Görüldüğü kadarıyla başarılı oldular; kendilerini zihinsel ve fiziksel üstünlük açısından müthiş sonuçlar doğuran çok karmaşık bir devinimler dizisinin sahibi buldular. Aslında bu hareketleri uygulamanın sonuçları öyle çarpıcıydı ki, onlara sihirli geçişler adını verdiler. Bunları kuşaklar boyunca ayrıntılı ayinler, gösterişli törenler eşliğinde sürdürerek, sadece yetiştirdikleri şamanlara kişisel düzeyde öğrettiler.
Don Juan Matus sihirli geçişleri öğretirken gelenekten radikal biçimde ayrılmaktaydı. Bu tür bir ayrılma, don Juan’ı sihirli geçişlerin pratikteki amacını yeniden biçimlendirmeye zorlamıştı. Bana sözü edilen amacı, geçmişte olduğu şekilde zihinsel ve fiziksel dengeyi arttırmaktan çok, pratikte enerjiyi yeniden konuşlandırma olasılığı olarak sundu. Kendisinden önce gelen iki nagualın etkisi ile açıklıyordu bu ayrılığı.
Don Juan’ın silsilesinin büyücüleri, her birimizin içinde yapısal olarak bir miktar enerji bulunduğu, bu miktarın azalması ya da çoğalması konusunda dış güçlerin saldırılarına maruz olmadığı inancındaydılar. Bu enerji miktarının, büyücülerin yeryüzündeki her insanın saplantısı olduğunu varsaydıkları bir şeyi gerçekleştirmeye yeteceğine inanıyorlardı: normal algılamanın sınırlarını aşmaktı bu. Don Juan Matus, bu sınırları aşmadaki güçsüzlüğümüze, kültürümüzle toplumsal çevremizin neden olduğu kanısındaydı. Kültürümüzle toplumsal çevremizin, normal algılamanın sınırlarını aşmamıza izin vermeyen, belirlenmiş davranış biçimlerini bize uygulatırken içsel enerjimizin her kırıntısını harcamamıza neden olduğunu savunuyordu.
“Ne demeye ben ya da bir başkası, bu sınırları aşmak isteyelim ki?” diye sordum don Juan’a bir keresinde.
“O sınırları aşmak insanlığın kaçınılmaz sorunudur,” diye yanıtladı. “Onları aşmak demek, pratikte değeri günlük yaşamımızdaki dünyamızın değerinden hiç farklı olmayan, düşünülemeyecek dünyalara giriş demektir. Bu önermeyi kabul etsek de, etmesek de, o sınırları aşmak bizim saplantımızdır ve bunda acınası biçimde başarısız oluruz; çağdaş insanın yaşantısındaki uyuşturucuların, uyarıcıların, dinsel ayinlerin, törenlerin bolluğu hep bundandır.”
“Neden böyle acınası biçimde başarısız olduk dersin, don Juan?” diye sordum.
“Bilinçaltındaki dileğimizi gerçekleştirmekteki başarısızlığımız.” dedi don Juan “onu apar topar halletmeye çalışmamızdan. Araçlarımız çok acemice. Bi duvarı kafamızla vura vura yıkmaya çalışmak gibi bi şey bizimkisi. İnsanoğlu bu yıkışı hiçbi zaman enerji açısından ele almıyor. Büyücüler için başarıyı tayin eden yalnızca enerjinin erişilebilirliği ya da erişilmezliğidir.
“İçsel enerjimizi çoğaltmak mümkün olmadığına göre,” diye devam etti, “eski çağ Meksika’sı büyücüleri için açık olan tek yol, bu enerjinin yeniden konuşlandırılması idi. Onlar için bu yeniden konuşlandırma süreci sihirli geçişler ve onların fiziksel beden üzerindeki etkileri ile başlamıştı.”
Don Juan yönergelerini aktarırken, kendi silsilesinin şamanlarının fiziksel üstünlük ve zihinsel esenliğe verdikleri büyük önemin günümüze dek sürdüğünü olası her yolla vurgulamıştı. Söylediklerini, don Juan ile on beş yoldaşını gözlemleyerek doğrulayabiliyordum. En belirgin özellikleri mükemmel fiziksel ve bedensel dengeleriydi.
Bir keresinde ona büyücülerin neden insanın fiziksel yanına bu denli yatırım yaptıklarını sorduğumda don Juan’ın yanıtı benim için tam bir sürpriz oldu. Ben onu hep tinsel bir kişin olarak düşünmüştüm.
“Şamanlar hiç de tinsel değildirler,” dedi. “Onlar çok pratik varlıklardır. Bununla birlikte, onların genelde ayrıksı, hatta deli sayıldıkları bilinen bi gerçek. Belki de onların tinsel olduklarını düşünmen bundan kaynaklanıyor. Deli gibi görünüyorlar, çünkü hep açıklanamayacak şeyleri anlatmakla uğraşıyorlar. Eksiksiz anlatılar için çabalıyorlar, oysa hiçbi koşulda tamamIanamayacak açıklamalar bunlar; işte bu sonuçsuz girişimleri yüzünden bütün tutarlılıklarını yitiriyorlar, ve anlamsız şeyler söylüyorlar.
“Esnek bi bedene gereksinimin var; eğer fiziksel üstünlük ve zihinsel denge istiyorsan.” diye sürdürdü don Juan. “Bunlar şamanların yaşamındaki en önemli iki unsurdur; çünkü aklı başındalıkla pratikliği getirirler; yani başka algılama âlemlerine girmek için en vazgeçilmez iki zorunluluğu. Bilinmeyene gerçek anlamda yolculuk etmek yürekli bi tutumu gerektirir; ama pervasızlığı değil. Cesaretle pervasızlık arasında bi denge kurmak için bi büyücünün son derece aklı başında, tedbirli, hünerli, fiziksel açıdan da mükemmel durumda olması gerekir.”
“Ama fiziksel açıdan mükemmellik neden gereksin ki, don Juan?” diye sordum. “Bilinmeyene yolculuk için arzu ve istenç yetmez mi?”
“Senin boktan yaşamında yetmez,” diye yanıtladı, epeyce ters bir tavırla. “Bilinmeyenle yüz yüze gelmeyi hayal etmek bile—bırak içine girmeyi—çelikten sinirler ister, bi de bu sinirleri taşımaya yeterli bi beden. Zihinsel çevikliğin, fiziksel üstünlüğün, uygun kasların yoksa, yürekli olmanın ne anlamı kalır ki?”
İlişkimizin ilk gününden beri don Juan’ın şiddetle savunduğu fiziksel mükemmellik, sihirli geçişlerin titizlikle uygulanmasının ürünü olan, tüm belirtileriyle doğuştan (Tanrı vergisi) enerjimizin yeniden konuşlandırılmasına doğru atılan ilk adımdı. Bu edim, don Juan’ın görüşüne göre, her bireyin olduğu kadar şamalıların yaşamında da en önemli meseleydi. Enerjinin yeniden konuşlandırılması, içimizde zaten var olan enerjinin bir yerden öbürüne aktarılması sürecinden oluşur. Bu enerji, bedende bulunan, zihinsel çeviklik ile fiziksel üstünlük arasında bir denge kurmak için onu gereksinen canlılık merkezlerinden çıkarılmış olan enerjidir.
Don Juan’ın silsilesindeki şamanlar doğuştan (Tanrı vergisi) enerjinin yeniden konuşlandırılmasıyla ciddi biçimde uğraşmışlardı. Bu entelektüel bir uğraş değildi; tümevarım ya da tümdengelim ya da mantıksal bir sonuçlandırmanın ürünü de değildi. Evrendeki akışı esnasında enerjiyi algılama hünerlerinin bir sonucuydu bu.
Don Juan, “Büyücüler, evrende akış halindeki enerjiyi algılama hünerine görme adını verdiler.” diye açıkladı bana. “Görmeyi, insan bedeninin enerjiyi bi akış, bi akım, yelimsi bi titreşim olarak algılama yetisine sahip olduğu bi yükseltilmiş farkındalık dununu olarak betimlediler. Evrende akış halindeki enerjiyi görmek, insanoğluna özgü yorumlama sisteminde anlık bi duraklamanın ürünüdür.”
“Bu yorumlama sistemi nedir, don Juan?” diye sordum.
“Eski çağ Meksika’sının şamanları şunu keşfettiler,” diye yanıtladı don Juan, “insan bedeninin her parçası, şu ya da bu şekilde, bu titreşimli akışı, bu titreşim akımını bi tür duyusal girdiye dönüştürmekle uğraşır. Bu duyusal bilgi bombardımanının tüm toplamı sonradan, kullanım yoluyla, insanoğluna dünyayı kendisine özgü biçimde algılama yetisi sağlayan bi yorumlama sistemine dönüşür.
“Bu yorumlama sisteminde bi duraklama yaratmak,” diye devam etti, “eski çağ Meksika’sı büyücülerinin müthiş disiplinleri sonucunda gerçekleşmişti. Bu duraklamaya görme adını verdiler, onu bilgilerinin temel taşı yaptılar. Evrende akış halindeki enerjiyi görmek, onlar için, sınıflandırma dizgelerini yaparken kullandıkları ana araçtı. Bu yeti sayesinde, örneğin, insanoğlunun algısına açık tüm evreni, binlerce katmandan oluşan bi soğana benzer biçimde tasarlıyorlardı. İnsanoğlunun gündelik dünyası, inancına göre, katmanlardan yalnızca biriydi. Sonuç olarak, öbür katmanların da sadece insan algısının ulaşmasına uygun olmakla kalmayıp, aynı zamanda insanın doğal kalıtımının bi parçası olduğu inanandaydılar.”
Bu büyücülerin bilgisinde çok büyük değer taşıyan, enerjiyi evrendeki akışı esnasında görme yetilerine bağlı olan bir başka konu da, insanoğlunun enerjiye ilişkin biçiminin keşfiydi. İnsanın enerjiye ilişkin biçimi, onlar için, titreşimli bir güç tarafından birbirine bitiştirilen, böylece ışıltılı bir enerji küresi haline getirilen enerji alanları kümeleriydi. Don Juan’ın silsilesindeki büyücüler için bir insanoğlu ya bir yumurta gibi boyuna doğru uzun bir biçime, ya da bir top gibi yuvarlak bir biçime sahiptir. Bu yüzden, onları ışıltılı yumurtalar ya da ışıltılı küreler olarak adlandırdılar. Bu ışıltı küresi onlar tarafından öz benliğimiz sayıldı—enerji açısından azaltılamaz olması nedeniyle doğruydu bu. Azaltılamaz, zira insan kaynaklarının tümü, onu doğrudan enerji olarak algılama ediminde kullanılır.
O şamanlar, bu ışıltılı kürenin arka yüzünde daha yoğun parlaklıkta bir nokta keşfettiler. Enerjiyi doğrudan gözlemleme yoluyla, bu noktanın enerjiyi duyusal veriye dönüştürme, sonra da onu yorumlama ediminde anahtar olduğunu kavradılar. Bu nedenle ona birleşim noktası adını verdiler; algılamanın da aslında orada toplandığı görüşüne vardılar. Birleşim noktasının yerini kürek kemiklerinin arasında, onlardan bir kol boyu uzaklıkta olarak betimlediler. Aynı zamanda, birleşim noktasının tüm insan soyunda aynı noktada yer aldığını, böylece her insanoğluna verdiği dünya görüntüsünün tümüyle benzeş olduğunu da keşfettiler.
Onlar için de, kendilerini izleyen şaman kuşakları için de çok değerli bir başka buluş da, birleşim noktasının o belirli yerdeki konumunun, kullanım ve toplumsallaşmanın sonucu olmasıydı. Bu nedenle o yeri, nihai ve değiştirilemez olduğu yanılsamalı izlenimini veren, keyfi bir konum saydılar. Bu yanılsamanın ürünü, insanoğlunun gündelik dünyasının var olan tek dünya, nihailiğinin de yadsınamaz olduğuna ilişkin görünüşteki sarsılmaz inançlarıydı.
“ İnan bana,” demişti don Juan bir zamanlar, “dünyanın nihailiğine ilişkin bu duygu sadece bi yanılsama. Kendisine hiç meydan okunmaması gerçeğinden ötürü, tek olası görüş olarak varlığını sürdürüyor. Evrende akış halindeki enerjiyi görmek, ona meydan okumanın aracı. Bu aracın kullanımıyla, silsilemin büyücüleri insan algısına açık dünyaların gerçekten inanılmaz sayıda oldukları sonucuna vardılar. O dünyaları her şeyi kapsayan, kişinin içinde edimde ve mücadelede bulunabileceği âlemler olarak betimlediler. Başka bi deyişle, onlar tıpkı günlük yaşamımızın bu dünyası gibi, insanın içinde yaşayıp ölebileceği dünyalar.”
Onunla on üç yıl süren ilişkim boyunca, don Juan bana bu görme hünerini başarmaya yönelik temel adımları öğretti. Bu adımları daha önceki çalışmalarımın tümünde irdelemiş, ancak bu süreçteki anahtar noktaya, sihirli geçişlere hiç değinmemiştim. Don Juan bana bunlardan çok sayıda öğretmiş, ne var ki bu bilgi zenginliğinin yanı sıra, beni aynı zamanda kendi silsilesinin son halkası olduğuma inandırmıştı. Onun silsilesinin son halkası olduğumu kabullenmek, artık sürekliliği söz konusu olmayacağına göre, bilgisini yaymak için kendiliğimden yeni yollar bulmayı üstlenmemi gerektirdi.
Bu konuda çok önemli bir noktayı açıklığa kavuşturmam gerekiyor: don Juan bilgisini öğretmekle asla ilgilenmemişti; onun için önemli olan şey, silsilesinin sürdürülmesiydi. Öbür üç öğrencisi ve ben, bu sürekliliği sağlayacak olan—kendisinin bunda hiç etkin rolü olmadığı için, onun deyimiyle tin tarafından seçilmiş—araçlardık. Böylece, bana büyücülük ya da şamancılık ile silsilesinin gelişimi hakkında bildiği her şeyi belletmek için muazzam bir çabaya girişmişti.