1

Konu: 7 - Kırılma Noktası

DON JUAN İÇSEL sessizliği düşüncelerin devreden çıktığı, ve kişinin işlevselliğini gündelik farkındalıktan ayrı bir düzeyde yürüttüğü özel bir durum diye tanımlıyordu, içsel sessizliğin, içsel söyleşiyi—düşüncelerin sürekli eşliğini—durdurma anlamına geldiğini ve bu yüzden derin bir sükûnet durumu olduğunu vurguluyordu.

"Eski büyücüler," dedi, "ona içsel sessizlik adını verdiler; çünkü bu, algılamanın duyulara dayanmadığı bi durumdur.

içsel sessizlikte insanın başka bi yetisi devreye girer, onu sihirli bi varlık yapan melekedir bu, insanın kendisinin değil de dıştan gelen bi etkinin sınırladığı melekesinin ta kendisi."

"İnsanın sihirli yetisini sınırlayan bu dış etki nedir?" diye sordum.

"Bu konu gelecekte yapılacak bi açıklamaya giriyor," diye yanıtladı don Juan, "şu andaki söyleşimizin konusu bu değil, eski çağ Meksika'sı şamanlarının büyücülüğündeki en ciddi özellik gerçekten bu olsa da.

"İçsel sessizlik", diye devam etti, "büyücülüktüki her şeyin doğduğu yerdir. Başka bi deyişle, yaptıklarımızın hepsi buna götürür bizi; ve bu da—büyücülerin dünyasındaki her şey gibi—devasa bi şey bizi sarsmadıkça göstermez kendini."

Don Juan eski çağ Meksika'sı şamanlarının peşinde oldukları bu içsel sessizlik haline ulaşmak için kendilerini ya da büyücü çömezlerini iliklerine kadar sarsacak sayısız yollar bulduklarını söyledi. Buna erişebilmek için kilit noktalar olarak en akla gelmeyecek edimleri kullanmışlardı; çağlayanlara atlamak ya da bir ağacın en üst dalına baş aşağı asılı vaziyette geceler geçirmek gibi, içsel sessizliği yakalamakla hepten ilgisiz görünen hareketlerdi bunlar.

Don Juan eski çağ Meksika'sı şamanlarının mantığını izleyerek, içsel sessizliğin çoğalıp biriktiğini belirtti. Benim de bir içsel sessizlik nüvesi geliştirmem ve ardından her alıştırma yapışımda ona saniye üstüne saniye ilave etmem için kılavuzluk etmeye uğraşıyordu. Açıklamasına göre eski çağ Meksika'sı şamanları her bireyin zaman açısından farklı bir içsel sessizlik eşiği olduğunu keşfetmişlerdi; bu da içsel sessizliğin işlevsel olabilmesi için her birimizin kendi özel eşiğimize ulaşabileceğimiz uzunlukta bir süre boyunca onu sürdürmemiz gerektiği anlamına geliyordu.

"O büyücüler için içsel sessizliğin işlevsel olduğunu gösteren işaret neydi, don Juan?" diye sordum.

"içsel sessizlik onu gerçekleştirmeye başladığın andan itibaren işlevseldir," diye yanıtladı. "Eski büyücülerin peşine düştüğü şey, sessizliğin o bireysel eşiğine erişmenin son, dramatik, nihai sonucuydu. Çok yetenekli bazı uygulamacılara peşinde oldukları bu amaca ulaşmak için sadece birkaç dakika yetiyordu. Daha az yetenekli olanlarının arzulanan sonuca varmak için uzun sessizlik sürelerine ihtiyacı vardı; belki bi saatten fazla süren mutlak sükûnet gibi. Arzulanan sonuç, eski büyücülerin dünyayı durdurmak diye adlandırdıkları bi şeydir; çevremizde ne varsa tümünün daima oldukları şey olmaktan çıktığı andır bu.

"Büyücülerin insanın gerçek doğasına döndükleri an işte budur," diye don Juan devam etti. "Eski büyücüler buna mutlak özgürlük adını verdiler. Bu, köle insanoğlunun, sınırlı imgelemimize meydan okuyan algılama hünerleri göstermeye yetenekli, özgür varlığa dönüştüğü andır."

Don Juan içsel sessizliğin yargıda gerçek bir duraklamaya götüren yol olduğuna beni temin etti; evrenden denetimsiz olarak yayılan duyusal verilerin duyular tarafından yorumlanmasının sona erdiği andı bu dediğine göre; bilişselliğin kullanım ve yinelenme yoluyla dünyanın doğasına karar veren güç olmaktan çıktığı andı.

"Büyücüler, içsel sessizliğin işlevlerinin başlaması için bi kırılma noktasına gereksinme duyarlar," dedi don Juan. "Kırılma noktası, duvarcının tuğlalar arasına yerleştirdiği harç gibidir. Başlangıçta birbirine bağlı olmayan tuğlalar ancak harç katılaştığında bi yapı oluşturur."

Don Juan ilişkimizin en başından beri içsel sessizliğin değerini, gerekliliğini kafama sokmaya çalışıyordu. Önerilerini elimden geldiğince izleyerek içsel sessizliğimi saniye saniye arttırıyordum. Bu artışın etkisini ölçebilecek bir araca sahip değildim, herhangi bir eşiğe ulaşıp ulaşmadığımı gösterecek bir ölçütüm de yoktu. İnatla onu arttırmayı hedefliyordum sadece, ve yalnız don Juan'ı memnun etmek için değil, arttırma edimi kendi başına bir meydan okuma haline gelmiş olduğundan yapıyordum bunu.

Cvp: 7 - Kırılma Noktası

Bir gün Hermosillo'nun ana meydanında don Juan'la birlikte sakin sakin dolaşıyorduk. Bulutlu bir günün öğle sonrasıydı. Kuru ve çok hoş bir sıcak vardı. Çevrede bir sürü insan dolaşmaktaydı. Meydanın çevresine dükkânlar sıralanmıştı. Hermosillo'ya birçok kez gelmiş olmama karşın onların daha önce farkına varmamıştım. Orada olduklarını biliyordum, ama bilinçli şekilde fark etmemiştim onları. Hayatım buna bağlı bile olsa o meydanın bir krokisini çizemezdim. O gün don Juan'la dolaşırken, dükkânların yerlerini ve ne sattıklarını belirlemeye çalışıyordum. İlerde belleğimi canlandırmama yardım edecek ipuçları arıyordum.

"Sana daha önce de biçok kez söylediğim gibi," dedi don Juan, beni düşüncelerimin yoğunluğundan kopararak, "tanıdığım her büyücü, erkek olsun kadın olsun, yaşamı içinde eninde sonunda bi kırılma noktasına varır."

"Bir sinir buhranı ya da bunun gibi bir şey mi yaşadıklarını söylüyorsun?"diye sordum.

"Hayır, hayır," dedi gülerek. "Sinir buhranları kendilerine acıyan bireyler içindir. Büyücüler birey değildir. Benim anlatmak istediğim, içsel sessizliğin ortaya çıkıp yapılarının etkin bi yanı haline gelmesi için, yaşantılarındaki sürekliliğin belirli bi anda kırılması.

"Çok çok önemli olan," diye devam etti, "senin o kırılma noktasına bilerek varman, ya da onu yapay biçimde, akıl yoluyla yaratman."

"Bununla ne demek istiyorsun, don Juan?" diye sordum, şaşırtıcı uslamlamasına takılarak.

"Senin kırılma noktan," dedi, "yaşantını bildiğin gibi sürdürmeyi bırakmandır. Sana söylediğim her şeyi itaatkâr ve hatasız biçimde yaptın. Yeteneğini asla göstermiyorsun. Görünüşe göre senin tarzın böyle. Kalın kafalı değilsin, ama öyleymiş gibi davranıyorsun. Kendinden çok eminsin, ama güvensizmiş gibi hareket ediyorsun. Çekingen değilsin, ama insanlardan korkuyormuş gibi davranıyorsun. Yaptığın her şey tek bi noktayı işaret ediyor: bunların hepsinin hakkından gelmen gerek, hem de amansızca."

"İyi de nasıl, don Juan? Aklında ne var?" diye sordum, tam bir panik içinde.

"Sanırım her şey tek bi yere gelip dayanıyor," dedi. "Arkadaşlarını bırakmalısın. Onlara sonsuza dek veda etmelisin. Kişisel tarihçeni kendinle birlikte sürüklediğin sürece savaşçının yolunda ilerlemen mümkün değil, ve yaşam tarzını değiştirmediğin takdirde seni eğitmeye devam edemeyeceğim."

"Dur, dur, dur, don Juan," dedim. "Bu konuda dayatmak zorundayım. Benden çok fazla şey istiyorsun. Seninle açık konuşayım, bunu yapabileceğimi sanmıyorum. Arkadaşlarım benim ailem, benim dayanak noktam."

"Kesinlikle, kesinlikle," diye atıldı. "Onlar dayanak noktan. Bu yüzden de gitmeleri gerek. Büyücülerin sadece bi tek dayanak noktası olur: sonsuzluk."

"Ama ne yapmamı istiyorsun ki, don Juan?" diye sordum, ağlamaklı bir sesle. İsteği beni küplere bindirmişti.

"Sadece ayrılacaksın," dedi, pratik bir tavırla. "Nasıl ayrılırsan ayrıl."

"Ama nereye gidebilirim ki?" diye sordum.

"Benim önerim, bildiğin o adi otellerden birinde bi oda tutman," dedi. "Ne kadar berbat bi yer olursa o kadar iyi. Hele bi de odanın çamur yeşili bi halısı, çamur yeşili örtüleri, ve de çamur yeşili duvarları olursa hepsinden iyi—hani bi zamanlar Los Angeles'ta sana gösterdiğim otel gibi bi yer işte."

Sinir içinde güldüm, Los Angeles'ın sanayi bölgesinde, sadece depoların ve geçici müşteriler için eski püskü otellerin bulunduğu bir yerden don Juan'la birlikte arabamla geçişimizi hatırlamıştım. Otellerden biri tumturaklı adı yüzünden don Juan'ın ilgisini çekmişti: Yedinci Edward. Bakmak için sokağın karşısında biraz durmuştuk.

"İşte bu otel," demişti don Juan, eliyle göstererek, "benim için sıradan insanın yeryüzündeki hayatının tam bi simgesi. Şanslı, ya da acımasızsan sokak manzaralı bi odaya yerleşir ve insani acıların bitmek bilmeyen geçit törenini izleyebilirsin. Eğer fazla şanslı ya da acımasız değilsen iç tarafta, pencereleri duvara bakan bi odan olur. Bu iki manzaranın arasında kıvranarak bi ömür tükettiğini düşün; içeri taraftaysan sokağın manzarasına imrenerek, öbür yandaysan dışarı bakmaktan usanıp duvarın manzarasına imrenerek."

Don Juan'ın söyledikleri beni müthiş rahatsız etmişti, çünkü söylediklerini çok iyi anlıyordum.

Şimdi Yedinci Edward gibi bir otelde oda tutma zorunluluğuyla yüz yüze gelince, ne söyleyeceğimi, ne yana kaçacağımı şaşırmıştım.

"Orada ne yapmamı istiyorsun, don Juan?" diye sordum.

"Bi büyücü öyle bi yeri ölmek için kullanır," dedi, gözlerini bana dikerek. "Hayatında hiç yalnız kalmamışsın sen. Şimdi bunun zamanı geldi. O odada ölene dek kalacaksın."

Talebi beni ürküttü, ama güldürdü de.

"Yapmayacağımdan değil ama don Juan," dedim, "ölmüş olduğumu anlayabilmem için ölçüt nedir—eğer fiziksel anlamda ölmemi istemiyorsan tabii."

"Hayır," dedi, "bedeninin fiziksel açıdan ölmesini istemiyorum. Birey olarak ölmeni istiyorum. İkisi çok farklı olaylar. Aslında bireyselliğinin bedeninle çok az ilgisi var. Birey olarak sen zihninden ibaretsin, ve inan bana, zihnin sana ait değil."

"Nedir bu saçmalık, don Juan, zihnimin benim olmaması filan?" diye sorduğumu duydum, sesimde sinirli bir tınlamayla.

"Sana bi gün o konudan söz ederim," dedi, "ama arkadaşlarının koruyucu kalkanı altındayken olmaz.

"Bi büyücünün öldüğünü gösteren ölçüt," diye devam etti, "yalnız olup olmamasının onun için artık hiç fark etmediği bi anın gelmesidir. Kalkan olarak kullandığın dostlarının eşliğinin peşine düşmediğin gün, bireyselliğinin öldüğü gündür. Ne diyorsun? Var mısın?"

"Yapamam bunu, don Juan," dedim. "Sana yalan söylemeye çalışmamın yararı yok. Arkadaşlarımı terk edemem."

"Hiç sorun değil," dedi, kaygısızca. Söylediklerimden zerre kadar etkilenmişe benzemiyordu. "Bundan sonra seninle konuşamayacağım artık, ama birlikte olduğumuz zaman içinde epeyce şey öğrendiğini söyleyebiliriz. Geri gelsen de, uzaklara gitsen de seni çok güçlü kılacak şeyler öğrendin."

Sırtıma vurup bana veda etti. Arkasını döndü ve meydandaki insanların arasına karışıp gözden kayboluverdi. Bir an için, insanların onun açıp girdiği ve arkasında gözden yittiği bir perdeye benzedikleri gibi garip bir duyguya kapıldım. Son gelip çatmıştı, don Juan'ın dünyasındaki her şeyin gelişi gibi ani ve önceden kestirilemeyecek bir biçimde olmuştu bu. Bir anda üzerime çökmüştü işte, ta dibine batmıştım, ve oraya nasıl girdiğimi bile bilmiyordum.

Yıkılmış olmalıydım. Oysa bir şeyim yoktu. Neden böyle rahatladığımı bilmiyordum. Her şeyin bu denli kolaylıkla bitmesine hayran kalmıştım. Don Juan gerçekten zarif bir varlıktı. Hiçbir suçlama ya da öfke belirtisi göstermemişti. Bir tarlakuşu kadar hafif, arabama atlayıp gaza bastım. İçim içime sığmıyordu. Her şeyin böylesine ani, ve böylesine acısız bitmesi ne olağanüstü bir şeydi.

Eve dönüşüm olaysız geçti. Los Angeles'ta alıştığım çevreme girince, don Juan'la son görüşmemden muazzam bir enerji elde ettiğimi fark ettim. Gerçekten çok mutlu ve rahattım, ve normal addettiğim yaşantımı yenilenmiş bir keyifle sürdürmeye koyuldum. Arkadaşlarıma ilişkin tüm sıkıntılarım ve onlara dair düşüncelerim, don Juan’a bunlarla ilgili tüm söylediklerim tamamen unutulmuştu. Bir şey bunların hepsini zihnimden silmiş gibiydi. Böylesine anlamlı bir şeyi unutmuştum, hem de tamamen, ve bunun bu kadar kolay olması beni hayretler içinde bırakıyordu.

Her şey beklendiği gibiydi. Eski yaşantımın yeni biçimi tümüyle güzel olacaktı, eğer tek bir tutarsızlık olmasaydı: don Juan'ın, büyücülerin dünyasından ayrılmamın yalnızca eğitsel anlamda olduğunu ve geri geleceğimi söylediğini açık seçik hatırlıyordum. Konuşmamızın her sözcüğünü anımsayıp kaydetmiştim. Benim normal, tek yönlü uslamlama ve belleğime göre, don Juan asla öyle şeyler söylememişti. Hiç olmamış şeyleri nasıl oluyor da hatırlıyordum? Düşünüp duruyordum, ama hiç yararı yoktu. Sözde-anılarım, üzerinde durulacak kadar gariptiler, ama sonraları bunun anlamı olmadığına karar verdim. Kanımca don Juan’ın çevresinden çıkmıştım artık.

Don Juan'ın bana bir şekilde iyiliği dokunmuş kişilere karşı davranışlarıma ilişkin önerilerini izleyerek, benim için dünyayı yerinden oynatacak bir karara varmıştım: çok geç olmadan o arkadaşlarıma teşekkür edip onları onurlandırma kararıydı bu. İlk hedeflerimden biri Rodrigo Cummings'di. Ancak Rodrigo'nun başına gelenler, tüm planlarımı temelinden yıkıp mahvetti.

Kendisiyle rekabet duygumun üstesinden geldikten sonra, ona karşı tavrım kökten değişti. Rodrigo'nun yaptığı her şeyin içine yüzde yüz atlamanın benim için dünyanın en kolay şeyi olduğunu fark etmiştim. Aslında ben de tıpkı onun gibiydim, ama onunla rekabet etmeyi kesene dek bunu bilmiyordum. Sonra gerçek delirtici bir berraklıkla ortaya çıkıverdi. Rodrigo'nun en büyük dileklerinden biri üniversiteyi bitirmekti. Her sömestr okula kayıt yaptırıyor ve izin verilen en fazla sayıda derse yazılıyordu. Sonra günler ilerledikçe birer birer bırakıyordu hepsini. Bazen okuldan tümüyle uzaklaşıyordu. Bazen de bir-iki dersi gücü tükenene kadar sürüklüyordu.
Son okul döneminde sosyoloji sınıfına aralıksız devam etti, çünkü bu dersi sevmişti. Final sınavı yaklaşıyordu. Ders kitabını okuyup çalışmak için üç haftası olduğunu söylemişti bana. Sadece altı yüz sayfalık bir kitabı okumak için bunun gerekenden fazla bir süre olduğu fikrindeydi. Kendini anımsama yeteneği çok yüksek düzeyde olan hızlı bir okuyucu sayıyordu, ona kalsa nerdeyse fotoğraf makinası gibi bir belleğe sahipti.

Cvp: 7 - Kırılma Noktası

Sınava dünya kadar zamanı olduğunu düşündüğünden, arabasının iç döşemesini değiştirmeye kalkıştı ve benden yardım istedi. Sağ kapıyı yerinden çıkarıp kaplamayı sağ eliyle o tarafa doğru söküp çıkarmak istiyordu, sol eliyle tavana doğru sökmek yerine bu şekilde yapmayı yeğlemişti. Ona solak olduğunu hatırlattığımda, sitemli bir edayla, dostlarının fark etmediği bir sürü yeteneğinin arasında her iki elini birden kullanabilmesinin de bulunduğu yanıtını verdi. Haklıydı da, hiç farkına varmamıştım bunun. Kapıyı sökmekte ona yardım ettim, bu kez de kötü biçimde yırtılmış olan tavan döşemesini çıkarmaya karar verdi. Arabasının mekanik açıdan çok iyi durumda olduğunu, o günlerde her iyi Los Angeles'lının yapacağı gibi, Meksika’nın "TJ" dediği Tijuana kentine götürüp bir kaç kuruşa yeniden kaplattıracağını söylüyordu.

"Bir yolculuk bize iyi gelecek," dedi neşeyle. Götüreceği arkadaşlarını bile seçmişti. "TJ'de eminim sen sahaflardan çıkmazsın, çünkü hıyarın tekisin. Biz de bir genelev buluruz. İyi birkaç tane biliyorum."

Tüm döşemeyi söküp yeni malzeme için metal yüzeyi zımparalamak bir haftamızı aldı. Rodrigo'nun çalışmak için iki haftası kalmıştı artık, ve o hâlâ dünya kadar zamanı olduğunu düşünüyordu. Sonra beni, dairesini badanalama ve yer döşemesini yenileme işine koştu. Duvarları boyamamız ve sert keresteden yapılmış zemin kaplamasını zımparalamamız da bir haftadan fazla sürdü. Odalardan birindeki duvar kâğıdının üzerine boya sürmek istememişti. Buhar püskürterek kâğıtları söken bir makine kiralamak zorunda kaldık. Tabii ne Rodrigo ne de ben makineyi doğru dürüst kullanmasını biliyorduk, böylece her şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırıp ortalığı berbat ettik. Sonunda duvara düz bir doku veren çok kaliteli bir alçı karışımıyla kaplama yapmak zorunda kaldık.

Bütün bu uğraşların sonunda, Rodrigo'nun altı yüz sayfalık bir kitabı beynine sokuşturması için sadece iki günü kalmıştı. Amfetaminlerin yardımıyla çılgın bir gece-gündüz okuma maratonuna girişti. Sonunda sınav günü okula gitmeyi, sırasına oturup test kâğıdını almayı başardı.

Başaramadığı, sınavı yanıtlayabilmek için uyanık kalmaktı. Gövdesi öne doğru yıkılmış, kafası sıraya korkunç bir ses çıkararak vurmuştu. Sınava bir süre ara verildi. Sosyoloji hocası ve Rodrigo'nun çevresinde oturan öğrenciler çılgına döndüler. Bedeni taş gibi katı ve buz gibi soğuktu. Bütün sınıf en kötüsünü düşünüyordu, kalp krizi geçirip öldüğünü sanmışlardı. Onu sınıftan çıkarabilmek için sağlık görevlileri çağrıldı. Üstünkörü bir muayeneden sonra görevliler Rodrigo'nun derin uykuda olduğunu açıkladılar ve amfetaminlerin etkisinden kurtulana dek uyuması için onu hastaneye kaldırdılar.

Rodrigo Cummings her şeyiyle öylesine beni yansıtıyordu ki korkmuştum. Tıpkı onun gibiydim. Aramızdaki benzerliğin savunulacak yanı kalmamıştı benim için. İntiharvari olduğunu düşündüğüm mutlak bir nihilizm edimine girişerek Holywood'da harap bir otelde bir oda tuttum.

Halılar yeşil renkteydi, ve tam bir yangına dönüşmeden hemen önce söndürüldükleri besbelli olan korkunç sigara yanıklarıyla kaplıydılar. Yeşil perdeler ve çamur yeşili duvar kâğıtları vardı. Otelin tabelasının ışığı bütün gece odanın içinde yanıp sönüyordu.

Sonunda tam da don Juan’ın benden istediği şeyi yapar bulmuştum kendimi, ama dolambaçlı bir yolla olmuştu bu. Don Juan'ın taleplerini yerine getirmek, ya da ondan farklı yanlarıma çeki düzen vermek gibi bir amacım yoktu. Ama tıpkı onun söylediği gibi, bireyselliğim ölüp yalnız olup olmamamın gerçekten hiç fark etmediği an gelene dek, aylar boyunca o otel odasında kaldım.

Otelden ayrıldıktan sonra okula daha yakın bir evde tek başıma oturmaya başladım. Hiç bırakmadığım antropoloji çalışmalarıma devam ettim ve bir kadın ortakla çok kârlı bir işe giriştim. Her şey mükemmel şekilde rayına oturmuş görünüyordu, ancak bir gün gerçek kafama dank etti; yaşamımın geri kalanını işimle ilgili sorunlarla, bilim adamlığıyla iş adamlığı arasında seçim yapma kaygılarıyla, ya da ortağımın zaafları ve entrikalarıyla uğraşarak geçirecektim artık. Gerçek bir umutsuzluk benliğimin derinliklerine kadar işledi. Hayatımda ilk kez, yaptığım ve gördüğüm onca şeye karşın hiç çıkışım yoktu. Yolumu tamamen kaybetmiştim. Yaşamımı sona erdirmek için en pratik ve acısız yolu bulma fikrini kafamda ciddi şekilde evirip çevirmeye başladım.

Bir sabah kapımın ısrarla vuruluşu beni uykumdan uyandırdı. Ev sahibi kadın olduğunu, eğer kapıyı açmazsam anahtarını kullanıp gireceğini düşündüm. Gidip kapıyı açtığımda karşımda don Juan duruyordu! Şaşkınlıktan uyuşmuştum. Kekeleyip duruyordum, doğru dürüst tek kelime çıkmıyordu ağzımdan. Elini öpmek, önünde diz çökmek istiyordum. Don Juan içeri girdi ve son derece rahat, yatağımın kenarına oturdu.

"Los Angeles'a bi yolculuk yaptım," dedi, "yalnızca seni görmek için."

Onu kahvaltıya götürmek istedim, ama yapacak başka işleri bulunduğunu ve benimle konuşmak için bir dakikası olduğunu söyledi. Telaşla ona oteldeki deneyimimi anlatmaya giriştim. Varlığı beni öylesine altüst etmişti ki, yaşadığım yeri nerden bildiğini sormak hiç aklıma gelmedi. Hermosillo'da ona söylediklerimden ne kadar pişman olduğumu anlattım don Juan’a.

"Özür dilemen gerekmez," diye güvence verdi. "Hepimiz aynı şeyi yaparız. Bir keresinde ben de büyücülerin dünyasından kaçmıştım, ve yaptığım aptallığı anlayabilmem için nerdeyse ölmem gerekmişti. Önemli olan bu kırılma noktasına varmaktır, nasıl olursa olsun, ve sen de tam anlamıyla bunu yapmışsın. İçsel sessizlik senin için gerçek olmaya başlıyor. Burada, karşında, seninle konuşuyor olmamın nedeni bu. Ne demek istediğimi anlıyor musun?"

Anladığımı düşündüm. Belirsiz şeyleri algıladığı gibi, benim de ne yapacağımı şaşırmış halde olduğumu sezgi yoluyla görmüş ve beni kurtarmak için gelmiş olduğunu düşünüyordum.

"Kaybedecek zamanın yok," dedi, "iş girişimini bi saat içinde feshetmen gerekiyor, çünkü bi saatten fazla bekleyemem— istemediğimden değil, sonsuzluğun acımasız baskısı altında olduğumdan. Şöyle söyleyeyim, sonsuzluk kendini kurtarman için sana bi saat veriyor. Sonsuzluğa göre bi savaşçı için tek zahmete değer girişim özgürlüktür. Başka her türlü girişim aldatıcıdır. Her şeyi bi saat içinde feshedebilir misin?"

Yapabileceğime dair güvence vermem gereksizdi. Yapmak zorunda olduğumu biliyordum. O zaman don Juan bana her şeyi bitirmeyi başardığımda beni bir Meksika kasabasındaki pazar yerinde bekleyeceğini söyledi. Kafam işimi kapatmakla meşgul olduğundan ne söylediğine dikkat etmemiştim. Tekrar etti, ve tabii şaka yaptığını zannettim.

"O kasabaya nasıl varabilirim, don Juan? Arabayla mı  gelmemi istiyorsun, yoksa uçağa mı bineyim?" diye sordum. "Önce işini dağıt," diye emretti. "Çözüm o zaman gelecek. Ama unutma, seni sadece bi saat bekleyeceğim."

Çıkıp gitti, ve ben sahip olduğum her şeyi telaş içinde feshetmeye giriştim. Doğal olarak bu bir saatten fazla vaktimi aldı, ama durup da bunun üzerinde düşünmedim bile, çünkü işe giriştiğimde olayların gelişme hızı beni kapıp götürmüştü. Ancak bitirdiğimde gerçek açmazla yüz yüze geldim. Umutsuz biçimde başarısızlığa uğramıştım. Artık işim de yoktu, don Juan'a ulaşabilme şansım da.

Yatağıma gittim ve düşünebildiğim tek avuntuyu aradım:

sükûneti, sessizliği. Don Juan içsel sessizliğe ulaşmamı kolaylaştırmak için yatağımda özel bir oturma biçimi öğretmişti bana; dizlerimi kırarak ayak tabanlarımı birbirine dayıyor, ayak bileklerimden tutarak iki ayağımı birbirine doğru bastırıyordum. Bana bir de kalın tahta parçası vermişti, nereye gidersem gideyim onu yanımda taşıyordum. Yaklaşık otuz beş santim boyunda kesilmişti, ve ayaklarımın arasına yere koyduğum zaman yastık kaplı olan bir ucu bedenim öne doğru yattığında tam alnımın değeceği yere denk gelip başımın ağırlığını desteklemek üzere yapılmıştı. Bu pozisyonu aldığımda daima birkaç saniye içinde uykuya dalardım.

Her zamanki kolaylıkla uykuya geçmiş olmalıyım, çünkü rüyamda kendimi don Juan'ın beni bekleyeceğini söylediği Meksika kasabasında buldum. Burası hep ilgimi çekmişti. Haftada bir gün pazar kurulurdu ve bölgede yaşayan çiftçiler ürünlerini satmaya getirirlerdi. Burada en fazla hayran olduğum şey, kasabaya açılan kaldırım taşı döşeli yoldu. Tam kasabanın girişinde dik bir tepeyi aşıyordu. Birçok kez bir peynir tezgâhının yanındaki banka oturup o tepeyi seyretmiştim. Yoldan yüklerini sırtlarına vurmuş insanlar gelirdi, ama ilk önce gördüğüm sadece başları olurdu, sonra yaklaşırlardı ve bedenleri yavaş yavaş belirirdi, ancak yokuşun tepesine vardıklarında bütünüyle görebilirdim onları. Sanki toprağın içinden yükseliyorlarmış gibi gelirdi bana, bazısı ağır ağır, bazıları daha hızlı. Rüyamda don Juan peynir tezgâhının yanında beni bekliyordu. Yanına yaklaştım.

"Buraya içsel sessizliğinden ulaştın," dedi, sırtıma vurarak. "Kırılma noktana vardın, sen. Bi an için umudumu yitirmeye başlamıştım. Ama gitmedim, yapacağını biliyordum."

Bir yürüyüşe çıktık, o rüyada. Hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Rüya öyle berraktı, öyle korkutucu biçimde gerçekti ki, sorunumu çözdüğümden hiç kuşkum kalmamıştı, bu çözüm bir rüya-imgesi olsa bile.

Don Juan güldü, başını iki yana salladı. Kesinlikle düşüncelerimi okumuştu. "Sadece bi rüyada değilsin," dedi, "ama ben kimim ki bunu sana söyleyeyim? Bi gün kendin bileceksin bunu— içsel sessizlikten rüyaların oluşmayacağını— çünkü bunu bilmek senin seçimin olacak."

Cvp: 7 - Kırılma Noktası

.