1

Konu: 13 - Organik Olmayan Farkındalık

ÇÖMEZLİĞİMİN BELİRLİ BİR noktasında, don Juan bana yaşamındaki karmaşık bir durumu ifşa etti. Meksika'nın Sonora eyaletindeki bu salaş kulübede yaşamasının nedeninin, buranın benim farkındalık durumumu betimlemesi olduğunu ileri sürerek bende düş kırıklığı ve karamsarlık yaratmıştı. Aslında bu denli yetersiz olduğumu ima etmek istediğine pek inanmadığım gibi, iddia ettiği gibi başka yerlerde oturduğuna da inanmamıştım.

Her iki konuda da haklı olduğu ortaya çıktı. Benim farkındalık durumum çok yetersizdi, ve o da yaşayabileceği başka yerlere, kendisini ilk bulduğum kulübeden sınırsız ölçüde daha konforlu yerlere sahipti. Üstelik de zannettiğim gibi münzevi bir büyücü değil, on kadın ve beş erkekten oluşan on beş kişilik bir savaşçı-gezgin topluluğunun lideriydi. Yoldaşı büyücülerle birlikte yaşadığı orta Meksika'daki evine beni götürdüğünde şaşkınlığım müthiş oldu.

"Sadece benim yüzümden mi Sonora'da yaşıyordun, don Juan?" diye sordum ona; içimi suçluluk, vicdan azabı ve bir değersizlik duygusuyla dolduran bu sorumluluğa dayanmam mümkün değildi.

"Eh, pek orda yaşıyordum sayılmaz," dedi gülerek. "Yalnızca seninle orda buluşuyordum."

"Ama-ama-ama seni görmeye ne zaman geleceğimi bilmiyordun ki, don Juan," dedim. "Sana haber verme imkânım yoktu!"

"Öyle de, eğer düşünürsen ne kadar çok kez beni bulamadığını da hatırlarsın," dedi. "Oturup sabırla beklemen gerekirdi beni, bazen günlerce."

"Burdan Guaymas'a mı uçuyordun, don Juan?" diye sordum, bütün içtenliğimle. En kısa yolculuğun uçakla olacağını düşünmekteydim.

"Hayır, Guaymas'a uçmuyordum," dedi, kocaman bir tebessümle. "Beklemekte olduğun kulübeye uçuyordum, doğrudan doğruya."

Bunu kasten yaptığını biliyordum, benim tek yönlü zihnimin ne anlayabileceği ne de kabul edebileceği, kafamı alabildiğine karıştıracak bir şey atıyordu ortaya. O günlerde kendime hiç durmadan aynı ölümcül soruyu sorduğum bir farkındalık düzeyinde yaşamaktaydım: Ya don Juan'ın tüm söyledikleri doğruysa?

Ona başka bir şey sormak istemedim, çünkü düşüncelerimizle eylemlerimiz arasında bir köprü kurmaya çalışırken yolumu umutsuzca kaybetmiştim.

Bu yeni çevresinde don Juan bana bilgisinin daha karmaşık bir cephesini itinayla öğretmeye başladı; tüm dikkatimi gerektiren bir cepheydi bu; sadece muhakememi askıya almam yeterli değildi. Bilgisinin derinliklerine tepe üstü dalma zamanıydı benim için. Nesnel olmayı bırakmalıydım; aynı zamanda öznel olmaktan da vazgeçmem gerekiyordu.

Bir gün evinin arkasında don Juan'ın bambu kamışları temizlemesine yardım etmekteydim. İş eldivenleri giymemi istemişti: bambu kıymıklarının çok keskin olduğunu ve kolayca mikrop kapabileceğimi söylüyordu. Bambuları temizlemek için bıçağı nasıl kullanacağımı göstermişti. Kendimi işe kaptırmıştım. Don Juan benimle konuştuğu zaman dikkatimi verebilmek için çalışmayı bırakmak zorunda kalıyordum. Yeterince çalışmış olduğumu, artık eve girmemiz gerektiğini söyledi.

Geniş, ferah ve nerdeyse boş oturma odasında beni çok rahat bir koltuğa oturttu. İçine düzenli bir şekilde fındık fıstık, kuru kayısı ve peynir dilimleri yerleştirilmiş bir tabağı elime tutuşturdu. Bambuları temizleme işini bitirmek istediğimi söyleyip itiraz ettim. Yemek istemiyordum. Ama bana aldırmadı. Anlatacaklarını uyanık ve dikkatli biçimde dinleyebilmem için sürekli bir şeyler yemeye ihtiyacım olduğunu söyleyerek ağır ağır ve özenle çiğnememi salık verdi.

"Zaten bildiğin gibi," diye lafa girdi, "evrende eski çağ Meksika'sı büyücülerinin farkındalığın karanlık denizi diye adlandırdıkları sürekli bi güç vardır. Onlar algılama erklerinin doruğundayken öyle bi şey gördüler ki, pantolonlarının içinde tir tir titrediler, pantolonları vardıysa tabii. Farkındalığın karanlık denizinin sadece organizmaların farkındalığından değil, aynı zamanda organizması olmayan varlıkların farkındalığından da sorumlu olduğunu gördüler."

"Bu da ne böyle don Juan, farkındalığı olan, organizması olmayan varlıklar filan?" diye sordum; şaşkındım, çünkü böyle bir şeyden ilk kez söz ediyordu.

"Eski şamanlar, tüm evrenin ikiz güçlerden oluştuğunu keşfetmişlerdi," diye başladı, "aynı zamanda hem birbirlerine zıt, hem de birbirlerini tamamlayıcı güçlerdir bunlar. Bizim dünyamızın ikiz bi dünya olduğu kaçınılmaz bi gerçektir. Onun zıddı ve tamamlayanı olan dünyanın nüfusunu oluşturanlar, farkındalığı olan, ama organizması olmayan varlıklardır. Bu nedenle eski şamanlar onlara organik olmayan varlıklar diyordu."

"Peki bu dünya nerde, don Juan?" diye sordum, bir kuru kayısıyı bilinçsizce çiğnerken.

"Burda, seninle benim olduğumuz yerde," diye yanıtladı ciddi bir ifadeyle, ama bu kadar sinirli oluşuma da gülerek. "Onun ikiz dünyamız olduğunu söyledim sana, bu yüzden bizimle iç içeler. Eski çağ Meksika'sı büyücüleri zaman ve mekân konusunda senin gibi düşünmüyorlardı. Onlar her şeyi yalnız farkındalık açısından ele alırdı. İki tür farkındalık bir birini asla etkilemeden bi arada var olabilir; çünkü her biri ötekinden tümüyle farklıdır. Eski şamanlar bu birlikte var olma sorunuyla karşılaştıklarında zaman ve mekânı kendilerine dert etmediler. Organik varlıklar ile organik olmayan varlıkların farkındalık ölçüleri arasındaki ayrımın, birbirlerine en ufak bi müdahalede bulunmadan bi arada var olmalarına olanak verecek kadar büyük olduğu fikrine vardılar."

"Bu organik olmayan varlıkları algılayabilir miyiz, don Juan?" diye sordum.

"Elbette algılayabiliriz," diye yanıtladı. "Büyücüler bunu istençli olarak yapar. Sıradan insanlar da yapar, ama yaptıklarının ayırdına varmazlar, çünkü ikiz bi dünyanın bilincinde değildirler. Bi ikiz dünya düşündükleri zaman bin çeşit zihinsel mastürbasyona girişirler, ama hiç akıllarına gelmez ki fantezilerinin kökeninde hepimizin sahip olduğu o bilinçaltı bilgi yatmaktadır: yalnız olmadığımız duygusu."

Cvp: 13 - Organik Olmayan Farkındalık

Don Juan sözlerine perçinlemiştim sanki. Ansızın kurt gibi aç olduğumu hissettim. Midemde bir boşluk vardı. Bütün yapabildiğim elimden geldiği kadar dikkatle dinlemek, ve yemekti.

"Senin zaman ve mekân açısından nesnelerle yüz yüze gelmendeki güçlük şundan kaynaklanıyor," diye don Juan devam etti, "sen bi şeyin farkına ancak senin emrindeki çok sınırlı zaman ve mekân içine girerse varıyorsun. Öte yandan büyücüler, dışarıya ait bi şeyin de farkına varabilecekleri engin bi alana sahipler. Genel anlamda evrenin içinden biçok varlık, farkındalığı olan ama bi organizmaya sahip olmayan varlıklar, bizim dünyamızın farkındalık alanına ya da onun ikiz dünyasının farkındalık alanına girerler, ve sıradan insanoğlu onları asla fark etmez. Bizim farkındalık alanımıza ya da ikiz dünyamızın farkındalık alanına giren bu varlıklar, bizim dünyamızın ve onun ikizinin dışında var olan başka dünyalara aittirler. Genel anlamda evren, organik ve organik olmayan farkındalık dünyalarıyla tıka basa doludur."

Don Juan anlatmayı sürdürerek, o büyücülerin, kendi farkındalık alanlarına bizim ikiz dünyamızın dışındaki başka dünyalara ait bir organik olmayan farkındalık geldiğinde bunu da bildiklerini söyledi. Dediğine göre, bu dünyadaki her insanoğlunun yapacağı gibi, o şamanlar da farkındalığı olan bu enerji türlerine ilişkin sayısız sınıflandırmalar yapmışlardı. Kullandıkları genel terim, organik olmayan varlıklar idi.

"Bu organik olmayan varlıklar bizim gibi canlı mı?" diye sordum.

"Canlı olmak farkında olmaktır diye düşünüyorsan, o zaman canlılar," dedi. "Sanırım şöyle demek doğru olur; canlılık eğer yoğunlukla, keskinlikle, o farkındalığın süresiyle ölçülebilirse, rahatlıkla söyleyebilirim ki onlar senden benden daha fazla canlılar."

"Bu organik olmayan varlıklar ölür mü, don Juan?" diye sordum.

Don Juan yanıtlamadan önce hafifçe güldü. "Eğer ölüm dediğin farkındalığın sona ermesi ise, evet; ölürler. Farkındalıkları biter. Ölümleri insanoğlunun ölümüne hem benzer, hem de benzemez; çünkü insanoğullarının ölümü saklı bi seçenek içerir. Yasal bi belgedeki bi madde gibi; öyle minik harflerle yazılmış bi madde ki, zar zor görebilirsin. Okumak için büyüteç gerekir, oysa belgenin en önemli maddesi odur."

"Nedir bu gizli seçenek, don Juan?"
"Ölümün gizli seçeneği yalnızca büyücüler içindir. Bildiğim kadarıyla, o minik yazıyı okumuş olanlar yalnızca onlardır. Bu seçenek onlar için uygun ve işlevseldir. Sıradan insanoğulları için ölüm, farkındalıklarının bitişi, organizmalarının sonu demektir. Organik olmayan varlıklar için de ölüm aynı anlama gelir: farkındalıklarının son bulması. Her iki durumda da ölümün darbesi, farkındalığın karanlık denizinin içine çekilme edimidir. Yaşam deneyimleriyle yüklü bireysel farkındalıkları, sınırlarını yıkar ve enerji halinde farkındalığın karanlık denizine dağılır."

"Ama sadece büyücülerin seçtiği, ölümün o gizli seçeneği nedir, don Juan?" diye sordum.

"Bi büyücü için ölüm birleştirici bi etmendir. Genelde olduğu gibi organizmayı ayırıp dağıtmak yerine, ölüm onu bütünleştirir."

"Ölüm bir şeyi nasıl bütünleştirebilir ki?" diye itiraz ettim.

"Bi büyücü için ölüm," dedi, "bedendeki ayrı ayrı duygusal durumların hükümranlığına son verir. Eski büyücüler, bedenin farklı bölümlerinin egemenliğinin, bi bütün olarak bedenin genel duygu durumları ve eylemleri üzerinde hüküm sürdüğüne inanırlardı; işlevselliğini yitiren bölümler bedenin geri kalan kısmını kaosa sürükler; örneğin senin yediğin ıvır zıvırlar yüzünden hastalanman gibi. Böyle bi durumda midenin duygu durumu senin başka her yerini etkiler. Ölüm, bu ayrı ayrı bölümlerin hâkimiyetini ortadan kaldırır. Farkındalığı tek bi ünite halinde bütünleştirir."

"Büyücülerin öldükten sonra da farkındalıklarını sürdürdüklerini mi söylemek istiyorsun?" diye sordum.

"Büyücüler için ölüm, enerjilerinin en ufak kırıntısını bile işe koşan bi birleştirme edimidir. Sen ölümü bi ceset, çürümeye başlamış bi beden olarak canlandırıyorsun gözünde. Büyücüler için, birleştirme edimi gerçekleştiğinde, ortada ceset yoktur. Çürüme yoktur. Bedenleri bütünlüklerini koruyarak enerjiye dönüşmüştür; ayrı parçalardan oluşmayan bi farkındalığa sahip bi enerjidir bu. Organizmanın kurmuş olduğu ve ölüm tarafından yıkılan sınırlar, büyücülerde işlevsel kalır; ancak artık çıplak gözle görülebilir olmaktan çıkmışlardır. "Biliyorum,” diye devam etti, kocaman bir gülümsemeyle, "betimlediğim şeyin cennet ya da cehenneme giden ruh olup olmadığını sormak için ölüyorsun. Hayır, ruh değil. Büyücülerin başına gelen, ölümün bu saklı seçeneğini kullandıklarında organik olmayan varlıklara dönüşmeleridir; çok özel, yüksek hızlı organik olmayan varlıklardır bunlar; muazzam algılama manevralarına muktedir varlıklar. Büyücüler o zaman eski çağ Meksika'sı şamanlarının nihai yolculukları olarak sözünü ettikleri duruma girmiş olurlar. Sonsuzluk onların eylem âlemi olur."

"Bununla söylemek istediğin, ölümsüz oldukları mı, don Juan?"

"Büyücü sağduyumun bana dediğine göre," dedi, "farkındalıkları son bulacaktır; organik olmayan varlıkların farkındalığının son bulduğu şekilde olacaktır bu, ama ben bunu görmedim. Bu konuda ilk elden bi bilgim yok. Eski büyücüler, bu tür bi organik olmayan varlığın farkındalığının, yeryüzü canlı kaldığı sürece devam edeceğine inanıyorlardı. Dünya onların matrisi, bi bakıma rahmidir. O var olduğu müddetçe farkındalık sürer. Benim için en akla uygun açıklama, bu."
Don Juan'ın açıklamasının sürekliliği ve düzeni mükemmeldi, doğrusu. Buna ekleyecek hiçbir şeyim olamazdı. Bir gizem duygusuyla, ve gerçekleştirilmeyi bekleyen, seslendirilmemiş beklentilerle başbaşa bırakmıştı beni.

Don Juan'a bir sonraki ziyaretimde, konuşmaya zihnimdeki soruların içinde başı çekeni merakla sorarak başladım.

"Hortlaklar ve hayaletlerin gerçekten var olması mümkün mü, don Juan?"

"Hortlak ya da hayalet diyebileceğin şey her ne ise," dedi, "bi büyücü tarafından dikkatle gözlendiğinde tek bi anlama gelir—o hortlağımsı görüntülerin hepsi olasılıkla farkındalığı olan enerji alanları kümeleridir; ve biz onları bildiğimiz şeylere dönüştürürüz. Eğer durum buysa, o zaman hayaletler enerjiye sahiptir. Büyücüler onlara enerji-yayıcı biçimlenmeler adını verir. Ya da, hiç enerji yaymazlar; bu durumda da genellikle çok güçlü—farkındalık anlamında çok güçlü— bi kişinin düşsel yaratılarıdır.

"Bi öykün çok fazla ilgimi çekmişti," diye devam etti, "bana bi zamanlar halan hakkında anlatmış olduğun bi öyküydü bu. Hatırladın mı?"

On dört yaşındayken halamın evinde yaşamaya gittiğimi anlatmıştım don Juan'a. Halam çok büyük bir evde oturuyordu, evin üç avlusu vardı ve bunların aralarında yatak ve oturma odaları, vb. ile tam birer daire yer alıyordu. İlk avlu çok sadeydi, yerler kaldırım taşı döşeliydi. Burasının bir sömürge evi olduğunu ve ilk avlunun at arabalarının yanaştığı yer olduğunu anlatmışlardı bana. İkinci avlu çok güzel bir mevye bahçesiydi; Mağribi motiflerle süslenmiş zikzaklı tuğla yolların araları meyve ağaçlarıyla kaplıydı. Üçüncü avluysa damdaki saçaklardan sarkan çiçek saksıları ve kafesler içinde kuşlarla doluydu, tam orta yerinde sömürge mimarisi tarzında yapılmış bir çeşme vardı, avlunun büyük bir bölümü de kümes teliyle çevrilip, halamın hayattaki en büyük tutkusu, ödüllü dövüş horozları için ayrılmıştı.

Meyve bahçesinin hemen önündeki dairenin tümünü halam bana ayırmıştı. Ömrümün en güzel günlerini geçireceğimi düşünüyordum. Ne kadar meyve istersem yiyebilecektim. Ev halkından hiç kimse bahçedeki ağaçların meyvelerine dokunmuyordu, hiçbiri bana bunun nedenini açıklamaya yanaşmamıştı. Ev halkına gelince; halam ellili yaşlarının sonlarında, tombul bir kadındı, uzun boylu, yuvarlak yüzlüydü, harika bir öykü anlatıcısıydı, resmi tavırlarının ve sofu Katolik görüntüsünün ardında aslında şen şakrak, ve bir sürü tuhaflığı olan biriydi. Bir kâhyası vardı, uzun boylu, heybetli, kırk yaşlarında bir adam; orduda başçavuşken parası daha iyi olan bu iş için istifa etmiş ve halamın evinde kâhyalık, muhafızlık, ve her türlü işi yapmaya başlamıştı, elinden gelmeyen yoktu. Genç ve çok güzel bir kadın olan karısı halamın refakatçisi, aşçısı ve dert ortağıydı. Bu çiftin bir de çocukları vardı, tıpkı halama benzeyen tombul bir küçük kız. Bu benzerlik öyle güçlüydü ki halam kızı resmi olarak evlat edinmişti.

Bu dört kişi hayatımda tanıdığım en sessiz insanlardı. Son derece sakin bir yaşam sürüyorlardı, bu sükûnet yalnızca arada halamın tuhaflıklarıyla kesintiye uğruyordu; ya durup dururken seyahate çıkmaya kalkar, ya da umut veren yeni dövüş horozları bulup alır, onları eğitir, ve çok büyük miktarlarda para dönen ciddi yarışmalar düzenlerdi. Dövüş horozlarına büyük bir sevgi ve ihtimamla bakar, bazen bütün gün yanlarından ayrılmazdı. Hayvanların kendisini yaralamasını engellemek için kalın deri eldivenler giyip sert deri tozluklar takıyordu.

Onun evinde iki harikulade ay geçirdim. Halam öğleden sonraları bana müzik öğretiyor, ailemin ataları hakkında bitmez tükenmez öyküler anlatıyordu. Bu yaşantı tam bana göreydi, çünkü arkadaşlarımla dışarıya çıkıyor ve dönüş saatim konusunda kimseye hesap vermek zorunda kalmıyordum. Bazen yatağıma uzanır, uyumadan saatler boyu öylece yatardım. Portakal çiçeklerinin kokusu odama dolsun diye pencereyi açık bırakırdım. Ne zaman böyle uyumadan uzansam, evin kuzey yanını boydan boya kat eden ve bütün avluları birleştiren uzun koridorda birisinin ayak seslerini işitirdim. Bu koridorun çok güzel kemerleri vardı ve zemini çini kaplıydı. Düşük voltajlı dört ampul ortalığı yarım yamalak aydınlatır, bunlar da her akşam altıda yakılıp sabah altıda söndürülürdü.

Geceleri birisi yürüyüşe çıkıp penceremin önünde duruyor mu diye sordum halama, çünkü yürüyen her kimse, daima penceremin önünde durup geriye dönüyor ve tekrar evin ana girişine doğru gidiyordu.

"Bu saçmalıklarla kafanı yorma, canım," dedi halam, gülümseyerek. "Herhalde kâhyamdır, tur atıyordur. Önemi yok! Korktun mu?"

"Hayır, korkmadım," dedim, "sadece meraklandım, çünkü senin kâhya her gece odama kadar yürüyor. Bazen ayak sesleri uyandırıyor beni."

Gerçekçi bir açıklamayla beni başından savdı; kâhyanın bir asker olduğunu, ve bir nöbetçi gibi tur atmaya alışık olduğunu söylüyordu. Bu açıklama beni tatmin etmişti.

Bir gün kâhyaya adımlarının çok ses çıkardığını ve penceremin önünden geçerken uykumu bölmemek için biraz daha dikkat göstermesini söyledim.

"Neden bahsediyorsun sen?" diye sordu, ters ters. "Halam geceleri tur attığını söyledi," dedim.
"Ben asla öyle şey yapmam," dedi, gözleri tiksintiyle yanarak.

"Penceremin önünde gezinen kim öyleyse?"
"Kimsenin pencerenin önünde gezindigi filan yok. Uyduruyorsun. Ortalığı karıştırıp durma. Senin iyiliğin için söylüyorum."

Cvp: 13 - Organik Olmayan Farkındalık

O yıllarda birisinin iyiliğim için bir şey yaptığını söylemesinden daha kötü bir şey olamazdı bana göre. O gece ayak sesleri duyulur duyulmaz, yatağımdan kalkıp dairemin girişindeki duvarın arkasına dikildim. Yürüyenin ikinci ampulün yanından geçeceği anı hesaplayıp, koridora kafamı uzatıverdim. Adımlar aniden durdu, ama ortalıkta hiç kimse yoktu. Loş ışıklı koridor bomboştu. Biri yürüyor olsaydı saklanmaya fırsat bulamazdı, çünkü saklanacak bir yer yoktu. Çıplak duvarlar vardı yalnızca.

Korkum öyle büyüktü ki çığlık çığlığa bağırarak tüm ev halkını ayağa kaldırdım. Halamla kâhyası hepsini hayalimde canlandırdığımı söyleyerek beni yatıştırmaya çabaladılar önce; ama heyecanım öyle yoğundu ki sonunda ikisi de mahçup bir tavırla, bilmedikleri bir şeyin her gece evin içinde dolaştığını itiraf ettiler.

Don Juan geceleri yürüyenin halam olduğundan hemen hiç kuşkusu olmadığını söylemişti; halamın farkındalığının, üzerinde kendisinin hiçbir istençli denetimi bulunmayan bir cephesiydi bu, ona göre. Bunun halamın geliştirdiği bir şakacılık ya da gizem duyumuna boyun eğen bir şey olduğuna inanıyordu. Halamın bilinçaltı bir düzeyde yalnız bütün o gürültüleri yaratmakla kalmayıp, çok daha karmaşık farkındalık manevraları yapmaya muktedir olduğunu düşünmek don Juan'a göre pek abartma sayılmazdı. Ancak dürüst olmak gerekirse bir olasılığı daha göz önünde bulundurmak zorunda olduğunu eklemişti; bu ayak sesleri organik olmayan farkındalığın eseri de olabilirdi.

Don Juan, ikiz dünyamızın nüfusunu oluşturan organik olmayan varlıkların, silsilesinin büyücüleri tarafından akrabalarımız addedildiğini söylüyordu. O şamanlar aile üyelerimizle dostluk kurmanın beyhude olduğuna inanıyorlardı, çünkü bu tür dostluklarda daima haddini aşan, zoraki taleplerle karşılaşmamız söz konusuydu. Birinci dereceden kuzenimiz olan bu tür organik olmayan varlıkların bizimle sürekli iletişimde bulunduğunu, ama bu iletişimin bilinçli farkındalık düzeyinde gelişmediğini söylüyordu. Başka bir deyişle, biz onlarla ilgili her şeyi bilinçaltı düzeyde bilirken, onlar bizim hakkımızda her şeyi istemli, bilinçli bir şekilde bilmekteler.

"Birinci dereceden kuzenlerimizden gelen enerji bi ayak bağıdır," diye devam etti don Juan. "Onların durumu da bizimki kadar bombok. İkiz dünyalarımızın organik olan ve olmayan varlıklarını bitişik evlerde oturan iki kız kardeşin çcukları gibi düşünelim. Farklı göründükleri halde birbirlerine tıpatıp benzerler. Onlar bize yardım edemez; biz de onlara. Belki bi araya gelebilir ve müthiş bi aile işletmesi kurabilirdik, ama olmamış. Ailenin her iki kolu da aşırı alıngan ve buluttan nem kapıyor; tipik bi birinci dereceden alıngan kuzenler ilişkisi. İşin özü şu, eski çağ Meksika'sı büyücüleri ikiz dünyalardaki insanoğullarının da, organik olmayan varlıkların da tam anlamıyla benmerkezci kaçıklar olduklarına inanıyorlardı."

Don Juan'a göre eski çağ Meksika'sı büyücülerinin organik olmayan varlıklara ilişkin yaptıkları bir başka sınıflandırma da öncüler, ya da kâşifler idi; bunlar evrenin derinliklerinden gelen, ve insanoğullarınınkinden sonsuz ölçülerde daha keskin ve hızlı bir farkındalık taşıyan organik olmayan varlıklardı. Don Juan eski büyücülerin nesiller boyu sınıflandırma dizgelerini mükemmelleştirmeye çalıştıklarını, ve öncüler ya da kâşifler kategorisinden belirli bazı türlere ait organik olmayan varlıkların kıpır kıpır canlılıklarından ötürü insana hısım oldukları sonucuna vardıklarını ileri sürmekteydi. İnsanlarla karşılıklı ilişkiye geçebiliyorlar ve onlarla bir ortak yaşam ilişkisi kurabiliyorlardı.

Don Juan, o şamanların bu tür organik olmayan varlıklara ilişkin en önemli yanlışlarının, bu insani olmayan enerjiye insani özellikler atfetmeleri ve onu kullanabileceklerine inanmaları olduğunu açıkladı. Bu enerji kütlelerini yardımcıları addetmişler, saf enerji olduklarından herhangi bir çabalamaya dayanabilecek erkleri bulunmadığı gerçeğini idrak edemeyerek onlara bel bağlamışlardı.

"Organik olmayan varlıklar hakkında söylenecek ne varsa hepsini anlattım sana," dedi don Juan, birdenbire. "Bunu sınamanın en iyi yolu doğrudan deneyimdir."

Ne yapmamı istediğini sormadım. Derin bir korku göbek bölgemde volkanik patlamalar gibi sinir spazmları yarattı, ve bunlar ayaklarımın ucuna kadar genişleyip ordan gövdemin üst kısmına uzanarak vücudumu sarsmaya başladı.

"Bugün, organik olmayan varlıkları aramaya gideceğiz," diye bildirdi don Juan.

Beni yatağıma oturtup, içsel sessizliğe ulaşmaya destek olan konumu aldırdı gene. Olağandışı bir rahatlıkla buyruğuna uydum. Normalde isteksiz olmam gerekirdi, açıkça belli etmesem bile, bir gönülsüzlük sızısı duyardım hiç değilse. Daha otururken aklımdan belli belirsiz bir düşünce geçti; ben şimdiden içsel sessizlik durumuna girmiştim. Düşüncelerim berraklığını kaybetmişti. Çevremi sarmaya başlayan zifiri karanlığı hissedebiliyordum, uykuya dalıyormuşum duygusu veriyordu bana. Bedenim tümüyle hareketsizdi—ola ki devinmek için buyruklar oluşturmaya niyetim olmadığından, ya da onları biçimlendirip ifade edemediğimden.

Bir an sonra, kendimi Sonora çölünde don Juan'la birlikte yürür buldum. Çevreyi tanımıştım, onunla oralarda o kadar çok kez dolaşmıştım ki her tarafını ezbere biliyordum. Akşam vaktiydi, batan güneşin ışıkları içimde bir umutsuzluk duygusu yaratıyordu. Otomatik olarak yürümekteydim, bedenimde hissettiğim duyumlara düşüncelerimin eşlik etmediğinin farkındaydım. İçinde bulunduğum durumu kendime tanımlamıyordum. Bunu don Juan'a söylemek istedim, ama bedenimdeki duyguları ona iletme isteği bir anda kayboldu.

Don Juan ağır ağır, ve kısık, ciddi bir sesle, içinde yürüdüğümüz kuru nehir yatağının, üzerinde olduğumuz iş için son derece uygun bir yer olduğunu, küçük bir kaya parçasına tek başıma oturmamı söyleyerek benden uzaklaştı—on beş metre kadar ötedeki bir taşın üstüne oturdu. Normalde yapacağım gibi, don Juan’a ne yapmam gerektiğini sormadım. Yapmam gerekeni biliyordum. O sırada çevredeki tek tük çalıların arasından yürüyen insanların hışırtılı ayak seslerini duydum. Bölgede çalılıkların gelişmesine yetecek nem yoktu. Oralarda yalnızca aralarında üç-beş metre mesafe olan bazı dayanıklı çalılar bitiyordu.

İki adamın yaklaştığım gördüm. Bölgenin insanlarına benziyorlardı; yöredeki Yaqui kasabalarının birinde oturan Yaqui Kızılderilileri olmalıydılar. Gelip karşımda durdular. Biri kayıtsız bir tavırla hatırımı sordu. Ona gülümsemek, gülmek istedim, ama yapamadım. Suratım kaskatı kesilmişti. Ama içim içime sığmıyordu. Zıplayıp sıçramak istiyordum, ama onu da yapamadım. Ona iyi olduğumu söyledim. Sonra kim olduklarını sordum. Onları tanımadığımı, ama kendilerine olağanüstü bir yakınlık hissettiğimi söyledim. Adamlardan biri, açıklayıcı bir tavırla, benim dostlarım olduklarını söyledi.

Hatlarını ezberlemeye çalışarak baktım onlara, ama değişmeye başladılar. Kendilerini benim bakışımdaki ruh haline göre biçimlendirir gibiydiler. Hiçbir düşünce yer almıyordu. Her şey iç organlara ilişkin duyumlarla yönlendiriliyordu. Hatları tamamen silinene dek baktım onlara, ve sonunda karşımda titreşen iki ışıltı baloncuğu kaldı. Işıltı baloncuklarının sınırları yoktu. Kendilerini içlerinden yapışık tutuyor gibiydiler. Arada düzleşip genişliyorlardı. Ardından tekrar insan boyunda dikey bir görünüm alıyorlardı.

Aniden don Juan'ın sağ kolumu yakaladığını ve beni kayanın üstünden çektiğini hissettim. Gitme vaktinin geldiğini söylüyordu. Bir an sonra, her zamankinden fazla şaşkına dönmüş vaziyette, onun orta Meksika'daki evindeydim yine.

"Bugün, organik olmayan farkındalığı buldun, ve onu gerçekte olduğu gibi gördün," dedi don Juan. "Enerji, her şeyin daha aza indirgenemeyecek tortusudur. Bizim açımızdan, enerjiyi doğrudan görmek bi insanoğlu için varılabilecek son noktadır. Belki onun ötesinde başka şeyler de vardır, ama bize açık değildir."

Don Juan bunu tekrar tekrar söyledi, ve her seferinde sözcükleri beni toparlayıp normal durumuma geri dönebilmem için destekler gibiydi sanki.

Tanık olduğum, işittiğim her şeyi don Juan'a anlattım. Onun açıklamasına göre o gün başarmış olduğum şey, organik olmayan varlıkların insani nitelikler taşıyan özelliklerini esas özlerine dönüştürmekti: kendinin farkında olan ve insani olmayan enerjiye.

"Şunu anlamalısın," dedi, "olanaklarımızı kısıtlayan şey, aslında bi yorumlama sistemi olan bilişselliğimizdir. Bize olasılıklarımızın parametrelerinin neler olduğunu söyleyen yorumlama sistemimizdir, ve bu yorumlama sistemini tüm ömrümüzce kullanmış olduğumuz için, onun hükümlerine karşı çıkmaya hiçbi şekilde cesaret edemiyoruz.

"O organik olmayan varlıkların enerjisi bizi zorlar," diye devam etti don Juan, "ve biz bu zorlamayı içimizden geldiği gibi, ruhsal durumumuza uygun biçimde yorumlarız. Bi büyücü için alınacak en sağduyulu tavır, o varlıkları soyut bi düzeye indirgemektir. Büyücüler ne kadar az yorum yaparlarsa, o kadar iyi olurlar.

"Şimdiden sonra," dedi, "böyle garip bi hayalet görüntüyle karşılaştığında, olduğun yerde dur ve istifini hiç bozmadan gözlerini ona dik. Eğer bi organik olmayan varlıksa, yorumun kuru yapraklar gibi dökülüp dağılacaktır. Hiçbi şey olmazsa, o zaman hepsi sadece zihninin boktan bi sapkınlığıdır, ki o zihin de zaten senin değildir."

Cvp: 13 - Organik Olmayan Farkındalık

.