1

Konu: 11- Naguala Üç Tanık

Eve döner dönmez, tuttuğum notları bir düzene koyma işine daldım. Yaşadıklarımı anımsadıkça, don Juan’la don Genaro’nun bana yaşattıkları giderek daha da etkileyici olmaya başladı. Ne var, bulaştığım şeylerden ötürü, aylarca korku ve şaşkınlık içinde düşkünlük gösterme biçimindeki tepkimin, eskiye oranla yoğunluğunu yitirmiş olduğunu ayrımsadım. Birçok kez önceden de yapmış olduğum gibi duygularımı bilerek kendime acımaya ve çıkarsama yapmaya doğru yönlendirmeye çalıştıysam da, bir şeylerin eskisi gibi olmadığını anladım. Bunun yanı sıra, don Juan’a, don Genaro’ya, hatta Pablito’ya soracağım bir dolu soruyu yazma niyetindeydim. Bu tasarı daha başlamadan sona erdi. İçimde, araştırma ve şaşkınlık konumuna girmemi önleyen bir şey vardı.
Don Juan’la don Genaro’nun yanma gitme arzusunda değildim. Ama bu olasılıktan kaçınıyor da değildim. Bununla birlikte, bir gün, bu konu hakkında önceden düşünmeden onları görme zamanının geldiğini hissettim.
Geçmişte, Meksika’ya doğru yola çıkmadan önce, don Juan’a sormak istediğim binlerce önemli soru doluşuyordu kafama; bu kez aklıma bir tane bile gelmiyordu. Sanki notlarım üzerinde yaptığım çalışmalarla geçmişten arınmış, don Juan’la don Genaro’nun dünyasının şimdi ve buradasına hazırlanmış gibiydim.
Don Juan’ın beni, orta Meksika’nın dağlarında bir kasabanın pazaryerinde “bulması” için yalnızca birkaç saat beklemek yetmişti. Beni büyük bir muhabbetle selamlayıp sıradan bir öneride bulundu. Don Genaro’nun yerine gitmeden önce, don Genaro’nun çömezleri Pablito ile Nestor’u ziyaret etmek istediğini söyledi. Otoyoldan çıkar çıkmaz, yolun yanında ya da yolun üzerinde herhangi alışılmadık bir görüntüye karşı gözümü açık tutmamı istedi. Kafasındakilere ilişkin düşünceleri daha açık bir biçimde dile getirmesini istedim.
“Yapamam,” dedi. “Nagualın kesin ipuçlarına gereksinmesi yok.”
Yanıtına düşünmeden karşılık verircesine arabayı yavaşlattım. Yüksek sesle gülerek eliyle, arabayı sürmemi imledi. Pablito’yla Nestor’un yaşadıkları kasabaya yaklaştığımızda, don Juan arabayı durdurmamı istedi. Çenesini, sezilmeyecek bir biçimde kımıldatıp, yolun solunda yer alan bir küme orta boy kaya parçasını gösterdi.
“İşte Nagual,” dedi, fısıltıyla.
Çevrede kimse görünmüyordu. Don Genaro’yu göreceğimi ummuştum. Kaya parçalarına bir kez daha bakarak aralarındaki bölgeyi taradım. Görünürde bir şey yoktu. Herhangi bir şey, küçük bir hayvan, bir böcek, bir gölge, kayalarda küçük bir oluşum, beklenmedik bir şey ayırt edebilmek amacıyla, gözlerimi kısıp baktım. Bir süre sonra vazgeçerek yüzümü don Juan’a çevirdim. Bakışlarımı gülümsemeden karşıladı, ardından yeniden kaya parçalarına bakmamı sağlamak amacıyla, kolumu elinin tersiyle yavaşça itti. Yeniden onlara bakmaya başladım. Bir süre sonra arabadan çıkan don Juan, kendisini izlememi taşları dışarıdan inceleyeceğimizi söyledi.
Kayaların altmış ya da yetmiş metre yakınına gelinceye dek yavaşça, sakin adımlarla yürüdük. Don Juan orada bir süre durarak sağ kulağıma, “nagual”ın beni tam o noktada beklediğini söyledi. Ona, ne denli zorlanmış olsam da kayalardan, birkaç kaktüsten, bir iki de çalılık meyvesinden başka bir şey görmediğimi söyledim. Ama o, “nagual”ın, orada beni beklediğinde diretti.
Sonra, oturmamı, içsel söyleşimi susturmamı, gözlerimi odaklamaksızın kayaların tepelerinde gezdirmemi buyurdu. Yanıma oturdu, ağzını sağ kulağıma yaklaştırarak “nagual”ın orada olduğunu ve sorunumun, içsel söyleşimi tümüyle susturamamamdan kaynaklandığını fısıldadı. Söylediği her sözcüğü içsel suskunluk halindeyken duydum. Her şeyi anlamıştım ama yanıt veremiyordum; düşünmek, konuşabilmek için çaba harcayamıyordum. Yorumlarına verdiğim tepki, tam anlamıyla düşünce biriminden çok, genellikle düşünceyle bağdaştırdığım tüm anlam imlerini içeren, eksiksiz his birimlerini andırıyordu.
“Nagual”ın yolunda tek başıma yürümemin çok zor olduğunu, benim ise bu işe güveyle ve onun şarkısıyla atılmış olmamdan ötürü pek talihli olduğumu fısıldadı. “Güvenin çağrısının anısını aklımda tutarsam, onu, bana yardımcı olması için geri getirebileceğimi söyledi.
Sözleri, ya erk veren bir etki yaratmış olmalı, ya da ola ki onun “güvenin çağrısı” adını verdiği o sezgisel görüngüyü ben çağırmış olmalıyım ki, don Juan fısıltılı sözlerini bitirdiği anda o olağandışı, tükürük saçarcasına çıkan sesi duymaya başladım. Ses renkleri öylesine zengindi ki kendimi bir an yankı odasında sandım. Tını yükseldikçe, rüya halindeymişim gibi bir konuma geçtim, kayaların tepesinde kımıldayan bir şey olduğunu saptadım. Bu devinim beni yoğun bir biçimde korkutmuştu, o anda berrak farkındalığıma dönüverdim. Gözlerimi kayalara odakladım. Don Genaro onların tepesinde oturuyordu! Ayakları sallanıyor, ayakkabılarının altıyla kayalara vururken, “güvenin çağrısıyla” eşzamanlı olduğu anlaşılan tartımlı bir tını çıkartıyordu. Sonra bana gülerek el salladı. Mantıklı düşünmek istedim. Onun, buraya nasıl gelmiş olduğunu ya da onu orada nasıl gördüğümü bulgulama hissi ya da arzusu içindeydim, ama mantığımı hiçbir biçimde yönlendiremiyordum. O koşullar altında yapabileceğim tek şey, orada oturmuş gülüp el sallarken, ona bakmaktan ibaretti.
Bir süre sonra, oturduğu yuvarlak kaya parçasından aşağı doğru kaymaya hazırlanır gibi oldu. Bacaklarını berkittiğini, ayaklarının sert toprağa doğru inişe hazırlandığını ve kayarken ivme kazanmak amacıyla sırtını kayalara değene dek gerdiğini gördüm. Ama inişinin tam ortasında bedeni durdu. Bir yere sıkıştığı duygusuna kapıldım. Sanki suyun üstündeymiş gibi birkaç kez bacaklarını çırptı. Kendisini pantolonunun oturma yerinden yakalamış bir şeyden kurtulmak istermiş gibi bir hali vardı. Sinirli devinimlerle, kaba etlerini iki eliyle sıvazladı. Bana, acı verici bir biçimde yakalanmış hissi veriyordu. Koşup, ona yardımcı olmak istedim, ama don Juan kolumdan tutup bir yandan da gülüşünü yarım ağızla saklayarak bana, “İzle onu! İzle!” dediğini işittim.
Don Genaro tekmeledi, bedenini gerdi, kendini sağa sola attı; sanki bir çiviyi gevşetmeye çalışıyordu. Birden bir patlama sesi duyuldu ve tam don Juan’la benim durduğumuz yere kadar kaydı. İki ayağı üzerinde bir, bir buçuk metre önüme indi. Kalçalarını sıvazladı, acıdan dans edermiş gibi zıpladı ve yakası açılmadık küfürler savurdu.
“Kaya beni bırakmak istemedi, kıçımdan yakaladı,” dedi, utangaç bir sesle.
Benzersiz bir neşe duygusu içindeydim. Yüksek sesle güldüm. Neşemin, zihin berraklığıma eşit olduğunu ayrımsadım. O anda, her şeyi kaplayan engin bir farkındalık durumuna girmiştim. Çevremdeki her şey kristal gibi berraktı. Daha biraz önce uyuşukluk, dalgınlık içindeydim. Ama, don Genaro’nun birden belirmesi, görkemli bir berraklık durumuna sokmuştu beni.

Cvp: 11- Naguala Üç Tanık

Don Genaro kaba etlerini sıvazlayarak zıplamayı bir süre daha sürdürdü; sonra arabama yöneldi, kapıyı açarak emekleye emekleye koltuğa geçti.
Konuşmak amacıyla don Juan’dan yana dönmüştüm. Görünürde bir yerde değildi. Yüksek sesle onu çağırmaya başladım. Don Genaro da arabadan çıktı, don Juan’ın adını tiz, çılgınca bir sesle çağırarak, arabanın önündeki düzlükte daireler çize çize koşmaya başladı. Beni taklit ediyordu kuşkusuz. Kendimi don Genaro’yla tek başıma bulmanın getirdiği yoğun korkuyla arabanın çevresinde birkaç kez bilinçsizce koşarak bağıra bağıra don Juan’ı çağırmıştım.
Don Genaro, Pablito’yla Nestor’u almamız gerektiğini, don Juan’ı yolun bir yerinde bulacağımızı söyledi.
İlk korkumun üstesinden geldikten sonra, onu görmekten mutluluk duyduğumu belirttim. Tepkim nedeniyle azarladı beni. Don Juan’ın babam gibi değil, annem gibi davrandığını söyledi. “Annelerle” ilgili çok gülünç kimi benzetmeler, şakalar yaptı. Öylesine eğleniyordum ki, Pablo’nun evine geldiğimizin farkına varamadım. Don Genaro durmamı söyledi, sonra arabadan indi. Pablito, evinin kapısında bekliyordu. Koşarak geldi, arabaya girip yanıma oturdu.
“Hadi, Nestor’un evine gidelim,” dedi, çok acelesi varmışçasına.
Dönüp don Genaro nerede diye bakındım. Ortalıkta yoktu. Pablito yalvarırcasına acele etmemi söyledi.
Nestor’un evine doğru yola koyulduk. O da kapıda bekliyordu. Arabadan çıktık. İkisinin de neler olup bittiğini bildiklerine dair bir kanı vardı içimde.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum.
“Genaro söylemedi mi sana?” diye sordu Pablito, inanmıyormuşçasına.
Ne don Juan’ın, ne de don Genaro’nun bana hiçbir şey söylemedikleri konusunda güvence verdim onlara.
“Bir erk yerine gidiyoruz,” dedi Pablito.
“Ne yapacağız orada?” diye sordum.
İkisi de bir ağızdan bilmediklerini söylediler. Nestor, don
Genaro’nun ona beni erk yerine götürmesini söylediğini ekledi.
“Sen, don Genaro’nun evinden mi geliyorsun?” diye sordu, Pablito.
Don Juan’la birlikte olduğumu, don Genaro’yu yolda bulduğumuzu, sonra don Juan’ın beni onunla bıraktığını söyledim.
“Don Genaro nereye gitti?” diye sordum, Pablito’ya.
Ama Pablito neden söz ettiğimi anlayamadı. Don Genaro’yu arabamda görmemişti.
“Benimle, senin evin oraya kadar geldi,” dedim.
“Nagual arabandaydı, galiba,” dedi Nestor, korkulu bir sesle.
Arkada oturmak istemediğinden, önde Pablito’nun yanına sıkıştı.
Nestor’un yolu belirtmek için verdiği kısa buyruklar dışında hiç konuşmadan ilerledik.
Sabahleyin olanlar hakkında düşünmek istedim, ama bunları açıklama çabasının, bir biçimde, yararsız bir düşkünlükten başka bir şey olmayacağını biliyordum. Nestor’la Pablito’yu konuşturmaya çabaladım; arabanın içindeyken çok sinirli olduklarını, onun için konuşmayacaklarını söylediler. Alçakgönüllü yanıtları öylesine hoşuma gitmişti ki, konuşmaları için daha fazla zorlamadım onları.
Bir saat bekledikten sonra, arabayı bir yan yola park edip sarp bir dağın yamacını tırmanmaya başladık. Hiç konuşmadan bir saat kadar yürüdük; Nestor önden gidiyordu. Büyük bir tepenin dibinde durduk. Neredeyse altmış metre yüksekliğindeydi ve dimdik göğe uzanıyordu. Nestor, yarı kapalı gözleriyle toprağı tarayıp oturacak doğru dürüst bir yer aradı. Tarama devinimlerinin çok zayıf olduğunu üzüntüyle ayrımsamıştım. Yanımda duran Pablito birkaç kez onun hareketlerini düzeltmeye yeltendiyse de kendini tutarak üstüne düşmedi. Sonra, Nestor bir anlık tereddüdün ardından bir yer seçti. Pablito, rahatlamış biçimde nefesini koy verdi. Nestor’un seçtiği yerin doğru yer olduğunu biliyordum, ama bunu nasıl bildiğimi anlayamıyordum. Böylece, ben önder olsaydım neresini seçerdim diye bakınmaya başladım. Ne var, izlemem gereken yöntem hakkında bir karara bile varamadım. Pablito ne yaptığımın kesinlikle ayırdındaydı.
“Beceremezsin bunu,” diye fısıldadı. Beni yasal olmayan bir şeyle yaparken yakalamış gibi sıkıntıyla güldüm. Pablito da gülerek don Genaro’nun daima onlarla birlikte dağlarda yürüdüğünü, önderliği zaman zaman birine ya da ötekine bıraktığını, bu yüzden kişinin, seçiminin ne olacağını bilmesinin mümkün olmadığını bildiğini söyledi.
“Genaro der ki, bunu yapamamanın nedeni, yalnızca doğru ve yanlış seçimlerin var olmasıdır,” dedi. “Yanlış bir seçim yaparsan bedenin bunu bilir; oradaki başka herkesin bedeni de bilir bunu; ama doğru bir seçim yaptığında beden bunu anlayıp, gevşer—seçim falan yaptığını hemen unutur. Bedenini, gelecek seçim için yeniden doldurursun, anlıyor musun, tıpkı bir silah gibi. Bedenini aynı seçim için yeniden kullanmak istersen, yapamazsın bunu."
“Nestor bana baktı; not tutmam onu meraklandırmış gibiydi. Pablito’nun söylediklerini onaylamasına başını sallarken ilk kez güldüğünü gördüm. Üst dişlerinden ikisi eğriydi. Pablito, Nestor’un kaba ya da asık suratlı olmadığını, sadece dişleri yüzünden utandığını, hiç gülmemesinin nedeninin de bu olduğunu açıkladı. Nestor ağzını örterek güldü. Dişlerini düzelttirmesi için onu bir dişçiye gönderebileceğimi söyledim, ona. Bu önerimi şaka sanıp çocuklar gibi güldüler.
“Genaro, utangaçlığının üstesinden tek başına gelmesi gerektiğini söylüyor,” dedi Pablito. “Üstelik Genaro onun şanslı olduğunu da söylüyor; herkes aynı biçimde ısırırken, Nestor bir kemiği uzunlamasına ayırabilir, ısırarak insanın parmağında, çiviyle deler gibi delik açabilirmiş.”
Nestor ağzını açarak bana dişlerini gösterdi. Sol kesici dişiyle köpek dişi yana doğru çıkmıştı. Dişlerini birbirlerine vurarak takırdatıp köpek gibi hırladı. Yalandan üstüme saldırır gibi yaptı. Pablito güldü.
Nestor’u böylesine rahat görmemiştim. Geçmişte birkaç kez birlikte olmuştuk, bende orta yaşlı bir adam izlenimi bırakmıştı. O anda orada öylece oturup dişlerini gösterirken, ne kadar genç olduğunu anladım. Yirmili yaşlarının başındaki genç bir adam gibiydi.
Pablito yeniden yetkinlikle düşüncelerimi okudu.
“Kendine önem vermeyi bırakma üzerinde uğraşıyor,” dedi. “Onun için böyle genç duruyor.”
Nestor olurlarcasına başını öne doğru salladı, tek bir söz söylemeden gürültülüce osurdu. Şaşırmış, kalemimi düşürmüştüm.
Pablito’yla Nestor, gülmekten handıysa öleceklerdi. Dinginleştiklerinde, Nestor yanıma gelerek bana, elde sıkılınca özel bir ses çıkaran kendi yapmış olduğu bir düzeneği gösterdi. Bunu yapmayı ona don Genaro’nun öğrettiğini açıkladı. Düzenek küçük bir körükten, iki parça tahta arasındaki yuvaya yerleştirilmiş, titreşici işlevi gören bir yapraktan oluşuyordu; tahta parçaları ise sıkmaç gibi çalışıyordu. Nestor, oluşturulan tınının, kullanılan yaprağın cinsine göre değiştiğini söyledi. Denememi isteyerek belirli bir ses oluşturmak için sıkmaçlarının nasıl sıkılacağını, bir başka ses içinse nasıl açılacağını gösterdi.
“Ne için kullanıyorsun bunu?” diye sordum?
Birbirlerine kısaca baktılar.
“Bu onun tin tuzağı, aptal!” dedi Pablito, sertçe.
Sesinin titremi hırçınca, ama bakış dostçaydı. Bu ikisi, don Juan’la don Genaro’nun yabansı, insanı sindiren bir karışımı gibiydiler.
Dehşet verici bir düşünceye daldım. Yoksa don Juan’la don Genaro bana gene oyun mu oynuyorlardı? Bir an müthiş bir ürküye kapıldım. Ama karnımın içinde bir yerlerde bir şeyler koptu da yeniden dinginleştim. Pablito’yla Nestor’un, don Juan’la don Genaro’yu davranış modeli olarak kullandıklarını biliyordum. Ben de gün geçtikçe onlar gibi davrandığımı bulgulamıştım.
Pablito, Nestor’un bir tin tuzağının olmasının uğurlu olduğunu, kendisinin henüz bir tane edinemediğini söyledi.
“Burada ne yapacağız?” diye Pablito’ya sordum.
Nestor soruyu kendisine sormuşum gibi, yanıt verdi.
“Genaro bana dedi ki, burada bekleyecekmişiz, beklerken de gülüp eğlenecekmişiz,” dedi.
“Ne kadar beklememiz gerekir, sence?” diye sordum.
Yanıtlamadı; başını sallayıp, sorarcasına Pablito’ya baktı.
“Bir fikrim yok,” dedi Pablito.
Böylece, Pablito’nun kız kardeşleriyle ilgili koyu bir söyleşiye daldık. Nestor en büyük kızın çok kötü bakışları olduğunu, gözleriyle bitleri bile öldürebileceğini söyleyerek Pablito’yla dalga geçti. Pablito’nun ondan çok korktuğunu, çünkü kavga ederken, kız kardeşinin kızgınlıkla onun koca bir tutam saçını tavuk yolar gibi bir çekişte koparacak denli kuvvetli olduğunu anlattı
Pablito ablasının bir canavar olduğunu kabul ettiğini, ama “nagual”ın onu düzene sokup, hizaya getirdiğini söyledi. Kızın nasıl yola getirildiğinin öyküsünü anlatmasının ardından, Pablito’yla Nestor’un don Juan’ın adını hiç anmadıklarını, ondan, sürekli biçimde “nagual” diye söz ettiklerinin ayırdına vardım. Görünüşe bakılırsa, don Juan, Pablito’nun yaşamına girmiş, bütün kız kardeşlerini, daha uyumlu bir yaşam sürmelerini sağlamak amacıyla, biraz zorlamıştı. Pablito, “nagual”ın onlarla işini bitirmesinin hemen ardından kızların birer azizeye döndüğünü anlattı.
Nestor notlarımın ne işe yaradığını öğrenmek istedi. Onlara işimi açıkladım. Anlattıklarımla gerçekten ilgileniyorlarmış gibi tuhafça bir hisse kapılıp, insanbilimden girdim, felsefeden çıktım. Kendimi sonuçta gülünç bularak susmak istedim, ama anlatıma öylesine dalmıştım ki, kısa kesemiyordum. İkisi bir takım gibi, beni bu uzun açıklamayı sürdürmeye zorluyorlardı sanki. Gözleri üstüme kilitlenmişti. Sıkılmış ya da yorulmuşa benzemiyorlardı.
Bir yorumun tam ortasındayken, “güvenin çağrısının” belirsiz tınısını duydum. Bedenim gerildi—sözümü asla bitiremedim.
“Nagual burada,” dedim, düşünmeden.
Nestor’la Pablito dehşet dolu bakışlarla birbirlerini süzdüler, yerlerinden fırlayıp yanıma geldiler; bana adeta yapıştılar. Ağızları açılmıştı. Ürkmüş çocuklar gibi bakıyorlardı.
Sonra, anlaşılmaz bir duyusal deneyim yaşadım. Sol kulağım kımıldamaya başladı. Bir biçimde kıpırdıyordu. Bu kıpırtı başımı yüz seksen derece dolayında döndürüp doğu olduğumu sandığım yöne bakmama yol açtı. Başım hafifçe sağa doğru titredi; bu konumdayken, “güvenin çağrısının” tükürük saçan tınısını rahatlıkla yakalayabiliyordum. Uzaktan, kuzeydoğu yönünden geliyormuş gibiydi. Yönü saptadıktan sonra, kulağım inanılmaz zenginlikte bir tını sağanağı yakaladı. Ne var, bunlar duyduğum tınıların anıları mıydı yoksa o anda mı oluşuyorlardı, bilemiyordum.
Bulunduğumuz yer, bir dağ sırasının sol yamacında yer alıyordu. Kuzeybatı’ya doğru ağaç kümeleriyle yer yer dağ fundalıkları vardı. Kulağım, o yönden gelen, kayaların üzerinde yürüyen ağır şeyin sesini yakalamışa benziyordu.
Nestor’la Pablito, ya tepkilerime yanıt veriyor ya da aynı tınıları kendileri de işitiyorlardı. Bunu onlara sormak isterdim, ama gözüm yemedi; ya da, ola ki yoğunlaşmamı durduramıyordum.
Tını yakınlaşıp yükseldikçe, Nestor ile Pablito iki yanıma yapıştı. Nestor bundan en çok etkilenenimizdi; bedeni denetlenemez biçimde titriyordu. Bir an geldi, sol kolum sallanmaya başladı. İstemim dışında yüzüme dek yükselerek fundalıkların bulunduğu bölgeyi gösterdi. Titreşen bir tını ya da kükreme duydum; bu, bildik bir tınıydı. Yıllar önce, psikotropik bir bitkinin etkisi altındayken duymuştum. Fundalıkların arasındaki devasa bir karaltıyı saptadım. Fundalıkların kendileri kararıyormuş da, sonunda tam bir siyaha dönüştürüyormuş gibiydi. Karaltının belirli bir biçimi yoktu, ama kımıldıyordu. Nefes alıyor gibiydi. Pablito’yla Nestor’un korku dolu bağırışlarına karışan, kan dondurucu bir çığlık duydum; ardından, fundalıklar ya da dönüştükleri karaltı bize doğru uçmaya başladı.

Cvp: 11- Naguala Üç Tanık

Artık kendimi tutamaz duruma gelmiştim. Nasıl oldu bilmiyorum, içimde bir şey sarsıldı. Karaltı önce üstümüzde dolandı, ardından bizi içine aldı. Çevremizdeki ışık karardı. Güneş batmış, ya da alacakaranlık birden bastırmış gibiydi. Nestor’la Pablito’nun, başlarını koltuklarımın altına soktuklarını hissettim; bilinçsiz bir koruma içgüdüsüyle kollarımı başlarına doladım—yuvarlanarak arkaya doğru düştüm.
Ne var ki, taşla kaplı yere ulaşmamıştım— bir an sonra, iki yanımda Pablito’yla Nestor, kendimi ayakta bulmuştum. İkisi de benden uzun idilerse de, çekmiş gibi duruyorlardı; sırtlarını eğip bacaklarını bükerek koltuklarımın altına sığacak boya gelmişlerdi.
Don Juan ile don Genaro önümüzde duruyorlardı. Don Genaro’nun gözleri geceleyin parıldayan kedigözleri gibiydi. Don Juan’ın gözlerinde de aynı parıltı vardı. Don Juan’ı hiç bu biçimde görmemiştim. Gerçekten korkutucuydu. Don. Genaro’dan da öte: Her zamankinden daha genç ve güçlüydü. Onlara baktıkça benim bildiğim anlamda insan olmadıkları yolunda çılgın bir düşünceye kapıldım.
Pablito’yla Nestor sessizce inliyorlardı. Don Genaro tam bir Üçlü Birlik tablosu oluşturduğumuzu söyledi. Ben, Baba’ymışım, Pablito Oğul, Nestor’da Ruhülkudüs. Don Juan’la don Genaro gümbürdercesine güldüler. Nestor’la Pablito ise utangaçça gülümsediler.
Don Genaro, birbirimizden ayrılmamız gerektiğini, zira bu tür sarılmalara yalnızca kadınla erkek arasında, ya da bir erkekle tokmakçısı arasında destur verildiğini söyledi
Hâlâ aynı noktada durduğumu, sandığım gibi yere düşmemiş olduğumu gördüm. Aslında Pablito’yla Nestor da eski noktalarında duruyorlardı.
Don Genaro, başıyla imleyerek Nestor’la Pablito’yu uyardı. Don Juan da onları izlememi imledi. Nestor önümüzden giderek Pablito’yla bana oturacak birer yer gösterdi. Don Juan’la don Genaro’nun kımıldamadan durdukları kaya dibinden elli metre kadar uzakta, tek sıra halinde oturduk. Onlara bakınca, gözlerimi odaklayamaz oldum. Gözlerimi şaşı bakar duruma getirdiğimin ayırdındaydım, çünkü iki değil, dört kişi görüyordum. Sonra, sol gözümdeki don Juan görüntüsü, sağ gözümdeki don Genaro görüntüsüyle üst üste geldi; bu birleşimin sonunda, ortada, don Juan’la don Genaro’nun arasında yanardöner renklerde bir varlık belirdi; bildiğimiz insana değil, beyaz ateşten bir topa benziyordu. Her yanı, ışık telcikleri gibi bir şeylerle kaplanmıştı. Başımı salladım, çift görüntü birden yok oldu; ne var, don Juan‘la don Genaro’nun ışıldayan nesneler olarak görüntüleri sürdü. İki tuhaf uzunca nesne görmekteydim. Kendiliğinden ışıklı telcikleri olan, beyaz yanardöner futbol toplarını andırıyorlardı.
İki ışıldayan varlık titredi, telciklerinin sallandığını, sonra da yok olduklarını gerçekten gördüm. Uzun, örümcek ağına benzer ve tepenin üstünden fırlatılmış gibi görünen ipince bir telcik tarafından çekilmişlerdi sanki. Yaşadığım duyum, kayaların üstünden gelen beyaz bir ışık huzmesinin, onları çekip aldığı biçimindeydi. Bu olanları hem gözlerimle, hem de bedenimle algılamıştım.
Bunun yanı sıra, algılama konumunda devasa oransızlıkların olduğunun da ayırdındaydım, ama bunun hakkında her zamanki türden bir yorum getiremiyordum. Örneğin tepenin dibine bakarken don Juan’la don Genaro’yu, sanki gözümü kırk beş derecelik bir açıyla eğmişimcesine doruktayken görebiliyordum.
Korkmak, yüzümü kapayıp ağlamak ya da olağan tepkilerimin dahilinde başka bir şey yapmak istedim. Ama kilitlenmiş gibiydim. Düşüncenin ne olduğunu bildiğim kadarıyla, arzularım, düşünceye benzemiyorlardı, bu nedenle, dışa vurmaya alıştığım türden coşkusal tepkileri ortaya çıkaramıyordum
Don Juan’la don Genaro yere atladılar. Bunu, karnımda duyumsadığım bir düşme duygusuna dayanarak hissetmiştim.
Don Genaro atladığı yerde kaldı; don Juan ise bize doğru yürüdü, arkama geçip sağda bir yere oturdu. Nestor çömelmişti; ayaklarını karnına çekmiş, çenesini ellerinin arasına almıştı, kollarını dirsekleri üzerinde baldırına dayamış, başına destek veriyordu. Pablito ise elleri karnında, hafifçe öne eğik biçimde oturuyordu. Ben de kollarımın ön kısmıyla karın bölgemi kapattığımın ayırdına vardım. Omzumdan dirseğime kadar olan bölümleri bedenimin iki yanına yapıştırmıştım, öyle ki, basınç böğürlerimi acıtmaktaydı.
Don Juan tekdüze bir mırıldanmayla hepimize seslendi.
“Bakışınızı nagualın üzerine sabitlemelisiniz,” dedi. “Tüm düşünceler, tüm sözler ortadan kalkmalı.”
Bunları altı yedi kez yineledi. Sesi çok yabansıydı, bilmediğim bir sesti; kertenkele derisi üzerindeki pulları anımsattı bu ses bana. Bu benzetme bilinçli bir düşünce değil, bir duyguydu. Sözcüklerinin her biri, pul pul soyuluyor gibiydi; tartım hırı tekinsiz, öksürük gibi kuru, boğuk sözcükler—buyruğa dönüşen tartımlı mırıltılar.
Don Genaro hiç kımıldamadan durmaktaydı. Ona baktığımda görüntüyü dönüştürmeyi sürdüremedim. Gözlerim istemim dışında şaşı bakar duruma geldi. Don Genaro’nun bedenindeki yabansı ışıltıyı yeniden ayırt ettim. Gözlerim kapanmaya ya da yaşlarla kaplanmaya başlamıştı. Don Juan yardımıma koştu. Gözlerimi şaşı bakar duruma getirmemi buyurduğunu işittim. Başımda yumuşak bir darbe hissettim. Apaçık algıladım ki, bana ufak bir çakıl taşı atmıştı. Taşın etrafımdaki kayaların üzerinde birkaç kez sektiğini görmüştüm. Nestor’la Pablito’ya da atmış olmalıydı; kayalarda seken başka çakıl taşı sesleri de işitmiştim.
Don Genaro, yabansı bir dans durumuna geçmişti. Dizlerini bükmüş, kollarını yanlarına yapıştırmış, parmakları gerilmişti. Burgu hareketi yapmaya hazırlanıyormuş gibiydi; kendi çevresinde yarım bir dönüş yaparak yukarıya doğru çekildi. Dev bir tırtılın ipliğine takılarak, bedeninin kayalığın ta tepesine doğru çekildiğine ilişkin berrak bir algı yaşadım. Onun yukarıya doğru devinimiyle ilgili algım görsel ve bedensel duyuların son kerte yabansı bir karışımından oluşuyordu. Yukarı doğru uçuşunu yarı görmüş, yarı hissetmiştim. Onu, yukarı çeken, ipliğe ya da neredeyse görünmez bir ışık demetine benzeyen bir şey vardı. Onun uçuşunu, bir kuşun uçuşunu gözlerimle izleme biçiminde görmemiştim. Devinimlerinde doğrusal bir ardışıklık yoktu. Onu görüntü alanımda tutmak için gözlerimi kaldırmam da gerekmemişti. İpliğin onu çektiğini görmüştüm, ardından bunu bedenimle ya da bedenimde hissetmiştim ve bir an sonra otuz kırk metre yukarılarda, kayalığın ta tepesindeydi.
Birkaç dakika sonra kurşun gibi yere indi. Düşüşünü his setmiş, gayri ihtiyari inlemiştim. Don Genaro bu olağanüstü gösterisini tam üç kez daha yineledi. Her seferinde, sezgim daha da berraklaşıyordu. Son kezinde, karın bölgesinden çıkan bir dizi ipliği bile ayırt edebildim. Bu ipliklerin kımıldanışından, yukarıya mı yoksa aşağıya mı gideceğini bile anlıyordum Yukarıya doğru sıçramaya hazırlanırken iplikler de yukarı doğru deviniyorlardı; aşağıya doğru inmeye hazırlanırken de, iplikler önce dışarıya, ardından da aşağıya doğru deviniyorlardı.
Dördüncü sıçrayışın ardından, don Genaro gelip, Pablito’yla Nestor’un arkasına oturdu. Don Juan da öne doğru eğilip don Genaro’nun oturduğu yere geldi. Bir süre kımıldamadan durdu. Don Genaro, Pablito’yla Nestor’a kısa yönergeler verdi. Ne dediğini anlamamıştım. Onlara bir göz attım, don Genaro'nun her birine bir taş aldırıp, göbek deliklerinin üzerine koydurduğunu gördüm. Bunu benim de yapmam gerekir, diye düşünürken, don Genaro benim bu önlemi uygulamama gerek olmadığını, ama ne olur ne olmaz, diye ulaşabileceğim bir yere bir taş koymamı söyledi. Don Genaro, çenesini uzatarak don Juan’a bakmamı imledi, ardından anlaşılmaz bir şeyler söyledi; sözcüklerini bir kez daha yineledi; anlamıyor olsam da, yaptığı şeyin, aşağı yukarı don Juan’ın yöntemini yinelemek olduğunun ayırdına varmıştım. Sözcüklerin önemi yoktu; tartımı, tınısının sertliği, öksürüğümsü niteliğiydi önemli olan. Don Genaro’nun kullandığı dil her neyse, tartımının kısa kısa vurgulanma niteliği açısından İspanyolcaya oranla daha uygun düşmüştü.
Don Juan, don Genaro’nun daha önce yaptıklarının aynısını yaptıysa da, yukarıya doğru sıçramak yerine, bir jimnastikçi gibi olduğu yerde dönüp durdu. Yarı-farkındalıklı durumda, ayakları üzerine düşmesini bekledim. Bunu hiç yapmadı. Yerin bir metre kadar üstünde, kendi ekseni çevresinde dönmeyi sürdürdü. Taklaları önce epey hızlıyken, giderek yavaşlamıştı. Bulunduğum yerden, don Juan’ın bedeninin de, tıpkı don Genaro’nunki gibi, ipliksi bir ışığa asılı kaldığını görebiliyordum. Onu tümüyle görmemizi sağlamak istermiş gibi, yavaşça dönüyordu. Sonra, yükselmeye başladı; tepeye ulaşana dek yükselmesini sürdürdü. Don Juan, ağırlıksız immişçesine, yokmuşçasına havada uçmaktaydı. Dönüşleri, çok yavaştı, uzayda, ağırlıksız ortamda devinen astronotları anıştırıyordu. .
Onu izledikçe başım döndü. Kendimi kötü hissetmem onu tetiklemiş olmalı ki, birden büyük bir hızla dönmeye başladı. Tepeden uzaklaştı, o hız kazandıkça ben daha da kötüledim. Taşı kapıp karnıma yerleştirdim. Olabildiğince bastırdım. Taşın teması beni biraz kendime getirdi. Taşa ulaşma ve karnımı tutma edimi gözlerimi, bir an için don Juan’dan ayırmama neden olmuş, yoğunlaşmam kesilmişti. Taşa ulaşmadan hemen önce, uçmakta olan bedeninin kazandığı hızın, bedeninin biçimini bulanıklaştırdığını hissettim. Önce çevrilmekte olan bir diskin, ardından da dönen bir ışığın biçimini aldı. Taşı karnımın üzerine yerleştirdikten sonra, hızı azaldı; havada uçuşan bir şapkaya, ileri geri zıplayan bir uçurtmaya benzedi.
Uçurtmanın devinimleri daha da rahatsız ediciydi. Artık denetlenemez biçimde kötülemiştim. Çırpan kuşkanadı sesleri duydum, bir anlık bir belirsizliğin ardından, olayın sona erdiğini anladım.
Öylesine kötü, öylesine bitkindim ki, uyuyakalmışım. Bir süre horlamış olmalıydım. Birisi kolumu dürtünce, gözümü açtım. Pablito’ydu bu. Korkudan delilmişçesine bir sesle konuşuyor, uyumamam gerektiğini, çünkü uyursam hepimizin öleceğini söylüyordu. Dört ayağımızın üstünde emeklememiz gerekse bile o yöreden ayrılmamız konusunda diretti. Kendisi de bedensel bir bitkinlik içindeydi. Aslında, geceyi orada geçiririz, diye düşünmüştüm. Bu karanlıkta arabamın olduğu yere yürümek, berbat bir fikir gibi geliyordu bana. Gittikçe daha çok ürkmekte olan Pablito’yu ikna etmeye çalıştım. Nestor öylesine kötüydü ki hiçbir şey fark etmiyordu onun için.
Pablito tam bir umarsızlık içinde yere çöktü. Düşüncelerimi düzenlemeye çabaladım. Ortalık, çevremizdeki kayaları ayırt edecek kadar aydınlık ise de, hava o an epey kararmıştı. Nefis, insanı yatıştıran bir sessizlik vardı. O anın tadını tam olarak çıkarmaktaydım, ama bir anda bedenim irkildi; bir dalın uzaktan gelen çatırtısını işitmiştim. Hemen Pablito’ya döndüm. Bana ne olduğunu anlamış gibiydi. Nestor’u koltuk altlarından kavrayıp, neredeyse havaya kaldırdık. Onu aramıza alıp koşmaya başladık. Göründüğü kadarıyla yolu yalnızca Nestor biliyordu. Zaman zaman kısa buyruklar verdi bize.
Ne yaptığımızla ilgilenmiyordum. Dikkatim, tüm bedenimde bağımsız bir birim gibi çalışan sol kulağımın üzerinde yoğunlaşmıştı, İçimde bir his kısa aralıklarla durup çevreyi kulağımla taramamı söylüyordu. Bir şeyin bizi izlediğini biliyordum. Yoğun bir şeydi; ilerlerken küçük kayaları eziyordu.
Nestor, bir parça güç kazanmıştı, arada Pablito’nun kolunu tutarak tek başına yürümeye başladı.
Bir ağaç kümesinin yanına vardık. O anda hava tümüyle kararmıştı. Birden insanı sağır edici bir çatırdama sesi duydum. Sanki ağaçların tepesinde kocamam bir dal kırılmıştı. Başımızın üzerinde bir hışırtı işittim.
Pablito’yla Nestor çığlığı basıp tüm hızlarıyla koşmaya başladılar. Onları durdurmaya çalıştım. Karanlıkta koşabileceğimden emin değildim. Ama o anda tepemde bir dizi yoğun solumalar hissettim. Tanımlanamaz bir korkuya kapılmıştım.
Üçümüz de arabaya ulaşıncaya dek koştuk. Nestor anlaşılmaz biçimde önderlik etti bize.
Onları evlerine bırakıp kasabada bir otele gitmem gerektiğini düşünmüştüm. Hiçbir şey beni don Genaro’nun evine götüremezdi; ama ne Nestor, ne Pablito, ne de ben arabadan çıkmayı göze alamadık. Sonunda Pablito’nun evine gittik. Annesiyle kız kardeşleri bize yiyecek hazırlarken, Nestor’u da birayla kola almaya gönderdiler. Nestor, şakayla karışık, köpeklerden ve sarhoşlardan korktuğunu, Pablito’nun büyük kız kardeşinin kendisine eşlik etmesini istediğini söyledi. Pablito gülerek Nestor’un velisi olduğunu açıkladı.
“Kim seni onun velisi olarak atadı?” diye sordum.
“Erk, tabii!” diye yanıtladı Pablito. “Bir zamanlar, Nestor benden daha yaşlıydı, ama Genaro bir şey yaptı ona da, gördüğün gibi, şimdi benden çok daha genç. Sen de gördün ya!”
“Don Genaro ne yaptı, yani?”
“Bilirsin işte, yeniden çocuklaştırdı onu. Kendisine aşırı önem veriyordu, ağır mı ağırdı. Gençleşmeseydi, ölecekti.”
Pablito’nun gerçekten değerli, alçakgönüllü bir yanı vardı.
Açıklamalarındaki yalınlık benim açımdan çok şaşkınlık vericiydi. Nestor gerçekten daha küçüktü ondan. Yalnızca görünüşü değil, davranışı da masum bir çocuk gibiydi. Gerçekten de öyle hissettiğine kalıbımı basardım.
“Ona dikkat ediyorum,” diye sürdürdü Pablito. “Genaro, bir savaşçıyı çekip çevirmenin onur verici olduğunu söyler. Nestor iyi bir savaşçıdır.”
Gözleri don Genaro’nun gözleri gibi parladı. Yiğitçe sırtıma vurarak güldü.
"İyi dileklerini esirgeme ondan, Carlitocuk.” Çok yorgundum. Mutlu bir hüzne kapıldım. Ona, benim geldiğim yerde, insanların birbirlerine neredeyse hiç iyi dilekte bulunmadıklarını söyledim.
“Biliyorum,” dedi. “Aynı şey bana da olmuştu. Ama şimdi bir savaşçıyım ben. Bir dileğe gücüm yeter.”

Cvp: 11- Naguala Üç Tanık

.