Bu sahneyi hatırlamak içimde derin bir isyan uyandırdı. Bu olayı öyle derine gömmüştüm ki tamamen aklımdan silinmişti. Ancak her zaman anımsadığım bir şey vardı ki o da idareyi elinde tutma öğüdüydü; yıllar boyunca bunu bana ne kadar çok tekrarlamıştı kim bilir.
Bu olayı inceleme ve üzerinde düşünme şansım olmadı, çünkü başka bir unutulmuş anı aynı güçle yüzeye çıktı. Bu sefer, nişanlı olduğum kızla birlikteydim. O günlerde evlenmek ve kendimize bir ev almak için para biriktiriyorduk. Ortak bir çek hesabı açmamızı buyururken duydum kendimi; başka türlüsünü kabul etmeyecektim. Ona idareli olma konusunda amirane bir nutuk çekme ihtiyacı hissediyordum. Giysilerini nerden alacağını, en fazla ne kadar para harcayabileceğini söyleyen sesimi işitiyordum.
Sonra kendimi nişanlımın küçük kız kardeşine araba kullanmayı öğretirken gördüm, kız ailesinin yanından ayrılıp başka bir eve taşınacağını söyledi, ben de öfkeden resmen çılgına döndüm. Dersleri keseceğimi söyleyip, bütün gücümle tehdit ettim onu. Ağlayarak patronuyla ilişkisi olduğunu itiraf etti. Arabadan dışarı fırlayıp kapıyı tekmelemeye başladım.
Ancak hepsi bu da değildi. Nişanlımın babasıyla konuştuğumu duydum, adama taşınmayı planladığı Oregon'a gitmemesini söylüyordum. Bunun aptallık olacağını haykırıyordum, avazım çıktığı kadar hem de. Öne sürdüğüm savların karşı çıkılamaz olduklarından gerçekten emindim. Zararlarını büyük bir titizlikle hesapladığım bütçe rakamları sundum ona. Bana hiç aldırış etmediğinde, öfkeden titreyerek kapıyı vurup çıktım. Nişanlımı oturma odasında gitar çalarken buldum. Elinden çekip aldım gitarını ve onu çalmadığını, sanki bir eşyadan fazla bir şeymiş gibi ona sarıldığını haykırdım ona.
İsteklerimi zorla kabul ettirme hırsım herkesi kapsıyordu. Hiç ayrım yapmıyordum, yakınımda kim varsa hükmetmem ve kaprislerime boyun eğdirip istediğim kalıba sokmam için ordaydı.
Berrak hayallerimin üzerinde daha fazla kafa yormama gerek kalmadı. Çünkü tartışılmaz bir kesinlik duygusu beni ele geçirmişti ve bu sanki dışımda bir yerlerden gelir gibiydi. Bu duygu bana zayıf noktamın, her zaman idareci koltuğunda oturan adam olmam gerektiği fikri olduğunu söylüyordu. Çok derinlerde kök salmış bir düşünceydi bu; sadece yönetmem yeterli olmazdı, her durumun denetimini de elimde tutmalıydım. Yetiştirilme tarzım bu güdüyü güçlendirmişti, başlangıçta keyfi bir şey iken, erişkinliğimde derin bir gereksinim haline gelmişti.
Pusudakinin sonsuzluk olduğunun hiç kuşkuya yer bırakmayacak biçimde farkındaydım. Don Juan onu büyücülerin yaşamına bilerek müdahale eden bilinçli bir güç olarak betimlemişti. Ve şimdi bu güç benim yaşamıma müdahale ediyordu. Sonsuzluk bana o unutulmuş deneyimlerimi tam bir berraklıkla anımsatarak, her şeyi kontrol etme dürtümdeki yoğunluk ve derinliği işaret ediyor, böylece beni kendi açımdan deneyüstü olan bir şeye hazırlıyordu. Korkutucu bir kesinlikle biliyordum ki bir şey her türlü denetim olasılığımı engelleyecekti ve bana doğru gelmekte olduğunu hissettiğim şeyleri karşılayabilmek için her şeyden çok sağduyuya, akışkanlığa ve kendimi bırakmaya ihtiyacım vardı.
Doğal olarak bunların hepsini, anımsamalarımın olası anlamları hakkındaki tahminlerimi ve sezgisel esinlenmelerimi doyasıya ayrıntılara boğarak don Juan'a anlattım.
Don Juan keyifle güldü. "Bütün bunlar sana özgü psikolojik abartılar, hüsnükuruntular," dedi. "Her zamanki gibi, tek yönlü bi neden-sonuç ilişkisi kullanarak açıklamalar bulma peşindesin. Anımsayışlarının her biri gittikçe daha berrak, daha çıldırtıcı olmakta, çünkü sana daha önce de anlattığım gibi, geri dönüşü olmayan bi sürece girmiş durumdasın. Gerçek zihnin, yaşam boyu sürmüş bi uyuşukluktan uyanarak ortaya çıkıyor.
"Sonsuzluk seni eline geçiriyor," diye devam etti. "Bunu sana göstermek için kullandığı yolların başka hiçbi nedeni, amacı ya da değeri olamaz. Ancak senin yapman gereken, sonsuzluğun saldırıları için hazırlıklı olman. Muazzam büyüklükte bi darbe için sürekli hazır tutmalısın kendini. Bu, büyücülerin aklı başında, sağduyulu biçimde sonsuzlukla yüz yüze gelme yoludur."
Don Juan'ın sözleri ağzımda kötü bir tat bırakmıştı. Üzerime doğru gelmekte olan şiddetli saldırıyı seziyor, ve bundan korkuyordum. Bütün hayatımı birtakım gereksiz etkinliklerin ardına gizlenerek geçirdiğim için, gene işe gömüldüm. Güney Kaliforniya'da arkadaşlarımın öğretmenlik yaptığı çeşitli okullarda konferanslar verdim. Durmadan yazıyordum. Hiç abartmadan söyleyebilirim ki düzinelerce müsveddeyi de çöpe attım, çünkü don Juan'ın bana sonsuzluk tarafından kabul edilebilecek bir şeyin işareti olarak betimlediği o vazgeçilmez koşulları taşımıyorlardı.
Her yaptığımın bir büyücülük edimi olması gerektiğini söylemişti don Juan. Gizli beklentilerden, yenilgi korkularından, başarı umutlarından bağımsız bir edim olmalıydı. Benden bağımsız, doğaçlama bir edim olacaktı, kendimi sonsuzun itkilerine özgürca açtığım bir sihir ürünü olacaktı her biri.
Bir gece masamda oturmuş, günlük yazılarım için hazırlık yapıyordum. Bir anlık bir sersemlik hissettim. Başımın dönmesini üzerinde egzersiz yaptığım hasırdan fazla hızlı kalkmış olmama yordum. Görüşüm bulanmıştı. Gözlerimin önünde sarı lekeler vardı. Bayılacağımı düşündüm. Bayılma duygusu giderek güçleniyordu. Önümde kocaman kırmızı bir leke belirdi. Derin soluklar almaya başladım, görsel bozukluğa neden olan bir tür ruhsal çalkantı yaşadığımı düşünüyor, ve bu her neyse yatıştırmaya çalışıyordum. Olağanüstü sessizleşmiştim; o kadar ki, zifiri bir karanlıkla çepeçevre sarıldığımı fark ettim. Aklımdan bayılmış olduğum düşüncesi geçti. Ancak koltuğumu, masamı hissedebiliyordum; çevremdeki her şeyi beni saran karanlığın içinde hissedebiliyordum.
Don Juan, silsilesinin büyücüleri için içsel sessizliğin en arzu edilen sonuçlarından birinin belirli bir enerji etkileşimi olduğunu, ve bunun haberciliğini daima çok güçlü bir duygunun yaptığını söylemişti. Anımsamalarımın beni son kerte tahrik ederek bu etkileşimi yaşamamı sağlayacak araçlar olduğunu düşünüyordu. Böyle bir etkileşim, kendini günlük yaşamımızın dünyasındaki herhangi bir ufuk—bu bir dağ, gök yüzü, bir duvar ya da sadece avuç içleri olabilirdi—üzerine yansıyan renk tonları biçiminde ortaya koyuyordu. Don Juan bu renk tonları etkileşiminin ufukta eflatun renkli çok ince fırça darbeleri gibi başladığını anlatmıştı. Zaman içinde bu eflatun fırça darbeleri yaklaşan fırtına bulutları gibi genişleyip sonunda tüm ufku kaplıyordu.
Don Juan eflatun bulutların içinden fışkırır gibi çıkan, kendine özgü parlak bir narçiçeği renginde bir lekenin belirdiğini söylemişti. Anlattığına göre büyücüler disiplin ve deneyim kazandıkça narçiçeği leke genişliyor ve sonunda düşünceler ve imgeler, ya da okuryazar insanlar için yazılı sözcükler halinde patlıyordu; büyücüler ya enerjinin yarattığı imgeler görüyor, ya da sözcükler biçiminde seslendirilen düşünceler işitiyor, ya da yazılı sözcükler okuyorlardı.
O gece masamda, eflatun fırça darbeleri de, yaklaşan bulutlar da görmedim. Bu türden bir enerji etkileşimi için büyücülerin gereksindiği disipline sahip olmadığımdan emindim, ama devasa bir narçiçeği leke önümde duruyordu. Bu dev leke hiçbir ön belirti vermeden, birbirleriyle bağlantısı olmayan ve sanki bir daktilo sayfası üzerindeymişler gibi okuyabildiğim sözcükler halinde patladı. Sözcükler önümde öyle muazzam bir hızla devinmeye başladılar ki okuyabilmem imkânsızlaştı. Ardından bana bir şey açıklayan bir ses duydum. Sözleri karmakarışıktı, işittiklerimden anlam çıkarmam mümkün değildi.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, çok fazla yedikten sonra insanın rüyasında gördüğü rahatsız düşlere benzer görüntüler görmeye başladım. Şatafatlı, karanlık, meşum görüntülerdi bunlar. Fırıl fırıl dönmeye başlamıştım, beni kusturuncaya kadar sürdü bu. Bütün olay o anda bitti. Yaşadığım şey her neyse etkisini tüm kaslarımda hissediyordum. Bitkindim. Bu şiddet dolu müdahale beni öfkelendirmiş, hüsrana uğratmıştı.
Olanları anlatmak üzere telaşla don Juan'ın evine koştum. Onun yardımını her zamankinden daha çok gereksindiğimi hissediyordum.
"Büyücüler ya da büyücülüğe ilişkin şiddetli olmayan bi şey yoktur," dedi don Juan, öykümü dinledikten sonra. "Sonsuzluk ilk kez üzerine böyle çöküyor. Yıldırım çarpması gibiydi. Melekelerini tümüyle ele geçirdi. İmgelerinin süratine gelince, onu ayarlamayı kendin öğrenmek zorundasın. Bazı büyücüler için bu yaşam boyu süren bi iştir. Ama şimdiden sonra enerji sana bi sinema perdesine yansıtılıyormuş gibi görünecek.
"Yansıtmayı anlayıp anlamaman, başka bi konu." diye devam etti. "Doğru yorumu yapabilmek için deneyime gereksinmen var. Benim tavsiyem çekingen davranmayıp hemen başlaman. Enerjiyi duvardan oku! Gerçek zihnin ortaya çıkıyor; bunun yabancı donanım olan zihninle hiçbi ilişkisi yok. Bırak gerçek zihnin hızı ayarlasın. Sessiz ol, ve ne olursa olsun, kendi kendini yeme."
"Ama don Juan, bütün bunlar mümkün mü? İnsan enerjiyi sanki bir metin gibi okuyabilir mi?" diye sordum; bunu düşünmek bile bunaltıcıydı.
"Elbette mümkün!" diye atıldı. "Senin durumunda sadece mümkün değil, oluyor da."
"Fakat niye okunsun ki, sanki bir metinmiş gibi?" diye üsteledim, ama laf olsun diye ısrar ediyordum.
"Yapmacık davranıyorsun," dedi. "Metni okusan, harfi harfine tekrarlayabilirdin onu. Bununla birlikte, bi sonsuzluk okuyucusu olmak yerine bi sonsuzluk izleyicisi olmaya çalışsaydın, bu kez de izlediklerinin hiçbirini betimleyemeyecek, ve tanık olduklarını kelimelere dökmekten âciz olduğun için anlamsız sözler saçmalayacaktın. İşitmeye çalışsan da aynı şey olacaktı. Bu sana özgü bi şey, elbette. Zaten seçimi sonsuzluk yapar. Savaşçı-gezgin rıza gösterir sadece."
Hesaplı bir duraklamadan sonra, "Ama her şeyden önce," diye ekledi, "onu tanımlayamıyorsun diye olayın seni bunaltmasına izin verme. Bizim dilimizin sözdiziminin ötesinde bi olay bu."