1

Konu: 13. Rüya Görmenin İncelikleri

Don Juan, artık ikinci dikkate girme konusunda oldukça deneyimli olduğumu belirterek, beni ikinci dikkate aktarma görevine başladı. Silvio Manuel beni ikinci dikkatin eşiğine kadar getirmişti. Bu durumlarda eksikliğim, bana yeterli ve uygun temellerin verilmiş olmamasıydı. Bilinmeyene güven içinde girebilmeyi göze alması için, kadın savaşçılardan farklı olarak, erkek savaşçılara ciddi birtakım gerekçelerin gösterilmesi gerekir. Kadın savaşçılarsa kendilerine yol gösteren lidere tam bir güven duymaları koşuluyla onlar, hiçbir tereddüte kapılmadan ikinci dikkate girebilirler.
Don Juan önce rüya görmenin karmaşık yönlerini öğrenerek işe başlamam gerektiğini söyleyerek beni Zuleica’nın gözetimine verdi. Kusursuz olmalı, öğrendiğim her şeyi büyük bir titizlikle uygulamalı, her şeyden önce de, yaşam gücümü gereksiz yere harcamamak için dikkatli ve mantıklı davranmalıymışım. Dikkatin üç aşamasına girebilmek için kişinin yaşam gücüne sahip olmasının bir önkoşulmuş, zira yaşam gücünden yoksun savaşçının gidecek yönü ya da amacı olamazmış. Ölüm sırasında bilincimizin üçüncü dikkate girermiş; ancak ölüm durumuna geçiş, Kartal yaşam gücümüzü parçalayıp yutmadan önce yalnızca bir an sürermiş.
La Gorda, Nagual Juan Matus’un tüm çömezlerine tek tek rüya görmeyi öğrettiğini söyledi. Çömezlere bu görevi benimle aynı zamanda verdiğini düşünüyordu. Onların yönergeleri de sağ ve sol olarak ikiye ayrılmış. Normal bilinç düzlemine ilişkin yönergeler çömezlere Nagual ve Genaro tarafından verilmiş. Çömezlerin hazır olduklarına karar verdikten sonra, Nagual onların yüksek bir bilinç düzeyine geçmelerini sağlayarak, onları muhatap olacakları kişilerle baş başa bırakmış. Vicente Nestor’u, Silvio Manuel Benigno’yu, Genaro ise Pablito’yu eğitmiş. Hermelinda Lydia’ya, Nelinda ise Rosa’ya yön göstermiş. La Gorda’ysa, Josefina’yla birlikte, bir gün yardımıma gelebilmeleri için, rüya görmenin daha incelikli yönlerini öğrenmek üzere Zuleica’nın gözetimine verilmiş.
Bunun yanı sıra, La Gorda, erkeklerin ayrıca, iz sürmeyi öğrenmek üzere, Florinda’ya da götürüldükleri sonucuna varmış. Davranışlarında ortaya çıkan büyük değişim bunu kanıtlıyormuş. Savına göre, daha herhangi bir şey anımsamadan kendisine iz sürmenin ilkeleri öğretilmiş, ancak bu son derece yüzeysel bir biçimde yapılmış; kendisine öğrendiklerini uygulama fırsatı verilmemiş, oysa erkeklere hem pratik bilgi hem de görevler verilmiş. Davranışlarındaki değişimler de bunun kanıtıymış. Kaygısız, neşeli birer insan olmuşlar. Yaşamdan haz alıyorlarmış; öte yandan kendisi ve öteki kadınlar, gördükleri rüyalardan dolayı giderek daha karamsar ve daha ciddi bir ruh haline girmişler.
La Gorda, gruptaki adamlardan iz sürme konusunda bildiklerini bana açıklamalarını istediğimde, kendilerine verilen yönergeleri anımsayamamalarının uygulamada bulunmalarına rağmen aslında ne yaptıklarını bilmediklerinden kaynaklandığını tahmin ediyordu. Bununla birlikte, eğitimleri, öbür insanlarla olan ilişkilerinde kendini belli ediyordu. Kişileri kendi arzuları doğrultusunda yönlendirme konusunda kusursuz birer sanatçıydılar. İz sürme uygulamaları sayesinde erkekler kontrollü çılgınlığı bile öğrenmişlerdi. Örneğin Soledad Pablito’nun annesiymiş gibi davranıyorlardı. Dışarıdan bakan biri, onların didişen birer ana oğul olduklarını sanabilirdi, oysa gerçekte onlar birer oyuncuydular. Herkesi kendilerine inandırmışlardı. Kimi zaman Pablito öyle bir performans sergiliyordu ki, kendisi bile inanıyordu.

Cvp: 13. Rüya Görmenin İncelikleri

La Gorda gruptaki herkesin davranışlarımdan dolayı iyice afalladıklarını itiraf etti. Benim bir kaçık mı yoksa kontrollü çılgınlığın bir üstadı mı olduğuma karar veremiyorlarmış. Sergiledikleri oyunlara inandığım ortadaydı. Soledad, onlara benim davranışlarıma aldanmamalarını, zira benim gerçek bir deli olduğumu söylemiş. Kontrollüymüş gibi davranıyordum, ancak onların gözünde öylesine anormaldim ki bir Nagual gibi davranmayı beceremeyeceğimi düşünüyorlardı. Kadınların her birini bana öldürücü bir darbe indirmeleri için görevlendirmiş. Onlara bunu, aklım başımda olduğu bir sırada benim kendisine söylemiş olduğumu belirtmiş.
La Gorda, Zuleica’nın gözetimi altında rüya görmeyi öğrenmesinin birkaç yıl sürdüğünü anlattı. Nagual Juan Matus yeterince beceri kazandığından emin olduğunda onu, gerçek muhatabı olan Nelinda’ya götürmüş. La Gorda’ya bu dünyada nasıl davranması gerektiğini öğreten Nelinda olmuş. Ona yalnızca batılı giysileri içinde rahat hareket etmesini öğretmekle kalmamış, aynı zamanda ince zevkler edinmesini de sağlamış. Böylece, Oaxaca’da bana şaşırtıcı ve çekici gelen şehirli giysileri içindeki rahat davranışlarını daha önceden deneyimlemiş bulunuyormuş.
İkinci dikkate geçişimde Zuleica kılavuzum olarak son derece başarılıydı. Görüşmelerimizin yalnızca gece vakti ve zifiri karanlıkta gereçekleşmesi konusunda ısrar etmişti. Bu yüzden, benim için Zuleica yalnızca karanlıkta bir ses, dikkatimi başka hiçbir şey üzerinde değil, yalnızca sözleri üzerinde odaklamamı söyleyerek aramızdaki teması başlatan bir sesti. Sesi, la Gorda’nın rüyada duyduğunu sandığı kadının sesiydi.
Zuleica bana, eğer rüya kapalı bir yerde gerçekleşecekse, bunun en iyi yolunun tam bir karanlık içinde dar bir yatağa uzanarak, üzerinde oturarak, daha iyisi, tabuta benzer bir sandığın içinde oturarak yapılması olduğunu söyledi. Dışarıdaysa rüya görmenin bir mağaranın korunaklılığında, su çukurlarının kumluk yamaçlarında ya da dağlık bölgelerde bir kayanın üzerine oturarak yapılabileceğini; ancak asla bir vadide düz bir zemin üzerinde, ırmakların, göllerin ya da denizin kenarında yapılmaması gerektiğini düşünüyordu; zira düz alanlar ve su kenarları, ikinci dikkatin tam karşıtıymışlar.
Onunla yaptığımız her seans gizemli işaretlerle yüklüydü. İkinci dikkat üzerinde tam bir başarı sağlamanın en emin yolunun, ayinsel devinimler, monoton ezgiler, karmaşık hareketlermiş çünkü.
Öğretileri rüya görmenin temel ilkeleriyle ilgili değildi, bunları don Juan bana daha önce öğretmişti. Kendisine gelen kişiler nasıl rüya görüleceğini zaten bildiklerini söylüyordu. Bu nedenle o yalnızca bilincin sol yanının daha özel yanlarıyla uğraşmaktaydı.
Zuleica’nın yönergeleri, bir gün don Juan beni onun evine götürmesiyle başladı. Evine vardığımızda akşamüstü olmuştu. Ev bomboş görünüyordu, ancak biz oraya yaklaştığımızda kapı açıldı. Zoila ya da Marta’nın ortaya çıkacağını sanıyordum, ancak girişte hiç kimse yoktu. Anlaşılan kapıyı bize açan her kimse, alelacele ortalıktan kaybolmuştu. Don Juan beni içerideki avluya götürdü ve üzerine minder yerleştirilerek kanepeye dönüştürülen bir sandığa oturttu. Sandığın üzerindeki oturma yeri yamru yumru, sert bir zemindi ve son derece rahatsızdı. Elimi ince minderin altında gezdirdim ve sivri uçlu kaya parçaları buldum. Don Juan benim durumumun hayli olağandışı olduğunu, zira rüya görmenin inceliklerini hızla öğrenmem gerekeceğini söyledi. Sert bir zemin üzerinde oturmak, bedenimin olağan bir oturma konumuna kendini alıştırmasını önlemeye yardımcı olan bir araçmış. Eve girmeden kısa süre önce don Juan farklı bir bilinç düzlemine girmemi sağlamıştı. Gerek duyduğum sürate ulaşabilmem için Zuleica’nın yönergelerinin bana bu bilinç düzleminde verilmesi gerekiyormuş. Kendimi tamamen bırakmam, içten bir biçimde Zuleica’ya tam bir güven duymam gerektiği konusunda beni uyararak, bana dikkatimi tüm gücümle bakışlarımda yoğunlaştırmamı ve görüş alanım içinde bulunduğumuz avluyu en ince ayrıntılarına kadar belleğime kazımamı emretti. Tüm ayrıntılarla birlikte, orada oturduğu sırada hissettiklerimi de eksiksiz biçimde anımsamam gerekirmiş. Ardından, tam olarak anladığımdan emin olmak için yönergelerini bir kez daha tekrar etti ve daha sonra oradan ayrıldı.
Kısa bir süre sonra ortalık iyice karardı, orada öylece oturup durmaktan sinirlerim bozulmaya başlamıştı. Daha dikkatimi avlunun ayrıntıları üzerinde yoğunlaştırmadan arkamda bir hışırtı duydum ve daha sonra Zuleica’nın sesiyle irkildim. Sert bir sesle yerimden kalkarak onu izlememi fısıldadı. Otomatik bir hareketle söylediğini yaptım. Yüzünü göremiyordum; önümde, iki adım ötemde yürüyen karanlık bir şekildi yalnızca. Beni, evin en karanlık salonunun duvarındaki oyuğa getirdi. Gözlerim karanlığa alışmış olmasına rağmen hiçbir şey göremiyordum. Ayağım bir şeye takıldı ve o anda bana oradaki dar bir sandığın içine oturmamı, sırtımın belime doğru olan bölümünü sert bir yastık olduğunu tahmin ettiğim bir şeye yaslamamı emretti.
Daha sonra onun arkama doğru birkaç adım attığını hissettim. Bu beni iyice şaşırtmıştı, zira sırtımla duvar arasındaki mesafenin yalnızca beş on santim olduğunu sanıyordum. Yumuşak bir sesle, dikkatimi sözleri üzerinde odaklamamı ve sözlerinin beni yönlendirmesine izin vermemi emretti. Gözlerimi açık tutmalı ve tam önümde, göz hizamda bir nokta üzerinde sabitleştirmeliymişim; bu nokta, aydınlık ve hoş turuncu-kırmızı bir ışığa dönüşecekmiş zamanla.
Zuleica çok yumuşak, duru bir ses tonuyla konuşuyordu. Söylediği her sözcüğü duyabiliyordum. Bulunduğum yeri çevreleyen karanlık, dikkatimi dağıtabilecek tüm dışsal uyarılardan ayırıyordu beni. Zuleica’nın söylediklerini bir boşluğun içinde duyuyordum. Daha sonra salondaki sessizliğin, içimdeki sessizlikle uyumlu olduğunu ayrımsadım.
Zuleica, bir rüya görücünün ilk aşamada küçük bir ışıktan yola çıkması gerektiğini açıkladı; yoğun ışık ya da zifiri karanlık, ilk hamlede bir rüya görücü için yararsızmış. Buna karşın, mor, açık yeşil ya da koyu sarı gibi renkler, kusursuz başlama noktalarıymış. Bununla birlikte kendisi, turuncu-kırmızıyı tercih ediyormuş, zira deneyimleri ona, en kusursuz rahatlama duygusunu bu rengin sağladığını göstermiş. Bir kez turuncu-kırmızı renge girebilmeyi başarabilirsem, sırasını kaçırmamak kaydıyla, ikinci dikkatimi sürekli biçimde toparlayabilirmişim.
Zuleica’nın sesinin benden ne yapmamı istediğinin bedenimle ayırdına varabilmem, onun sesiyle yaptığımız bir kaç seanstan sonra oldu. Yüksek bilinç düzleminde bulunmanın yararı, uyanıklık aşamasından rüya görme aşamasına geçişi tam olarak izleyebilmemi sağlamasıydı. Olağan koşullar altında bu deneyim oldukça bulanıktır, ancak koşullar sayesinde tek bir seans sonunda ikinci dikkatim denetimi ele geçirdi. Birinci aşama, nefes alabilmede olağanüstü bir zorlanma içinde geçti. Nefes almak ya da vermekte zorlanmıyordum; soluğum kesilmemişti— soluklanma ritmim birden bire değişivermişti. Karın zarım kasılmaya ve bu kasılma sonucu bedenimin orta bölümü daha süratli bir biçimde inip kalkmaya başladı. Bunun sonucu, o güne değin yaşadığım en kısa süreli ve en hızlı soluma oldu. Akciğerlerimin alt kısımlarına doğru nefes alıyordum ve bağırsaklarım üzerinde büyük bir basınç hissediyordum. Başarısız bir girişimle karın zarımdaki kasılmaları durdurmaya çalıştım. Her deneyişimde daha çok acı duyuyordum.
Zuleica, bedenime gerekeni yapması için fırsat vermemi
ve onu yönlendirmeye, kontrol etmeye kalkışmamamı istedi. Dediği gibi davranmak istiyordum, ancak bunu nasıl yapacağımı bilemiyordum. On on beş dakika süren bu kasılmalar ortaya çıktıkları gibi birdenbire kayboldular ve kasılmaların yerini tuhaf, şaşırtıcı, farklı bir duyum aldı. Bunu önce son derece garip bir kaşıntı, ne rahatlatıcı ne de rahatsızlık verici bedensel bir duyum şeklinde ayrımsadım; sinirsel bir ürperti gibiydi. Giderek öyle yoğunlaştı ki, bedenimin neresinde cereyan ettiğini anlamak üzere dikkatimi onun üzerinde odaklamaya zorladım. Duyumun bedenimin herhangi bir bölgesinde değil, bedenimin dışında cereyan ettiğini, ancak bunu yine de hissettiğimi anlayınca şaşkına döndüm.
Zuleica’nın tam göz hizamda oluşan renk kümesine girmemi emreden sesine kulak vermedim ve dikkatimi tümüyle bedenimin dışında oluşan bu tuhaf duyumun ne olabileceğinin keşfi üzerinde odakladım. Zuleica nasıl bir zihin durumunda bulunduğumu görmüş olmalıydı; birdenbire bana birinci dikkatin dünyevi bedene ait olması gibi, ikinci dikkatin de saydam bedene ait olduğunu söyledi. Belirttiğine göre, ikinci dikkatin kendisini topladığı nokta tam olarak Juan Tuma’nın ilk kez buluştuğumuzda betimlediği noktaydı— bedenin orta bölümünden yaklaşık otuz otuz beş santim yukarıda, mideyle göbek deliği arasında ve on santim sağda.
Zuleica bu bölgeye masaj yapmamı, bir arp çalıyormuş gibi iki elimin parmaklarıyla tam o noktaya dokunmamı emretti. Bu sayede giderek parmaklarımın su gibi katı bir yere temas edecek, en sonunda kendi saydam kabuğumu hissedecekmişim.

Cvp: 13. Rüya Görmenin İncelikleri

Parmaklarımı kıpırdattıkça hava giderek katılaştı ve sonunda bir kütlenin ayırdına vardım. Tanımlanması olanaksız bir haz tüm bedenimi kapladı. Bedenimde yer alan bir sinire dokunduğumu sandım ve bunun saçma bir şey olduğunu düşünerek kendimi bir budala gibi hissettim. Parmaklarımı hareket ettirmekten vazgeçtim.
Zuleica, eğer parmaklarımı hareket ettirmezsem başıma
vuracağını söyledi. Parmaklarımla bedenimi sarstıkça, kaşıntının olduğu yere yaklaştığımı hissediyordum. En sonunda bedenimin on on iki santim ötesine kadar yaklaştı. Sanki içimde bir şeyler büzülüyordu. Ciddi ciddi bir oyuk hissediyordum neredeyse. Daha sonra başka bir acayip duygu ayrımsadım. Uykuya dalıyordum, ancak kendimdeydim. Kulaklarımda, bana buldozer sesini anımsatan bir uğultu vardı; daha sonra ise bir gücün beni uyandırmadan sol yanıma çevirdiğini duyumsadım. Bir sigaranın sarılışı gibi sıkıca olduğum yerde döndürüldüm ve uyarılma çöküntüsüne geri döndüm. Bilincim orada dondu; uyanamıyordum, ancak bilincim kendi içinde öylesine sıkı sarılmıştı ki, uykuya da dalamıyordum.
Zuleica’nın bana etrafıma bakınmamı söyleyen sesini duydum. Gözlerimi açamıyordum, ancak dokunma duyum bana sırtüstü bir çukurun içinde uzanmış olduğumu söyüyordu. Kendimi rahat ve emin hissettim. Öylesine dalmıştım ki bu işe, kalkmayı istemiyordum. Zuleica’nın sesi bana kalkmamı ve gözlerimi açmamı emretti. Yapamıyordum. Hareketlerimi istençlememi, ayağa kalkabilmemin artık adelelerimi kasmakla bir ilgisinin olmadığını söyledi.
Yavaş hareket ettiğim için bana kızdığını sandım. Ancak daha sonra aslında tümüyle kendimde olduğumu, belki de tüm yaşamımda olduğumdan daha bilinçli bir durumda bulunduğumu ayrımsadım. Mantıklı düşünebiliyordum ancak sanki derin bir uykuda gibiydim. Zuleica’nın beni bir hipnoza sokmuş olabileceği aklıma geldi. Bu düşünce beni bir an rahatsız ettiyse de umursamadım. Kendimi havada asılı, serbestçe yüzüyormuşum duygusuna bıraktım.
Söylediklerinin gerisini duymadım. Ya susmuştu ya da artık kulaklarımı onun söylediklerine tıkamıştım. Bu cennetten ayrılmayı istemiyordum. Hiçbir zaman kendimi böylesine huzurlu, böylesine eksiksiz hissetmemiştim. Nefes alışımın temposunu duyabiliyordum. Birdenbire uyandım. Onunla bir sonraki seansımda, Zuleica, bana kendi saydamlığım içinde tek başıma bir oyuk oluşturmayı başardığımı, böyle bir oyuk oluşturmanın, saydam kozamdaki uzak bir noktanın bedenime yaklaştığı, böylece de denetime yaklaştığım anlamına geldiğini söyledi. Bana birkaç kez, bedenin bu oyuğu oluşturmayı öğrenmesinden sonra rüyaya girmek çok daha kolay oluyordu. Garip bir dürtü, bedenimin dolaysızca çoğalmayı öğrenmiş olduğuna ilişkin bir duyum edinmiştim. Bu, kendini rahat ve emin hissetme, uykuda olma, dokunma duyumundan soyutlanmış bir biçimde havada asılı durma, aynı zamanda da tam olarak uyanık bulunma ve her şeyin farkında olmanın karışımı bir duyguydu.
La Gorda, Nagual Juan Matus’un kendisinde, küçük kız kardeşlerde ve Genarolarda bu oyuğu oluşturabilmek, böylelikle onlara ikinci dikkat üzerinde sürekli odaklanabilme yetisini kazandırmak için yıllarca uğraştığını söyledi. Juan Matus’un ona açıkladığına göre, normal olarak oyuk, gerek duyulduğunda rüya görücü tarafından bir anda yaratılıyor, daha sonra saydam yumurta ilk şekline geri dönüyormuş. Ancak çömezlerin durumunda, başlarında bir Nagual lider bulunmadığı için, oyuk dışarıdan içeri doğru oluşmuş ve saydam bedenleri üzerinde sürekli bir özellik olarak kalmış; kimi zaman bu durumun büyük yararlar sağladığı oluyormuş, ancak aynı zamanda da önemli bir engel oluşturuyormuş. Tümünü de dış uyarılara karşı korunaksız ve değişken tabiatlı yapmış.
Bir keresinda Lydia’yla Rosa’nın saydam kozalarını gördüğümü ve tekme attığımı anımsadım. Oyuğun onların sağ uyluklarının dış bölümünün üst kısmında yukarılarda bir yerde bulunduğunu ya da tam olarak kalça kemiklerinin en üst kısmında bulunduğunu düşünmüştüm. La Gorda’nın söylediğine göre tam ikinci dikkatlerinin girintisine tekme atmışım ve neredeyse onları öldürecekmişim.
La Gorda, kendisinin ve Josefina’nın birkaç ay Zuleica’nın evinde yaşadıklarını söyledi. Nagual Juan Matus bir gün onları farklı bilinç düzlemine geçirdikten sonra Zuleica’ya teslim etmiş. Onları, ne yapacaklarını ve neleri beklemeleri gerektiğini söyleden, Zuleica’nın evinin ortasında tek başlarına bırakmış ve tek bir söz söylemeden çekip gitmiş. Hava kararıncaya kadar orada oturmuşlar. Daha sonra Zuleica onların yanına gelmiş. Yüzünü asla görmemişler, yalnızca sesini duymuşlar. Zuleica onlarla sanki duvarın üzerinde bir noktadan konuşuyormuş.
Zuleica idareyi ele alır almaz son derece buyurganlaşmış. Onlardan derhal soyunmalarını istemiş ve yerde duran yumuşak tüylü, pançoya benzeyen giysilerin içine girerek sürünmelerini emretmiş. Giysiler bedenlerini tepeden tırnağa kaplamış. Zuleica daha sonra onlara, duvarın içindeki, benim de girip oturduğum oyuğa girerek sırt sırta oturmalarını emretmiş. La Gorda kendilerine verilen görevin, gözlerinin önünde renkler belirinceye değin sürekli olarak karanlığa bakmak olduğunu belirtiyordu. Bir çok seansın ardından, gerçekten de karanlığın içinde renkler görmeye başlamışlar, bundan sonra Zuleica onları yan yana oturtmuş ve bakışlarını aynı nokta üzerinde odaklamalarını söylemiş.
La Gorda Josefina’nın çok çabuk öğrendiğini ve bir gece hışırtılı bir sesle pançonun içinden sıyrılıp turuncu-kırmızı renk kümesinin içine dalıverdiğini söyledi. La Gorda’nın tahminine göre ya Josefina o renk lekesine doğru uzanmış, yahut da o renk lekesi gelip onu bulmuş. Sonuç olarak, Josefina bir an içinde pançonun içinden çıkıp gitmiş. O günden sonra Josefina onların yanından ayrılmış ve la Gorda öğrenimini tek başına, yavaş yavaş sürdürmüş.
La Gorda’nın öyküsünü dinlerken Zuleica’nın beni de tüylü bir giysinin içinde süründürdüğünü anımsadım. Gerçekten, bana giysinin içinde sürünmemi emrederken vermiş olduğu komutlar, bu emrin altında yatan nedeni de anlamamı sağlıyordu. Zuleica bana kumaşın yumuşaklığını çıplak tenimle, özellikle de baldırlarımın derisiyle hissetmemi istemiş, defalarca, insanların baldırlarının dış bölümünde olağanüstü bir algı merkezinin bulunduğunu, bedeninin bu bölümündeki derinin gevşediği ya da yumuşadığı durumlarda, duyumsayabilme yetimizin aklın alamayacağı ölçüde gelişebileceğini söylemişti. Yumuşak, sıcak bir giysiydi ve bacaklarımda olağanüstü bir haz duyumu uyandırıyordu. Baldırlarımdaki sinir merkezleri son derece uyarılmıştı.
La Gorda da aynı bedensel hazzı duyumsamış. Hatta, daha da ileri giderek, turuncu-kırmızı renk kümesine ulaşmasında onu yönlendiren şeyin o pançonun erki olduğunu düşünmeye başlamış. Bu giysilerden öylesine etkilenmiş ki kendisi için bir tane dikmiş. Giysinin aynısını yapmış; yarattığı etkinin aynı olmamasına rağmen diktiği giysi onda bir avunç ve dinginlik yaratmış. Söylediğine göre, o ve Josefina en sonunda tüm boş zamanlarını la Gorda’nın her ikisi için dikmiş olduğu pançoların içinde geçirmeğe başlamışlar.
Lydia ve Rosa da girmişler o elbiselerin içine ama onlar pek hoşlanmamış. Benim gibi.
La Gorda, Josefina’nın ve kendisinin giysilere olan bağlılığını giysilerin içinde oldukları sırada rüya renklerini bulmaya yönlendirilmiş olmalarına bağlıyordu. Benim bu giysilere olan ilgisizliğiminse, bu renkli bölgenin içine girmeyişimdendi ona göre—renk kümesi bana gelmişti. Haklıydı da. Benim durumumda Zuleica’nın sesinin dışında hazırlık aşamasını yönlendiren bir şey daha vardı. Hiç şüphesiz, Zuleica beni yönlendirirken, la Gorda’yla Josefina’yı yönlendirdiğinde uygulamış olduğu aşamaları aynen uygulamıştı. Birbirini izleyen birçok seans sırasında gözlerimi karanlığa odaklamış ve renklenmeyi görmeye hazırlanmıştım. Gerçekte, zifiri karanlıktan, hatları tam bir kesinlik içinde beliren renk lekelerine doğru dönüşüme başından sonuna değin tanık olabilmiştim, daha sonraysa bedenim dikkatimi çeken bir kaşıntı tarafından dalgalanmış ve dingin uyanıklık aşamasına girmiştim. Turuncu-kırmızı rengin içine ilk kez o an dalabilmiştim.
Uykuyla uyanıklık arasında kalmayı öğrenmemden sonra, Zuleica temposunu yavaşlattı. Beni bu durumdan çıkartmak için acele etmediğine bile inanmaya başlamıştım. Hiç karışmadan bu durumda kalmama izin veriyor, bana herhangi bir soru sormuyordu; belki de ağzını soru sormak için değil, yalnızca emir vermek için açıyordu. Onunla gerçek anlamda hiçbir zaman konuşmamıştık, en azından don Juan’la konuştuğum biçimde.
Dingin uyanıklık aşamasında bulunduğum sırada bir kez, bu konumda kalmanın benim için yararlı olmayacağını, zira ne denli haz verici olursa olsun, belirgin birtakım sınırlamalarının bulunduğunun ayırdına vardım. O anda bedenimde bir titreme hissettim ve gözlerimi açtım, daha doğrusu, gözlerim kendiliklerinden açılıverdiler. Zuleica bana bakıyordu. Bir an aklım karıştı. Uyandığımı sandım; karşımda Zuleica’yı bu şekilde görmeyi doğrusu beklemiyordum. Onun yalnızca sesini duymaya alışmıştım. Artık gece olmadığını ayrımsamak da beni şaşırtmıştı. Çevreme bakındım. Zuleica’nın evinde değildik. Daha sonra, rüyada olduğumun farkına vardım ve uyandım.
Zuleica daha sonra yönergelerinin yeni bir aşamasını başlattı, yönergelerine, bilincimi bedenimin orta bölümü üzerinde odaklamamı emrederek başladı. Benim durumumda bedenin orta bölümü, göbek deliğimin alt ucunun aşağısındaydı. Benden, bedenimin bu bölümüyle yeri süpürmemi, göbeğimin üzerine bir süpürge bağlıymış da, onunla yeri süpürüyormuşum gibi yerde salınmamı istedi. Sayısız seanslar boyunca, Zuleica’nın sesinin benden yapmamı istediği şeyi başarmaya çalıştım. Benim dingin uyanıklık aşamasına girmeme izin vermiyordu. Amacı, uyanık durumda kalmayı sürdürerek, bedenimin orta bölümüyle yeri süpürüyor olma duyumunu ayrımsamamda bana yol göstermekti. Belirttiğine göre sol yan bilincinde olmam bu alıştırmayı başarıyla gerçekleştirmem için bana yeterli avantajı sağlayacaktı.
Bir gün, durup dururken, midemin bulunduğu bölgede hafif bir duygu hissetmeyi başardım. Bu, tanımlanabilir bir duygu değildi; dikkatimi bu duygunun üzerinde odakladığımda, karın boşluğumda, tam midemin içinde değil de, onun tam üzerinde bir karıncalanma duygusu olduğunu ayrımsadım. İncelememi derinleştirdikçe ayrıntıları da duyumsadım. Başlarda hissettiğim belirsizlik yerini giderek kesinliğe bıraktı. Karın boşluğumla sağ baldırım arasındaki bölge de gerilmeyle karıncalanma karışımı tuhaf bir duyumun ayırdına vardım.
Duyum keskinleşince, istençdışı bir hareketle sağ uyluğumu göğsüme yaklaştırdım. Böylece, bu iki nokta bedenimin elverdiği ölçüde birbirine yaklaşmıştı. Sinirlerim olağanüstü uyarılmıştı, bir an ürperdim ve o anda bedenimin orta bölümüyle yeri süpürüyor olduğumun ayırdına vardım; bu, oturma konumunda bedenimi her sallayışımda deneyimleyebildiğim dokunsal bir duyumdu.
Bir sonraki seansta, Zuleica dingin uyanıklık durumuna geçmeme izin verdi. Ancak bu kez duyumsadıklarım daha önce deneyimlediklerime benzemiyordu. Sanki içimde bu durumun daha önce verdiği hazzı özgürce deneyimlememi engelleyen bir tür denetim mekanizması oluşmuştu—bu duruma geçinceye değin geçirdiğim aşamalar üzerinde de odaklamamı sağlayan bir denetimdi bu. Önceleri ikinci dikkatin yer aldığı noktadaki kaşıntıyı bu defa saydam kozamın içinde duyumsadım. Parmaklarımı arp çalıyormuş gibi kıpırdatarak bu nokta üzerinde masaj yaptım ve nokta midemin olduğu bölgeye doğru içeri göçtü. Onu neredeyse cildimin üzerinde hissedebiliyordum. Sağ baldırımın dışında bir karıncalanma deneyimledim. Hazla acının karışımı bir duyumdu bu. Duyum önce tüm bacağıma, daha sonra da sırtımın alt kısmına doğru yayıldı. Kalçalarımın titrediğini duyumsadım. Tüm bedenimi sinirli bir titreme sarmıştı. Bedenimin baş aşağı bir ağa yakalandığını sandım. Alnım ve ayak parmaklarım ağa dokunuyordu sanki. Daha sonra kendimi, ikiye katlanarak bir çarşafa sarılıyormuş gibi hissettim. Çarşafı benimle birlikte, merkezde kendi içinde sarmalayan güç, sinirsel kasılmalarımdı. Sarmalama sona erdiğinde, artık kendi bedenimi ayrımsayamıyordum. Biçimsiz bir bilinç, kendi içinde sarmalanmış sinirsel bir kasılmadan başka bir şey değildim. Bu bilinç, bir çukurun içinde, kendi girintisi içinde dinginleşti.
O zaman, rüya sırasında olup bitenleri anlatabilmenin olanaksızlığını kavradım. Zuleica, sağ ve sol bilincin birbirleriyle iç içe geçtiklerini belirtmişti. Her ikisi de, ikinci dikkatin girintili merkezini oluşturan bir oyuğun içinde tek bir küme halinde devinimlerini sona erdiriyorlardı. Rüyaya girebilmesi için kişinin hem saydam bedenini hem de normal bedenini kullanması gerekiyordu. Önce, ikinci dikkatin merkezine bir başkası tarafından dışardan itilerek ya da rüya görücü tarafından içeriden emilmek suretiyle ulaşılması gerekiyordu. İkinci olarak, birinci dikkati ayırmak üzere, bedenin orta bölgesinde konumlanan cismani beden ve baldırların, özellikle de sağ baldırın uyarılması ve temas edecekleri noktaya ulaşıncaya değin birbirlerine yaklaştırılmaları gerekiyordu. O anda kişi kendini bohçalanmış gibi hissediyor, ikinci dikkat otomatik olarak benliği eline geçiriyordu.
Zuleica’nın emirler yoluyla yaptığı açıklamalar, olanları anlatabilmenin en inandırıcı yoluydu, zira rüya görme sırasında yaşanan duyumsal deneyimler beynimizde depoladığımız normal deneyimlere benzemiyordu. Bunların tümü de beni şaşkına çeviriyordu. Bir kaşıntı duyumu, bedenimin dışında cereyan eden bir karıncalanma, belirli bir alanda odaklaşıyordu ve böylece, duyumu hissettiği an bedenimin duyduğu kargaşa en alt düzeye iniyordu. Öte yandan, kendi içimde sarmalanmam, o güne değin yaşadığım en rahatsız edici duyguydu benim için. Bedenimi bir şok durumuna sokan çeşitli duyumlar içeriyordu. Bir noktada, ayak parmaklarımın alnıma değdiğinden emindim ama böyle bir konuma asla gelemezdim. Armut biçiminde tepeden aşağı doğru sarkan bir ağın içinde bulunduğumdan da hiç şüphem yoktu. Normaldeyse, yerde oturuyordum ve uyluklarımı göğsüme yaslamıştım.
Zuleica ayrıca, bir sigara gibi sarılarak ikinci dikkatin
çukurunun içinde yerleştirilmiş olma duygusunun, sol ve sağ bilincin birleşerek başatlık düzeninin değişmesi ve üstünlüğün sol bilince aktarılması sonucu oluştuğunu belirtti. Beni, iki dikkat düzleminin yeniden normal konumlarına geri döndükleri ve sağ bilincin dizginleri eline geçirdiği tersine dönüş sürecine dikkat etmem konusunda da uyardı.
Bu süreç sırasında oluşan duyguları asla ayrımsayamıyordum ancak uyarısı bende öyle bir saplantı oluşturmuştu ki, olup biten her şeyi inceleyebilme çabalarım içinde öldürücü bir bocalamanın içinde tutsak kaldım. Zuleica bana titizlenmelerime bir son vermemi, yapacak başka işlerimin de bulunduğunu emrederek uyarısını geri almak zorunda kaldı.
Zuleica, her şeyden önce istençli hareketler üzerindeki denetimimi kusursuzlaştırmam gerektiğini belirtti. Yönergelerine, dingin uyanıklık durumundayken zaman zaman gözlerimi açmam konusunda bana yol göstererek başladı. Bunu gerçekleştirebilmem büyük bir çabayı gerektiriyordu. Bir keresinde gözlerim birdenbire açıldı ve Zueica’yı, karşımda tehdit edici bir tavırla üzerime doğru eğilirken gördüm. Yerde uzanmıştım ancak nerede olduğumu anlayamamıştım. Işık, güçlü bir elektrik ampulünün altındaymışım gibi son derece parlaktı ancak bu parlaklık gözlerimi kamaştırmıyordu. Zuleica’yı rahatça görebiliyordum.
Hareketimi istençleyerek ayağa kalkmamı emretti. Bedenimin orta bölümünü kullanarak kendimi yukarı doğru itmem gerektiğini, tüm bedenimi yukarı doğru kaldırmak için birer koltuk değneği gibi kullanabileceğim üç kalın dokunacımın bulunduğunu söyledi.

Cvp: 13. Rüya Görmenin İncelikleri

Kalkabilmek için akla gelebilecek her yolu denedim, ancak başaramadım. Çocukken yaşadığım ve bir türlü uyanmayı başaramadığım, oysa tam anlamıyla kendimde olduğum ve umutsuzca çığlık atmaya çalıştığım karabasanları anımsatan bir umarsızlık ve bedensel bir acı duydum.
En sonunda Zuleica benimle konuştu. Belli bir düzeni izlemem gerektiğini, gündelik yaşamdaki gibi kendimi yormanın ve sinirlenmenin gücümü boşuna harcamaktan öte bir sonuç vermeyeceğini ve bütün bütüne budalalıktan başka bir şey olmadığını söyledi. İnsanın kendi kendini yorması ancak birinci dikkat durumuna göreymiş; oysa, ikinci dikkat dinginliğin ta kendisiymiş. Benden, bedenimin orta bölümüyle yerleri süpürdüğüm sırada deneyimlediğim duyumu yinelememi istedi. Bunu yineleyebilmem için oturuyor olmam gerektiğini düşündüm. Üzerinde fazla kafa yormadan dik bir biçimde yere oturdum ve bedenimin ilk kez bu duyumu ayrımsadığı konuma girdim. İçimde bir şeyler sallandı ve birdenbire kendimi ayakta buldum. Hareket etmek için ne yapmış olabileceğimi tahmin edemiyordum. Her şeyi en başından itibaren yineleyecek olursam bu düzeni yakalayabileceğimi düşündüm. Bu düşünce zihnimden geçtiği an kendimi yeniden yerde uzanır buldum. Bir kez daha ayağa kalktığım da, aslında herhangi bir yöntemin bulunmadığını, hareket edebilmem için, hareket etmeyi içten amaçlamam gerektiğini anladım. Diğer bir deyişle, hareket etmeyi istediğime kesinlikle inamış olmam gerekiyordu, daha doğrusu, hareket etmem gerektiğine kendimi inandırmış olmam gerekiyordu.
Bir kez bu ilkeyi kavradıktan sonra, Zuleica iradeye dayalı hareketlerin akla gelebilecek her yönüyle ilgili haraketleri uygulamamı sağladı. Uygulamalarım arttıkça, rüya görmenin aslında ussal bir durum olduğu gerçeği benim için giderek açıklık kazanıyordu. Zuleica bunu bana açıkladı. Söylediğine göre rüya sırasında sağ yan, ussal bilinç, rüya görücüye bir kendindelik ve ussallık duyumu kazandırmak üzere sol yan bilincinin içine girer; ancak ussallığın etkisinin en alt düzeyde kalması ve yalnızca rüya görücüyü aşırılıklardan ve tuhaf girişimlerden korumak üzere denetleyici bir mekanizma işlevini görmesi gerekmektedir.
Bundan sonraki aşama, rüya gören bedenime yönlendirmeyi öğrenmemle ilgiliydi. Zuleica’yle ilk karşılaşmamda don Juan, beni bir sandığın üzerine oturtmuş ve avluyu dikkatli bir biçimde incelemi söylemişti. Dinsel bir görevi yerine getirircesine, kimi zaman saatlerce avluyu seyretmiştim. Zuleica’nın evinde her zaman tek başımaydım. Öyle görünüyordu ki, oraya gittiğim günler, herkes ya gitmiş oluyordu ya da gizleniyorlardı. Sessizlik içinde ve tek başıma olmak bana iyi geliyordu, o avluyla ilgili tüm ayrıntıları ezberlemeyi başarabildim.
Böylece Zuleica bana, dingin uyanıklık durumunda gözlerimi açabilme görevini göstermiş oldu. Bunu başarabilmek için bir çok kereler uğraştım. Önceleri gözlerimi açtığımda karşımda onu görüyordum ve o, bedeninin bir sarsıntısı ile beni tıpkı bir top gibi dingin uyanıklık aşamasına doğru gerisingeriye yuvarlıyordu. Bu yuvarlanmaların birinde yoğun bir sarsıntı hissettim; ayaklarımın altında yer alan bir şey yukarılara, göğsüme doğru tırmandı ve öksürerek onu dışarı çıkardım; gece vakti avlunun görüntüsü birdenbire bedenimden dışarı doğru fırladı. Çıkan ses, bir hayvanın kükremesine benziyordu.
Hafif bir mırıltı halinde Zuleica’nın sesini duydum. Ne söylediğini duyamıyordum. Sandığın üzerinde oturduğumu hayal meyal hissettim. Ayağa kalkmak istedim ancak somut bir bedenimin olmadığını ayrımsadım. Sanki bir rüzgâr beni uzaklara doğru uçuruyordu. Daha sonra, bana hareket etmememi söyleyen Zuleica’nın sesini duydum. Devinimsiz bir şekilde orada durmaya çalıştım ancak bir güç beni kendine doğru çekti ve salondaki oyuğun içinde kendime geldim. Silvio Manuel bana bakıyordu.
Zuleica’nın evindeki her rüya görme seansından sonra don Juan’ı zifiri karanlık salonda beni bekliyor bulurdum. Beni evden dışarı çıkarır ve farklı bilinç düzlemine geçmemi sağlardı. Bu kez orada Silvio Manuel duruyordu. Tek bir söz söylemeden beni deri kasnakların içine oturttu ve çatı kirişlerinin üzerine doğru havalandırdı. Ertesi gün öğlen oluncaya kadar orada asılı kaldım. Daha sonra don Juan gelerek beni aşağı indirdi. Bana, yere dokunmadan belirli bir süre havada asılı kalmanın bedenin çevresine uyum sağlamasına yardımcı olduğunu, özellikle de benim başlamak üzere olduğum türde tehlikeli bir yolculuğa çıkmadan önce bu sürecin son derece gerekli olduğunu söyledi.
En sonunda gözlerimi açıp Zuleica’yı ya da karanlık avluyu görmeyi öğrenebilmem için birçok rüya görme seansı daha geçirmem gerekti. Ancak bunlardan sonra Zuleica’nın da en baştan beri rüyada olduğunu anlayabildim. Zuleica, salondaki o oyukta benimle hiçbir zaman birlikte olmamıştı. İlk gece sırtımın duvara dayalı olduğunu sandığımda aslında yanılmıyordum. Zuleica yalnızca rüyadan gelen bir sesti.
Rüya seanslarının birinde, amaçlı olarak Zuleica’yı görmek üzere gözlerimi açtığımda, onunla birlikte la Gorda’yla Josefina’nın da eğilerek bana baktıklarını gördüğümde dehşete düşmüştüm. O gün yönergelerinin en son aşaması başlamıştı. Zuleica üçümüze kendisiyle birlikte yolculuk etmeyi öğretti. Birinci dikkatimizin kökenlerinin bu dünyaya bağlı olduğunu, buna karşın ikinci dikkatimizin kökenlerinin evrene bağlı olduğunu söylemişti. Bununla belirtmek istediği, tanım gereği bir rüya görücünün gündelik yaşamın kaygılarının dışında bulunduğuydu. Bu durumda, rüya içinde bir yolcu olarak Zuleica’nın la Gorda, Josefina ve bana karşı son görevi, bilinmeyene doğru yolculuklarında onu izlemek üzere ikinci dikkatlerimizi yönlendirmekti.
Birbirini izleyen seanslarda Zuleica’nın sesi bana kendi “saplantısının” bir buluşmaya doğru bana yol göstereceğini, ikinci dikkatin söz konusu olduğu durumlarda rüya görücünün saplantısının bir kılavuz işlevini gördüğünü ve onun saplantısının bu dünyanın ötesinde gerçek bir yer üzerinde odaklandığını söylüyordu. Oradan beni çağıracaktı ve ben onun sesini o yöne doğru gitmek için bir hat olarak kullanacaktım.
İki seans hiçbir şey olmadı; Zuleica’nın sesi giderek zayıflıyordu ve onu artık izlemeye beceremediğimi düşünerek endişelenmeye başlamıştım. Bana ne yapmam gerektiğini söylememişti. Üstelik üzerime olağanüstü bir ağırlık çökmüştü. Beni dingin uyanıklık durumunun dışına çıkmaktan alıkoyan bağlayıcı bir güç vardı ve onu bir türlü kopartamıyordum.
Üçüncü seansta, gözlerim kendi kendine açılıverdi. Zuleica, la Gorda ve Josefina bana bakıyorlardı. Onlarla birlikte ayakta duruyordum. Daha önce hiç görmediğim bir yerde olduğumuzun ayırdına vardım hemen. Bu yerin en belirgin özelliği, son derece parlak, dolaysız bir ışığın varlığıydı. Etraf, neonu andıran beyaz, güçlü bir ışığa boğulmuştu. Zuleica, bizi etrafa bakınmaya çağırır gibi gülümsüyordu. La Gorda’yla Josefina da, tıpkı benim gibi ihtiyatlı davranıyorlar, bana ve Zuleica’ya ürkek gözlerle bakıyorlardı. Zuleica, hareket etmemiz için bize işaret etti. Açık havadaydık ve parlak bir dairenin ortasında ayakta duruyorduk. Zemin, kaya gibi sert görünüyordu, yukarıdan gelen kör edici beyaz ışığın büyük bir bölümünü yansıtıyordu. Tuhaf olan, ışığın gözlerim için çok yoğun olduğunu bilmeme rağmen, yukarı bakıp ışığın kaynağını keşfettiğimde gözlerim hiç de yanmamıştı. Güneş ışığıydı. Doğrudan doğruya güneşe bakıyordum ancak, rüyada olduğum için olsa gerek, bana yoğun bir beyazlık gibi görünüyordu.
La Gorda’yla Josefina da güneşe bakıyorlardı ve görünürde onların da gözleri yanmamıştı. Birdenbire korkmaya başladım. Işık bana yabancıydı. Acımasız bir ışıktı bu; bize saldırıyormuş gibi görünüyor, bir rüzgâr yaratıyordu. Bununla birlikte, herhangi bir sıcaklık hissetmiyordum. Işığın kötü niyetli olduğuna inanıyordum. La Gorda, Josefina ve ben birlikte, ürkmüş çocuklar gibi Zuleica’nın çevresinde toplandık. Bize sarıldı, daha sonra o beyaz, parlak ışık giderek sönmeye başladı ve tümüyle kayboldu. Onun yerini yumuşak, son derece dinlendirici sarımsı bir ışık aldı.
O an bizlerin bu dünyada olmadığımızın ayırdına vardım. Zemin ıslak, pişmiş toprak rengindeydi. Görünürde hiç dağ yoktu, ancak bulunduğumuz bölge tam olarak düzlük de sayılmazdı. Toprak kavrulmuş, yer yer çatlamıştı. Pişmiş toprak katı, engebeli bir denize benziyordu. Çevremde nereye baksam, bir okyanusun ortasındaymışım gibi, aynı görüntüyle karşılaşıyordum. Yukarı baktım; gökyüzü, çıldırtıcı parlaklığını yitirmişti. Kararmıştı, ancak mavi değildi. Ufukta, yakınlarda parlak bir yıldız görünüyordu. İşte o an, iki güneşe, iki yıldıza sahip bir dünyada bulunduğumuz düşüncesi uyandı zihnimde. Güneşlerden biri çok büyüktü ve ufuk çizgisini aşmıştı, diğeriyse daha ufaktı ve olasılıkla da daha uzaktaydı.
Sorular sormak çevreyi dolaşmak ve araştırmalar yapmak istiyordum. Zuleica bize rahatlamamızı ve sabırla beklememizi işaret etti. Ancak, sanki bir şeyler bizi çekiyor gibiydi. Birdenbire la Gorda ve Josefina gözden kayboldular, ve uyandım.
O günden sonra bir daha hiç Zuleica’nın evine gitmedim. Don Juan ya kendi evinde ya da nerede bulunuyorsak orada farklı bilinç düzlemine geçmemi sağlıyor, böylece rüyaya giriyordum. Zuleica, la Gorda ve Josefina’yı hep beni bekler buluyordum. Aynı dünya ötesi manzaraya, artık orayı iyice tanıyıncaya kadar defalarca geri döndük. Mümkün oldukça, ışığın parlak olduğu zamanı, gündüz vaktini es geçiyor ve oraya geceleyin, ufukta devasa gök cisminin yükselişini izleyecebileceğimiz bir zamanda ulaşıyorduk: öylesine görkemliydi ki, ufkun pürüzlü çizgisi üzerinde patladığında, önümüzde uzanan yüz seksen derecelik açının en azından yarısını kaplıyordu. Bu cisim öylesine güzel, ufukta yükselişiyse öylesine nefes kesiciydi ki, salt o görüntüyü seyredebilmek için orada sonsuza değin kalabilirdim.
Gökteki o cisim, tam tepeye ulaştığında aydınlığı neredeyse tüm gökkubbeyi kaplıyordu. Onu seyredebilmek için her zaman yere uzanırdık. Belli birtakım bölümleri vardı ve Zuleica bize bunları tanımayı öğretmişti. Onun bir yıldız olmadığını fark etmiştim. Işığı bir yansımaydı; kütlesinin saydam olmadığını düşünüyordum, zira yansıttığı ışık, devasa boyutlarına oranla, hayli yumuşaktı. Çiğdem sarısı yüzeyi üzerinde hiç değişmeyen iri, kahverengi noktalar vardı.
Zuleica bizi düzenli olarak sözcüklerle betimlenmesi olanaksız yolculuklara çıkardı. La Gorda’nın söylediğine göre, Zuleica Josefina’yı bilinmeyenin daha da uzak ve derin bölgelerine götürüyordu; zira Josefina da Zuleica gibi oldukça çılgındı; ikisinde de bir rüya görücüye kendinde olma niteliğini sağlayan ussallığın zerresi bulunmuyordu— bu nedenle de, herhangi bir şey için ussal nedenler ya da açıklamalar aramak gibi bir dertleri de yoktu.
Zuleica’nın yolculuklar hakkında bana anlattıkları arasında bir açıklamaya benzeyen tek konu, rüya görücülerin erklerini ikinci dikkatleri üzerinde odaklanmalarının, onları canlı birer sapana dönüştürdüğüydü. Rüya görücüler güçlendikçe ve kusursuzlaştıkça, ikinci dikkatlerini bilinmeyen içinde daha uzaklara doğru fırlatabiliyorlar ve rüyalarını uzatabiliyorlarmış.
Don Juan bana, Zuleica’yla yaptığım yolculukların yanılsama olmadığını,yaptığım her şeyin ikinci dikkatin denetimi yönünde ileriye doğru atılan bir adım olduğunu söyledi; diğer bir deyişle, Zuleica bana öteki alemi öğretiyordu. Bununla birlikte bana bu yolculukların mahiyetini açıklayamadı. Ya da belki de, bu konuyu henüz açıklamak istemiyordu. Bana, ikinci dikkatin yapısını, birinci dikkat terimleriyle açıklamaya çalışacak olursa, sözcüklerin içinde umarsızca tutsak olacağını söyledi. Benden kendi sonuçlarımı kendim çıkartmalıymışım; bense bu konu üzerinde daha derin düşündükçe, onun isteksizliğinin işlevsel nedenlerden kaynaklandığından daha da emin oldum.
İkinci dikkat üzerindeki yönergeler sırasında, Zuleica’nın kılavuzluğunda, mantığımın ötesinde, ancak hiç şüphesiz, bir bütün olarak bilincimin kapsamı içinde yer alan gizemlere doğru gerçek yolculuklar yaptım. Kavranamayan bir şeye doğru yolculuk yapmasını öğrendim ve sonuçta, Emilito ve Juan Tuma gibi, kendi sonsuzluk öykülerime vardım.

Cvp: 13. Rüya Görmenin İncelikleri

.