O gece daha geç vakitlerde, don Juan’ın sağ yan öğretilerinin bir parçası olarak çevredeki dağlara yaptığımız geziden döndükten sonra, beni tekrar ileri farkındalığa kaydırdı ve açıklamasına devam etti. Birleşim noktasının doğasını tartışmak için, ilk dikkatin bir tartışmasıyla başlayacağını söyledi.
Yeni görücüler, ilk dikkatin nasıl işlediğinin fark edilmeyen yollarına bakmışlar ve bunu başkalarına açıklamaya çalışırken farkındalığın gerçekleri hakkında bir dizge icat etmişler. Bana söylediğine göre her görücü açıklamalara meraklı değilmiş. Örneğin, velinimeti nagual Julian açıklamalara hiç aldırmazmış. Ama nagual Julian’ın velinimeti, don Juan’ın tanışmak şerefine eriştiği nagual Elias aldırırmış. O da Nagual Elias’ın ayrıntılı, uzun açıklamaları, nagual Julian’ın bölük pörçük açıklamaları ve bunların arasında kendi gördükleri ile bu gerçekleri anlar ve doğrular bi hale gelmiş.
Don Juan kendi kişisel dikkatimizin algıladığımız dünyayı odağa getirmesi için insanın farkındalığının yer aldığı dar yayılım bandında belirli yayılımlara ağırlık vermesi gerektiğini açıkladı. Boşta kalan yayılımlar hala ulaşabileceğimiz bir yerde ama uyuşuk, hayatımız boyunca bize bilinmez kalırmış.
Yeni görücüler, vurgulanan yayılımlara sağ yan, olağan farkındalık, tonal, bu dünya, bilinen, ilk dikkat derlermiş. Sıradan insansa buna gerçeklik, mantıksallık, sağduyu dermiş.
Vurgulanan yayılımlar, insanın farkındalık bandının büyük bir kısmını, fakat insanın kozası içindeki tüm tayfın çok az bir kısmını oluştururmuş. İnsan bandındaki dikkate alınmayan yayılımlar bir çeşit bilinmeyene önsöz olarak düşünülürmüş. Bilinmeyen de, kalan yayılımlar, insan bandının bir parçası olmayan ve hiçbir zaman vurgulanmayan yayılımlarmış. Görücüler onlara sol yan farkındalığı, nagual, diğer dünya, bilinmeyen, ikinci dikkat derlermiş.
“Bu belirli yayılımları vurgulama işlemi,” diye devam etti don Juan, “eski görücüler tarafından keşfedilip uygulandı. Onlar, bi nagual erkek ya da nagual kadının, fazladan gücü olduğundan vurgulamanın itme yoluyla harekete geçirilerek alışılmış yayılımlardan başka tarafa, yakınındakilere aktarılabileceğinin ayırdına vardılar. Bu itiş, nagual vuruşu olarak bilinir.”
Don Juan, bu değişimin eski görücüler tarafından uygulamada çömezleri esir tutmak için kullanıldığını söyledi. Bu vuruşla, çömezlerinin ileri, keskin, hassas farkındalık durumuna girmesini sağlıyorlarmış; o arada onlar ellerinden bir şey gelmezcesine uysalken, eski görücüler, aynı öğretmenleri gibi, onları meşum insanlara çeviren hatalı teknikler öğretiyorlarmış.
Yeni görücüler aynı teknikleri bayağı amaçlar yerine çömezlerine insanın olanaklarını öğretip kılavuzluk etmek için kullanmış.
Don Juan, nagual vuruşunun tam yerine, birleşim noktasının üstüne yapılması gerektiğini ve bunun insandan insana azıcık değiştiğini söyledi. Ayrıca, bu vuruş gören bir nagual tarafından yerine getirilmeliymiş. Bir nagualın kuvvetine sahip olup görmemekle, görüp de nagual kuvvetine sahip olmamak aynı kertede yararsızmış. Her iki durumda sonuç sadece bir vuruşmuş. Bir görücü belli noktaya tekrar tekrar farkındalığı hareket ettirme kuvveti olmadan vurabilir ve görmeyen bir nagual bu noktaya isabetli vuramazmış.
Eski görücülerin, birleşim noktasının fiziksel bedende olmadığını keşfettiklerini de söyledi, bu nokta kozanın kendisinde, parlak kabuktaymış. Nagual, burayı yoğun parlaklığından belirler ve vurmak yerine daha çok itermiş. Bu itiş kuvveti, kozada bir göçük yaratır ve bu da sağ kürek kemiğinde, akciğerdeki bütün havayı boşaltan bir darbe gibi hissedilirmiş.
“Farklı göçük türleri mi vardır?” diye sordum.
“Sadece iki tane,” diye cevap verdi. “Bi tanesi içbükey ve diğeri yarıktır; ikisinin ayrı etkisi vardır. İçbükeylik geçici bi özelliktir ve geçici bi değişim doğurur ama yarık kozanın esaslı ve kalıcı bi özelliğidir ve devamlı bi kayışa neden olur.”
Don Juan genellikle, öz-yansımayla sertleşen parlak kozanın nagualın vuruşundan hiç etkilenmediğini söyledi. Ne var ki, bazen insanın kozası çok yumuşak olurmuş ve en ufak kuvvet, boyu ufak bir çöküşten bütün kozanın üçte biri büyüklüğünde veya kozanın yumurtamsı kabuğunun tüm genişliğince veya boylu boyunca kasemsi bir yarığa sebep olup kozanın kendi üstüne kıvrılmış gibi görünmesine neden olurmuş.
Bazı saydam kabuklar, çökmeden sonra hemen eski şekillerine dönermiş. Diğerleri, saatlerce hatta günlerce göçük kalır ancak yeniden kendi eski hallerine dönermiş. Yine diğerleri sert, nüfuz edilemeyen göçmeler alıp, nagualın parlak kozadaki o alanı eski haline döndürmesi için bir başka vuruş yapmasına gerek duyarmış. Ve çok az bazıları da bir kere o göçüğü aldılar mı bir daha kaybetmezmiş; nagual kaç kere vurursa vursun tekrar eski yumurtamsı şekillerine dönmezlermiş.
Don Juan, göçüğün ilk dikkati, farkındalığın parıltısının yerini değiştirerek etkilediğini söyledi. Göçük, parlak kabuğun içindeki yayılımlara baskı yapar ve görücüler de ilk dikkatin bu baskının kuvveti altında vurgusunu nasıl kaydırdığına tanık olurlarmış. Göçük, kozanın içindeki Kartal yayılımlarının yerini değiştirerek farkındalığın parıltısının ilk dikkatin normalde ulaşılmaz alanlarındaki yayılımlara ulaşmasını sağlarmış.
Ona, farkındalığın parıltısının sadece parlak kozanın yüzeyinde mi göründüğünü sordum. Hemen yanıtlamadı. Düşüncelere dalmış gibi görünüyordu. On dakika kadar sonra sorumu yanıtladı; normalde farkındalık parıltısının tüm hisseden varlıklarda kozanın yüzeyinde göründüğünü söyledi. Lâkin insan dikkatini geliştirdikten sonra, farkındalık parıltısı derinlik kazanırmış. Diğer bir deyişle, parıltı kozanın yüzeyinden kozanın içindeki birçok yayılımlara geçermiş.
“Eski görücüler, farkındalıkla uğraşırken ne yaptıklarını biliyorlardı,” diye sürdürdü. “Onlar, insanın kozasında bi göçük yaratarak farkındalığın parıltısını zorlayabileceklerini, parıltı kozanın içindeki yayılımlarda zaten var olduğundan yanındakilere de dağılabileceğinin ayırdına varmışlardı.”
“Fiziksel bir meseleymiş gibi konuşuyorsun,” dedim. “Sadece parıltı olan bir şeyin içine nasıl göçük yapılabilir?”
“Açıklanmaz bi yolla, bu bi parıltının başka bi parıltıda göçük yaratması meselesi,” diye yanıtladı. “Senin hatan, mantık kayıtlarına yapışıp kalman. Mantık, insanla erkeymiş gibi uğraşmaz. Mantık, erkeyi yaratan araçlarla uğraşır ama mantıkta hiçbi zaman bizim araçlardan iyi olabileceğimize dair bi şey yoktur: biz erke yaratan organizmalarız. Biz, birer erke balonuyuz. Bi erke balonunun başka bi tanesi üzerinde bi göçük yaratması da o kadar usdışı değil.”
Göçükle yaratılan farkındalık parıltısının geçici ileri dikkat olarak adlandırılması gerektiğini çünkü alışılmış yayılımların en yakınlarını vurguladığından değişimin minimal olduğunu ama bunun bile anlamak, yoğunlaşmak yetisi ve her şeyin de üstünde unutma yetisi yarattığını söyledi. Görücüler bu değişimi derece derece kullanmayı biliyorlarmış. Onlar, nagualın vuruşundan sonra salt günlük kullandığımızın çevresindeki yayılımların parladığını görmüşler. Daha uzak olanlar hareketsiz kalıyorlarmış ki bu da onlara insanların ileri dikkat durumundayken günlük hayatlarında işlevsel kalabileceklerini göstermiş. Onlar için, nagual adam ve nagual kadın en önemli gereksinim olmuş çünkü bu durum göçük kaldığı sürece devam edip sonra birden her şey unutulurmuş.
“Neden unutulmak zorunda?” diye sordum.
“Çünkü daha fazla keskinlikten sorumlu yayılımlar, savaşçılar ileri farkındalıktan çıktığı anda vurgusunu kaybeder,” diye yanıtladı. “Bu vurgulama olmadan deneyimledikleri ya da tanık oldukları her ne olursa olsun yok olur.”
Don Juan, yeni görücülerin öğrencileri için tasarladıkları görevlerden birinin, onların ileri farkındalık durumunda kullandıkları yayılımları daha sonra vurgulamaya çalışmaları ve kendi kendilerine tekrar anımsamaları olduğunu söyledi.
Bana her zaman kurşunkalem yerine parmağımın ucuyla yazmamı tavsiye eden, böylelikle notlarımın birikmeyeceğini söyleyen Genaro’yu anımsattı. Don Juan, Genaro’nun aslında anlatmak istediğinin benim ileri farkındalık durumundayken bazı kullanılmayan yayılımları söyleşi ve deneyimlerin kaydedilmesi için kullanıp, bir gün o zaman kullanılan yayılımları yeniden vurgulayarak tekrar anımsamam olduğunu söyledi.
İleri farkındalık durumu, sırf insanların yumurtamsı şeklinin daha derinine giden bir parıltı gibi görünmeyen aynı zamanda kozanın yüzeyinde de daha yoğun görünen bir parıltıymış. Ne var ki bu, parlak yumurtanın tümünde bir akkorluk patlağı olarak görülen tam farkındalık durumunda oluşan parıltıyla karşılaştırılamazmış bile. Bu öyle bir ışık patlamasıymış ki kabuğun sınırları yayılır ve içerdeki yayılımlar düşünülebilecek her şeyin ötesinde genişlermiş.
“Bunlar özel durumlar mı, don Juan?”
“Kesinlikle. Bunlar salt görücülere olur. Başka hiçbi insan ya da yaşayan yaratık böyle ışıldamaz. Tam farkındalığa bilerek ulaşan görücüler, görülesi bi manzaradır. O, içten gelen ateşle yandıkları andır. İçten gelen ateş onları tüketir. Tam farkındalıkta kendilerini dışardaki yayılımlarla eritip kaynaştırır ve sonsuzluğa kayarlar.”
Sonora’da birkaç günden sonra don Juan’ı, savaşçı topluluğuyla yaşadığı Güney Meksika’daki kasabaya arabayla geri götürdüm.
Ertesi gün sıcak ve pusluydu. Yorgun ve nedense sinirli hissediyordum. Öğleden sonra, kasabada hiç hoş olmayan bir sessizlik vardı. Don Juan ve ben, büyük odadaki rahat koltuklarda oturuyorduk. Ona, Meksika taşra hayatının bana göre olmadığını söyledim. Bu kasabadaki zoraki sessizlik duyumundan hoşlanmıyordum. Duyulan tek ses uzakta bağıran çocuklarınkiydi. Oynadıklarından mı yoksa acıdan mı bağırdıklarını hiçbir zaman anlayamamıştım.
“Burada olduğunda hep ileri farkındalık durumundasın,” dedi don Juan. “Bu büyük bi fark. Ama ne olursa olsun, böyle bi kasabada yaşamaya alışmalısın. Bir gün sen de böyle bi yerde yaşayacaksın.”
“Neden böyle bir yerde yaşamak zorunda olayım, don Juan?”
“Sana yeni görücülerin özgür olmayı amaçladıklarını açıklamıştım. Ve bağımsızlığın yan etkileri en mahvedici olanlardır. Bu yan etkilerin arasında, savaşçıların amaçlı olarak değişiklik arayışı vardır. Senin tercihin yaşadığın gibi yaşamaktır. Sen mantığını kayıtlarından geçirerek canlandırır ve arkadaşlarının kayıtlarına karşı tuzağını oluşturursun. Bu manevralar sana, kendini ve kaderini incelemen için çok az zaman bırakır. Tüm bunları bırakman gerekir. Bunun yerine, tüm bildiğin bu kasabanın ölü sakinliği olsaydı eninde sonunda araman gereken madalyonun diğer yüzü olacaktı.”
“Senin burada yaptığın bu mu, don Juan?”
“Bizimki biraz değişik, çünkü biz yolun sonundayız. Bi şey aramıyoruz. Hepimizin burda yaptığı ancak savaşçıların anlayabileceği bi şey. Bi şey yapmadan günden güne geçiyoruz. Bekliyoruz. Bunu tekrarlamaktan bıkmayacağım: beklediğimizi ve ne beklediğimizi biliyoruz. Biz özgürlüğü bekliyoruz!
“Ve şimdi bunu bildiğine göre,” diye bir sırıtmayla ekledi, “ farkındalık konuşmamıza dönelim.”
Genellikle, bu odadayken bizi kimse rahatsız etmez ve her zaman konuşmamızın uzunluğuna don Juan karar verirdi. Ama bu kez kapıda nazik bir tıklatma oldu ve Genaro girip oturdu. Evinden aceleyle koşturup çıktığımız günden beri görmemiştim Genaro’yu. Ona sarıldım.
“Genaro sana bi şey söyleyecek,” dedi don Juan. “Sana, onun farkındalık ustası olduğunu söylemişimdir. Şimdi bunun ne demek olduğunu söyleyeyim. O, birleşim noktasını, nagual vuruşuyla yerinden sarsıldıktan sonra parlak yumurtanın daha derinine doğru oynatabilir.”
Genaro’nun sayısız seferler birleşim noktamı ileri farkındalığa geçtikten sonra ittiğini söyledi. Devasa yassı kayaya, konuşmaya gittiğimizde, Genaro birleşim noktamı çok fazla sol yana oynatmıştı hatta o kadar fazla oynatmıştı ki bu biraz tehlikeli olmuştu. Don Juan konuşmasına son verip Genaro’ya sırasını vermeye hazır göründü. Genaro’ya bir şey söylemesini imlemek ister gibi başını salladı. Genaro kalkıp yanıma geldi.
“Alev çok önemlidir, “ dedi yumuşakça. “ Büyük yassı taşın üzerinde, sana güneş ışığının kuvars parçası üzerindeki yansımasını gösterdiğim günü anımsıyor musun?”
Genaro bahsettiğinde anımsadım. O gün, don Juan konuşmasını bitirdikten sonra, Genaro cebinden çıkarıp yassı kayaya koyduğu cilalanmış kuvars parçasının içinden geçen ışığın kırılmasını göstermişti. Kuvarsın pırıltısı hemen dikkatim çekmişti. Bundan sonra ilk anımsadığım, yassı kayada çömelmişken don Juan’ın yanımda suratında kaygılı bir ifadeyle durduğuydu.
Konuşmaya başladığında Genaro’ya anımsadığımı söylemek üzereydim. Ağzını kulağıma dayadı ve odadaki iki gaz lambasından birini imledi.
“Aleve bak,” dedi. “İçinde ısı yok. Salt alev. Saf alev seni bilinmeyenin derinliklerine götürebilir.”
O konuştukça, tuhaf bir baskı duyumsamaya başladım; fiziksel bir ağırlıktı. Kulaklarım uğulduyor; gözlerim mobilyaların şekillerini ayırt edemeyecek kadar sulanıyordu. Görüşümü hiç odaklayamaz oldum. Gözlerim açık olmasına rağmen gaz lambalarının yoğun ışığını göremiyordum. Çevremdeki her şey karanlıktı. Karanlığı, devinen bulutları aydınlatan fosforlu çizgilerden hatlar vardı. Sonra tüm bunlar solup giderken görüşüm gittiği gibi birden geri geldi.
Nerede olduğumu ayrımsayamadım. Bir balon gibi süzülür gibiydim. Yalnızdım. Ani bir korkuyla sancılandım ve mantığım o an bana anlam ifade edecek bir açıklama için hızla çalıştı; Genaro gaz lambasının alevini kullanarak beni hipnotize etmişti. Neredeyse tatmin olmuştum. Sessizce süzüldüm; dertlenmemeye çalıştım; dertlenmeyi engellemenin bir yolunun uyanmak için geçeceğim kademelere yoğunlaşmak olacağını düşündüm.
İlk fark ettiğim kendim olmadığımdı. Hiçbir şeye bakamıyordum çünkü bakmak için bir şeyim yoktu. Vücudumu incelediğimde yalnızca farkında olabildiğimi ayırt ettim ne var ki sonsuzluğa bakar gibiydim. Fevkalade ışıklı harikulade bulutlar ve kapkara kütleler vardı; ikisi de hareket halindeydi. Net olarak, devasa, yavaş bir okyanus dalgası gibi bana doğru yaklaşan kehribar parıltılı bir dalgacık gördüm. O zaman sanki uzayda süzülen bir şamandıra gibi dalganın beni alıp taşıyacağını anladım. Bunu önlenemez olarak kabullendim. Ama tam bana çarpacakken tamamen beklenmedik bir şey oldu, bir yel beni dalganın yolundan uçurdu.
Rüzgârın kuvveti beni korkunç bir hızla taşıdı. Yoğun renkli ışıklı koca bir tünelin içinden geçtim. Görüşüm tamamıyla karıştı ve uyandığımı duyumsadım, rüya görüyordum, Genaro’nun sağladığı hipnotik bir rüya. Bir sonraki an, yine odada don Juan ve Genaro’ylaydım.