1

Konu: 2- Rüya Görenle Rüyada Görülen

Arabamı don Juan’ın evinin olduğu yere doğru sürüyordum.
Günün erken saatleriydi. Geceyi yol üzerinde bir motelde geçirmiştim. Böylece, öğleden önce don Juan’ın evine varabilirdim.
Don Juan arka bahçedeydi. Çağırınca geldi. Selamı içten ve sıcaktı. Beni gömlekten memnun olmuşa benziyordu. Beni yatıştıracağına inanmış olduğunu düşündüğüm bir yorumda bulunduysa da bu gene de ters bir etki yaptı.
“Geldiğini duyduydum,” dedi sırıtarak. “Hemen evin ardına koştum. Beni burada görünce korkmandan ürktüm.”
Yeterince sıkıntılı ve kötümser olduğumun ayırtına varmıştı. Ona Eligio’yu anımsattığımı söyledi. Dediğine bakılırsa, Eligio büyücü olmak için yeterince maraziymiş. Ama bilgi adamı olmak için gereğinden öte maraziymiş. Büyücülerin dünyasının insanı yutan etkilerinin üstesinden gelmenin tek yolunun buna gülüp geçmek olduğunu belirtti.
Havam hakkındaki yorumunda isabetsiz değildi. Aslında, endişeli ve sıkıntılıydım. Uzun bir yürüyüşe çıktık. Duygularımın hafiflemesi saatler aldı. Kötümserliğim hakkında konuşmaktansa, onunla birlikte yürümek çok daha iyi geldi bana.
Evine, akşamüstüne doğru döndük. Acıkmıştım. Yemeğimizi yedikten sonra sundurmanın altında oturduk. Gökyüzü açıktı. Öğleden sonraki aydınlık beni kendime getirmişti. Konuşmak istedim.
“Aylarca kötü hissetim kendimi,” dedim. “Geçen sefer geldiğimde, senin ve don Genaro’nun dediklerinizde ve yaptıklarınızda çok ürkütücü bir şeyler vardı.”
Don Juan hiçbir şey söylemedi. Ayağa kalkarak sundurmanın çevresinde dolanmaya başladı.
“Seninle bunu konuşmam gerek,” dedim. “Beni çok ürküten bu konuyu kafamda sürekli tartmaktan alamıyorum kendimi.”
“Korkuyor musun?”
Korkmuyordum belki ama duyup gördüklerim nedeniyle bocalıyordum, bana fazla geliyordu. Aklımdaki delikler öylesine büyümüştü ki, ya bunları onaracak ya da aklımı toptan yitirecektim.
Söylediklerim onu güldürdü.
“Daha aklını fırlatıp atma,” dedi. “Henüz bunun zamanı değil. Üzülme, o da olacak ama sanırım daha zamanı değil.”
“Olanlara bir açıklama getirmeye çalışayım mı, yani?” diye sordum.
“Tabii, niye olmasın!” dedi. “Zihnini sağlam tutmak senin görevin. Savaşçılar kafalarını duvara vurarak zafer kazanmazlar; duvarların üstünden geçerek kazanırlar. Savaşçılar duvarların üstünden atlarlar; onları yıkmazlar.”
“Bunun üstünden nasıl atlarım?” diye sordum.
“Öncelikle, senin yaptığın gibi her şeye çok ciddi yaklaşmak ölümcül bi yanlış,” diyerek yanıma oturdu. “Alışılmadık olaylarla karşılaştığımızda hiç durmadan yinelediğimiz üç kötü alışkanlığımız vardır. İlki şudur: her ne oluyorsa ya da olduysa bunu görmezden gelir ya da hiç olmadı sayarız. Bu, bağnazların yoludur. İkinci olarak, olanı göründüğü gibi kabullenir, ne olup bittiğini biliyormuşuz hissine kapılırız. Bu da softanın yoludur. Üçüncüsü de, olan biten bizi baskı altına alır. Çünkü ne görmezden gelebiliriz ne de kabullenebiliriz. Bu da aptalların yoludur. Senin yolun mu bu, acaba? Bi de dördüncü yol vardır, en doğru olanı: savaşçının yolu. Bi savaşçı hiçbi şey olmamış gibi davranır, çünkü hiçbi şeye inanmaz, ama her şeyi de görece değeriyle kabullenir. Kabullenmeden kabul eder, görmezden gelmeden görmezden gelir. Hiçbi zaman biliyormuş gibi yapmaz, hiçbi zaman da hiçbi şey olmuyormuş gibi. Altına yapacak denli korksa bile denetimi elinden bırakmaz. Böyle davranarak takıntılarını, kaygıyı yok eder.”
Bir süre sessizce oturduk. Don Juan’ın sözleri kokulu merhem gibiydi.
“Don Genaro ile çifti hakkında konuşabilir miyim?” diye sordum.
“Onun hakkında ne söylemek istediğine bağlı,” diye yanıtladı. “Yine kaygılarını, takınaklarına düşkünlüğünü mü sergileyeceksin?”
“Açıklamalarla ilgili düşkünlük göstereceğim,” dedim. “Takmak sahibi oldum, çünkü gelip seni görmeyi göze alamadım. Kuşkularımı, umutsuzluğumu kimselere açamadım.”
“Dostlarınla konuşmuyor musun?”
“Konuşuyorum, ama onlar bana nasıl yardım etsinler ki?”
“Sana yardım gerektiği hiç gelmemişti aklıma. Bi savaşçının hiçbi şeye gerek duymadığı duygusuna alışmalısın artık. Yardım gerek diyorsun. Niçin yardım gerek? Yaşam denen şu çılgın yolculuk için gereken her şey var sende. Sana, gerçek deneyimin insan olabilmek, tek geçerli şeyin yaşamak olduğunu öğretmeye çabaladım; yaşam, şu anda üzerinde yürüdüğümüz dolambaçlı yoldur. Yaşam, kendi içinde yeterli, açıklayıcı ve tamdır.
“Bi savaşçı bunu anlar ve buna uygun biçimde yaşar; bu nedenle, pek de abartmadan, deneyimlerin deneyimi savaşçı olmaktır diyebiliriz.”
Bir şeyler söylememi bekliyor gibiydi. Bir an için ne diyeceğimi bilemedim. Sözlerimi dikkatle seçmek istedim.
“Eğer, bi savaşçı teselliye gerek duyuyorsa,” diye sürdürdü, “yalnızca birini seçip, karmaşasını, son ayrıntısına varıncaya kadar bu kişiye anlatır. Bi savaşçının, anlaşılmaya ya da yardım görmeye gereksinimi yoktur; konuşarak, üstündeki baskıyı az da olsa azaltır. Tabii, eğer konuşmaktan hoşlanıyorsa. Yok, öyle değilse, kimseye bi şey anlatmaz. Ama sen tam anlamıyla bi savaşçı gibi yaşamıyorsun henüz. Karşılaştığın boşluklar da son kerte büyük olmalı. Tamamıyla anlıyorum seni.”
Şaka yapmıyordu. Gözlerindeki yakınlığa bakılırsa, kendisini benim yerime koymuştu. Ayağa kalkarak hafifçe başıma vurdu. Sundurma boyunca ileri geri yürümeye, rastgele evin çevresindeki çalılıklara bakmaya başladı. Devinimleri beni işkillendirmişti.

Cvp: 2- Rüya Görenle Rüyada Görülen

Gevşemek amacıyla, ikilemimle ilgili konuşmayı sürdürdüm. Hiçbir şeyden habersiz bir seyirci gibi davranmanın benim için artık imkânsız olduğunu hissettim birden. Onun denetimi altında, “içsel söyleşiyi durdurmak” gibi tuhaf sezgileri geliştirmiş, rüyalarımı denetim altına almayı başarmıştım. Bunlar, rol keserek yapılacak şeyler değildi. Her ne kadar, harfi harfine olmasa da, önerilerini yerine getirmiş, günlük alışkanlıklarımı sürdürmeyi kısmen bırakmış, kişisel tarihimi silmiş, edimlerimin sorumluluğunu üstlenmiş, yıllar önce çok ürktüğüm bir noktaya sonunda ulaşabilmiştim; bedensel ya da duygusal erincimi bozmadan tek başıma olabilmeyi becerebiliyordum. Bu, benim belki de biricik şaşırtıcı haşarımdı. Eski beklentilerim ve ruhsal konumum açısından gözlemlendiğinde, hem tek başıma olmayı becerebilmem hem de “aklımı yitirmemiş olmam” yepyeni bir olaydı. Yaşamımda, dünya görüşümde süregelen tüm değişikliklerin kesin biçimde bilincine varmıştım. Ayrıca, don Juan’la don Genaro’nun “çift” hakkındaki açıklamalarından bu denli etkilenmenin gereksiz olduğunun da bilincindeydim.
“Benim neyim var böyle, don Juan?” diye sordum.
“Düşkünlük gösteriyorsun,” diye atıldı. “Kuşkulara, sıkıntılara düşkünlük göstermeyi, duyarlı bir insan olmanın işareti sayıyorsun. Eh işte, işin gerçeği şu ki, duyarlılıktan en uzak olan kişi sensin. O halde niye öyleymiş gibi yapıyorsun? Geçenlerde, sana bi savaşçının kendisini olduğu gibi, alçakgönüllülükle kabullendiğini söylememiş miydim?”
“Kafamı bilerek karıştırdığımı söylemeye getiriyorsun,” dedim.
“Hepimiz kafamızı bilerek karıştırırız,” dedi. “Hepimiz ne yaptığımızın da ayırdındayız. O çelimsiz aklımız, kendini büyüleyen aptal devi oynamaya bayılır. Kısaca, dağ fare doğuruyor.”
Ona, ikilemimin dile getirdiğinden belki de daha karmaşık olduğunu açıklamaya çalıştım. Kendisinin de don Genaro’nun da benim gibi bir insan olmalarına karşın, üstün denetim güçlerinin bana örnek oluşturduğunu söyledim. Ama eğer, bana oranla çok büyük bir farklılığa sahiplerse, benim için örnek değil, olsa olsa aşık atamayacağım bir gariplikler kumkuması oluşturabilirlerdi.
“Genaro bi insandır,” dedi don Juan, güven verici bir sesle. “Senin gibi bi insan değil artık, doğru. Ama zaten başarması gereken de buydu; neden korkuyorsun ki? Senden farklı olduğu için daha çok değer vermelisin ona.”
“Ama ondaki fark, insani bir fark değil ki,” dedim.
“Peki, öyle değilse nedir, sence? Bi insanla bi at arasındaki fark mı yani, bu?”
“Bilmem. Ama o benim gibi değil.”
“Bi zamanlar senin gibiydi.”
“Peki, ben bu değişimi anlayabilir miyim?”
“Tabii! Sen kendin bile değişiyorsun.”
“Benim de bir çift oluşturabileceğimi söyleyebilir misin?”
“Hiç kimse çift oluşturmaz. Lafın gelişi bu. Senin dırdırına bakıldığında, bi sözcük manyağı olduğun açıkça görülüyor. Sözlerin anlamları seni tuzağa düşürüyor, her zaman. Sen simdi, Allah bilir, insanın, çifti kötü yollardan oluşturduğunu düşünüyorsundur. Tüm biz ışıldayan varlıkların bi çifti vardır. Hepimizin! Bi savaşçı bunun farkında olmayı öğrenir, hepsi bu. Tabii ki, bu farkındalığı keşfetmemizi zorlaştıran aşılmaz engeller var. Ama bu beklenen bi şey; bu engeller o bilinçliliğe ulaşma yolunda karşılaştığımız, benzersiz bi meydan okumadır.”
‘'Ben, neden bu denli korkuyorum, don Juan?”
“Çünkü sen, çiftin, sözlerin sana anlattığı şey olduğunu, bi çift ya da bi başka sen olduğunu sanıyorsun. Bu sözcükleri, bunu tanımlamak açısından seçtim. Çift, insanın kendisidir, bununla başka türlü yüzleşilmez.”
“Ya ben buna sahip olmak istemiyorsam?”
“Çift, kişisel seçim konusu değildir. Büyücülerin, farkındalığı kazandıran bilgilerini öğrenmek için yapılan kişisel bi seçim de değildir söz konusu olan. Sen hiç kendine, neden özellikle sen, diye sordun mu?”
“Her zaman. Sana bu soruyu belki de yüz kere sordum, ama sen beni hiç yanıtlamadın.”
“Ben sana, yanıt gerektiren bi soru gibi sor demedim; bi savaşçının, sahip olduğu hazinenin, meydan okuyabilme hazinesinin üzerinde düşünüp, taşınması anlamında söyledim.
“Bunu, sıradan bi soruya dönüştürmek, beğenilmek ya da kendini acındırmak isteyen, kibirli, sıradan bi insanın işi olsa gerek. Bu tür sorularla işim yok benim, çünkü bunları yanıtlamanın yolu da yok. Senin seçilmen erkin bi edimiydi; erkin edimlerine kimse karşı gelemez. Şimdi, sen seçilmiş olduğuna göre bu edimin sonuca ulaşmasını hiç kimse engelleyemez.”
“Ama insanın her an başarısızlığa uğrayabileceğini sen kendin söylemiştin, don Juan.”
“Doğru. İnsan her an başarısızlığa uğrayabilir. Ama sen başka bi şey söylemeye çalışıyorsun, galiba. Sen bi çıkış yolu bulmak istiyorsun. Başaramama özgürlüğüne sahip olup, ayrımı kendi anladığın biçimde terk etmek istiyorsun. Çok geç arlık. Bi savaşçının, erkin eline düştükten sonraki tek özgürlüğü, kusursuz bi yaşam yolu seçmektir. Uyduruk bi zafer ya da yenilgi yaratamazsın. Aklın, senden özünün tamlığını kırman için yenilgiyi kabullenmeni istiyor da olabilir. Öte yandan, yalancı bi zafer ya da yenilgi ilan etmeni önleyecek bi karşı önlem de yok değil. Yenilginin huzurlu cennetine çekilmeyi düzlüyorsan çıldırmış olmalısın. Bedenin buna karşı gelir de, seni hiçbi yere bırakmaz.”

Cvp: 2- Rüya Görenle Rüyada Görülen

Sessizce kıkırdamaya başladı.
“Niye gülüyorsun?” diye sordum.
“Berbat bi noktaya ulaştın,” dedi. “Gerçi çekilmen için çok geç, eyleme geçmen içinse çok erken. Yapabileceğin tek şey olaylara tanık olmak. Sen şu anda, ne anasının rahmine dönebilen, ne de istediği gibi devinebilen bi çocuğun o sefil durumundasın. Çocuğun yapabileceği tek şey, seyredip, kendisine anlatılan akıl almaz eylem öykülerini dinlemek. İşte şimdi sen de tam bu noktadasın. Ne eski dünyanın rahmine kaçabilirsin, ne de erkle edimlerde bulunabilirsin. Yapabileceğin tek şey erk edimlerine tanık olmak, öyküler, erk öyküleri dinlemek
“İşte çift de, bu öykülerden biri yalnızca. Biliyorsun bunu. Zaten, aklının buna bu kerte takılmasının nedeni de bu. Anlarmış gibi yaptığındaysa, kafanı duvarlara vurmuş oluyorsun. Sana açıklama kabilinden söyleyebileceğim tek şey şu: çift, her ne kadar rüya görme sonucunda ortaya çıksa bile, olabildiğince gerçektir.”
“Senin söylediklerine bakılırsa, don Juan, çift, edimlerde bulunabiliyor. Peki, o halde çift...?”
Yürüttüğüm mantığı sürdürmeye bırakmadı beni. Çiftin varlığına tanıklık ettikten sonra, bana bu konuda bir şeyler anlatmasının yakışık almayacağını anımsattı.
“Çift, tabii ki edimde bulunabilir,” dedim.
“Tabii ki,” diye yanıtladı.
“Peki, çift öz adına edimde bulunabilir mi?” diye sordum.
“O, bizzat özdür, kahretsin!”
Ne demek istediğimi anlatmanın çok zor olduğunun ayırdına vardım. Kafamda, eğer bir büyücü aynı anda iki eylem birden gerçekleştirebiliyorsa, yararcı üretkenliğinin de ikiye katlanması gerektiği yolunda bir düşünce dolanıyordu. Aynı anda iki işte çalışabilir, iki yerde olabilir, iki kişiyle görüşebilirdi.
Don Juan sabırla dinledi.
“Şu biçimde açıklamama izin ver," dedim. “Don Genaro, varsayımsal açıdan bakıldığında, çiftine, binlerce kilometre uzaklıktaki bir adamı öldürtebilir mi?”
Don Juan bana baktı. Başını salladı, gözlerini benden uzaklaştırdı.
“Şiddet öyküleri sarmış, her bi tarafını,” dedi. “Genaro kimseyi öldüremez. Nedeni çok basit, çünkü artık insan dostlarıyla arasında alıp verecek hiçbi şey kalmadı. Bi savaşçı görme ve rüya görme yetisini yakaladıktan, ışıltısının bilincinde olduktan sonra, içinde başka şeylere karşı ilgi kalmaz.”
Çömezliğimin ilk günlerinde, bir büyücünün, “dostunun” yardımıyla kendini yüzlerce kilometre uzağa taşıtıp, düşmanlarına darbe indirebileceğine ilişkin bir açıklama yapmış olduğunu anımsattım.
“Kafanın karmaşıklığından ben sorumluyum,” dedi. “Ama unutma ki başka kez de, öğretmenimin bana uygulattığı adımları sana uygulamadığımı söylediydim sana. Bi büyücüydü o, seni de o dünyaya tam anlamıyla sokmalıydım. Yapmadım, çünkü artık insan kardeşlerimin şusuyla busuyla ilgilenmiyorum. Gerçi, öğretmenimin sözlerine saplanıp kalmışımdır. Seninle onun konuştuğu biçimde konuşmuşumdur çoğu zaman.
“Genaro, bi bilgi adamıdır. Hem de en hasıdır. Eylemleri kusursuzdur. Sıradan insanın da, büyücünün de çok ötesindedir. Onun çifti, neşesinin ve mizahının ifadesidir, o bunu, sıradan durumlar yaratmak ya da çözümlemek amacıyla ortaya çıkarmaz. Bilebildiğim kadarıyla çift, bizim ışıldayan varlık olma durumumuzun farkındalığıdır. O, her şeyi yapabilirse de kimseye karışmamayı yeğler, sevecen olmayı yeğler.
“Ödünç alınmış sözcüklerle, seni yanlış biçimde yönlendirmiş olmak benim hatamdı. Öğretmenimin, don Genaro’nun yapabildiklerini yapmaya gücü yetmezdi. Ne yazık ki kimi şeyler, öğretmenim için, tıpkı senin için olduğu gibi, yalnızca bi erk öyküsü olmaktan ileri gidemedi.”
Bakış açımı savunmak zorunda hissettim kendimi. Varsayımsal açıdan konuştuğumu söyledim.
“Bilgi adamı söz konusu olduğunda varsayımsal açı diye bi şey kalmaz,” dedi. “Bilgi adamının insan kardeşlerine zarar vermesi olanaksızdır; ister varsayımsal olsun isterse başka bi şey.”
“Peki, ya insan kardeşleri onun güvenliğine ve sağlığına zarar vermeyi planlarsa? O zaman, kendini korumak amacıyla çiftini kullanabilir mi?”
Umarsızlık içinde, dilini şaklattı.
“Bu ne inanılmaz, şiddet dolu düşünceler böyle,” dedi. “Hiç kimse, bi bilgi adamının güvenliğine ve sağlığına zarar vermeyi planlayamaz. O, bunu görür, önlemek amacıyla gerekeni yapar. Genaro, örneğin, sana ulaşayım derken hesaplı bi tehlikeye atıldı. Ama sen, onun güvenliğine zarar verecek hiçbi şey yapamazdın, zaten. Öyle bi şey olsaydı, görmesi ona söylerdi bunu. Ama eğer, senin doğanda ona zarar verecek bi şey varsa ve görmesi buna ulaşamıyorsa bu da onun yazgısıdır, zaten ne Genaro ne de bi başkası bunu önleyebilir. Gördüğün gibi, bilgi adamı hiçbi şeyi denetlemeden denetimi elinde tutar. Ya!”
Sessiz kalmıştık. Güneş evin batı yanındaki sık, uzun çalılıkların ucuna ulaşmak üzereydi. Gün ışığının yitmesine iki saat kadar daha vardı.
Don Juan teklifsizce, “Neden Genaro’yu çağırmıyorsun?” dedi.
Bedenim sıçradı. İlk tepkim elimdeki her şeyi atıp arabama koşmak oldu. Don Juan kahkahadan kırılıyordu. Ona, kendime hiçbir şey kanıtlamak zorunda olmadığımı, kendisiyle konuşmaktan çok hoşnut olduğumu söyledim. Don Juan, gülmesini durduramıyordu. Sonunda, don Genaro’nun böyle bir sahneyi kaçırmasının utanç verici olduğunu söyledi.
“Bak, don Genaro’yu sen çağırmazsan, ben çağırırım,” dedi, kararlı bir ses tonuyla. “Onun arkadaşlığına bayılıyorum.”
Üst damağımda korkunç ekşi bir tat oluşmuştu. Kaşlarımdan, üst dudağımdan ter boşandı. Bir şey söylemek istedim ama aslında söyleyecek bir şey yoktu.
Don Juan, uzun dikkatli bir bakış fırlattı bana.
“Hadi,” dedi. “Bi savaşçı her zaman hazırdır. Salt savaşçı olmayı dilemekle savaşçı olunmaz. Yaşamımızın son anına dek süren bitmeyen bi savaşımdır, bu. Kimse savaşçı doğmaz, tıpkı kimsenin mantıklı bi varlık olarak doğmadığı gibi. Birine ya da ötekine dönüşmeyi biz beceririz.
“Topla kendini! Genaro’nun, seni böyle titrerken görmesini istemem.”
Ayağa kalktı, sundurmanın temiz tabanı üzerinde ileri geri gezinmeye başladı. Hiçbir şey yapmadan durmam olanaksızdı. Sinirlerim öylesine gerilmişti ki, sonunda tek bir sözcük yazamaz oldum, ayağa fırladım.
Don Juan, yüzüm batıya dönük biçimde noktamın üzerinde yerimde saydırdı. Aynı devinimleri birçok kez uygulatmıştı. Amaç, kişinin oluşan alacakaranlıktan “erk” çekmesiydi. Bunun için, kollar havaya kaldırılıyor, parmaklar pervanenin kanatları gibi geriliyor, sonra kollar tepe noktasıyla ufkun tam ortasındayken kuvvetice sıkılıyordu.
Devinimler işe yaradı, olabildiğince dinginleşip kendimi topladım. Gene de, bu yalın, aptalca devinimlerle asla bu denli dinginleşemeyecek olan eski “ben”ime, ne olduğunu merak etmekten de kendimi alamadım.
Dikkatimi, don Juan’ın don Genaro’yu çağırmak amacıyla kuşkusuzca izleyeceği yöntem üzerinde yoğunlaştırmak istedim. Don Juan, yüzü güneydoğuya dönük biçimde sundurmanın kenarında durdu, ellerini ağzına götürüp bağırdı, “Genaro! Buraya gel!”
Don Genaro bir an sonra çalılığın ardından ortaya çıktı. Her ikisi de ışıldıyorlardı. Önümde, neredeyse dans ettiler.
Don Genaro beni taşkınca selamladı, ardından süt sandığının üstüne oturdu.
Kesinlikle yolunda gitmeyen bir şey vardı, bende. Dingindim, telaşlanmıyordum. İnanılmaz bir vurdumduymazlık, uzaktalık hali tüm varlığımı kaplamıştı. Sanki bir yere saklanmış, kendimi seyrediyordum. Don Genaro’ya, oldukça kayıtsız bir tavırla, geçen görüşmemiz sırasında beni ölesiye korkuttuğunu, hatta psikotropik bitkilerle olan deneyimlerim sırasında bile bu denli bir kargaşaya sürüklenmediğimi anlatmaya girişlim. Her ikisi de, anlattıklarımı, sanki gülünçmüş gibi karşıladılar. Ben de onlara güldüm.
Duygularımdaki uyuşukluğun kesinlikle bil İncilideydiler. Beni seyredip, sanki sarhoşmuşum gibi dalga geçtiler.
İçimde bir şey, durumu aşina bir konuma getirmek amacıyla umutsuz bir savaş veriyordu. İlgilenmiş ve korkmuş olmak istiyordum.
Don Juan, sonunda yüzüme su serperek, oturup bir şeyler yazmaya yöneltti beni. Daha önce de söylediği gibi, not almamı, yoksa öleceğimi belirtti. Yalnızca birkaç sözcük yazmak bile, beni o eski bildik halime döndürmeye yetmişti. Önceden bulanık olan bir şey, sanki yeniden eski berraklığına kavuşmuştu.
Bilinen özümün ortaya çıkması, bilinen korkularımın da ortaya dökülmesi anlamına geliyordu. Korkmamış olmaktansa, korkmaktan şaşırtıcı bir biçimde daha az ürkmüştüm. Tatsız da olsalar, eski alışkanlıkların getirdiği tanışıklık duygusu hoş bir dinlence gibiydi.
Sonra, Don Genaro’nun, çalılığın oradan ortaya çıktığının tam anlamıyla ayırdına vardım. Bilinen düşünce süreçlerim çalıştı. İşe olay hakkında yorum yapmayı reddetmekle başladım. Ona hiçbir şey sormamaya karar verdim. Bu kez sessiz bir tanık olacaktım.
“Genaro duvara dayanmıştı. Hem sırtını duvarda dinlendiriyor, hem de oynak süt sandığı üzerinde oturmayı sürdürüyordu. Tıpkı at binmiş de sürüyormuş gibi görünüyordu. Elleri önündeydi, bir atın dizginini tutuyormuş izlenimini veriyordu.
“Çok doğru, Carlitocuk,” diyerek süt kasasını yere oturttu.
Sağ ayağını düşsel bir atın boynunun üzerinden geçirerek at indi ve yere atladı. Devinimlerinde öylesine bir kusursuzluk vardı ki, bende at sırtında yolculuk yapıp gelmiş olduğu yolunda sarsılmaz bir kanı oluşturmuştu. Yanıma gelerek soluma oturdu.
“Genaro geldi, çünkü sana ötekinden söz etmek istiyor,” dedi, don Juan.
Sahneyi don Genaro’ya bırakırmışçasına bir deviminde bulundu. Don Genaro eğildi. Yüzümü görmek amacıyla hafifçe döndü. “Ne öğrenmek isterdin, Carlitocuk?” diye sordu, yüksek perdeden bir sesle.
“Eh, eğer çift hakkında konuşacaksan, bana her şeyi anlat,” dedim, yapma bir kayıtsızlıkla.
Her ikisi de birbirileriyle bakışıp başlarını salladılar.
“Genaro sana rüya gören ile rüyada görülenden söz edecek,” dedi don Juan.
“Senin de bildiğin gibi Carlitocuk,” dedi don Genaro, ısınmaya başlayan bir konuşmacı havasıyla, “çift, rüya görme sırasında başlar.”
Bana uzun uzun bakarak gülümsedi. Bakışlarını, yüzümden defterime ve kalemime kaydırdı.
“Çift, bir rüyadır,” dedi, kollarını kaşıdı ve ayağa kalktı. Sundurmanın sonuna doğru yürüdü, çalılığa doğru yoluna devam etti. Yüzünün dörtte üçünü bize gösterecek biçimde çalılığın ardında durdu; görünüşe bakılırsa işiyordu. Bir süre sonra, yolunda gitmeyen bir şeyler varmış gibi geldi bana. Sanki umarsızca işemeye çalışıyor, ama beceremiyordu. Don Juan’ın kahkahası, don Genaro’nun gene soytarılık ettiği anlamına geliyordu. Don Genaro bedenini öylesine gülünç durumlara sokuyordu ki, don Juan da ben de gülmekten neredeyse sinir nöbetine tutulmak üzereydik.
Don Genaro sundurmaya dönerek oturdu. Gülüşünden, pek az rastlanan bir sıcaklık yayılıyordu.
“Yapamadın mı, yapamazsın işte,” deyip omuzlarını silkti.
Sonra, bir anlık sessizliğin ardından içini çekerek, “Evet, Carlitocuk, çift, bir rüyadır,” diye ekledi.
“Gerçek değil midir demek istiyorsun?” diye sordum.
“Hayır, bir rüyadır demek istiyorum,” diye karşılık verdi.
Don Juan araya girerek, don Genaro’nun, bilinçliliğin ilk belirmesine, bir başka deyişle bizim ışıldayan varlıklar oluşumuza gönderme yaptığını açıkladı.
“Her birimiz farklıyız; bu, savaşımlarımızın ayrıntılarını da farklı kılıyor,” dedi don Juan. “Aslına bakarsan, çifte ulaşmak amacıyla attığımız adımlar aynı. Özellikle de pek belirgin ve emin olmayan ilk adımlar.”
Don Genaro da bunu kabul ederek büyücünün bu aşamada yaşadığı belirsizlik üzerinde bir yorumda bulundu.
“Benim, ilk başıma geldiğinde, ne olduğunu anlamadıydım,” diye açıkladı. "Bir gün, dağlarda bitki topluyordum. Başka ot toplayıcılarının da çalışmış oldukları bir yöreye gitmiştim. İki kocaman torba bitki toplamıştım. Eve dönmeye hazırdım, ama önce bir süre dinlenmeye karar verdim. Patika taralında bir ağacın gölgesinde uzanarak uyuyakaldım. Sonra, tepenin altından doğru gelen insanların sesini duyup uyandım. Aceleyle koşup, yattığım yere yakın bir çalının ardına gizlendim. Orada öylece beklerken bir şey unuttuğum duygusuna kapıldım. Torbalarımı almış mıyım, diye bakındım; almamıştım. Yolun karşısında, uyuduğum yere bakıyordum ki korkudan öleyazdım. Hâlâ orada uyuyordum! Bendim, o! Bedenime dokundum. Kendimdim! Bu arada, gelenler uyuyan bana iyice yaklaşmışlardı. Tam anlamıyla uyanık olan ben ise gizlendiğim yerde umarsızca bakınıyordum. Kahretsin! Beni bulacaklar, çantalarımı yürüteceklerdi. Ama sanki orada değilmişim gibi bana doğru gelmeyi sürdürdüler.
“Gördüklerim öylesine canlıydı ki, çıldırmak üzereydim. Bir çığlık attım ve yeniden uyandım. Kahretsin! Bir rüyaydı bu!”
Don Genaro öyküsünü kesti, benden bir soru ya da yorum beklermiş gibi durdu.
Don Juan, “İkinci kez nerede uyandığını söyle ona,” dedi.
“Patikanın yakınında, uyuyakaldığım yerde uyandım,” dedi don Genaro. “Ama bir süre nerde olduğumu bilemedim. Yalnız, şunu diyebilirim ki, sanki hâlâ kendimi uyanırken izlemekteydim. Sonra, birden bir şey beni patikanın yanına çekti, kendimi, gözlerimi ovalarken buldum.”
“Peki, sonra ne yaptın?” diye sordu don Juan.
İkisi birden gülmeye başlayınca, don Juan’ın bana takıldığını anladım. Sorularıma öykünüyordu.
Don Genaro konuşmasını sürdürdü. Bir an durup kaldığını, ardından gidip her şeye baktığını söyledi.
“Gizlendiğim yer tam gördüğüm gibiydi,” dedi. Bana doğru gelen adamlar da yollarına gidiyorlardı. Bunu biliyorum, çünkü koşarak arkalarından baktım. Bunlar, gördüğüm adamlardı. Onları kasabaya dek izledim. Her halde deli olduğumu sandılar. Yolun yanında uyuyan arkadaşımı görüp görmediklerini sordum. Hiçbiri görmemişti.”
“Gördüğün gibi,” dedi don Juan, “hepimiz aynı kuşkulara düşüyoruz. Delirmekten korkuyoruz; ne yazık ki bizler zaten deliyiz.”

Cvp: 2- Rüya Görenle Rüyada Görülen

Don Genaro, bana, “Sen bizden bir kerte daha delisin aslında,” diyerek kıkırdadı. “Daha da kuşkucu.”
Kuşkuculuğumla dalga geçtiler. Sonra, don Genaro yeniden konuşmaya başladı.
“Hepimiz yoğun varlıklarız,” dedi. “Sen tek değilsin, Carlitocuk. Rüya nedeniyle birkaç gün biraz sarsıldım, ama yaşamımı kazanmam için çalışmam gerekiyordu, rüyalarımın gizemleri üzerine düşüncelere dalmaya gerçekten zamanım yoktu. Böylece, çabucak sildim bunları kafamdan. Sana çok benzerdim, ben.
“Ama bir gün, birkaç ay sonra yorucu çalışmayla geçen bir sabahın ardından, ikindiüstüne doğru, bir kütük gibi yatıp uyudum. Sonra, yağmur yağmaya başladı, tavandaki delikten damlayan su beni uyandırdı. Yataktan fırladım, çatıya tırmanıp içeriyi su basmadan, deliği tamir etmek istedim. Kendimi öyle iyi, öyle güçlü hissediyordum ki, işi bir dakikada bitirdim. Islanmamıştım bile, O kısa şekerlemenin bana çok iyi geldiğini düşündüm. İşim bitince eve dönüp bir şeyler yemek istedim. Ama lokmaları yıllamadığımın ayırdına vardım. Hastalandım sandım. Kimi otları, yaprakları çiğneyip boynuma bağladım, yatağıma döndüm. Yatağın yanına gelince, korkudan dizlerimin bağı çözüldü gene. Yataktaki bendim; uyuyordum! Beni dürtüp uyandırmak istedim, ama bunun kesinlikle yapılmaması gereken bir şey olduğunu biliyordum. Böylece, evden dışarı kaçtım. Çok fena ürkmüştüm. Ne yaptığımı, nereye gittiğimi bilmeden tepelerde dolaştım, oysa tüm yaşamım oralarda geçmişti. Yağmurda, damlaları duyumsamadan yürüdüm. Sanki düşünmüyordum. Sonra, şimşekler, yıldırımlar öylesine yoğunlaştı ki yeniden uyandım.”
Bir süre sustu.
“Nerde uyandığımı bilmek ister misin?” diye sordu bana.
“Tabii,” diye yanıtladı, don Juan.
“Yağmur altında, tepelerde uyandım,” dedi.
“Ama uyandığını nasıl anladın?” diye sordum.
“Bedenim anladı,” diye yanıtladı.
“Aptalca bi soruydu bu,” diye girdi araya don Juan. “Savaşçının içinde, bi yerlerdeki bi şeyin tüm değişimlerin bilincinde olduğunu sen de biliyorsun. Savaşçının kesin ereği bu bilinci güçlendirmek ve sürdürmektir. Savaşçı, bunu temizler, parlatır ve çalışır durumda tutar.”
Haklıydı. İçimdeki bir şeyin her şeyi kaydettiğini, yaptığım her şeyin bilincinde olduğunu bildiğimi onlara söylemeliydim. Ayrıca bunun sıradan bil inçi iliğimle de bir ilgisi yoktu. Tam anlamıyla saptayamadığım, değişik bir şeydi. Onlara, belki de Don Genaro’nun bunu benden daha iyi tanımlayacağını söyledim.
“Bakma, sen de iyi gidiyorsun,” dedi don Genaro. “Sana neyin ne olduğunu söyleyen bir iç sestir. İşte o sırada bana da ikinci kez uyandığımı söyledi. Tabii, uyanır uyanmaz rüya görmüş olduğum kanısına vardım. Belli ki sıradan bir rüya değildi bu. Ama tam anlamıyla rüya görme de değildi. Böylece başka bir kanı oluşturdum: sanırım yarı uyanık halde uykumda yürümüştüm. Bunu başka türlü anlayamıyordum.”
Don Genaro, velinimetinin ona, yaşadıklarının bir rüya olmadığını, bunu kesinlikle uyurken rüya görmek biçiminde ele almaması gerektiğini açıkladığını söyledi.
“Bunun ne olduğunu söyledi sana?” diye sordum.
Birbirlerine baktılar.
“Bana bunun bir hayalet olduğunu söyledi,” dedi, sesinde küçük bir çocuğun titremiyle.
Onlara, don Genaro’nun velinimetinin, olayları onların bana açıkladıkları gibi mi açıkladığını öğrenmek istediğimi söyledim.
Don Juan, “Tabii ki öyle açıkladı,” dedi.
“Velinimetimin açıkladığına göre,” diye söze girdi don Genaro, “kişinin içinde kendini uyurken gördüğü rüya, çiftin zamanıymış. Bana, meraklanıp kendime sorular sorup erkimi ziyan edeceğime, hazırlıklı olmamı öğütlemişti.
“Bir sonraki deneyimimi velinimetimin evinde yaşadım. Ona ev işlerinde yardımcı oluyordum. Bir ara dinlenmek için biraz uzandım, her zamanki gibi uyuyakaldım. Evi, kesinlikle bir erk yeriydi ve bana yardım etmişti. Bir gürültüyle uyandım, birden. Velinimetimin büyük bir evi vardı. Varlıklı bir adamdı, yanında çalışanı çoktu. Gürültü, çakıl taşlarına çarpan bir küreğin sesine benziyordu. Oturup dinledim. Sonra da ayağa kalktım. Ses çok tedirgin ediciydi ama neden böyle olduğunu kavrayamıyordum. Yerde uyumakta olduğumun ayırdına vardığım sırada dışarı çıkıp sesin kaynağını arayıp bulmam gerekir mi, diye düşünüyordum. Bu kez neyi nasıl yapmam gerektiğini biliyordum. Sesi izledim. Evin arkasına yürüdüm. Kimse yoktu. Ses, evin uzaklarından geliyor gibiydi. İzlemeyi sürdürdüm. Ne kadar izlersem o denli hızlı devinebiliyordum. Uzak bir yere geldim ve inanılmaz şeyler gördüm.”
Bu olayların başına geldiği sırada çömezliğinin başlangıç aşamalarında olduğunu, “rüya görme” alanında pek az ilerlediğini, ama kendine baktığı türden rüyaları anlaşılmaz bir kolaylıkla gördüğünü açıkladı.
“Nereye gittin don Genaro?” diye sordum.
“Rüya görme sırasında ilk kez gerçekten devinmiştim, o gün,” dedi. ’’Aslına bakarsan doğru davranacak denli bilgim vardı bu konuda. Hiçbir şeye doğrudan bakmadım; sonunda kendimi, velinimetimin kimi erk bitkilerinin yer aldığı derin bir koyakta buldum.”
“İnsan, rüya görme konusunda ne denli az şey bilirse daha mı iyi oluyor?” diye sordum.
“Hayır,” diye girdi araya don Juan. “Herkes belirgin konularda kimi kolaylıklara sahiptir. Genaro’nun ustalığı da rüya görme üzerine.”
“Koyakta neler gördün, don Genaro?” diye sordum.
“Velinimetimin kimi adamlarla birlikte tehlikeli uygulamalarda bulunduğunu gördüm. Orada ona yardım etmek için bulunduğumu düşündüm, ağaçların ardına gizlendim. Ne var ki, nasıl yardım edeceğimi bilmiyordum. Kafasız da değildim; sonunda, gözümün önündeki sahnenin rol almak için değil, seyretmek için olduğunu anladım.”
“Ne zaman, nasıl ve nerede uyandın?”
“Ne zaman uyandığımı bilemem. Saatler sonra olmalı. Bütün bildiğim, velinimetimi ve adamları izlediğimdir. Velinimetimin evine vardıklarında çıkardıkları gürültü, çünkü tartışıyorlardı, beni uyandırdı. Kendimi uyurken seyrettiğim yerdeydim.
“Uyanmamın ardından, gördüklerimin ve yaptıklarımın rüya olmadığının ayırdına vardım. Sesin kılavuzluğunda uzak bir yere gitmiştim.”
“Velinimetin, senin ne yaptığının farkında mıydı?”
“Tabii ki. Yapacaklarımı yerine getirmemde yardımcı olmak amacıyla, kürekle o sesleri çıkaran kendisiydi. Eve girdiğinde, uyuduğum için beni azarlarmış gibi yaptı. Beni gördüğünü biliyordum. Daha sonraları, dostları evinden gittiğinde bana, ağaçların ardında gizlenen parıltımı fark ettiğini söyledi.”
Don Genaro, bu üç olayın ona rüya görme yolunda birkaç adım attırmış olduğunu, bir sonraki sefer için on beş yıl geçmesi gerektiğini söyledi.
“Dördüncüsü çok daha garip, çok daha tam bir görsüydü,” dedi. “Kendimi, işlenmiş bir tarlanın ortasında buldum. Kendimi yan tarafıma yatmış derin derin uyurken gördüm. Bunun rüya görme olduğunu biliyordum, çünkü her gece kendimi rüya görmeyi uygulamak için hazırlıyordum. Çoğunlukla, ne zaman kendimi uyurken görsem uyuduğum yerin yanında olurdum. Bu kez yatağımda değildim, oysa o akşam yatağıma yattığımı çok iyi biliyordum. Hâlbuki rüya görme, bu sefer gündüzün oluyordu. Uzandığım yerden ayrılıp bir yöne doğru gittim. Nerede olduğumu biliyordum. Evimden pek uzakta değildim; olsa olsa birkaç kilometre. Her ayrıntıya bakarak çevrede dolandım. Büyük bir ağacın gölgesinde durup bir tepenin yamacındaki kimi mısır tarlalarının hemen yanı başındaki düz bir toprak parçasını gözledim. Sonra, olağandışı bir şey çekti dikkatimi, ne denli uzun bakarsam bakayım çevremdeki ayrıntılar değişmiyor ya da gözden yitmiyordu. Ürkerek, uyumakta olduğum yere doğru koştum. İşte gene tam oradaydım. Kendime bakmaya başladım. Baktığım bedene karşı ürkütücü bir kayıtsızlık duygusu içindeydim.
“Sonra, yaklaşan insanların sesini duydum. İnsanlar hep çevremde gibiydi. Küçük bir tepenin üzerine koşup onları dikkatlice izledim. Bulunduğum tarlaya gelen on kişi vardı. Hepsi de gençtiler. Yattığım yere koştum ve kendimi orada bir domuz gibi horlarken gördüğümde yaşamımın en bunaltıcı anlarından birini yaşadım. Benimi uyandırmam gerektiğini de biliyordum. Ama nasıl? Kendimi uyandırmanın öldürücü olabileceğini de biliyordum. Ama genç insanlar beni orada bulurlarsa altüst olacaklardı. Usumdan geçen tüm bu irdelemeler aslında tam anlamıyla düşünce değildi. Bunlar daha çok gözümün önündeki sahnelere benziyordu. Endişe duymam, örneğin, kendimi, kapana kısılmışlık duygusu içindeyken görmemdi. Buna endişelenme diyordum. Ondan sonra da çok geldi bu başıma.
“Eveet, ne yapacağımı bilemediğim için olacağın en kötüsüne hazırlanarak, kendime bakarak orada öylece bekledim. Bir sürü imge gözümün önünden uçuşarak geçti. Bir tanesine özellikle asıldım. Bu, evimin ve yatağımın görüntüsüydü. Görüntü oldukça netleşti. Ah, evimde olmayı öylesine isterdim ki! Sonra, bir şey sarstı beni; birisi beni itti gibi geldi ve uyandım. Yatağımdaydım! Belirgin biçimde rüya görmüştüm. Yatağımdan fırlayıp, rüya görme sırasında bulunduğum yere koştum. Tümüyle gördüğüm gibiydi. Gençler orada çalışıyordu. Uzun süre onları izledim. Bunlar, onlardı.
"Günün sonunda, herkes gittikten sonra uyuduğumu gördüğüm yere geldim. Biri burada uzanmıştı. Ekinler ezilmişti.”
Don Juan’la don Genaro beni gözlüyorlardı. Garip hayvanlara benziyorlardı. Sırtımda bir titreme hissetim. Onların benim gibi bir insan olmadığı yolunda gayet kesin bir korkuya kapılmak üzereydim ki, don Genaro bir kahkaha patlattı.
“O günlerde,” dedi, “tıpkı senin gibiydim, Carlitocuk. Her şeyi araştırmak isterdim. Senin gibi kuşkucuydum.”
Durdu, parmağını kaldırıp sallayarak don Juan’a döndü.
“Sen de bu çocuk kadar kuşkucu değil miydin?” diye sordu.
“Nerde,” dedi, don Juan. “Şampiyon, o.”
Don Genaro bana dönüp özür diler gibi bir devinimde bulundu.
“Galiba, yanıldım,” dedi. “Ben, senin kadar kuşkucu değildim.”
Gürültü çıkarmak istemez gibi hafifçe kıkırdamaya başladılar. Don Juan’ın bedeni sessiz kahkahalarla kırılıyordu.
“Bir erk yeri burası, senin için,” dedi don Genaro, fısıltıyla. “Oturduğun yerde, parmakların kopuncaya dek yazıp durdun. Şöyle zorlu bi rüya görme yaşadın mı hiç burada, sen?”
“Hayır,” dedi don Juan, alçak sesle. “Ama zorlu bi yazı yazma yaşadı.”
Artık, ikiye katlandılar. Sanki yüksek sesle gülmek istemiyorlardı. Bedenleri sarsılıyordu. Sessiz kahkahaları, tartımlı bir gıdaklamayı andırıyordu.
Don Genaro dik oturdu, sonra yanıma doğru kaydı. Art arda sırtıma vurup benim bir alçak olduğumu yineledi; birden sol kolumdan tutup büyük bir güçle kendine doğru çekti. Dengemi yitirip, öne doğru yuvarlandım. Yüzümü sert toprağa çarpmak üzereydim. Düşünmeden, sağ kolumu öne uzatıp, düşüşümü yavaşlattım. İkisinden biri, ensemden bastırarak beni yere yapıştırdı. Kim olduğundan emin değildim. Beni tutan el, don Genaro’nunkiymiş gibiydi. Yok, edici bir ürkü anı yaşadım. Bayılıyorum sandım, belki de bayıldım. Midemdeki baskı öylesine yoğundu ki, sonunda kustum. Buradan sonraki ilk duru sezgim, birisinin oturmama yardım ettiğinin ayırdına varmak oldu. Don Genaro önüme çömelmişti. Don Juan’ı görmek için çevreye bakındım. Göremedim. Don Genaro’nun ışıldayan bir gülüşü vardı. Gözleri parlıyor, doğrudan bana bakıyordu. Bana ne yapmış olduğunu söyledi. Sesinde sitemli bir titrem vardı; benden sıkılmış ya da memnun değilmiş gibiydi. Birçok kez, parçalandığımı yineleyerek bir araya gelmem gerektiğini söyledi. Acımasız bir sesle konuşmayı denedi ama tam söylevinin ortasında kahkahayı patlattı. Benim parçalara ayrılmamın korkunç bir şey olduğunu, yeniden bir araya getirmek için bir süpürge kullanması gerektiğini söylüyordu. Parçaları yanlış birleştirebilirmişim de, sonunda başparmağımın olduğu yere kamışım gelebilirmiş. Gülmekten çatlıyordu. Ben de gülmek istedim ve olağanüstü bir duygu algıladım. Bedenim parçalanıverdi! Sanki mekanik bir oyuncaktım da, parçalara ayrılmıştım. Ne bedensel bir duyum alıyordum, ne de bir korkuya kapılmıştım. Paramparça olmak, algılayanın bakış açısından tanık olduğum bir sahneydi, ama duygusal bir noktadan baktığımda hiçbir şey sezgileyemiyordum.
Bunun ardından sezgileyebildiğim şey ise don Genaro’nun bedenimi oynatabilmesiydi. Sonra, bedensel bir duyum, çevremdeki görüntüleri yitirmeme neden olan bir titreşim hissetim.
Birisinin, yeniden dik oturmama yardım ettiğinin ayırdına vardım. Don Genaro gene önümde çömelmişti. Beni koltuk altlarımdan tutup çekerek yürümeme yardımcı oldu. Nerede olduğumu anlayamıyordum. Bir rüyadaymışım duygusu içindeydim, ama zaman kavramını da yitirmemiştim. Don Juan’ın evinin sundurmasında, don Genaro ve don Juan’la birlikte olduğumun sarsılmaz bilinci içindeydim.
Don Genaro sol koltuk altımdan tutup destek vererek yürümeme yardım etti. Seyrettiğim sahneler sürekli değişmekteydi. Ne var ki, izlediklerimin ne olduğunu belirleyemiyordum. Gözlerimin önünde belirenler daha çok bir duyguyu ya da bir hali andırıyordu, bu şeyleri değiştiren yerin merkezi kesinlikle midemdeydi. Bu bağlantı, bir düşünce ya da kavrama biçiminde oluşmamıştı. Çabucak belirginleşip, her şeyin önüne geçen bedensel bir duyguydu bu. Beni çevreleyen bu düzensiz değişimler doğrudan midemden geliyordu. Duygu ve görüntülerin sonsuz akışından oluşan bir dünya kurmuştum. Tanıdığım, bildiğim her şey oradaydı. Bu, bir düşünce ya da bilinçli bir değerlendirme değil, kendi içinde bir duyguydu.
Her şeyi değerlendirmeye yönelik o onulmaz alışkanlığım nedeniyle, olanları bir süre izlemeyi denedim. Ama öyle bir an geldi ki, o kaydetme süreci kesildi ve isimsiz bir şey, her türden duygularla görüntüler beni içine aldı.
Bir an, içimde bir şey bu değerlendirmeye karşı çıkmaya başladı, bir görüntünün sürekli yinelendiğini ayırt ettim: don Juan’la don Genaro bana ulaşmaya çalışıyorlardı. Bu uçuşan görüntü, bir süre sonra hızla kayıp geçli. Sanki hızlı giden bir aracın camından onlara bakıyordum. Beni yakalamaya çalışır gibiydiler. Görüntü durulaştı, daha uzun sürmeye başladı. Binlerce değişik görüntü arasından bunu durdurduğumun bilincine vardım. Bu belirgin görüntüye ulaşmak için öbürlerini yel gibi üfürmüştüm. Sonunda, düşünme yoluyla bunu sürdürmeyi becermiştim. Düşünmeye başlayınca, olağan süreçlerim denetimi ele aldı. Günlük etkinliklerimde tanımlandığınca belirgin olmasalar bile, yalıttığım görüntünün ya da duygunun, don Juan’la don Genaro’nun, don Juan’ın evinin sundurmasında, beni koltuk altlarımdan tuttuklarını anlatacak denli berraktı. Başka görüntü ve duyguların arasına kaçmak istedim ama olmadı. Bir süre bununla uğraştım. Mutluydum, canlıydım. Her ikisinden de hoşlandığımı, onlardan korkmadığımı biliyordum. Onlarla şakalaşmak istedim! Bunu nasıl yapacağımı bilemedim, öylece, sırtlarına vurarak gülmeye başladım. Çok belirgin bir başka sezgim de vardı. “Rüya gördüğümden” kesinlikle emindim. Gözümü bir şeye odakladığım an hemen bulanıklaşıyordu.
Don Juan ile don Genaro benimle konuşmaktaydılar. Sözcükleri doğrudan algılayamıyor, kimin konuştuğunu ayırt edemiyordum. Sonra, don Juan bedenimi döndürerek yerdeki bir öbeği gösterdi. Don Genaro, beni bunun yakınına çekip, çevresinde döndürmeye başladı. Yerde yatan bir adamdı bu öbek. Yüzü sağa dönmüş, sırtüstü yatıyordu. Benimle konuşurken, adamı imlemeyi sürdürdüler. Beni çekip, çevresinde döndürdüler. Gözlerimi adama odaklayamıyordum. Ama sonunda, bir dinginlik, bir ılımlılık duygusu kapladı beni—adama baktım. Yerde yatan adamın ben olduğuma ilişkin bir algı yavaşça her yanımı sardı. Bu algılama hiçbir korku ya da rahatsızlık yaratmadı. Bunu heyecan duymadan kabullenmiştim. O anda ne tam anlamıyla uyuyordum, ne de tümden uyanık ve bilinçliydim. Don Juan ile don Genaro’yu daha çok ayırt etmeye, kimin konuştuğunu da anlamaya başlamıştım. Don Juan, çalılıklardaki yuvarlak erk yerine gideceğimizi söyledi. Bunu söyler söylemez, orasının görüntüsü usumda patladı. Çevremdeki kara, yoğun çalılıkları görüverdim. Sağıma döndüm, don Juan ile don Genaro da oradaydılar. Bir sarsıntı geçirdim—onlardan ürkmüşüm gibi bir duyguya kapıldım. Belki de tehlikeli iki gölge gibi görünmelerindendi bu. Yakınıma geldiler. Biçimlerini görür görmez korkularım dağıldı. Onları yeniden sevdim. Sanki esrimiştim, ama hiçbir şeyi kavrayamıyordum. Beni omuzlarımdan tutup aynı anda sallamaya başladılar. Uyanmamı buyurdular. Seslerini ayrı ayrı ve açık seçik işitebiliyordum. Sonra, benzersiz bir an yaşadım. Usumda iki görüntüyü, iki rüyayı birden tuttum. İçimde derin derin uyuyan bir şeyin uyanmak üzere olduğunu hissettim ki kendimi sundurmada, don Juan ile don Genaro’yu beni sallarken buldum. Ama aynı anda erk yerindeydim, don Juan ile don Genaro beni hâlâ sarsıyorlardı. Ne sundurmada ne de çalılıkta olmadığım, buna karşın iki görüntüyü birden izleyen bir seyirci gibi, aynı anda iki yerde birden bulunduğum can alıcı bir an yaşadım. O an, istersem, her iki yere de gidebilirmişim gibi inanılmaz bir duygu yaşadım. Yapacağım tek şey perspektifi değiştirerek her iki görüntüyü dışarıdan seyretmek yerine, kişinin bakış açısından hissetmekti.
Don Juan’ın evinde pek ılık bir şeyler vardı. Bu görüntüyü yeğledim.
Bunun ardından korkunç bir nöbet yaşadım. Bu, öylesine sancıydı ki, sıradan bilinçliliğim bir anda geri geldi. Don Juan’la don Genaro üstüme kova kova su döküyorlardı. Don Juan’ın evinin sundurmasındaydım.

Cvp: 2- Rüya Görenle Rüyada Görülen

Saatler sonra mutfakta oturuyorduk. Don Juan, hiçbir şey olmamış gibi davranmam konusunda dayatmıştı. Bana yemek verdi, gücümü yitirdiğim için yok yemem gerektiğini söyledi.
Yemeğimizi bitirdikten sonra saatime baktığımda sabahın dokuzunu biraz geçtiğini gördüm. Bu deneyim birkaç saat sürmüştü. Bununla birlikte, anımsadıklarım açısından baktığımda, bana çok kısa bir süre önce uyuyakalmışım gibi gelmişti.
Tümüyle kendimde olmama karşın, hâlâ aptal gibiydim. Defterime yazmaya başlayıncaya dek her zamanki bilinçliliğime kavuşamadım. Not almaya başlar başlamaz ayıkmam, şaşkınlık vericiydi. Yeniden kendim olduğum an bir dizi mantıklı düşünce usumu doldurdu; yaşadığım olayı açıklamaya yönelik düşüncelerdi bunlar. Öncelikle don Genaro’nun beni, yere mıhladığı an, ipnotize ettiğini “biliyordum” ama bunu nasıl becerdiğini anlayamıyordum. Düşüncelerimi dile getirdiğimde, gülmekten ikisinin de sinirleri bozuldu. Don Genaro kalemimi inceleyerek, bunun benim zembereğimi kuran anahtar olduğunu söyledi. Bir an kendimi kavgaya hazır hissettim. Yorgun, iğrenç bir durumdaydım. Kendimi onlara neredeyse bağırırken buldum. Onlarsa gülmekten kırılıyorlardı.
Don Juan treni kaçırmamın izin verilebilir bir şey olduğunu, ama bu denli olmaması gerektiğini, don Genaro’nun yalnızca bana yardım etmek, rüya görenle rüyada görülenin gizemini bana göstermek için geldiğini söyledi.
Tedirginliğim doruğa ulaşmıştı. Don Juan, don Genaro’yu başının bir devinimiyle uyardı. İkisi birden kalkıp, beni evin çevresinde bir yere götürdüler. Orada, don Genaro bana o müthiş hayvan çığlıklarıyla homurtuları seçkisini gösterdi. Aralarından birini seçmemi istedi ve o sesi nasıl çıkaracağımı öğretti.
Saatler süren çalışmanın ardından sesi oldukça iyi taklit edebiliyordum. Onlar ise benim beceriksiz denemelerimle eğleniyor, gülmekten gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Sonunda bir hayvanın gürültülü çığlığına öykünüp gerginliğimi düşürebilmiştim. Öykünmemde gerçekten huşu verici bir şey olduğunu söyledim onlara. Bedenimi benzersiz bir dinginlik kaplamıştı. Don Juan, eğer çığlığı yetkinleştirebilirsem bunu bir erk nesnesine dönüştürebileceğimi ya da yalnızca, gerektiğinde gerginliği gidermek amacıyla kullanabileceğimi söyledi. Uyumamı önerdi. Ama uyuyamayacak denli ürkmüştüm. Bir süre mutfaktaki ocağın yanı başında onlarla birlikte oturdum. Sonra birdenbire derin bir uykuya daldım.
Gün ağarırken uyandım. Don Genaro kapıya yakın bir yerde uyuyordu. Görünüşe bakılırsa, benimle aynı anda uyandı. Üstümü örtmüş, ceketimi de dürüp bana yastık yapmışlardı. Dinlenmiştim, dinginleşmiştim de. Don Genaro’ya, önceki gece çok yorulmuş olduğumu açıkladım. Kendisinin de aynı durumda olduğunu söyledi. Bana günah çıkarırmış gibi fısıldayarak don Juan’ın daha da yorgun düştüğünü, çünkü bizden daha yaşlı olduğunu söyledi.
“Sen de ben de genciz,” diye ekledi, gözünde bir parıltıyla. “Ama o yaşlı. Şimdilerde üç yüz yaşında olmalı.”
Hemen, yattığım yerden doğruldum. Don Genaro, yüzünü örtünün altına saklayarak kahkahayı patlattı. Don Juan o an odaya girdi.
Bir bütünlük, barış duygusu her yanımı sardı. İlk kez, hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Kendimi öylesine iyi hissediyordum ki ağlamak istedim.
Don Juan, önceki gece ışıltımın bilincine varmaya başladığımı söyledi. Kendimi iyi hissetme konusunda düşkünlük göstermemem için beni uyardı. Yoksa bu kendini beğenmişliğe dönüşebilirdi.
“Şu anda,” dedim, “hiçbir şey açıklamak istemiyorum. Don Genaro’nun tüm gece bana ne yapmış olduğu hiç önemli değil.”
“Sana hiçbir şey yapmadım,” diye araya girdi don Genaro. “Bana bak, ben Genaro’yum, senin Genaro’n! Dokun bana!”
Don Genaro’ya sarıldım; ikimiz de çocuklar gibi gülüştük.
Geçen kez ona dokunamazken şimdi ona sarılabilmiş olmayı biraz tuhaf bulup bulmadığımı sordu bana. Ona bu tür konuların benim için önemi kalmadığına ilişkin güvence verdim.
Don Juan’ın yorumu, iyi ve açık fikirli olma konusunda düşkünlük gösterdiğim yolundaydı.
“Dikkat et!” dedi. “Bi savaşçı ihtiyatı hiçbi zaman elden,  bırakmaz. Bu denli mutlu olmayı sürdürürsen, sende kalan az buçuk erki de tüketirsin.”
“Ne yapmalıyım?” diye sordum.
“Kendin ol,” dedi. “Her şeyden şüphelen. Kuşkucu ol.”
“Ama öyle olmaktan hoşlanmıyorum, don Juan.”
“Hoşlanıp hoşlanmamak önemli değil. Önemli olan, kalkan olarak neyi kullanabileceğindir. Ölümcül yarık açıldığında, savaşçı elinin altındaki her şeyi bunu kapamak için kullanmalıdır. Kuşkucu olmaktan ya da soru sormaktan hoşlanmamanın yok bi önemi. Bu senin tek kalkanın şimdi. Ya!
“Yaz, yaz yoksa ölürsün! Kıvanç içinde ölmek saçma bi ölüm biçimi.”
“Peki, bi savaşçı nasıl ölmeli?” diye sordu don Genaro, aynı benim sesimin titremiyle.
“Savaşçı zorlu ölümle ölür,” dedi don Juan. “Ölümü, onu almak için savaşım vermelidir. Bi savaşçı kendini ona teslim etmez.”
Don Genaro gözlerini koca koca açtı, sonra kırptı.
“Genaro’nun dün sana gösterdiklerinin önemi çok büyük,” diye sürdürdü, don Juan. “Bunu, softaca başından savamazsın. Dün bana, çiftin düşüncesine saplanıp kalmış olduğunu söyledin. Ama şimdi şu haline bak! Artık hiç önem vermiyorsun. Çıldıran insanların sorunu da bu zaten. Çıldırdılar mı tam çıldırırlar. Dün her yanın soruydu, bugün tam bi olurlaşma içindesin.”
Neyi nasıl yaptığıma bakmadan, her yaptığımda bir kusur bulduğunu belirttim.
“Doğru değil!” diye bağırdı. “Savaşçının yolunda, kusura yer yoktur. Sen yeter ki bu yolu izle, o zaman hiç kimse seni eleştiremez. Örneğin, dün. Savaşçının yolu, öncelikle, korku ve kuşku duymaksızın soru sormaktı; don Genaro’yla dövüşmeksizin ya da kendini tüketmeksizin, onun sana rüya görmenin gizemini göstermesine izin vermekti. Savaşçı bugün küstahlık etmeksizin, softalığına saplanmaksızın öğrendiklerini bi araya getirmeliydi. Böyle yap, kimse de sana kusur bulmasın.”
Don Juan’ın sesinden, yaptığım hatalardan ötürü korkunç sıkılmış olabileceğini düşündüm. Ama bana gülümseyerek, kendi sözleri onu güldürmüş gibi kıkırdadı.
Yalnızca kendimi tutmaya çalıştığımı, sorularımla onları sıkmak istemediğimi söyledim. Aslında, don Genaro’nun yaptıkları beni son kerte etkilemişti. Gerçi artık önemi kalmasa da, don Genaro’nun, çalıların ardından, don Juan’ın, kendisini çağırmasını beklediğine inanmış olduğumu söyledim. Sonra da korkumun üstüne oynayıp beni şaşırtmış. Zorla yere yatırıldıktan sonra hiç kuşkusuz bayılmıştım, don Genaro da beni ipnotize etmişti.
Don Juan, öyle kolayca boyun eğmeyecek kadar güçlü olduğumu söyledi.
“Peki, ne oldu öyleyse?” diye ona sordum.
“Genaro, sana çok özel bir şey söylemeye geldi,” dedi. “Çalıların ardından ortaya çıktığında o kendinin çiftiydi. Olanları açıklamamın bi başka yolu daha var ama şimdi olmaz.”
“Neden, don Juan?”
“Çünkü sen henüz özün bütünselliğinden söz etmeye hazır değilsin. Şu anda sana yalnızca bu Genaro’nun, kendisinin çifti olmadığını söyleyebilirim.”
Kafasının bir devinimiyle don Genaro’yu gösterdi. Don Genaro, sürekli gözünü kırpıyordu.
“Dün geceki Genaro, kendisinin çiftiydi. Sana daha önce de söylediğim gibi, çiftin göz ardı edilemeyecek bi erki vardı. Sana çok önemli bi sorunu açıkladı. Bunu yapmak için sana dokunması gerekti. Çift, dostun yıllar önce üzerinde dolaştığı noktaya, ensene hafifçe dokundu. Sen de doğal olarak, bi şimşek gibi dışarı çıktın. Ve gene doğal olarak tam bi orospu çocuğu gibi düşkünlük gösterdin. Seni toparlamak saatler aldı. Böylece, erkini harcadın, savaşçının başarması gerekenleri saati gelip çatınca da yeterli yaşam özün kalmadığı için başaramadın.”
“Nedir bu, savaşçının başarması gereken, don Juan?”
“Sana, Genaro’nun bi şey göstermeye, ışıldayan varlıkların rüya görenler olarak gizini göstermeye geldiğini söylediydim. Çift hakkında bi şeyler bilmek istiyordun. Rüyalarda başlar bu. Ama sen, “Çift nedir?” diye sordun. Ben de, çift, özdür dedim. Öz, çifti rüyasında görür. Bu çok yalın olmalıdır, bizimle ilgili, yalın olan hiçbi şey yok, o da başka. Özün sıradan rüyaları belki yalındır, ama bu, özün de yalın oluğu anlamına gelmez. Çifti düşlemeyi öğrenmeye görsün; öz, işte o an o tekinsiz yol ayrımına varır. Bi de bakmışsın çift, özü düşlüyor.”
Söylediği her şeyi yazmıştım. Yazarken, söylediklerine dikkat etmeye de çalışıyordum ama anlamı kaçırmıştım.
Don Juan açıklamalarını yineledi.
“Dün gecenin dersi rüya görenle, rüyada görülen, ya da kim kimi düşlüyor hakkındaydı.”
“Özür dilerim, anlayamadım,” dedim
İkisi birden gülmeye başladılar.
“Dün gece,” diye, sözü yeniden ele aldı, “neredeyse, erk yerinde uyanmayı seçmek üzereydin.”
“Ne söylemek istiyorsun, don Juan?”
“Başarılması gereken buydu. Aptalca nedenlerinden ötürü düşkünlük göstermeseydin, doruğa ulaşmak için yeterince erkin olacaktı ve kuşkusuz, ölesiye korkutacaktın kendini.
“İyi ki, ya da duruma göre ne yazık ki yeterince erkin yoktu. Aslında sen, erkini kafanın karışıklığı nedeniyle yitirdin. Öylesine karışmıştı ki kafan, neredeyse yaşamaya erkin kalmayacaktı.
“Senin de çok iyi anlayabileceğin gibi, düşkünlük göstermek yalnızca aptallık ve güç yitimi demek değil, aynı zamanda ölüm de demektir. Kendisini yitiren bi savaşçı yaşayamaz. Beden yıkılmaz diye bi şey yok. Tehlikeli biçimde hastalanabilirdin. Öyle olmadı, çünkü Genaro’yla ben senin kimi saçmalıklarını saptırmayı becerebildik.”
Sözlerinin çarpıcı etkisi yavaş yavaş tüm benliğime sindi.
“Dün gece don Genaro, çiftin anlaşılmazlıklarına giden yolda sana kılavuzluk etti,” diye sürdürdü don Juan. “Bunu senin için yalnızca o yapabilirdi. Sen kendini yerde yatarken gördüğünde bu bir görsü ya da sanrı değildi. Düşkünlükler içinde kendini yitirmeseydin, dün gece kendinin bi rüya olduğunun, çiftinin seni rüyada gördüğünün, aynı zamanda senin de onu rüyanda gördüğünün, açık seçik biçimde ayırdına varabilirdin.”
“Ama bu nasıl mümkün olabilir?” don Juan.
“Nasıl olduğunu kimseler bilmez. Biz yalnızca, olabildiğini biliriz. Bu bizim, ışıldayan varlıklar olarak gizimizdir. Dün gece iki rüya gördün, sen, herhangi birinde uyanabilirdin, isteseydin. Ama bunu anlayacak denli erkin kalmamıştı.”
Bir süre gözlerini üstümden çevirmeden bana baktılar.
“Anladığını sanıyorum,” dedi don Genaro.

Cvp: 2- Rüya Görenle Rüyada Görülen

.