Konu: Bölüm 16
On beş Aralık 1969’da akşama doğru aynı vadiye varmıştık. Çalılıkları yara yara ilerlediğimiz sırada, don Juan, izlenen yönlerin ve yolda rastlayacağım, yol gösteren şeylerin, girişmekte olduğum çaba açısından son kerte önemli olduklarını defalarca yinelemişti.
“Tepenin doruğuna varır varmaz, doğru yönü kararlaştırmalısın,” diyordu. “Tepenin en üst noktasına varır varmaz, o yöne dönersin,” Don Juan parmağıyla güneydoğuyu gösteriyordu. “Senin uğurlu yönün orası işte! Hep o yöne dönük kal; hele hele başın derde girdiğinde... Sakın unutmayasın!”
Deliği sezgilediğim tepelerin tabanında durduk. Don Juan belli bir yeri imleyerek oraya oturmamı söyledi. Kendisi de yanıma oturup alçak bir sesle ayrıntılı yönergeler verdi. Tepeye çıkar çıkmaz sağ kolumu, elimin ayasını yere dönük ve parmaklarımı yelpaze gibi açık tutarak, öne uzatmamı söyledi. Ama, parmaklarımı açarken, yalnızca başparmağımı avucumun içine doğru kıvrık tutmalıymışım. Sonra da başımı kuzeye çevirmeli ve kolumu göğsümün üzerinde kavuşturmalıymışım; ve böylece elim de kuzeye doğru tutulu durmalıymış. Ardından da, sol ayağımı sağ ayağımın arkasına koyarak ve ayağımın parmaklarıyla yere vura vura bir dans yapmaya başlamalıymışım. Sol bacağımdan yukarıya bir ılıklık gelmeye başlayınca da, kolumu yavaş yavaş kuzeyden güneye doğru ve sonra gene kuzeye doğru savurmalıymışım.
Don Juan, “Kolunu savururken elinin ayası hangi noktada bi ılıklık duyarsa o yere oturmalısın;” diyordu, “o nokta aynı zamanda bakman gereken yönü belirler. O nokta doğuda bi yerdeyse”-gene elini güneydoğu yönünde uzatmıştı-“çok güzel sonuçlar alırsın. Ama elinde ılıklık duyduğun nokta kuzeye doğru bi yerdeyse, o zaman halin harap demektir-ama durumu lehine çevirmen olasılığı da vardır. Ne ki, bu nokta güneyde ise, zorlu bi kavga yapacaksın demektir.
“Önce kolunu dört keze kadar savunman gerekebilir; ama bu hareketleri yapa yapa alışırsın ve kolunu şöyle bi savuruşta anlarsın elinin ısınıp ısınmadığını.
“Elinin ısındığı bi yeri bulunca da, hemen otur oraya. Bu birinci noktadır. Eğer güneye ya da kuzeye dönüksen, o noktada kalabilecek denli güçlü olup olmadığına hemen karar vermelisin. Ama kendine güvenemiyorsan, hemen kalk git oradan. Kendine güvenemiyorsan, orda kalman gereksiz olur. Ama orda kalmayı yeğlersen, birinci noktanın iki adım ötesini, orda ateş yakmak için temizle. Bulunduğun yerle, baktığın yön arasında olmalıdır ateş yakacağın yer. Bu da ikinci noktandır. Sonra da bu iki nokta arasındaki tüm kuru dalları falan toplarsın ve bi ateş yakarsın. İlk noktana oturur, ateşe bakarsın. Er geç çıkar peri ve görürsün onu.
“Ama kolunu dört kez salladıktan sonra da elinde bir ılıklık duymazsan; kolunu yavaş yavaş kuzeyden güneye doğru ve dönüp batıya doğru savurursun. Elin, batıya doğru bir yerde ısınırsa, yağla tabanlarını ve kaç ordan. Tepeden aşağıya doğru koş ve düzlüğe in. Ne işitirsen işit ve duyarsan duy arkanda, hiç dönüp bakmadan koş. Ve düzlüğe indikten sonra, yere çök. Ne kadar korkmuş olsan da sakın kaçma ordan. Çıkar ceketini ve katlayıp göbeğine bastır ve dizlerini karnına doğru çekip yere yumul. Gözlerini de ellerinle kapatmayı unutma. Kolların kalçalarını iyice bastırsın. İşte o durumda sabaha dek kalmalısın. Bu dediklerimi yaparsan hiçbi şeycik olmaz sana.
“Ama düzlüğe zamanında yetişemezsen, bulunduğun yere çöküver. O zaman, Allah yardımcın olsun, bu pek korkunç olacak. Sana saldıracaklar; ama tınmadan, devinmeden orda kalabilirsen, başını kaldırıp da ne var diye bakmazsan, turp gibi çıkarsın sabahleyin, bi şeycikler olmadan.
“Ama kolunu batıya doğru savurur dururken elinde ılıklık falan duymazsan, gene doğuya dönersin ve soluğun kesilene dek o yöne doğru koşarsın. Soluksuz kaldığın yerde aynı hareketleri yinelersin. Elin ılınana dek, gene doğuya doğru koşarsın ve aynı şeyleri yaparsın.”
Don Juan bu yönergeleri verdikten sonra, ezberleyene dek, hepsini bana yineletti. Sonra uzun süre sessizce oturduk. Bir iki kez konuyu yeniden açmak istedim; ama, don Juan her kezinde sert bir biçimde beni susmaya zorladı.
Don Juan kalkıp bir şeycikler demeden tepeye tırmanmaya başladığında, karanlık bastırmaktaydı. Onu izledim. Tepenin en üst yerine vardığımızda, bana öğrettiği tüm hareketlerimi yaptım. Don Juan az ötemde duruyor, keskin bakışlarla beni izliyordu. Çok dikkatli davranıyor ve bile bile ağırdan alıyordum. Ufak bir ısı değişimini bile duyumsamaya çalışıyordum, ama elimin ayasında bir ılıklık olup olmadığını kestiremiyordum. Artık karanlık iyice bastırmıştı. Soluğum kesilince durmuş olduğum yer, çıkış yerimden pek uzak sayılmazdı. Çok yorgun ve gergindim. Kollarım ve baldırlarım ağrıyordu.
Bu yeni yerde de aynı devinimleri yaptım, ama sonuç gene olumsuzdu. İki kez daha koşmak zorunda kaldım karanlığın içinde. Ve sonra, kolumu üçüncü kez savururken, doğuya doğru uzandığı bir noktada elim ısınıverdi. Öylesine bir ısı değişimi olmuştu ki, şaşakalmıştım. yere oturup don Juan’ı bekledim. Elimin ısındığını söyledim ona. Don Juan öbür işlemlere geçmemi söyledi; ve bulabildiğim bütün kum çalı çırpıyı toplayıp bir ateş yaktım. Don Juan bir iki adım solumda oturmuştu.
Ateşten dans edercesine yabansı alevler yükseliyordu. Kimi alevler yanardönerli renklere bürünüyor; mavileşiyor, sonra da parlak bir beyaza dönüveriyordu. Bu değişik renk oyunlarını, topladığım kuru dallarda ve çalı çırpıda bulunan kimyasal özelliklere bağlıyordum. Bu ateşin bir başka özelliği de, çıkardığı kıvılcımlardı. Sonradan koyduğum çalılar olağanüstü irilikte kıvılcımlar saçıyorlardı. Havada patlayan tenis toplarına benzettim onları.
Don Juan’ın uyarmış olduğunu sandığım üzre gözlerimi ateşe diktim, birden başım dönüverdi. Don Juan içinde su taşıdığımız sukabağını uzattı ve içmemi imledi. Su iyi gelmiş ve beni gevşetmişti; içim tazelenmişti.
Don Juan eğilip kulağıma fısıldayarak gözlerimi alevlere dikmeme gerek bulunmadığını, yalnızca ateş doğrultusuna doğru bakmamı söyledi. Bir saat kadar baktıktan sonra epey üşümüş ve ıslak ıslak olmuştum. Yerde duran bir çubuğu almak için eğildiğim bir sırada bir güveye ya da gözümün ağ-tabakasındaki bir lekeye benzer bir şeyin ateşle aramda sağ dan sola doğru uçuştuğunu gördüm. Birden geri çekilip toparlandım. Don Juan’a baktım. Don Juan çenesini uzatarak alevlere doğru bakmayı sürdürmemi imlemekteydi. Bir an sonra aynı gölgenin bu kez ters yönde geçtiğini gördüm.
Don Juan apar topar yerinden fırlayarak yanan dalların üzerine avuç avuç toprak atarak ateşi tümüyle söndürdü. Olanca hızıyla yapışmıştı bu ateş söndürme işini. Ona yardım etmek için yerimden kalkayım derken, ateş sönmüştü bile. İçin için yanıp tütmekte olan kimi dalları, üzerlerine basa basa söndürdü; ve ardından beni sürüklercesine tepenin yamacından aşağıya doğru çekerek vadiden çıkardı. Başını arkaya çevirmeden hızla ilerliyor ve konuşmama izin vermiyordu. Birkaç saat sonra arabanın bulunduğu yere ulaştığımızda, o gördüğüm şeyin ne olduğunu sordum. Don Juan başını, susmamı buyururcasına salladı; ve sessizlik içinde arabayı sürdüm.
Sabahleyin erken bir saatte evine vardığımızda, don Juan
doğruca eve girdi ve gene konuşmak üzere olduğumu görünce beni gene susturdu.
Don Juan evin arka avlusunda oturmaktaydı. Benim uyanmamı bekliyor olmalı ki, beni görür görmez konuşmaya başladı. Önceki gece görmüş olduğum gölgenin bir peri, onu gördüğüm yere özgü ruh olduğunu söyledi. O şeyin, bir yararı olmayan bir varlık olduğunu belirtti.
“Sırf orda bulunur işte,” dedi, “ne gizi, ne de gücü vardır. Orda kalmaya değmezdi. Bütün gece bi oraya bi buraya hızla gidip gelen bi gölge görecektin eğer kalsaydık. Ama başka tür ruhlar da vardır; sana güçlülük gizleri verebilecek ruhlar... Ama şanslı olmak gerek onları bulmak için.”
Biraz kahvaltı ettik ve bir süre konuşmadık. Kahvaltı bitince, evin ön yanına geçtik.
Don Juan birden, “Üç çeşit olur bu varlıklar,” dedi, “verecek bi şeyleri bulunmadığı için hiçbi şey veremeyen varlıklar; yalnızca insanı ürküten varlıklar, bi de insana armağan veren varlıklar... Dün gece gördüğün, suskun bi varlıktı; yoktu verecek bi şeyi sana. Sırf bi gölgeydi işte! Ama çoğu kez bu suskun türlerin yöresinde başka bi ruha rastlarsın; sırf ürkü saçmaktan başka bi şeye yaramayan kötü bi peri. O suskun ruhların bulunduğu yerlerde dolaşırlar. İşte bu yüzden ordan hemen kaçırdım seni. O kötü ruh insanı ta evine dek izler de canını burnundan getirtir adamın. Bu nedenle evlerini bırakıp giden biçok kimse bilirim. Kimileri bu tür varlıklardan bi şey elde edeceklerini sanırlar; ama evde peri var diye bi şey olur sanma haa! Kendilerine gizler bildirsin diye bu perileri ayartmaya çalışan, bi odadan bi odaya bütün evde bu perileri izleyen kimseler tanırım. Ama onları korkutmaktan başka bi şey yapmaz bu periler. Kendilerini evlerine kadar izleyen bu perilerden birisini nöbetleşe gözleyip durmuşlardı bi zamanlar birileri. Aylar sürmüştü bu gözetleme. Sonunda birisi gelip hepsini dışarıya sürüklemiş, çıkarmıştı; öylesine bitkinleşmişler, erimişlerdi zavallılar. En iyisi, bu kötü ruhlardan uzak durmaktır; canları cehenneme...”
Bu ruhların nasıl ayartıldığını sordum. Don Juan bu ruhların en çok göründükleri yerleri belirlemek için epey zahmetlere katlanıldığını ve bu ruhların geçtikleri yerlere kimi silahlar konulduğunu, ve ruhların bu silahlara dokunmalarının beklendiğini anlattı. Çünkü bu ruhlar savaş gereçlerini pek severlermiş. Bu ruhların dokundukları her nesne, her türlü eşya gerçekten bir erk nesnesi olup çıkarmış. Ama ne var mış ki, bu kötü ruhlar hiçbir şeye dokunmazlar, yalnızca, insanı, gürültüler işitir hale getirirlermiş.
Don Juan’a, bu ruhların insanları nasıl korkuttuklarını sordum. O da, en çok, koyu bir insan gölgesi kılığına girerek ve evin içinde sesler, gürültüler, patırtılar çıkara çıkara dolaşarak ya da karanlık bir köşeden fırlayıveren bir hayalet gibi görünerek korkuttuklarını anlattı.
Don Juan; üçüncü tür ruhların gerçek dostlar olduğunu, gizler sunduğunu ve bu türlerin ıssız, terkedilmiş ve ulaşılması pek güç olan yerlerde bulunduklarını söyledi. Bu ruhlardan birisini bulmak için insanın, yalnız başına, çok uzak yerlere gitmesi gerektiğini belirtti. Uzak ve ıssız bir yerde, bu adamın, gerekli bütün hazırlıkları yalnız başına yapması gerekirmiş. Ateşini yakıp başında oturması ve gölgeyi görür görmez hemen ordan uzaklaşması gerekirmiş. Ama ortaya değişik koşullar çıkarsa; örneğin yeğin bir yel esip de o kimsenin ateşi dört kez uğraşıp yanar durumda tutmasını engeller ve ateşi öldürürse; ya da yakınlarında bir ağacın dalı falan kırılırsa, o kimsenin orda kalması gerekirmiş. Ağacın dalı gerçekten kırılması söz konusuymuş; o kimsenin, ağaç dalının kırılır gibi çatırdama sesi işitip işitmediğine emin olması gerekirmiş.
Bir de kayaların yuvarlanıp yuvarlanmadığına, ve ateşe çakıl taşları atılıp atılmadığına, ya da sürekli gürültüler olup olmadığına dikkat edilmeliymiş. Ve bunlardan birisi olursa, peri görünene dek o olayın geçtiği yere doğru yürünmeliymiş.
Bu varlıklar birçok yöntemlerle sınarmış bir savaşçıyı.
Kimileyin, çok korkunç bir görünümle, zıp diye adamın önüne çıkıverir, kimi kez de adama arkasından yapışır ve onu öyle saatlerce kımıldayamaz durumda tutarmış. Adamın üstüne bir ağaç devirdiği de olurmuş. Don Juan bunların gerçekten tehlikeli şeyler olduklarını anlattı. Karşı karşıya bir dövüşe geçildiğinde, insanı öldürmeseler de, korku salarak öldürmeleri, ya da devirdikleri bir şeyle ezmeleri, birdenbire karşılarına çıkıp dengesini bozarak ayağını kaydırıp bir yardan düşürmeleri ve o insanı o yolla öldürmeleri olasıymış.
Don Juan bu varlıklara uygunsuz koşullar altında rastlarsam, onlarla asla dövüşmememi; dövüşürsem öleceğimi anlatıyordu. Ruhumu da çalarmış bu periler. En iyisi kendimi yere atıp sabaha dek dayanmakmış.
“Bi adam gizler sunan bi dostla karşılaştığı zaman, tüm cesaretini toplayıp, o daha kendisini yakalamadan kendisi ona yapışmalıdır. Ya da o seni kovalamaya başlamadan önce sen kovalamalısın onu. Amansız bi kovalamaca olmalıdır bu; ardından da dövüş gelir. Güreşip yere sermen gerekir periyi, erkini verene dek yerde muhlaman gerekir.”
Bu varlıkların özdeksel (maddi) olup olmadıklarını, gerçekten onlara dokunulup dokunulmayacağını sormuştum don Juan’a. “Peri” sözcüğünün bende özdeksel olmayan, elle tutulamayan bir şeyleri çağrıştırdığını söylemiştim.
Don Juan, “Peri falan demeyelim bunlara,” dedi, “en iyisi dost diyelim, ya da billinmedik şeyler diyelim.”
Don Juan bir süre sustuktan sonra sırtüstü yattı ve kollarını başının altında kavuşturdu. Bu varlıklarda özdek var mı diye sormuştum gene.
“Elbet vardır özdekleri!” dedi don Juan bir an sustuktan sonra. Onlarla dövüşürken katı mı katıdırlar-ne var, çok sürmez bu halleri. Karşısındakilerin korkusudur onları güçlü kılan. İşte bu nedenle onlardan biriyle dövüşen kimse eğer bir savaşçıysa, o gepgergin katılıkları çabucak yitiverir de, onunla dövüşen kimsenin gücü artar, taşar. Aslında bu ruhlardaki gerilimi, enerjiyi emmiş olur insan.”
“Nasıl bir gerilim bu?” diye sordum.
“Erktir. Onlara dokundun mu, insanı çarparcasına, parçalarcasına titreşirler zangır zangır. Ama bi gösteridir bu sırf. Onları sıkıca tutmayı sürdürürsen, yok olur bu gerilim.”
“Pekâla, gerilimlerini yitirince ne olur? Hava gibi bir şey mi olurlar?”
“Hayır, gevşeyiverirler-pelteleşirler. Özdekselliklerini sürdürürler yani. Ama dokunduğumuz öbür şeylere benzer bi yanları yoktur bunların.”