Bir an dört edimi koordine ederek sürdürmek için bocaladım, sonra birden dere yatağının ortasında koyu renkli bir leke şekillendi. Ansızın onu alışmış olduğum biçimde görmediğimi kavradım. O koyu renkli leke daha ziyade bir izlenim, bir tür görsel bozulmaydı. Denetimimi yitirmeye başladığım an leke yok oluverdi. Dört edimi denetim altında tuttuğum sürece ancak benim sezgi alanıma giriyordu o. Don Juan’ın bana sayısız kereler benzer bir çalışma yaptırmış olduğunu anımsadım. Küçük bir kumaş parçasını, dağlardaki arka planı dere yatakları ve yamaçlarla kaplı olan belirli bir jeolojik oluşumla bir hizaya gelecek şekilde bir çalılığın alçak dallarından birine asarak sık sık uygulattığı bir alıştırma vardı. Don Juan beni o kumaş parçasından otuz metre kadar uzakta oturtur ve o kumaş parçasının asılı olduğu çalılığın alçak dalları arasından baktırarak bunun bende özel bir sezgisel etki yaratmasını sağlardı. Söz konusu jeolojik oluşumdan hep bir parça daha koyu renkte olan, bakmakta olduğum o kumaş parçası, önceleri o oluşumun bir parçası gibi görünürdü. Burada amaç benim sezgimin onu çözümlemeye çalışmaksızın onunla oynamasıydı. Yargıda bulunmayı kesemediğimden ötürü her defasında başarısız kalmıştım ve zihnim de sürekli olarak hayali algılamalarıma ilişkin birtakım ussal kurgulara saplanıp kalmıştı.
Bu defa kurgulara, yorumlara gereksinme duymamıştım. La Gorda, don Juan’ın muhakkak olduğu gibi bilinçaltımdan kavgalaşmamı icap ettirici buyurgan bir insan değildi.
Sezgi alanımdaki koyu renkli leke giderek nerdeyse kapkara olmuştu. La Gorda’nın omzuna dayanarak ona bildirmek istedim. La Gorda kulağıma fısıldayarak gözkapaklarımı oldukları durumda muhafaza etmemi ve karnımdan sakince solumamı söyledi. Lekenin beni çekmesine izin vermemeli, ama ağır ağır ona doğru gitmeliymişim. Kaçınılması gereken şey deliğin büyümesine ve ansızın beni yutuvermesine izin vermekmiş. Şayet bunu önleyemez isem, derhal gözlerimi açmalıymışım.
La Gorda’nın dediği şekilde nefes alıp vermeye koyuldum ve böylece gözkapaklarımı uygun bir açıklıkta sabit olarak tutabildim.
O durumda uzun bir süre kaldım. Sonra normal şekilde solumaya başladığımı ve bunun o koyu renkli lekeyi algılayışımı bozmadığını bulguladım. Ne var, birden leke devinmeye, zonklamaya, ve ben daha soluk alış verişimi tekrar dinginleştirmeye fırsat bulamadan, kara leke öne doğru hareket ederek beni içine aldı. Çılgına dönerek gözlerimi açtım.
La Gorda uzağa sabit bakma alıştırması yapmakta olduğumuzu onun için önermiş olduğu biçimde soluk alıp vermem gerektiğini söyledi. Alıştırmaya tekrar başlamamda diretti. Nagual'ın, o noktaya bakarak ikinci dikkatlerini toplayabilmeleri amacıyla her defasında onları bütün gün boyunca oturtmuş olduğunu anlattı. Nagual onları sık sık, o leke tarafından yutulmanın tehlikelerini hatırlatarak uyarmış, zira o sırada beden çok zarar görürmüş.
La Gorda’nın arzuladığı biçimde davranabilmem bir saat kadar almıştı. O kahverengi lekenin üzerine zumlanıp onun içine dikkatle bakabildiğim zaman algı alanım içindeki leke ansızın ışıklanıveriyordu. İçimdeki bir şeyin imkânsız bir edimde bulunduğunu giderek daha açık bir şekilde kavradım. Gerçekten de o lekeye doğru yaklaşmakta olduğumu duyumsuyordum; böylece, onun netleştiği izlenimini ediniyordum. Sonra ona öylesine yaklaşmıştım ki, üzerindeki kayalar ve bitkiler gibi ayrıntıları ayrımsayabilmiştim. Hatta daha da yaklaşıp ordaki kayalardan birinin üzerindeki tuhaf bir oluşuma dahi bakabilmiştim. Kabaca yontulmuş bir sandalyeye benziyordu. Çok hoşuma gitmişti bu; öbür kayalar ona nazaran daha donuk ve daha az ilginç görünüyorlardı.
Ona ne kadar sabit baktığımı bilmiyorum. Kayanın her bir ayrıntısına odaklanabiliyordum. Bu sonu gelmez bir şeydi ve kendimi ilelebet onun ayrıntıları içinde yitirebilirmişim gibi gelmekteydi. Ne var ki, bir şey onu görmemi engelledi; kayanın üzerinde başka bir tuhaf imge belirdi, sonra bir başkası ve gene bir başkası. Araya giren bu imgeler keyfimi kaçırmıştı. Tam o esnada la Gorda’nın arkamdan başımı bir sağa bir sola doğru devindirdiğini fark etmiştim. Birkaç saniye içinde sabit bakmadaki konsantrasyonum tamamıyla bozulmuştu.
La Gorda gülerek Nagual’ı niçin o denli aşırı bir şekilde tasalandırmış olduğumu anladığını söyledi. O da haddinden fazla düşkünlük gösterdiğimi kendi gözleriyle görmüştü. Yanımdaki direğe dayanarak oturdu ve kendisiyle küçük kız kardeşlerin Nagual’ın erk yerine sabit bakacaklarını söyledi. Ardından keskin bir kuş çığlığı attı. Bir süre sonra küçük kız kardeşler evden çıkarak onunla sabit bakmak için yanımıza oturdular.
Onların sabit bakmadaki uzlukları aşikârdı. Bedenleri yabansı bir bükülmezliğe büründü. Hiç soluk almıyor gibiydiler. Onların hareketsizliği bulaşıcıydı ki bir süre sonra bende kendimi onlar gibi gözlerim yarı aralık tepelere bakarken buldum.
Sabit bakma gerçekten gözlerimi kimi gerçeklere açmıştı. Sabit bakmayı uygularken, don Juan’ın kimi önemli öğretilerini de işin içine katıyordum. La Gorda bu görevi oldukça belirsiz bir tarzda tanımlamıştı. "Onun üzerine zum yaparak" deyişi bir işlevin tanımından ziyade bir buyruğa benziyorduysa da, bir temel gereksinme yerine getirildiği takdirde gene de bir tanım sayılırdı; don Juan o gereksinmeye içsel söyleşinin durdurulması adını vermekteydi. La Gorda’nın sabit bakmaya ilişkin ifadelerinden, don Juan’ın onlara sabit bakmayı uygulatmada amaçladığı etkinin onlara içsel söyleşilerini kesmeyi öğretmek olduğu aşikârdı. La Gorda bunu "düşüncelerin dinginleştirilmesi" şeklinde ifade etmişti. Don Juan bana bu aynı şeye ulaşmayı öğretmişti, ama bunu yaparken karşıt bir yöntem izlemişti; sabit bakıcıların yaptıkları gibi bakışlarımı odaklamak yerine, gözlerimi açmayı ve bilinçliliğimi hiçbir şey üzerinde odaklamayarak doldurmayı öğretmişti. Gözlerimi hiçbir şey üzerinde odaklamaksızın ufuk çizgisinin hemen üzerinde tutarken, önümde 180 derecelik bir erim içindeki her şeyi ayırt etmek ya da hissetmek zorundaydım.
Benim için sabit bakma çok zor bir işti, zira benim öğrendiğim şeyin tersini gerektirmekteydi. Ben sabit bakmaya çalıştıkça, eğilimim hep açılmak şeklinde olmaktaydı. Oysa o eğilimi denetim altında tutmak için harcadığım çaba düşüncelerimi unutmama yol açmaktaydı. İçsel söyleşilerimi keser kesmez de, la Gorda’nın tanımladığı biçimde sabit bakmak zor gelmiyordu.
Don Juan her fırsatta büyücülüğün temel özelliğinin içsel söyleşilerin durdurulması olduğunu söylerdi. La Gorda’nın iki dikkat alanına ilişkin bana yaptığı açıklamalar açısından, içsel söyleşilerin durdurulması, tonal dikkatinin kesilmesi ediminin gayet isabetli bir tanımlama biçimi olmaktaydı.
Don Juan da içsel söyleşilerimizi durdurduğumuz takdirde dünyayı da durdurmuş olacağımızı söylemişti. Bu da, ikinci dikkatimizi odaklama hayret verici sürecinin gayet isabetli bir tanımlaması olmaktaydı. Don Juan içimizdeki bir yanımızın ondan korktuğumuz için her daim kilitli olarak tutulmakta olduğunu ve ussallığımızın o yanımızı deli bir akrabamız gibi bir mahzende kilitli tuttuğunu söylemişti. La Gorda’nın diliyle, o yanımız bizim ikinci dikkatimizdi, ve sonunda bir şey üzerinde odaklanabildiği zaman, dünya duruyordu. Bizler, sıradan insanlar olarak, sadece tonal dikkatini
bilmekteyizdir; o dikkatin kesilmesi halinde dünyanın gerçekten durduğunu ileri sürmek pek mantıksız bir şey değildir. Zira o zaman dünya gerçekten durmak zorundadır. Vahşi, terbiye edilmemiş ikinci dikkatimizin odaklanması kuşkusuz dehşet vericidir. Don Juan o deli akrabanın üzerimize çullanmasını önlemek için tek çare sonu gelmez içsel söyleşileri kendimize kalkan etmektir derken çok haklıydı.
La Gorda ile küçük kız kardeşler belki de otuz dakikalık sabit bakmadan sonra ayağa kalktılar. La Gorda başıyla onları izlememi imledi. Hepsi birden mutfağa girdiler. La Gorda oturmam için bir tabureyi gösterdi. Kendisinin Genaroları karşılamak ve onları eve getirmek için yola çıkacağını söyledi. Sokak kapısından çıkarak gitti.
Küçük kız kardeşler etrafımı sararak oturdular. Lidia, ona sormak istediğim her şeyi yanıtlayabileceğini söyledi. Ben de ona, don Juan’ın erk noktasına sabit bakmayı nasıl yaptığını sordum, ama ne dediğimi anlayamadı.
"Ben bir uzaklar ve gölgeler bakıcısıyım," dedi. "Ben bakıcı olduktan sonra Nagual beni sil baştan başlattı ve bu defa yaprakların, bitkilerin, ağaçların ve kayaların gölgelerine bakmamı istedi. Şu anda artık hiçbir şeye bakmıyorum; sadece onların gölgelerine bakıyorum. Işık namına bir şey olmasa bile, gölge vardır gene; geceleri bile gölge mevcuttur. Ben bir gölge bakıcısı olduğumdan, aynı zamanda bir uzak bakıcısıyım da. Uzaktaki gölgelere bile sabit bakabilirim ben.
"Sabahleyin erken saatlerde gölgeler çok bir şey anlatmaz. Gölgelerin istirahat zamanıdır çünkü. Onun için günün erken saatlerinde gölgelere sabit bakılması bir fayda sağlamaz. Sabahleyin saat altıda gölgeler uyanırlar ve en iyi durumlarına öğleden sonra saat beşte ulaşırlar. O zaman artık iyice uyanmışlardır."
"Gölgeler ne anlatır sana?"
"Bilmek istediğim her şeyi. Sıcaklıkları, soğuklukları, olduğundan ya da devindiklerinden ya da ne bileyim, renkli olduklarından dolayı her bir şeyi söylerler bana. Gerçi henüz renklerin ve sıcakla soğuğun anlattığı her şeyi bilecek aşamaya erişemedim. Nagual onları kendim öğreneyim istiyor."
"Nasıl öğreniyorsun?"
"Rüya görme sırasında. Rüya görücülerin rüya görmeleri için sabit bakmaları, sonra da sabit bakma sırasında rüyalarını aramaları şarttır. Örneğin, Nagual beni kayaların gölgelerine sabit baktırırdı, sonra rüya görme sırasında o gölgelerin aydınlık olduklarını görürdüm, böylece ondan sonra da bulana dek gölgelerin içinde aydınlığı arardım. Sabit bakmayla rüya görme birlikte yürütülür. Gölgeleri rüya görmede bulabilmem için uzun süre gölgelere sabit bakmam gerektiydi. Sonra da, ikisini birleştirebilmem ve rüya görme sırasında görmüş olduğum şeyi gölgelerin içinde gerçekten görebilmem için gene uzun süre rüya görme ve sabit bakma çalışması yapmam gerekti. Anlıyor musun? Her birimiz aynı şeyi yapıyor. Rosa’nın rüya görmesi ağaçlarla ilgili, zira o bir ağaç bakıcısı; Josefina’nınkiyse bulutlarla ilgili zira bir bulut bakıcısı o. Onlar, rüya görme sırasında eşleştirene dek ağaçlara ve bulutlara bakarlar."
Rosa ile Josefina onaylarcasına başlarını salladılar.
"Ya la Gorda ne yapar?" diye sordum.
"Pirelere bakar o," dedi Rosa, sonra hep birlikte güldüler.
"La Gorda pireler onu ısırsın istemez hiç," diye açıkladı Lidia. "O biçimsiz olduğundan her şeye sabit bakabilir, ama bir yağmur bakıcısıydı eskiden."
"Ya Pablito neye bakar?"
"Kadınların apış aralarına bakar," diye yanıt verdi Rosa yüzü tamamıyla ifadesiz.
Hepsi güldüler. Rosa sırtıma bir tokat aşk etti.
"Sanırım sırf senin ortağın olduğu için sana çekmiş adamcağız," dedi.
Bir yandan gülüyorlar bir yandan da masayı yumruklayarak ayaklarıyla tabureleri sallıyorlardı.
"Pablito bir kaya bakıcısı," dedi Lidia. "Nestor yağmur ve bitki bakıcısı, Benigno ise bir uzak bakıcısı. Ama bana artık bakma konusundan söz etme, zira sana biraz daha anlatırsam erkimi merkimi yitiririm."
"Ya la Gorda nasıl anlatabiliyor bana her şeyi?"
"La Gorda biçimini yitirmiş de ondan," diye yanıt verdi Lidia. "Ben de kendi biçimimi yitirince inan ki her bir şeyi anlatacağım sana. Ama o zaman da sen dinlemek istemeyeceksin. Şimdi merak ediyorsun zira sen de bizim gibi salaksın. Biçimimizi yitirdiğimiz gün salaklığımız da son bulacak."
"Bütün bunları bildiğin halde niçin bu kadar çok soru soruyorsun?" diye Rosa sordu.
"O da bizim gibi de ondan," dedi Lidia. "Gerçek bir nagual değil o. Hâlâ bir adam."
Sonra dönüp bana baktı. Bir an için yüzünde bir katılık sezdim, bakışları delici ve soğuktu, ama benimle konuştukça ifadesi yumuşadı.
"Senle Pablito ortaksınız," dedi. Onu gerçekten seviyorsun, değil mi?"
Onu yanıtlamadan önce bir an düşündüm. Pablito’ya itimadımın tam olduğunu söyledim ona. Adını koyamamama rağmen kendimi ona çok yakın hissettiğimi anlattım.
"Onu çok sevdiğin için adamın ahlâkını bozdun sen," dedi sesinde suçlayıcı bir titremle. "Senin atladığın o dağ tepesinde, o kendi başına ikinci dikkatine ulaşmaktaydı ama sen onu seninle atlamaya zorladın."
"Sadece kolunu tuttuydum ben," diye karşı çıktım.
"Bir büyücü bir başka büyücünün kolunu tutmaz," dedi Lidia. "Her birimiz kendimize yeteriz de artarız bile. Bizim üçümüzün yardımına ihtiyacın yok senin. Sadece, görebilen ve biçimsiz bir büyücü yardım edebilir. Sizin atladığınız o dağ tepesinde senin önce atlaman gerekiyordu. Oysa Pablito sana bağlanmış durumda. Sanırım sen bize de aynı şekilde yardım etmeye niyet etmiştin. Tanrım, seni düşündükçe daha da düşüyorsun gözümden."
Rosa ile Josefina mırıldanarak ona katıldıklarını belirttiler. Rosa ayağa kalktı ve öfkeli gözlerle karşımda durdu. Onlarla ne yapmaya niyet ettiğimi bilmek istediğini söyledi. Ben de pek yakında ordan ayrılmaya niyetli olduğumu söyledim. Bu son sözüm onları sarsmışa benziyordu. Hepsi birden konuşmaya başladılar. Lidia’nın sesi ötekilerinkileri bastırmaktaydı. Ayrılma vaktinin bir gece önce olduğunu, benim kalmaya karar verdiğim anı lanetle andığını söylemekteydi. Josefina bana hitaben ağza alınmaz küfürler sarf ediyordu.
Birden ürperdim ve ayağa kalkarak benim olmayan bir sesle bağırarak onları sükûnete davet ettim. Dehşet içinde bana bakıyorlardı. Heyecansız görünmeye gayret ettim ama onları ürküttüğüm kadar kendimi de ürkütmüş olmalıydım.
O anda la Gorda, ön odada saklanarak kavga çıkarmamızı bekliyormuşçasma mutfaktan çıkageldi. Bizi birbirimizin ağına düşmememiz için uyarmış olduğunu söyledi. Sanki biz çocuklarmışçasına bizi azarlaması epey güldürdü beni. Birbirimize saygı göstermemiz gerektiğini, savaşçılar arasında saygının en hassas bir konu olduğunu söyledi. Küçük kız kardeşler kendi aralarında bir savaşçı gibi davranmayı bilmekteymişler, Genarolar da kendi aralarında öyle davranmaktaymışlar, ama ben onların grubuna katıldığım zaman, hepsi de savaşçı bilgilerini unutup ahmaklar gibi davranmaktaymışlar.
Yerlerimize oturduk. La Gorda yanıma oturdu. Kısa bir sessizlikten sonra Lidia benim onlara Pablito’ya yapmış olduğum şeyin aynısını yapacağımdan korktuğunu söyledi. La Gorda gülerek benim kimseye o şekilde yardım etmeme izin vermeyeceğini bildirdi. Ben de ona Pablito’ya yapmış olduğum şeyde ne yanlışlık olduğunu anlayamadığımı söyledim. Yapmış olduğum şeyin bilincinde değildim, zaten Nestor bana anlatmış olmasaydı, Pablito’yu kolundan tutmuş olduğumu asla bilmeyecektim. Hatta acaba Nestor olayı bir parça abartmış mıdır, ya da bir hata mı yapmıştır diye bile düşünüyordum.
La Gorda Tanığın öyle aptalca bir hata yapmayacağı gibi abartma mabartma da yapmayacağını, Tanığın aralarındaki en yetkin savaşçı olduğunu söyledi.
"Büyücüler birbirlerine, senin Pablito’ya ettiğin gibi yardım etmezler," diye sürdürdü. "Sen sokaktaki bir adam gibi davrandın. Nagual hepimize savaşçı olmayı öğrettiydi. Bir savaşçının kimseye şefkat duymayacağını söylediydi. Nagual’a göre, birisine karşı şefkat duyulması, o kimsenin senin gibi olmasını istemekle, onu kendi yerine koymakla eşanlamlıydı, sen de işte bu amaçla ona yardım ettiydin. Sen bunu Pablito’ya yaptın. Bir savaşçı için bu dünyada en zor şey onun başkalarının işine karışmamasıdır. Ben öyle şişmanken Lidia ile Josefina yeterince yemek yemiyorlardı. Ben de onlar hastalanacaklar, gıdasızlıktan ölecekler diye korkuyordum. Onların kilo almaları için elimden geleni yapıyordum ve bunu da onlara iyilik olsun diye yaptığıma inanıyordum. Bir savaşçının kusursuzluğu başkalarının kendi başlarına karar verip onları istedikleri gibi olmakta serbest bırakmaktır."
"Ama ya onlar kusursuz savaşçılar değillerse?"
"O takdirde sen kendin kusursuz olacaksın ve bir kelime dahi söylemeyeceksin," diye yanıt verdi la Gorda. "Nagual, sadece görebilen ve biçimsiz bir büyücünün bir kimseye yardım etme durumunda olabileceğini söylerdi. İşte o nedenle bize yardım etti ve bizi şimdiki konumumuza getirdi. Sokak sokak dolaşıp rastladığın her kimseye yardım edebileceğini düşünmüyorsun herhalde, he?"
Don Juan’ın zaten beni, başkalarına hiçbir şekilde yardım edemeyeceğim şeklindeki içinden çıkılmaz durumla karşı karşıya getirmişliği vardı. Gerçekten de, onun anlayışına göre, bizim tüm yardım etme çabalarımız salt kendi çıkarlarımızca güdümlenen keyfi bir edimdi.
Bir gün don Juan’la kentteydim, kaldırımın ortasındaki bir salyangozu aldım ve kimi bitkilerin arasına güvenli bir şekilde gizledim. Onu kaldırımın ortasında bırakmış olsaydım, eminim ki er geç insanlar onu ezip geçeceklerdi. Onu emin bir yere kaldırarak onu kurtardığımı düşünmüştüm.
Don Juan, iki önemli olasılığı hesaba katmamış olduğumdan dolayı bu faraziyemin geçersiz olduğunu söyledi. Birincisi, salyangozun, onu arasına koyduğum bitkinin zehirli yapraklarından dolayı kesin bir ölümden kurtulmuş olabileceği, İkincisi de salyangozun kaldırımı kendi başına geçebilecek denli kişisel erke sahip olduğu olasılığıydı. Ben araya girerek salygangozu kurtarmış olmuyor, tersine, onun zorluk larla kazanmış olduğu bir şeyi yitirmesine neden oluyordum.
Bunun üzerine ben salyangozu alıp tekrar, bulduğum yere koymak istedim, ama don Juan buna izin vermedi. Bir sersem kafanın onun yolunu değiştirmiş ve onun yaşamının akışını değiştirmiş olmasının salyangozun kaderi olduğunu söyledi. Onu, koymuş olduğum yerde bırakırsam, gitmek istediği yere gidebilmeye yeterli erki yeniden toplayabilmesi mümkünmüş.
Onun ne demek istediğini anladığımı düşünmüştüm. Aşikâr ki onun söylediklerine sadece sığ bir şekilde katılmıştım. Benim için en zor şey başkalarının kendi bildiklerince yaşamalarına izin vermekti.
Onlara bu öykümü anlattım. La Gorda sırtımı tıpışladı.
"Hepimiz fena durumdayız zaten," dedi. "Beşimiz de anlamak istemeyen boktan kişileriz. Ben çirkin yanlarımın çoğundan kurtulduydum, ama henüz hepsinden değil. Çok yavaş ilerliyoruz, Genarolara kıyasla kasvetli ve baskıcıyız. Genaroların hepsi de tıpkı Genaro gibiler; onların boktan yanları iyice azalmış."
Küçük kız kardeşler onaylarcasına başlarını salladılar.
"En çikrinimiz de sensin," dedi Lidia bana dönerek. "Sana kıyasla o kadar kötü sayılmayız biz."
La Gorda kıkırdayarak gülerken bacağıma dokundu—Lidia’nın fikrine katılmamı istiyor gibiydi. Ben de öyle yaptım, hepsi de çocuklar gibi güldüler.
Uzun bir süre sessiz kaldık.
"Sana söylemek zorunda olduğum şeylerin sonuna geliyorum," dedi la Gorda ansızın.
Sonra hepimizi ayağa kaldırdı. Bana Toltec savaşçısının erk duruşunu göstereceklerini söyledi. Lidia benim sağımda yüzü bana dönük durdu. Sağ eliyle, aya ayaya gelecek şekil de elimi kavradı, ama parmaklarımızı birbirlerine kenetlememiştik. Sonra kolumu sol koluyla dirseğimin hemen üze rinden kancalayarak beni göğsüne bastırıp sıkıca tuttu. Josefina aynı şeyleri sol tarafımdan yaptı. Rosa benimle yüz yüze durarak kollarını koltuk altlarımdan geçirdi ve elleriyle omuzlarımı kavradı. La Gorda arkamdan yanaşarak kollarıyla belimi sardı ve ellerini göbeğimin üzerinde kenetledi.
Hepimiz aşağı yukarı aynı boyda olduğumuzdan başlarını benimkine bastırabiliyorlardı. La Gorda sol kulağımın ardından gayet yumuşak ama hepimizin onu işitebilecği kadar yüksek bir sesle konuşmaktaydı. Hiç kimse ya da hiçbir şey bizi dürtmeksizin ikinci dikkatimizi Nagual’ın erk yerine koymaya çalışacağımızı söyledi. Bu defa bize yardımcı olacak herhangi bir öğretmen, bizi mahmuzlayacak herhangi bir dost olmayacakmış. Biz oraya sırf istencimizin gücüyle gidiyormuşuz.
Ne yapmam gerektiğini ona sormak için engelleyemediğim bir istek duydum. La Gorda bana ikinci dikkatimi sabit bakmış olduğum şeyin üzerinde odaklamam gerektiğini söyledi.
İçinde bulunduğumuz bu özel düzenin bir Toltec erk duruşu olduğunu açıkladı. O anda ben dünyanın dört bucağının merkezindeki bağlayıcı güçtüm. Lidia doğu, yani Toltec savaşçısının sağ elinde tuttuğu silahtı; Rosa kuzey, yani savaşçının önüne koşulmuş kalkandı; Josefina batı, yani savaşçının sol elinde tuttuğu peri tuzağıydı; la Gorda ise güney, yani savaşçının içinde erk nesnelerini sakladığı sırtındaki sepetti. La Gorda her savaşçının doğal duruşunun kuzeye dönük olarak durmak olduğunu söyledi. Zira sağ elindeki silahını doğuya doğru tutması gerekiyormuş. Ne var ki bizim yüzümüzü döneceğimiz yön, hafifçe doğuya dönük olarak güneşmiş; bu nedenle, Nagual’ın gerçekleştirmemiz amacıyla bize bırakmış olduğu erk edimi, yön değiştirmekten ibaretmiş.
La Gorda, Nagual’ın bize yapmış olduğu ilk şeylerden birisinin gözlerimizi güneydoğuya bakacak şekilde çevirmek olduğunu bana hatırlattı. O sırada girişeceğimiz işi başarabilmemiz için bizim ikinci dikkatimizi ayartma yöntemiydi bu onun. Bunu başarabilmenin iki yöntemi vardı. Birincisi, hepimizin, beni eksen olarak kullanıp yüzümüzü güneye dönük olarak tutmak için dönmemiz ve bunu yaparken her birisinin temel değer ve işlevinin de değiştirilmesiydi. Lidia batı olacaktı, Josefina doğu, Rosa güney, la Gorda ise kuzey olacaktı. Öbür yöntem ise, dördümüzün yönümüzü değiştirerek güneye bakacak şekilde durmamız ama bunu dönmeksizin gerçekleştirmemizdi. Bu erkin yöntemiydi ki ikinci yüzümüzü takınmamızı gerektiriyordu.
La Gorda’ya, ikinci yüzümün ne olduğunu anlamadığımı söyledim. O da bana Nagual’ın ona her birimizin ikinci dikkatini birlikte sarıp sarmalamaya çalışmasını buyurmuş olduğunu, zira her Toltec savaşçısının iki karşıt yöne dönük iki yüze sahip olduğunu anlattı. İkinci yüz, ikinci dikkatmiş.
La Gorda ansızın tutuşunu gevşetti. Öbürleri de aynı şeyi yaptılar. La Gorda tekrar oturdu ve benim de yanına oturmamı istedi. Küçük kız kardeşler ayakta durmaktaydılar. La Gorda anlamadığım bir şey var mı diye sordu. Her şeyi anlıyordum ama aynı zamanda anlamadığım şeyler de vardı. Ben la Gorda’ya soracağım bir soruyu zihnimde daha hazırlamadan önce, o atılarak Nagual’ın onun bana anlatmasını istediği şeylerin sonuncularından birinin de, ikinci dikkatimi onlarınkiyle birleştirerek yönümü değiştirmem ve arkamda olup bitenleri görebilmek amacıyla erk yüzümü takınmam gereği olduğunu söyledi.
La Gorda ayağa kalktı ve onu izlememi istedi. Beni odalarının kapısına kadar götürdü. Beni hafifçe iterek odaya soktu. Eşikten içeriye girer girmez, Lidia, Rosa, Josefina ve la Gorda, bu sırayla yanıma geldiler, ardından da Gorda kapıyı kapadı.
Oda çok karanlıktı. Pencereye benzer bir şey göremiyordum. La Gorda kolumu kavrayarak beni odanın merkezi olduğunu düşündüğüm bir noktaya getirdi. Hepsi de çevremi sarmışlardı. Onları hiç göremiyordum; sadece dört bir yanımda durduklarını hissedebiliyordum.
Bir süre sonra gözlerim karanlığa alıştı. Odanın tahta perdelerle kaplı iki penceresi olduğunu görebildim. Tahtaların aralıklarından azıcık ışık sızmaktaydı, o nedenle herkesi ayırt edebiliyordum. Sonra hepsi birden beni az önceki gibi tuttular ve mükemmel bir eşzamanlılıkla başlarını benimkine dayadılar. Sıcak nefeslerini her yandan hissedebiliyordum. Sabit bakmamın imgesini toparlayabilmek amacıyla gözlerimi kapadım. Ama yapamadım. Çok yorulmuştum, uyumak istiyordum. Gözlerim fena halde kaşınıyordu; gözlerimi ovuşturmak istedim, ne var, Lidia ile Josefina kollarımı sımsıkı tuttular.