1

Konu: Önsöz - Sunuş

Önsöz
Kitaplarım, Meksikalı Kızılderili bir büyücü olan don Juan Matus’un, büyücülerin dünyasını anlamama yardımcı olmak için kullandığı, gerçek öğreti yöntemlerini içerir. Bu bakımdan kitaplarım, zaman geçtikçe daha da açıklık kazanan sürekli bir gelişimin anlatımıdır.
Günlük hayata akıllıca ayak uydurmayı öğrenmek, yılların eğitimini gerektirir. Eğitim sistemimiz— ister açık uslamlamada, ister resmi konularda olsun epey ağırdır, çünkü vermeye çalıştığımız bilgiler çok karmaşıktır. Aynı şeyi, büyücülerin dünyası için de söyleyebiliriz: onların eğitimi sözlü öğretilere ve bilinçliliğin idare edilmesine dayanır, bizimkinden farklı da olsa, onun kadar yorucudur, çünkü, onların bilgisi de en az bizimki kadar hatta daha da karmaşıktır.

Cvp: Önsöz - Sunuş

Sunuş
Don Juan, çeşitli zamanlarda bilgisini benim için adlandırmaya çalıştı. Nagualcılığın en uygun ad olabileceğini, fakat bu terimin fazlasıyla anlaşılmaz olduğunu düşündü. Ona sadece “bilgi” demek yetersiz, “sihirbazlık” demek ise küçültücüydü. “Niyette ustalaşma” çok soyut, “mutlak özgürlük arayışı” ise çok uzun ve mecaziydi. En sonunda, daha uygun bir ad bulamadığı için, kesin olmamasına rağmen, buna “büyücülük” dedi.
Yıllarca bana değişik büyücülük tanımlamaları yaptı, ama tanımlamaların her zaman, bilginin artmasıyla birlikte değiştiğini söylemeyi de ihmal etmedi. Çömezliğimin sonlarına doğru, daha açık bir tanımlamanın ayırdına varacak durumda olduğumu düşünüyordum, böylece ona bir kez daha sordum.
“Sıradan insanlar,” dedi don Juan, “büyücülüğü saçma ya da ulaşamayacakları tuhaf bi gizem olarak görür. Haklıdırlar da— söyledikleri kesin bi gerçek olduğu için değil, sıradan insan büyücülükle uğraşacak erkeye sahip olmadığı için.”
Sözlerini sürdürmeden önce kısa bir ara verdi. “İnsanoğlu sınırlı bi erkeyle doğar,” diye devam etti, “doğum anından itibaren düzenli olarak yayılan bu erke belli bi zamanın duyum boyutunca en avantajlı biçimde kullanılabilir.”
“Zamanın duyum boyutuyla neyi kastediyorsun?” diye sordum.
“Zamanın duyum boyutu, algılanan erke alanları destesi bütünüdür,” diye yanıtladı. “İnsan algısının çağlardan beri değiştiğine inanıyorum. Şimdiki zaman, içinde bulunduğumuz halin niteliğini belirler; sayılamayacak kadar çok olmasına rağmen hangi erke destesinin kullanılacağına zaman karar verir. Ve zamanın duyum boyutunun—yani, seçilmiş bikaç erke alanının—işlenmesi, var olan tüm erkemizi silip götürür ve bizde öbür erke alanlarımızı kullanabilecek takat bırakmaz.”
Kaşlarının anlamlı bir hareketiyle, bütün bunları iyice düşünmemi istedi.
“Sıradan insanın büyücülükle uğraşacak erkeye sahip olmadığını söylediğimde bunu kastediyordum,” diye sürdürdü. “Eğer sadece elindeki erkeyi kullanırsa, büyücülerin algıladığı âlemleri algılayamaz. Onları algılayabilmek için, büyücüler, normalde kullanılmayan bi erke alanı öbeği kullanırlar. Doğaldır ki, sıradan insan, bu âlemleri algılayacak ve büyücülerin algısını anlayacaksa, onların kullandığı öbeğin aynısını kullanmak zorundadır. İşte bu da olanaksızdır, çünkü olanca erkesi zaten yayılıp gitmiştir.”
Açıklamasını belirginleştirmek amacıyla, en isabetli sözü bulmak istermişçesine duraladı.
“Bi de şöyle düşün,” diye sürdürdü. “Zaman ilerledikçe büyücülüğü öğreniyor değilsin; aslında sen erke biriktirmeyi öğreniyorsun. Ve bu erke, şu anda senin için ulaşılamaz olan erke alanlarına işleyebilmeni sağlayacak. Büyücülük işte budur: bildiğimiz sıradan dünyanın algılanmasında kullanılmayan erke alanlarını kullanma yetisi. Büyücülük bi bilinçlilik durumudur. Büyücülük sıradan algının farkında olmadığı şeyleri algılama yetisidir.
“Sana yaşattığım deneyimlerin hepsi,” diye sürdürdü don Juan, “gösterdiğim her bi şey, sadece gözümüzle görebildiğimizden daha fazla şeyin var olduğu göstermek içindi. Kimsenin bize büyücülük öğretmesine gereksinimimiz yok, çünkü, aslında öğrenecek bi şey yok. Bize gereken, burnumuzun dibinde ölçüsüz erkin var olduğuna bizi ikna edecek bi öğretmendir. Ne tuhaf bi çelişki! Bilgi yolundaki her savaşçı zaman zaman büyücülüğü öğrendiğini düşünür, ama yaptığı şey sadece kendi varlığındaki gizli erke ve ona ulaşabileceğine inandırılmaya razı olmasıdır.”
“Senin yaptığın da bu mu don Juan? Beni inandırmak mı?”
“Kesinlikle. Seni, o erkeye ulaşabileceğine inandırmaya çalışıyorum. Ben de aynı yollardan geçtim. Ve ben ikna edilme konusunda senden de katıydım.”
“Ona ulaştığımızda, onunla ne yaparız don Juan?”
“Hiçbi şey. Ona ulaştığımızda, o kendiliğinden kullanılabilir ama ulaşılamaz olan erke alanlarından yararlanır. Ve işte bu, dediğim gibi, büyücülüktür. İşte o zaman başka bi şey görmeye—yani, algılamaya—başlarız; hayalimizde değil, gerçek ve somut olarak. Ve artık sözcükleri kullanmak zorunda kalmaksızın bilmeye başlarız. Ve bu artan algılamayla, ve sessiz bilgiyle ne yapacağımız ise, kendi mizacımıza bağlıdır.”
Başka bir seferinde de, başka bir açıklama yapmıştı. İlgisiz bir konuyu tartışıyorduk ki aniden konuyu değiştirdi ve bana bir fıkra anlatmaya başladı. Gülerek kibarca omuzlarımın arasını, sırtımı okşadı. Sanki utanıyordu da, bana dokunmak için cesaret toplaması gerekiyordu. Ben sinirlenince, kıkırdamaya başladı.
“Çok ürkeksin,” diye takıldı, sırtıma daha sertçe vurdu.
Kulaklarım uğuldadı. Bir an için nefesim kesildi. Adeta ciğerlerim ağzıma gelmişti. Soluk almak gittikçe daha çok rahatsızlık veriyordu. Birkaç kez aksırıp tıksırdıktan sonra ciğerlerim açıldı ve kendimi derin, düzgün soluk alırken buldum. O kadar harika hissediyordum ki, bu beklenmedik ama sert darbe için ona kızamadım bile.
Ardından, epey ilginç bir açıklamaya girişti, büyücülüğün değişik ve daha açık bir tanımına.
Olağanüstü bir bilinçlilik durumuna girmiştim! Öylesine
bir us berraklığım vardı ki don Juan’ın söylediği her şeyi anlayabiliyordum. Evrende, büyücülerin niyet dediği, ölçülemeyecek ve anlatılamayacak bir güç bulunduğunu ve evrende var olan her şeyin bir bağlantı hattıyla niyete bağlı olduğunu söyledi. Onun, büyücüler ya da savaşçılar diye adlandırdığı insanlar, bu bağlantı hattının tartışılmasıyla, anlaşılmasıyla ve kullanımıyla ilgilenirlermiş. Özellikle yaptıkları şey, günlük hayatlarının sıradan kaygılarınca duyarsızlaştırılan bu hattı temizlemekle uğraşmakmış ki büyücülüğe, bu bağlamda, insanın niyet ile olan bağlantısının temiz tutulması da denebilirmiş. Don Juan, bu ‘temizleme işlemini’ anlamanın ya da öğrenip uygulamanın son kerte zor olduğunu söyledi. Böylece, büyücüler yönergelerini iki gruba ayırmışlar. Biri, günlük yaşam bilinçliliği durumuna ilişkin yönergeler ki; bunlar da temizlik işlemi örtülü bir biçimde sunulurmuş. Diğeri, benim şimdi deneyimlemekte olduğum, büyücülerin bilgiyi, konuşulan dilin müdahalesi olmaksızın, dolaysız olarak niyetten aldıkları ileri bilinçlilik durumunun yönergeleriymiş.
Don Juan, büyücülerin ileri bilinçliliği zorlu mücadelelerle geçen binlerce yıl boyunca kullanarak, niyet ile ilgili belirgin içgörüler edindiklerini, bu dolaysız bilgileri, kuşaktan kuşağa günümüze taşıdıklarını açıkladı. Büyücülüğün görevinin, bu anlaşılmazmış gibi görünen bilgiyi alıp, günlük hayatın bilinçlilik standartlarında anlaşılır kılmak olduğunu söyledi.
Sonra, kılavuzun, büyücünün hayatındaki yerini açıkladı. Kılavuza ‘nagual’ denildiğini, onun olağanüstü erkeye sahip bir kadın ya da erkek, ağırbaşlı, sabırlı ve kararlı bir öğretmen olduğunu, görücülerin onu birbirine bitiştirilmiş dört saydam toptan oluşmuş dört bölümlü saydam bir küre halinde gördüklerini söyledi. Olağanüstü erkelerinden dolayı, naguallar aracıydılar. Erkeleri onlara barışı, uyumu, neşeyi ve bilgiyi dolaysızca, kaynağından, yani niyetten almalarına, arkadaşlarına aktarmalarına olanak sağlıyordu. Naguallar, büyücülerin ‘asgari şans’ adını verdikleri şeyi, kişinin niyet ile bağlantısının farkındalığını sağlamakla yükümlüydü.
Ona, bana anlattığı her şeyi aklımın aldığını, sadece neden iki grup öğretiye gereksinim duyulduğunu anlayamadığımı söyledim. Anlaşılmasının çok zor olduğunu belirttiği kendi dünyası hakkındaki her şeyi kavrayabiliyordum.
“Bugün edindiğin içgörüyü anımsayabilmen için bi ömre ihtiyacın olacak,” dedi don Juan, “çünkü bunların çoğu sessiz bilgidir. Kısa süre sonra unutulur. Bu, bilinçliliğin erişilmez sırlarından biridir.”
Sonra, sol yanıma, göğüs kafesimin kenarına vurarak, bilinç düzeyimi değiştirdi.
Bir anda zihnimin olağanüstü netliğini yitirdim ve ona sahip olup olmadığımı bile anımsayamaz hale geldim...
Büyücülüğün ilk bölümlerini yazmam için beni bizzat don Juan görevlendirdi. Bir keresinde, çömezliğimin ilk zamanlarında durup dururken bir kitap yazarak tuttuğum notları değerlendirmemi önermişti. Yığınla not toplamıştım ve onlarla ne yapacağımı hiç düşünmemiştim.
Ona önerisinin saçma olduğunu, çünkü bir yazar olmadığımı belirttim.
“Tabii ki yazar değilsin,” dedi, “bu yüzden büyücülüğü kullanman gerekecek; önce, deneyimlerini yeniden yaşıyormuş gibi imgelemelisin. Sonra da metni rüyada görmelisin. Senin için yazmak edebi bi alıştırmadan çok, büyücülük için bi alıştırma olmalı.”
Büyücülüğün temel ilkelerini, bu anlayışla, don Juan’ın bana anlattığı gibi, onun öğretisi bağlamında yazdım.
Geçmiş zamanların büyücüleri tarafından geliştirilen öğretim düzeninde iki grup yönerge vardı. ‘Sağ yan öğretileri’ denen bölüm normal bilinçlilikte uygulanırdı. Diğerine ‘sol yan öğretileri’ denilirdi ve sadece yüksek bilinçlilik durumunda uygulanırdı.
Bu iki grup öğreti, öğretmenlerin çömezlerini üç uzmanlık alanında eğitmesine izin verirdi: Farkındalıkta ustalık, iz sürme sanatı ve niyette ustalık.
Bu üç uzmanlık alanı, büyücülerin bilgi arayışında karşılarına çıkan üç bilmeceydi.
Farkındalıkta ustalık, aklın bilmecesiydi: büyücülerin algı ve farkındalığın gizeminin ve enginliğinin ayırdına vardıklarında yaşadıkları şaşkınlık.
İz sürme sanatı, yüreğin bilmecesiydi: büyücülerin iki şeyin bilincine vardıklarında yaşadıkları hayret; ilki, bizim algı ve bilincimizin özelliğinden dolayı dünyanın durağan ve gerçek görünmesi; İkincisi, değişik algılama özelliklerini kullanmaya başlarsak dünyada durağan ve gerçek görünen şeylerin değişmesi.
Niyette ustalık ise tinin bilmecesiydi, ya da soyutun çelişkisi— büyücülerin insani durumumuz ötesinde yansıttıkları düşünce ve davranışlar.
Don Juan’ın iz sürme sanatı ya da niyette ustalık hakkındaki yönergeleri onun öğretisinin temel taşı sayılan ve aşağıda ki temel ilkelerden oluşan farkındalıkta ustalaşmayla ilgili yönergesine dayanıyordu:
1. Evren, ışık ipliklerine benzeyen sonsuz bir erke alanları yığınıdır.
2. Kartal’ın yayılımları denilen bu erke alanları mecazi olarak Kartal denilen, düşünülemez boyutta bir kaynaktan yayılırlar.
3. İnsanlar da bu ipliğe benzer, hesaplanamaz sayıda erke alanlarından oluşur. Kartal’ın bu yayılımları, örtüşmüş bir yığın görünümündeki bu ışık topu, kolları yandan sarkan, insan bedeni büyüklüğünde koca bir saydam yumurta gibi görünür.
4. Bu parlak topun içindeki erke alanlarından ufak bir grup, yumurtanın yüzeyinde yer alan bir yoğun parlaklık noktasıyla aydınlanır.
5. Algı, o ufak grup içindeki erke alanları, parlaklık noktasını bir anda çevreleyip, topun dışındaki özdeş erke alanlarını aydınlatmak için ışıklarını ulaştırdıklarında, ortaya çıkar. Algılanabilir tek erke alanı parlaklık noktası tarafından aydınlanmış olduğundan, o noktaya ‘algının toplandığı nokta’, ya da kısaca ‘birleşim noktası’ denir.
6. Birleşim noktası, olağan yerinden saydam topun yüzeyi üzerinde, yüzeydeki başka bir konuma ya da içeriye doğru hareket ettirilebilir. Birleşim noktasının parlaklığı temas ettiği herhangi bir erke alanını aydınlatabildiğinden, yeni bir konuma geçtiğinde, derhal yeni erke alanlarını aydınlatır, onları algılanabilir kılar. Bu algılama, görme olarak bilinir.
7. Birleşim noktası yer değiştirdiğinde, tamamıyla farklı bir dünyanın algılanması mümkün olur—var olan dünyamız kadar nesnel ve gerçek olan bir dünya. Büyücüler, bu öteki dünyaya erke, erk, genel ve özel sorunlara çözümler bulmak için ya da imgelenemez olanla yüzleşmek için giderler.
8. Niyet, algılamamıza neden olan yaygın kuvvettir. Farkındalığımızın nedeni algılamamız değildir, asıl niyetin baskısı ve işgali sonucu algılarız.
9. Büyücünün amacı, algının insanın erişebileceği tüm olasılıklarını deneyimleyerek mutlak farkındalık durumuna ulaşmaktır. Hatta bu farkındalık durumu ölümün alternatif bir biçimi anlamına bile gelir.
Farkındalıkta ustalık öğretilerine bilginin uygulamalı bir düzeyi de dahil edilmişti. Bu uygulamalı düzeyde don Juan bana birleşim noktasını hareket ettirmek için gerekli olan işlemleri öğretti. Bunu başarmak için eski zamanların büyücü görücüleri tarafından tasarlanmış iki büyük sistem vardı: rüya görmek; rüyaların denetimi ve kullanımı ile iz sürme, davranışın denetimi.
Birleşim noktasını hareket ettirmek, her büyücünün öğrenmesi gereken hayati bir manevraydı. Bazıları— naguallar— bunu başkalarına uygulamayı da öğrendiler. Birleşim noktasına doğrudan attıkları sert bir tokatla birleşim noktasını yerinden oynatabiliyorlardı. Bu vuruş— bedene hiç dokunmamasına rağmen omuz başına atılan bir şaplak biçiminde deneyimlenirdi ve yüksek farkındalık durumuyla sonuçlanırdı.
Don Juan, geleneğine uygun olarak, öğretisinin en zor, en dramatik bölümünü sadece bu ileri farkındalık durumlarında gerçekleştirdi: sol yan yönergelerini. Bu durumun olağanüstü niteliğinden dolayı, don Juan, benden bunları, büyücülerin öğreti düzenindeki her şeyi bitirene dek kimseyle tartışmamamı istedi. Bu istek benim kabul edemeyeceğim kadar zor değildi. O eşsiz farkındalık durumlarında yönergeleri anlayabilme yeteneğim, inanılmaz derecede artıyordu, ama aynı zamanda onları anlatamayacak hatta anımsayamayacak kadar da güçsüzleşiyordu. O durumlarda, ustaca, kendimden emin kararlar verebiliyordum, ama bir kez normal bilince dönünce hiçbir şey anımsamıyordum.
Artırılmış farkındalığımdakileri normal belleğime aktarabilmek yıllarımı aldı. Mantığımın ve sağduyumun, ileri farkındalığın akıl almaz gerçeği ve doğrudan bilgisiyle çatışması bu anı geciktiriyordu. Kavrayışımdaki bu düzensizlik üzerinde düşünmeyerek bu meseleden yıllarca uzak durmama yol açtı.
Büyücülük çömezliğimle ilgili şimdiye dek yazdığım ne varsa, don Juan’ın bana farkındalıkta ustalığı öğretişinin aktarımıdır. İz sürme sanatını ya da niyette ustalaşmayı henüz anlatmadım.
Don Juan, iz sürme sanatının ve niyette ustalaşmanın ilkelerini ve uygulamalarını bana iki dostunun yardımıyla öğretti: Vicente Medrano adlı bir büyücü ve Silvio Manuel adlı bir diğeri. Ama, onlardan öğrendiğim her şey, don Juan’ın ileri farkındalığın incelikleri dediği şeyin içinde bulanıklığını koruyor. Şu ana dek, benim için iz sürme sanatı ve niyette ustalık hakkında değil yazmak, tutarlı düşünmek bile olanaksızdı. Hatam, onları normal belleğin ve anıların konusu olarak değerlendirmemdeydi. Öyleler, aynı zamanda da değiller. Bu çelişkiyi çözebilmek için doğrudan konuları araştırmak yerine—ki fiili olarak olanaksız bir şey bu—onlarla dolaylı olarak, don Juan’ın yönergelerinin son başlığı doğrultusunda ilgilendim: geçmiş zaman büyücülerinin öyküleri.
Bu öyküleri öğretilerinin soyut özü olarak adlandırdığı şeyi açıklamak için anlatırdı. Onun tüm kapsamlı açıklamalarına rağmen, bunları bana bir şeyler açıklamaktan çok zihnimi açmak niyetiyle anlattığını şimdi şimdi anlıyorum, o zamanlar soyut özlerin mahiyetini kavramayı beceremiyordum. Don Juan’ın anlatışı, soyut öz tanımını yıllarca akademik tezlere benzetmeme neden oldu; bu şartlarda tüm yapabildiğim yaptığı açıklamaları olduğu gibi kabullenmekti. Bu öyküler, kendi adıma anlayabilmem için gerekli değerlendirmeleri yapmaksızın sessizce kabullendiğim bölümler oldular.
Don Juan, her biri altı soyut özden oluşan, karmaşıklık düzeyi giderek artan üç grup gösterdi. Burada, aşağıda saydıklarımdan oluşan birinci grupla ilgilendim: Tinin belirmesi, tinin vuruşu, tinin hilesi, tinin yıkılışı, niyetin gerektirdikleri ve niyeti kullanma.

Cvp: Önsöz - Sunuş

.