Konu: Bölüm 14
28 Eylül 1969
Don Juan’ın evinde ürkütücü bir hava sezdim. Bir an, oralarda bir yerde, beni korkutmak için saklanmış olabileceğini geçirdim. Don Juan diye seslendim, ve cesaretimi toplayarak eve girdim. Don Juan içerde değildi. Ona getirdiğim iki yiyecek paketini bir köşede yığılı duran odunların üzerine bırakarak, daha önceleri birçok kez yaptığım gibi oturup onu beklemeye başladım. Ama don Juan’la bunca yıldır dostluğumuz sırasında, onun evinde böyle yalnız kalmaktan ilk kez korku duymaktaydım. Yanımda görünmeyen birisi varmış gibi bir varlığı duyumsamaktaydım. Yıllarca önce yalnız bulunduğum bir sırada bilinmez bir şeylerin çevremde tıpkı böyle sinsi dolaşmış olduğunu anımsadım. Yerimden fırlayıp evin dışına kaçtım.
Bu “görme” işine değin etkilerin birike birike artık canıma tak ettirdiğini söylemeye gelmiştim don Juan’a. Sürekli bir tedirginlik duyuyor, hiçbir neden yokken tasalanıp duruyordum. Don Juan’ın evinde yalnız kalmanın bende uyandırdığı bu korkulu hal, geçmişte korkularımın artarak nasıl dayanılmaz bir kerteye ulaşmış olduğunu getirmişti aklıma.
Yıllar öncesine uzanmaktaydı bu korku. Don Juan’ın, benimle “la Catalina” dediği bir büyücü kadını çok yabansı bir biçimde karşı karşıya bırakmış olduğu bir zamana... Yirmi üç Kasım 1961’de olmuştu bu olay; o gün don Juan’a gittiğimde onu dizini incitmiş, yatar bulmuştum. Bir düşmanının bulunduğunu, karatavuğa dönüşebilen bir büyücü kadın olan bu düşmanının, kendisini öldürme girişiminde bulunduğunu açıklamıştı.
“Hele bi yürüyeyim, o kadını gösteririm sana,” demişti don Juan. “Kim olduğunu bilmen gerek.”
“Ne diye öldürmek istiyor seni?”
Don Juan omuz silkerek herhangi bir şey söylemekten kaçınmıştı.
On gün sonra gene geldiğimde don Juan’ı sapasağlam bulmuştum. Tamamıyla iyileştiğini göstermek için dizini oynatıp duruyor, bu denli çabucak iyileşmesinin kendi eliyle yaptığı alçıdan ötürü olduğunu söylüyordu.
Sonra, “İyi ki geldin,” demişti. “Bugün ufak bi yolculuk yapacağız seninle.”
Ve arabaya atlayıp ıssız bir yere gitmiştik. Orada durunca, don Juan uyuklayacakmış gibi arabanın koltuğunda arkaya kaykılmış, bacaklarını gererek uzatmıştı. Kendimi gevşetmemi ve sessizce oturmamı istemişti. Geceye kadar elimizden geldiğince ortalıkta görünmemeye çalışmamız gerektiğini ve yapmakta olduğumuz işte en çekinceli vaktin akşamüzeri olduğunu belirtmişti.
“Ne gibi bir iş peşindeyiz ki?” diye sormuştum.
“La Catalina’yı tuzağa düşüreceğiz.” demişti.
Hava biraz kararınca usulcacık arabadan çıkıp çöldeki çalılıklara doğru yavaş yavaş, çıt çıkarmamaya çalışarak yürümüştük.
Durduğumuz yerden, iki yanımızda uzanan tepelerin karaltılarını görebiliyordum. Düz ve oldukça geniş bir vadideydik. Don Juan, çalılıkla bir olacak, çalılığa karışacak biçimde durma yöntemlerine değin ayrıntılı bilgiler vermiş, ve “savaş duruşu” dediği bir oturuşu öğretmişti. Sağ bacağımı sol kalçamın altına sokarak ve sol bacağım üzerinde çömelerek yapılan bir duruştu bu. Sol kalçanın altına sokulan sağ bacakla yeri iterek, gerektiğinde, büyük bir hızla kalkışa geçilebiliyordu. Don Juan ardından batıya dönük olarak oturmamı söylemişti. Kadının evinin bulunduğu yönmüş bu. Sonra sağ yanıma oturarak fısıltılı bir sesle gözlerimi yere dikmemi ve çalılığı sallayan esinti gibi bir şeyi aramamı, daha doğrusu, beklememi söylemişti. Gözlerimi üzerlerine dikmiş olduğum çalılıkta herhangi bir dalgalanma gördüğümde hemen başımı kaldırıp o cadıyı tüm “gözalıcı, kötülükçü görkemiyle” görmem gerekiyormuş. Don Juan bu sözcükleri kullanmıştı. Anlamını sorduğumda, dalgalanma görür görmez başımı kaldırıp kendi gözümle görmemi söylemişti. “Bi büyücü cadının uçması”, sözcüklerle anlatılamayacak benzersiz bir görü imiş çünkü.
Aralıksız bir yel esmekteydi. Birçok kez çalıların dalgalandığını sanmıştım. Her kezinde başımı kaldırıp kendimi o doğa üstü deneyime hazırlıyordum. Ama bir şeycikler gördüğüm yoktu. Ne vakit yel çalılığı sallasa don Juan yeri sertçe tekmeliyor kollarını, kamçılar gibi havaya savuruyordu. Devinimlerindeki güçlülük olağandışıydı.
Birkaç kez deneyip de “uçan” cadı falan görmeyince, öyle doğaüstü bir olayla karşılaşmayacağıma iyice inanmıştım. Ama don Juan’ın o “güçlülük” gösterileri öyle güzeldi ki, varsın bu gece de böyle geçsin diye geçiriyordum.
Gün ağarırken don Juan gelip yanıma oturdu. Bitkin görünüyordu. Yerinden kımıldayamıyordu. Sırtüstü yere yatıp “Karıyı delemedik.” diye mırıldandı. Çok ilgimi çekmişti bu sözeri. Don Juan aynı şeyi yineleyip durmaktaydı. Her deyişinde sesinin titremi daha da üzgün ve umutsuzluk doluydu. Tanımsız bir tasa kaplamıştı benliğimi. Don Juan’ın üzgüsü bana da bulaşmıştı.
Aradan birkaç ay geçmiş, don Juan bu olayla ilgili hiçbir söz etmemişti. Bu işi ya unutmuş ya da çözümlemiştir diyordum. Ne var ki, bir gün don Juan’ı çok heyecanlı bir durumda buldum. Alıştığım o sakin haline hiç uymayan bir biçimde, bir önceki gece “karatavuğun” gelip önünde durduğunu ve kendisine dokunurcasına yaklaştığını, buna karşın kendisinin uyanamamış bulunduğunu söyledi. Kadın öyle kurnazca davranmış ki, don Juan onun geldiğinin farkına bile varamamış. Ne ki, şansı yaver gitmiş de tam zamanında uyanıvermiş ve yaşamını kurtarmak için korkunç bir çatışmaya girişmiş. Don Juan’in sesindeki titrem öyle dokunaklıydı, öyle acıklıydı ki! İçim, ona karşı sevgi, koruma duygularıyla doluverdi.
Don Juan, o cadıya engel olmak için hiçbir çaresi kalmadığını sıkıntılı ve üzünçle dolu bir sesle anlatmış, gene çıkıp geliverirse, bunun artık yaşamının sonu demek olacağını belirtmişti. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemeden, ağlamaklı, onu dinliyordum. Don Juan, bu derin kaygımın farkına varmış olacak ki, yüreklilikle gülmeye başladı. Omuzumu tıpışlayıp, aldırmamamı, henüz oyunu yitirmiş bulunmadığını, elinde bir koz daha bulunduğunu, kendisini savunmak için bir fırsat daha olduğunu söyledi.
“Bütün koşulları inceler, ona göre davranır bi savaşçı.” dedi gülümseyerek. “Yapamayacağı işe burnunu sokmaz bi savaşçı.”
Don Juan, gülümseyişiyle o uğursuz karayıkım (felâket) bulutlarını dağıtıvermişti. Başımı okşamaktaydı.
Birden, “Gel gör ki,” dedi, “bütün bu dünyada kala kala tek koz kaldı elimde. Evet, o da sensin!” Gözlerimin içine baka baka söylemişti bunları.
“Ne?”
“Cadıyla savaşımımdaki kozum sensin.”
Ne demek istediğini anlayamamıştım. Don Juan kadınların beni tanımadığını, ve bu kozu tasarladığı biçimde oynarsam o “karıyı delme” olasılığının çok kuvvetli bulunduğu açıklamasını yaptı.
“O ‘karıyı delme’ne anlama geliyor?”
“Onu öldüremezsin ama balon deler gibi delebilirsin. Bunu yaparsan eğer, peşimi bırakır. Ama takma kafanı şimdi buna. Sırası gelince yapman gerektiğini anlatırım sana.”
Aylar geçmişti. Tam bu olayı unutmuş olduğum bir sırada don Juan’ın evine gittiğimde bir şaşırtıyla karşılaştım. Don Juan koşa koşa gelmiş ve arabadan çıkmamı söylemişti.
“Hemen git burdan,” diye fısıldamıştı kulağıma büyük bir telaşla. “İyi dinle beni, git bi tüfek al, ya da bul buluştur. Ama kendi tüfeğin olmasın. Anlıyor musun? Seninki olmasın da, ne olursa olsun, bi tüfek bul ve hemen buraya getir!”
“Ne yapacaksın tüfeği?”
“Git dedim sana!”
Bir tüfek bulup dönmüştüm. Yanımda satın alacak para
bulunmadığından, gidip bir arkadaşımın eskice bir tüfeğini almıştım. Don Juan tüfeğe bakmadı bile; gülerek benimle, öyle, sert konuşmasının nedenini açıkladı. Meğerse karatavuk evin çatısındaymış da don Juan onun beni görmesini istememiş.
“Karatavuğu çatıda görünce bi tüfek getirirsen karıyı tüfekle delersin diye düşünmüştüm,” diyordu don Juan. “Ama sana bi şey olsun istemem; onun için, gidip bi tüfek satın almanı ya da bi yerlerden bulmanı söylemiştim. İşini bitirdikten sonra tüfeği parçalayıp atman gerekiyor da...”
“Ne işimin bitmesi?”
“Karıyı tüfekle deldikten sonra yani.”
Don Juan, tuhaf kokulu bir bitkinin taze yapraklarıyla ve
saplarıyla ovalaya ovalaya tüfeği bana temizlettirdi. Kendi eliyle iki fişek temizleyip çifteye sürdü. Sonra da, evin önünde saklanıp karatavuk çatıya konana dek beklememi, iyice nişan aldıktan sonra iki tetiği de birden çekmemi söyledi. Saçmalardan çok, şaşırtının etkisi karıyı delecekmiş, ve yeterince güçlü ve kararlı olursam, cadının don Juan’la bir daha uğraşmamasını sağlayabilecekmişim. Bu bakımdan bu işi ele almamdaki niyetimin ve karıyı delmedeki kararlılığımın kusursuz olması gerekirmiş.
Don Juan, “Ateş ettiğin anda çığlığı basmalısın,” dedi. “Yeğin, delici bir çığlık atmalısın.”
Ardından evin rampasından üç metre uzakta bir yere odun ve kamış parçaları yığmaya başladı. Beni, bu yığınlara yaslanarak oturttu. Oldukça rahat bir yerdi burası. Yarı oturur gibi, sırtım iyice desteklenmiş bir durumdaydım ve çatıyı rahatça görebiliyordum.