Konu: Bölüm 4
Dört Eylül 1968’de, don Juan’ı görmek için Sonora’ya gitmiştim. Bir önceki ziyaretim sırasında benden istemiş olduğu üzre, bacanora (kaktüs rakısı) almak için Hermosillo’da durmuştum. Bu isteği o zaman çok garip gelmişti bana; çünkü içkiden hoşlanmadığını biliyordum. Ama dört şişe alıp, ona götürdüğüm öbür şeylerle birlikte bir kutuya yerleştirdim.
Don Juan, kutuyu açınca, gülerek, “Ne diye dört şişe aldın!” dedi. “Ben sana bi şişe al demiştim. Bacanorayı kendim için istediğimi sanmışsındır; ama torunum Lucio içindi. Senin armağanınmış gibi, ona sen verirsin.”
Don Juan’ın torunuyla iki yıl önce tanışmıştım. O zaman yirmi sekiz yaşındaydı. Bir sekseni aşkın uzun boylu, kazancına göre yaşıtlarına oranla, her zaman çok iyi giyinen bir adamdı. Yaqui’lerin, çoğunlukla spor pantolonlar ya da blucinler, hasır şapkalar ve guarachos denilen ev yapısı çarıklar giymelerine karşın, Lucio’nun giysileri mavi boncuktan fır fırlı siyah parlak bir deri ceket, bir Teksaslı kovboy şapkası, elle süslenmiş ve adının baş harfleri işlenmiş çizmeler olurdu.
Lucio, içkileri verdiğimde, çok sevinmişti ve şişeleri alıp, herhalde saklamak için, içeriye girmişti. Don Juan, insan içkiyi saklamamalı ve tek başına içmemeli gibi bir laf edince; Lucio, içki falan saklamadığını, akşamüstü arkadaşlarını çağırıp birlikte içeceklerini söyledi.
O akşam, saat yedi sıralarında Lucio’nun evine döndüm. Hava karanlıktı. Bodur bir ağacın altında duran iki kişinin karaltısını gördüm. Lucio’yla bir arkadaşıydı bunlar. Beni bekliyorlarmış. Lucio, el feneriyle yolu aydınlatarak bizi eve götürdü.
Lucio’nun evi iki odalı, toprak tavanlı, harç ve dallardan kurulu derme çatma bir yapıydı. Evin uzunluğu altı metre kadar vardı ve mesquite dallarından yapılmış direkler üzerinde duruyordu. Bütün Yaqui evlerinde olduğu gibi düz, çalılardan örülü bir çatısı, bir de üç metre eninde bir ramadası vardı. Bu ramada evin önünü gölgeleyen bir tür sundurma gibidir. Ramadalarda çalı, saz falan kullanılmaz. Dalların gelişigüzel örttüğü bir çatıdır; böylece hem gölge yapar, hem de aralıklardan geçen esinti nedeniyle serin tutar.
Eve girerken, çantamdaki ses alma aygıtını çalıştırdım. Lucio beni arkadaşıyla tanıştırdı. Evde, don Juan da olmak üzere, sekiz adam vardı. Odanın ortasına rahatça yayılmışlardı. Bir direğe asılı gaz lambasının parlak ışığı, yüzlerini aydınlatıyordu. Don Juan bir sandığın üzerine oturmuştu. Ben de, yere çakılı kazıklara çivilenmiş bir kalastan oluşan iki metrelik bir sıranın ucuna oturdum. Don Juan’ın karşasına düşüyordu bu yer.
Don Juan şapkasını yanıbaşına, yere bırakmıştı. Gaz lambasının ışığı, kısa ak saçlarına daha parlak bir beyazlık veriyordu. Yüzüne baktım; ışık, boynundaki ve alnındaki kırışıklıkları daha da derinleştiriyor, onu daha yağız ve daha yaşlı gösteriyordu.
Ötekilere baktım; gaz lambasının yeşilimtırak-beyaz ışığı altında, hepsi de yorgun ve yaşlı görünüyorlardı.
Lucio, hepimize İspanyolca olarak, yüksek bir sesle, benim Hermosillo’dan getirdiğim bir şişe bacanorayı içeceğimizi söyledi. Öbür odaya geçip bir şişe getirdi. Mantarını çıkardı ve küçük bir teneke fincanla birlikte bana verdi. Fincana çok az bir miktar döküp içtim. Bu bacanora, bildiğim tekiladan daha güzel kokulu ve daha yoğun, üstelik daha da sertmiş gibi gelmişti. Öksürmeye başladım. Şişeyi yanımdakine verdim; herkes sırayla fincana biraz dökerek içiyordu. Ama don Juan içmedi. Sıra ona geldiğinde şişeyi alıp en sonda oturan Lucio’nun önüne bırakmıştı.
Hepsi de bu şişenin çok güzel çıktığına değin ateşli ateşli konuştular, bu içkinin Chihuahua’daki yüksek dağlık bölgeden geldiğini ileri sürüyorlardı.
Şişe bir kez daha dolaştı. Adamlar ağızlarını şapırdatıyorlar, övgülerini yineliyorlar, Guadalajara yöresinde yapılan tequila ile Chihuahua’nın yüksek yaylalarında yapılanın arasındaki büyük farkları yüksek sesle dile getirmeye çalışıyorlardı.
Şişe ikinci kez dolaşırken de don Juan içmemişti. Ben de yalnızca bir tadımlık almıştım. Ama ötekiler, fincanı ağzına dek dolduruyorlardı. Şişe bir kez daha dolaştı ve bitti.
Don Juan, “Öbür şişeleri getir, Lucio,” dedi.
Lucio, ikircimli görünüyordu; don Juan hiç oralı görünmüyor, benim Lucio’ya dört şişe birden getirmiş olduğumu anlatıyordu.
Lucio yaşlarında bir genç adam olan Benigno, göze çarpmasın diye arka yanıma yerleştirdiğim çantama bakarak, tequila satıcısı mıyım diye sordu. Don Juan, satıcı falan olmadığımı, aslında Sonora’ya, kendisini ziyaret etmek için gelmiş bulunduğumu söyledi.
“Carlos Mescalito’yu öğreniyor; ben öğretiyorum ona,” diye ekledi.
Hepsi birden bana bakıp, kibarca gülümsediler. Yüzü keskin çizgilerle dolu, ufak, zayıf bir adam olan oduncu Bajea, gözlerini bir an bana dikti ve ambarcının, beni, Yaqui topraklarında maden işletmeyi tasarlayan bir Amerikan şirketinin casusu olmakla suçladığını söyledi. Hepsi de, böyle bir suçlandırmaya içerlercesine söylendiler. Zaten, hepsi, bir Meksikalı ya da Yaqui’lerin dedikleri gibi bir Yori olan bu adama kızarlarmış.
Lucio öbür odaya gidip bir şişe bacanora daha getirdi. Açtı; fincanını ağzına dek doldurdu. Sonra şişeyi yanındakilere verdi. Söz, dolaşıp, Amerikan şirketinin Sonora’ya gelmesi olasığına ve bunun Yaqui’leri ne denli etkileyeceğine gelmişti. Şişe, Lucio’ya dönünce; Lucio şişeyi kaldırıp, içinde ne kadar kaldığına baktı.
Don Juan bana doğru eğilerek, “Söyle üzülmesin; bir daha gelişinde daha çok getireceğini söyle,” diye fısıldadı.
Ben de Lucio’ya doğru eğilip, öbür gelişimde en azından altı şişe getireceğimi söyledim.
Bir ara konuşulacak bir şey kalmamış gibi susuştuk.
Don Juan bana dönüp yüksek sesle, “Arkadaşlara, Mescalito’yla karşılaşmalarını anlatsana!” dedi. “Amerikan şirketi Sonora’ya gelirse neler olur diye bir boş laf etmekten çok daha ilginç olur bu.”
Lucio, merakla, “Mescalito, peyote midir, dede?” diye sordu.
Don Juan kuru bir sesle, “Kimileri öyle der,” yanıtını verdi. “Ben Mescalito demeyi yeğlerim.”
Uzun boylu, iri yarı, orta yaşlı biri olan Genaro, “O Allah’ın belası şey insanı delirtir,” dedi.
Don Juan, yumuşak bir sesle “Mescalito’nun deliliğe yol açtığını söylemek saçma olur. Eğer öyle olsaydı, Carlos şimdi burada sizinle konuşacak yerde tımarhaneyi boylamış olurdu. Carlos Mescalito kullandı. Bakın işte, sapasağlam duruyor.”
Bajea gülümseyerek, çekingen, “Kim bilir?” deyince, herkes gülmeye başladı.
“Bir de bana bakın,” dedi don Juan, “hemen hemen bütün yaşamım boyunca Mescalito’yla haşır neşir oldum, bişeycikler olmuş değil bana.”
Kimse gülmemişti, ama, onun bu sözlerini pek ciddiye almışa da benzemiyorlardı.
Öte yandan, don Juan sürdürdü: “Dediğin gibi, Mescalito’nun insanı çıldırttığı doğrudur. Ama, ne yapılacağını bilmeden ona gidildiğinde olur bu.”
Don Juan’la yaşıt bir yaşlı adam olan Esquere, gülmesini tutamıyor, başını iki yana sallayıp duruyordu. “‘Ne yapılacağını bilmeden’demekle neyi kastediyorsun, Juan?” diye sordu. “Seni geçen görüşümde de aynı şeyi söylüyordun.”
Genaro söze karışarak, “Bu peyote denilen nesneyi yutanlar gerçekten keçileri kaçırırlar.” dedi. “Huichol Kızılderililerinin bunu yediklerini görmüştüm. Kudurmuş gibi davranıyorlardı. Köpük saçıyorlar, kusuyorlar, her yana işeyip duruyorlardı. O Allah’ın belası nesne saralı yapar adamı. Bayındırlıkta mühendislik yapan Bay Salaş öyle söylemişti. Sara olunca, artık iyileşmezmişsin.”
Bajea, büyük bir ağırbaşlılıkla, “Hayvan olmaktan kötü, desene!” dedi.
Don Juan, “Genaro, sen Huichol Kızılderililerinde yalnızca görmek istediğin şeyleri görmüşsün.” dedi. “Örneğin, hiç zahmet edip Mescalito’yla tanışmanın nasıl bi şey olduğunu sordun mu onlara? Bildiğime göre, Mescalito kimseyi saralı falan etmez. Bayındırlıktaki mühendis de zaten bir Yori; ne anlar Yori Mescalito’dan! Mescalito’yu bilen bütün o binlerce insana da deli diyemezsiniz ya!”
Genaro, “Pekâla derim; deli onlar, deli! Ya da onun gibi bir şey... Yaptıklarına bakınca...” diye yanıtladı.
Don Juan sordu: “Pekâlâ, o binlerce insan deliyse, kim kotarıyor onların işlerini? Nasıl sürdürebiliyorlar yaşamlarını?”
Esquere, söze karışıp, “Karşı yakadan -ABD’den-gelen Macario, bir kez yiyenin yaşam boyu ondan kurtulamayacağını söylemişti,” dedi.
Don Juan, “Macario öyle bi şey demişse, yalan söylemiş. Ne dediğinin farkında mı o acaba?” diye çıkıştı.
“Yalancının tekidir o,” dedi Benigno.
“Kim bu Macario?” diye sordum.
Lucio, “Buralarda oturan bir Yaqui Kızılderilisi...” dedi.
“Arizonalı olduğunu söylüyor, savaşta Avrupa’da bulunmuş. Anlattıklarını bir dinlesen!..”
Benigno, “Albay olduğunu söyler durur!” diye atıldı.
Herkes gülmeye başlamıştı; bir süre Macario’nun inanılmaz öykülerine geçildi; ne var, don Juan sözü gene Mescalito’ya döndürdü.
“Hepiniz Macario’nun palavracı bi kimse olduğunu biliyorsunuz da, ne diye Mescalito’ya değin sözlerine inanıyorsunuz?”
Lucio, bu sözcüğü henüz anlayamamış gibi, “Peyote mi yani, dede?” diye soruverdi.
“Evet be! Hay Allahın!.”
Don Juan’ın çıkışı çok sert ve kırıcıydı. Lucio irkilmişti. Bir an için hepsinin de korkmuş olduklarını sezer gibi olmuştum. Sonra don Juan, yumuşak bir gülümsemeyle konuşmasını sürdürdü.
“Macario’nun söylediği şeylerin aslı astarı yok; bunu anlamıyor musunuz? Mescalito’dan söz etmek için onu bilmek gerekir.”
“İşte gene başladın,” dedi Esquere, “bilmek, bilmek, bilmek! Sen Macario’dan da betersin yahu! Hiç olmazsa o, bilse de bilmese de, aklından geçenleri söyler. Ama, seni yıllarca dinlemişimdir; bilmemiz gerektiğinden başka bir şey çıkmamıştır ağzından. Neyi bilmemiz gerek Allahaşkına!”
Benigno, “Don Juan, peyoteden bir ruh çıktığını söylüyor,” dedi.
Bajea, “Tarlalarda peyote görmüşlüğüm olmuştur; ama ruh falan görmüş değilim,” dedi.
Don Juan, “Evet, bi bakıma, Mescalito ruhlara benzer,” diye açıkladı. “Ama onu iyice bilmeden ne olduğunu açıkça anlayamazsınız. Esguere, yıllardan beri hep bunları söylemiş olduğumdan yakınıyor. Doğru söylüyor. Ama siz anlamıyorsanız, suç bende mi? Bajea, onu yiyenlerin hayvanlaştığını söyledi. Ama, ben öyle görmüyorum bu işi. Kanımca, kendilerini hayvanlardan üstün tutanlar, hayvanlardan kötü bi yaşam sürdürürler. Bakın işte torunumun haline. Durup dinlenmeden çalışır. Eşek gibi çalışmak için yaşıyor sanki. Hayvana benzemeyen tek yanı, içip sarhoş olmasıdır.”
Hepimiz gülüyorduk. Daha yirmisine varmamış görünen Victor adlı bir delikanlı hepimizden fazla gülmekteydi.
Genç bir çiftçi olan Eligio, henüz hiç söze karışmamıştı. Sağ yanımda yerde sırtı, yağmurdan ıslanmasın diye içeriye yığılmış kimi suni gübre çuvallarına dayalı, oturmaktaydı. Lucio’nun çocukluk arkadaşlarından olan bu Eligio, Lucio’dan daha kısa boylu olmasına karşın güçlü, pehlivan yapılı bir adamdı. Eligio, don Juan’ın sözlerini yutar gibi dinliyordu. Bajea, tam bir şey söyleyecekken, Eligio onun sözünü kesti.
“Peyote bu söylediğin şeyleri nasıl değiştirir?” diye sordu. “Bildiğime göre, tüm yaşamı boyunca eşek gibi çalışmak için yaratılmıştır.”
Don Juan, “Mescalito her şeyi değiştirir,” dedi, “ama biz de eşekler gibi çalışmak zorundayızdır. Mescalito’nun içinde bi ruh bulunduğunu söyledim. Çünkü, insanı değiştiren bi ruha benzer de ondan dedim bunu. Görebileceğimiz, dokunabileceğimiz bi ruhtur o; bizi, kimi kez, istencimize karşın değiştiren bi ruh...”
Genaro, “Peyote aklını başından alır gider; o zaman elbette değiştiğini sanırsın, değil mi?” dedi.
Eligio sürdürdü: “Nasıl değiştirir bizi?”
“Bize doğru yaşam biçimini öğreterek,” dedi don Juan.
“Onu bilenlere yardım eder, onları korur. Sizin sürdürdüğünüz bu yaşama, yaşam denemez. Onu tanımanın verdiği mutluluğu bilemezsiniz, çünkü, yok sizin bi koruyucunuz!”
Genaro, alınarak, “Ne demek oluyor bu?” dedi. “Hazreti İsa’mızla Meryem Ana’mız, Hazreti Guadalupe’umuz var bizim de. Onlar koruyucu değiller mi?”
Don Juan, dudak bükerek, “Ne de korurlar ya!” diye söylendi. “Nasıl daha iyi bi yaşam sürdürebileceğini öğretmiş midir sana?” diye sordu.
Genaro, “İnsanların onları dinlediği yok ki!” diyerek karşı çıktı. “Herkes şeytanın peşine düşmüş, ne yazık!”
Don Juan, “Onlar gerçekten koruyucu olmuş olsalardı, dinlemeye zorlarlardı insanları,” dedi. “Mescalito insanın koruyucusu olduğu zaman ister istemez dinletir kendini; insanlar onu gözleriyle görünce de, onu dinlememezlik edemezler. Mescalito, insanı kendisine saygıyla yaklaştırtır. Sizlerin, koruyucularınıza davrandığınız gibi değil...”
Esquere, “Nasıl yani, Juan?” diye sordu.
“Yani, şunu demek istiyorum; siz, koruyucunuza giderken kiminiz keman çalar, öbürünüz suratına maske, ayağına tozluk geçirip dans edeceğim diye tepinir, geri kalanlarınız da kafayı çekersiniz. Benigno, sen dansçıydın bi zamanlar, anlatsana!”
“Üç yıl var ki yapmıyorum,” dedi Benigno, “Zor iş!”
Esquere, alaylı bir sesle, “Lucio’ya sor,” dedi, “o bir hafta dayanabilmişti.”
Don Juan’ın dışında, herkes gülüştü. Lucio, sıkılmış görünüyor, gülümsüyordu; iki fincan dolusu bacanora devirdi boğazından aşağıya.
Don Juan, “Zor iş değil, aptalca bir iş,” dedi. “Dansçı Valencio’ya sor bakalım, dans etmekten hoşlanıyor mu? Hoşlanmıyor elbette! Dans etmeye çalışmış, hepsi o kadar. Yıllardan beri, yaptığı danslara bakarım, her bakışımda aynı hareketleri yaptığını görürüm; üstelik de kötü mü kötü! Belli ki zevk almıyor sanatından; ama danslarını anlatırken şişinir durur. Sevmiyor ki dansı! O yüzden yıllar yılı aynı hareketleri yineler durur. Ama, farkında bile değil bunun.”
Eligio, “Öyle dans etmeyi öğretmişler; ne yapsın?” dedi. “Bir zamanlar ben Torim kasabasında dansçılık yapardım. Nasıl öğretmişlerse, öyle dans etmek zorundasın-biliyorum.”
“Evet, Valencio belki de aman aman bir dansçı değil,” dedi Esquere. “Ama iyileri de vardır. Sacateca’ya ne buyrulur?”
Don Juan, sertçe, “Sacateca bi bilgi adamıdır, sizlerle bi tutamayız onu,” dedi. “Yaradılışında dans etme eğilimi var da onun için dans ediyor. Benim demek istediğim, sizler dansçı olmadığınızdan, dans zevk vermez size. Danslar iyi yapılsaydı, kimileriniz hoşlanırdınız. Ama hiçbiriniz danstan o denli anlamıyorsunuz. O yüzden hepiniz içmekten başka bi şey bilmezsiniz. Bakın şu torunumun haline!”
Lucio, “Kes artık, dede!” diye söylendi.
Don Juan sürdürdü, “Tembel değil, aptal değil; ama içmekten başka yaptığı bi şey de yok.”
Genaro, “Deri ceketler alıyor ya!” deyince, herkes kahkahayı bastı.
Lucio bir bacanora daha yuvarladı.
Eligio sordu: “Pekâlâ, peyote nasıl değiştiriyor bu durumları?”
Don Juan, “Lucio, koruyucuyu arasaydı, yaşamı çok değişik olurdu. Nasıl değişirdi bilemem, ama yüzdeyüz değişirdi.”
“Yani içkiyi bırakarak... Bunu mu demek istiyorsun?” diye üsteledi Eligio.
“Belki de bırakırdı. Yaşamından doyum sağlamak için tequiladan başka bi şeylere ihtiyacı var onun. İşte o şeyi, her neyse, koruyucusu verirdi ona.”
Eligio, “Güzel tadı varmış şu peyotenin de, haa!” dedi.
Don Juan, “Öyle bi şey demedim ben,” dedi.
Eligio sordu: “Tadı iyi değilse, nasıl zevk verir ki?”
Don Juan, “Yaşamını daha zevkli kılar da ondan,” diye yanıtladı.
Eligio asılıyordu: “Ama tadı iyi değilse, nasıl zevkli kılar insanın yaşamını? Olur şey değil!”
Genaro atıldı: “Niçin olmasın? Peyote insanı delirtir; o zaman, sen de ne yaparsan yap, her şeyi tozpembe gösterir sana.”
Gene gülüştüler.
Don Juan, alınmaksızın, sürdürdü: “Pekâlâ olur; ne denli az bildiğimizi, ve görecek ne denli çok şey bulunduğunu bi düşünün. İnsanı delirten şey, içkidir. Aklımızı bulandırır. Oysa Mescalito, her şeyi biler, keskinleştirir. Öyle bi güzel görmeni sağlar-öyle bi güzel ki!”
Lucio’yla Benigno, bunları daha önceleri işitmiş olduklarını belirtircesine, birbirlerine bakıp gülümsediler. Genaro’yla Esquere sabırsızlanarak aynı anda konuşmaya başladılar. Victor’un kahkahası bütün öbür sesleri bastırıyordu. Aralarında, tek ilgi duyan kimse, Eligio’ydu.
Eligio, “Peyote bütün o şeyleri nasıl yapar?” diye sordu.
Don Juan açıkladı: “Önce, onunla tanışmayı istemen gerektir; sanırım işin en önemli yanı budur. Sonra onunla karşılaşırsın. Onu iyice tanımak için onunla birçok kez karşılaşman gerekir.”
Eligio, “Sonra ne olur?” diye sordu.
Genaro, araya girdi: “Kıçın yerde sürünürken çatıya edersin bokunu.” dedi.
Kahkahalar gene koptu.
Don Juan aldırmaksızın, “Ondan sonrası sana kalıyor.” diye sürdürdü. “Ona giderken korkularını bi yana atacaksın; o da sana daha iyi bi yaşamın nasıl yaşanabileceğini azar azar öğretecek.”
Uzun bir sessizlik oldu. Herkes yorgun görünüyordu. Şişe boşalmıştı. Lucio, ister istemez, bi şişe daha açtı.
Eligio, alaycı bir sesle, “Peyote, Carlos’un da mı koruyucusu?” diye sordu.
“Orasını bilemem.” diye yanıtladı don Juan. “Üç kez geçti başından; kendisine sorsana!”
Hepsi merakla bana döndüler. Eligio sordu: “Sahiden yedin mi?”
“Evet.” dedim.
Don Juan, ilk rauntu kazanmış oluyordu. Oradakiler, ya deneyimlerimi dinlemek istiyorlardı, ya da yüzüme karşı gülmeye çekiniyorlardı.
Lucio, “Bir yerin ağrımadı mı?” diye sordu.
“Ağrıdı. Tadı da berbat!”
Benigno, “Öyleyse neden yedin?” diye sordu.
Ben de, bir batılı için, don Juan’ın peyoteye değin bilgisinin çok çekici olduğunu inceden inceye açıklamaya çalıştım. Don Juan’ın peyoteyle ilgili olarak anlatmış bulunduğu şeylerin tümüyle doğru olduğunu, isterlerse her birisinin bu gerçeği doğrulayabileceğini anlattım.
Hepsinin, beni aşağılamalarını örtercesine gülümsediklerini farkettim. Çok sıkılmıştım. Aklımdan geçenleri onlara aktarmadaki beceriksizliğimin farkındayım. Bir süre daha konuştum. Ne var ki, hızımı yitirmiştim ve, yalnızca, don Juan’ın söylemiş olduğu şeyleri yineleyebildim.
Don Juan yardımıma koşarak, beni desteklercesine: “Mescalito’ya ilk gelişinde, koruyucu falan aradığın yoktu, di mi?” diye sordu.
Ben de, onlara, Mescalito’nun bir koruyucu olabileceğini bilmediğimi; beni ona, yalnızca merakımın ve konuyu öğrenmeye olan aşırı isteğimin götürmüş olduğunu anlattım.
Don Juan, benim niyetimin kusursuz olduğunu ve bu yüzden, Mescalito’nun bana olumlu etkiler sağladığını vurguladı.
Genaro, “Ama kusmuşsun, önüne gelen yere işemişsin, değil mi?” diye iteliyordu.
Yanıt olarak, gerçekten bende böyle bir davranışa yol açtığını söyledim. Artık kendilerini tutmaya çabalamadan kahkahaları bastılar. O anda beni iyice aşağılamakta olduklarını görmekteydim. Eligio dışında, hiçbiri anlattıklarımla ilgilenmiyordu.
Sürekli beni, dinlemekte olan Eligio sordu: “Neler gördün?”
Don Juan, deneyimlerimin hepsini, ya da en önemli ayrıntılarını anlatmamı istedi. Ben de sezgilediğim şeyleri, biçimlerini sırasıyla anlattım. Sözüm bitince, Lucio, “Peyote bu anlattığın gibi acayipse, iyi ki hiç bulaşmamışım bu işe!” diye yapıştırdı.
Genaro da Bajea’ya: “Dememiş miydim, o nesne adamı delirtir diye?!” dedi.
Don Juan, “Ama Carlos deli değil işte. Buna ne dersin?” diye Genaro’ya sordu.
Genaro karşılık vererek, “Olmadığını nerden bileceğiz?” diye sordu.
Bu kez, don Juan dahil, herkes gülüyordu.
Benigno, “Korkuyor muydun?” diye sordu.
“Evet. Hem de çok!”
Eligio sordu: “Öyleyse neden yedin?”
“Öğrenmek istediğini söyledi ya!” diye Lucio benim yerime yanıtladı. “Carlos da dedem gibi oluyor gittikçe. Hiç kimse onların neyi bilmek istediklerini bilemez!”
Don Juan, Eligio’ya, “Bu bilgiyi açıklayabilmek olanaksızdır,” dedi. “Çünkü, her kişiye başka biçimlerde verilir bu bilgi. Hepimiz için değişmeyen bi şey varsa, o da Mescalito’nun, gizlerini her birimize özel olarak sunduğudur. Genaro’nun sözlerini dinledikten sonra, Mescalito’yla karşılaşmasını önerecek değilim ona. Ama ben de, Genaro da, ne dersek diyelim, Mescalito çok yararlı olabilir onun için. Ne var ki, ancak onun istemesi gerekir; anlatmak istediğim o
bilgiyi yani.”