1

Konu: 9 Aşağı Kayış

Don Juan ve Genaro, senelik şifalı ot arayışları için Meksika’nın kuzeyine Sonora Çölü’ne gitmek için yola çıkmışlardı. Nagual’ın topluluğundaki görücülerden biri, otacı Vicente Medrano, o bitkileri ilaç yapımında kullanırdı.
Don Juan ve Genaro’ya yolculuklarının son safhasında tam onların güneye, eve geri dönecekleri bir noktada Sonora’da katıldım.
Dönüş yolculuğundan bir gün önce Don Juan farkındalıkta ustalaşma açıklamalarına birdenbire yeniden başladı. Dağların yamacındaki uzun çalıların gölgesinde dinleniyorduk. Akşamüstünün geç saatleriydi, hava neredeyse kararmak üzereydi. Üçümüz de ağzına kadar bitkilerle dolu çuvallar taşıyorduk. Onları yere koyar koymaz Genaro katlayıp yere koyduğu ceketinin üzerine kıvrılıp uyudu.
Don Juan Genaro’yu uyandırmak istemezcesine kısık bir sesle konuşmaya başladı. Farkındalığa dair şimdiye kadar pek çok gerçeği açıkladığını, geriye tartışılacak yalnızca bir gerçek kaldığını söyledi. Bu son gerçek, eski kuşak büyücülerin kendilerinin de farkında olmadan buldukları en önemli gerçekmiş. Buluşun muazzam değeri ancak yüzyıllar sonra yeni görücüler tarafından anlaşılabilmiş.
Don Juan konuşmasını, “Sana insanın birleşim noktasının algı için, yayılımlara ayarlı olduğunu söylemiştim” diye sürdürdü, “Noktanın sabit konumundan hareket edebildiğini de tartışmıştık. Son gerçek, birleşim noktasının belli bir sınırın ötesinde hareket etmesi halinde bildiğimiz bu dünyadan bütünüyle başka dünyalarla birleşebilmesidir.”
Bazı coğrafi bölgelerin bu tehlikeli harekete yardım etmenin yanı sıra hareket için özel yönler belirlediğini fısıldadı. Örneğin Sonora Çölü birleşim noktasının her zamanki yerinden aşağı doğru hareket etmesini sağlıyordu, iblisin olduğu yere.
“Bu nedenle Sonora’da gerçek büyücülerle karşılaşabilirsin” diye sürdürdü sözlerini. “Özellikle de kadın büyücülerle. Daha şimdiden birini biliyorsun; La Catalina. Geçmişte ikiniz arasında dalaşlar ayarlamıştım. Birleşim noktanın hareket etmesini istemiştik ve La Catalina büyücülük maskaralıklarıyla onu yerinden sallayıp gevşetmişti.”
Don Juan, La Catalina ve benim aramda gelişen tüyler ürpertici deneyimlerin ikisi arasında önceden düzenlenmiş anlaşmanın bir parçası olduğunu açıkladı.
Genaro  kalkıp sesini yükselterek, “bize katılması için O’nu davet etsek ne düşünürdün?” diye bana sordu.
Sorusunun keskinliği ve sesindeki garip ton nedeniyle ani bir dehşet duygusuna kapıldım.
Don Juan güldü ve beni kollarımdan tutup sarstı. Korkmam için herhangi bir neden olmadığı yolunda bana güvence verdi. La Catalina’nın bize bir kuzen ya da teyze yakınlığında olduğunu söyledi. Bizim adımlarımızı izlemese de dünyamızın bir parçasıydı. Eski büyücülereyse sınırsız derecede daha yakındı.
Genaro gülümsedi ve bana göz kırptı.
“Korkudan soluğunun kesilmesini anlıyorum” dedi. “Onunla her yüzyüze geldiğinde daha çok korktuğunu bana kendisi söyledi.”
Don Juan ve Genaro neredeyse histerik bir biçimde güldüler.
Kabul etmeliydim ki, La Catalina’yı hem çok korkunç hem de çok çekici bulmuştum her zaman. Beni onda en çok etkileyen de üzerinden taşan erkiydi.
“O kadar çok erk biriktirdi ki” diye devam etti Don Juan, “birleşim noktanı sol yanın derinliklerine doğru hareket ettirmesi için ileri farkındalıkta olman bile gerekmiyor.”
Don Juan ve Genaro, La Catalina’nın nagual Julian’ın topluluğunda olduğu için bizle yakın alakalı olduğunu tekrar etti. Bir nagual ve onun yandaşlarının genellikle dünyadan aynı zamanda ayrıldıklarım ama bazen ufak gruplar halinde veya teker teker ayrılabildiklerini de açıkladı. Nagual Julian ve grubu İkincisine bir örnekti. O dünyadan kırk sene önce ayrılmış olmasına rağmen, la Catalina hala buradaydı.

Cvp: 9 Aşağı Kayış

Bana daha önce söylediği bir şeyi anımsattı. Nagual Julian’in topluluğu, üç tamamen önemsiz erkek ve sekiz mükemmel kadın görücüden oluşuyormuş. Don Juan her zaman bu eşitsizliğin nagual Julian’in grubunun tek tek ayrılmalarının nedenlerinden biri olduğunu iddia etmişti.
La Catalina’nın, nagual Julian’ın grubundaki mükemmel kadın görücülerden, ona birleşim noktasını aşağıya kaydırmak için alışılmadık manevralar öğreten birine bağlı olduğunu söyledi. Bu görücü dünyadan son ayrılanlardanmış. Aşın uzun yıllar yaşamış ve ikisi, la Catalina da, o da Sonora’nın yerlisi olduklarından çöle geri dönmüşler ve ileri yaşlarında o görücü kadın dünyadan ayrılana dek bir arada yaşamışlar. Beraber geçirdikleri yıllar boyunca la Catalina ona kendini adamış bir yardımcı, birleşim noktasını eski görücüler gibi en delibozuk yollarla kaydırmayı öğrenmeye istekli bir öğrenci olmuş.
Don Juan’a, la Catalina’nın bilgisinin onunkinden tabiatıyla mı farklı olduğunu sordum.
“Tamamen aynıyız,” diye yanıtladı. “O daha çok Silvio Manuel veya Genaro gibi, onların kadına uyarlanmışı ama tabii kadın olması dolayısıyla, ikisinden de sınırsız derecede daha saldırgan ve tehlikeli.”
Genaro, başıyla rızasını imledi. “Sınırsız derecede daha fazla,” deyip yine göz kırptı.
“Senin topluluğuna bağlı mı?” diye sordum don Juan’a.
“Bize kuzen veya teyze gibi olduğunu söyledim ya,” diye yanıtladı. “Hepimizden genç olmasına rağmen yaşlı nesildendir. O, o topluluğun sonuncusu. Bizimle çok az temasa geçer. Bizi pek sevmez. Biz onun için fazla sıkıcıyız; o nagual Julian’ın tarzına alışkın. Bilinmeyenin engin macerasını özgürlük arayışına tercih eder.”
“İkisi arasındaki fark ne?” diye sordum don Juan’a.
“Farkındalığa değgin gerçekleri açıklamamın son bölümünde,” diye yanıtladı,” bu farkı yavaş yavaş, tamamıyla tartışacağız. Şu an, senin için önemli olan, sol yan farkındalığında kıskançça sakladığın garip gizlerdir; bu yüzden la Catalina ve sen birbirinizden hazzetmektesiniz.”
Ondan hazzetmemle ilgili olmadığını, onun kuvvetine hayran olduğumu ısrarla söyledim.
Don Juan ve Genaro güldüler ve sanki benim bilmediğim bir şeyi biliyormuşçasına beni tıpışladılar.
“Seni seviyor çünkü neye benzediğini biliyor,” dedi Genaro ve dudaklarını şapırdattı. “Nagual Julian’ı çok iyi tanırdı.”
İkisi beni utandıran uzun bir bakış attılar.
“Ne demek istiyorsun?” diye kavgacı bir ses tonuyla sordum Genaro’ya.
Bana sırıtıp, kaşlarını yukarı aşağı komik bir ifadeyle oynattı. Ama sessiz kaldı.
Don Juan konuşup suskunluğu bozdu.
“Nagual Julian’la aranızda tuhaf bazı ortak noktalar var,” dedi. “Genaro yalnızca senin bunun farkında olup olmadığını ortaya çıkarmaya çalışıyor.”
İkisine de böyle akıl almaz bir şeyin nasıl farkında olabileceğimi sordum.
“La Catalina böyle düşünüyor,” dedi Genaro. “O, nagual Julian’ı buradaki herkesten daha iyi tanıdığı için böyle söylüyor.”
Nagual Julian kırk sene evvel dünyadan ayrılmış olduğuna göre, onu tanıdığına inanamayacağımı belirttim.
“La Catalina da taze bir piliç değil,” dedi Genaro. “Sadece genç görünüyor; bu onun bilgisinin bir parçası. Nasıl bir zamanlar, nagual Julian’ın bilgisinin bir parçasıysa. Sen o kadının sırf genç halini gördün, yaşlı halini görsen, korkudan nutkun tutulurdu.”
“La Catalina’nın yaptığı,” diye araya girdi don Juan, “yalnızca üç ustalaşma yoluyla açıklanabilir: farkındalıkta ustalaşma, iz sürmede ustalaşma ve niyette ustalaşma.
“Fakat bugün onun yaptığını salt farkındalığın son gerçeği ışığında inceleyeceğiz: birleşim noktası, orijinal konumundan oynadıktan sonra bizimkinden değişik dünyaları birleştirir diyen gerçeğin ışığında.
Don Juan ayağa kalkmamı imledi. Genaro da kalktı. Ben hiç düşünmeden şifalı ot dolu çuvalı kaptım. Tam sırtıma atacakken Genaro beni durdurdu.
“Çuvalı bırak bir,” dedi sırıtarak. “Tepeye tırmanıp, la Catalina’yla buluşacağız.”
“Nerede o?” diye sordum.
“Yukarda,” dedi Genaro, ufak bir tepenin ucuna parmağını doğrultarak. “Eğer gözlerini yarı kısıp dikkatlice bakarsan, onu şu yeşil fundalıkların önünde, koyu bir leke olarak görebilirsin.”
O koyu lekeyi görebilmek için kendimi zorladım ama bir şey göremedim.
“Neden oraya yürümüyorsun?” dedi don Juan.
Başım dönüverdi, midem bulandı. Don Juan elinin bir devinimiyle beni yola koyulmaya sevk etti ama hareket etmeye cesaret etmedim. Sonunda, Genaro kolumdan tuttu ve ikimiz tepeye tırmanmaya başladık. Yukarı vardığımızda, don Juan’ın tam arkamızdan geldiğinin ayırdına vardım. Üçümüz tepeye aynı anda ulaştık.
Don Juan, büyük bir sakinlik içinde Genaro’yla konuşmaya başladı. O’na, nagual Julian’ın birçok defalar korkularına fazla kapıldıkları için ikisini de öldüresiye boğmak üzere olduğunu anımsayıp anımsamadığını sordu.
Genaro bana dönüp nagual Julian’ın insafsız bir öğretmen olduğuna dair güvence verdi. O ve kendi öğretmeni, henüz o zamanlar dünyada olan nagual Elias, herkesin birleşim noktasını hayati bir sınırın ötesine iter ve kendi kendilerini korumaları için bırakırlarmış.
“Sana bir zamanlar nagual Julian’ın cinsel erkemizi boşa harcamamamızı tavsiye ettiğini söylemiştim,” diye devam etti Genaro. “Bununla birleşim noktasının kaydırılması için kişiye erke gerektiğini söylemek istemiştim. Eğer birinde bu yoksa, nagualın vuruşu özgürlük yerine ölüm vuruşu olur.”
“Yeterli erke olmadığında,” dedi don Juan, “bağlanış gücü ezicidir. Sıradan şartlar altında gerçekleşmeyen bağlanışın baskısına karşı dayanabilmek için yeterince erkeye sahip olmak gerekir.”
Genaro, nagual Julian’ın ilham veren bir öğretmen olduğunu söyledi. Her zaman öğretip aynı zamanda da kendini eğlendirecek yollar bulurmuş. En sevdiği yöntemlerden biri bir ya da iki defasında yaptığı gibi hiç fark ettirmeden onları olağan farkındalıklarında yakalayıp, birleşim noktalarını kaydırmak olurmuş. C) zamandan beri, bölünmez dikkatlerini sağlamak için tüm yapması gereken onları beklenmedik bir nagual vuruşuyla tehdit etmek olmuş.
“Nagual Julian, gerçekten unutulmaz bi adamdı,” dedi don Juan. “Sanki onda şeytan tüyü vardı. Dünyadaki en kötü şeyi yapsa da, o yapınca harika olurdu. Başka herhangi biri tarafından yapılsa bunlar ham ve kaba kaçardı.
“Nagual Elias’ın, diğer yandan öyle bi niteliği yoktu ama büyük, yüce bi öğretmendi.”
“Nagual Elias, nagual Juan Matus’a çok benzerdi,” dedi Genaro bana. “Birbirleriyle çok iyi geçinirlerdi. Ve nagual Elias ona her şeyi, hiç sesini bile yükseltmeden veya onu kandırmadan öğretmişti.
“Ama nagual Julian farklıydı,” diye sürdürdü Genaro, beni dostça bir dürterek. “Diyebilirim ki o aynen senin gibi, sol yanında tuhaf sırlarını kıskançlıkla sakladı. Sence de öyle değil mi?” diye sordu don Juan’a.
Don Juan cevap vermedi ama başıyla onayladı. Kahkahasını tutmaya çalışıyordu..
“Oyunbaz bi mizacı vardı,” dedi don Juan ve ikisi kahkahalara boğuldular.
Bildikleri bir şeyi ima ediyor olmaları beni daha da tehdit altında hissettirdi.
Don Juan, ciddiyetle nagual Julian’ın hayatı boyunca öğrendiği acayip büyücülük tekniklerini kastettiklerini söyledi. Genaro, nagual Julian’ın nagual Elias’tan başka nevi şahsına münhasır bir öğretmeni daha olduğunu söyledi. Öğretmeni, onu fazlasıyla sevmiş ve ona alışılmamış ve karmaşık birleşim noktası oynatma yolları öğretmişti. Bunun sonucunda nagual Julian alışılmadık, delişmen yaradılışta biri olmuştu.
“Kimdi o öğretmen, don Juan?” diye sordum. Don Juan ve Genaro birbirlerine bakıp çocuklar gibi kı
kırdadılar.
“Bu çok zor yanıtlanacak bi soru,” diye cevap verdi don Juan. “Tüm söyleyebileceğim bizim tarzımızı saptıran öğretmen olduğu. Bize iyi kötü bi çok şeyi öğretti ama öğrettiklerinin en fenası eski görücülerin yaptıklarıydı. Böylece aramızdan bazıları tuzağa düştü. Nagual Julian bunlardan biriydi, la Catalina da öyle. Biz yalnızca senin onları izlemeyeceğini ümit ediyoruz.”
Hemen karşı koymaya başladım. Don Juan beni susturdu. Neye karşı koyduğumu bilmediğimi söyledi.
Don Juan konuşurken, ona ve Genaro’ya fena halde kızdım. Aniden hiddetten kudurarak, avaz avaz onlara bağırmaya başladım. Tepkim, o kadar bana uymuyordu ki kendimden korktum. Sanki ben bir başkasıydım. Durdum ve yardım umuduyla onlara baktım.
Genaro’nun kolları destek gereksinilmiş gibi don Juan’ın omzundaydı. İkisi de önüne geçilmez bir şekilde gülüyorlardı.
O kadar umutsuzdum ki neredeyse gözlerimden yaşlar boşanacaktı. Don Juan yanıma geldi. Kolunu güven verici bir şekilde omzuma attı. Sonora Çölü’nün, onun anlayamadığı nedenlerden dolayı insanı veya herhangi bir diğer organizmayı kavgacılığa teşvik ettiğini söyledi.
“İnsanlar, burada hava çok kuru olduğundan diyebilir,” sürdürdü, “ya da çok sıcak olduğundan. Görücülerse, buranın Kartal’ın yayılımlarının belirli bi kavşağı olduğunu ve daha önce söylediğimiz gibi birleşim noktasının aşağı kaymasına yardımcı olduğunu söyleyebilirler.”
“Nasıl olursa olsun, savaşçılar kendilerini tarafsız tanıklar olarak eğitmek, kendi gizlerini anlamak ve kim olduklarını bulmanın coşkusunu tatmak için dünyadadır. Bu yeni görücülerin emellerinin en yükseğidir. Ve her savaşçı buna ulaşamaz. Biz nagual Julian’ın ulaşamadığını sanıyoruz. O yolda kaldı, la Catalina da.”
Emsalsiz bir nagual olmak için bir kimse özgürlüğü sevmeli ve her şeyden en yüksek mertebede kopmuş olmalıymış. Savaşçının yolunu bu kadar tehlikeli yapan çağdaş insanın yaşamının tam tersi olmasıymış. Çağdaş insan, bilinmeyen ve giz alemini bırakıp işlevsellik aleminde yerleşmiş. Önceden hissedilen ve coşku veren dünyaya sırtını dönüp, can sıkıntısını dünyasına buyur etmiş.
“Tekrar giz dünyasına dönme şansı verilmesi,” diye sürdürdü don Juan, “bazen savaşçılara fazla gelir ve dayanamazlar; benim bilinmeyenin macerası dediğim yolda kalırlar. Özgürlük arayışlarını unuturlar; tarafsız tanıklar olmayı unuturlar. Bilinmeyen de kaybolup gider ve buna bayılırlar.”
“Ve sen benim de böyle olduğumu düşünüyorsun, değil mi?” diye sordum don Juan’a.
“Böyle düşünmüyor, bunu biliyoruz,” diye cevapladı Genaro. “Ve la Catalina herkesten daha iyi biliyor.”
“O nerden bilecek ki?” diye diklendim.
“Çünkü o da senin gibi,” diye yanıtladı Genaro sözlerini komik, monoton bir ses tonuyla vurgulayarak.
Sıkı bir tartışmaya girmek üzereyken don Juan beni yine susturdu.
“Bu kadar heyecanlanacak bi şey yok,” dedi bana. “Sen neysen osun. Özgürlük için savaş bazıları için daha zordur. Sen onlardan birisin.
“Tarafsız tanıklar olmak için,” diye devam etti, “birleşim noktasının deviniminin sabitlenişini anlamak, bizim ve ne olursa olsun tanık olduğumuz dünya için, her şeydir.
“Yeni görücüler, kendi kendimizle konuşmamız öğretildiğinde birleşim noktasını bi yere sabitlemek için ruhsuzlaşmanın yolunun da öğretildiğini söylerler.”
Genaro, gürültülü bir biçimde ellerini birbirine çarpıp, bir futbol antrenörünü öykünen, içe işleyen ıslığını koyuverdi.
“Şu birleşim noktasını bi oynatalım!” diye bağırdı. “Yukarı, yukarı, yukarı! Oynat, oynat, oynat!”
Sağ yanımdaki çalılar birdenbire karıştığında hala gülüyorduk. Don Juan ve Genaro aniden sol ayakaltlarına kıvrılmış şekle geçtiler. Sağ ayak, diz yukarıda önlerinde bir kalkan gibiydi. Don Juan bana da aynını yapmamı imledi. Kaşlarını kaldırıp ağzının kenarından bir koy verme mimiği yaptı.
“Büyücülerin kendilerine has tuhaflıkları vardır,” dedi fısıltıyla. “Birleşim noktası normal konumunun aşağısında bi yere oynayınca büyücünün görüşü kısıtlanır. Ayakta görürlerse, saldırırlar.”
“Nagual Julian, beni bir keresinde iki gün savaşçı pozisyonunda tutmuştu” diye fısıldadı Genaro bana. “İşerken bile bu pozisyonda kalmam gerekti.”
“Ve sıçarken de,” diye ekledi don Juan.
“Doğru,” dedi Genaro. Ve emin değilmiş gibi bana fısıldadı, “Umarım sen kakanı önceden yapmışsındır. Eğer la Catalina ortaya çıktığında bağırsaklarını boşaltmamış olursan, pantolonuna edersin. Tabii sana pantolonunu çıkarmayı da gösterebilirim. Eğer bu konumda sıçacaksan pantolonunu çıkarmalısın.”
Bana, pantolonumdan nasıl çıkacağımı göstermeye başladı. Bunu en ciddi ve ilgili haliyle yapıyordu. Tüm konsantrasyonum devinimlerinde yoğunlaşmıştı. Ancak pantolonumdan sıyrıldığımda don Juan’ın kahkahalarla kükrediğini fark edebildim. Genaro’nun beni yine makaraya aldığını ayırt ettim. Ayağa kalkıp pantolonumu giyecektim ki don Juan beni durdurdu. Gülmekten sözcükleri zorla bir araya getirebildi. Bana olduğum gibi kalmamı, Genaro’nun her şeyi yarı şaka yaptığını ve la Catalina’nın gerçekten orada çalıların arkasında olduğunu söyledi.

Cvp: 9 Aşağı Kayış

Kahkahalar arasında ortaya koyduğu ses tonuyla beni etkiledi. Yerimde donup kaldım. Bir saniye sonra çalılıklardaki bir hışırtı, beni öylesine paniğe soktu ki pantolonumu unuttum. Genaro’ya baktım. O tekrar pantolonu giymişti. Omuzlarını silkti.
“Özür dilerim,” diye fısıldadı. “Sana onu kalkmadan nasıl giyeceğini göstermeye vaktim olmadı.”
Onlara kızacak ya da kahkaha cümbüşlerine katılacak zamanım olmadı. Aniden, tam önümde çalılar yarıldı ve olabilecek en korkunç mahlûkat ortaya çıktı. O kadar acayipti ki artık korkmuyordum, büyülenmiştim. Önümde duran her ne ise, bir insan değildi; hatta insanla uzaktan yakından alakası bile yoktu. Daha çok bir sürüngene benziyordu. Ya da büyük cüsseli garip bir böceğe. Yahut kıllı, son derece tiksindirici bir kuşu bile andırıyordu. Vücudu koyu renkliydi ve kalın kızılımsı kıllarla kaplıydı. Bacak göremiyordum, sırf devasa çirkin bir kafa. Burnu yassı ve burun delikleri yan yana iki koca delikti. Dişli gaga gibi bir şeyi de vardı. Ne kadar korkutucu olursa olsun gözleri şahaneydi. Onlar kavranmaz durulukta büyüleyici iki havuz gibiydi. Bilgelik doluydular. İnsan gözü, kuş gözü ya da şimdiye kadar gördüğüm herhangi bir tür göz değillerdi.
Mahlûkat, çalıları hışırdatarak soluma doğru hareket etti. Başımı onu izlemek için oynattığımda, don Juan ve Genaro’nun da oııun ortaya çıkışından benim gibi tutulmuş kalmış olduklarını görebildim. Onların da böyle bir şeyi hiç görmemiş olabilecekleri aklıma geldi.
Bir anda, mahlukat tamamıyla gözden kayboldu. Fakat bir dakika sonra bir homurtu duyuldu ve devasa şekil yeniden önümüzde belirdi.
Şaşırmıştım ama aynı zamanda bu tuhaf mahlûkattan hiçbir korku duymadığım için de kaygılıydım. Sanki daha evvelki paniğim başkası tarafından deneyimlenmişti.
Bir an ayağa kalkmaya başladığımı duyumsadım. İrademe karşın bacaklarımı düzelttim ve kendimi mahlûkatın karşısında dimdik ayakta buldum. Ceketimi, gömleğimi ve ayakkabımı çıkardığımı şöyle bir hissettim. Artık çıplaktım. Bacak kaslarım kuvvetli bir erkle kasılmıştı. Müthiş bir çeviklikle yukarı aşağı zıplıyordum ve sonra o mahlukat ve ben uzaktaki tarif edilmez bir yeşilliğe doğru yarıştık.
Mahlûkat, kendi üstünde bir yılan gibi kıvrılıp burularak benim önümde ilerliyordu. Ama sonra onu yakaladım. Birlikte hızla ilerlerken daha önce bildiğim bir şeyin farkına vardım, mahlûkat gerçekte la Catalina’ydı. Bir anda, la Catalina etiyle kemiğiyle yanı başımdaydı. Çaba harcamadan hareket ediyorduk. Sanki biz durağandık, hareket ve hız halindeymiş pozundaydık da o sırada etrafımızdaki tüm manzara hareket ettiriliyor, muhteşem bir ivme etkisi yaratılıyordu.
Yarışımız, başladığı gibi bir anda sona erdi ve sonra la Catalina’yla başka bir dünyada yalnız kaldım. Orada, tek bir tanınabilir nitelik yoktu. Koskoca kayalarla kaplı olan toprak görünümündeki yerden geldiğini sandığım yoğun, göz kamaştırıcı bir parıltı ve ısı vardı. Yerdekiler en azından kaya gibi görünüyordu. Kumtaşı rengindeydiler ama ağırlıkları yoktu; süngerdenmiş gibi kısa kalın parçalardı. Onları, sadece dayanarak hızla savurabiliyordum.
Kuvvetimden o kadar büyülenmiştim ki başka hiçbir şey umurumda değildi. Nasıl olduysa, görünürde ağırlıksız bu malzemenin bana karşı koymadığını tayin etmiştim. Üstün derecedeki kuvvetim onları savurup etrafa dağıtıyordu.
Onları ellerimle yakalamayı denedim ve tüm bedenimin değiştiğini ayırt ettim. La Catalina bana bakıyordu. O yine önceden olduğu o tuhaf mahlûkattı ve ben de öyleydim. Kendimi göremiyordum ama yine de ikimizin tamamen benzediğini biliyordum.
Tarif edilmez bir neşe, sanki bu neşe benim dışımdan gelen bir kuvvetmiş gibi, beni ele geçirdi. La Catalina ve ben şahlandık, dolandık ve bende hiçbir düşünce, his veya insani farkındalık kalmayana dek oyun oynadık. Ne var ki, kesinlikle farkındaydım. Farkındalığım, insani hislerin bireyselliği olarak değil ama her şeyin varoluşunun duyumu olarak bana güvence veren belirsiz bir bilgiydi; sınırsız bir güven, varoluşumun fiziksel kesinliğiydi.
Sonra her şey yine bir anda insani odağa geldi. La Catalina elimi tutuyordu. Fundalar arasında çölde yürüyorduk. Ani ve acı veren bir biçimde, çöl taşları ve sert pislik kümelerinin çıplak ayağımı fena halde yaraladığının ayırdına vardım.
Çorak bir yere geldik. Don Juan ve Genaro oradaydılar. Oturdum ve elbiselerimi üstüme geçirdim.

La Catalina’yla deneyimim, Güney Meksika’ya yapacağımız geri dönüş yolculuğunu geciktirdi. Betimlenemez bir biçimde dengem bozulmuştu. Olağan farkındalığımda her şeyden kopmuştum. Sanki dayanak noktamı kaybetmiştim. Ümitsizliğe kapılmıştım. Don Juan’a yaşama arzumu dahi kaybettiğimi söyledim.
Don Juan’ın evinin verandasında oturuyorduk. Çuvallar arabama yüklenmişti, yola çıkmaya hazırdık ama ümitsizlik hissi takatimi kesmişti, ağlamaya başladım.
Don Juan ve Genaro gözleri yaşarıncaya dek güldüler. Ben umutsuzluğa kapıldıkça neşeleri arttı. Sonunda don Juan beni ileri farkındalığa kaydırdı ve gülmelerinin, onların acımasızlığının veya garip mizah anlayışlarının bir parçası değil, benim bilgi yolunda ilerlediğimi görmenin verdiği mutluluğun içten bir yansıması olduğunu açıkladı.
“Sana, nagual Julian’ın biz senin olduğun duruma geldiğimizde ne söylediğini söyleyeyim,” diye devam etti. “Böylece, yalnız olmadığını anlarsın. Sana olanlar, bilinmeyene bi bakış atmak için yeterince erke biriktirebilen herkese olur.”
Nagual Julian, onlara hayatları boyunca yaşadıkları evlerden kapı dışarı edildiklerini söylermiş. Erke biriktirmelerinin bir sonucu, rahat fakat çok sınırlı ve sıkıcı günlük hayat dünyalarındaki yuvalarının parçalanması olmuş. Depresyonları, nagual Julian’ın söylediğine göre, yuvalarını kaybetmenin üzüntüsünden çok yerleşecek yeni bir havali aramak zorunda olmanın kızgınlığıymış.
“Yeni havali,” diye sürdürdü don Juan, “o kadar rahat değil ama sınırsız daha geniştir.
“Senin kapı dışarı edilme uyarın da, bize olduğu gibi büyük bi depresyon, yaşama arzusu kaybı olarak geldi. Sen bize, yaşamak istemediğini söylediğinde, kahkahalarımızın önüne geçemedik.”
“Şimdi bana ne olacak?” diye sordum.
“Senin anlayacağın, kendine yeni bi döşek bulman gerekecek,” diye yanıtladı don Juan.
Don Juan ve Genaro yeniden büyük bir mutlulukla gülmeye başladılar. Her lafları ve yorumları, onları isteri nöbetine dönüşen bir kahkaha tufanına sokuyordu.
“Her şey çok basit, “ dedi don Juan. “Yeni erke merteben, birleşim noktanın yerleşeceği yeni bi yer yaratacak. Ve bizle her bi araya gelişinde sürdürdüğün savaşçı söyleşisi, bu yeni konumu kuvvetlendirecek.”
Genaro, ciddi bir ifade takındı ve patlayan bir sesle bana şunu sordu. “Bugün sıçtın mı?”
Başının bir devinimiyle yanıtlamaya zorladı beni. “ Yaptın mı ha, yaptın mı?” diye sordu. “Hadi savaşçı söyleşimize devam edelim.”
Kahkahaları yatıştığında, Genaro bir sakıncanın farkında olmam gerektiğini söyledi. Birleşim noktası zaman zaman eski yerine dönermiş. Kendi birleşim noktasının olağan konumda insanları kışkırtıcı ve sık sık korkunç yaratıklar olarak görmeye zorladığını söyledi. Son derece büyük bir şaşkınlıkla bir gün değiştiğini ayırt etmiş. Karşılaştırılamayacak derecede daha cesurlaşmış ve olağan hallerde onu karmaşa ve korkuya sürükleyecek bir durumla başarıyla başa çıkabilmiş.
“Bir baktım ki sevişiyorum,” diye devam etti Genaro ve bana göz kırptı. “Genellikle kadınlardan ölesiye korkardım. Hâlbuki bir gün kendimi en zaliminden bi kadınla yatakta buldum. O kadar ben değildim ki ne yaptığımı fark ettiğim anda neredeyse kalp krizi geçiriyordum. Bu sarsıntı birleşim noktamın eski sefil yerine dönmesine neden oldu ve ben ürkek bir tavşan gibi titreyerek evden kaçmak zorunda kaldım.
“Sen en iyisi, birleşim noktanın geri çekilmesine karşı dikkatli ol,” diye ekledi Genaro ve ikisi yine güldüler.
“İnsanın kozasındaki birleşim noktasının konumu,” diye izah etti don Juan, “iç söyleşiyle yerinde tutulur ve bu yüzden de en iyi halde dahi gevşek bi konumdur. İşte bu nedenle, erkek ve kadınlar akıllarını bu kadar kolay kaybeder, özellikle de iç söyleşileri tekrardan ibaret, sıkıcı ve derinlikten yoksun olanlar.
“Yeni görücüler, iç söyleşileri akışkan ve çeşitli olanlar esnek insanlardır, der.”
Savaşçının birleşim noktasının konumunun çok daha kuvvetli olduğunu, çünkü birleşim noktasının kozada oynamaya başlar başlamaz, saydam parıltısında birleşim noktasını o andan itibaren barındıran bir çukur oluşturduğunu söyledi.
“Bu yüzden, savaşçıların aklını kaybettiğini söyleyemeyiz,” diye sürdürdü don Juan. “Eğer bi şeyleri kaybolursa, bu ancak çukurları olabilir.”
Don Juan ve Genaro bu yorumu o kadar komik buldular ki gülmekten yerlere yuvarlandılar.
Don Juan’dan, la Catalina’yla deneyimimle ilgili açıklama rica ettim. Ve ikisi de yine kahkahalarla inlemeye başladılar.
“Kadınlar, erkeklerden çok daha acayiptir,” dedi sonunda don Juan. “Bacakları arasında fazladan bi açıklık olması onların garip etkilere maruz kalmasına neden oluyor. Tuhaf, kuvvetli güçler onları bu açıklarından ele geçiriyor. Onların acayipliklerini anlayabilmemin tek yolu bu.”
Bir süre sustu ve ben de ne demek istediğini sordum.
“La Catalina bize devasa bi solucan gibi göründü,” diye cevapladı.
Don Juan’ın bunu söylerkenki ifadesi ve Genaro’nun patlayan kahkahası beni katıksız bir coşkuya sürükledi. Neredeyse takatim kalmayana kadar güldüm.
Don Juan, “la Catalina’nın becerisi o kadar alışılmadık ki, iblisin aleminde istediği her türlü şeyi yapabilir” dedi. Ona olan yakınlığım, onu benzersiz gösterisine sevk etmişti. Tüm bunların sonucunda, la Catalina birleşim noktamı kendisiyle beraber çekmişti.
“Siz, ikiniz solucanken neler yaptınız bakalım?” diye sordu Genaro sırtıma bir tane patlatıp.
Don Juan gülmekten boğulmak üzereydi.
“İşte bu yüzden kadınlar, erkeklerden daha tuhaf diyorum ya,” dedi sonunda.
“Şenle aynı fikirde değilim,” dedi Genaro don Juan’a. “Nagual Julian’ın bacak arasında fazladan bir açığı olmamasına rağmen la Catalina’dan da acayipti. Sanırım bu solucan numarasını da ondan öğrenmiştir. O, la Catalina’ya yapardı bunu.”
Don Juan altını ıslatmaktan korkan bir çocuk gibi yukarı aşağı zıplıyordu.
Bir ölçüde sakinleştiğinde, nagual Julian’ın en tuhaf durumları yaratıp kullanmakta marifetli olduğunu söyledi. Don Juan, la Catalina’nın bana aşağı kayışa mükemmel bir örnek verdiğini de belirtti. O, birleşim noktasını oynatarak biçimini aldığı yaratığı görmemi sağlamış ve sonra benimkinin konumunu, o canavarsal görüntüyü verecek, aynı yere oynatmama yardımcı olmuştu.
“Nagual Julian’ın diğer öğretmeni,” diye sürdürdü don Juan, “ona aşağıdaki enginlikteki belirli noktaları öğretmiş. Hiçbirimiz onu oralarda takip edemeyiz ama onun topluluğundaki bütün yandaşları edebilir, özellikle de la Catalina ve ona öğretmeni olan kadın görücü.”
Don Juan, aşağıya kayışın bir görüş gerektirdiğini de söyledi. Başka hususi bir dünyanın değil de, kendi günlük yaşadığımız dünyanın başka bir açıdan görünüşü. Benim başka bir dünya görebilmem için Kartal’ın yayılımının başka büyük bir bandını algılamam gerekiyormuş.
Sonra izahını bitirmeye girişti. Yayılımların büyük bantları hakkında fazla ayrıntılı konuşmayacağımızı çünkü yola düşmemiz gerektiğini söyledi. Ben biraz daha kalıp konuşmak istiyordum ama onun bu konuyu açıklamak için bayağı zamana ve benim de yenilenmiş bir yoğunlaşmaya gereksineceğimi ileri sürdü.

Cvp: 9 Aşağı Kayış

.