?" diye sordu, cesaretle.
Beni çok zor bir duruma sokmuştu. Ödeyebileceğimden kuşkulu olduğumu, yani doğruyu söylersem, beni terk edeceğini düşünüyordum. Apaçık açgözlülüğüne karşın, onun bana yol göstereceğine gene de inanıyordum o sırada.
"Parayı almak için elimden geleni yapacağım," dedim, bağlayıcı olmayan bir ses tonuyla.
"Bundan fazlasını yapmalısın, evlat," diye atıldı sertçe, nerdeyse öfkeyle. "Bu buluşmayı ayarlamak için cebimden para harcayacağım; senden yana güvencem olmalı. Senin çok ciddi bir genç adam olduğunu biliyorum. Araban kaç para eder? Yoksa işinden mi kovuldun?"
Arabamın değerini söyledim, işsiz olduğumu da; ama ancak gelecek ziyaretimde ona parayı nakit olarak getireceğime söz verdiğimde tatmin olmuş göründü.
Beş ay sonra, Jorge Campos'u görmek için Guaymas’a geri döndüm. İki bin dolar o zamanlar oldukça büyük bir paraydı, özellikle de bir öğrenci için. Jorge Campos’un ödemeyi bir kaç seferde yapmama belki razı olabileceğini düşünüyordum; bu parayı taksite bağlayabilirsem çok memnun olacaktım.
Guaymas'da Jorge Campos'u hiçbir yerde bulamadım. Lokantanın sahibine sordum. Jorge Campos’un kayboluşu onu da benim kadar hayrete düşürmüştü.
"Birden ortadan yok oldu," dedi. "Eminim işlerini yürüttüğü Arizona'ya, ya da Teksas'a dönmüştür."
Şansımı denemeye karar verip, kendi başıma Lucas Coronado'yu görmeye gittim. Evine vardığımda öğle üstüydü. O da ortalarda yoktu. Komşularına yerini bilip bilmediklerini sordum. Beni saldırgan bir tavırla süzdüler ve yanıtlamaya tenezzül etmediler. Oradan ayrıldım, fakat akşamüstü tekrâr uğradım. Hiçbir şey beklemiyordum. Aslında hemen Los Angeles'e geri dönmek için hazırdım bile. Hiç ummadığım halde Lucas Coronado oradaydı, üstelik bana çok dostça davrandı. Tam bir baş belası olduğunu söylediği Jorge Campos'u almadan geldiğim için beni takdir ettiğini içtenlikle belirtti. Yaqui Kızılderilileri içinde bir hain diye söz ettiği Jorge Campos'un kendi soydaşlarını zevkle sömürdüğünden yakındı.
Lucas Coronado'ya getirdiğim birkaç armağanı verdim ve kendisinden üç mask, nefis bir şekilde işlenmiş bir bastonla bazı çöl böceklerinin kozalarından yapılan ve Yaqui'lerin geleneksel danslarında kullandıkları bir çift çıngıraklı tozluk satın aldım. Sonra onu Guaymas'a akşam yemeğine götürdüm.
Bölgede kaldığım beş gün boyunca Lucas Coronado ile hep birlikteydik; bana Yaqui'lerin tarihi ve toplumsal düzeni, şenliklerinin anlamı ve doğası hakkında bitmez tükenmez bilgiler verdi. Alan çalışması yapmak beni öyle keyiflendirmişti ki, yaşlı şaman hakkında bir şey bilip bilmediğini sormaya çekiniyordum. Sonunda eğrisini doğrusunu düşünmekten vazgeçip, Jorge Campos'un bana son derece ünlü bir şaman olduğuna dair garanti verdiği yaşlı adamı tanıyıp tanımadığını sordum ona. Lucas Coronado çok şaşırmıştı. Bana söylediğine göre ülkenin o bölgesinde böyle bir adam yoktu ve Jorge Campos da beni dolandırmaya niyetli bir düzenbazdan başka bir şey değildi.
Lucas Coronado'nun ihtiyar adamın varlığını yadsıdığını işitmek, üzerimde beklenmedik, korkunç bir etki yapmıştı. Alan çalışmasının filan zerre kadar umurumda olmadığını o anda açıkça hissettim. Benim tek derdim o yaşlı adamı bulmaktı. O anda anladım ki, o yaşlı şamanla tanışmak, bir antropolog olarak taşıdığım tutkularla, hedeflerle, hatta fikirlerle bile hiç ilgili olmayan, bambaşka bir şeyin doruk noktasıydı.
Bu tanrının cezası ihtiyarın kim olduğunu şimdi her zamankinden daha fazla merak ediyordum. Düş kırıklığı içinde atıp tutmaya, bağırıp çağırmaya başladım. Ayaklarımı yere vuruyordum. Lucas Coronado bu gösterime epeyce şaşırmıştı. Hayretler içinde beni seyretti, sonra gülmeye başladı. Gülebildiğini hiç düşünmemiştim. Öfke ve düş kırıklığıyla gösterdiğim taşkınlık için özür diledim ondan. Neden bu denli rahatsız olduğumu açıklayamıyordum. Lucas Coronado şaşkınlığımı anlar gibiydi.
"Buralarda böyle şeyler olur," dedi.