İkinci izlenimim ise burnuma bir şeyin giriyor olduğuydu. Etraf çok karanlıktı ve sırtüstü uzanmıştım. Dikilerek oturdum. Neden sonra, la Gorda’nın bir tüyle burun deliklerimin içini gıdıkladığının ayırdına vardım.
Kendimi bitkin ya da yorgun hissetmiyordum. Ayağa fırladım ve ancak ondan sonra evde olmadığımız gerçeğiyle sarsıldım. Bir tepenin, kayalık, bitkisiz bir tepenin üzerindeydik. Bir adım attım, neredeyse yere düşüyordum. Ayağım birinin bedenine takılmıştı. Josefina’ydı bu. Dokunulmayacak kerte sıcaktı. Sanki ateşi çok yükselmişti. Oturtmaya çalıştım, ne var, çok bitkindi. Rosa hemen onun yanındaydı. Onun bedeniyse, tam tersine buz gibi soğuktu. Birini diğerinin üstüne yatırdım. Bu devinim, kendilerine gelmelerine yardımcı oldu.
La Gorda da Lidia’yı bulmuş, onu yürütüyordu. Birkaç dakika sonra hepimiz ayağa kalkmıştık. Evin belki de sekizyüz metre kadar uzağındaydık.
Yıllar önce, don Juan bana bu türden bir deneyim yaşatmıştı, ne var, psikotropik bir bitkinin yardımıyla olmuştu bu. Görünüşe bakılırsa beni uçurmuş ve evinden uzakta bir yere konmuştum. O zamanlar, buna mantık çerçevesi içinde bir açıklama getirmeyi denemiştim, ne var, mantıksal açıklamaların yeri değildi ve yalnızca iki açık kapım kalmıştı: Ya ben o bitkinin psikotropik alkaloitlerinin etkisi altındayken don Juan beni taşımıştı ya da yine aynı alkaloitlerin etkisi altında don Juan’ın bana inanmamı buyurduğu şeye; uçtuğuma inanmıştım.
Bu kez ise uçtuğumu kabullenmekten başka bir çarem kalmamıştı. Şüpheye düşme düşkünlüğü göstermek isteyerek dört kızın beni buraya taşımış olabileceklerini düşündüm. Böylesi saçma bir fikri denetim altına alma becerisini gösteremedim ve kahkahalarla güldüm. Eski hastalığım su yüzüne çıkmıştı. Bir süre için tıkanıp kalan aklım beni yeniden eline geçiriyordu. Onu savunmak istedim. Ya da daha doğru bir deyişle, bölgeye geldiğimden bu yana izlediğim veya yaşadığım akıl almaz olayların ışığında aklım, benim tanımadığım o çok karmaşık bir bütün olan öteki "ben"den bağımsız olarak kendini savunuyordu. Çok ilgili bir izleyicinin gözüyle, aklımın mantıklı gerekçeler aramak için çabaladığına, öte yandan benim daha büyük bir parçamın her şeye açıklık getirmek için pek az çaba gösterdiğine tanık oluyordum.
La Gorda, kızları sıraya soktu. Derken, beni de kendi yanına çekti. Dördü ellerini arkalarında birleştirdiler. La Gorda benim de öyle yapmamı imledi. Kollarımı gerebildiğim kadar gerip, bileklerime olabildiğince yakın yerlerden ellerimle her bir kolumu kavramamı sağladı. Bu, omuzlarımın oynak yerlerinde büyük bir kas baskısı oluşmasına neden oldu. Belim bükülünceye dek sırtımdan öne doğru itti. Derken, alışılmadık bir kuş sesi çıkardık. Bu bir uyarıydı. Lidia yürümeye başladı. Karanlık içinde yaptığı devinimler, bana bir buz dansçısının devinimlerini anımsattı. Hızla ve sessizce yürüdü ve birkaç dakika içinde gözden yitti.
La Gorda, aynı kuş sesini birbiri ardına iki kez daha yineledi, Rosa ve Josefina da tıpkı Lidia gibi devinime geçtiler. La Gorda, bana kendisini yakından izlememi söyledi. Bir kuş sesi daha çıkardı ve ikimiz birden yürümeye başladık.
Bu kerte rahatça yürümemden ötürü şaşkınlığa düşmüştüm. Tüm dengem bacaklarıma yerleşmişti. Ellerimin arkada olması, devinimlerimi engellemişti. Ellerimin arkada olması, devinimlerimi engellemek şöyle dursun, yabansı bir denge oluşturmama yardımcı bile olmuştu. Ne var, beni her şeyin ötesinde şaşırtan şey adımlarımdaki sessizlikti.
Yola ulaştığımızda, olağan bir biçimde yürümeye koyulduk. Karşı yöne doğru giden iki kişinin yanından geçtik. La Gorda onlara selam verdi, adamlar da onu yanıtladı. Eve ulaştığımızda, küçük kız kardeşleri kapının önünde beklerken bulduk. İçeri girmeye cesaret edememişlerdi. La Gorda onlara, benim dostları her ne kadar denetleyemiyor olsam da onların gelip gitmelerini ayarlayabiliyor olduğumu ve dostların artık bizi rahatsız edemeyeceklerini söyledi. Kızlar ona inandı, ne var, o an ben aynı şeyi kendim için söyleyemezdim.
İçeri girdik. Dördü de çok sessiz ve etkili bir biçimde giysilerini çıkarıp soğuk suyla temizlediler ve yeni giysiler giydiler. Ben de aynını yaptım. Don Juan’ın evinde giydiğim eski giysileri giyindim. La Gorda bir kutu içinde getirmişti bunları bana.
Hepimiz yeniden havamızı bulmuştuk. La Gorda’dan, yaptıklarımızı açıklamasını istedim.
"Sonra konuşuruz," dedi kesin bir sesle.
Derken onlara getirdiğim paketlerin hâlâ bagajda durduklarını hatırladım. Hazır la Gorda yemek pişiriyorken bunları dağıtmanın tam zamanı olduğunu düşündüm. Dışarı çıktım, paketleri alıp eve getirdim, masanın üstüne bıraktım. Lidia, armağanların nasıl dağıtılacağına kendisinin önermiş olduğu biçimde karar verip vermediğimi sordu. Ona hoşlarına giden birer armağanı alabileceklerini söyledim. Bunu yapmaktan kaçındı. Pablito ve Nestor’a getirdiklerimin hiç kuşkusuz çok özel şeyler olduğunu, onlara ayırdıklarımınsa sıradan şeyler olduğunu ve bunları kapışırken dövüşeceklerini düşünerek masaya koymak istediğimi söyledi.
"Ayrıca Benigno’ya hiçbir şey getirmedin," dedi Lidia, yanıma yaklaşıp yapay bir ciddiyetle yüzüme baktığı sırada. "Üç kişiye iki armağan vererek Genarolar'ın duygularını zedeleyemezsin."
Hepsi de güldü. Canım sıkıldı. Söylediği her şey doğruydu.
"Çok özensizsin, işte bu nedenle seni hiçbir zaman sevemedim," dedi Lidia gülüşü ağzında donarken. "Beni hiçbir zaman şefkat ya da saygıyla selamlamadın. Ne zaman karşılaşsak beni görmekten memnun oluyormuş gibi yaptın.
Mesafeli ve kibirli selamımı taklit etti. Kim bilir geçmişte kaç kez görmüştü bunu.
"Neden buralarda ne yaptığımı hiçbir zaman sormadın bana?" diye sordu Lidia.
Bu konuyu düşünmek için yazı yazmayı bıraktım. Ona soru sormak hiçbir zaman içimden gelmemişti. Hiçbir özrüm olmadığını söyledim. La Gorda araya girdi ve benim yalnızca şu ya da bu biçimde çekici bulduğum kadınlarla konuşmaya alışkın olduğumu söyledi. La Gorda, Nagual’ın onlara benim doğrudan bir şeyler sormam karşısında yanıtlamalarını, aksi takdirde hiçbir şey dememelerini söylemiş olduğunu ekledi.
Rosa sürekli güldüğüm ve gülünç olmaya çalıştığım için beni sevmediğini söyledi. Josefina ise onu hiç görmemiş olduğum için, salt iş olsun diye benden hoşlanmadığını söyledi.
"Şunu bil ki seni Nagual olarak kabul etmiyorum," dedi Lidia bana. "Çok aptalsın. Hiçbir şey bilmiyorsun. Ben senden çok biliyorum. Sana nasıl saygı duyayım ki?"
Lidia geldiğim yere geri dönebileceğimi, hatta çok istersem kendimi suya atabileceğimi ekledi.
Rosa ve Josefina tek bir sözcük etmedi. Ne var, yüzlerindeki ciddi ve korkutucu anlatıma bakılırsa onların da Lidia’yla aynı fikirde oldukları görülüyordu.
"Bu adam bize nasıl önderlik edebilir ki?" diye sordu Lidia, la Gorda’ya. "O gerçek bir Nagual değil. Bir insan o. Bizi de kendisi gibi salak yapacak."
O konuştukça Rosa ve Josefina’nın yüzlerindeki kötü anlatımın daha katılaştığını gördüm.
La Gorda araya girdi ve bende daha önce "görmüş" olduklarını onlara açıkladı. Bana, onların ağlarına düşmememi önermiş olduğuna göre, onlara da benim ağıma düşmemeyi önerdiğini de ekledi.
Lidia’nın o ilk canlı düşmanlık gösterisinin ardından, la Gorda’nın anlattıklarına bu kerte çabuk uyum gösterebilmesine şaşıp kalmıştım. Bana güldü. Hatta gelip yanıma bile oturdu.
"Sen de bizim gibisin, ha?" diye sordu sesinde bir şaşkınlık titremiyle.
Ne diyeceğimi bilemedim. Kafasını karıştırmaktan korkuyordum.
Lidia, küçük kız kardeşlerin su götürmez biçimde önderiydi. Bana güldüğü an öteki ikisi de aynı havaya girdi.
La Gorda onlara kalemimi, kâğıdımı ve sorduğum soruları kafalarına takmamalarını söyledi, buna karşılık ben de onların yapmaktan en çok hoşnut kaldıkları şeye, düşkünlük göstermelerine ses çıkarmayacaktım.
Üçü de bana yakın oturdular. La Gorda masaya yürüdü, paketleri alıp arabama taşıdı. Lidia’dan geçmişteki uygunsuz davranışlarım nedeniyle özür diledim ve onlardan don Juan’ın çömezi oluşlarının öyküsünü anlatmalarını istedim. İşlerini kolaylaştırmak amacıyla önce ben, don Juan’la nasıl tanıştığımı anlattım. Onların öyküleri, doña Soledad’ın anlatmış olduklarının aynısıydı.
Lidia kendilerinin, don Juan’ın dünyasını terk etmekte özgür olduklarını söyledi. Ne var, onlar kalmayı seçmişlerdi. Özellikle de kendisi, ilk çömez olarak özgürce gitme ayrıcalığına sahip olmuştu. Nagual ve Genaro’nun, kendisini iyileştirmelerinin ardından, Nagual kapıyı göstermiş ve o an orayı terk etmezse kapının kendisine kapanacağını ve bir daha açılmayacağını söylemişti.
"Kapı kapandığında, yazgım da mühürlenmişti," dedi Lidia bana. "Sana da tıpkı böyle oldu. Nagual, sana bir yama ekledikten sonra oradan ayrılma fırsatın olduğunu, ne var, senin bunu kullanmak istemediğini söylediydi."
O özel kararı her şeyden daha canlı biçimde anımsadım. Onlara, don Juan’ın, peşinde bir cadı olduğunu söyleyerek beni nasıl tuzağa düşürdüğünü, bana gitmekte ya da kalıp saldırgana açacağı savaşta ona yardım etmekte özgür olduğuma bildirdiğini anlattım. Sonradan bu saldırganın, onun yandaşı olduğu ortaya çıkmıştı. Onu kendime doğru yönlendirmekle onu don Juan’ın "yaraşıklı düşman" dediği olguya dönüşmesine yol açmıştım.
Lidia’ya geçmişte onların da yaraşıklı düşmanları olup olmadığını sordum.
"Biz senin kadar aptal değiliz," dedi. "Kimse tarafından mahmuzlanmaya gereksinim duymadık."
"Pablito da onun kadar aptal," dedi Rosa. "Onun düşmanı da Soledad. Ne kerte yaraşıklıdır, orası bilinmez. Ama atasözü ne der: koyunun bulunmadığı yerde keçiye...
Kahkahalarla gülüp masaya elleriyle vurdular.
Don Juan’ın üstüme saldığı la Catalina adlı büyücüyü tanıyan olup olmadığını sordum.
Başlarını olumsuzca salladılar.
"Ben tanıyorum," dedi la Gorda ocağın oradan. "Nagual’ın dönemindedir, ne var, otuzunda gösterir."
"Dönem nedir, Gorda?" diye sordum.
Masaya doğru yürüdü, ayağını sıranın üstüne koydu ve çenesini diziyle koluna dayadı.
"Nagual ve Genaro gibi büyücülerin iki dönemi vardır," dedi. Birincisi bizler gibi, insan oldukları dönemdir. Biz de ilk dönemimizdeyiz. Her birimize bir görev verilmiştir ve bu görev insan biçimimizi terk etmemizi sağlar. Eligio, biz beşimiz ve Genarolar aynı dönemdeniz.
"İkinci dönem ise, büyücünün artık insan olmadığı dönemdir, tıpkı Nagual ve Genaro gibi. Bize öğretmenlik etmeye geldiler, işleri bitince de gittiler. Biz onların ikinci dönemiyiz. Nagual ve Catalina tıpkı sen ve Lidia gibidir. Aynı
konumdalar. O da Lidia gibi korkutucu bir büyücü.
La Gorda ocağın yanına döndü. Küçük kız kardeşler sinirli görünüyorlardı.
Lidia, la Gorda’ya, "Bu, o erk bitkilerini tanıyan kadın
olsa gerek," dedi.
La Gorda da öyle olduğunu söyledi. Onlara, Nagual’ın, kendilerine de erk bitkileri verip vermediğini sordum. "Hayır, biz üçümüz almadık," diye yanıtladı Lidia.
Erk bitkileri yalnızca sen ve la Gorda gibi bütünlüğünü yitirmiş insanlara verilir."
"Nagual sana da erk bitkisi verdi mi, la Gorda?" diye sordum, yüksek sesle.
La Gorda iki parmağını yukarı kaldırdı. "Nagual, piposunu iki kez verdi ona," dedi Lidia. "İkisinde de keçileri kaçırdı."
"Ne oldu, Gorda?" diye sordum.
"Keçileri kaçırdım," dedi yeniden masaya doğru yürürken. "Bize erk bitkileri verildi, çünkü Nagual bedenimizi yamalıyordu. Benimki çabucak tuttu, ne var, seninki zordu Nagual senin Josefina’dan daha çılgın, Lidia gibi söz dinlemez olduğunu söyledi, bu nedenle sana daha çok bitki vermesi gerekmişti."
La Gorda, erk bitkilerinin yalnızca sanatlarında ustalığa ulaşmış büyücülerce kullanılabileceğini açıkladı. Bu bitkiler öylesine erk doluymuşlar ki, gerektiği gibi kullanılması için, büyücünün kusursuz dikkatini eksik etmemesi gerekirmiş. Kişinin dikkatini bu düzeye getirmek, tüm bir yaşam boyu sürermiş. La Gorda, bütünlüğe ulaşmış insanların erk bitkilerine gerek duymadıklarını, ne küçük kız kardeşlerin ne de Genarolar’ın bunları hiç yutmadıklarını, ne var, rüya görücüler olarak sanatlarında mükemmelleştiklerinde son ve kesin bir yükselme için kullanacaklarını söyledi; bu öylesine oylumlu bir yükselmeymiş ki, bunu bizim anlamamız olanaksızmış.
"Peki, sen ve ben de alacak mıyız?" diye sordum la Gorda'ya.
"Hepimiz," diye yanıtladı. "Nagual, senin bu noktayı bizlerden daha iyi anlayacağını söyledi.
Bir süre bu konu üstünde düşündüm. Psikotropik bitkilerin bedenimde gerçekten ürkünç bir etkisi olmuştu. Sanki içimde yer alan geniş bir hazneye ulaşmış ve bundan eksiksiz bir dünya oluşturmuşlardı. Bu bitkileri almanın karşılığı, bedensel sağlığımın bozulması ve etkilerini denetlemenin olanaksızlığıyla ödenmişti. Beni hoyrat ve karmaşa dolu bir dünyaya sokmuşlardı. Bu dünyadan yararlanmak için gereken, don Juan’ın deyişiyle denetim ve erkten yoksundum. Bununla birlikte eğer denetim elimde olsaydı, zihin açısından sersemletici sonuçlar da ortaya çıkabilirdi.
"Onlardan kullandım ben," dedi Josefina, birdenbire. "Deliliğim sırasında Nagual, ya iyileşeyim ya da öleyim diye piposunu verdi. Ve iyileştim de!"
"Nagual, Josefina’ya dumancığını gerçekten verdi," dedi la Gorda ocağın oradan ve masaya geldi. "Kendisini, olduğundan da çılgın gösterdiğini biliyordu. Her zaman kafadan biraz çatlaktı, bunun yanı sıra cüretkârdı ve düşkünlük göstermede kimse onunla boy ölçüşemezdi. Kimsenin kendisini rahatsız edemeyeceği ve aklına eseni yapabileceği yerlerde yaşamak isterdi hep. Nagual da dumanından verdi ona ve onu istediği gibi yaşayabileceği bir dünyaya gönderdi. On dört gün yaşadı orada; sıkıntıdan patlayıp geri döndüğünde iyileşmişti. Düşkünlük göstermeyi kesti. Bu da onun ilacıydı."
La Gorda ocağın başına döndü. Kız kardeşler gülüşüp birbirlerinin sırtlarına vurdular.
Derken, Lidia’nın, dona Soledad’ın evinde bana bir çıkın göstermekle kalmayarak üstelik bu çıkının, don Juan’ın piposunu sardığı kumaş olduğu izlenimini yaratmaya çalıştığını anımsadım.
Lidia’ya, bu paketi bana ancak la Gorda’nın önünde verebileceklerini söylediğini anıştırdım.
Küçük kız kardeşler birbirlerine bakıp sonra da la Gorda’ya döndüler. O da başını kımıldattı. Josefina kalkıp ön odaya gitti. Bir süre sonra Lidia’nın bana göstermiş olduğu çıkınla geri döndü.
Mideme, sabırsızlık ve sürpriz nedeniyle bir sancı saplandı. Josefina çıkını özenle masaya, önüme doğru yerleştirdi. Herkes çevreye toplandı. O da Lidia gibi törensel bir biçimde çıkını açmaya başladı. Paket tümüyle açıldığında içindekileri masanın üstüne döktü. Aybaşı bezleriydi bunlar.
Bir an için bocaladım. Ne var, la Gorda’nın diğerlerinden de güçlü patlayan kahkahası öylesine sevimliydi ki dayanamayıp ben de onlara katıldım.
"Bu, Josefina’nın kişisel çıkını," dedi la Gorda. "Senin hırsının üstüne oynayıp, çıkını Nagual’dan sana kalmış bir armağan gibi göstererek seni burada tutmak onun parlak bir fikriydi."
"Ama iyi bir fikirdi, kabul et," dedi Lidia. Çıkını açtığı sırada gözlerimde beliren hırslı bakışı ve açmaktan vazgeçtiği anda gösterdiğim düş kırıklığını imlerle öykündü.
Josefina’ya fikrinin gerçekten parlak olduğunu, sezmiş olduğu gibi işe yaradığını ve o paketi gerçekten çok istediğimi söyledim.
"Çok istiyorsan alabilirsin," dedi ve herkesi güldürdü.
La Gorda, Nagual’ın, Josefina’nın gerçek bir çılgın olmadığını bu nedenle de onu iyileştirmenin gerçekten zor olduğunu başından beri bildiğini söyledi. Gerçek hastalar genelde daha uysal olurmuş. Josefina her şeyin çokça ayırdındaymış ve ele avuca gelmiyormuş. Bu nedenle Nagual’ın onu birçok kez tüttürmesi gerekmiş.
Don Juan bir keresinde aynı deyimi, yani beni tüttürdüğünü bana da söylemişti. Ben de benim görüntümü oluşturmak amacıyla psikotropoik mantarları kullandığımdan söz ettiğine inanmıştım hep.
"Seni nasıl tüttürdü?" diye sordum Josefina’ya. Omuzlarını silkti ve yanıt vermedi.
"Seni nasıl tüttürdüyse öyle," dedi Lidia, "Işıltını senden
çekip aldı ve kendi hazırladığı bir ateşin dumanıyla kuruttu."
Don Juan’ın böyle bir şeyi bana açıklamamış olduğuna emindim. Lidia’ya bu konuda neler bildiğini sordum. La Gorda’ya döndü.
"Duman, büyücüler için çok önemli," dedi la Gorda. "Duman, sis gibidir. Sis çok daha iyidir elbette, ama denetimi zordur. Duman denli kullanışlı değildir. Böylelikle, Josefina ve senin gibi kaprisli ve zor olan, sürekli sallanan insanları görmek isteyen bir büyücü bir ateş yakar ve bırakır dumanı gitsin o kişiyi sarsın diye. Sakladıkları her ne ise dumanla birlikte, ortaya çıkar."
La Gorda, Nagual’ın, dumanı salt insanları görmek için değil, iyileştirmek için kullandığını da söyledi, Josefina’ya duman banyoları uygulamıştı; onu ateşin başında, rüzgârın estiği yönde tutmuş ya da oturtmuştu. Duman genzine kaçmış, onu ağlatmıştı, ne var, rahatsızlığı geçici olmuştu ve kalıcı zarar bırakmamıştı. Öte yandan, ışıltısı yavaş yavaş temizlenmişti.
"Nagual hepimize duman banyosu yaptırdı," dedi la Gorda. "Hele sana, Josefina’dan da fazla. Senin dayanılmaz olduğunu ve Josefina gibi, olmayanı var göstermeye bile yeltenmediğini söyledi."
Her şey birdenbire açıklığa kavuşmuştu. La Gorda haklıydı; don Juan ateşin önüne yüzlerce kez oturtmuştu beni. Duman gözlerimi ve boğazımı öylesine yakmış ve kaşındırmıştı ki onu ne zaman kuru yaprak ve dal toplarken görsem korkuya kapılırdım. Gözlerim kapalıyken solumamı denetlemeyi ve dumanı hissetmeyi öğrenmem gerektiğini söylerdi; bu yolla, tıksırmadan soluk alabilirmişim.
La Gorda, dumanın Josefina’nın hava gibi hafif ve akışkan olmasına ve bunun yanı sıra, hiç kuşkusuz benim de delilikten kurtulmama yardımcı olduğunu söyledi.
"Nagual, dumanın sendeki her şeyi çekip çıkardığını söyledi," diye sürdürdü la Gorda. "Seni duru ve dolaysız kılmış." Ona, kişinin sakladıklarının duman yoluyla nasıl dışarı
çıkarılacağını bilip bilmediğini sordum. Bunu kolaylıkla yapabileceğini çünkü biçimini yitirmiş olduğunu söyledi. Ne var, kız kardeşler ve Genarolar, Nagual ve Genaro’yu birçok kez izlemiş olmalarına karşın henüz yapamazlarmış.
Don Juan’ın, beni bir balık gibi yüzlerce kez tütsülemiş olmasına karşın bu konudan neden hiç söz etmediğini merak etmiştim.
"Etti," dedi la Gorda o alışılmadık inandırıcılığıyla. "Nagual sana bile öğretti. Bize, bir keresinde dağlarda koskoca bir yeri tüttürdükten sonra, manzaranın arkasındakileri gördüğünü söyledi. Öyle ki, kendisi bile büyülenmiş."
O güçlü görsel bozukluğu, çok koyu bir sisle elektrik fırtınasının birlikte neden olduklarını düşündüğüm o sıradan sanrıyı anımsadım. Onlara bu serüveni anlattım ve don Juan’ın hiçbir zaman bana doğrudan sisi ya da dumanı öğretmediğini ekledim. Tüm yaptığı, ateş yakmak ya da beni sisin içine sokmaktı.
La Gorda hiçbir şey söylemedi. Ayağa kalktı ve ocağa doğru yürüdü. Lidia kafasını sallayıp dilini çıklattı.
"Çok aptalsın," dedi. "Nagual her şeyi öğretti sana. Bize biraz önce anlattıklarını nasıl gördün sanıyorsun ki?"
Öğretme anlayışlarımız arasında bir uçurum vardı. Bildiğim bir şeyi onlara öğretecek olsaydım, örneğin araba kullanmayı öğretmek isteseydim, adım adım ilerleyerek sürecin tüm aşamalarının anlaşıldığından emin olmak isteyeceğimi anlattım onlara.
La Gorda masaya döndü.
"Senin söylediğin, büyücü tonalla ilgili bir şey öğrettiğinde geçerlidir," dedi. "Büyücü, nagualla ilgileniyorsa savaşçıya bilgiyi vermelidir, bu da ona gizemleri göstermek anlamına gelir. Tüm yapacağı da budur. Gizemleri alan savaşçı kendisine gösterileni uygular ve bilgiyi erk olarak talep eder.
"Nagual sana tümümüze gösterdiği gizemden daha fazlasını gösterdi. Ne var, tembelsin sen, tıpkı Pablito gibi ve kafanın karışmasını yeğliyorsun. Tonal ve nagual iki ayrı dünya. Birinde konuşursun. İkincisinde ise eylemlerde bulunursun."
O konuşurken, sözleri tümüyle anlam kazandı. Neden söz ettiğini biliyordum. Ocağın başına gitti, bir çanağın için
de bir şeyler karıştırdı ve geri döndü.
"Neden bu kerte salaksın sen?" diye sordu Lidia açıkça. "Boş o," diye yanıtladı Rosa.
Beni ayağa kaldırıp, gözlerini şaşılaştırmak için zorlanarak bedenimi taradılar. Hepsi de göbek deliğime dokundu. "Peki, neden hâlâ boşsun?" diye sordu Lidia.
"Ne yapılması gerektiğini biliyorsun, değil mi?" diye ekledi Rosa.
"Çılgındı," dedi onlara Josefina. "Hâlâ da çılgın olmalı." La Gorda yardımıma koşup onlar neden biçimlerini yitirmedilerse benim de o nedenle boş olduğumu söyledi. Tümümüz de gizliden gizliye, nagual dünyasına girmek istemiyorduk. Korkuyorduk ve önyargılarımız vardı. Kısacası, hiçbirimiz Pablito’dan daha iyi değildik.
Tek bir söz bile edemediler. Üçü de oldukça rahatsız olmuşa benziyordu.
"Zavallı küçük Nagual," dedi Lidia bana, sesinde gerçek bir ilgi titremiyle. "Sen de en az bizim kadar korkmuşsun. Ben, sert insanı oynuyorum; Josefina, çılgını; Rosa, huysuzu ve sen de aptalı."
Gülüştüler ve geldiğimden bu yana ilk kez dostluk belirtileri gösterdiler. Sarıldılar, ellerini omzuma koydular.
La Gorda tam karşıma oturdu, küçük kız kardeşler de onu çevrelediler. Benim yüzüm hepsine dönüktü.
"Geçen gece olanlardan söz edebiliriz artık," dedi la Gorda. "Nagual, dostların son saldırılarının ardından hâlâ yaşıyorsak bir daha asla eskisi gibi olmayacağımızı söyledi. Dostlar bu gece bir şeyler yaptı. Bizi uzağa savurdular."
Yavaşça yazı tahtama dokundu.
"Çok özel bir geceydi bu gece senin için," diye sürdürdü. "Bu gece dostlar da dahil hepimiz sana yardım etmek için birlikte çalıştık. Nagual bunu beğenirdi. Bu gece tümüyle gördün."
"Öyle mi," diye sordum.
"İşte yine başladın," dedi Lidia ve herkes güldü. "Görmem hakkında konuşsana, Gorda," diye direttim.
"Salak olduğumu biliyorsun. Aramızda anlaşılmadık hiçbir şey kalmasın."
"Pekâlâ," dedi. "Ne söylemek istediğini anlıyorum. Bu gece küçük kız kardeşleri gördün."
Onlara, don Juan ve don Genaro tarafından gerçekleştirilen inanılmaz olaylara da tanık olduğumu söyledim. Onları da, kız kardeşleri gördüğüm denli açık seçik görmüştüm, yine de don Juan ve don Genaro her seferinde görmediğim hükmüne varmışlardı. Küçük kız kardeşlerin eylemlerinin, eskileriyle ne gibi farklar gösterdiğini belirlemekten yoksundum.
"Yani, dünyanın bağlarına nasıl tutunduklarını görmedin mi demek istiyorsun?" diye sordu.
"Hayır, görmedim."
"Dünyalar arasındaki yarıktan geçtiklerini de mi görmedin?"
Ne gördüysem anlattım onlara. Sessizlik içinde dinlediler. Anlatımın sonunda, la Gorda ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
"Ne acı!" diye ünledi.
Ayağa kalktı, masanın çevresini dolanıp bana sarıldı. Gözleri parlak ve dingindi. İçinde bana karşı kötülük taşımadığını biliyordum.
"Senin tıkanıklığın bizim yazgımız," dedi. "Ama yine de bizim Nagual’ımızsın sen. Kötü fikirlerle yoluna engel koymayacağım. En azından, bundan emin olabilirsin."
İçten olduğunu biliyordum. Yalnızca don Juan’da gördüğüm bir düzeyden konuşuyordu. Halini, insan biçimini yitirmenin bir ürünü olarak defalarca açıklamıştı; biçimi olmayan bir savaşçıydı aslında. Ondan gelen derin bir sevecenlik dalgası her yanımı kaplamıştı. Ağlamak üzereydim. Onun inanılmaz bir savaşçı olduğunu düşündüğüm sırada bana tuhaf bir şey oldu. Bunu doğruya en yakın biçimde açıklamak için sanki kulak zarlarım patladı demek yanlış olmaz. Ne var, bu patlamayı tüm bedenimde, özellikle de göbeğimin hemen altında kulaklarıma oranla daha da belirgin biçimde hissettim. Bu patlamanın ardından her şey duruluk kazandı; sesler, görüntüler, kokular. Derken, yabansı biçimde işitme yetimi bozmayan bir vınlama hissettim. Ne kerte yüksek olursa olsun, öteki seslerin duyulmasını engellemiyordu. Sanki bu vınlamayı kulaklarımla değil de bedenimin bir başka yanıyla duyuyordum. Sıcak bir elektrik tüm bedenimde dolaştı. Derken, hiç görmediğim bir şeyi anımsadım. Sanki dünya dışı bir bellek beni eline geçirmişti.
Lidia’nın duvar üzerinde yürürken yatay duran, iki kırmızımsı ipe tutunduğunu anımsadım. Aslında yürümüyordu; ayaklarıyla tuttuğu kalın bir çizgi yumağı üzerinde kayıyordu. Kırmızımsı iplere tutunma çabasıyla ağzından nefes alarak ter döktüğünü gördüğümü anımsadım. Gösterisinin sonuna doğru dengemi yitirmemin nedeniyse, onu yüksek bir hızla odayı fır dönen bir ışık olarak görmemden dolayı kendimi zayıf hissetmemdi; bu devinim beni göbeğimden çekip düşürmüştü.