1

Konu: 3- Işıldayan Varlıkların Gizi

Don Genaro, saatler boyunca, günlük yaşamımı düzenlemem konusunda akıl almaz yönergeler vererek, beni mutlu etti. Don Juan, don Genaro’nun verdiği yönergeler konusunda çok dikkatli olmamı, zira bunların gülünç de olsa pek ciddi şeyler olduklarını söyledi.
Öğleye doğru, don Genaro ayağa kalktı, tek söz söylemeden çalılara yöneldi. Ben de kalkıyordum ki don Juan beni özenle tutup yerime oturtarak ağırbaşlı bir edayla, don Genaro’nun benimle bir şey daha deneyeceğini bildirdi.
“Neyin peşinde?” diye sordum. “Ne yapacak bana?”
“Bi yol ayrımına yaklaşıyorsun,” dedi. “Her savaşçının geldiği, belirli bi yol ayrımına.”
Ölümümden söz ediyor, diye düşündüm. Soracağım soruyu önceden sezinlemiş gibiydi, hiçbir şey söylememem konusunda beni uyardı.
“Bu konuyu tartışmayacağız,” dedi. “Değindiğim yol ayrımının, büyücülerin açıklaması olduğunu bilmen yeterli. Genaro, buna hazır olduğuna inanıyor.”
“Bu konuda ne zaman konuşacaksın?”
“Bilemem. Alıcı sensin. Sana bağlı. Ne zaman olduğuna sen karar ver.”
“Şu anın nesi var?”
“Karar vermek, öylesine zaman seçmek değildir,” dedi, “karar vermek, ruhunu kusursuzca pekiştirmen, bilgi ve erk sahibi olmak konusunda gereken her şeyi yapmış olman demektir.
“Neyse, bugün Genaro için küçük bi bilmece çözmen gerekecek. Bizden önce gitti—çalığın orda bi yerde seni bekleyecek. Durduğu noktayı ya da ona gidilmesi gereken belirli anı kimse bilmiyor. Evden ayrılma anını belirlemenin de üstesinden gelebilirsen, kendini onun bulunduğu yere götürmenin de üstesinden gelebilirsin.”
Don Juan’a, kimsenin böyle bir bilmeceyi çözemeyeceğini söyledim.
“Evden belirli bir anda ayrılmam, beni don Genaro’yla nasıl buluşturabilir ki?” diye sordum.
Don Juan gülümseyerek bir ezgi mırıldanmaya başladı. Sıkıntılı durumumla eğleniyormuş gibiydi.
“Genaro’nun sana hazırladığı problem işte bu,” dedi. “Eğer yeterince erkin varsa, evden ayrılma zamanını mutlak bi kesinlikle belirlersin. Doğru zamanda ayrılmanın, sana nasıl rehberlik edeceğiniyse kimse bilemez. Ayrıca, yeterince erkin varsa eğer, bunun böyle olacağını sen kendin de göreceksin.”
“Ama bu kılavuzluk nasıl olacak, don Juan?”
“Bunu da kimse bilemez.”
"Don Genaro, herhalde bacağımdan çekecek.”
“O halde, sen de çok dikkatli ol,” dedi. “Eğer Genaro bacağını çekerse, yerinden bile çıkartır.”
Don Juan kendi şakasına güldü. Ona kanlamıyordum. Don Genaro’nun edimleriyle ilgili korkularım oldukça canlıydı.
“Biraz ipucu verebilir misin?” diye sordum.
“İpucu yok,” deyip, kısa kesti.
“Don Genaro bunu neden yapmak istiyor?”
“Seni denemek istiyor,” diye yanıtladı. “Diyelim ki, büyücülerin açıklamasını alıp alamayacağını bilmek, onun için çok önemli. Bilmeceyi çözersen eğer, yeterince erk biriktirdiğin ve hazır olduğun anlaşılacak. Ama yüzüne gözüne bulaştırırsan, buna neden yeterince erkin olmamasıdır, o zaman da büyücülerin açıklaması, senin için hiçbi anlam taşımaz. Bana kalırsa, anlasan da, anlamasan da açıklamayı vermeliyiz; tabii bu benim fikrim. Genaro daha tutucu bi savaşçı; her şeyin yolunda gitmesini ister. Hazır olduğunu kafası almadan bunu sana vermeyecektir.”
“Büyücülerin açıklamasını neden sen hemen söylemiyorsun?”
“Çünkü sana yardım eden don Genaro olmalı.”
“Neden öyle, don Juan?”
“Genaro nedenini sana söylememi istemiyor,” dedi. “Henüz değil.”
“Büyücülerin açıklamasını bilmek beni zedeler mi?” diye sordum.
“Sanmam.”
“Lütfen don Juan, söyle o halde.”
“Şaka mı bu? Genaro’nun bu konularda kesin fikirleri vardır. Ona saygı duymalı, onu onurlandırmalıyız.”
Beni susturan, buyurganca bir devinimde bulundu.
Uzun, sinir bozucu bir suskunluğun ardından bir soru sordum.
“İyi ama bu bilmeceyi nasıl çözerim, don Juan?”
“Gerçekten bilmiyorum. İşte bundan dolayı şöyle ya da böyle yap, diyemem sana,” dedi. “Genaro çok daha yeterli. Bilmeceyi yalnızca senin için tasarladı. Bunu senin için yaptığından ötürü, şu anda yalnızca sana kilitlenmiş durumda. Evden ayrılmanın tam zamanını bi tek sen anlayabilirsin. Seni çağıracak, çağrısıyla da sana rehberlik edecek.”
“Bu çağrı neye benzeyecek?”
“Bilemem. Çağrıyı sana yapacak, bana değil. Doğrudan istencine dokunacak. Başka deyişle, çağrıyı anlamak için istencini kullanmalısın.
“Genaro, bu aşamada, senin istencini çalışan bi birime dönüştürecek denli kişisel erk toplayabildiğinden emin olması gerektiğini düşünüyor.”
“İstenç”, don Juan’ın büyük bir özenle altını çizdiği, ama açık seçik anlatmadığı bir başka kavramdı. Açıklamalarında, “istencin”, karın bölgesinde oluşan, “yarık” adını verdiği, göbek deliğinin altında yer alan bir yerden dışarı çıkan bir güç olduğunu anlamıştım. “İstenç”, yalnızca büyücüler tarafından oluşturulabiliyordu. Kullanabilenler, bununla o olağanüstü edimlerin üstesinden gelebiliyorlardı.
Don Juan’a, benim için bu kerte belirsiz bir şeyin asla çalışan bir birime dönüşemeyeceğini anımsattım.
“İşte, yanıldığın nokta da bu,” dedi. Savaşçıdaki istenç her türlü mantıksal karşı çıkışa rağmen gelişir.”
“Bir büyücü olan don Genaro, hazır olup olmadığımı beni denemeden bilemez mi?” diye sordum.
“Hem de nasıl,” dedi. “Ama bu bilginin hiçbi değeri ya da önemi olmaz, çünkü bunun seninle bi ilgisi yoktur. Öğrenen sensin; o halde, erk demek olan bilgiyi sen istemelisin, Genaro değil. Genaro'yu senin bilmen ilgilendirir, kendi bilmesi değil. İstencinin çalışıp çalışmadığını kendin anlamalısın. Bu, oldukça zor bi nokta. Benim ya da Genaro’nun senin hakkında bildiklerimize bakmaksızın, erk demek olan bilgiyi isteyecek konuma geldiğini kendine kanıtlamalısın. Başka deyişle, istencini çalıştırabileceğine sen inanmalısın. İnanmadıysan, bugün inanmalısın. Bu görevi başaramazsan, Genaro sende ne görürse görsün, henüz hazır olmadığın sonucunu çıkaracaktır.
Karşı konulmaz bir endişe yaşadım.
“Gerekli mi tüm bunlar?” diye sordum.
“Bunlar Genaro’nun isteğidir ve yerine getirilmelidir,” dedi, kesin ama dostça bir sesle.
“Peki, don Genaro’nun benimle ne alıp veremediği var?”
“Belki bugün anlarsın,” dedi ve gülümsedi.
Don Juan’a, beni bu zorlu durumdan kurtarması, gizemli konuşmalarını açıklaması için yalvardım. Güldü, çenemi okşadı; olağanüstü göğüs kaslarına sahip olan, ama sırtı zayıf kaldığı için ağır kiloları kaldıramayan Meksikalı bir halterciyle ilgili şakalar yaptı.
“Şu kaslara bak, hele,” dedi. “Yalnızca göstermek için olmalıydı bunlar.”
“Kaslarımın senin söylediklerinle hiçbir ilgisi yok,” dedim, kavgacı bir tutumla.
“Var, var," diye yanıtladı. “istenç, işleyen bi birim olmadan önce, beden kusursuzluğa ulaşmalı.”

Cvp: 3- Işıldayan Varlıkların Gizi

Don Juan, sorgulamanın yönünü yeniden saptırmıştı. Rahatsızdım, hedefime ulaşamamıştım.
Kalktım, mutfağa gidip su içtim. Don Juan beni izledi, don Genaro’nun öğrettiği hayvan çığlığını çalışmamı önerdi. Evin yan tarafına doğru yürüdük; bir odun yığınının üzerine oturdum, kendimi bu çığlığı çıkarmaya verdim. Don Juan kimi düzeltmeler yaparak nefes alma yöntemi hakkında yararlı bilgiler verdi; sonuçta, tam bir bedensel rahatlama hali yaşadım.
Sundurmaya dönüp yeniden oturduk. Bu denli umarsız olmam nedeniyle kimi zaman kendimden usandığımı söyledim ona.
“Umarsız olduğunu hissetmenin kötü bi yanı yok,” dedi. “Hiçbirimiz bu duygunun yabancısı değiliz. Umarsız bebecikler olarak sonsuz zamanlar harcadığımızı unutma. Şu anda karyolasından inemeyen bi bebeciğe benzediğini daha önce de söylemiştim sana. Genaro, sözün gelişi, seni o karyoladan çekip alıyor, işte. Bebecik devinmek ister, beceremeyince yakınır. Bunda bi yanlış yok. Ama yakınmayı, karşı çıkmayı düşkünlüğe varacak denli arttırmak da bi başka konu.”
Benden, kendimi gevşek bırakmamı istedi; daha uygun bir ruh haline gelene dek, ona soru sormamı önerdi.
Bir an kendimi yitmiş gibi hissettim, ne soracağıma karar veremedim.
Don Juan yere bir hasır yaygı sererek oturmamı söyledi. Sonra, büyük bir sukabağını suyla doldurup bir filenin içine yerleştirdi. Bir gezi için hazırlanıyormuş gibiydi. Yeniden yerine oturup kaşlarının bir devinimiyle sorularıma başlamaya yöneltti beni.
Ondan, güve hakkında daha çok şey anlatmasını istedim.
Uzun, araştıran bir bakışla bakıp kıkırdamaya başladı.
“Dosttu, o,” dedi. “Biliyorsun bunu.”
“Tamam da, dost nedir aslında, don Juan?”
“Dostun tam anlamıyla ne olduğunu söyleyemeyiz, tıpkı bi ağacın, aslında ne olduğunu söyleyemeyeceğimiz gibi,”
“Ağaç, canlı bir varlıktır,” dedim.
“Pek bi şey anlatmıyor bana bu," dedi. “Ben de dostun bi güç, bi gerilim olduğunu söyleyebilirim. Bunu daha önce de demiştim, ne var, dost hakkında tek bi şey açıklamıyor.
“Tıpkı ağaçta olduğu gibi, dostu da ancak yaşayarak anlayabilirsin. Yıllarca, seni bi dostla yapacağın o önemli karşılaşmaya hazırlamak için didinip durdum. Bunu anlamayabilirsin ama, ağaçla karşılaşman bile yıllarını aldı. Dostla buluşmak farklıdır. Öğretmen, dostu, çömezine yavaş yavaş, parça parça tanıtmalıdır. Sen, yıllar geçtikçe önemli bilgi birikimine ulaştın. Şimdi bu bilgiyi bi araya getirip, ağacı yaşadığın gibi dostu da yaşayabilirsin.”
“Bunu yaptığımı bilmiyordum, don Juan.”
“Aklın bunun bilincinde değil, çünkü öncelikle dostun olabilirliğini kabul edemez. Neyse ki, dostu bi araya toplayan, akıl değildir. Bedendir. Dostu, aşama aşama sezgiledin sen. Tüm bu sezgiler, bedeninde toplandı. Dost, bu parçaların toplamıdır işte. Bunu tanımlayacak başka bi yol bilmiyorum.”
Bedenimin, aklımın dışında ayrı bir varlık gibi tek başına edimlerde bulunabileceğine inanamadığımı söyledim.
“Bulunmaz zaten, ama biz o hale getiririz. Aklımız pek önemli değildir—o her zaman bedenimizle çelişki içindedir. Tabii yalnızca bi lakırdı bu. Akılla bedeni birleştirmek, bilgi adamının utkusudur. Sen bilgi adamı olmadığına göre, bedenin de aklının almadığı işler yapar. Dost da bunlardan biri. O gece, tam burada dostun varlığını sezdiğinde ne delirmiştin ne de rüya görüyordun.”
Kendisinin ve don Genaro’nun, dostun, beni kuzey Meksika dağlarında, bir yaylanın kenarında bekleyen bir varlık olduğu hakkında içime yerleştirmiş oldukları o korkutucu düşünce ile ilgili sorular sordum. Bana, er ya da geç onunla buluşup güreşmem gerektiğini söylemişlerdi.
"Bunlar, sözle anlatılamayacak gizemlerin dile getiriliş biçiminden başka bi şey değil. Genaro’yla ben, dostun seni o düzlüğün kenarında beklediğini söylediydik. Bak, bu anlatım doğru, ama içinde senin çıkarmak istediğin anlam yok. Dost seni bekler hiç kuşkusuz, ama bi düzlüğün kenarında değil. Tam burada, orada, ya da herhangi başka bi yerde, tıpkı ölümün seni her yerde ve hiçbi yerde beklediği gibi.”
"Dost neden beni bekliyor?”
"Ölüm seni neden bekliyorsa,” dedi, “çünkü sen doğdun. Bunun ne anlama geldiğini bu aşamada açıklayabilmek olası değil. Öncelikle, dostu yaşamalısın. Onu, tam gücündeyken sezgilemelisin. Ancak ondan sonra büyücülerin açıklaması bunu aydınlatabilir. Eninde sonunda, sen de bi noktayı açığa çıkarabildin: dost bi güvedir.
"Yıllar önce seninle dağlara gitmiştik, hani bi şey sana saldırmıştı. Olanları sana anlatamıyordum. Ateşin önünde uçuşan yabancı bi gölge görmüştün. Sen kendin bunun güveye benzediğini söylediydin; ne dediğini bilmesen de doğruyu söylüyordun: bi güveydi o gölge. Bi başka sefer de, gene ateşin başında uyuyakaldığın sırada, bi şey aklını başından alacak kerte korkutmuştu seni. Uyuyakalmaman konusunda seni uyarmıştım, ama bunu göz ardı ettin; bu edim seni dostun insafına bıraktı, öylece güve de ensende tepindi durdu. Hâlâ yaşıyor olman benim için bi muamma olarak kalacak. Bilmiyorsun ama, öldün diye bıraktıydım seni. İşte, yaptığın düşüncesizlik bu kerte ciddiydi.
“O zamandan bu yana, dağlara ya da bozkıra her çıkışımızda, sen ayırdına varmasan da güve bizi sürekli izledi. Sonuç olarak, dost senin için bi güvedir, diyebiliriz. Ama bunun bildiğimiz türden bi güve olduğunu söyleyemem. Dosta güve demek, bi dile getiriş biçimi, oradaki sonsuzluğu anlaşılabilir kılma yolu.”
“Peki, dost senin için de bir güve mi?” diye sordum.
“Hayır. İnsanın, dostu anlayış biçimi kişiseldir,” dedi.
Yine başa dönmüş olduğumuzu belirttim, dostun aslında ne olduğunu söylememişti.
“Kafaları karıştırmanın gereği yok,” dedi. “Şaşkınlık insanın içine düştüğü bi durumdur. Ama çıkmasını da bilmek gerek. Bu aşamada, bi şeyleri açıklığa kavuşturmanın yolu yok. Günün geç saatlerinde bu konuları yeniden ayrıntısıyla ele alabiliriz belki; bu sana bağlı. Ya da, daha çok kişisel erkine bağlı.”
Tek bir söz daha söylemeyi reddetti. Denemede başarılı olamayacağım korkusuyla endişelenmiştim. Don Juan beni evinin arkasına götürdü, sulama kanalının yanına, hasır yaygının üstüne oturttu. Su, öylesine yavaşça deviniyordu ki, bir an akmıyor sandım. Sessizce oturmamı, içsel söyleşimi kesmemi ve suya bakmamı buyurdu. Yıllar önce, su perilerine yakınlık duyduğumu bulguladığını, girişmiş olduğum işlere uygun düştüklerini hissettiğini söyledi. Su perilerinden ne hoşlandığımı, ne de hoşlanmadığımı anımsattım. İşte bundan dolayı suyun bana yararlı olacağını söyledi, çünkü suya kayıtsızmışım. Su, gerilim altındayken beni ne tuzağa düşürebilir ne de reddedebilirmiş.
Hemen ardımda bir yere oturdu; kendimi bırakmamı, korkmamamı, eğer gerekirse kendisinin yardım için orada bulunduğunu söyledi.
Ürkünç bir an yaşadım. Ona bakıp başka yönergeler bekledim. Kafamı zorla suya çevirerek başlamamı buyurdu. Ne yapmamı istediği hakkında hiçbir fikrim yoktu, böylece, ben de dinginleşmekle yetindim. Suya bakarken, karşı kıyıdaki kamışların görüntüsünü yakaladım. Gözlerimi odaklamadan, bilinçsizce bunların üstünde gezdirdim. Suyun yavaş yavaş akışı kamışları titreştiriyordu. Su, bozkır toprağı rengindeydi. Kamışların çevresindeki dalgacıkları, yumuşak bir yüzey üstündeki saban izlerine ya da yarıklara benzettim. Bir an, kamışlar birden devleşti, suyun üstü aşıboyası rengine büründü ve düzleşti; birkaç saniye içinde uyuyakaldım, ya da o ana dek hiç yaşamamış olduğum, sezgisel bir duruma geçtim. Uyuyup harikulade bir rüya görmüş olmam, bunu tanımlamanın en doğruya yakın olan yoluydu.
İstemiş olsaydım, bunu sonsuza dek sürdürebileceğimi ayrımsadığım için, kendimi kişisel bir söyleşiye çektim. Gözlerimi açtım. Hasır yaygının üzerine uzanmış, yatıyordum. Don Juan üç beş karış ötemdeydi. Rüyam öylesine görkemliydi ki, hemen ona anlatmaya başladım. Sessiz kalmamı imledi. Uzun bir sopayla, öte çalılılıktaki iki kuru dalın yerde oluşturdukları uzun gölgeleri gösterdi. Sopasının ucu gölgelerden birinin uzantısını çizermişçesine izledi, birden ötekine atlayıp aynı şeyi yaptı; gölgeler hemen hemen bir ayak uzunluğunda, iki parmak genişliğindeydi; araları bir karış kadardı. Sopanın devinimi, gözlerimin odaklanmasını bozdu; kendimi şaşı bakan gözlerle dört uzun gölgeye bakarken buldum. Ortadaki iki gölge aniden teke inerek olağanüstü bir derinlik duygusu oluşturdu. Bu biçimde oluşmuş gölgede anlatılmaz bir değirmilik ve oylum vardı. Bilinmez bir maddeden yapılmış saydam bir tüp gibiydi. Gözlerimin şaşı baktığını bilmeme karşın, tek bir noktaya odaklanmış olmaları gerçeği çok ilginçti; görüntü öylesine berraktı ki gözlerimi oynatsam da bunu yitirmiyordum.
Tetikteliğimi azaltmaksızın, izlemeyi sürdürdüm. İçimde, gidip o sahneye katılmak gibi beklenmedik bir dürtü duyumsadım. İzlemekte olduğum görüntünün içindeki bir şey beni kendisine çekiyor gibiydi; ama içimde açığa çıkan başka bir şey de yarı bilinçli bir söyleşi başlatmama neden oldu; neredeyse bir anda, kendimi günlük yaşam çevremin içinde buluverdim.
Don Juan beni izliyordu. Şaşırmışa benziyordu. Yanlış bir şey mi var diye sordum. Yanıtlamadı. Oturmama yardım etti. Ancak o an, sırtüstü yatıp göğe bakmakta olduğumu ve don Juan’ın yüzüme doğru eğildiğini ayrımsayabildim. İlk tepkim, uzanmış göğe bakarken gölgeleri görebildiğimi ona anlatmak istemek oldu, ama eliyle ağzımı kapadı. Bir süre sessizce oturduk. Kafamda hiçbir düşünce yoktu, çok belirgin bir dinginlik içindeydim, birden çalılığa gidip don Genaro’yu aramak için karşı konulmaz bir dürtü hissetim.
Don Juan’la konuşmayı denedim; çenesini kaldırıp dudaklarını büzerek, sessizce, konuşmamamı buyurdu. Durumumu mantıklı biçimde değerlendirmeyi denedim; ne yar, bu sessizliğimden öylesine horlanmıştım ki, bunu mantıksal çıkarsamalarla bozmak istemedim.
Kısa bir aradan sonra, o karşı konulmaz araştırma arzusunu yeniden hissettim. Bir patikayı izlemeye başladım. Don Juan, ben önderiymişim gibi ardım sıra geliyordu.
Bir saat boyunca yürüdük. Düşünmemeyi başarmıştım.  Sonra, bir tepenin yamacına geldik. Don Genaro oradaydı, kayadan bir duvarın üstünde oturuyordu. Bağırarak, coşkuyla selamladı beni; yerin on beş metre kadar yukarısındaydı. Don Juan beni oturttu, kendisi de yanıma oturdu.
Don Genaro, beklediği yeri bulduğumu, çünkü çıkardığı bi sesle bana kılavuzluk etmiş olduğunu açıkladı. Sözcüklerini seslendirince, kulağımdaki bir vızıltı olduğunu düşündüğüm özel bir sesi gerçekten duyduğumu anladım; bu, bedensel bir durum, içsel bir olay, bilinçle değerlendirilemeyen, anlatılamayan, belirsiz bir ses duygusu gibiydi.
Don Genaro’nun sol elinde küçük bir çalgı var sandım. Oturduğum yerden, bunu tam anlamıyla ayırt edemiyordum. Ağız tamburasına benziyordu; bununla, neredeyse anlaşılmaz, yumuşak, tekinsiz bir ses çıkardı. Ne yaptığını tam olarak anlamam için çalmayı bir süre daha sürdürdü. Sonra, bana sol elini gösterdi. Elinde hiçbir şey, hiçbir çalgı yoktu. Elini ağzına götürüş biçimi nedeniyle bir çalgı çalıyor gibi gelmişti bana. Aslında sesi, dudaklarıyla ve sol elinin yan tarafının, başparmakla işaretparmağı arasında kalan bölümüyle çıkarıyordu.
Don Juan’a dönüp, don Genaro’nun hareketlerine aldandığımı söylemek istedim. Hızlı bir devinim yaparak konuşmamamı, don Genaro’nun yaptıklarına aşırı dikkat göstermemi söyledi. Dönüp don Genaro’ya baktım ama yerinde yoktu. Aşağıya inmiş olduğunu düşündüm. Bir süre bekledim, çalıların ardından ortaya çıksın diye. Üzerinde durduğu kayanın değişik bir biçimi vardı, kayadan bir duvarın yanındaki büyükçe bir çıkıntıyı andırıyordu. Gözümü ondan yalnızca birkaç saniye boyunca ayırmış olmalıydım. Yukarı tırmansa, daha kayadan duvarın doruğuna ulaşmadan onu görürdüm. Aşağı indiyse, oturduğum yerden görünürdü.
Don Juan’a, don Genaro’nun nerede olduğunu sordum. Hâlâ çıkıntının üstünde durduğunu söyledi. Görebildiğim kadarıyla orada kimse yoktu ama don Juan, don Genaro’nun hâlâ kayanın tepesinde durduğu savından vazgeçmiyordu.
Şaka yapar hali de yoktu. Bakışları keskindi. Kesip atarcasına, aklımı, don Genaro’nun yaptıklarını değerlendirecek biçimde kullanmadığımı söyledi. İçsel söyleşimi susturmamı buyurdu. Bir süre çabaladıktan sonra gözlerimi kapamaya başladım. Don Juan üstüme gelip omuzlarımı sarstı. Bakışımı kaya çıkıntısının üstünde tutmamı fısıldadı.
Uyuşukluk içindeydim, don Juan’ın sözleri çok uzaktan geliyor gibiydi. Düşünmeden çıkıntıya baktım. Don Genaro gene oradaydı. Bu, beni hiç meraklandırmadı. Yarı bilincimle, çok zor nefes aldığımı ayırt ettiğim sırada, daha bu konuda tam anlamıyla düşünemeden, don Genaro aşağıya atladı. Bu edim de ilgimi çekemedi. Yanıma geldi, kolumu tutup kalkmama yardım etti; don Juan da öbür kolumdan tuttu. Beni iki yandan desteklediler. Daha sonra yalnızca don Genaro yardımcı oldu yürümeme. Kulağıma, anlayamadığım şeyler fısıldadı, hemen ardından bedenimi yabansı biçimde çektiğini ayrımsadım; deyim yerindeyse, karnımın üstünden kavrayıp çıkıntının ya da başka bir kayanın üstüne çekip almıştı beni. Bir anda kayanın üstüne çıktık. Bunun, o kaya çıkıntısı olduğuna yemin edebilirdim; ne var, görüntü öylesine titrekti ki, tam ayrıntısıyla değerlendiremiyordum. Sonra, içimde bir şey sarsıldı—sırtüstü düştüm. Bir kaygı ya da belki bedensel bir rahatsızlık duygusu içindeydim. Bunun ardından, don Juan’ın benimle konuştuğunu gördüm. Onu anlayamıyordum. Dikkatimi dudaklarında yoğunlaştırdım. Rüya gibi bir duygu yaşıyordum; ben, her yanımı saran, filme benzer bir maddeden yapılmış bir torbayı içeriden yırtmaya çalışırken, don Juan da dışarıdan parçalamaya çabalıyordu. Sonunda torba patladı; don Juan’ın sözleri anlaşılır hale geldi, anlamları berraklaştı. Kendimi yüzeye çıkarmamı buyuruyordu. İtidalimi yeniden kazanmak için umarsızca çabalıyordum; başaramamıştım. Tüm bilincimle, neden başımı bu denli belaya soktuğumu düşündüm. Konuşabilmek için deli gibi çabaladım.

Cvp: 3- Işıldayan Varlıkların Gizi

Don Juan, çektiğim zorluğu anlamışa benziyordu. Daha çok çaba göstermem için zorladı beni. Dışımda bir şey, içsel söyleşiye dalmamı engelliyordu. Sanki yabancı bir güç beni uyuşukluğa sürüklüyor, her şeye karşı kayıtsız kılıyordu. Nefesim tükeninceye dek buna direndim. Don Juan’ın benimle konuştuğunu duydum. Bedenim, istemeden, gerilim nedeniyle sarsıldı. Ölümcül bir savaşın göbeğinde, beni nefes almaktan alıkoyan bir şey tarafından sarmalanmışım, kilitlenmişim gibi hissettim. Korkmuyordum, ama denetimsiz bir öfke her yanımı sarmıştı. Öylesine gazaba geldim ki, bir hayvan gibi kükreyip çığlık attım. Sonra, bir nöbete tutuldum; tüm bedenimi saran bir sarsıntı o an durdurdu beni. Yeniden nefes alabiliyordum, don Juan’ın, beni kendime getirmek için karnıma ve boynuma, sukabağındaki suyu boşalttığını ayrımsadım.
Don Juan oturmama yardım etti. Don Genaro, çıkıntının üstünde duruyordu. Adımı söyledi, sonra birden aşağıya atladı. Onun, on beş metre yükseklikten dikine düştüğünü gördüm, karın bölgemde dayanılmaz bir sancı hissettim; aynı duyguyu, rüyalarımda aşağıya düşerken de hissetmiştim.
Don Genaro yanıma geldi, gülerek, uçuşunu beğenip beğenmediğimi sordu. Don Genaro yeniden adımı söyledi.
“Carlitocuk! Bana bak!” dedi.
Sanki hız kazanmak istermiş gibi kollarını dört beş kez iki yana döndürdü, ardından bir anda sıçrayarak görüntümün dışına çıktı, ya da ben öyle yaptığını sandım. Belki de tanımlayamadığım bir şey yapmıştı. Bir buçuk, iki metre uzağımda dururken birdenbire denetim dışı bir güç tarafından emilmiş gibi yok oluverdi.
Yorgundum, kopmuş gibiydim. Bir kayıtsızlık duygusu her yanımı sardı; ne düşünmek istedim, ne de kendimle konuşmak. Korkmamıştım, ama açıklanamaz biçimde mutsuzdum. Ağlamak istedim. Don Juan hiç durmadan parmaklarının boğumlarıyla kafamın tepesine vuruyor, bütün bunlar bir şakaymışçasına da gülüyordu. Kendimle konuşmamı, çünkü içsel söyleşinin en gerekli olduğu anın geldiğini söyledi. Bana, “Konuş! Konuş!” diye buyurduğunu duydum.
Dudak kaslarını istemsizce gerildi. Ağzım ses çıkarmadan deviniyordu. Don Genaro’nun soytarılık ederken ağzını aynı biçimde devindirdiğini anımsadım, ben de onun gibi, “Ağzım konuşmak istemiyor,” diyebilmeyi diledim. Sözcükleri dile getirmek için çabaladım, dudaklarım acıyla çarpıldı. Don Juan kahkahadan iki büklüm olmanın eşiğindeydi. Neşesi öylesine bulaşıcıydı ki, gülmeden edemedim. Ardından, ayağa kalkmama yardım etti. Don Genaro’nun geri gelip gelmeyeceğini sordum. Don Juan, don Genaro’nun, bugün için, benden sıtkının sıyrılmış olduğunu söyledi.

“Neredeyse başarmıştım,” dedi don Juan.
Kilden ocakta yanan ateşin yanında oturuyorduk. Yemek yemem için diretmişti. Aç ya da yorgun değildim. Alışılmadık bir hüzün sarmıştı beni; gün boyunca başıma gelenlerden çok uzaklardaydım şimdi. Don Juan yazı tablamı kucağıma yerleştirdi. Olağan konumuma dönmek için olağanüstü bir çaba harcadım. Ufak tefek bir şeyler çiziktirdim. Yavaş yavaş kendimi topladım. Sanki üzerimden bir yük kalkmıştı; her zamanki ilgi duyan, şaşkın tavrıma yeniden kavuşmuştum.
“İyi, iyi,” dedi don Juan, kafamı tıpışlayarak. “Sana, bi savaşçının gerçek sanatının, korkuyla merakı dengelemek olduğunu söylemiştim.”
Don Juan benzersiz bir konumdaydı. Neredeyse sinirli, endişeli gibiydi. Sanki hiç durmadan konuşmak istiyordu. Beni büyücülerin açıklamasına hazırlıyor sanarak ben de endişelendim. Gözlerinde, yalnızca birkaç kez görmüş olduğum yabansı bir ışıltı vardı. Son kerte olağandışı bir tavır içinde olduğunu düşündüğümü söylememin hemen ardından, benim adıma sevindiğini, bir savaşçı olarak, yoldaşlarının utkularıyla—hele de tinsel utkularsa—mutlu olmaya hakkı olduğunu söyledi. Don Genaro’nun bilmecesini başarıyla çözmüş olmama karşın, ne yazık ki büyücülerin açıklaması için henüz hazır olmadığımı ekledi. Üstüme su döktüğü sırada, neredeyse ölmek üzere olduğumu, tüm başarımın, don Genaro’nun son saldırısını engellemekteki yetersizliğim nedeniyle boşa gittiğini belirtti.
“Genaro’nun erki, seni yutan bi gelgit gibiydi,” dedi.
“Don Genaro bana zarar vermek mi istedi?” diye sordum.
“Hayır,” dedi. “Genaro sana yardım etmek istiyor. Ne var, erk erki çeker. O seni deniyordu, sen ise başaramadın.”
“Ama bilmeceyi çözdüm, değil mi?”
“Çok iyi becerdin,” dedi. “Öylesine iyi becerdin ki, don Genaro senin tam bi savaşçı başarısı göstereceğine inandı. Bitirmene ramak kalmıştı. Bu kez sırtını yere getiren şey düşkünlük değildi aslında.”
“Neydi o halde?” dedim.
“Çok sabırsızsın, çok da sertsin; gevşeyip, Genaro’nun yolundan gitmek yerine, onunla savaşmaya başladın. Genaro’yu yenemezsin; senden daha güçlüdür o.”
Don Juan daha sonra, kendiliğinden, benim insanlarla olan kişisel ilişkilerim konusunda yararlı öğütler verdi. Getirdiği yaklaşımlar, don Genaro’nun daha önce şakayla karıştırarak söylediklerini ciddi bir biçimde tamamlıyordu. Konuşkan bir günündeydi; sözü tarafımdan kesilmeden, bu ve bundan önceki kez neler olduğunu açıklamaya başladı.
“Senin de bildiğin gibi,” dedi, “büyücülüğün dönüm noktası içsel söyleşidir; bu her şeyin anahtarıdır. Savaşçı bunu durdurmayı öğrendiği an her şey mümkün olur; en ulaşılmaz sanılan tasarılar artık avucundadır. Yaşadığın tüm o tekinsiz, endişe verici deneyimlere, bunu başararak geçebildin. Tam bi itidal içinde dostu, Genaro’nun çiftini, rüya görenle rüyada görüleni yaşadın, bugün kendi özünün bütünselliğini neredeyse öğreniyordun, Genaro’nun, senin üstesinden gelmeni istediği edim, başarı buydu işte. Tüm bunlar, biriktirebildiğin kişisel erk miktarı sayesinde gerçekleşebildi. Her şey, bi önceki gelişinde gördüğün o uğurlu kehanetle başladı. Geldiğinde, dostun çevrede gizli gizli dolaştığını duydum; önce, onun sessiz adımlarını duydum, sonra arabadan çıkarken sana baktığını gördüm. Bu, kehanetlerin en iyisiydi benim için. Dost, her zaman yaptığı gibi senin varlığından rahatsız olmuşçasına çevrede dolanıp dursaydı, olayların akışı farklı olacaktı. Dostun o hiç de dostça olmayan tavrını kim bilir kaç kez görmüştüm; ama bu kez kehanet ortadaydı, dostta, sana verilecek bi bilgi parçası olduğunu anlamıştım. İşte o nedenle, sana bilgiyle buluşacaksın demiştim; güveyle, çok uzun süreden beri askıda kalan bi buluşma. Bizim anlayamayacağımız nedenlerden ötürü, dost sana bi güve gibi görünmeyi yeğlemişti.”
“Ama sen dostun biçimi olmadığını, onun varlığının yalnızca yaptıklarıyla anlaşılabileceğini söylemiştin,” dedim.
“Doğru,” dedi. “Ama dost seninle bütünleşen izleyiciler için—-yani, Genaro’yla ben— bi güvedir. Dost, senin için yalnızca bi etki, bedeninde bi his ya da bi ses, ya da bilginin altın parçacıklarıdır. Dost, güve biçimini seçmekle, Genaro’yla bana bi şeyler anlatmak istiyordu. Güveler bilgi dağıtır; büyücülerin dostu ve yardımcılarıdırlar. İşte, dostun çevreden bi güve biçiminde dolaşması nedeniyle Genaro sana çok önem veriyor.
“Güveyle bi araya geldiğin gece, benim de beklediğim gibi, senin için bilgiyle gerçek buluşma oldu bu. Güvenin çağrısını öğrendin, kanadının altın tozlarını hissetin, ama her şeyin ötesinde o gece, yaşamında ilk kez, gördüğünden emin oldun ve bedenin, bizlerin ışıldayan varlıklar olduğumuzu öğrendi. Genaro, yaşamının bu muazzam anını hakkıyla anladı. Genaro, olağanüstü bi güç ve açık seçiklikle sana bizim bi duygu olduğumuzu, bedenimiz dediğimiz şeyin, sezgisi olan, ışıltılı telciklerin kabuğu olduğunu gösterdi.
“Dün gece, dostun tüm uğuru gene senin üzerindeydi. Geldiğinde neler olduğunu anlamak için baktığımda, rüya görenle rüyada görülenin gizini sana açıklaması için Genaro’yu çağırmam gerektiğini anladım. Her zaman yaptığın gibi, seni mandepsiye getirdiğimi sandın. Aklın inanmayı reddetse bile, Genaro yalnız senin için gelmişti; çalıların ardından gizlenmiyordu.”
Don Juan’ın demecinin en zor inanılabilir bölümü de buydu. Kabul edemezdim. Don Genaro’nun gerçek ve bu dünyada olduğuna inandığımı söyledim.
“Tanık olduğun her şey sapına dek gerçek ve bu dünyadandı,” dedi. “Bi başka dünya yok. Bu engel, bu çaparız senin en özel diretme biçimin, üstelik bu özellik, açıklamalarla şifa bulacak gibi değil. Neyse, Genaro bugün doğrudan bedenine seslendi. Bugün yaptıklarını dikkatlice incelersen, bedeninin, olagelenleri kayda değer biçimde bi araya getirebildiğini görürsün. Her nasılsa, sulama kanalının orada, gördüklerinle ilgili olarak düşkünlük göstermekten uzak durabildin. Tıpkı bi savaşçı gibi, az bulunur bi denetim ve mesafelilik örneği gösterdin, hiçbi şeye inanmadın ama gene de gerektiği gibi hareket edip, Genaro’nun çağrısını izlemeyi başardın. Benden hiçbi yardım almadan bulabildin onu.
“Kayalık çıkıntıya vardığımızda, saçının teline dek erkle dopdoluydun, onun için Genaro’yu, onca büyücünün aynı nedenle durdukları yerde dururken gördün. Çıkıntıdan atladıktan sonra, sana doğru yürüdü. O anda erkin ta kendisiydi. Daha önce su kanalının orda davrandığın gibi davranabilseydin, onu olduğu gibi, yani ışıldayan bir varlık olarak görebilecektin. Ama sen korktun; özellikle de Genaro seni çekip alınca. Bu bile, seni sınırlarının, ötesine götürmeye yeterdi. Ama yeterince gücün yoktu, yeniden mantığının dünyasına düştün. Sonra da, doğal olarak kendinle ölümcül bi kavgaya tutuştun. İçinde bi şey, istencin Genaro’yla gitmek istedi, aklınsa buna karşı geldi. Sana yardım etmemiş olsaydım, şu anda seni o erk yerine gömüyor olacaktık. Ama bi ara, sonuç, benim yardımıma karşın kuşku vericiydi.”
Birkaç dakika sessiz durduk. Onun konuşmasını bekledim. Sonunda, dayanamayıp sordum, “Don Genaro, benim kaya çıkıntıya sıçramamı mı sağladı?”
“Bu sıçrama işini senin anladığın anlamda ele alma,” dedi. “Bi daha söylüyorum, yalnızca bi konuşma biçimi bu, Kendinin bi beden olduğunu düşündüğün sürece ne dediğimi anlayamazsın.”
Sonra, lambadan yere kül döküp yerin iki karışlık bölümünü kaplayarak parmağıyla üstüne bir şekil, bir şema çizdi. Bunun, çizgilerle birbirilerine bağlı sekiz noktası vardı; geometrik bir şekildi.
Yıllar önce, aynı yaprağın bir ağaçtan üst üste dört kez düşmesinin bir yanılsama olmadığını anlatırken, buna benzer bir şekil çizmişti.
Küldeki şemanın iki merkezi vardı; birini “akıl” öbürünü de “istenç” diye adlandırdı. “Akıl”, “konuşma” adını verdiği bir noktayla doğrudan bağlantılıydı, “akıl”, “konuşma” yoluyla, öbür üç noktayla, “hissetme”, “rüya görme”, ve “görmeyle” dolaylı olarak bağlantılıydı. “İstenç” adlı öbür merkez, “hissetme”, “rüya görme”, ve “görme” noktalarıyla doğrudan; “akıl” ve “konuşma” noktalarıyla da dolaylı biçimde bağlantılıydı.
Şemanın, yıllar önce bana göstermiş olduğundan farklı olduğunu anımsattım.
“Dış biçim önemli değil,” dedi. “Bu noktalar bi insanı simgeliyor, istediğin gibi çizebilirsin.”
“Bir insanın bedenini mi simgeliyorlar?” diye sordum.
“Buna beden deme,” “Bunlar, ışıldayan bi varlığın telcikleri üzerindeki sekiz nokta. Senin de, çizgenin üzerinde görebileceğin gibi, bi büyücü, insanın her şeyden önce istenç olduğunu söyleyecektir, çünkü istenç, hissetme, rüya görme ve görme noktalarıyla doğrudan bağlantılıdır; bunun ardından, insan akıldır. Bu, istençten daha küçük bi merkez, çünkü yalnızca konuşma ile bağlantılı,”
“Öbür iki nokta nedir, don Juan?”
Bana bakarak gülümsedi.
“Seninle bu şema üzerinde ilk konuştuğumuzdakine oranla çok daha güçlüsün şimdi,” dedi. Ama sekiz noktanın tümünü de bilecek denli değil. Genaro, bi gün sana öbür ikisini de gösterir.”
“Herkesin sekiz noktası var mı, yoksa yalnızca büyücülerin mi var?”
“Şöyle diyelim: hepimiz doğarken bu sekiz noktayla geliyoruz dünyaya. İkisi, akü ve konuşma', herkesçe bilinir. Hissetme biraz bulanıkçadır ama tanınmaz da değildir. Ama insan yalnızca büyücülerin dünyasında tanışır rüya görme, görme ve istenç ile. Sonuncularla ise, bu dünyanın dış kıyılarında rastlaşırız. Sekiz noktanın tümü, özün bütünselliğini oluşturur.”

Cvp: 3- Işıldayan Varlıkların Gizi

Şemanın üzerine, tüm noktaların, dolaylı bağlantılarla, birbirlerine bağlanabileceklerini gösterdi.
Açıklamasız kalan iki gizemli noktayla ilgili soru sordum, yeniden. Bana, bunların yalnızca “istenç” ile bağlantılı olduğunu, “hissetme”, “rüya görme” ve “görme” ile uzak durduklarını, “konuşma” ve “akıl” noktalarıyla ise iyice ayrı düştüklerini gösterdi. Parmağıyla, ötekilerden ve birbirilerinden yalıtılmış olduklarını imledi.
“Bu iki nokta, konuşma ve akıl noktalarına hiçbi zaman katılmaz,” dedi, “anca istenç idare edebilir onları. Akıl ise öylesine uzak düşer ki, bunları bi arada düşünmek yararsızdır. Bu ayırdına varılması en zor olan şeylerden biridir; eninde sonunda, aklın asıl hüneri her şeyi mantıksal bi sonuca ulaştırmak değil de nedir?”
Bu sekiz noktanın, insanın kimi noktalarına ya da organlarına denk düşüp düşmediklerini sordum.
“Doğru,” diye kısaca yanıtlayıp şemayı sildi.
Kafama dokundu, “akıl” ve “konuşma” merkezinin burası olduğunu söyledi. Göğüs kemiğinin ucu “hissetme” merkeziydi. Karın deliğinin altındaki bölge “istençti”. “Rüya görme”, kaburgaların sağ karşısında, “görme” ise solundaydı. Kimi savaşçılardaysa bazen “görme" de “rüya görme” de sağ tarafta olurmuş.
“Diğer iki nokta nerede?” diye sordum.
Verilebilecek en açık seçik yanıtı verdi: karnını hoplatarak, kahkahalarla gülmeye başladı.
“Ne yılansın sen,” dedi. “Beni yaşlı, uykucu bi teke belledin, he?”
Sorularımın ister istemez böyle bir ivme kazanmış olduğunu açıkladım.
“Aceleci olma,” dedi. “Gerektiğinde öğrenecek, ondan sonra da tek başına, kendinle kalacaksın.”
“Seni bir daha göremeyecek miyim demek istiyorsun don Juan?”
“Hiçbi zaman,” dedi. “Genaro’yla ben hep ne idiysek o olacağız: yolların tozu.”
Midemin ucunda bir sarsıntı hissettim.
“Sen ne diyorsun, don Juan?”
“Diyorum ki, hepimiz anlaşılamaz, ışıldayan, sınırsız varlıklarız. Sen, Genaro ve ben kendi kararımız olmayan bi amaçla bi araya geldik.”
“Hangi amaçtan söz ediyorsun?”
“Savaşçının yolunu öğrenmekten. Bundan kurtulamazsın, bizler de. Görevimiz bitmediği sürece, beni ya da Genaro’yu göreceksin ama tamamlanır tamamlanmaz özgürce uçacaksın.
Yaşamının gücünün seni nerelere sürükleyeceğini de kimsecikler bilemeyecek.”
“Peki, don Genaro’nun bu işle ilişkisi ne?”
“Bu konu henüz senin ilgi alanın içinde değil,” dedi. “Bugün, Genaro’nun başlattığı şeyi bitirmeliyim; bizlerin ışıldayan varlıklar olmamız gerçeğini. Bizler algılayanlarız. Biz bi bilinçliliğiz; bizler nesne değiliz; yoğunluğumuz, katılığımız yok. Sınırsızız biz. Nesneler ve yoğunluklar dünyası, yalnızca bu âleme geçişimizi kolaylaştırmak içindir. Yalnızca bize yardımcı olmak için yaratılmış bi betimleme. Bizler ya da aklımız, betimlemenin salt betimleme olduğunu unutur, böylece özümüzün bütünselliğini tuzağa düşürürüz ki deme gitsin. Yaşamımız boyunca nadiren kurtulabildiğimiz bi kısır döngüye girmişizdir bi kez.
“Şu an, kendini aklın düğümlerinden kurtarmaya kaptırmışsın, örneğin. Genaro’nun, çalılığın kenarından öylece çıkıvermesi akıl almaz, düşünce dışı bi şey senin için, ama bi yandan da tanık olduğun bu şeyi reddedemiyorsun. Çünkü olduğu gibi algıladıydın bunu.”
Don Juan kıkırdadı. Küllerin üstüne özenle bir başka şema çizdi, ben bunu deftere geçiremeden önce onu şapkasıyla örttü. “Algılayanlarız biz,” diye başladı. “Algıladığımız dünya, aslında bi yanılsama. Doğduğumuz andan başlayarak bize anlatılan bi betimlemeden yaratılan bi yanılsama.
“Bizler, ışıldayan varlıklar, iki erk halkasıyla birlikte doğduk; ne var, dünyamızı yaratmak için yalnızca birini kullanırız. Biz doğduktan hemen sonra bize takılan bu halka akıldır, yoldaşıysa konuşma. İkisinin arasında tertip edilip sürdürülür bu dünya.
“Yani, aslında, aklının sürdürmek istediği dünya, bi betimlemeden, aklın kabullenmeyi ve savunmayı öğrendiği değiştirilemez kurallarından yaratılan dünyadır.
“Işıldayan varlıkların gizi ise şudur; hiçbi zaman kullanmadıkları ikinci bi erk halkası daha vardır onların: istenç. Büyücünün oyunu, sokaktaki adamın oyunuyla aynıdır. İkisinin de bi betimlemesi vardır. Biri; sokaktaki adam, bunu aklıyla destekler. Diğeri; büyücü ise istenci ile. İki betimlemenin de kendine özgü kuralları vardır. Ama büyücü daha üstün durumdadır, çünkü istenç, akla oranla daha kapsayıcıdır.
“Bu aşamada varmak istediğim nokta şu: betimlemenin, aklınla mı yoksa istencinle mi desteklendiğini sezgilemelisin artık. Bunun günlük yaşamı bi meydan okuyuşa dönüştürmenin biricik yolu, özünün bütünselliğine ulaşman için gereken yeterli erki biriktirmen için bi araç olacağını hissediyorum.
“Belki, gelecek sefer yeterince erkin olur. Her ne olursa olsun, bunu hissedene dek bekle, tıpkı bugün sulama kanalının orada hissettiğin gibi; iç sesin söylesin sana bunu. Eğer başka bi ruhla gelirsen, hem zaman kaybı hem de bi tehlike olur bu, senin için.”
İç sesimi beklersem, onları belki de bir daha hiç göremeyeceğimi anımsattım.
“Kişi köşeye sıkışmaya görsün; nelere kadirdir, bi bilsen, şaşırır kalırsın,” dedi.
Ayağa kalkarak bir kucak odun aldı. Ateşe birkaç kuru dal koydu. Alevler sarımsı bir parıltı oluşturdu. Sonra lambayı söndürerek, küllerin üzerine çizdiği şekli örten şapkasının önünde çömeldi.
Dingince oturmamı, içsel söyleşimi durdurmamı ve gözümü şapkasından ayırmamamı buyurdu. Bir süre çabaladıktan sonra yüzermiş ya da bir tepeden aşağı düşermiş gibi bir duygu hissettim. Beni taşıyan hiçbir şey yokmuş, oturmuyormuşum, ya da bedenim yokmuş gibiydi.
Don Juan şapkasını kaldırdı. Altında külden sarmallar vardı. Düşünmeden, bunları izledim. Sarmalların devindiklerini hissettim. Onları midemde hissettim. Sarmallar katlanıyorlar gibiydi. Sonra, canlanıp kabardılar—birden don Genaro’yu karşımda oturur buldum.
Görüntü bir anda içsel söyleşime dönmeye zorladı beni. Uyuyakaldığımı sandım. Kısa aralıklarla nefes almaya başladım, gözlerimi açmak istedim, ama gözlerim zaten açıktı.
Don Juan’ın ayağa kalkıp çevrede dolanmamı söylediğini duydum. Olduğum yerde sıçrayıp, sundurmaya doğru koştum. Don Juan’la don Genaro da peşimden seyrettiler. Don Juan, lambasını getirdi. Bir türlü nefesimi düzenleyemiyordum. Daha önce de yapmış olduğum gibi, yüzüm batıya dönük biçimde yerimde koşarak dinginleşmeyi denedim. Kollarımı sarkıtarak yeniden nefes almaya başladım. Don Juan yanıma gelip, bu devinimlerin yalnızca alacakaranlıkta yapılacağını söyledi.
Don Genaro, benim için alacakaranlık olduğunu söyledi; ikisi birden gülmeye başladılar. Don Genaro çalılara doğru koştu, dev bir sapan lastiğiyle fırlatılmışçasına hızla sundurmaya geri döndü. Aynı devinimi üç ya da dört kez yineleyerek yanıma geldi. Don Juan bir çocuk gibi kıkırdayarak, gözlerini dikmiş bana bakıyordu.
Birbirlerine kaçamak nazarlarla baktılar. Don Juan yüksek sesle don Genaro’ya, aklımın tehlikeli olduğunu, yatıştırılmadığı takdirde beni öldürebileceğini söyledi.
“Aman Tanrım!” diye bağırdı don Genaro, kükreyen bir sesle, “Yatıştır şunun aklını!”
Çocuklar gibi şen kahkahalar atarak gülmeye başladılar.
Don Juan beni lambanın altına oturtup, defterimi elime tutuşturdu.
“Bu gece gerçekten de dalga geçtik seninle,” dedi yatıştırıcı bir sesle. “Korkma sakın. Genaro şapkamın altında gizleniyordu.”

Cvp: 3- Işıldayan Varlıkların Gizi

.