Konu: 10- Öğretiler-10
1964 yılının Aralık ayında don Juan’la birlikte tüttürüm harmanı yapmak için gerekli birkaç bitkiyi toplamaya gitmiştik. Bu, dördüncü dönem oluyordu. Don Juan işleri bana yaptırıyor, kendisi yalnızca beni gözlüyordu. Bitkileri koparırken acele etmememi, önce iyice bakmamı, uzun uzadıya düşünmemi söylemişti. Harmana girecek bitkileri topladıktan, bohçaladıktan sonra hemen dostuyla yeniden karşılaşmamı istedi.
31 Aralık 1964, Perşembe
Don Juan, “Şeytan otunu ve dumanı şimdi biraz tanımış durumdasın. Hangisini daha çok beğendiğini söyle bakalım!” dedi.
“Duman çok korkutuyor beni, don Juan. Nedendir bilemiyorum, ama pek olumlu sayılmaz ona karşı duygularım.”
“Yaltaklanılmaktan hoşlanıyorsun da ondan; şeytan otu yaltaklanıyor sana. Bi kadın gibi, sana zevk vermeye çalışıyor. Oysa duman, en soylu erktir; en temiz yürek onunkisidir. İnsanı ayartmaz, tutsak etmez; aşk ve nefret de bulunmaz onda. Tek isteği, güçlü olmandır. Evet, şeytan otu da güçlülük ister, ama başka tür bi güçlülük o. Kadınların erkekte aradığı türden bi güçlülük. Oysa dumanın aradığı güç, yürek gücüdür. O da sende yok! Çok az kimsede bulunur o. Bu yüzden istiyorum dumanı biraz daha öğrenmeni. Yüreği berkitir duman. Şeytan otu gibi tutkularla, kıskançlıklarla, şiddetle dolu değildir. Duman oynak değildir, insana bağlı kalır. Bi şey unuttum diye tedirgin olman gerekmez onunla ilişkin sürdükçe.”
20 Ocak 1965, Çarşamba
19 Ocak Salı günü sanrılandırıcı karışımı gene içtim. Don Juan’a dumandan çok korktuğumu, kuruntularımı yenemediğimi söylemiştim. O da, bana, dumanı hakçasına değerlendire bilmek için bir kez daha içmemi söylemişti.
Don Juan’ın odasına gittik. Saat, öğleden sonra iki falandı. Pipoyu çıkarttı. Ben de kömürleri getirdim. Sonra yere karşılıklı oturduk. Don Juan önce pipoyu ısıtması, onu uyandırması gerektiğini söyledi. Dikkatlice bakarsam piponun nasıl ışımakta olduğunu görebileceğimi de ekledi. Pipoyu bir kaç kez dudaklarına götürerek emdi. Onu sevecence okşadı. Sonra birden, piponun uyanışına dikkatimi çekmek için, bana ve pipoya baktı. Pipoya baktım, ama bir şey göremedim.
Pipoyu elime verdi. Piponun ağzını kendi hazırladığım harmanla doldurdum. Daha önce bir tahta maşayla bir kor kömür aldım. Don Juan tahta maşama bakarak gülmeye başladı. Bir an sendeledim. Kömür maşaya takılmıştı. Düşmesi için, maşayı piponun ağzına vurmak istemedim; koru söndürmek için üzerine tükürdüm.
Don Juan başını çevirip elleriyle yüzünü kapadı. Bedeni sallanmaktaydı. Bir an için ağladığını sandım. Ama sessizce gülmekteydi.
Uzun süre yitirmiştim bu nedenle; sonra don Juan parmaklarıyla bir kor parçasını tutup, hızla piponun ağzına yerleştirdi. İçmemi söyledi. Pipoyu ağzıma aldım. Dumanı çekmesi çok zor oluyordu. İçindeki karışım çok sıkıydı herhalde. İlk çekişimde ağzıma ince tozlar gelmişti. Birden ağzımın içini uyuşturmuştu bu tozlar. Ağızlıktaki karışımın yanmakta olduğunu görebiliyordum. Ama sigara içmeye benzemiyordu bu iş. Gene de her çekişte bir şeylerin soluğuma karıştığını, ciğerlerimi doldurduğunu, ardından da bedenimin öbür yanlarına doğru itercesine yayıldığını duyamsamaktaydım.
Yirmi çekiş saydım. Sonra bıraktım saymayı. Terliyordum; don Juan gözlerini dikmiş bana bakıyor ve korkmamamı, anlattıklarını olduğu gibi yerine getirmemi söylüyordu. “Peki” demeye çalışıyor, ama yerine yabansı bir inilti çıkarıyordum. Ağzımı kapadıktan sonra bile ortalığı çınlatan bir inilti... Don Juan bu sese çok şaşmıştı; gene gülmeye başladı. Başımla “evet” demek istiyordum. Ama hiçbir yanımı kımıldatamıyordum.
Don Juan, yavaşça ellerimi açtı ve pipoyu çekti. Yere uzanmamı ama uyumamamı söyledi. Bir de kalkıp beni yatıracak mı diye, meraklanmıştım. Ama merakım boşunaymış. Bana, aralıksız bakmaktan başka bir şey yapmadı. Birden odanın tepetaklak döndüğünü gördüm; don Juan’a yandan bakar bir durumda buldum kendimi. İşte o andan başlayarak, tüm görüntüler, bir düşteki gibi bulanıklaştı. Kımıldayamaz durumdayken, don Juan’ın uzun uzadıya bir şeyler anlattığını hayal meyal anımsıyorum.
O durumdayken korktuğum falan yoktu; tedirgin de değildim, ertesi gün kendime geldiğimde, hasta falan da olmamıştım. Tek olağandışı şey, uyandıktan sonra uzun süre düşüncelerimi toparlayamayışımdı. Dört beş saat geçince, o da geçti.
27 Ocak 1965, Çarşamba
Don Juan, deneyimlerimle ilgili bir şey söylemedi; bir şey anlatmamı da istemedi. Tek sözü, hemen uyuyuvermiş olduğumu söylemek oldu.
“Uyanık kalmak için tek çıkar yol, bi kuşa dönüşmektir; ya da bi cırcırböceği, ya da onun gibi bi şeye...” dedi.
“O da nasıl yapılır ki, don Juan?” diye sordum.
“İşte öğretiyorum ya! Dün, sen bedensizken sana anlattıklarımı anımsamıyor musun?”
“Ben bi kargayım. Sana da, karga nasıl olunur, onu öğretiyorum. Bi öğren de bak, nasıl uyanık kalırsın; nasıl özgür olursun! Bunu öğrenemezsen, düştüğün yerde öyle çakılı kalırsın.”
7 Şubat 1965, Pazar
Dumanı ikinci kez çekişim 31 Ocak Pazar günü öğlene rastladı. Ertesi gün akşamüstü uyandım. Deneyimim boyunca don Juan’ın bana anlattığı her şeyi biliyormuşum gibi kendimi olağanüstü erkli hissetmekteydim. Sözleri beynime işlemişti. Olağandışı bir açıklık ve süreklilikle işitip durmaktaydım anlatmış olduklarını. Bu sırada başka bir gerçek çarptı gözüme: Pipoyu her çekişimde ağzıma giren tozları yutmaya başladıktan hemen sonra bütün bedenim uyuşmuştu. Demek, yuttuğum yalnızca duman değildi; bir de toz halinde karışımı yutmaktaydım.
Deneyimimi don Juan’a anlatmaya çalıştım; ama o, yapmış olduğum şeyin önemsiz olduğunu belirtti. Bütün olanları anımsadığımı söyleyince de; kulak falan asmadı. Tüm anılar keskindi, taptazeydi. Dumanı içme süresi tıpkı ilk seferindeki gibiydi. Sanki her iki deneyimim, ara vermemişim gibi, birbirine bitişmişti. İlk deneyimimin bitiminden başlatabiliyordum anımsamayı. Yan üstü yere düştüğümden bu yana duygu ve düşüncelerimi bütünüyle yitirmiş olduğumu açıkça anımsayabiliyordum. Gene de bu açıklık hiçbir biçimde eksilmiyordu. Odanın düşey bir düzlem haline dönüşmesiyle birlikte, düşüncelerimin de sonuncusunu düşündüğümü anımsıyorum: “Başım yere mi yapıştı, ne? Ama ağrı sızı duymuyorum.”
İşte o andan sonra yalnızca görüyor ve işitiyordum. Don Juan’ın her söylediğini sözcüğü sözcüğüne yineleyebiliyordum. Tüm buyruklarını yerine getiriyordum. Bunu yapmak çok açık, mantıklı ve kolay geliyordu bana. Bedenimin yok olacağını, yalnızca başımın kalacağını, ve böyle bir durumda uyanık kalıp dolaşabilmek için tek çarenin karga olmak olduğunu anlatıyordu bana. Gözümü kırpmaya gayret etmemi, ancak göz kırpmaya hazır olduğum takdirde öbür şeylere geçebileceğini söylüyordu. Sonra da bedenimin bütünüyle ortadan kalktığını, yalnızca başımın kaldığını söyledi. Baş, hiç kaybolmazmış; çünkü kargaya dönüşen şey, başmış.
Don Juan gözümü kırpmamı buyurdu. Bu buyruğu ve bütün öbür buyruklarını birçok kez yineleyip durmuştu. Hepsini de çok açıkça anımsıyordum. Gözümü kırpmış olacağım ki, hazır olduğumu bildirdi ve başımı kaldırıp tüm dikkatimi çeneme vermemi buyurdu. Karganın bacakları çenede olur dedi. Bacakları duyumsamaya çalışmamı ve onların yavaş yavaş çıkışlarını izlememi istedi. Ardından da daha karga olmadığımı, kuyruk çıkartmamı söyledi. Kuyruğun enseden çıkacağını belirtti. Kuyruğu yelpaze gibi açmamı, yerleri tarayışım hissetmemi buyurdu.
Sonra da karganın kanatlarına geçti. Kanatlar çok uzun olmalıymış, onları iyice germeliymişim. Yoksa uçamazmışım. Az sonra don Juan kanatlarımın çıktığını, uzun ve çok güzel olduklarını, gerçek kanatlara dönüşene dek onları çırpmamı söyledi.
Sıra başımın tepesine gelmişti. Don Juan başımın üst yanının çok geniş ve ağır olduğunu, bu oylumuyla uçmayı engelleyeceğini söyledi. Başımı küçültmek için gene gözlerimi kırpmamın gerektiğini; her göz kırpışta başımın azar azar küçüleceğini anlattı. Rahatça uçabilmem için, üst yanın ağırlığı yok oluncaya dek gözümü kırpmamı buyurdu. Sonra da, başımın bir karga başı kadar küçülmüş olduğunu bildirdi ve kaslarım gevşeyene dek ortalıkta dolaşıp sekmemi istedi.
Don Juan, uçmadan önce, son olarak değiştirmem gereken bir şey daha kaldığını söyledi. Bu da değiştirmesi en güç olan şeymiş; bunu başarabilmek için de uysal olmam, bana söylediklerini harfi harfine yerine getirmem şartmış. Bir karga gibi görmeyi öğrenmeliymişim. Ağzımla burnum, iki gözümün arasında güçlü bir gaga oluşturana dek uzayacakmış. Kargalar yanlarına bakarlarmış; don Juan da başımı çevirip ona tek gözle bakmamı buyurdu. Öbür gözümle bakmak istersem, gagamı aşağıya doğru sallamalıymışım. Bu hareket, öbür gözümle bakmama yol açarmış. Bakışımı bir gözümden öbürüne geçirerek çalışmayı sürdürmemi buyurdu. Sonra, artık uçuşa hazır olduğunu belirtti; uçabilmek için de onun beni havaya fırlatması gerekirmiş.
Buyruklarının her birini istenen biçimde yerine getirmek güç olmamıştı. Önceleri biraz zayıf ve sendeliyor olsalar da kuş bacakları çıkardığımı algılamıştım. Ensemde bir kuyruk, elmacık kemiklerimden de kanatlar çıktığını hissetmiştim. Kanatlar, katlanmış olarak ve azar azar çıkıyorlardı. Zor bir süreçti bu ama ağrı vermiyordu. Sonra göz kırpışlarımla başımı, karga başı büyüklüğüne düşürdüm. Ama en şaşırtıcı şeyi gözlerimle başarmıştım. Kuş görüşü yani!
Don Juan, gaga çıkartmamı buyurduğunda, havasız kalmışçasına tedirgin olmuştum. Sonra bir şişkinlik çıktı ortaya, ve önümü kapatırcasına öyle kaldı. Don Juan’ın beni yanal olarak görmem için yönetmesinden sonradır ki, yanımı tam olarak görebilme yetisine kavuşabilmiştim. Her seferinde gözlerimden birini kırpıyor ve bakışımı bir gözümden öbürüne geçirebiliyordum. Ne var ki, odanın ve içindeki eşyaların hiçbiri alıştığım görüntüde değildi. Gene de hangi bakımlardan değişik göründüklerini söyleyebilmem olası değildir. Don Juan çok büyümüş ve kızarmıştı. Erinç veren, güven veren bir şeyler vardı havasında. Sonra bu imgeler bulanıverdi; ana hatlarını yitirdiler ve bir süre titreşip duran köşeli soyut biçimlere dönüştüler.
28 Mart 1965, Pazar
18 Mart Perşembe günü sanrılandırıcı karşımı gene içtim. Başlarken, kimi ufak ayrıntı farkları dikkatimi çekti. Pipoyu yalnızca bir kez doldurmam gerekiyordu. İlk koyduğum harman bitince, don Juan piponun ağzını bana temizlettirdi. İkinci dolumu kendisi yaptı. Çünkü kaslarımı bu işin üstesinden gelebilecek denli kullanabilecek durumda değildim. Kollarımı oynatmak için büyük çaba harcamam gerekiyordu. Kesemde bir dolumluk harman kalmıştı. Don Juan keseme bakarak, harmanım tükendiğinden, bunun gelen yıla dek dumanı son çekişim olacağını söyledi.
Küçük keseyi ters yüz edip, içindeki tozları, yanan kömürlerin durduğu kaba silkti. Tozlar, portakal rengi kızartılar çıkararak yandı; korların üzerine ince, saydam bir zar serilmişçesine... Sanki bu zar tutuşmuş, sonra da labirentimsi çiz giler oluşturacak biçimde çatlamaya başlamıştı. Çizgilerin içinde bir şeyler hızlı hızlı zikzaklar çizmekteydi. Don Juan, çizgilerdeki devinime bakmamı söyledi. Kızartılı yerlerde ileri geri devinen küçük bir bilyeye benzeyen bir şey gördüm. Don Juan eğilip elini ateşe soktu ve bilyeciği tuttuğu gibi piponun ağzına yerleştirdi. Sonra, pipoyu içmemi söyledi. Küçük topçuğu piponun içine, onu içime çekip yutayım diye koymuş olduğu kanısı vardı zihnimde. Bir anda oda, yatay durumunu yitirdi. Yoğun bir uyuşukluğa, ağırlığa gömüldüm. Uyandığımda sığ bir sulama arkının tabanında sırtüstü yatmaktaydım. Çeneme kadar sulara gömülmüştüm. Birisi başımı tutmuş, kaldırmaktaydı. Don Juan’dı bu. İlk düşüncem, arktaki suyun olağandışı nitelikleri üzerineydi. Soğuk, koyu bir suydu; hafif hafif yüzüme çarpıyor, her devinimi düşüncelerimi biraz daha açıklaştırıyordu. Önce suda parlak yeşil bir ışık halkası ya da bir floresan bir ışıma vardı; ışık, çok geçmeden dağıldı; su, bildiğimiz suya dönüştü.
Don Juan’a saati sordum. Sabah erken bir vakitte olduğumuz yanıtını verdi. Az sonra iyice ayılmıştım; sudan çıktım.
Evine vardığımızda, don Juan, “Bütün gördüklerini anlat bakalım” dedi. Üç gündür “beni geri getirmeye” uğraştığını, başarana dek akla karayı seçtiğini de ekledi. Birkaç kez, gördüklerimi anlatmaya çalıştım. Ne var ki, düşüncelerimi toparlayamıyordum. Biraz aradan sonra, akşama doğru, don Juan’la konuşmaya hazır olduğumu görerek, yan üstü düştüğüm andan beri anımsadıklarımı anlatmaya başladım. Gelin görün ki, dinlemek istemiyordu. Onu ilgilendiren bölümün, “beni havaya fırlattıktan, ve uzaklara uçtuktan” sonra görmüş ve yapmış olduğum şeyler olduğunu söyledi.
Bütün anımsadıklarım, bir dizi düşe benzer imgeler ya da sahnelerdi. Ardışık bir düzende değildi bunlar. Sanki her biri ayrı bir kabarcıkmış da, odağa doğru yüzüyor, sonra da uzaklaşıyormuş gibi geliyordu bana. Bunlar, salt bakılacak görüntüler değildi. İlk kez anımsamaya çalıştığım zaman, onların yayılmakta olan belirsiz ışınlar oldukları duygusuna kapılmıştım; ama düşündükçe her birinin son derece belirli olduğunu, ancak olağan görme eylemiyle hiçbir ilintisinin bulunmadığını anlattım. Bu yüzdendi belrisizlik duygusu. Yoksa imgelerin sayısı çok değildi, hepsi de çok yalındı.
Don Juan, “beni havaya fırlattığını” söyler söylemez son derece belirgin bir sahneyi hayal meyal anımsamıştım. Bu sahnede uzak bir yerden ona doğru bakmaktaydım. Yalnızca yüzüne bakıyordum. Bir anıt kadar kocamandı yüzü. Biraz düz görünüyor ve yoğun bir pırıltı saçıyordu. Saçları sarımtıraktı, ve kımıldamıyordu. Yüzünün her yanı kendi başına oynuyor, kehribar renginde ışıyordu.
Öbür imgede ise don Juan beni gerçekten ileriye ve bir doğrultuda havaya atıyor, ya da fırlatıyordu. “Kanatlarımı açıp uçtuğumu” anımsıyorum. Acı çekerek havayı yarıp dosdoğru ileri giderken, yalnızlık duymaktaydım. Uçmaktan çok yürümeye benziyordu bu. Bedenimi yoruyordu. Özgürce akış duygusu, çoşkunluk falan yoktu.
Sonra da hareketsiz durduğum bir anı anımsadım; donuk, ürkünç bir ışık yayan bir bölgede yer alan bir yığın keskin, koyu çizgiler... Ardında da bin bir çeşit ışıkla bezenmiş bir alan gördüm. Işıklar oynaşıyor, parlaklıkları azalıp çoğalıyordu. Işıktan çok renge benziyorlardı. Yoğunlukları oldukça şaşırtmıştı beni.
Bir başka anı da şöyleydi: burnumun dibinde bir nesne durmaktaydı. Kalın, sivri uçlu bir şeydi bu; kendine özgü pembemsi pırıltılı... Bedenimin bir yerinde birden bir ürperme oldu ve bir yığın pembe cismin bana doğru gelmekte olduğunu gördüm. Hepsi de üstüme doluştu. Fırlayıp kaçtım.