“Sana bi şey anlatıcam,” demişti sonunda o zaman. “Şayet bizi faka bastırmazlarsa, hiçbi şey öğrenemeyiz. Aynı şey benim de başıma gelmişti, herkesin de başına gelecektir. Bi veli nimetin görevi bizi bi uçurumun kenarına getirmektir. Bi velinimet yalnızca yolu gösterip oyununu oynar. Ben sana daha önce de oyun oynamıştım. Senin avcı tinini nasıl geri aldığımı anımsıyorsun, di mi? Avcılığın sana bitkileri unutturduğunu sen bana kendin söylemiştin. Bi avcı olmak amacıyla pek çok şey yapmayı istemekteydin, bitkileri öğrenmek amacıyla yapmayı göze almayacağın şeyleri. Şu anda sen yaşamını sürdürmek amacıyla çok daha fazlasını yapmak zorundasın.”
Don Juan bana baktı, baktı, sonra bir kahkaha nöbetine tutuImuşçasına gülmeye başladı.
“Bu delilik sırf,” dedim. “Oysa biz ussal yaratıklarız.”
“Ussal olan sensin,” diye karşılık verdi don Juan. “Ben değilim.”
“Elbet ussalsın sen de,” diye dayattım. “Sen benim hayatta tanıdığım en ussal insanlardan birisisin.”
“Pekâlâ!” diye ünledi don Juan. “Tartışmayalım. Ussalım ben, ne olmuş yani?”
Ben onu, iki ussal insanın, o büyücü kadınla olduğu gibi
öylesine delice bir şekilde hareket etmesinin niçin gerekli olduğu tartışmasına çekmeye çalıştım.
“Sen ussalsın, mantıksalsın, tamam,” dedi don Juan sertçe. “Bu da senin bu dünyaya ilişkin pek çok şey bildiğine inandığın anlamına geliyor, ama biliyor musun acaba? Gerçekten biliyor musun? Sen yalnızca insanların eylemlerini görmüşsün. Senin deneyimlerin yalnızca insanların sana ya da başkalarına neler eyledikleriyle sınırlı. Bu giz dolu bilinmeyen dünya hakkında hiçbi şey bilmiyorsun.”
Don Juan eliyle kendisini arabama doğru izlememi imledi; sonra yakınlardaki küçük bir Meksika kasabasına sürdük.
Ne yapacağımızı sormak istemiyordum. Don Juan arabamı bir restoranın önünde park ettirdi, ardından otobüs terminaline ve kasaba marketine doğru yürüdük. Don Juan sağ tarafımda, önümden yürümekteydi. Ansızın sol tarafımda da birisinin benimle birlikte yürümekte olduğunun bilincine vardım, ama dönüp de ona bakmazdan önce, don Juan seri ve ani bir hareket yaptı; yerden bir şey alınmışçasına önüne doğru eğilerek beni koltuk altımdan kavrayıverdi—nerdeyse onun üzerine yıkılacaktım. Don Juan beni sürüklercesine arabama götürdü, ben anahtarla arabamın kilitli kapısını açarken bile kolumu bırakmadı. Bir an, anahtarı kilide geçiremedim. Don Juan beni hafifçe arabanın içine doğru itti, sonra kendisi de içeriye girdi.
“Yavaşça sür, ve o marketin önünde dur,” dedi.
Durduğumda, don Juan başımı hafifçe eğerek bakmamı imledi. Don Juan’ın beni kolumdan kavradığı noktada “la Catalina” durmaktaydı. Birden irkiliverdim. Kadın arabaya doğru birkaç adım attı—yaklaşarak meydan okurcasına durdu. Onu dikkatle inceledim; çok güzel bir kadın olduğu sonucuna vardım. Son derece esmer bir kadındı, vücudu tombulcaydı ama adaleli ve güçlü birine benziyordu. Değirmi yüzünde yüksekçe elmacıkkemikleri, simsiyah saçlarının iki uzun örgüsüyle güzel bir kadın. Beni en çok şaşırtan da onun gençliği oldu. Olsa olsa otuzlu yaşlarının başlangıcındaydı.
“İsterse daha da yaklaşsın, bırak,” dedi don Juan, fısıltıyla.
Kadın üç dört adım daha atarak arabama üç metre kadar bir mesafede durdu. Birbirimize baktık. O anda, ondan korkmamın gereksizliğini hissetmiştim. Ona doğru gülümseyerek el salladım. Utangaç bir kız gibi ağzını eliyle örttü, kıkırdayarak güldü. Nedense kendimi neşeli hissetmekteydim. Don Juan’a dönerek onun görünüşüne, giyiniş biçimine ilişkin bir iki söz söyleyim, dedim, ama don Juan’ın haykırışı adeta ödümü patlattı.
“Arkanı o kadına dönme, ulan kahrolası!” diye yüksek sesle bağırdı.
Kadına bakmak için hızla döndüm. Arabama doğru birkaç adım daha ilerlemişti— kapıya bir buçuk metre kadar bir uzaklıkta durmaktaydı. Tebessüm ediyordu; dişleri iri, beyaz, muntazamdı. Ne var, gülümsemesinde tekin olmayan bir şey vardı. Pek dostça görünmüyordu; kontrollü bir sırıtıştı onunkisi; sadece gülen bir ağız. Gözleri siyah ve soğuktu, onları yüzüme dikmiş, bakmaktaydı.
Tüm bedenimin ürperdiğini hissettim. Don Juan ritimli bir şekilde kesik kesik gülmeye başladı; bir anlık bir bekleyişten sonra kadın yavaşça gerileyerek öbür insanların arkasına karışıp gözden kayboldu.
Arabayı sürerek oradan uzaklaşırken, don Juan şayet yaşamıma çekidüzen verip de öğrenmiş olmasa imişim, o kadının beni savunmasız bir böceği ezer gibi çiğnemiş olacağını söyledi.
“Senin için bulmuş olduğumu söylediğim yaraşıklı düşmandır işte o,” dedi.
Don Juan, benim avlanmamı engellemekte olan kadın konusunda ne yapacağımızı kararlaştırmadan önce bir yora beklememiz gerektiğini söyledi.
“Bi karga görür ya da işitirsek, bekleyebileceğimizi kesin anlamış olacağımız gibi nerede beklememiz gerektiğini de öğrenmiş oluruz,” diye ekledi.
Tüm çevremizi tarayarak ağır ağır, tam bir daire oluşturacak şekilde döndü.
“Beklenecek yer burası değil,” dedi fısıldayarak.
Doğuya doğru yürümeye başladık. Hava artık iyice kararmıştı. Ansızın iki karga, ilerimizdeki kimi yüksek çalılıkların ardından uçarak tepenin arkasından kayboldular. Don Juan o tepenin hedefimiz olduğunu söyledi.
Oraya vardığımızda don Juan tepenin etrafını dolaşarak, tepenin dibinde güneydoğuya bakan bir yeri seçti. Kuru dal parçalarıyla yaprakları, ve taşı toprağı temizleyerek bir buçuk iki metre çapında daire şeklinde bir yer açtı. Ona yardım etmek istedim, ama elinin sert bir hareketiyle bunu önledi. Parmağını dudaklarına götürerek susmamı imledi. Don Juan işini bitirdiğinde beni, dairenin merkezine çekerek, yüzüm tepenin uzağına, güneye doğru bakacak şekilde çevirdi, sonra kulağıma fısıldayarak onun hareketlerini taklit etmemi söyledi. Sağ ayağıyla tempolu bir şekilde yere sertçe vurarak dansa benzeyen birtakım hareketler yapmaya başladı; yedi eşit aralıklı vuruşu izleyen üç hızlı vuruştan ibaret bir danstı bu.
Kendimi bu tempoya alıştırmaya çalıştım— birkaç acemice adımdan sonra doğru tempoyu yakalayabildim.
“Niçin yapıyoruz bunu?” diye kulağıma fısıldadım.
Don Juan bana, gene fısıldayarak, bir tavşan gibi ayak teptiğimi, bu gürültünün sinsi sinsi dolaşan o kimseyi ergeç çekeceğini, merak edip ne oluyor, diye ortaya çıkmasına neden olacağını söyledi.
Ben dansın ritmini iyice kavradıktan sonra, don Juan yeri tekmelemesini bırakarak, eliyle usul tutup benim devam etmemi söyledi.
Zaman zaman kulak kesilip, başını hafifçe sağa doğru eğerek, çalılıklardan gelecek sesleri bekler gibi dikkatle dinlemekteydi. Don Juan bir ara durmamı imleyerek son kerte tetikte durarak kaldı; bilinmeyen ve görünmeyen bir saldırganın üzerine fırlayarak atlamaya anık bir haldeymiş gibi beklemekteydi.
Don Juan, ardından, dansımı sürdürmemi imledi—bir süre sonra beni tekrar durdurdu. Benim her duruşumda öylesine bir konsantrasyonla dinliyordu ki, bedeninin her bir azası gerginlikten kopacak izlenimini yaratıyordu.
Ansızın don Juan benim yanıma zıpladı; alacakaranlığın, erkinin doruğunda olduğunu kulağıma fısıldadı.
Çevreme baktım. Çalılıklar, tepeler, kayalıklar koyu renkli kütleler halinde görünmekteydiler. Gökyüzü lacivert bir renk almıştı, artık bulutlar görünmez olmuşlardı. Bütün dünya koyu renkli, tekdüze silüetlerden oluşmuş gibi gözüküyor, herhangi bir şeyin sınırlarını belirlemek imkânsızlaşıyordu.
Ta uzaklardaki bir hayvanın ürkünç çığlığını işittim—bir çakal ya da bir gece kuşunun çığlığı olabilirdi. Öyle aniden olmuştu ki, dikkat edememiştim. Ama don Juan’ın gövdesi bir parça silkelendi. O yanımda dururken kaslarının titreştiğini hissediyordum.
“Haydi iş başına,” diye fısıldadı don Juan. “Yeri tekmelemeye başla, ve hazır dur. Kadın burada.”
Yeri çılgıncasına tekmeleyerek dansıma başladım, don Juan ayağını benimkinin üzerine koyarak çırpınırcasına, gevşememi, yere ritimli vurmamı imledi.
“Onu korkutup kaçırmayasın,” diye kulağımın içine fısıldadı. “Sakin ol, ve asabına çüş de!”
Don Juan gene yere vurma ritmimi eliyle yönetmeye başladı, ikinci turdan sonra beni durdurdu— o anda aynı çığlığı gene işittim. Bu defa, tepenin üzerinde uçmakta olan bir kuşun sesine benziyordu.
Don Juan beni gene dansıma başlattı, tam duracağım sırada solumdan yana tuhaf bir hışırtı işittim. Kuru çalılıkların arasında yürümekte olan irice bir hayvanın çıkardığı bir sesti bu. Aklıma ilk gelen hayvan bir ayı oldu, ama sonra çölde ayı bulunmadığını hatırladım. Don Juan’ın kolunu kavradım; o gülümseyerek parmağını dudağına götürdü— susmamı imledi. Art arda, tam üzerimdeki bir noktayı göstererek yüzüm tepenin kapkara kütlesine bakana dek beni yavaşça ve sesizce geriye doğru çevirdi. Don Juan parmağını aşağıya doğru indirerek tepedeki belli bir noktaya doğru uzattı. Gözlerimi o noktadan ayırmaksızın bakmaktaydım ki, birden, sanki bir karabasandaymışızca, kara bir gölge üzerime atladı. Feryadı bastırarak sırtüstü yere yuvarlandım. Bir an o kara varlığın siluetini koyu lacivert renkli gökyüzünde görür gibi oldum; ardından, kara gölge havada salınarak ötemizdeki çalıların arasına indi. Ağır bir gövdenin kuru çalılığı ezerek çıkardığı sesi işittim; bunu meşum bir çığlık sesi izledi.
Don Juan yerden kalkmama yardım ederek beni, karanlığın içinden, tuzaklarımı bırakmış olduğum yere götürdü. Onları bana toplatıp söktürdükten sonra parçalarını dört bir yana fırlatıp attı. Bütün bunları tek bir kelime söylemeksizin yapmaktaydı. Onun evine dönene dek hiç konuşmadık.
“Ne dememi istiyorsun ki?” diye sordu bana don Juan, bir kaç saat önce tanık olduğum olayları açıklamasını üst üste istedikten sonra ben.
“Neydi ki o?” diye sordum.
“Hay Allah! Onun kim olduğunu pekâlâ bilmektesin,” dedi don Juan. “Neydi ki o, diye sorarak meseleyi sulandırmasana!”
Kendimce, aklıma yatkın bir açıklama yolu bulmuştum. Gördüğüm o siluet, birisinin tepenin üzerinden salıverdiği bir uçurtmaya benziyordu, bir başkası da, arkamızda duran biri, onu yere çekip indirmişti, böylece koyu bir karaltının havada aşağı yukarı beş altı metre salındığı izlenimi yaratılmıştı.
Don Juan açıklamamı dikkatle dinledikten sonra gözlerinden yanaklarına doğru gözyaşı damlaları yuvarlanana dek güldü.
“Bırak saçmalamayı da sadede gel,” dedi. “Baklayı çıkar ağzından. Bi kadın değil miydi o?”
Yere düşüp de yukarıya doğru baktığımda son derece yavaş hareket ederek süzüle süzüle üzerime atlamakta olan uzun etekli bir kadının kapkara siluetini gördüğümü itiraf etmek zorunda kaldım; sonra bir şeyler o koyu renkli silueti çekmiş, hızla üzerimden uçarak çalılığa çakılmasına neden olmuştu. Aslında, uçurtma fikrini bana veren şey, onun bu son hareketi olmuştu.
Don Juan artık bu konu üzerinde durmak istemedi.
Ertesi gün esrarengiz bir işini yerine getirmek için benden ayrıldı; ben de bir başka uruktaki Yaqui dostlarımı ziyarete gittim.