La Gorda çok huzursuz görünüyordu. Ayağa kalktı ve odanın içinde üç dört volta attıktan sonra tekrar oturdu.
Ortalığı bir sessizlik kapladı. Josefina anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. O da çok gergin görünüyordu. La Gorda ona sarıldı ve eliyle sırtını okşayarak yatıştırmaya çalıştı.
“Josefina sana Eligio hakkında bir şeyler söylemek istiyor,” dedi bana.
Herkes tek bir söz söylemeden, meraklı gözlerle Josefina’ya baktı.
La Gorda sözlerini sürdürdü, “Eligio dünyasını değiştirmesine karşın hâlâ içimizden biri. Josefina da sürekli konuşuyor onunla.”
Diğerleri birdenbire kulak kesildiler. Önce birbirlerine, sonra bana baktılar.
“Rüyada buluşuyorlardı,” dedi la Gorda duygusal bir ses tonuyla.
Josefina içini çekti. Sinir krizi geçiriyor gibiydi. Tüm bedenini bir titreme kaplamıştı. Pablito yerde onun üzerine uzandı ve diyaframından derin derin nefes alırken onu da kendisiyle birlikte nefes almaya zorladı.
“Ne yapıyor?” diye sordum la Gorda’ya.
“Ne mi yapıyor! Görmüyor musun?” diye yanıt verdi sert bir sesle.
Fısıldayarak onun Josefina’yı rahatlatmak istediğinin farkında olduğumu, ama bu yöntemi daha önce görmediğimi söyledim. La Gorda, Josefina’ya enerji vermek üzere Pablito’nun, erkeklerin enerjilerinin yoğunlaştığı bedeninin orta bölümünü, Josefina’nın rahminin, yani kadınların enerji depoladıkları bölgenin üzerine yerleştirdiğini anlattı.
Josefina doğrularak bana gülümsedi. Tümüyle rahatlamış görünüyordu.
“Eligio’yla sürekli buluşuyorum,” dedi. “Her gün bekliyor beni.”
“Nasıl olur da bunu bize söylemezsin?” diye çıkıştı Pablito.
“Bana söyledi,” diye araya girdi la Gorda ve Eligio’nun aramızda bulunmasının hepimiz için ne anlama geldiği konusunda uzun bir nutuk çekti. Eligio’nun sözlerini açıklamak için benden bir işaret beklediğini sözlerine ekledi.
“Lafı dolandırıp durma, kadın!” diye bağırdı Pablito. “Bize onun ne söylediğini anlat.”
“Sana söylenmedi ki!” diye bağırdı la Gorda.
“Kime peki?” diye sordu Pablito.
“Nagual’a,” diye bağırdı la Gorda, parmağıyla beni göstererek.
La Gorda, sesini yükselttiği için özür diledi. Eligio’nun söylediklerinin son derece karmaşık ve gizemli olduğunu, kendisinin bu söylenenleri bir türlü toparlayamadığını belirtti.
“Sadece dinledim onu. Yapabildiğim tek şey bu oldu: onu dinlemek,” diye devam etti.
“Yani sen de mi buluşuyorsun Eligio’yla?” diye sordu Pablito. Sesinde, öfke ve merak birbirine karışıyordu.
“Evet, öyle,” diye yanıt verdi la Gorda fısıldar gibi. “Bu konuda konuşamazdım çünkü onu beklemem gerekiyordu.”
Beni gösterdi ve sonra da her iki eliyle itti beni. Bir an için dengemi yitirdim ve yana doğru sendeledim.
“Ne oluyor? Ne yaptığını sanıyorsun?” diye sordu Pablito öfke içinde. Kızılderililer aşklarını böyle mi gösterirler?”
La Gorda’ya döndüm. Susmam için dudaklarıyla bana bir işaret verdi.
“Eligio, senin Nagual olduğunu, ama bize göre olmadığını söylüyor,” dedi Josefina.
Odaya bir ölüm sessizliği çöktü. Josefina’nın söylediğine bir anlam veremiyordum. Birilerinin bunu açıklaması gerekiyordu.
“Rahatladın mı şimdi?” diyerek dürttü beni la Gorda.
Onlara öyle ya da böyle herhangi bir fikrimin olmadığını söyledim. Tıpkı parmağı ağzında kalan çocuklara benziyorlardı. La Gorda, utancından yerin dibine geçmiş gibiydi.
Nestor ayağa kalktı ve la Gorda’ya döndü. Ona Mazatec dilinde bir şeyler söyledi. Sesinde buyurgan, azarlayıcı bir ton vardı.
İspanyolca olarak, “Bize bildiğin her şeyi anlat, Gorda,” diye sürdürdü konuşmasını. “Böylesine önemli bir şeyi kendine saklamaya, bizimle eğlenmeye hakkın yok.”
La Gorda hiddetle karşı çıktı söylenenlere. Bildiklerini kendisine sakladığını, çünkü Eligio’nun kendisinden böyle istediğini belirtti. Josefina onaylarcasına başını salladı.
“Eligio bunları sana mı yoksa Josefina’ya mı söyledi?” diye sordu Pablito.
“İkimiz birlikteydik,” dedi la Gorda fısıltıyla.
“Yani sen ve Josefina birlikte rüya görüyordunuz!” diye haykırdı Pablito, afallayarak.
Sesindeki büyük şaşkınlık, ötekiler arasında yayılan şok dalgasıyla uyum içindeydi.
“Eligio ikinize tam olarak ne söyledi?” diye sordu Pablito, kendisine gelir gibi olduğunda.
“Nagual’a sol yanını anımsayabilmesinde yardımcı olmam gerektiğini söyledi,” dedi la Gorda.
“Sen neden söz ettiğini anlıyor musun?” diye sordu bana Nestor.
Anlamama olanak yoktu. Onlara, bunu ancak kendilerinin bilebileceğini söyledim. Ancak kimseden çıt çıkmıyordu. “Eligio Josefina’ya şu anda anımsayamadığı başka şeyler de söylemişti,” dedi la Gorda. “Yani gerçekten kötü durumdayız. Eligio senin kesinlikle Nagual olduğunu ve bize yardım etmen gerektiğini, ama bize göre olmadığını söyledi. Bizi gitmemiz gereken yere ancak sol yanını anımsadıktan sonra götürebilecekmişsin.”
Nestor babacan bir tavırla Josefina’ya döndü ve Eligio’nun söylediklerini anımsatmaya çalıştı ona. Bu sözlerin ne anlama geldiğini anımsamam konusunda beni zorlamamıştı, çünkü hiçbir şey anlamamıştım.
Josefina, üzerinde büyük bir baskı varmış gibi yüzünü buruşturdu ve kaşlarını çattı. O anda buruşmuş bir bez bebeğe benziyordu. Büyülenmişcesine onu izledim.
“Yapamıyorum,” dedi sonunda. “Benimle konuşurken neden söz ettiğini anlıyordum, ama şu anda bunları söyleyebilecek durumda değilim. Bir türlü anımsayamıyorum.”
“Hiçbir şey mi hatırlamıyorsun?” diye sordu Nestor. “Tek bir sözcük bile mi?”
Dilini dışarı çıkarttı, başını iki yana doğru salladı ve o anda bir çığlık attı.
“Hayır, yapamıyorum,” dedi, kısa bir süre sonra.
“Ne tür rüyalar görüyorsun, Josefina?” diye sordum. “Bildiğim tek tür rüyayı,” diye yanıt verdi ters ters. “Kendi rüyamı nasıl gördüğümü anlattım,” dedim.
“Şimdi de sen anlat.”
“Gözlerimi kapattığımda o duvarı görüyorum,” dedi.
“Sisten bir duvar sanki. Eligio beni orada bekliyor. Beni duvarın ötesine geçiriyor ve sanırım bana bir şeyler gösteriyor. Ne olduğunu bilmiyorum, ama birlikte birtakım şeyler yapıyoruz. Daha sonra beni duvarın önüne geri getiriyor ve bırakıyor. Döndüğüm gibi de gördüklerimi unutuyorum.”
“La Gorda’yla birlikte gitmeyi nasıl başardınız?” diye sordum.
“Eligio bana onu da getirmemi söyledi,” dedi. “İkimiz birlikte la Gorda’yı bekledik ve o kendi rüyasına girdiğinde onu kaptık, o duvarın arka tarafına çektik. İki kez yaptık bunu.”
“Nasıl kaptınız onu?” diye sordum.
“Bilmiyorum!” diye yanıt verdi Josefina. “Ama seni de bekleyeceğim ve rüya gördüğünde seni de kapıp götüreceğim, bunu o zaman öğreneceksin.”
“Herhangi birini kapıp götürebilir misin?”
“Elbette,” dedi gülümseyerek. “Ancak bunu yapmam, çünkü erkimi boşa harcamış olurum. La Gorda’yı, Eligio onun benden daha mantıklı olduğunu, bu nedenle de söyleyeceklerini ona anlatmak istediğini söylediği için kapıp götürmüştüm.”
“O halde Eligio sana da aynı şeyleri söylemiş olmalı, Gorda” dedi Nestor, alışık olmadığım bir sertlikte.
La Gorda olağandışı bir tavırla başını eğdi, ağzının iki kıyısı açıldı, omuzlarını silkti ve ellerini başının üzerine doğru kaldırdı.
“Josefina biraz önce sana olanları anlattı,” dedi. Benim anımsayabilmem olanaksız. Eligio farklı bir hızda konuşuyor. O konuşuyor, ama benim bedenim onun söylediklerini anlayamıyor. Hayır, hayır. Bedenim anımsayamıyor maalesef. Nagual’ın anımsayacağını ve bizleri gitmemiz gereken yere götüreceğini söylediğini biliyorum. Bana başka bir şey söyleyemedi, çünkü anlatacak çok şey vardı, oysa zamanımız çok dardı. Kim olduğunu anımsayamadığım birinin özellikle beni beklediğini söyledi.”
"Tüm söyledikleri bunlar mıydı?" diye diretti Nestor.
“Onu ikinci kez gördüğümde, bana eğer gitmemiz gereken yere varmak istiyorsak, hepimizin eninde sonunda sol yanımızı anımsamak zorunda olduğumuzu söyledi. Ancak ilk önce onun anımsaması gerekiyor.”
Parmağı ile beni gösterdi ve daha önce de yaptığı gibi beni itti. Darbenin şiddetinden bir top gibi öne yuvarlandım.
“Neden yapıyorsun bunu, Gorda?” diye sordum, biraz sinirlenmiştim.
“Anımsaman için sana yardımcı olmaya çalışıyorum,” dedi.” Nagual Juan Matus bana, arada bir seni sarsmak için böyle itmek gerektiğini söylemişti.”
La Gorda, hiç beklemediğim bir anda bana sarıldı.
“Yardım et bize, Nagual,” diye yalvardı. “Eger yardım etmezsen mahvoluruz.”
“Gözlerimden yaşlar boşanmak üzereydi. Bulundukları açmazdan dolayı değildi bu; içimde bir şeylerin kıpırdadığını hissediyordum. Onunla birlikte o kente gittiğimizden bu yana içimdeki bu kıpırtı dışarı çıkmak istercesine sürekli büyüyordu.
La Gorda’nın yalvarmaları kalbimi parçalıyordu. O anda yüksek tansiyondan kaynaklandığını tahmin ettiğim bir krize daha yakalandım. Tüm bedenimi soğuk bir ter kapladı ve daha sonra midemde kasılmalar başladı. La Gorda büyük bir şefkatle baktı bana.
Bir bulguyu açıklamadan önce beklenmesi gerektiği konusundaki ilkesine sıkı sıkıya bağlı olan la Gorda, Oaxaca’daki birlikte görmemiz üzerine konuşmaya hiç yanaşmadı. Günler boyu uzak durdu ve tamamen ilgisiz davrandı. Hastalığım konusunda bile tek bir söz etmedi. Diğer kadınlar da. Don Juan, içimizdekileri dışa vurmak için en uygun zamanı beklemek gerektiğini vurgulardı hep. La Gorda’nın neden böyle davrandığını anlayabiliyordum, ama beklemek konusundaki ısrarını rahatsız edici buluyordum ve beklentilerimize ters düştüğünü düşünüyordum. Onlarla çok uzun bir süre birlikte kalamayacaktım, bu nedenle hepimizin bir araya gelip bütün bildiklerimizi paylaşmamız gerektiğini söyledim. Kararından vazgeçmeye niyeti yoktu. “Beklememiz gerekiyor,” dedi. Bir çözüm bulabilmeleri
için bedenlerimize bir şans tanımalıyız. Görevimiz anımsamaktır, zihinlerimizle değil, bedenlerimizle anımsamak. Bunu herkes bilir.”
Meraklı gözlerle bana baktı. Sanki, benim de görevi anladığıma dair bir işaret arıyordu. Onların arasına dışarıdan katıldığımı, şaşkın bir halde bulunduğumu hissettim. Ben yalnızdım, oysa onlar birbirlerine destek olabiliyorlardı.
“Bu, savaşçıların sessizliği,” dedi gülerek ve gönül alıcı bir tonla ekledi, “Bu sessizlik başka konularda da konuşamayız anlamına gelmiyor.”
“Belki de insan biçiminin yitirilmesi konusundaki tartışmalarımıza geri dönebiliriz,” dedim.
Gözlerinde rahatsız olduğunu belli eden bir ifade belirdi. Ona, benim için her zaman, özellikle kavramlar söz konusu olduğunda, anlamın açıklığa kavuşturulmasının önemli olduğunu anlattım uzun uzun.
“Bilmek istediğin tam olarak nedir?” diye sordu.
“Bana söylemek isteyebileceğin her şey,” dedim. “Nagual bana, insan biçiminin yitirilmesinin özgürlük getirdiğini söylemişti,” dedi. “Buna inanıyorum. Ancak bu özgürlüğü duyumsayabilmiş değilim, yani şimdilik.”
Bir anlık sessizlik oldu. Kuşkusuz söylediklerine tepkimi ölçüyordu.
“Ne tür bir özgürlük bu Gorda?” diye sordum.
“Kendini anımsayabilme özgürlüğü,” dedi. “Nagual, insan biçiminin yitirilmesinin bir yaya benzediğini söylemişti. Kişiye anımsayabilme özgürlüğü verir ve bu da kişiyi daha özgür kılar.”
"Sen neden hissedemedin bu özgürlüğü?" diye sordum.
Ağzında dilini şaklattı, omuz silkti. Ya aklı karışmıştı, ya da daha fazla konuşmak istemiyordu.
“Sana bağlanmış durumdayım,” dedi. “Anımsayabilmek için insan biçimini yitirmedikçe, benim özgürlüğün ne olduğunu bilebilmem olanaksız. Fakat belki de sen anımsayamadan insan biçimini yitiremeyeceksin. Kaldı ki, bizim bu konu üzerinde konuşmamamız gerekiyor. Neden Genarolar’ın yanına gitmiyorsun?”
Çocuğuna dışarı çıkıp oynamasını söyleyen bir anne edasıyla söylemişti bunları. Ancak, bu tavrına hiç kırılmadım. Oysa, bunları söyleyen bir başkası olsaydı tavrını kolaylıkla küstahlık ya da küçümseme diye yorumlayabilirdim. Onunla birlikte olmaktan zevk alıyordum, fark da buydu.
Pablito, Nestor ve Benigno’yu Genaro’nun evinde tuhaf bir oyun oynarken buldum. Pablito, yerden bir buçuk metre yükseklikte, koltuk altlarından uzanarak göğsünü kavrayan deri kayışa benzer bir şey içinde, havada asılı duruyordu. Bedenini kavrayan kayış, kalın deri bir yeleğe benziyordu. Daha dikkatli baktığımda, Pablito’nun aslında kayışın üzerinden tıpkı üzengi gibi ilmikler halinde aşağı doğru inen kalın şeritlerin üzerinde, ayakta durduğunu fark ettim. Çaprazlamasına durarak çatıya destek sağlayan, kalın yuvarlak bir sütunun üzerine geçirilmiş iki halatla odanın ortasından aşağı doğru asılıydı. Halatların her biri Pablito’nun omuzları üzerinden, metal birer halkayla kayışa bağlanmıştı.