Ne var, söylediğini yapmak elimden gelmemişti. Zamanla yumuşamış olsa da anılarımda hâlâ capcanlıydı. Gün geldi, tümüyle unuttuğumu sandım, ama bir gece yaşadığım bir olay her şeyi bir anda yeniden tüm acımasızlığıyla su yüzüne çıkardı. Bir gün yürüyerek büroma giderken genç bir Meksikalı kadın bana yaklaştı. Otobüs durağındaki bir sırada oturmaktaydı. Ordan geçen otobüsün çocuk hastanesine gidip gitmediğini sordu. Bilmiyordum. Küçük bir oğlu olduğunu, uzun süredir ateşinin düşmediğini ve parası olmadığı için çok üzüldüğünü anlattı. Ben sıraya doğru ilerledim ve orada, başını sıranın arkalığına dayamış oturan küçük bir çocuk gördüm. Ceket, kısa pantolon ve kep giymekteydi. İki yaşından fazla yoktu. Beni görmüş olacak ki, sıranın ucuna giderek başını bacağıma yasladı.
"Küçücük başım ağrıyor," dedi bana İspanyolca.
Sesi öyle ince ve kapkara gözleri öyle hüzünlüydü ki, içim bastıramadığım müthiş bir kederle doldu. Onu kucağıma aldığım gibi annesiyle birlikte arabamla en yakındaki hastaneye götürdüm. Annesine hastane masrafını ödemeye yetecek kadar para vererek onları orada bıraktım. Ne var ki, orada kalmak ya da onu daha yakından tanımak istememiştim. Ona yardımcı olduğuma ve insanlık ruhuna borcumu eda etmiş olduğuma inanmak istiyordum. Sihirli bir edim olan "insanlık ruhuna borcun eda edilmesini don Juan’ dan öğrenmiştim. Benim için yaptığı onca şey için ona borcumu ödemenin olanaksızlığını kavrayarak ezinç duyudğum bir gün ona, ödeşmek için yapabileceğim bir şey var mıdır, diye sormuştum. Kimi Meksika paralarını bozdurduğumuz bir bankadan çıkmaktaydık.
"Bana bi şey ödemene ihtiyacım yok benim," dedi don Juan, "ama gene de ödemek istersen, borcunu insanlık ruhuna eda et. Bu her daim küçük bi hesaptır, oraya ne yatırırsan yatır, yeter de artar bile."
O hasta çocuğa yardım ederek sırf insanlık ruhuna borcumu eda etmiştim zira benim küçük oğlum da kendi yolculuğunda bu şekilde yardımlar görebilirdi. La Gorda’ya, o çocuğa olan sevgimin bir daha onu hiç görmesem bile capcanlı kalacağını anlattım. Onun anısının, hiçbir şeyin ona dokunamayacağı denli derinlerde gömülü olduğunu söylemek istedim ama kendimi tuttum. Bundan söz etmenin yersiz olacağını hissetmiştim. Üstelik, hava kararmaktaydı ve o sel çukurundan çıkmak istiyordum.
"Gitsek iyi olacak," dedim. "Seni eve götüreyim. Bu konuları bir başka zaman gene konuşuruz ola ki."
La Gorda, don Juan"m bana güldüğü şekilde güldü. Son derece komik bir şey söylemiş olmalıydım.
"Ne diye gülüyorsun, Gorda?" diye sordum.
"Sen kendin de biliyorsun ki bu yeri öyle hemen terk edemeyiz," dedi La Gorda. "Burda erkle bir randevun var senin. Aynı şekilde benim de."
La Gorda mağaraya doğru yürüdü ve emekleyerek içeriye girdi.
"Haydi içeriye gir," diye bağırdı içeriden. "Burdan ayrılmamız olanaksız."
Son kerte tutarsız bir biçimde tepki verdim. Sürünerek içeriye girdim ve onun yanına gene oturdum. Onun da benimle dalga geçtiği belliydi. Oraya yüzleşmeye falan gelmemiştim. Öfkelenmem gerekirdi. Oysa gayet kayıtsızdım. Mexico City’ye giderken orada sadece bir mola verdiğimizi düşünerek kendimi kandıramazdım. Ben oraya, havsalamın alamayacağı bir şeyin zorgusuyla gitmiştim. La Gorda not defterimi bana uzatarak yazmamı istedi. Yazdığım takdirde sadece kendimi gevşetmekle kalmayıp onu da gevşetmiş olacağımı söyledi.
"Erkle bu randevu da nesi?" diye sordum.
"Nagual bana seninle benim burada dışarıdaki bir şeyle randevumuz olduğunu söylediydi. Senin önce Soledad’la sonra da küçük kız kardeşlerle randevun vardı. Onlar güya seni yok edeceklerdi. Nagual, şayet sen onların saldıralarmdan sağ çıkarsan, üçüncü buluşmada birlikte olmamız amacıyla seni buraya getirmemi istediydi."
"Nasıl bir buluşmaymış ki bu?"
"Vallahi bilmiyorum. Başka her şey gibi, bu da bize bağlı. Şu anda dışarıda seni bekleyen bir şeyler var. Seni beklediklerini söylememin nedeni şu ki ben buraya sık sık gelirim ve şimdiye dek bir şeycik olmadı. Ama bu gece farklı. Sen burdasm, o şeyler nasıl gelecek bak."
"Nagual ne diye beni yok etmeye çalışıyor?" diye sordum.
"Onun kimseyi yok etmeye çalıştığı yok!" diye ünledi la Gorda karşı çıkarak. "Sen onun çocuğusun. Şimdi o senin onun kendisi olmanı istiyor. Hepimizden çok onun kendisi. Ama gerçek bir Nagual olmak için erkini hak etmen gerek. Aksi takdirde Soledad’m ve küçük kız kardeşlerin senin izini sürmelerini özenle düzenlemezdi. O, Soledad’a şeklini değiştirmesini ve kendisini yeniden gençleştirmesini öğretti. Odasına şeytansı bir zemin yaptırttı ona. Kimsenin karşı gelemeyeceği bir zemin. Soledad boş olduğu için, Nagual onun devasa bir şey yapmasını sağladı. Ona bir görev verdi, yerine getirilmesi son derece zor ama anca ona uygun düşen bir görev, o da senin işini bitirmekti. Soledad’a bir büyücünün bir başka büyücüyü öldürmesinden daha zor bir şey olmadığını anlattıydı. Sıradan bir insanın bir büyücüyü öldürmesi ya da bir büyücünün sıradan bir kimseyi öldürmesi daha kolaydır, ama iki büyücü birbirini öldüremiyor işte. Nagual Soledad’a en uygun olasılığın seni korkutarak gafil avlamak olduğunu söylediydi. O da öyle yaptı. Nagual onun, seni odasına çekebilecek kadar cazip bir kadın olmasını sağladı, sen oraya girince zemin seni afsunlayacaktı, zira dediğim gibi, hiç kimse, ama hiç kimse, o zemine dayanamaz. O zemin Nagual’m Soledad’a yaptırdığı bir şaheserdi. Ama sen onun zeminine bir şeyler yaptın, o zaman Soledad Nagual’m yönergeleri gereğince taktik değiştirmek zorunda kaldı. Nagual ona, şayet zemin başarısız olursa ve Soledad seni ürkütüp gafil avlayamazsa, seninle konuşup bilmek istediğin her şeyi anlatmak zorunda kalacağını söylediydi. Nagual onu, son dayanağı olarak güzel konuşma sanatında da eğittiydi. Ne var, Soledad sana bununla bile galebe çalamamıştı."
"Bana galebe çalması niçin o kadar önemliydi ki?"
La Gorda sustu ve beni süzdü. Boğazını temizleyerek yerinde dik oturdu. Mağaranın alçacık çatısına bakarak burnundan gürültülü bir şekilde soluk verdi.
"Soledad benim gibi bir kadın," dedi la Gorda. "Bak sana kendi yaşamıma ilişkin bir şey anlatayım o zaman belki onu anlarsın. Bir zamanlar bir erkeğim vardı. Daha gencecik bir kızken beni hamile bıraktı, ondan iki kızım oldu. Ardı ardına. Yaşamım cehenneme döndüydü. Sarhoşun tekiydi o adam, gece gündüz beni dövüyordu. Ben ondan nefret ediyordum o da benden. Domuz gibi şişmanladıydım. Bir gün başka bir adam çıkageldi ve benden hoşlandığını söyleyerek şehirde hizmetçilik yapmamı önerdi. Benim ne denli hamarat bir kadın olduğumu biliyordu, niyeti benim üzerimden geçinmekti. Ama öyle sefil bir yaşamım vardı ki, ona kanıp birlikte şehre kaçtık. İlkinden daha kötü bir adamdı, kaba ve korkunç. Bir hafta geçti geçmedi, yüzüme bakmaz oldu. Beni nasıl dövdüğünü anlatamam sana. Beni öldüreceğini sanıyordum, üstelik sarhoş falan da değildi, sebep de iş bulamamış olmam. Sonra beni hasta bir bebekle sokaklarda dilenmeye gönderdi. Çocuğun anasına benim kazandığım paradan birkaç kuruş öderdi. Sonra da az para kazandığım için bana dayak atardı. Çocuk giderek daha da hastalandı, şayet ben dilencilik yaparken çocuk ölecek olursa adamın beni öldüreceğinden emindim. Bir gün onun bulunmadığı bir sırada çocuğun anasına gidip bebeği ona teslim ettim ve o günkü kazancımın bir kısmını ona verdim. Şanslı bir gün olmuştu o gün benim için; iyi yürekli bir ecnebi kadın çocuğa ilaç alayım diye bana elli peso verdiydi.
"O mendebur herifle üç ay birlikte olduyduk ve galiba o aralar ben yirmi yaşımdaydım. O parayı evime dönmek için kullandım. Gene hamileydim. Adam kendi çocuğumun olmasını istiyordu, maksadı başkasına para ödemesin. Ben kendi memleketime dönünce çocuklarımı görmek istedim, ama babalarının ailesi onları alıp götürmüştü. Tüm aile benimle konuşmak bahanesiyle bir toplantı yaptı, ama beni ıssız bir yere götürdüler ve sopalarla taşlarla kıyasıyla döverek öldü diye oracığa bıraktılar."
"Bugün dahi oradan kasabaya nasıl döndüğümü hatırlayabilyor değilim. Hatta rahmimdeki çocuğu bile kaybetmiştim. O zamanlar sağ olan bir teyzeme sığındım; anam babam ölmüşlerdi. Teyzem bana dinlenecek bir yer verdi ve bana baktı. Zavallı kadıncağız iki ay geçip de ben ayağa kalkana dek beni besledi.
"Sonra bir gün teyzem bana o adamın kasabada beni aramakta olduğunu söyledi. Polise başvurup onlara, bana iş için avans vermiş ve benim onun bebeğini öldürüp parasıyla birlikte kaçmış olduğumu anlatmış. O zaman sonumun geldiğini anlamıştım. Ama şansım gene yaver gitti de bir Amerikalı beni kamyonuyla oradan uzaklara götürdü. Kamyonun yoldan geldiğini gördüğüm zaman parmağımı heyecanla kaldırmıştım, adam beni görünce durmuş ve kamyonuna almıştı. Beni Meksika’nın ta bu bölgesine kadar getirdi. Şehre gelince beni indirdi. Kimsecikleri tanımadığım bir yer. Çılgın bir köpek gibi günlerce o sakak senin bu sokak benim, çöp tenekelerinden karnımı doyurarak dolaştım. O sıralarda şansım bir kez daha gülmüştü.
"Pablito’yla tanıştım, ona olan borcumu ödeyebilmem imkânsız. Pablito beni marangoz atölyesine götürdü ve orada bir köşede bir yataklık yer verdi. Bunu bana acıdığından yapmıştı. Çarşıda giderken ayağı takılıp üzerime düşmüştü— öyle bulmuştu beni. Ben oturmuş dilenmekteydim. Bir güve ya da bir arı, tam bilemiyorum, uçarken onun gözüne çarpmış. Topuklarının etrafında dönüp tam üzerime yıkıldıydı. Gazaba gelip bana vuracağını sandıydım, ama o tuttu, cebinden para çıkarıp verdi bana. Bana iş verebilir mi diye sordum ona. Bunun üzerine o beni yanına katıp atölyesine götürdü ve bir ütüyle ütü masası verip çamaşırcılık yaptırdı.
"İyi çalışıyordum. Ama ha bire şişmanlamaktaydım, zira çamaşırlarını yıkadığım kimselerin çoğu bana artık yiyeceklerini veriyorlardı. Kimi zaman günde on altı kez yemek yiyordum. Yemek yemekten başka yaptığım bir şey yoktu. Sokakta çocuklar peşime takılıp alay ediyorlardı, bazen de birisi arkamdan gizlice yaklaşıp topuklarıma basıyor bir başkası da beni itince yere düşüveriyordum. O çocuklar gaddarca şakalarıyla, hele temiz çamaşırlarımı kirlettiklerinde beni ağlatıp duruyorlardı.
"Bir gün, akşama doğru, tuhaf bir yaşlı adam Pablito’yu görmeye geldiydi. Daha önceleri hiç görmediğim bir adam. Bu ürkünç, haşyet verici adamın Pablito’yla can ciğer dost olduklarını hiç bilmiyordum. Ben arkamı dönüp işimi yapmayı sürdürdüm. Orada yalnız başımaydım. Birden o adamın iki elini boynumda hissettim. Çığlık atamıyordum, nefes dahi alamıyordum. Yere yuvarlandım, o iğrenç adam belki bir saat kadar başımı tuttu. Sonra çekip gitti. Öyle korkmuştum ki, düşmüş olduğum yerde ertesi sabaha kadar kaldım. Pablito beni orada buldu; gülerek, çok gurur duymam ve mutlu olmam gerektiğini zira o yaşlı adamın güçlü bir büyücü ve öğretmenlerinden biri olduğunu anlattı. Şaşkına dönmüştüm; Pablito’nun bir büyücü olduğuna inanamıyordum. Öğretmeninin benim başımın çevresinde uçuşarak mükemmel bir daire oluşturan güveler görmüş olduğunu anlattı. Ölümünün de etrafımda dönendiğini görmüşmüş ayrıca. Şimşek gibi davranıp gözlerimin doğrultusunu değiştirmesinin nedeni de buymuş. Pablito, Nagual’ın ellerini üzerime koyarak bedenimin içine ulaştığını ve çok geçmeden farklı bir insan olacağımı da anlattı. Neden söz ettiğini anlamamıştım. O çılgın yaşlı adamın neler yapmış olduğuna ilişkin de hiçbir fikrim yoktu. Ama benim içik fark etmiyordu. Herkesin tekmeleyip durduğu bir köpek gibiydim ben. Pablito, bana sevecence davranan tek kişiydi. Önceleri onun beni kadını olarak istediğini sandıydım. Ama çok çirkin, şişman ve pasaklıydım.
O sadece beni korumak istiyordu.
"O deli ihtiyar başka bir gece gene geldi ve arkamdan ensemi kavradı. Feci şekilde incitiyordu beni. Ağlayarak çığlığı bastırdım. Ne yapmakta olduğunu bilmiyordum. Bir kelime dahi etmemişti bana. Müthiş korkuyordum ondan. Sonra, bir süre geçince benimle konuşmaya başladı ve yaşamımı nasıl sürdürmem gerektiğini anlattı. Ama benim boşluğum en büyük düşmanımdı. Onun yöntemlerini kabul edemiyordum, bunun üzerine o da artık nazımı çekmekten bıktı usandı ve rüzgârı peşime saldı. O gün ben tek başıma Soledad’ın evinin arkasındaydım, rüzgârın şiddetlenmekte olduğunu fark ettim. Çiti geçip üzerime doğru esiyordu. Gözlerimi açamıyordum. Eve girmek istiyordum, lâkin bedenim korku içindeydi, eve kapıdan gireceğim yerde, çitin kapısını dolandım. Rüzgâr beni itiyor fırıldak gibi döndürüyordu. Eve dönmeye çalıştım, ama fayda etmedi. Rüzgârın gücüne karşı gelemiyordum. Rüzgâr beni yoldan çıkarıp tepelerin üzerinden aşırttı, sonunda kendimi derin bir çukurun—mezar gibi bir çukurun içinde buldum. Rüzgâr yüzünden günlerce orada kalmam gerekti, öyle ki, nihayet boyun eğerek değişmeye ve kaderimi kabullenmeye razı oldum. Bunun üzerine rüzgâr dindi ve beni bularak eve geri getirdi. Bundan sonra görevimin, bende olmayan bir şeyi—sevgiyi ve şefkati—vermek olduğunu, Lidia ve Josefina kardeşlere kendimden daha iyi bir şekilde bakmamı söyledi bana. O zaman Nagual’m bana yıllar boyunca söylemiş olduğu şeyi anlamıştım. Benim yaşamım çoktan son bulmuştu. O bana yeni bir yaşam sunmuştu ve o yaşamın tamamıyla yeni olması gerekiyordu. O yaşamın içine eski çirkin davranışlarımı getiremezdim. Beni ilk bulduğu gece, güveler beni ona göstermişti; kendi kaderime karşı çıkmamalıydım.
"Değişikliğime, Lidia ve Josefina’ya kendimden daha iyi bakmakla başladım. Nagual’m her söylediğini bir bir yerine getirdim, sonra bir gece işte tam bu dere çukurunda ve işte bu mağarada tamlığıma kavuştum. Şu anda olduğum yerde uykuya dalmıştım ki bir gürültüyle uyanıverdim. Yukarıya doğru baktığımda kendimi bir zamanlar olduğum gibi gördüm— ipince, genç, taptaze. O benim geriye dönen tinimdi. Önce bana yaklaşmak istemedi, çünkü hâlâ oldukça kötü görünüyordum. Ama sonra dayanamayıp yanıma geldi. O zaman hemen, Nagual’m bana yıllar boyunca neyi anlatmaya çabalayıp durduğunu tamamıyla anladım. O bana, bir insan çocuk sahibi olduğunda o çocuğun tinimizin keskinliğini körelttiğini söylerdi hep. Bir kadının bir kızı olursa, o takdirde o keskinliğin sonu anlamına gelir bu. Benimki gibi iki çocuğu olunca da sonum gelmiş demekmiş. Olanca gücüm ve düşlerim o kızlara gitmişti. Benim keskinliğimi çalmışlar, derdi Nagual, tıpkı benim onu anamdan babamdan çaldığım gibi. Kaderimiz bu bizim. Bir oğlan çocuğu babasının en büyük parçasını çalar, kız da anasının. Nagual, çocuğu olmuş insanların, şayet senin gibi inatçı değillerse, kendilerinde bir eksiklik olduğunu bilebildiklerini söylerdi. Daha önceleri onlarda bulunan bir delişmenliğin, bir sinirliliğin, bir erkin eksikliğini hissederler. Bir zamanlar vardı bunlar, ama şimdi neredeler? Nagual, onların artık evin çevresinde koşuşan enerji dolu, düşlerle dolu o küçük çocuklara geçtiğini söylerdi. Yani tam olan çocuğa. Çocuklara baktığımız takdirde onların cüretkâr olduklarını, zıplayarak devindiklerini görürüz, derdi o. Onların ana babalarına baktığımızdaysa, onların temkinli ve ürkek olduklarını anlarız. Artık zıpladıkları yoktur. Nagual bana bizim bu durumu ana babaların büyümüş ve sorumluluk sahibi olmalarıyla açıkladığımızı anlattıydı. Ama bu doğru sayılmaz. Meselenin aslı, onların keskinliklerini yitirmiş olmalarıdır."
La Gorda’ya tanıdığım bazı ana babaların çocuklarından daha fazla tine ve keskinliğe sahip olduklarını Nagual’a söylesem ne derdi acaba, diye sordum.
Sanki utanmış gibi elleriyle yüzünü örterek güldü la Gorda.
"İstersen bana sor," dedi kıkır kıkır gülerek. "Ne düşündüğümü söyleyim mi?"
"Elbette, söyle bakalım."
"O kimselerin daha fazla tinleri yoktur, sadece enerjileri fazlacadır ve çocuklarını itaatkâr ve pısırık yetiştirmişlerdir. Tüm yaşamları boyunca çocuklarını sindirmişlerdir, hepsi o kadar."
La Gorda’ya, tanıdığım dört çocuklu ve elli üçündeyken hayatını toptan değiştirmiş olan bir adamdan söz ettim. Buna, yirmi beş yılı aşkın bir süre boyunca bir yuva kurup mesleğinde ilerledikten sonra, karısını ve büyük bir şirketteki yöneticilik pozisyonunu terk etmek de dahildi. Büyük bir cüretkârlıkla hepsini silkip atmış ve Pasifik’teki bir adada yaşamaya başlamıştı.
"Yani bir başına mı gitmişti oraya?" diye sordu la Gorda şaşırmışçasma. Tezimi piç etmişti bu sorusuyla. Adamın oraya yirmi üç yaşındaki sevgilisiyle gitmiş olduğunu söylemek zorunda kaldım.
"Kuşkusuz tam bir kimseydi," diye ekledi la Gorda.
Gene ona katılmak zorunda kalmıştım.
"Boş bir adam, her zaman bir kadının tamlığını kullanır durur," diye sürdürdü la Gorda. "Tam bir kadın kendi tamlığında tehlikelidir, bir erkekten daha tehlikeli. Öyle bir kadın güvenilmezdir, huysuzdur, asabidir, ama büyük değişiklikler sergileyebilir. O tür kadınlar kendilerini toparlayıp istedikleri yere varabilirler. Orada bir şey yapmazlar, ama bu zaten onların yaşamlarında bir şey olmamasmdandır. Oysa, boş insanlar artık o şekilde sıçrayamazlar, ama daha güvenilirlerdir. Nagual boş insanların, birazcık devinmeden önce etraflarına bakan ve sonra da bir parça gerileyip sonra yeniden birazcık devinen solucanlara benzediklerini anlatırdı. Tam insanlar her zaman sıçrarlar, perende atarlar ve handıysa her daim başlarının üzerine düşerler, onlar için önemsizdir bu.
"Nagual, öbür dünyaya girmesi için insanın tam olması gerektiğini söylerdi. Bir büyücü olması için insanın tüm ışıltısına gereksinmesi vardır: hiçbir deliği, hiçbir yaması olmayacak ve tininin olanca keskinliğini koruyacak. Demek ki boş olan bir büyücünün tamlığını yeniden kazanması gerekir. Kadın olsun, erkek olsun, ordaki o dünyaya, Nagual ile Genaro’nun şimdi bizleri bekledikleri o sonsuzluğa girebilmeleri için tam olmaları gerekir."
La Gorda konuşmasını kesti ve uzun bir süre bana baktı. Işık yazamayacağım denli azalmaktaydı.
"Ama sen tamlığını nasıl kazandın yeniden?" diye sordum. Sesim onun yerinden sıçramasına yol açmıştı. Sorumu yineledim. La Gorda beni yanıtlamazdan önce gözlerini mağaranın tavanına çevirdi.
"O iki kızımı reddetmek zorunda kaldım," dedi. "Nagual bir zamanlar sana bunun nasıl yapılacağını anlattıydı ama sen onu dinlemek istememiştin, onun demesi şuydu ki, insan keskinliğini çalıp geri almak zorundadır. Bizim onu çalarak ona zor bir şekilde sahip olacağımızı ve onu gene zor bir şekilde muhafaza etmemiz gerektiğini sana söylediydi.
"Nagual bunun için bana kılavuzluk etti, yapmamı sağladığı ilk şey o iki çocuğuma olan sevgimi reddetmemdi. Bunu rüya görme sırasında yapmam gerekiyordu. Azar azar onları sevmemeyi öğrendim, ama Nagual bunun yararsız olduğunu söyledi, insanın sevmemeyi değil de onlara şefkat göstermemeyi öğrenmesi gerekmiş. Kızlarımın artık benim için hiçbir anlamı kalmadığı zaman onları görmem gerekirmiş, ne var onlara bakmalı ama onları kucaklamamalıymışım. Başlarını sevecence okşarken sol elimle onlardaki keskinliği aşırıvermeliymişim."
"E, ne oldu onlara?"
"Hiçbir şey olmadı. Bir şey hissetmediler. Eve döndüler, şimdi ikisi de koskoca insanlar gibi. Çevrelerindeki çoğu kimse gibi boş. Çocuklarla oynamak istemiyorlar zira onlara gereksinmeleri yok. Bence bu onlar için çok daha iyi. Onlardaki delişmenliği aldım. Buna gereksinmeleri yoktu, oysa benim vardı. Bunu onlara verdiğimde ne yaptığımı bilmiyordum. Üstelik, babalarından çaldıkları keskinliğe hâlâ sahipler. Nagual haklıydı: kimse kaybının farkına varmadı, ama ben kazandığım şeyin farkındaydım. Bu mağaradan dışarıya bakarken tüm düşlerimi askerler gibi sıraya dizilmişler gördüm. Dünya pasparıldak ve yepyeniydi. Bedenimin ve ruhumun ağırlığı uçup gitmişti ve ben gerçekten yepyeni bir varlığa kavuşmuştum."
"Keskinliğini çocuklarından nasıl aldığını biliyor musun?"
"Onlar benim çocuklarım değiller! Hiç çocuğum olmadı ki. Baksana bana."
La Gorda sürenerek mağaradan çıktı, eteklerini kaldırıp çıplak bedenini bana gösterdi. İnceliği ve güçlü kasları dikkat çekiciydi.
La Gorda ısrarla ona yaklaşıp onu incelememi istedi. Bedeni öyle yağsız ve sıkıydı ki, ola ki hiç çocuk doğurmamış olabileceği sonucuna vardım. Sağ bacağını yüksekçe bir kayaya dayayarak fercini gösterdi bana. Geçirdiği değişikliği bana kanıtlama gayretkeşliği öyle kuvvetliydi ki sinirimden gülmeye başladım. Bir doktor olmadığım için bilemeyeceğimi anlattım, ama doğru söylediğine emin olduğumu belirttim.
"Elbette doğru söylüyorum," dedi la Gorda sürünerek mağaraya girerken. "Bu rahimden bir şey çıkmış değil."
"Sol yanım keskinliğimi geri aldı," dedi. "Yapttığım tek şey gidip kızlarımı ziyaret etmek oldu. Bana alışabilmeleri için oraya dört beş kez gittim. Koskoca kızlardı, okula gidiyorlardı. Onları sevmemek için zorlanacağımı sanmıştım, ama Nagual zararı yok demişti, istersem onları sevebilirmişim. Ben de sevdim onları. Ama onları sevmek tıpkı bir yabancıyı sevmek gibiydi. Kararımı vermiştim, maksadımdan vazgeçemezdim. Nagual’ın bana anlattığı gibi öbür dünyaya hâlâ sağken girmek istiyordum. Bunu gerçekleştirebilmek için tinimin tüm keskinliğine gereksinmem var. Tamlığım gerek bana. Hiçbir şey beni o dünyadan döndüremez!" La Gorda meydan okurcasına bana bakmaktaydı.
"Şayet tamlığımı istiyorsan, senin ikisini de reddetmen lazım, hem seni boşaltan kadını hem de sevgini almış olan küçük oğlanı. Kadını kolayca reddedebilirsin. Küçük oğlana gelince o başka. Senin o çocuğa olan yararsız sevginin seni o diyara girmekten men edecek kadar matah bir şey olduğunu mu sanıyorsun?"
Cevap veremedim. Ama bu konu üzerinde düşünmek istediğimden değil. Aklım son derece karışmıştı da ondan.
"Soledad, şayet Nagual’a girmek istiyorsa, keskinliğini Pablito’dan almak zorunda," diye sürdürdü. "Bunu yapmasına imkân var mı ki? Pablito, ne denli zayıf olursa olsun, bir büyücüdür. Ama Nagual, Soledad’a benzersiz bir fırsat verdiydi. Ona, biricik fırsatının sen onun evine girince geleceğini söyledi; sırf bu fırsat yüzünden bizim sadece öbür eve taşınmamıza neden olmakla kalmadı, üstelik sen arabanı ta kapısının önüne sürebilesin diye eve çıkan geçidi genişletmemezi sağladı. Soledad’a, kusursuz bir yaşam sürdürdüğü takdirde seni avlayabileceğini ve Nagual’ın senin bedeninin içine bıraktığı erkin tümü olan olanca ışıltını emebileceğini anlattı. Bunu yapmak onun için zor olmayacaktı. Onun tüm başarısı seni bir çaresizlik anına sürüklemekti.
"Seni bir kez öldürdü mü, senin ışıltın onun erkini artıracak ve ardından Soledad bizim peşimize düşecekti. Bunu bir ben bilmekteydim. Lidia, Josefina ve Rosa onu çok severler. Ben sevmem. Onun emellerini biliyorum. Zamanla bizi teker teker eleyecekti, çünkü yitireceği bir şey yoktu ama kazanacağı şey çoktu. Nagual bana onun için başka bir çıkar yol olmadığını anlattıydı. Kızları bana emanet ederek, Soledad’ın seni öldürmesi ve bizim ışıltımızın peşine düşmesi durumunda ne yapmam gerektiğini anlattı. Benim kendi mi kurtaracağımı ve üçünden birini de kurtarabileceğimi hesaplıyordu. Görüyorsun ya, Soledad hiç de kötü bir kadın değil, kusursuz bir savaşçının yapması gerekenleri yapıyor sadece. Küçük kız kardeşler onu kendi analarından çok seviyorlar. Gerçek bir anne oldu o onlar için. Nagual’a göre, onu avantajlı kılan tek şey de buymuş. Her şeyi denedim ama küçük kız kardeşleri bir türlü ondan uzaklaştıramadım.
Onun için, seni öldürmüş olsaydı, ona güvenen o üç masum kızdan en az ikisinin de hakkından gelecekti. Sen ortalıkta olmayınca Pablito bir hiç sayılır. Soledad onu bir böcek gibi eziverirdi. Sonra da tüm o tamlığı ve erkiyle oradaki dünyaya girmiş olurdu. Ben onun yerinde olsaydım ben de aynı şeyleri yapmak için didinirdim.
"Görüyorsun ya, onun için ya hepsi ya da hiçti. Sen ilk geldiğinde herkes gitmişti. Senin ve bazılarımızın sonu gelmiş gibiydi. Ama sonunda gördük ki onun için hiçti, kız kardeşler içinse bir fırsat belirmişti. Senin başardığını öğrenir öğrenmez, üç kıza da şimdi sıranın onlara geldiğini anlattım. Nagual onlara seni gafil avlamak için sabaha dek beklemelerini söylediydi. Sabahın senin için iyi bir zaman olmadığını söylediydi. Benim de uzakta kalmamı ve kız kardeşlerin işine karışmamamı buyurmuş, sadece onların ışıltılarını incitmeye çalıştığın takdirde gelmemi söylemişti."
"Onlar da mı öldüreceklerdi beni?"
"Tabii, evet. Sen onların ışıltılarının erkek yanısın. Onların tamlığı zaman zaman onların aleyhinedir. Nagual onları acımasızca yönetir ve onları dengeler, ama artık gittiğine göre kendilerini nasıl düzelteceklerini bilemiyorlar. Onlar bu iş için senin ışıltından yararlanabilirler."
"Ya sen, Gorda? Sen de mi beni öldürmek istiyorsun?"
"Sana benim farklı olduğumu söylediydim. Dengeliyim ben. Benim boşluğum, ki benim dezavantaj imdi, artık benim avantajım haline geldi. Bir büyücü tamlığını kazanır kazanmaz dengesini bulur, her zaman tam olmuş olan bir büyücüyse bir parça çatlaktır. Genaro’nun bir parça çatlak olduğu gibi. Oysa Nagual dengeliydi, zira daha önce senin benim gibi o da tam değildi, hatta senden benden daha beterdi. Üç oğluyla bir kızı varmış onun. Küçük kız kardeşler Genaro gibidirler, bir parça çatlak. Çoğu zaman da ölçüsüz şekilde teptiplidirler."
"Ya ben, Gorda? Benim de onların peşine düşmem lazım mı?"
"Yo. Sadece onlar senin ışıltını emip çekerek kârlı çıkabilirler. Sen hiç kimsenin ölümünden dolayı kârlı çıkmazsın. Nagual sende özel bir erk bırakmış, bir tür dengelilik, hiç birimizde olmayan bir şey."
"Onlar da öğrenemez mi o dengeliliği?"
"Elbet öğrenebilirler. Ama bunun küçük kız kardeşlerin yerine getirmesi gereken görevde bir alâkası yok ki. Onların görevi senin erkini çalmak. Bunun için öylesine birleştiler ki artık tek bir varlık haline geldiler. Seni bir bardak meşrubat gibi yudumlamak için eğittiler kendilerini. Nagual onları aldatıcılık konusunda üstad kıldı, özellikle Josefina’yı. Eşi bulunmaz bir gösteri sergilemişti hani. Onların sanatı yanında Soledad’ın girişimi çocuk oyunu gibi kalır. Yontulmamış bir kadındır o. Küçük kız kardeşlerse gerçek büyücülerdir. Onlardan ikisi senin güvenini kazandı, üçüncüsüyse seni öyle bir sarstı ki, çaresiz kalakaldın. Hepsi de ellerindeki kartları mükemmel oynadılar. Sen de onların oyununa geldin ve az kalsın partiyi kaybediyordun. Ama bir hata yaptılar, evvelsi gece sen Rosa’nın ışıltısını incittin ve sağalttın, bu da onu ürkekleştirdi. Şayet sinirlenip de senin yan tarafını öyle şiddetli bir şekilde ısırmış olmasaydı, ola ki sen şimdi burada olmayacaksın. Kapıdan her şeyi gördüydüm ben. Sen onları tam yok edecektin ki, ben içeriye giriverdim."
"Ama onları yok etmek için ne yapacaktım ki?"
"Ben ne bileyim? Sen değilim ki ben."
"Yani sen beni ne yaparken görmüştün?"
"Çiftinin senin içinden çıkmakta olduğunu gördüydüm."
"Nasıl bir şeydi çiftim?"
"Sana benziyordu, başka nasıl olsun? Ama çok büyüktü, ürkütücüydü. Senin çiftin onları öldürecekti. Onun için ben içeriye girip bunu önledim. Seni sakinleştirebilmek için tüm erkimi kullandım. Kız kardeşlerin bir yardımı olmadı. Onlar şaşırmış vaziyettelerdi. Sense öyle öfkeli ve korkunçtun ki. Önümüzde iki kez renk değiştirdiydin. Bir keresinde rengin öyle hiddetliydi ki, beni de öldüreceğinden korktum."
"Ne renkteydi, Gorda?"
"Beyaz, başka ne olsun ki? Çift beyazdır, sarımsı beyaz, güneş gibi."
La Gorda’ya baktım. Bu benzetiş benim için çok yeniydi.
"Evet," diye sürdürdü, "güneşin parçalayırız biz. O yüzdendir ışıltılı varlıklar olmamız. Ama o ışıltı çok zayıf olduğundan, bizim gözlerimiz onu göremez. Yalnızca bir büyücünün gözleri görebilir onu, o da yaşam boyunca süren çabalardan sonra."
La Gorda’nm açıklamaları bende büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. En isabetli soruyu sorabilmek amacıyla zihnimi to parlamaya çalıştım.
"Nagual sana güneşe ilişkin bir şeyler anlattı mı hiç?" diye sordum.
"Evet. Hepimiz güneş gibiyizdir, ama çok, çok soluk. Bizim ışığımız çok zayıftır, ama gene de ışıktır işte."
"Ama, acaba güneşin Nagual olduğunu söylemiş miydi?" diye dayattım derin bir merakla.