Lidia’nm kepçeyle yemek dağıtmasına kaptırmıştım kendimi. Herkese aynı ölçüde dağıtmaya çok özen gösteriyor gibiydi. Devinimlerini beğeniyle izlediğimin ayırdmda olsa gerekti. Rosa’nm kâsesinden iki üç fasulye tanesi alıp tencereye geri koydu. Gözümün ucuyla, Josefina’nın mutfağa geldiğini gördüm. Ona bakmamıştım aslında. Tam karşıma oturdu. Midem bulanır gibi oldu. Gerginliğimi azaltmak amacıyla Lidia’ya, Rosa’nm tabağında fazladan iki fasulye daha kaldığını söyleyerek onunla şakalaştım. Beni afallatan bir kesinlikle iki fasulyeyi kepçeyle tabaktan aldı. Lidia yerine oturur oturmaz gözümü tencereden ayırmam ve Josefina’nm varlığım kabul etmem gerekeceğini bildiğim için sinirli sinirli güldüm. Sonunda istemeden de olsa masanın karşısında oturan Josefina’ya bakmam gerekti. Ölümcül bir sessizlik vardı. İnanmazlık içinde baktım ona. Ağzım açık kaldı. Lidia ve Rosa’nm yüksek sesle güldüklerini duydum. Düşünce ve duygularımı belirli bir düzene sokmak için sonsuz gibi görünen bir sürenin geçmesi gerekti. Karşımda oturan, bir süre önce gördüğüm Josefina değil, çok tatlı bir kızdı. Lidia ve Rosa gibi Kızılderili çizgilerine sahip değildi. Kızılderiliden çok, Latin bir görünüşe sahipti. Açık zeytin rengi teni, küçücük bir ağzı ve ince hatlı bir burnu, küçük beyaz dişleri, kara kıvırcık saçları vardı. Yüzünün sol yanındaki gamze, gülüşüne aşırı bir güven katıyordu. Yıllar önce kısa bir süre gördüğüm kızdı karşımdaki. Onu dikkatle izlememi hoş karşıladı. Bakışları dostçaydı. Denetleyemediğim bir sinirlilik içinde yavaş yavaş etkisine kapıldım. Sonunda, bu gerçek şaşkınlığımı umursuzca şakaya vurmaktan başka çarem kalmadı.
Çocuklar gibi güldüler. Kahkahaları dindikten sonra Josefina’nın bu tiyatrovari gösterisinin nedenini sordum. "İz sürme sanatı üzerinde çalışıyor," dedi Lidia. "Nagual bize insanları şaşırtarak onların bizi ayırt edememesini öğretti. Josefina çok tatlıdır, geceleri tek başına yürüdüğünde eğer çirkin ve pis kokarsa kimse onu rahatsız etmez. Yok eğer olduğu gibi yürürse ne olabileceğini sen bizlerden daha iyi bilirsin."
Josefina olurlarcasma başını salladı ve yüzüne olabilecek en çirkin görüntüyü verdi.
"Bu yüzü bozmadan bütün gün durabilir," dedi Lidia.
Eğer buralarda yaşasaydım, Lidia’yı gördüğüm haliyle, olağan haline oranla çok daha çabuk ayırt edebileceğimi ileri sürdüm.
"Büründüğü o kılık yalnızca senin içindi," dedi Lidia ve üçü birden gülmeye koyuldular. "Bak, seni ne denli şaşırttı hem de. Onun ayırdına varmadan önce çocuğunun ayırdına vardın."
Lidia odalarına gitti ve getirdiği çocuk kundağına benzeyen bir çaput çıkınını bana doğru masanın üstüne fırlattı. Ben de kükrercesine onlarla birlikte güldüm.
"Hepinizin kendinize özgü böyle gizli kılıklarınız var mı?" diye sordum.
"Hayır, yalnızca Josefina’da var. Çevredeki hiç kimse onun gerçekte neye benzediğini görmemiştir," diye yanıtladı Lidia.
Lidia başını salladı, güldü ama sessiz kaldı. Ondan çok hoşlanmıştım. Çok masum ve tatlı bir yanı vardı.
"Bir şeyler söyle Josefina," dedim onu bileklerinden tutarak. Çıldırmış gibi bana baktı ve kendisini geri çekti. Duyduğum kıvancı çok ileri götürerek onu gereğinden fazla sıkı tuttuğumu düşündüm. Onu bıraktım. Dimdik oturdu. Küçük ağzını ve ince dudaklarını büzerek duyulabilecek en gülünç ve tuhaf çığlıkları salıverdi. Yüzü birdenbire değişti. Bir an önceki dingin ifadesinin yerini istem dışı ve çirkin seğirmeler almıştı. Dehşetle ona bakıyordum. Lidia kolumdan çekti.
"Neden korkuttun ki onu, aptal!" diye fısıldadı.
"Dilsiz olduğunu ve konuşamadığını bilmiyor musun?"
Onun ne dediğini anlayan Josefina karşı çıkmaya kalkıştı. Lidia’ya yumruğunu gösterip bir dizi ürkünç çığlık daha koyverdiyse de sonunda tıkandı ve öksürmeye başladı. Rosa sırtını ovdu. Lidia da aynı şeyi yapmak istediyse de Josefina onu yüzünden itti. Lidia yanıma oturup umarsızca omuzlarını silkti.
"İşte böyle," diye fısıldadı.
Josefina ona döndü. Yüzü öfkeden çirkinleşmişti. Ağzını açıp en tiz perdeden, daha da korkunç sesler savurdu. Lidia sıranın üstünden kaydı ve kimseyi rahatsız etmek istemezmişçesine mutfağı terk etti.
Rosa, Josefina’yı kolundan tuttu. Josefina kızgınlığının sınırlarında dolaşıyordu. Ağzını kımıldattı ve yüzünü çarpıttı. Birkaç dakika içinde beni kıvanç içinde bırakan tüm saflığını ve güzelliğini yitirmişti. Ne yapacağımı bilemedim. Özür dilemeye yeltendimse de Josefina’nın çıkardığı insanlık dışı sesler, sözcükleri ağzıma tıkamaya yetti. Sonunda, Rosa onu eve götürdü.
Lidia döndü ve karşıma oturdu.
"Yanlış şeyler oldu," dedi ve elini başına götürdü.
"Ne zaman oldu bu?" diye sordum.
"Uzun zaman önce. Nagual ona bir şeyler yapmış olsa gerek. Çünkü konuşma yetisini birdenbire yitirdi."
Lidia üzüntülü görünüyordu. Üzüntüsünü istem dışı biçimde dışarı vurmak durumunda kaldığı kanısına kapıldım. Duygularını bu kerte saklamaması gerektiğini söylemek zorunda bile hissettim kendimi.
"Josefina sîzlerle nasıl iletişim kuruyor?" diye sordum. "Yazıyla mı?"
"Hadi, aptallaşma. Yazı yazmaz. Sen değil ki o. Bize ne islediğini belirtmek için ellerini ve ayaklarını kullanıyor. Josefina ve Rosa mutfağa döndüler. Yanımda durdular, Josefina’nın yeniden masumiyet ve saflığın simgesine dönüşmüş olduğunu düşündüm. O güzelim ifadesini görünce nasıl olup da bir anda o kerte çirkinleşebildiğini insanın aklı almıyordu. Ona baktıkça yüzündeki o inanılmaz değişikliklerin, çektiği söz yitimiyle ilgili olduğunu anladım birdenbire. Yalnızca kendini sesle ifade eksikliği olan bir insanın taklitçilikle bu kerte ustalaşabileceği kanısına vardım. Rosa, bana Josefina’nm konuşmayı çok istediğini çünkü benden çok hoşlandığını ilettiğini söyledi.
"Sen gelinceye dek durumundan pek de hoşnuttu," dedi Lidia sert bir sesle.
Josefina, Lidia’nın çıkışını olurlarmışçasına başını salladı ve bir dizi yakınma dolu sesi koyuverdi.
"Keşke la Gorda burada olsaydı," dedi Rosa. "Lidia, Josefina’yı daima sinir eder."
"İsteyerek olmadı!" diye karşı çıktı Lidia.
Josefina ona gülümsedi ve ona dokunmak amacıyla elini eline ,attı. Sanki özür dilemeye çalışıyordu. Lidia onun elini itiverdi.
"Seni dilsiz salak," diye söylendi.
Josefina sinirlenmedi. Başka yöne baktı. Gözlerinde öylesine bir hüzün vardı ki yüzüne bakamadım. Tek bir sözcük bile söyleyemiyordum.
"Dünyada sorunları olan tek kadının kendisi olduğunu sanıyor," diye bir çıkış yaptı Lidia. Nagual bize, onu kendisine acımaktan vazgeçirene dek acımasızca zorlamamızı söyledi. Rosa bana bakarak Lidia’nm öne sürdüğünü bir baş sallamasıyla onayladı.
Lidia, Rosa’ya dönüp Josefina’nın yanında kalmasını buyurdu. Rosa itaat edercesine yerinden kalkıp yanımdaki sıraya oturdu.
"Nagual onun bu günlerde konuşacağını söylemişti," dedi Lidia bana doğru.
"Hey!" dedi Rosa, kolumdan çekerek. "Onu belki de sen konuşturacaksındır."
"Evet!" diye bağırdı Lidia, aynı düşünceyi paylaşıyormuş gibi. "Belki de seni bu nedenle bekliyorduk."
"Çok açık!" diye ekledi Rosa, gerçek bir esin karşısındaymışçasına. İkisi birden fırlayıp Josefina’ya sarıldılar.
"Yeniden konuşabileceksin!" diye bağırdı Rosa, Josefina’yı omuzlarından tutup sallarken. Josefina gözkapaklarını açıp gözlerini devirdi. Ağzından güçsüz, zor duyulan iç geçirme sesleri çıkmaya başladı ve sonunda bir hayvan gibi ağlamaya koyuldu. Heyecanı öylesine yoğunlaşmıştı ki çenelerini kenetleyemiyordu. Alçakgönüllülükle, bir sinir bunalımının eşiğinde olduğunu düşündüm.
Lidia ve Rosa, iki yanına geçip çenesini kapamasına yardım ettiler. Ne var, onu dinginleştirmeye çalışmadılar.
"Yeniden konuşabileceksin! Yeniden konuşabileceksin!" diye bağrıştılar.
Josefina hıçkırdı ve içimi titreten bir biçimde neredeyse uludu. Kafam kesinlikle karışmıştı. Onlarla akıllıca konuşmayı denedim. Mantıklarına seslenmeye çalıştım. Ama benim standartlarıma göre bundan pek nasiplerini almamış olduklarının ayırdına vardım. Ne yapmam gerektiğini düşüne düşüne, tam önlerinde bir aşağı bir yukarı gidip gelmeye başladım.
"Ona yardım edeceksin, değil mi?" diye sordu Lidia.
"Lütfen efendim, lüften," diye bana yalvardı Rosa.
Onlara delirmiş olduklarını, ne yapmam gerektiğini bilmediğimi söyledim. Yine de konuşurken kafamın ardında gülünç bir iyimserlik duygusunun kendinden emin olma halinin oluştuğunun ayırdına vardım. Önce göz ardı etmek istedim bunu, ne var, beni yavaş yavaş ele geçirdi. Bir keresinde daha ölmek üzere olan çok sevgili bir dostum hakkında böylesi duygulara kapılmıştım. Onu iyileştirip yattığı hastaneden çıkmasını sağlayabileceğimi düşünmüştüm. Bu konuyu don Juan’a bile danışmıştım.
"Doğru. Onu sağaltıp içine girmek üzere olduğu ölüm kızağından uzaklaştırabilirsin," demişti.
"Nasıl?" diye sordum.
"Çok basit bi şey bu," diye yanıtladı. "Tüm yapıcağın ona şifa bulmaz bi hasta olduğunu anımsatmak. Son ana geldiğini hissedince erk sahibi olur. Yitirecek hiçbi şeyciği kalmamıştır artık. Her şeyi önceden yitirmiştir. İnsanın yitirecek bi şeyi kalmayınca cesur olur. Bağlandığımız bi şeyler var oldukça, kararsız kalırız."
"Peki, bunu kadına söylemek yeterli mi sence?"
"Hayır. Bu gereksindiği itici gücü sağlayacaktır ona. Ardından, hastalığı sol eliyle itmesi gerekecektir. Elini bedeninin üstünde kapı tokmağına sarılmışcasına itmesi gerek. İtmesi, itmesi ve iterken dışarı, dışarı, dışarı demesi gerek. Ona söyle, yapacak başka bi şeyi kalmadığına göre yaşam süresinin geri kalanını bu uygulamaya adasın. Seni temin ederim, kalkıp yürüyüverir, cancağızı isterse."
"Basit gibi görünüyor," dedim.
Don Juan kıkırdadı.
"Öyle görünür," dedi, "ama değildir. Dostunun, bunu yaparken kusursuz bi tine sahip olması gerek."
Uzun süre baktı bana. Dostuma gösterdiğim ilgiyi ve onun için duyduğum üzüntüyü tartarmış gibi bir hali vardı.
"Tabii," diye ekledi, "eğer dostun o kerte kusursuz bi tine sahip olsa şimdi hastanede olmazdı, o da başka."
Dostuma don Juan’m söylediklerini aktardım. Ne var, kolunu kımıldatamayacak kerte güçsüzdü. Josefina’nın durumu farklıydı; onun kusursuz bir savaşçı olması, bu gizli güvencimi besleyen olgunun ta kendisiydi. Acaba, diye sessizce sordum kendime, bu olayda o el devinimlerini uygulamak mümkün olabilir mi?
Josefina’ya, konuşma yetersizliğine yol açan şeyin bir tıkanma olduğunu söyledim.
"Evet, evet, bir tıkanma bu," diye yineledi Lidia ve Rosa ardım sıra.
Josefina’ya kol devinimlerini anlatıp bu tıkanmayı gösterdiğim biçimde itmesini söyledim.
Josefina’nm gözleri sabitleşmişti. Sanki esrimeye dalmıştı. Ağzını kımıldatıp zorlukla duyulabilecek sesler çıkardı. Kolunu kımıldatmaya çalıştı, ne var, öylesine büyük bir coşkunluk içindeydi ki, kolunu hiçbir eşgüdüm olmadan öylece savuruverdi. Devinimlerine yeniden yol göstermeye çalıştım, ne var, öylesine karmaşık bir durumdaymış gibiydi ki sözlerimi duyamıyordu bile. Gözleri odağını yitirdi; bayılacağını anladım. Rosa da olacakların ayırdına varmış gibiydi, bir fırlayışta bir bardak suyu Josefina’nın yüzüne atıverdi. Josefina’nın gözlerinin akı göründü. Gözlerini yeniden odaklayıncaya dek gözkapaklarını birçok kez kırpıştırması gerekti. Ağzı kımıldadı, ama hiçbir ses çıkmadı.
"Boğazına dokun!" diye bağırdı bana Rosa.
"Hayır! Hayır!" diye atıldı Lidia. "Başına dokun. Olay başının içinde, aptal!"
Elimi kapıp Josefina’nm başına yerleştirdi. Josefina titredi ve ağzından peşten bir dizi güçsüz ses çıkmaya başladı. Bu kez çıkardığı sesler eskilerine oranla daha ezgiseldi.
Rosa da bu farkın ayırdma varmış olmalıydı.
"Duydun mu? Duydun mu?" diye sordu bana fısıltıyla.
Ama fark ne olursa olsun, Josefina eskisinden gülünç sesler çıkarmaya başladı. Sesi kesildikten sonra yine bir aşırı dinçlik havasına girdi. Sonra da tükenmiş gibi oturduğu sıraya yığıldı kaldı. Gözkapaklarını zorlukla ayırıp bana baktı.
Utangaç utangaç gülümsedi.
"Çok, ama çok üzgünüm," dedim ve elini tuttum.
Tüm bedeni titredi. Başını öne eğdi ve yeniden ağlamaya başladı. Ona karşı tam bir acıma haline girdim. O anda ona yardımcı olabilmek için canımı bile verirdim. Benimle konuşmak istermişçesine, denetimsizce hıçkırmaya başladı. Kendilerini bu drama kaptıran Lidia ve Rosa da ağızlarıyla aynı hareketleri yineliyorlardı.
"Allah aşkına bir şeyler yap!" diye bağırdı Rosa yalvaran bir sesle.
Dayanılmaz bir kaygı yaşadım. Josefina kalkıp bana sarıldı, daha doğrusu delicesine bana yapışıp masanın ötesine itti. Aynı anda, Lidia ve Rosa da inanılmaz bir çeviklik, denetim ve süratle iki elleriyle omuzlarımdan tutup bacaklarıma çengeli taktılar. Josefina’nın beden ağırlığı ve sarılışı, bunun yanı sıra Lidia ve Rosa’nm devinimlerindeki hız, beni umarsız bırakmıştı. Hepsi aynı anda devinip ben daha olan bitenin ayırdma varmadan, Josefina tepemde olmak koşuluyla yere dümdüz uzatmışlardı beni. Kalbinin atışlarını hissediyordum. Büyük bir güçle tutuyordu beni; kalbinin sesi kulaklarımda yankılandı. Benim göğsümde attığını sandım bir an. Onu itmeyi denedim ama daha da sıkı tuttu beni. Lidia ve Rosa kollarıma ve bacaklarıma oturarak beni yere mıhlamışlardı. Rosa deliler gibi gıdaklamaya ve sağımı solumu gagalamaya başladı. Küçük keskin dişleri, çeneleri sinirli kasılmalarla her açılıp kapandığında çat çat birbirlerinin üstüne vuruyordu.
Sırasıyla canımın çok kötü yandığını, birtakım bedensel tepkimeler ve şiddet hissettim. Nefesim kesilmişti. Gözlerimi odaklayamıyordum. Bayılmak üzere olduğumun ayırdındaydım. İşte o anda, boynumun arkasında o sert çatırdama sesini duydum ve başımın üstündeki o gıdıklanma duygusunun dalgalar halinde tüm bedenimi kapladığını hissettim. Ardından anımsadığım ilk şey mutfağın öte yanından onlara bakıyor olduğumdu. Üç kız yerde yatıyor ve öylece bana bakıyorlardı.
"Ne yapıyorsunuz?" dediğini duydum birisinin, yüksek, sert, buyurgan bir sesle.
Derken, inanılmaz bir duyguya kapıldım. Josefina’nın üstümden çekildiğini ve ayağa kalktığını hissettim. Yerde uzanmış yatıyordum, bunun yanı sıra, kızlardan uzakta, daha önce hiç görmemiş olduğum bir kadına bakıyordum. Kapının yanında duruyordu. Bana doğru yürüdü ve iki, iki buçuk metre uzağımda durdu. Bir an bana baktı. Onun la Gorda olduğunu hemen anladım. Neler olduğunu öğrenmek istedi.
"Yalnızca şakalaşıyorduk onunla," dedi Josefina boğazını temizleyerek. "Dilsizmişim gibi davranıyordum."
Üç kız bir araya toplanıp gülüşmeye başladılar. La Gorda etkilenmişçesine bana bakmayı sürdürdü.
Bana oyun oynamışlardı! Öylesine salakça ve safça davranmıştım ki, denetleyemediğim asabi bir gülme nöbetine kapıldım. Tüm bedenim titriyordu.
Josefina’nın söylediği gibi yalnızca rol yapmadığını biliyordum. O üç kız aslında çok ciddiydi. Josefina’nın bedenini kendi bedenimin içine giren bir güç olarak hissetmiştim. Rosa’nın, hiç kuşkusuz dikkatimi dağıtmak amacıyla sağımı solumu didiklemesi, Josefina’nm kalbinin benim göğsümün içinde attığını hissettiğim anla örtüşmüştü.
La Gorda’nm beni dinginleştirmeye çabaladığını duydum.
Midemin ortasında sinirsel kasılmalar oluştu, derken sessiz, dingin bir öfkenin tutsağı oldum. Nefret ettim onlardan. Bıktırmışlardı beni. Tam anlamıyla kendime gelmiş olsaydım ceketimi ve yazı takımımı kapıp orayı terk etmem işten bile değildi. Sersemliğim sürüyordu henüz ve bilincim yerinde değildi. Kızlara ilk baktığımda, onları, alışık olduğum görüş düzeyinden değil de tavana yakın bir yerden gördüğüm duygusuna kapılmıştım. Bundan da şaşırtıcı bir şey daha vardı; bana musallat olan Josefina’dan kurtulmamı sağlayan şey başımın üstündeki gıdıklanma hissiydi. Başımdan dışarı bir şey çıkmıştı. Birkaç yıl önce don Juan ve don Genaro algımı yönlendirmişlerdi ve olanaksız bir çifte duyguya kapılmıştım: Hem don Juan’ın tepeme binip beni yere mıhladığını hem de aynı anda ayakta olduğumu hissediyordum. Aslında aynı anda iki yerdeydim. Büyücülerin deyişiyle, bedenim o çifte algının anısını kaydedip saklamış ve görünen o ki yeniden oluşturmuştu diyebilirim. Yine de bedensel belleğime eklenen iki yeni şey vardı. Birincisi, bu kadınlarla olan sürtüşmelerimde ilk kerte ortaya çıkan başımın üstündeki gıdıklanma duygusu çifte algıya ulaşmamı sağlayan araçtı. Ötekiyse, boynumun ardından gelen çatırdama sesi, içimdeki bir şeyi özgür kılıyor, o da başımdan dışarı çıkıyordu. Bir ya da iki dakika sonra tavanın yakınından yere doğru yaklaştığımı kesinlikle hissettim. Gözlerimin olağan görüş düzeyine kavuşması için bir süre daha geçmesi gerekti.
Bu dört kadına bakarken kendimi çıplak ve savunmasız hissettim. Derken bir an dikkatim dağıldı ya da algısal sürekliliğimi yitirdim. Sanki gözlerimi kapamıştım ve bilinmez bir hiç birdenbire beni birkaç kez fırıldak gibi döndürmüştü. Gözlerimi açtığımda kızlar ağızları bir karış açık, beni izliyorlardı. Ne var, yeniden kendimdim bir biçimde.