O iki adamın beni sevmedikleri gün gibi ortadaydı. Ne söyleyebileceğimi bilemiyordum. Kesinlikle çok sinirliydim ve incinmiştim, ama her nasılsa bu duygularım ileri farkındalık durumunca sindirilmişti.
Arka avluya yürüdük. Don Juan kayıtsızca deri bir ipi alıp müthiş bir hızla boynuma dolayıverdi. Hareketleri öylesine hızlı ve öylesine kıvraktı ki kendimi bir köpek gibi boynundan bağlanmış halde arka verandanın ağır tavanını destekleyen demir cürufundan yapılma iki sütundan birine asılı buldum bir anda.
Don Juan pes etmiş ya da inanamıyormuş gibi bir ifadeyle başını iki yana salladı, ve beni çözmesi için ona bağırmaya başladığımda eve geri döndü. Boynumdaki ipin sıkılığı yüzünden istediğim yükseklikte bağıramıyordum.
Olanlara inanamıyordum. Sinirli bir halde boynumdaki ipi çözmeye uğraştım. Düğüm çok sıkıydı, deri iplikler birbirlerine yapıştırılmış gibiydi. Onları ayırmaya uğraşırken tırnaklarım incindi.
Denetleyemediğim bir hiddete kapıldım ve aciz hayvanlar gibi hırladım. Sonra ipi kavradım, kollarıma doladım ve cüruf yığınına sıkıca dayanarak asıldım. Ama deri, kaslarımın gücünden daha sağlamdı. Aşağılandığımı ve korktuğumu hissettim. Korku bana anlık bir temkin getirdi. Don Juan’ın sahte akılcılığının beni aldatmasına olanak sağladığının bilincindeydim.
Durumumun niteliğini olabildiğince soğukkanlılıkla değerlendirdim ve kurtulmak için deri ipi koparmaktan başka yol olmadığını gördüm. Çıldırmışçasına deri ipi demir cüruftan sütunun keskin kenarına sürtmeye başladım. Eğer adamlardan biri arka tarafa gelmeden ipi koparmayı başarabilirsem, arabama koşup oradan gitmeyi ve bir daha da dönmemeyi planlamaktaydım.
Kan ter içinde kalmıştım. Ama ip kopmak üzere gibi oluncaya kadar sürttüm. Sonra bir ayağımı sütuna dayadım, ipi yeniden kollarıma doladım ve aniden kopup beni evin içerisine gerisingeriye fırlatana dek umutsuzca çekiştirdim.
Açık kapıdan içeriye sırtüstü düştüğümde, don Juan, Vicente ve Silvio Manuel odanın ortasında ayakta duruyorlardı; beni alkışladılar.
“Ne acıklı bir dönüş,” dedi Vicente, ayağa kalkmama yardım ederken. “Beni yanılttın. Böylesi patlamaları gerçekleştirebileceğini sanmıyordum.”
Don Juan yanıma geldi ve düğümü boynumun etrafındaki ip parçasından kurtararak açtı.
Korkudan, çabalamaktan ve sinirden zangır zangır titriyordum. Onu memnun etmek ister bir ses tonuyla neden bana böyle işkence ettiğini sordum. Üçü de güldüler ve o an tehlikenin geçtiğini hissettim.
“Seni sınayıp, nasıl bi adam olduğunu anlamak istedik,” dedi don Juan.
Kanepelerden birini gösterdi ve oturmamı rica etti nazikçe. Vicente ve Silvio Manuel koltuklara oturdular, don Juan diğer kanepeye, yüzü bana dönük bir halde oturdu.
Sinirli sinirli güldüm ama artık korkum geçmişti, don Juan ve arkadaşları hakkındaki kuruntularım da. Üçü de içten bir merakla, bana saygı duyarcasına baktılar. Vicente ciddi görünmek için çabalamasına rağmen, sırıtmadan duramıyordu. Silvio Manuel bana bakarken kafasını bir o yana bir bu yana sallıyordu. Gözlerini odaklamadan üzerimde yoğunlaştırmıştı. “Seni bağladık,” diye devam etti don Juan, “senin kibar ve sabırlı mı, yoksa zeki ve acımasız mı olduğunu öğrenmek istiyorduk. Anladık ki sende bunların hiçbiri yok. Sen koca kafalı bi düşkünsün. Aynen az önce söylediğim gibi.
“Eğer saldırganlığa düşkünlüğün olmasaydı, boynuna attığım o düğümün bi hile olduğunu rahatlıkla fark edebilirdin. Kolayca çözülüveriyor. Vicente o düğümü arkadaşlarını kandırmak için hazırlamış.”
“İpi vahşice kopardın. Kesinlikle kibar biri değilsin,” dedi Silvio Manuel.
Bir an hepsi sessiz kaldılar, sonra gülmeye başladılar.
“Acımasız ya da zeki de değilsin,” diye devam etti don Juan. “Eğer olsaydın, her iki düğümü de kolayca çözüverirdin ve kaçarken değerli bi deri ipin olurdu. Sabırlı da değilsin. Öyle olsaydın, duvarda iki saniyede ipi kesebileceğin bi tırnak makasının durduğunu fark edene dek ağlayıp sızlanırdın ve kendini acı ıstırabından ve çabalamandan kurtarırdın.
“Vahşi olmak ya da aptal olmak, bunlar işte, sana öğretilemez. Sen zaten öylesin. Ama zeki, acımasız, sabırlı ve kibar olmayı öğrenebilirsin.”
Don Juan bana acımasızlığın, zeki olmanın, sabrın ve kibarlığın iz sürmenin cevherleri olduğunu açıkladı. Bunlar iz sürmenin her bir sonuçlarıyla birlikte dikkatle ve titiz adımlarla öğretilmesi gereken temelleriymiş.
Benimle konuşuyordu ama olanca dikkatleriyle dinleyen ve zaman zaman onaylamak için başlarını sallayan Vicente ve Silvio Manuel’e bakıyordu.
Büyücülerin yaptığı en zor işlerden birinin iz sürücülüğü öğretmek olduğunu defalarca vurguladı. Ve kendileri iz sürmeyi bana öğretmek için ne yaparlarsa yapsınlar ve ben neye inanırsam inanayım davranışlarını düzenleyen şey, kusursuzlukmuş.
“Bunun ötesi, ne yaptığımızı bildiğimize inandırdı bizi. Velinimetimiz nagual Julian bu konuyla ilgilenmişti,” dedi don Juan ve üçü birden, beni çok rahatsız edecek biçimde, gürültüyle gülmeye başladılar. Ne düşüneceğimi bilemedim.
Don Juan göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir noktayı, dışardan bakan birisi için büyücülerin davranışının çok kötü niyetli görünebileceğini, ama gerçekte bunların kusursuz davranışlar olduğu şeklinde açıkladı.
“Eğer hep zarar gören taraftaysan farkı nasıl anlayabilirsin ki?” diye sordum.
“Kötü niyetli davranışlar kişisel çıkarları olan insanlar tarafından yapılır,” dedi. “Büyücülerinse kişisel çıkarlarla ilişkisi olmayan, daha büyük amaçları vardır. Yaptıklarından zevk almaları bi çıkar olarak algılanamaz. Dahası, bu karakterlerinden kaynaklanır. Sıradan insanlar sadece işlerine geldikleri zaman hareket ederler. Savaşçılarsa kazanç için değil, tin için hareket ederler.”
Bunun üzerinde düşündüm. Çıkar sağlamayı göz önünde bulundurmadan davranmak gerçekten de değişik bir kavramdı. Ben yatırım yapacak ve yaptığım her şey için bir ödül bekleyecek biçimde yetiştirilmiştim.
Don Juan sessizliğimi ve düşünceli oluşumu kuşkuculuk olarak değerlendirdi. Güldü ve iki arkadaşına baktı.
“Örneğin, biz dördümüzü ele alalım,” diye devam etti. “Sen, iyi bir yatırım yaptığına ve bu durumdan kazanç sağlayacağına inanıyorsun. Eğer bize kızarsan, ya da biz seni üzersek, intikam almak için kötü niyetli davranışlarda da bulunabilirsin. Bizimse, tam tersine, kişisel kazancı falan düşündüğümüz yok. Bizim davranışlarımız, kusursuzluk tarafından düzenlenir— sana kızıp, senin yüzünden düş kırıklığına uğramayız.”
Don Juan gülüp, bana o gün otobüs deposunda buluştuğumuz andan itibaren yaptığı her şeyin, öyle görünmemesine rağmen, kusursuzluk tarafından düzenlendiğini anlattı. İleri farkındalığa girebilmeme yardımcı olabilmek için beni gafil avlaması gerekiyormuş. Dükkânımın açık kaldığını da bunu sağlayabilmek için söylemiş.
“Bu seni sarsmanın yollarından biriydi,” dedi sırıtarak. “Bizler kaba Kızılderilileriz, bu yüzden şaşırtmacalarımız da ilkeldir. Bi savaşçı ne kadar kültürlü olursa şaşırtmacaları da o denli incelikli ve ayrıntılı olur. Ama kabul etmelisin ki bu kabalıkla iyi iş yaptık. Özellikle seni boynundan astığımızda.” Üçü de sırıttılar, sonra kıs kıs güldüler. Sanki evin içinde
rahatsız etmek istemedikleri birisi daha vardı.
Don Juan çok alçak bir sesle, ileri farkındalık durumunda
olduğumdan, iki ustalığa değin bana anlatacaklarını kolayca anlayabileceğimi söyledi: iz sürme ve niyet. Onlara, eski ya da yeni büyücülerin en büyük başarısı, aynı binlerce yıl önce olduğu gibi bugün de ilgilendikleri yegâne olgu dedi. İz sürmenin bir başlangıç olduğunu, savaşçının yolunda herhangi bir girişimden önce iz sürmeyi, daha sonra niyeti öğrenmesi gerektiğini ve ancak ondan sonra isteğine göre birleşim noktasını hareket ettirebileceğini belirtti.
Ne hakkında konuştuğunu kesinlikle biliyordum. Nasıl bildiğimi anlamaksızın, birleşim noktasını hareket ettirmekle nelerin başarılabileceğini biliyordum. Ama bildiğimi onlara açıklayabilecek sözcükler yoktu belleğimde. Bilgimi defalarca onlar için dile getirmeye çalıştım. Başarısızlıklarıma güldüler ve yeniden denemem için beni yüreklendirdiler.
“Ben senin için onları ifade edeyim ister miydin?” diye sordu don Juan. “Tam da kullanmayı istediğin ama bulmayı bi türlü beceremediğin sözcükleri bulabilirim belki.”
Bakışlarından ciddi ciddi iznimi istediği kanaatine vardım. Durumu o kadar tuhaf buldum ki gülmeye başladım.
Don Juan büyük bir sabırla benden tekrar izin istedi ve bunun üzerine ben yeni bir kahkaha nöbetine tutuldum. Şaşkın ve meraklı bakışları bana tepkimin onlar için anlaşılmaz olduğunu söylüyordu. Don Juan ayağa kalktı ve çok yorgun olduğumu, sıradan işler dünyasına geri dönme vaktimin geldiğini bildirdi.
“Dur, dur,” diye yalvardım. “Ben gayet iyiyim. Sadece, sana izin vermem için bana soru sormanı komik buldum.”
“Senin iznini almam gerekiyor,” dedi don Juan, “çünkü sen içine sıkışıp kalmış sözcüklerin akıp çıkmasına izin verebilecek tek kişisin. Sanırım yeterince anladığını varsaymakla hata, yapmışım. Sözcükler onlara sahip olan insanlar için büyük güç taşırlar ve önemlidirler, sihirli niteliktedirler.
“Büyücülerin bi altın kuralı vardır: Derler ki birleşim noktası ne kadar derine hareket ederse, kişinin bilgiye sahip olması ama onu açıklayacak sözcükleri bulamama duygusu da o kadar artarmış. Bazen sıradan kişilerin birleşim noktası bilinmeyen bir nedenle, onlar bunun bilincinde olmaksızın hareket edebilir, ne var ki ya dilleri tutulur, ya kafaları karışır ya da kaçamak davranırlar.”
Vicente araya girip onlarla biraz daha kalmamı önerdi. Don Juan kabul edip, benimle yüz yüze olabilmek için döndü. ‘İz sürmenin ilk kuralı bi savaşçının kendi izini sürmesidir,” dedi. “Acımasızca, zekice, kibar bir biçimde ve sabırla izini sürer kendinin.”
Gülmek istedim ama bana fırsat tanımadı. Birkaç kelimeyle, iz sürmeyi belirli amaçlar için yeni ve özgün biçimlerde davranmak olarak özetledi. Günlük işlerde insan davranışlarının tekdüze olduğunu söyledi. Bu tekdüzelikten ayrılan herhangi bir davranış tüm varlığımız üzerinde olağandışı bir etki yaratırmış. Bu olağandışı etki büyücülerin aradığı şeymiş, çünkü düzenli olarak artan bir etkiye dönüşürmüş.
Geçmiş zamanın büyücü görücülerinin görme yetileriyle, ilkin olağandışı davranışların birleşim noktasında sarsıntı yarattığını fark ettiklerini açıkladı. Ardından, olağandışı davranışların düzenli bir şekilde uygulanmaları, bilgece yönlendirilmeleri halinde birleşim noktasının sonunda hareket etmeye zorlandığını keşfetmişler.
“O görücü büyücülerin gerçek mücadelesi,” diye devam etti don Juan, “ne dar görüşlü, ne de kaprisli olan, dahası görücü büyücüleri sıradan cadılardan ayıran, doğruluk ve güzellik duygusunu birleştirici bi davranış biçimi bulmakmış.”
Konuşmayı kesti, ve hepsi sanki gözlerimde ya da yüzümde bir bitkinlik ifdesi ararmış gibi yüzüme baktılar.
“Birleşim noktasını yeni bi konuma getirmede başarılı olan kişi bi büyücüdür,” diye devam etti don Juan. “Ve bu yeni konumu kullanarak çevresindekilere her türlü hayrı ve şerri yapabilir. Büyücü olmak bi ayakkabı tamircisi ya da bi fırıncı olmaktan farklı olmayabilir. Görücü büyücünün amacı bunun ötesine geçebilmektir. Ve bunu yapabilmek için doğruluğa ve güzelliğe gereksinimi vardır.”
iz sürmenin büyücülerin yaptıkları tüm hareketlere temel oluşturduğunu söyledi.
“Bazı büyücüler iz sürme terimine karşı çıkarlar,” diye devam etti, “ama bu ad, gizli davranışlara yol açtığı için ortaya çıktı.
“Gizli hareket etme sanatı olarak da adlandırılır, ama bu terim de aynı ölçüde yersizdir. Biz kendimiz, barışçı mizacımızdan dolayı, ona ‘denetimli delilik’ deriz. Sen dilediğini seçebilirsin bu adlar arasından. Biz yine de iz sürücü demek kolay, velinimetimizin söylediği gibi denetimli delilik yaratan demek zor olduğundan iz sürmeyi kullanmayı sürdürelim.”
Velinimetlerinin adının geçmesi üzerine çocuklar gibi güldüler.
Don Juan’ı net olarak anlamıştım. Herhangi bir sorum ya da kuşkum yoktu. Eğer olsaydı sorardım, kendimi durdurabilmem için don Juan’ın söylemekte olduğu her söze sıkı sıkıya tutunuyordum. Aksi takdirde, düşüncelerim onun söylediklerinin ötesine geçecekti.
Kulaklarım onun söylediği sözlerin seslerine takılmışken, gözlerimin de dudak hareketlerine takılmış olduğunu fark ettim. Bunun ayırdına vardıktan sonra ise onu izleyememeye başladım. Konsantrasyonum bozulmuştu. Don Juan konuşmayı sürdürüyordu ama ben dinleyemiyordum. Sürekli ileri farkındalıkta yaşamanın inanılması zor olasılığını düşünüyordum. Bunun hayati değeri ne olabilir diye sordum kendi kendime. İnsan durumların niteliğini daha mı iyi değerlendirebilirdi acaba? Sıradan insandan daha mı hızlı davranırdı, yoksa daha mı akıllı olurdu?
Don Juan aniden konuşmayı kesti ve bana ne düşündüğümü sordu.
“Sen de amma pratik bi adamsın,” dedi ne düşündüğümü öğrendikten sonra. “İleri farkındalıktaki mizacının daha sanatsal, daha gizemci olacağını düşünmüştüm.”
Don Juan Vicente’ye dönüp, ondan sorumu yanıtlamasını istedi. Vicente boğazını temizleyip ellerini pantolonuna kuruladı. Sahne korkusuna kapılmış bir oyuncu gibi görünüyordu. Onun için üzüldüm. Düşüncelerim kafamda fırıl fırıl dönüyordu. Onun kekelediğini duyduğumda aklımda bir imge beliriverdi—babama değin hep aklımda olan o insanlardan korkma, ürkme imgesi. Ama kendimi o imgeye kaptıracak zamanı bulamadan, Vicente’nin gözleri garip bir içsel ışıkla parladı. Bana komik gelen ciddi bir ifade takındı ve ardından otoriter, işbilir bir tavırla konuşmaya başladı.
“Senin sorunun yanıtı,” dedi, “ileri farkındalık durumunun hayati bir değeri olmamasıdır, yoksa tüm insanlık orada olurdu. Yine de şu anda ondan uzak olma konusunda güvendeler, çünkü ileri farkındalığa girmek çok zordur. Yine de sıradan bir insanın, bir şekilde bu duruma girme olasılığı az da olsa vardır. Bu duruma girdiğinde genellikle kafasını karıştırmada, bazen de onarılamayacak kadar karıştırmada çok başarılı olur.”
Üçü de kahkahalarla gülmeye başladılar.
“Büyücüler ileri farkındalığa ‘niyetin giriş kapısı’ derler,” dedi don Juan. “Ve onu o şekilde kullanırlar. Bunu aklında tut.” Sırasıyla her birine gözlerimi dikip bakıyordum. Ağzım açıktı ve sanki hep açık tutsam bu bilmeceyi anlarmışım gibi geliyordu. Gözlerimi kapattım ve yanıtı buldum. Onu hissettim, düşünmedim. Ama ne kadar çabalasam da onu sözcüklere dökemiyordum.
“İşte, işte,” dedi don Juan, “Büyücülerin yanıtlarından birini tamamen kendi kendine buldun, ama hâlâ onu geliştirip sözcüklere dökecek gücün yok.”
Deneyimlemekte olduğum duygu ve düşüncelerimi seslendiremiyor olmaktan da öte bir şeydi; sanki çağlar önce unuttuğum bir şeyi yeniden anımsamaktaydım. Henüz konuşmayı öğrenememiş olduğumdan ne hissettiğimi bilememek ve böylece duyguları düşüncelere çevirmeyi becerememek gibi.
“Senin istediğini tam olarak düşünüp konuşabilmek sınırsız düzeyde bir erke gerektirir,” dedi don Juan ve duygularımın arasına girdi.
Yoğunlaşan düş gücüm bunları neyin başlattığını unutturmuştu. Dilim tutulmuş, don Juan’a dikmiştim gözlerimi ve bir dakika önce onların ya da benim ne söyleyip yapmış olduğumu anımsayamadığımı itiraf ettim O’na. Deri ip olayını ve hemen ardından don Juan’ın söylediklerini anımsıyordum ama birkaç dakika önce içimi dolduran duyguyu anımsamıyordum. “Yanlış yoldasın,” dedi don Juan. “Düşünceleri normalde yaptığın gibi anımsamaya çalışıyorsun, ama bu farklı bi durum. Bi saniye önce çok özel bi şey bildiğini hissediyordun şiddetle. Bu duygular bellek yardımıyla anımsanmazlar. Onları yeniden niyet ederek anımsayabilirsin.”
Bacakları kahve masasının altında, koltukta geriniyor olan
Silvio Manuel’e döndü. Silvo Manuel gözlerini bana dikmişti. Gözleri, parıldayan iki camdan kaya parçası gibi simsiyahtı. Bir kasını bile kıpırdatmadan, keskin, kuşların sesine benzer tiz bir çığlık attı.
“Niyet,” diye bağırdı. “Niyet! Niyet!”
Her bağırışında sesi daha bir insan sesine benzemez oluyor, keskinleşiyordu. Ense kökümdeki saçlar diken diken olmuştu. Tenimde yaban kazı darbeleri sezinledim. Aklım, niyeyse deneyimlemekte olduğum duyguya odaklanacağına, daha önce duyduğum duyguyu anımsamaya başladı. Bunun tadını tam çıkaramadan, duyum genişleyerek patladı ve başka bir şeye dönüştü. O zaman, ileri farkındalığın neden niyetin giriş kapısı olduğunu anlamakla kalmayıp, niyetin ne olduğunu da anladım. Hepsinden öte, bu bilginin sözcüklere dönüştürülemeyeceğini anladım. O bilgi herkes için vardı. Hissedilsin, kullanılsın diye vardı, açıklansın diye değil. Kişi, farkındalık düzeyini değiştirerek ona katılabilirdi, o halde ileri farkındalık bir girişti. Ama giriş bile açıklanamazdı, kişi onu sadece kullanabilirdi.
O gün bana eğitim görmeden gelen bir düşünce daha vardı: O da niyetin bilgisinin herkese açık olduğu, ama yönetiminin onunla derinlemesine uğraşan insanların elinde olduğuydu.
Bu kez gerçekten çok yorulmuştum ve hiç şüphesiz bunun bir sonucu olarak, Katolik yetiştiriliş biçimim tepkilerimi saptırdı. Bir an niyetin Tanrı olduğuna inandım.
Düşündüklerimi don Juan, Vicente ve Silvio Manuel’e söyledim. Güldüler. Vicente, yine işbilir bir edayla, niyetin Tanrı olamayacağını, çünkü onun açıklanamayan, az ya da çok temsil edilemeyen bir güç olduğunu söyledi.
“Haddini bil,” dedi don Juan bana sert bir sesle. “İlk ve tek bir girişe dayanarak fikirler yürütmeye başlama. Bilgini yönlendirebilinceye kadar bekle, sonra neyin ne olduğuna karar ver.”
İz sürmenin dört biçimini anımsamak beni yormuştu. Bunun en acıklı sonucu, sıradan bir kayıtsızlıktan öteydi. Düşüp ölmüş olsaydım, ya da don Juan ölmüş olsaydı bunu bile umursamıyordum. Bütün gece o eski gözetleme noktasında kalmamızı ya da zifiri karanlıkta dönüş yoluna çıkmamızı da umursamıyordum.
Don Juan çok anlayışlıydı. Beni koca bir kayaya, sanki körmüşüm gibi yönlendirdi, ve sırtımı kayaya dayayıp oturmama yardımcı oldu. Doğal uykunun beni olağan farkındalık durumuna geri götürmesine izin vememi önerdi.