1

Konu: BÖLÜM 2 - KÜÇÜK KIZ KARDEŞLER

Doña Soledad, kendisini çevreleyen dört kıza bir şeyler açıklar gibiydi. Tiyatrovari hareketlerle kollarını oynaiıyor, başını ellerinin arasına alıyordu. Onlara benden söz etliği çok belirgindi. Arabayı, daha önce bırakmış olduğum yerden sürdüm yeniden. Onları orada beklemeye karar verdim. Arabada mı kalayım, yoksa kayıtsızca sol çamurluğun üstünemi oturayım diye düşündüm. Önceki günün olaylarına benzer şeylerin yinelenmesi durumunda içeri dalmaya ve gaza basmaya hazır bir biçimde, arabanın kapısının yanında ayakla beklemeye karar verdim. Çok yorgundum. Yirmi dört saatten beri bir nebze uyuyamamıştım. Genç kadınlara, doña Soledad’ın başına gelenleri olabildiğince çabuk ve ayrıntılı biçimde anlatıp, ona yarılım etmek için gerekeni yapmalarını sağlar sağlamaz oradan ayrılmayı kuruyordum. Varlıkları, kesin bir değişime neden olmuştu. Her şey yeni bir güç ve dirilikle dolmuş taşmış gibiydi.

Doña Soledad’m çevresini aldıklarında, bu değişimi hissettim. Doña Soledad’m, onların don Juanın çömezleri olduklarını açıklaması, gözümde, çekiciliklerini öylesine artırmıştı ki, onları görmeye can atıyordum. Doña Soledad’a benzeyip benzemediklerini merak ettim. Benim gibi olduklarını ve aynı yönde gittiğimizi söylemişti. Bunu olumlu açıdan yorumlamak çok kolaydı. Buna her şeyden çok inanmak istedim. Don Juan onlara "las hermanitas", küçük kız kardeşler derdi. Oldukça uygun bir addı bu, en azından tanışmış olduğum Lidia ve Rosa için geçerliydi; incecik, peri kızı gibi çekici iki genç kadın. Onlarla ilk tanıştığımızda yirmili yaşlarının başlarında olduklarını düşünmüştüm, ne var, Pablito ve Néstor, onların yaşından söz etmekten daima kaçınmışlardı. Öbür ikisi, Josefina ve Elena tam bir gizemdi benim için. Adlarının kimi zaman, ama hep olumsuz bağlamda geçmesine alışmıştım. Don Juan’ın yaptığı bazı gelgeç yorumlardan, onların biraz tuhaf oldukları kanısına varmıştım; biri deliydi, ötekiyse obur. Diğerlerinden ayrı tutuluyorlardı. Bir keresinde, don Juan’la birlikte eve doğru yürürken Josefina’yla karşılaşmıştım. Beni onunla tanıştırdı, ama daha merhaba demeden yüzünü örtüp eve kaçtı. Bir başka zaman, Elena’yı çamaşır yıkarken gördüm. Dev gibiydi. Salgı bezlerinde bir bozukluk olduğuna hükmettim. Merhaba dedim ama arkasını dönmedi. Yüzünü asla görmedim.

Doña Soledad’m açıklamalarıyla onlara verdiği destekten sonra bu gizemli "hermanitalar'la konuşmayı hem çok istediğimi hissediyor, hem de neredeyse korkuyordum onlardan. Bir yandan kayıtsızca yoldan aşağı bakıyor, öte yandan hepsiyle aynı anda karşılaşmam için gereken gücü topluyordum. Yol bomboştu. Gelen giden yoktu ve daha bir dakika önce, evden otuz metre uzakta duruyorlardı. Arabanın tepesine çıkıp bakındım. Görünürde kimse yoktu, köpek bile. Ürküye kapıldım. Aşağı kaydım. Arabaya dalmak üzereydim ki birisinin, "Hey, bakın hele kim varmış burada!" dediğini duydum.

Evden henüz çıkan iki kızla yüz yüze gelmek amacıyla çabucak döndüm. Hepsinin önüm sıra koşup eve arka kapıdan girmiş oldukları kanısına vardım. Gönül rahatlığıyla iç geçirdim.

İki genç kız bana doğru yaklaştılar. Onlara daha önce alıcı gözle bakmamış olduğumu kendime itiraf etmem gerekiyordu. Çok güzeldiler, esmer ve inceciktiler, ama cılız delildiler. Uzun, kapkara saçlarını örmüşlerdi. Düz etek, blucin ceket ve alçak topuklu, yumuşak tabanlı ayakkabılar giymişlerdi. Çorapları yoktu, bacakları biçimli ve kaslıydı. Boylan bir altmış, bir altmış beş gibi duruyordu. Sağlam bir görünümleri vardı, devinimleri cesurcaydı. Biri Lidia, diğeriyse Rosa’ydı.

Onları selamladım, derken, aynı anda bir el sıkma faslı başlatıp çevremi kuşattılar. Sağlıklı ve dipdiriydiler. Arabadaki paketleri taşımama yardımcı olmalarını istedim. Paketleri eve götürdüğümüz sırada derinden gelen bir hırıltı duydum. Öylesine genizden ve yakından geliyordu ki daha çok aslan kükremesini andırıyordu. "Neydi bu?" diye sordum Lidia’ya.

"Bilmiyor musun?" diye sordu inanmamış bir sesle.

"Köpek olmalı," dedi Rosa, eve girip beni de neredeyse peşleri sıra sürüklerlerken. Paketleri masaya bırakıp iki sıranın üstüne oturduk. Kızların ikisinin de yüzü bana dönüktü. Doña Soledad’ın çok hasta olduğunu, kendisine nasıl yardımcı olacağımı bilemediğim için onu kentteki hastaneye götürmeye hazırlandığımı söyledim onlara.

Konuşur konuşmaz, tehlikeli bölgeye girdiğimi anladım. Doña Soledad’la aramızdaki güç gösterisinin gerçek içeriği hakkında onlara ne denli bilgi aktarmam gerektiğini bilmenin başka bir yolunu bulamamıştım. İpucu kollamaya başladım. Seslerini ya da yüz ifadelerini dikkatlice izlersem olanlar hakkında ne bildiklerini anlayabileceğimi düşündüm. Ne var, sessiz kalıp beni konuşturdular. Daha fazla bilgi verip vermeme konusunda kuşkuya kapıldım. Ne yapacağımı düşünür, bu arada hata yapmamaya çalışırken harcadığım onca güç, sonunda anlamsızca konuşmama yol açtı. Lidia sözümü kesti. Sert bir sesle doña Soledad’ın sağlığı hakkında endişeye kapılmama gerek olmadığını, çünkü ona yardımcı olmak için gereken adımları atmaya başlamış olduklarını bildirdi.

Bu açıklama, doña Soledad’m derdinin ne olduğunu bilip bilmediğini sormama neden oldu.

"Ruhunu çaldın onun," dedi suçlarcasına.

Cvp: BÖLÜM 2 - KÜÇÜK KIZ KARDEŞLER

İlk tepkim kendimi savunmak oldu. Ateşli bir konuşmaya giriştimse de sonunda kendimle ters düştüm. Öylece bana baktılar. Anlamlı üç beş sözü bir araya getiremiyordum. Aynı şeyi değişik biçimde söylemeyi denedim. Yorgunluğum öylesine artmıştı ki düşüncelerimi düzene sokmakta oldukça zorlanıyordum. Sonunda vazgeçtim.

"Pablito’yla Néstor neredeler?" diye sordum uzun bir sessizliğin ardından.

"Birazdan gelirler," dedi Lidia kesip atarcasma.

"Onlarla birlikte miydiniz?" diye sordum.

"Hayır!" diye bağırıp bana baktı.

"Onlarla asla bir yere gitmeyiz," diye açıkladı Rosa. "O serseriler bizden farklıdır."
Lidia, ayağıyla onu susturan, buyurgan bir devinimde bulundu. Görünüşe bakılırsa buyrukları o veriyordu. Ayağının devinimini yakalayınca, don Juan ’la olan ilişkimizin oldukça ilginç bir yönü bilincime çıktı. Birlikte yaptığımız sayısız gezintiler sırasında, gerçek bir çaba göstermeksizin, ayakların kimi gizli devinimlerinden oluşan kapalı bir iletişim dizgesini bana öğretmeyi becermişti. Lidia’nm Rosa’ya, "korkunç" anlamına gelen ve imlemeyi bilenlerin gözü önünde oluşanların hoş olmadığını ya da tehlikeli olduğunu gösteren imi aktardığını gördüm. Bu bağlamda, bu ben oluyorum. Güldüm. Don Genaro’yla ilk tanıştığımda, don Juan’m da bana bu imi iletmiş olduğunu anımsadım. Tüm imlerini ortaya çıkarabilmek amacıyla olanların ayırdmda değilmişim gibi davrandım. Rosa üstüme gelmek istediğini imledi. Lidia buyurgan bir hayır imiyle bunu yanıtladı. Don Juan’a göre, Lidia’da yetenek vardı. Onun fikrince, Pablito’dan da, Nestor’dan da, benden de daha duyarlı ve daha tetikti. Onunla dost olmayı asla becerememiştim. Mesafeli ve sertti. Hiç kimseye doğrudan bakmayan fıldır fıldır kocaman kara gözleri, çıkık elmacık kemikleri, köprüsü biraz basık ve geniş, hokka gibi bir burnu vardı. Kırmızı ve aşırı hassas gözkapaklarım ve bu nedenle herkesin ona sataştığını anımsadım. Kırmızılık ortadan yok olmuştu, ne var, gözlerini ovmayı ve gözkapaklarım kırpıştırmayı sürdürüyordu. Don Juan ve don Genaro’yla buluştuğumuz yıllar boyunca en çok Lidia’yla karşılaşmıştım, ama aramızda bir düzineden fazla sözcük geçmemişti. Pablito’ya göre o en tehlikeli kişiydi. Bense hep onun aşırı utangaç olduğunu düşünmüştüm. Öte yandan, Rosa pek gürültücüydü. Gözleri içten ve parlaktı. Hiçbir zaman insanın arkasından dolap çevirmezdi ama çok geçimsizdi. Herkesten çok Rosa’yla konuşmuştum.

Dost canlısı, oldukça cesur ve pek komikti.

"Öbürleri nerede?" diye sordum Rosa’ya. "Ortaya çıkmayacaklar mı?"

"Birazdan çıkarlar," diye yanıtladı Lidia.

Yüzlerinden, o dostluktan pek bir şey kalmadığını okuyabiliyordum. Ayak iletişimlerini değerlendirince en az doña Soledad denli tehlikeli oldukları çıkıyordu ortaya, bir yandan da orada öylece otururken, müthiş güzel oldukları da aklımdan çıkmıyordu. Onlara karşı sıcak duygular hissettim. Aslında, gözlerime bakmayı sürdürdükleri oranda bu duygunun da yoğunluğu artıyordu. Bir an geldi duygularım gerçek bîr tutkuya dönüştü. Öylesine çekiciydiler ki, yalnızca onlara bakarak saatlerce oturabilirdim orada. Ne var, uyarıcı bir düşünceyle ayağa kalktım. Önceki gece yaptığım ahmaklığı yinelemeyecektim. En iyi savunmanın kartlarımı masaya açmak olduğunda karar kıldım. Tok bir sesle, don Juan’ın, doña Soledad’ı kullanarak benim için bir sınav hazırladığını ya da bunun tam tersinin söz konusu olduğunu onlara söyledim. Ola ki onları da aynı şey için hazırlamıştı ve bir tür dalaşa girip aramızdan birine zarar verebilirdik. Savaşçı ruhlarına hitap ettim. Don Juan’m gerçek kalıtçıları idilerse bana karşı kusursuz davranıp tasarılarını açıklamalı, sıradan insanlar gibi davranmamalıydılar.

Rosa’ya dönüp üstüme saldırmak istemesinin nedenini sordum. Bir an için hazırlıksız yakalandı ve derken öfkelendi. Gözleri öfkeyle alevlendi; küçük ağzı büzüldü. Lidia çok inandırıcı bir biçimde, onlardan korkmamam gerektiğini, Rosa’nm, doña Soledad’ı yaraladığım için bana kızdığını söyledi. Duyguları tümüyle bireysel bir tepkiye dönüşmüştü. O halde ayrılma zamanının geldiğini söyledim. Kalktım. Lidia beni durdurmak istermiş gibi bir devinimde bulundu. Korkmuş ya da çok ilgilenmiş gibiydi. Kapının dışından gelen bir sesle dikkatimin dağıldığı sırada o, karşı gelmeyi sürdürüyordu. Kızlar yanıma sıçradılar. Ağır bir şey kapıya dayanıyor ya da onu itiyordu. Derken kızların, kol demiriyle kapıyı desteklediklerinin ayırdına vardım. Bıkkınlık her yanımı kapladı. Her şey yeni baştan başlıyordu ve ben hasta ve yorgundum.

Kızlar birbirlerine baktılar, derken bana bakıp yeniden birbirlerine baktılar. Evin dışında, büyük bir hayvanın soluduğunu ve sızlandığını duydum. O köpek olmalıydı bu. O an bitkinlikten gözüm karardı. Kapıya atıldım, ağır kol demirini kaldırıp açmaya koyuldum. Lidia kendini kapıya attı ve yeniden kapadı. "Nagual haklıymış," dedi zorlukla nefes alırken.. "Düşünmekten başka yaptığın bir şey yok. Sen sandığımdan da salaksın." Beni masaya doğru çekti. Zihnimde, onlara tam ve kesin biçimde gerçekten sabrımın tükendiğini söylemenin en doğru yolunu arıyordum. Rosa yanıma oturdu, bana değiyordu; bacağı sinirli biçimde oynuyor ve benimkine değiyordu. Lidia karşımda, ayaktaydı, doğrudan bana bakıyordu. Yanan siyah gözleriyle anlayamadığım bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Konuşmaya başladım, ama bitiremedim. Çok ani ve derin bir bilinçlilik hali yaşadım. Bedenim, evin dışından gelen yeşilimsi, fosforlu ışığın bilincindeydi. Ne bir şey görmüş ne de duymuştum. Tıpkı, birden uyuyakalmışım ve düşüncelerim de günlük yaşamdan üst üste kopup gelen görüntülere dönüşmüş gibi bilincindeydim ışığın. Işık yüksek bir hızla devinip duruyordu. Dikkatimi ışığa odaklamam müthiş bir zihin berraklığına yol açmıştı. Bu evde, bu insanların yanında masum bir seyirci gibi davranmak yanlış ve çok tehlikeliydi.

"Korkmadın mı?" diye sordu Rosa kapıyı imleyerek. Sesi yoğunlaşmamı bozdu. Kapının dışındaki her neyse, beni korkudan öldürecek kadar ürkütmüş olduğunu itiraf ettim. Daha da konuşacaktım, ne var, bir gazap nöbetine kapıldım ve doña Soledad’ı görüp onunla konuşmak istedim. Ona güvenmiyordum. Doğrudan odasına gittim. Orada değildi. Adını ünleyerek çağırmaya başladım onu. Evin bir odası daha vardı. Kapıyı açtım ve içeri daldım. Orada da kimseler yoktu. Öfkem ve korkum aynı oranda arttı. Arka kapıdan çıkıp ön tarafa geldim. Köpek bile görünürlerde değildi. Öfkeyle ön kapıyı vurdum. Lidia açtı. İçeri girdim. Bağırarak herkesin nerede olduğunu söylemesini istedim ondan. Gözlerini indirdi ve yanıt vermedi. Kapıyı kapamak istedi ama izin vermedim. Çabucak oradan uzaklaşıp öteki odaya girdi.

Yeniden masanın başına oturdum. Rosa kımıldamamıştı. Donmuş gibi duruyordu.

"Biz aynıyız," dedi durup dururken. "Bize Nagual söyledi bunu."

"Peki evin çevresinde sinsice dolanan şey neydi?" diye sordum.

"Dost," dedi.

"Nerede şimdi?"

"Hâlâ burada. Gideceği de yok. Güçsüz olduğunu hisettiği an dümdüz edecek seni. Neyse, sana bunları söyleyecek olan bizler değiliz."

"Peki, kim konuşacak benimle?"

"La Gorda!" diye bağırdı Rosa, gözlerini olabildiğince açarak. "Her şeyi bilen odur."

Rosa, güvenlikli tarafta kalabilmek amacıyla, kapıyı kapamasına izin vermemi istedi. Yanıtımı beklemeden kapıya yöneldi ve çarparak kapadı.

"Herkes buraya gelmeden hiçbir şey yapamayız," dedi.

"Lidia elinde bir paketle, koyu sarı kumaşa sarılmış bir nesneyle döndü odaya. Olabildiğince dinginleşmişti. Daha buyurgan bir tavır aldığının ayırdına vardım. Her nasılsa, havasını Rosa’ya ve bana bulaştırmasını bilmişti.

"Burada ne var, biliyor musun?" diye sordu.

Bu konuda en küçük bir fikrim bile yoktu. Hiç de acele etmeden, tadını çıkara çıkara paketi açmaya başladı. Derken, durdu ve bana baktı. Sanki ikirciklenmişti. Çıkının içindekini göstermekten utanırmış gibiydi.

"Bu paket sana Nagual’dan kaldı," diye mırıldandı, "ama la Gorda’yı beklesek daha iyi olur sanırım."
Açması için üsteledim. Bana dehşetli bir bakış fırlatıp tek bir sözcük daha etmeden paketi odadan çıkardı.

Lidia’nın oyununa bayılmıştım. Tam anlamıyla don Juan’ın öğretileri yönünde bir iş çıkarmıştı. Sıradan bir olayın kendi lehine en iyi biçimde nasıl çevrilebileceğini göstermişti. Paketi yanıma getirip, açacağını ileri sürerek ve paketin bana don Juan’dan kaldığını söyleyerek dayanılmaz bir gizem oluşturmuştu. Paketin içindekileri öğrenmek istiyorsam orada kalmam gerektiğini biliyordu. Çıkının içinde öylesine değişik şeyler olabilirdi ki. Belki de don Juan’m, psikotropik mantarlar için kullandığı pipoydu bu. Piponun, saklamak amacıyla bana verileceğini söylemişti. Belki bıçağı ya da deri kesesiydi; hatta büyücülükle ilgili erk nesneleri bile olabilirdi. Öte yandan, Lidia’nm çevirmekte olduğu bir oyun da olabilirdi bu; don Juan bana kalıt bırakacak türden bir insan değildi; çok daha karmaşık ve bilinmez yönleri vardı. Rosa’ya yorgunluktan ve açlıktan ölmek üzere olduğumu söyledim. Kente dönmeyi, birkaç gün dinlenip Nestor’la Pablito’yu görmeye gelmeyi düşünüyordum. Hem diğer kızları da görebilecektim.

Lidia döndüğünde Rosa ona gitmeyi düşündüğümü bildirdi. "Nagual, sana tıpkı kendisiymiş gibi özen göstermemizi buyurdu," dedi Lidia. "Şimdi hepimiz Nagual’ız, ama sen bizden de ötesin, nedendir bilinmez."

Her ikisi birden konuşmaya başlayıp kendilerince, artık başıma doña Soledad’ın açtığı türden hiçbir bela gelmeyeceği yolunda güvence verme yarışına girdiler. İkisinin de gözlerinde öylesine yeğin bir bakış vardı ki bedenim tükeniverdi. Güvendim onlara.

"La Gorda gelinceye dek beklemelisin," dedi Lidia.

"Nagual, onun yatağında uyuman gerektiğini söyledi," diye ekledi Rosa.

Tekinsiz bir açmazın pençesinde, odayı arşınlamaya başladım. Bir yandan kalıp dinlenmek istiyordum; yanlarındayken bedenen iyice mutluydum; bir gün önce doña Soledad’la birlikteyken hissedemediğim bir duyguydu bu. Akılcı yanım ise dinginleşmemişti bir türlü. En az bir önceki günkü kadar ürkmüştüm. Koyu umarsızlık anları geçirmiş ve çok cesur hareketlerde bulunmuştum. Olayların ilk hızının kesilmesinin ardından kendimi her zamanki kadar savunmasız hissetmiştim. Deliler gibi odayı arşınlarken, kendimi ruhsal bir çözümlemeye verdim. Kızlar kaygılı bakışlarla beni izlerken tek bir söz bile etmiyorlardı. Derken, bilmece çözülüverdi birden; içimde bir şeyin, korkak adamı oynadığını biliyordum. Don Juan ’la birlikteyken buna benzer biçimde tepki vermeye alışmıştım. Birlikteliğimiz boyunca, beni korkudan uzak tutacak, uygun, yatıştırıcı edimleri ondan almış, tümüyle ona güvenmiştim. Ona olan bağımlılığım bana güven sağlamıştı. Ne var, bu artık olası değildi. Don Juan yoktu. Çömezleri, ondaki sabra, derinliğe ya da yetkinliğe sahip değillerdi. Onlarla birlikteyken avunma peşinde koşmak aptallıktan başka bir şey değildi. Kızlar beni öteki odaya götürdüler. Pencere güneydoğuya bakıyordu, neredeyse döşek kadar kaim bir yatak da öyle. Altmış santim uzunluğunda, gözenekli dokulu, içi oyuk bir "maguey sapı" yastık işlevini görüyordu. Tam ortasında tatlı bir eğim oluşmuştu. Yatağı ve yastığı denedim. Hissetiğim bedensel rahatlık ve konfor benzersiz bir deneyimdi. Don Juan’m yatağına uzanmak, içimi güven ve mutlulukla doldurmuştu. Eşsiz bir dinginlik her yanımı kapladı. Buna benzer bir duyguyu, don Juan Kuzey Meksika çölünde bir tepede bana bir yatak hazırladığında da yaşamıştım. Uyuyakaldım. Sabahleyin erkenden uyandım. Neredeyse üstüme çıkmak üzere olan Lidia ve Rosa derin uykudaydılar. Birkaç saniye boyunca sessiz kaldım, derken ikisi birden aynı anda uyandı.

Lidia esnedi ve beni korumak ve böylece dinlenmemi sağlamak amacıyla yanımda yatmaları gerektiğini söyledi. Çok acıkmıştım. Lidia, Rosa’yı yemek hazırlaması için mutfağa gönderdi. Kendisi de evdeki tüm lambaları yaktı. Yemek ‘hazırlanınca sofranın başına oturduk. Sanki tüm yaşamımı onlarla geçirmişim ya da onları hep tanıyormuşum gibiydi. Sessizlik içinde yedik.

Rosa masayı temizlerken Lidia’ya herkesin don Juan’ın yatağında mı yattığını sordum; görünüşe bakılırsa doña Soledad’mkinin dışında evdeki tek yatak don Juan’ınkiydi. Lidia kayıtsız bir titremle kendilerinin yıllarca önce oradan taşınmış olduklarını, yakınlarda bir eve yerleştiklerini, Pablito’nun da Néstor ve Benigno’yla birlikte bir başka evde yaşadığını söyledi.

"Ne oldu sizlere böyle? Sizin hep birlikte yaşadığınızı sanıyordum," dedim.

"Artık değil," diye yanıtladı Lidia. "Nagual gittiğinden bu yana hepimizin ayrı işleri var artık. Bizi Nagual bir araya getirmişti, Nagual ayırdı."

"Peki, Nagual nerede şimdi?" diye sordum en kayıtsız sesimle.

İkisi de önce bana, sonra da birbirlerine baktılar.

"Nereden bilelim ki," dedi Lidia. "O ve Genaro gitti."

Doğruyu söylüyora benziyordu, ama ben yine de bana bildiklerini bir kez daha yinelemeleri için direttim.

"Gerçekten bir şey bilmiyoruz," diye bağırdı sorularımdan kafası karışan Lidia. "Başka bir bölgeye gittiler. Bu soruyu la Gorda’ya sormalısın. Sana söyleyecek şeyleri var. Senin buralara geldiğini biliyordu, buraya varmak için bütün gece yolculuk yaptık. Ölmüş olabileceğinden korkuyorduk. Nagual bize yalnızca senin yardım edebileceğini, yalnızca sana güvenebileceğimizi söylediydi. Senin onun kendisi olduğunu söyledi.

Yüzünü örtüp kıkırdadı ve sonradan düşünmüşçesine ekledi, "Ne var, buna inanmak çok zor."

"Seni tanımıyoruz," dedi Rosa. "Mesele de bu zaten. Biz dördümüz aynı şeyleri hissediyoruz. Ölmüş olduğundan korkuyorduk. Ama seni gördüğümüzde ölmemiş olman kanımızı beynimize sıçrattı. Soledad anamız gibidir, belki de daha da öte."

Cvp: BÖLÜM 2 - KÜÇÜK KIZ KARDEŞLER

Fesat dolu bakışlarla birbirlerini süzdüler. Bunu hemen bela işareti olarak aldım. Her an bir şey yapabilirlerdi. Lidia, herhalde yüzümden rahatlıkla okuduğu güvensizliğimin ayırdma vardı. Buna, bir dizi yardım önerisiyle karşılık verdi. Gerçekten, içtenliklerine inanmamak için hiçbir nedenim yoktu. Bana zarar vermek istemiş olsalardı, bunu uyurken yapabilirlerdi. Öylesine içten konuşuyordu ki utandım. Onlara getirdiğim armağanları dağıtmaya karar verdim. Paketlerin içinde önemsiz ıvır zıvır bulunduğunu, istediklerini seçebileceklerini söyledim. Lidia, armağanları benim belirlememi yeğleyeceklerini bildirdi. Çok nazik bir dille, doña Soledad’ı da sağaltabilirsem çok memnun olacaklarını ekledi.

"Onu sağaltmak için ne yapmalıyım sizce?" diye sordum uzun bir sessizliğin ardından.

"Çiftini kullan," dedi önemsiz bir şey söylermişçesine.

Doña Soledad’ın beni tam katledeceği sırada, ne bana ait bir yetenek ne de bilgi olduğuna inanmadığım içimdeki bir şey sayesinde hayatta kalmış olmam gerçeğine dikkatle yaklaştım. Anlayabildiğim kadarıyla, bir hücumu gerçekleştiren bu tanımlanmaz şey gerçek ama ulaşılmazdı. Kısacası doña Soledad’a ancak balık kavağa çıkarsa yardım edebilirdim. Beni dikkatle dinlediler ve sessiz, ama sinirli kalakaldılar.

"Doña Soledad nerede şimdi?" diye sordum Lidia’ya.

"La Gorda’yla birlikte," dedi umarsız bir sesle. "La Gorda uzaklara götürdü onu. Sağaltmak için çabalıyor. Ama nerde olduklarını bilmiyoruz. İşte, gerçek bu."

"Peki, Josephina nerede?"

"Tanık’ı çağırmaya gitti. Doña Soledad’ı yalnızca o sağaltabilir. Rosa, senin Tanık’tan daha ileride olduğunu düşünüyor. Ne var, doña Soledad’a kızgınsın sen, ölmesini istersin. Bundan ötürü de suçlayacak değiliz seni."

Ona kızgın olmadığım ve her şeyin ötesinde, kesinlikle ölmesini istemediğim konusunda güvence verdim onlara.

"İyileştir onu, o halde," dedi Rosa yüksek perdeden çıkan kızgın bir sesle. "Tanık bize, senin ne yapman gerekirse onu yapmayı bildiğini söyledi ve Tanık asla yanılmaz."

"Kim bu Allahın belası Tanık?"

"Tanık Nestor’dur," dedi Lidia, bu adı dile getirmekten çekinircesine. "Biliyorsun bunu. Biliyor olmalısın."

Son buluşmamızda don Genaro’nun Nestor’a Tanık adını vermiş olduğunu anımsadım. O gün, don Genaro’nun bunu, birlikte geçirdiğimiz son anların gerginliğini ve kaygısını azaltmak için söylediğini düşünmüştüm.

"Şaka değildi," dedi Lidia kendinden emin bir sesle. "Genaro ve Nagual, Tanık için ayrı bir yöntem izlediler. Nereye gittilerse onu da götürdüler. Ama her yere! Tanık, tanıklık edilecek her şeye tanık oldu."

Aramızda büyük bir yanlış anlama olduğu su götürmezdi. Aralarında bir yabancı olduğumu anlatmaya çabaladım. Don Juan beni herkesten uzak tutmuştu, Pablito ve Nestor’dan bile. Ne haber, eyvallah sözlerinin dışında, tam anlamıyla konuşamamıştık. Onları, don Juan’ın tanımlarıyla biliyordum. Her ne kadar Josephina’yı bir kez görmüş olsam da, neye benzediğini bile anımsamıyordum. La Gorda’yı ise kocaman bir sırt olarak anımsıyordum. Onlara, bir gün öncesine dek don Juan’m çömezleri olduklarını ve Benigno’nun da aynı takımdan olduğunu bile bilmediğimi söyledim.

Utangaçça birbirlerine baktılar. Rosa bir şeyler söylemek amacıyla dudaklarını kıpırdattıysa da Lidia ayaklarıyla ona bir buyruk verdi. Uzun ve içten açıklamalarımın ardından artık birbirlerine ileti yollamamaları gerektiğini düşündüğümü hissettim. Sinirlerim öylesine gergindi ki ayaklarının gizli kapaklı devinimleri nedeniyle şiddetli bir öfkeye kapıldım. Ciğerlerimin tüm gücüyle kızlara bağırıp sağ yumruğumu masanın ortasına patlattım. Rosa inanılmaz bir hızla ayağa kalktı ve sanırım onun bu beklenmeyen devinimine yanıt olarak bedenim kendiliğinden, aklım ne yaptığımı ayırt bile edemeden, bir adım geriledi ve Rosa’nın sol elinde tuttuğu kara bir sopa ya da ağır bir nesnenin saldırısından kıl payı kurtuldu. Nesne gök gürültüsünü andıran bir sesle masanın üstüne vurdu. Daha önce doña Soledad bana hücum ettiğinde duyduğum o belirgin ve gizemli çatırdama sesini hemen nefes borumun ardında yeniden duydum. Gözlerim yerinden fırladı ve kolum yıldırım hızıyla Rosa’nın sopasının üstüne vurdu. Tüm sahneyi film izler gibi izledim. Rosa bir çığlık attı ve bunun ardından tüm ağırlığımla öne eğilmiş ve sol yumruğumla Rosa’nm elinin tersine vurmuş olduğumun ayırdma vardım. Afallamıştım. Başıma gelenler gerçeğe benzemiyordu. Bir karabasandı bu. Rosa bağırmasını sürdürdü. Lidia onu don Juan’ın odasına götürdü.
Acıyla bir süre daha bağırdığını duydum; sonra da sustu. Masanın yanı başına oturdum. Düşüncelerim dağılmıştı. Boynumdan gelen o ses artık iyice bilincinde olduğum bir şey halini almıştı. Don Juan bir keresinde bunu, sürat değiştirirken çıkardığım sese benzer bir şey biçiminde tanımlamıştı. Onunla birlikteyken de böyle bir şey yaşadığımı hayal meyal anımsıyordum. Geçen gece, her ne kadar bunun bilincine vardıysam da Rosa’nm yanında yinelenene dek tam anlamıyla kabullenmemiştim. Derken, bu sesin ağız boşluğunda ve kulaklarımda belirgin bir ısı yarattığının da ayırdına vardım. Sesin gücü ve kuruluğu, aklıma kocaman çatlak bir camın görüntüsünü getirmişti.

Lidia bir süre sonra döndü. Dingin ve toparlanmış gibiydi hatta güldü bile. Ondan bu bilmeceyi çözmeme yardım çimesi için bildiği her şeyi açıklamasını istedim. Uzun bir tim aksamanın ardından, ben bağırıp çağırdıktan ve masaya yumruğumu indirdikten sonra Rosa’nm heyecana kapıldığını, sinirlendiğini ve onlara zarar vereceğinden korkarak "rüya eliyle" bana saldırdığını anlattı. Saldırısından sıyrıldığımı ve tıpkı doña Soledad’a vurduğum gibi ona da vurmuş olduğumu, bir yolunu bulamazsam Rosa’nm elini kullanamayacağını söyledi.

Ardından Rosa odaya girdi. Kolu bir kumaş parçasıyla -arılmıştı. Bana baktı. Gözleri, çocuk gözleri gibiydi. Duygularım karmakarışık olmuştu. Bir yanım kendini çirkin ve kirli hissediyordu. Ne var, öte yanımsa tümüyle kayıtsızdı. Bu yanım olmasaydı, doña Soledad’m saldırısından ya da Rosa’nın yok edici vuruşundan kurtulamazdım. Uzun bir suskunluğun ardından, ayak iletilerinden ötürü canımın sıkılmasının benim için bir utanç kaynağı olduğunu, m- var ki masada bağırıp çağırmamla Rosa’nın çıkışının bağışlanamayacağını söyledim onlara. Onların uygulamalarını bilemeyeceğim göz önünde bulundurulduğunda, Rosa’nın vuruşu nedeniyle çok kötü yaralanabilirdim. Çok utangaç bir sesle elini göstermesini istedim. Hemen sargıyı açıverdi. Şişmiş ve kızarmıştı. Bu insanların, don Juan’ın hazırladığı bir sınavı üzerimde uyguluyor oldukları konusunda hiçbir kışkum kalmamıştı. Onlarla göğüs göğüse geldikçe, akılla ulaşamayacağım alanlara giriyordum. Aklımın, özün bütünselliği dediği şeyin yalnızca küçük bir parçamın oluşturduğunu defalarca yinelemişti. Bedensel yok edilme gibi hem yabansı hem de gerçek bir tehlikenin karşısında, bedenim ya gizlenmiş kaynaklarını kullanacak ya da ölecckti. Buradaki numara bu tür gizli kaynakların var olabileceğinin kabul edilmesinde yatıyordu. Çalışmakla geçen yıllar, bu kabule varmak için atılan adımlardan başka bir şey değildi. Uzlaşmama ilkesine sıkı sıkıya bağlı olan don Juan ya tam bir başarı ya da yenilgi ayarlamıştı benim için. Çalışma, beni gizli kaynaklarıma ulaştırmamış olsaydı bu sınav bunu açığa çıkaracak ve yapacağım pek bir şey kalmayacaktı.

Don Juan, doña Soledad’a, büyük bir olasılıkla kendimi öldürebileceğimi söylemişti. İnsan ruhunu bu denli derinden tanıyan bir kişi olarak herhalde haklıydı da. Yeni bir eylem biçimi belirlemenin zamanıydı. Lidia, Rosa ve doña Soledad’ı onlara zarar vermeme neden olan güçle sağaltabileceğimi söylemişti. Peki, bedenimin o gücü salıvermesini sağlayan doğru duygu dizisini, düşünceyi ya da her neyse onu nasıl yakalayacaktım? Rosa’nm elini alıp okşamaya başladım . İyileşmesini istedim. Aklımdan yalnızca iyi şeyler geçirdim. Elini ovuşturup uzun süre bırakmadan tuttum. Başı kucağımda uyuyakalmasına karşın yarasında hiçbir değişiklik olmadı. Lidia tek bir söz etmeden beni izledi. Güldü bana. Ona düş kırıcı bir sağaltıcı olduğumu söylemek istedim. Gözleriyle havamı yakalamışa benziyordu. Değişinceye dek bakışlarını çekmedi.

Rosa uyumak istedi. Ya pek yorgun ya da hastaydı. Hangisi olduğunu anlamayı istemedim bile. Onu kollarıma aldım; düşündüğümden de hafifti. Don Juan’ın yatağına götürüp yavaşça yatırdım. Lidia üstünü örttü. Oda çok karanlıktı. Camdan baktığımda yıldızlı, bulutsuz, pırıl pırıl bir gece gördüm. O ana dek, oldukça yükseklerde olduğumuz aklımdan çıkıp gitmişti.

Göğe bakarken içimi bir iyimserlik duygusu kapladı. Yıldızların pek neşeli biçimde parıldadığını hissettim. Güneydoğu tam da bakılası bir yöndü aslında. Hemen tatmin etmem gerektiğini hissettiğim ani bir duyguya kapıldım. Doña Soıedad’ın kuzeye bakan penceresinden bakıldığında göğün ne denli farklı olduğunu görmek istedim. Lidia’yı da oraya götürmek amacıyla elini tuttuysam da kafamın üstündeki gıdıklayıcı bir his beni durdurdu. Dalgacıklar halinde sırtımdan belime indi, oradan da mide boşluğuma atladı. Yaygının üstüne oturdum. Hissettiklerimin üzerinde düşünmek için çaba gösterdim. Gıdıklanmayı hissettiğim anda düşüncelerimin gücü ve sayısı azalmıştı sanki. Kendimi yeniden düşünme adını verdiğim zihinsel sürece doğru yönlendirmeyi denedimse de beceremedim. Zihinsel değişimlerim nedeniyle Lidia’ya karşı kayıtsız kalmıştım. Yere doğru eğilmiş, yüzüme bakıyordu. O kocaman gözleriyle, birkaç santimetre öteden beni incelemekte olduğunun ayırdma vardım. Kendiliğimden, yeniden elini tutup doña Soledad’ın odasına yürüdüm. Kapıya yaklaştığımızda, bedeninin tümüyle gerildiğini hisettim. Onu bırakmam gerekiyordu. Kapının karşısındaki duvara dayanmış oylumlu karanlık insan biçimini hissettiğimde eşiği aşmak üzereydim.

Öylesine beklenmedik bir görüntüydü ki birdenbire yutkunup Lidia’nm elini bırakıvermiştim. Doña Soledad’dı bu. Kafasını duvara dayamış, öylece dinleniyordu. Lidia’ya döndüm. Birkaç adım gerilemişti. Doña Soledad’m geri döndüğünü fısıldamak istemiştim; ne var, dile getirdiğime emin olmama karşın sözcüklerim tınısız kalmıştı. Devinme gereksinimi duymasaydım yeniden konuşmayı deneyecektim. Sanki sözcükleri dile getirmek çok zaman alacaktı ve ben buna dayanamayacaktım. Odaya girip doña Soledad’a doğru yürüdüm. Görünüşe bakılırsa dayanılmaz acılar içindeydi. Yanında durdum ve herhangi bir şey sormak yerine, yüzünü kendime doğru çevirdim. Alnında bir şey vardı; yapraklardan yapmış olduğu bir bandaja benziyordu. Dokununca koyu ve akışkan olduğunu anladım. Bunu alnından çekip alma gerecini hissettim. Oldukça cesur bir devinimle başını tuttum, geriye çektim ve bandajı alıverdim. Ne kımıldadı ne de acıyla yakındı. Bandajın altında sarımsı yeşilimsi bir leke vardı.

Canlıymış ya da içinde güç varmışçasına kımıldadı. Hiçbir şey yapamadan baktım bir süre. Parmağımla dokundum, sanki tutkalmış gibi yapıştı. Doğal tepkim olan karmaşa duygusunu yaşamadım. Hatta bu nesne hoşuma bile gitti. Parmaklarımın ucuyla tümünü alnından çekip aldım. Ayağa kalktım. Ilık bir maddeydi. Bu nemli makarna gibi şey bir anda kurudu. Derken, bir kez daha aydım ve don Juan’ın odasına koştum. Rosa’nın elini kapıp doña Soledad’a da yaptığım gibi sarımsı yeşilimsi maddeyi çekip aldım.

Kalbim öylesine çarpıyordu ki ayakta zorlukla durabiliyordum. Uzanmak istedim, ama içimde bir şey pencereye doğru atılıp deminki noktada yerimde saymama neden oldu. Orada ne süreyle yerimde koştuğumu anımsayamıyorum. Birden, birisinin boynumu ve omuzlarımı ovduğunu ayrımsadım. O an hemen tümüyle çıplak olduğumun ve yoğun biçimde terlediğimin ayırdına vardım. Lidia omuzlarımı örtmüştü ve yüzümdeki terleri siliyordu. Birden doğal düşünme süreçlerim geri geldi, çevreme bakındım. Rosa derin bir uykuya dalmıştı. Doña Soledad’m odasına daldım. Onu da uyurken bulmayı bekliyordum; ne var, odada hiç kimse yoktu. Lidia arkamdan seğirtmişti. Neler olduğunu anlattım ona. Rosa’nm yanma koştu ve ben giyinirken onu uyandırdık. Lidia, onun yaralı elini kavradı ve sıktı. Rosa tek bir devinimle ayaklandığında tümüyle uyanıktı. Evdeki tüm fenerleri söndürmeye koyuldular. Buradan kaçıp gitmeye hazırlanır gibiydiler. Neden bu kerte ivedilik içinde olduklarını sormaya hazırlanırken kendimin de tü müyle giyinmiş ve aynı hava içine girmiş olduğumun ayırdma vardım. Birlikte acele ediyorduk; üstelik benden doğrudan buyruk beklermiş gibiydiler. Getirdiğim paketleri de alarak kendimizi evin dışına attık. Lidia bunların hiçbirini geride bırakmamamı öğütlemişti. Kime neyi vereceğimi belirlememiştim, henüz benim sayılırlardı. Kızlar ön koltuğa oturdukları sırada ben de elimdekileri arka koltuğa attım. Arabayı çalıştırdım ve karanlıkta yolumu arayarak geriye doğru gittim. Yeniden yola koyulduğumuzda oldukça önemli bir sorunla karşı karşıya kaldım. Kızlar, bir ağızdan benim öncü olduğumu söylediler; eylemleri benim kararlarıma bağlıymış. Nagual benmişim. Evden öylece çıkıp hedef gözetmeden arabayı süremezmişim. Onlara öncülük etmem gerekiyordu. Ne var, ne yapacağını ya da nereye gideceğim konusunda en ufak bir fikre bile sahip değildim. Öylesine dönüp onlara baktım. Farlar arabanın içinde hafif bir aydınlık oluşturuyordu ve gözleri, bunu yansıtan aynalara benzemişti. Don Juan’ın da gözleriyle aynı şeyi yaptığını anımsadım; gözleri, sıradan bir insanın gözlerine oranla daha çok ışık yansıtıyordu.

Kızların, açmazımın ayırdmda olduğunu biliyordum. Yetersizliğimi örtecek bir şaka yapmak yerine, çözüm bulma sorununu, hiç düşünmeden onların kucağına bırakıverdim. Nagual olarak deneyim eksikliğim olduğunu, nereye gidecep. mıiz konusunda bir fikir ya da ipucu verirlerse çok hoşnut kalacağımı söyledim onlara. Benden iğrenmiş gibiydiler. Dillerini cıklatıp başlarını salladılar. Aklımdan kente gitmek, Nestor’un evine, hatta Mexico City’ye gitmek gibi çeşitli eylem planları geçirdim, ne var, hiçbiri uygulanacak gibi değildi. Arabayı durdurdum. Kente doğru gidiyordum. O anda, hayatta en çok yapmayı istediğim şey kızlarla içtenlikle konuşmaktı. Başlamak amacıyla ağzımı açtım, ne var, ikisi de bana yüzünü çevirip kollarını birbirinin omzuna dolayıp yüz yüze baktılar. Bu, kendi kabuklarına çekildikleri ve beni dinlemeyecek oldukları anlamına geliyor olsa gerekti. Yeğin bir karmaşa içindeydim. O anda en çok gereksindiğim şey don Juan ’ın her türlü olayı ele alış biçiminde gösterdiği ustalığı, zihinsel yoldaşlığı ve mizah anlayışıydı. Ne var, onun yerine iki çömez eşlik etmekteydi bana.

Cvp: BÖLÜM 2 - KÜÇÜK KIZ KARDEŞLER

Lidia’nm yüzünde gördüğüm keyifsizlik, çığ gibi büyüyen kendime acıma duygumu bıçak gibi kesti. İlk kez, ortak hayal kırıklığımızın sona eremeyeceğini açıkça anladım. Hiç kuşkusuz, onlar da başka bir biçimde olsa bile don Juan’ın ustalığına alışmışlardı. Nagual’ın kendisinden bana doğru bir geçiş yapmak çok korkunç bir şey olmalıydı. Motor çalışır durumdayken uzun süre oturup kaldım. Derken, doña Soledad’ın odasına girdiğimde gıdıklanır gibi başlayan o bedensel titreme yeniden oldu. Onu gerçek anlamda görmemiştim. Aslında doña Soledad’ı duvara dayanmış görmek, onun bedenini terk ettiği anı yeniden anımsamaktan başka bir şey değildi. O fosforlu akışkan maddeye dokunduğumda onu sağaltmış olduğumu ve ona ve Rosa’ya bedenimde oluşan bir tür gücü aktardığımı da biliyordum. Özel bir koyağın görüntüsü düştü aklıma. Doña Soledad’ın ve la Gorda’nm orada olduklarına emindim. Bu bilgi sıradan bir sanı değil, kanıt gerektirmeyen bir gerçekti. La Gorda, doña Soledad’ı o özel koyağın dibine götürmüştü ve tam o anda sağaltmak için çabalamaktaydı. Ona, doña Soledad’ın alnındaki yaraya sağaltım uygulamamın yanlış olacağını, artık orada kalmalarının gerekmediğini söylemek istedim. Görümü kızlara anlattım. Her ikisi de, tıpkı don Juan’m söylediği biçimde, kendime acımamam gerektiğini söylediler. Ne var, onunla birlikteyken daha uygun tepkiler alırdım. Kızlarla durum farklıydı. Kendimi hakarete uğramış gibi hissettim.

"Sizi eve götüreceğim," dedim. "Nerede yaşıyorsunuz?"

Lidia bana döndü ve oldukça kızgın bir sesle ikisinin de benim korumam altında olduklarını, onları güvenli bir yere ulaştırmam gerektiğini ve don Juan ’ın arzusu doğrultusunda, bana yardım etmek amacıyla özgürce devinme haklarından vazgeçtiklerini söyledi. O an bir parça kızdım. Kızları tokatlamayı istediysem de o yabansı titremenin tüm bedenimi yeniden kapladığını hissettim. Yine başımda bir gıdıklanma gibi başladı ve mide bölgeme indiğinde nerede yaşadıklarını biliyordum. Gıdıklanma yumuşak, ılık bir film tabakası gibiydi. Kasıklarımla kaburgalarım arasında hissediyordum varlığını. Gazabım yok oldu ve yerini bir ılımlılık hissi aldı. Gülmek arzusundaydım. Aşkın bir olgunun ayırdma vardım. Dona Soledad’ın ve küçük kız kardeşlerin etkisi altında, bedenim değerlendirme yapmayı kesmişti; don Juan ’ın deyimiyle dünyayı durdurmuştum. Apayrı iki duyumu birbirine karıştırmışımı. Başımın üzerindeki gıdıklanma ve boynumun arkasındaki o sert çatırdama sesi; bu ikisinin arasında da askıya alınmış değerlendirmelerim yatıyordu.
Bu ıssız dağ yolunda kızlarla öylece arabada oturmuşken yaşamımda ilk kez, dünyayı durdurmanın tümüyle ayırdına varmıştım. Bu duygu, yıllar önce yaşamış olduğum buna benzer bedensel bir bilinci aklıma getirdi. Başımın üstündeki gıdıklanmayla ilgisi olsa gerekti. Don Juan, büyücülerin bu türden bir duyum geliştirmeleri gerektiğini söylemiş, sonra da uzun bir tanım yapmıştı. Anlattığına göre, ne hoş ne de acı veren bir tür gıdıklanmaydı bu ve insanın, tam başının üstünde oluşuyordu. Bununla ilgili, zihinsel düzeyde bir bilinçliliğe varmamı sağlamak amacıyla da başımın hemen birkaç santimetre üstünde yer alan kaya ve dallarla dolu düşey bir hat üzerinde koşturmuştu beni. Yıllarca bana neyi betimlemek istediğini anlamaya çalışlım. Ne var, bir yandan tanımlamasını özümseyemiyor, öte yandan da uygulamalarını yerine getirmeme karşın gerekli bedensel belleğe sahip olamıyordum. Dalların, taşların altında koşarken başımın üstünde betimlediği türden bir duyguyu hiçbir zaman hissedememiştim. Ama bir gün bedenim, yüksek bir kamyonu alçak tavanlı bir park alanına park etmeye çalıştığım sırada bu duyumu kendiliğinden bulguladı. İki kapılı küçük sedaııımı her zaman kullandığım bir hızla girdim yapıya; sonuç olarak yerden o kadar yüksek koltuğumda oturmuş aracı kullanırken, yapının beton tavan kemerinin başıma doğru geldiğini gördüm. Kamyonu zamanında durduramazdım; beton kemerin kafa derimi yüzeceği duygusuna kapıldım. Daha önce bu kamyon kadar yüksek hiçbir motorlu araç kullanmamıştım. Bu nedenle, gerekli algısal ayarlama yetisinden yoksundum. Kamyonun tavanıyla yapının tavanı arasında bir mesafe yoktu sanki benim için. Kemeri kafa derimin üstünde hissettim. O gün o yapının içinde bedenime, o gıdıklanma duygusunun anısını yerleştirmesine fırsat tanımak amacıyla saatlerce araç kullandım.

Kızlara döndüm ve nerede yaşadıklarını o an bulmuş olduğumu söylemek istedim. Vazgeçtim. Gıdıklanma duygusunun, bana bir gün Pablito’nun evine giderken don Juan’ın bir evi göstererek kayıtsızca söylediği birkaç sözü anımsattığını onlara söylemek neyi değiştirebilirdi ki? Don Juan çevreye uymayan bu yapıyı imleyerek burasının dinginlik için mükemmel, ama dinlenmek için uygun olmayan bir yer olduğunu söylemişti. Kızları oraya götürdüm. Evleri büyükçe sayılırdı. Bu da doña Soledad’ınki gibi kerpiçle örülmüş, kiremitten çatısı olan bir yapıydı. Önde uzunlamasına bir odası, arkada tavanlı bir açık hava mutfağı, mutfağın yanında büyük bir avlusu ve avlunun ötesinde de kümes alanı vardı. Bununla birlikte evlerinin en önemli bölümü, biri ön odaya ötekisi de arkaya açılan iki kapısı olan kapalı bir odaydı. Lidia bunu kendilerinin yapmış olduğunu söyledi. Görmek istediysem de ikisi birden bunun uygun bir zaman olmadığını çünkü Josephina ve la Gorda’nın odanın kendilerine ait olan bölümlerini bana göstermek amacıyla orada olmadıklarını söylediler.

Ön odanın köşesinde tuğladan yapılmış büyücek bir seki vardı. Yerden kırk beş, elli santimetre kadar yüksekteydi ve bir başı yatak gibi duvarla birleşiyordu. Lidia bunun üstüne kalın hasır yaygılar koydu ve onlar beni beklerken yatıp uyumamı önerdi. Bir lamba yakan Rosa bunu yatağın üstündeki bir çiviye astı. Yazmak için yeterli ışık vardı. Onlara yazı yazmanın gerginliğimi azalttığını açıkladım ve bunu yaparsam onları rahatsız edip etmeyeceğimi sordum.

"Neden izin istiyorsun?" diye çıkıştı Lidia. "Yapacaksan yap!"

Son açıklamayı öylesine, düşünmeden yaptığımı, bunun ötesinde not tutmak gibi, don Juan ve don Genaro’ya bile yabansı gelen edimlerde bulunduğumu ve bunun onlara da yabansı gelebileceğini söyledim.

"Biz hepimiz yabansı şeyler yaparız," dedi Lidia sertçe.

Sırtımı duvara verip yatağa, lambanın altına oturdum. Onlar da her iki yanıma uzandılar. Rosa üstünü bir çarşafla örtüp kafası yastığa değmeden uyuya kaldı. Lidia ise her ne kadar lambanın ışığı uykusunu getirse bile artık konuşmak için uygun zamanın geldiğini söyledi. Karanlıktaki söyleşimiz öbür iki kızın nerede olabileceği üzerinde odaklandı. Lidia, la Gorda’nın nerede olabileceği konusunda fikir bile yürütemeyeceğini, bunun yanı sıra Joscphina’nın karanlıkta bile olsa büyük bir olasılıkla dağlarda Nestor’u aramakta olduğuna inandığını söyledi. Karanlık ve ıssız yerlerde dolaşmak gibi olasılıklar ortaya çıktığında josephina’nın, kendine dikkat etme konusunda aralarındaki cn becerikli kişi olduğunu söyledi. La Gorda’nm bu görevi üstlenmesi için onu seçmiş olmasının nedeni buydu.

Onların la Gorda’dan söz etme biçimlerini dinledikçe, patronun o olduğu kanısına kapıldığımı belirttim. Lidia, sorumluluğun la Gorda’da olduğunu, don Juan ’ın kendisinin ona bu görevi verdiğini söyledi. O böyle yapmasa bile la gorda’nın er ya da geç önderliği üstleneceğini, çünkü onun en iyileri olduğunu açıkladı. O noktada yazı yazabilmek amacıyla lambayı yakma gereğini duydum. Lidia ışığın uykusunu getirdiğinden yakmdıysa da sonunda benim dediğim oldu.

"La Gorda’yı en iyiniz kılan nedir?" diye sordum.

"Kişisel erki daha fazla," dedi. "Her şeyi bilir. Bunun ötesinde, Nagual ona insanları denetim altında tutmayı öğretti."

"La Gorda’nın en iyiniz olmasını kıskanıyor musun?"

"Bir zamanlar. Ama artık değiştim."

"Neden değiştin?"

"Nagual’ın da söylediği gibi sonunda yazgımı kabullendim."

"Nedir senin yazgın?"

"Yazgım... yazgım meltem olmaktır. Bir rüyacı olmaktır. Yazgım bir savaşçı olmaktır."

"Rosa ya da Josephina, la Gorda’yı kıskanırlar mı?"

"Hayır, kıskanmazlar. Hepimiz yazgılarımızı kabullendik. Nagual, erkin ancak hiçbir şikâyette bulunmadan yazgımızı kabullenmemizin ardından ortaya çıktığını söyledi. Ben çok dert yanar, bu nedenle kendimi kötü hissederdim, çünkü Nagual’ı beğenirdim. Kadın olduğumu sanırdım. Ama benim bir kadın olmadığımı gösterdi bana. Onu tanımadan önce yaşamım sona ermişti. Bu gördüğün, yeni bir bedendir. Aynısı hepimizin başına geldi. Belki de sen bize pek benzemiyordun, ne var, Nagual bizim için yeni bir yaşam demekti.

"Bize, artık bizi terk edeceğini çünkü yapacak başka şeyleri olduğunu söylediğinde öleceğimizi sandık. Ama bir de şimdi bak bize. Yaşıyoruz, ölmedik, neden biliyor musun? Çünkü Nagual bize onun ta kendisi olduğumuzu gösterdi. Burada bizimle birlikte. Her zaman öyle kalacak. Biz onun bedeni ve tiniyiz."

"Dördünüz de böyle mi hissediyorsunuz?"

"Dört değiliz biz. Biriz. Bizim yazgımız bu. Birbirimizi yüklenmeliyiz. Sen de aynısın. Hepimiz aynıyız. Soledad bile aynı, başka bir yöne gidiyor bile olsa."

"Ya Pablito, Nestor ve Benigno? Onlar bu resmin neresindeler?"

"Bilemeyiz. Pek sevmeyiz onları. Özellikle de Pablito’yu. Korkak o. Yazgısını kabullenmedi ve bundan sıyrılmaya çabalıyor. Büyücülükten bile vazgeçip sıradan bir yaşam sürmek istiyor. Soledad için çok iyi olurdu bu. Ne var, Nagual, Pablito’ya yardımcı olmamız için buyruk verdi. Aslına bakarsan ona yardım ede ede çok yorulduk. Belki de la Gorda onu yoldan sonsuza dek atıverir bugünlerde."

"Yapabilir mi?"

"Yapabilir miymiş! Hem de nasıl. Onda hepimizden de fazla Nagual var. Senden bile çok belki de."

"Sence neden Nagual hiçbir zaman bana sizin onun çömezleri olduğunuzu söylemedi?"

"Çünkü boşsun sen."

"Bunu o mu söyledi?"

"Herkes biliyor senin boş olduğunu. Bedenine yazılmış bu senin."

"Nasıl olur da bilebilirsin bunu?"

"Ortasında bir delik var."

"Bedenimin ortasında mı? Nerede?"

Midemin sağ yanındaki bir noktaya yavaşça dokundu. Parmağıyla on, on iki santimetre çapında, görünmez bir deliğin kenarı üzerinden gidiyormuşcasma bir çember çizdi.

"Sen de boş musun, Lidia?"

"Dalga mı geçiyorsun? Ben tamım. Göremiyor musun?"

Sorularıma verdiği yanıtlar beklemediğim bir yöne doğıu gitmeye başlamıştı. Bilgisizliğimle onu sinirlendirmek islemedim. Her şeyi biliyormuşum gibi başımı salladım.

"Sence neden beni bomboş kılan bir deliğe sahibim?" diye sordum, en masum sorunun bu olduğuna karar vermemin ardından.

Yanıtlamadı. Sırtını bana döndü ve lambanın ışığının gözlerini aldığından yakındı. Yanıtlaması için üsteledim. Saldırganca yeniden benden yana döndü.

"Seninle daha fazla konuşmak istemiyorum," dedi. "Aptalsın sen. Pablito, ki en beteridir, o bile senin kadar aptal değil."

Cvp: BÖLÜM 2 - KÜÇÜK KIZ KARDEŞLER

Neden söz ettiğini bildiğimi öne sürerek bir başka çıkmaza girmek istemedim, bu nedenle boşluğa neyin neden olduğunu sordum ona yeniden. Don Juan’ın bu konu hakkında benimle hiç konuşmadığı konusunda en büyük güveni sağlayarak onu yeniden konuşmaya yönelttim. Bana yüzlerce kez boş birisi olduğumu söylemiş, ben de bunu Batılı bir insanın anlayabileceği gibi anlamıştım. Karar verme yetisinden, istençten, amaçtan ve hatta zekâdan yoksun olduğumu dile getirmeye çabaladığını sanmıştım. Bedenimdeki bir delikten hiç söz etmemişti bana.

"Sağ yanında bir boşluk var," dedi kayıtsızca. "Kadının birinin seni boşalttığı bir anda oluşan bir delik."

"Kadının kim olduğunu bilebilir miydin?"

"Bunu yalnızca sen söyleyebilirsin. Nagual, erkeklerin çoğunlukla bunu bilemediklerini söyledi. Kadınlar daha talihli; onları kimin boşalttığını söyleyebilirler."

"Kız kardeşlerin de benim gibi boş mu?"

"Aptallık etme. Nasıl boş olabilirler?"

"Doña Soledad kendisinin de boş olduğunu söyledi. O da benim gibi mi?"

"Hayır. Midesindeki delik çok fazla büyüktü. Her iki yanda da vardı. Bu da onu hem bir erkeğin hem de bir kadının boşalttığı anlamına gelir."

"Doña Soledad’ın bir erkek ve bir kadınla ne işi oldu ki?"

"Kendi bütünlüğünü onlara verdi."

Bir sonraki soruyu sormadan önce biraz duraladım. Anlattığının içerdiği her şeyi özümlemek istedim.

"La Gorda’nın durumu Soledad’ınkinden de beterdi," diye sürdürdü Lidia. "Onu iki kadın boşaltmıştı. Midesindeki delik mağara gibiydi. Şimdi kapadı artık. Yeniden bir bütün o."

"Bana bu iki kadından söz et."

"Sana tek bir sözcük daha söyleyemem," dedi oldukça buyurgan bir titremle. "Bu konuda yalnızca la Gorda konuşabilir seninle. O gelene dek bekle."

"Neden yalnızca la Gorda?"

"Çünkü o her şeyi bilir."

"Her şeyi yalnızca o mu biliyor?"

"Tanık da en az bir o kadar, hatta daha da fazlasını bilir.

Ne var, o Genaro’nun ta kendisi. Bu da onu idare etmeyi oldukça zorlaştırıyor. Onu sevmeyiz."

"Neden onu sevmezsiniz?"

"Beladır o üç serseri. Genaro gibi delidirler. Ne beklersin ki, onlar Genaro’nun ta kendisi. Hiç durmadan dövüşüyorlar bizimle, çünkü Nagual’den çok korkarlardı; intikamını bizden alıyorlar. Her neyse, la Gorda böyle söylüyor işte."
"Peki, la Gorda’ya bunu söyleten nedir?"

"Nagual ona, geri kalanlarımıza söylemediği şeyleri söyledi. O görüyor. Nagual senin de gördüğünü söyledi. Josefina, Rosa ve ben görmüyoruz. Ne var, hepimiz aynıyız."

Doña Soledad’ın da bir önceki gece söylemiş olduğu "hepimiz aynıyız" tümceciği düşüncelerin ve korkuların çığ gibi aklıma düşmesine neden oldu. Yazı takımımı bir köşeye bıraktım. Çevreye bakındım. Yabansı bir dünyada, tanımadığım iki genç kadının arasında yabansı bir yatağa uzanmış yatıyordum. Yine de kendimi iyi hissediyordum. Bedenim kendini bırakmıştı ve kayıtsızlık içindeydi. Güvendim onlara.

"Burada mı uyuyacaksınız?" diye sordum.

"Başka nerede uyuyalım?"

"Sizin odanın nesi var?"

"Seni tek basına bırakamayız. Bizim duygularımız da seninkiler gibi; bir yabancısın sen, ne var, sana yardım etmek boynumuzun borcu. La Gorda, ne kadar aptal olursan ol, sana göz kulak olmamızı söyledi. Sen Nagual’m kendisiymişsin gibi, seninle aynı yatakta yatmamızı söyledi."

Lidia lambayı söndürdü. Sırtımı duvara vererek oturduğum biçimde kaldım. Düşünceye dalmak amacıyla gözlerimi kapadığım anda uykuya dalmışım. Lidia, Rosa ve ben evin önündeki düz alanda sabahın sekizinden bu yana, neredeyse iki saattir oturuyorduk. Onları söyleşimin içine çekmek istediysem de konuşmayı reddettiler. Tümüyle gevşemiş gibiydiler, neredeyse uyuyacaklardı. Bununla birlikte havaları bana bulaşmamıştı. Bu zorunlu sessizlik hali beni kendi havama sokmuştu. Evleri küçük bir tepenin üzerindeydi; sokak kapısı doğu yönüne bakıyordu. Oturduğum yerden, doğudan batıya uzanan dar vadinin neredeyse tümünü görebiliyordum. Kenti göremiyordum, ama vadinin tabanındaki işlenmiş yeşil tarlaları görebiliyordum. Vadinin öte yanında her yönde kocaman, yuvarlak ve yüksek tepeler vardı. Vadinin yakınlarında yüksek dağlar yoktu; yalnızca inanılmaz bir baskı duygusu veren o kocaman, değirmi yüksek tepeler. Bu tepelerin beni başka bir zamana taşıyacakları duygusuna kapıldım.

Lidia birdenbire konuşmaya başladı ve sesiyle hayallerimi kesti. Gömleğimin kolunu çekti. 

"İşte Josefina geliyor," dedi.

Vadiden eve uzanan kavisli patikaya baktım. Elli metre kadar ötede, patikayı tırmanan bir kadın gördüm. Lidia ve Rosa ile yaklaşmakta olan kadın arasındaki kayda değer yaş farkının hemen ayırdına vardım. Ona yeniden baktım. Josefina’nın bu kerte yaşlı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Yavaş yürüyüşüne ve bedeninin duruşuna bakılırsa ellili yaşlarının ortalarında olmalıydı. İnceydi, koyu renkli uzun bir etek giymişti ve sırtında bir odun yükü taşıyordu. Göğsünün üstünden bağlanmış bir kundak taşıyordu; içinde bir çocuk varmış gibi duruyordu. Yürürken zor nefes alıyordu, adımları zayıftı. Son adımlarını zorlukla atabildi. Sonunda, birkaç metre ötemize geldiğinde öylesine soluyordu ki hemen oturmasına yardım etmeye koştum. İyiyim der gibi bir devinimde bulundu. Lidia ve Rosa’nm kıkırdadıklarını duydum. Onlara bakmadım çünkü tüm dikkatim kadına yönelmişti. Önümde duran insan, yaşamım boyunca görüp görebileceğim en çirkin, en iğrenç yaratıktı. Odun yükünü çözüp gürültüyle yere bıraktı. Hem gürültüden hem de odunların ağırlığıyla neredeyse kucağıma düşmek üzere olan kadın yüzünden istemeden zıpladım.

Bir an bana baktı ve sakarlığı yüzünden canı sıkılmış olsa gerek ki gözlerini yere indirdi. Belini dikleştirdi ve belirgin bir üzüntüyle içini çekti. Sırtındaki yükün ona çok ağır geldiği belliydi. Kollarını gerince saçları kısmen açıldı. Alnında bir bant vardı. Uzun ve gri saçları kirli ve topak topaktı. Koyu kahverengi bandın arasından beyaz saçlarını görebiliyordum. Bana güldü ve başını salladı. Tek bir dişi kalmamıştı. Dişsiz, kapkara ağzını görebiliyordum. Ağzını eliyle kapadı ve güldü. Sandallarını çıkardı ve bana hiçbir şey söyleme fırsatı vermeden eve yürüdü. Rosa da onu izledi. Aptallaşmıştım. Doña Soledad, Josefina’nm Lidia ve kosa’yla aynı yaşta olduğunu söylemişti. Lidia’ya döndüm. Beni izliyordu.

"Bu kerte yaşlı olduğunu bilmiyordum," dedim.

"Ya, oldukça yaşlıdır," dedi kayıtsız bir titremle.

"Çocuğu var mı?" diye sordum.

"Evet, onu da gittiği her yere götürür. Asla bizimle bırakmaz. Onu yiyeceğimizden çok korkar."

"Oğlan mı?"

"Oğlan."

"Kaç yaşında?"

"İşte, bir süredir birlikteler. Ama tam yaşını bilmiyorum. Bu yaşta çocuk sahibi olmaması gerektiği düşüncesindeydik. Ama bizi dinlemedi."

"Kimin çocuğu bu?"

"Kimin olacak, Josefina’nın."

"Yani babası kim?"

"Nagual tabii, kim olabilir ki?"

Bu gelişmenin oldukça abartılı ve çok sinir bozucu olduğunu düşündüm.

"Sanırım Nagual’ın dünyasında her şey olası," dedim.

Bu, Lidia’ya yaptığım bir açıklamadan öte kendime itiraf ettiğim bir düşünceydi.

"İyi bildin," dedi ve güldü.

"Erozyona uğramış bu tepelerin yarattığı basınç dayanılmaz bir konum almıştı. Bu bölgede gerçekten iğrenç bir şeyler vardı ve Josefina da bardağı taşıran son damla olmuştu. Çirkin, yaşlı, pis kokulu ve dişsiz bir kadın olmasının ötesinde yüzünde de bir tür felç vardı. Yüzünün sol yanının kasları zedelenmişe benziyordu. Bu da sol gözünün ve ağzının sol yanının hiç de hoş olmayan biçimde çarpılmasına neden olmuştu. İç sıkıntılı havam tümüyle kaygılı bir hale dönüşmüştü. Bir süre, o çok tanıdık "arabama atlayıp buralardan gideyim" düşüncesini zihnimde evirip çevirmekten kendimi alamadım. Kendimi hiç de iyi hissetmediğim konusunda Lidia’ya yakındım. Güldü ve hiç kuşkusuz Josefina’nın beni korkutmuş olduğunu söyledi.

"İnsanlar üzerinde böyle bir etkisi oluyor," dedi. "Görünüşünden herkes nefret ediyor. Karafatmadan da çirkindir o."

"Bir kez görmüştüm onu," dedim, "ama gençti o zaman."

"Her şey değişir," dedi Lidia filozofça, "şu ya da bu biçimde. Soledad’ı ele alalım. Ne büyük bir değişim, ha? Sen kendin de değiştin. Anımsadığımdan daha cüsselisin. Gün geçtikçe Nagual’ı andırıyorsun."

Josefina’daki değişimin ürküntü verici olduğunu söylemek istedimse de uzaktan beni duyabileceğinden korktum. Vadinin karşı yakasındaki tepelere baktım. Bir an onlardan uzaklaşıyormuşum gibi geldi.

"Bu evi bize Nagual verdi," dedi, "ama içinde dinlenebileceğin bir ev değil bu. Daha önceleri gerçekten güzel bir evimiz vardı. Burasıysa insanın güç toplayacağı bir yer. Ayrıca çevredeki dağların insanı çıldırtması işten bile değil."

Düşüncelerimi okumada gösterdiği acarlık, beni bir an boşlukta bıraktı. Ne diyeceğimi bilemedim.

"Hepimiz doğal olarak tembelizdir," diye sürdürdü. "Çaba harcamaktan hoşlanmayız. Bunu çok iyi bilen Nagual, buraların bizim duvarın üstünden aşmamıza yardımcı olacağını göz önünde bulundurmuş olsa gerek."

Birdenbire ayağa kalkarak, bir şeyler yemek istediğini söyledi. Mutfağa gittik; iki duvarla yarı kapalı bir alandı burası. Kapının sağ yanındaki duvarsız tarafta topraktan bir ocak, iki duvarın birleştiği öbür köşedeyse büyük bir yemek masasıyla üç sıra duruyordu. Yer, pürüzsüz nehir taşlarıyla örülmüştü. Dümdüz tavan üç metre yüksekliğindeydi ve iki duvarın ve duvarsız taraftaki dayanak direklerinin üstünde duruyordu. Lidia, bana ağır ateşte pişmiş fasulye ve etle dolu bir kâse verdi. Ateşin üzerinde tortilla ısıttı. Rosa geldi, yanıma oturdu ve Lidia’dan kendisine yemek vermesini istedi.

Cvp: BÖLÜM 2 - KÜÇÜK KIZ KARDEŞLER

Lidia’nm kepçeyle yemek dağıtmasına kaptırmıştım kendimi. Herkese aynı ölçüde dağıtmaya çok özen gösteriyor gibiydi. Devinimlerini beğeniyle izlediğimin ayırdmda olsa gerekti. Rosa’nm kâsesinden iki üç fasulye tanesi alıp tencereye geri koydu. Gözümün ucuyla, Josefina’nın mutfağa geldiğini gördüm. Ona bakmamıştım aslında. Tam karşıma oturdu. Midem bulanır gibi oldu. Gerginliğimi azaltmak amacıyla Lidia’ya, Rosa’nm tabağında fazladan iki fasulye daha kaldığını söyleyerek onunla şakalaştım. Beni afallatan bir kesinlikle iki fasulyeyi kepçeyle tabaktan aldı. Lidia yerine oturur oturmaz gözümü tencereden ayırmam ve Josefina’nm varlığım kabul etmem gerekeceğini bildiğim için sinirli sinirli güldüm. Sonunda istemeden de olsa masanın karşısında oturan Josefina’ya bakmam gerekti. Ölümcül bir sessizlik vardı. İnanmazlık içinde baktım ona. Ağzım açık kaldı. Lidia ve Rosa’nm yüksek sesle güldüklerini duydum. Düşünce ve duygularımı belirli bir düzene sokmak için sonsuz gibi görünen bir sürenin geçmesi gerekti. Karşımda oturan, bir süre önce gördüğüm Josefina değil, çok tatlı bir kızdı. Lidia ve Rosa gibi Kızılderili çizgilerine sahip değildi. Kızılderiliden çok, Latin bir görünüşe sahipti. Açık zeytin rengi teni, küçücük bir ağzı ve ince hatlı bir burnu, küçük beyaz dişleri, kara kıvırcık saçları vardı. Yüzünün sol yanındaki gamze, gülüşüne aşırı bir güven katıyordu. Yıllar önce kısa bir süre gördüğüm kızdı karşımdaki. Onu dikkatle izlememi hoş karşıladı. Bakışları dostçaydı. Denetleyemediğim bir sinirlilik içinde yavaş yavaş etkisine kapıldım. Sonunda, bu gerçek şaşkınlığımı umursuzca şakaya vurmaktan başka çarem kalmadı.

Çocuklar gibi güldüler. Kahkahaları dindikten sonra Josefina’nın bu tiyatrovari gösterisinin nedenini sordum. "İz sürme sanatı üzerinde çalışıyor," dedi Lidia. "Nagual bize insanları şaşırtarak onların bizi ayırt edememesini öğretti. Josefina çok tatlıdır, geceleri tek başına yürüdüğünde eğer çirkin ve pis kokarsa kimse onu rahatsız etmez. Yok eğer olduğu gibi yürürse ne olabileceğini sen bizlerden daha iyi bilirsin."

Josefina olurlarcasma başını salladı ve yüzüne olabilecek en çirkin görüntüyü verdi.

"Bu yüzü bozmadan bütün gün durabilir," dedi Lidia.

Eğer buralarda yaşasaydım, Lidia’yı gördüğüm haliyle, olağan haline oranla çok daha çabuk ayırt edebileceğimi ileri sürdüm.

"Büründüğü o kılık yalnızca senin içindi," dedi Lidia ve üçü birden gülmeye koyuldular. "Bak, seni ne denli şaşırttı hem de. Onun ayırdına varmadan önce çocuğunun ayırdına vardın."

Lidia odalarına gitti ve getirdiği çocuk kundağına benzeyen bir çaput çıkınını bana doğru masanın üstüne fırlattı. Ben de kükrercesine onlarla birlikte güldüm.

"Hepinizin kendinize özgü böyle gizli kılıklarınız var mı?" diye sordum.

"Hayır, yalnızca Josefina’da var. Çevredeki hiç kimse onun gerçekte neye benzediğini görmemiştir," diye yanıtladı Lidia.

Lidia başını salladı, güldü ama sessiz kaldı. Ondan çok hoşlanmıştım. Çok masum ve tatlı bir yanı vardı.

"Bir şeyler söyle Josefina," dedim onu bileklerinden tutarak. Çıldırmış gibi bana baktı ve kendisini geri çekti. Duyduğum kıvancı çok ileri götürerek onu gereğinden fazla sıkı tuttuğumu düşündüm. Onu bıraktım. Dimdik oturdu. Küçük ağzını ve ince dudaklarını büzerek duyulabilecek en gülünç ve tuhaf çığlıkları salıverdi. Yüzü birdenbire değişti. Bir an önceki dingin ifadesinin yerini istem dışı ve çirkin seğirmeler almıştı. Dehşetle ona bakıyordum. Lidia kolumdan çekti.

"Neden korkuttun ki onu, aptal!" diye fısıldadı.

"Dilsiz olduğunu ve konuşamadığını bilmiyor musun?"
Onun ne dediğini anlayan Josefina karşı çıkmaya kalkıştı. Lidia’ya yumruğunu gösterip bir dizi ürkünç çığlık daha koyverdiyse de sonunda tıkandı ve öksürmeye başladı. Rosa sırtını ovdu. Lidia da aynı şeyi yapmak istediyse de Josefina onu yüzünden itti. Lidia yanıma oturup umarsızca omuzlarını silkti.

"İşte böyle," diye fısıldadı.

Josefina ona döndü. Yüzü öfkeden çirkinleşmişti. Ağzını açıp en tiz perdeden, daha da korkunç sesler savurdu. Lidia sıranın üstünden kaydı ve kimseyi rahatsız etmek istemezmişçesine mutfağı terk etti.

Rosa, Josefina’yı kolundan tuttu. Josefina kızgınlığının sınırlarında dolaşıyordu. Ağzını kımıldattı ve yüzünü çarpıttı. Birkaç dakika içinde beni kıvanç içinde bırakan tüm saflığını ve güzelliğini yitirmişti. Ne yapacağımı bilemedim. Özür dilemeye yeltendimse de Josefina’nın çıkardığı insanlık dışı sesler, sözcükleri ağzıma tıkamaya yetti. Sonunda, Rosa onu eve götürdü.

Lidia döndü ve karşıma oturdu.

"Yanlış şeyler oldu," dedi ve elini başına götürdü.

"Ne zaman oldu bu?" diye sordum.

"Uzun zaman önce. Nagual ona bir şeyler yapmış olsa gerek. Çünkü konuşma yetisini birdenbire yitirdi."

Lidia üzüntülü görünüyordu. Üzüntüsünü istem dışı biçimde dışarı vurmak durumunda kaldığı kanısına kapıldım. Duygularını bu kerte saklamaması gerektiğini söylemek zorunda bile hissettim kendimi.

"Josefina sîzlerle nasıl iletişim kuruyor?" diye sordum. "Yazıyla mı?"

"Hadi, aptallaşma. Yazı yazmaz. Sen değil ki o. Bize ne islediğini belirtmek için ellerini ve ayaklarını kullanıyor. Josefina ve Rosa mutfağa döndüler. Yanımda durdular, Josefina’nın yeniden masumiyet ve saflığın simgesine dönüşmüş olduğunu düşündüm. O güzelim ifadesini görünce nasıl olup da bir anda o kerte çirkinleşebildiğini insanın aklı almıyordu. Ona baktıkça yüzündeki o inanılmaz değişikliklerin, çektiği söz yitimiyle ilgili olduğunu anladım birdenbire. Yalnızca kendini sesle ifade eksikliği olan bir insanın taklitçilikle bu kerte ustalaşabileceği kanısına vardım. Rosa, bana Josefina’nm konuşmayı çok istediğini çünkü benden çok hoşlandığını ilettiğini söyledi.

"Sen gelinceye dek durumundan pek de hoşnuttu," dedi Lidia sert bir sesle.

Josefina, Lidia’nın çıkışını olurlarmışçasına başını salladı ve bir dizi yakınma dolu sesi koyuverdi.

"Keşke la Gorda burada olsaydı," dedi Rosa. "Lidia, Josefina’yı daima sinir eder."

"İsteyerek olmadı!" diye karşı çıktı Lidia.

Josefina ona gülümsedi ve ona dokunmak amacıyla elini eline ,attı. Sanki özür dilemeye çalışıyordu. Lidia onun elini itiverdi.

"Seni dilsiz salak," diye söylendi.

Josefina sinirlenmedi. Başka yöne baktı. Gözlerinde öylesine bir hüzün vardı ki yüzüne bakamadım. Tek bir sözcük bile söyleyemiyordum.

"Dünyada sorunları olan tek kadının kendisi olduğunu sanıyor," diye bir çıkış yaptı Lidia. Nagual bize, onu kendisine acımaktan vazgeçirene dek acımasızca zorlamamızı söyledi. Rosa bana bakarak Lidia’nm öne sürdüğünü bir baş sallamasıyla onayladı.

Lidia, Rosa’ya dönüp Josefina’nın yanında kalmasını buyurdu. Rosa itaat edercesine yerinden kalkıp yanımdaki sıraya oturdu.

"Nagual onun bu günlerde konuşacağını söylemişti," dedi Lidia bana doğru.

"Hey!" dedi Rosa, kolumdan çekerek. "Onu belki de sen konuşturacaksındır."

"Evet!" diye bağırdı Lidia, aynı düşünceyi paylaşıyormuş gibi. "Belki de seni bu nedenle bekliyorduk."

"Çok açık!" diye ekledi Rosa, gerçek bir esin karşısındaymışçasına. İkisi birden fırlayıp Josefina’ya sarıldılar.

"Yeniden konuşabileceksin!" diye bağırdı Rosa, Josefina’yı omuzlarından tutup sallarken. Josefina gözkapaklarını açıp gözlerini devirdi. Ağzından güçsüz, zor duyulan iç geçirme sesleri çıkmaya başladı ve sonunda bir hayvan gibi ağlamaya koyuldu. Heyecanı öylesine yoğunlaşmıştı ki çenelerini kenetleyemiyordu. Alçakgönüllülükle, bir sinir bunalımının eşiğinde olduğunu düşündüm.

Lidia ve Rosa, iki yanına geçip çenesini kapamasına yardım ettiler. Ne var, onu dinginleştirmeye çalışmadılar.

"Yeniden konuşabileceksin! Yeniden konuşabileceksin!" diye bağrıştılar.

Josefina hıçkırdı ve içimi titreten bir biçimde neredeyse uludu. Kafam kesinlikle karışmıştı. Onlarla akıllıca konuşmayı denedim. Mantıklarına seslenmeye çalıştım. Ama benim standartlarıma göre bundan pek nasiplerini almamış olduklarının ayırdına vardım. Ne yapmam gerektiğini düşüne düşüne, tam önlerinde bir aşağı bir yukarı gidip gelmeye başladım.

"Ona yardım edeceksin, değil mi?" diye sordu Lidia.

"Lütfen efendim, lüften," diye bana yalvardı Rosa.

Onlara delirmiş olduklarını, ne yapmam gerektiğini bilmediğimi söyledim. Yine de konuşurken kafamın ardında gülünç bir iyimserlik duygusunun kendinden emin olma halinin oluştuğunun ayırdına vardım. Önce göz ardı etmek istedim bunu, ne var, beni yavaş yavaş ele geçirdi. Bir keresinde daha ölmek üzere olan çok sevgili bir dostum hakkında böylesi duygulara kapılmıştım. Onu iyileştirip yattığı hastaneden çıkmasını sağlayabileceğimi düşünmüştüm. Bu konuyu don Juan’a bile danışmıştım.

"Doğru. Onu sağaltıp içine girmek üzere olduğu ölüm kızağından uzaklaştırabilirsin," demişti.

"Nasıl?" diye sordum.

"Çok basit bi şey bu," diye yanıtladı. "Tüm yapıcağın ona şifa bulmaz bi hasta olduğunu anımsatmak. Son ana geldiğini hissedince erk sahibi olur. Yitirecek hiçbi şeyciği kalmamıştır artık. Her şeyi önceden yitirmiştir. İnsanın yitirecek bi şeyi kalmayınca cesur olur. Bağlandığımız bi şeyler var oldukça, kararsız kalırız."

"Peki, bunu kadına söylemek yeterli mi sence?"

"Hayır. Bu gereksindiği itici gücü sağlayacaktır ona. Ardından, hastalığı sol eliyle itmesi gerekecektir. Elini bedeninin üstünde kapı tokmağına sarılmışcasına itmesi gerek. İtmesi, itmesi ve iterken dışarı, dışarı, dışarı demesi gerek. Ona söyle, yapacak başka bi şeyi kalmadığına göre yaşam süresinin geri kalanını bu uygulamaya adasın. Seni temin ederim, kalkıp yürüyüverir, cancağızı isterse."

"Basit gibi görünüyor," dedim.

Don Juan kıkırdadı.

"Öyle görünür," dedi, "ama değildir. Dostunun, bunu yaparken kusursuz bi tine sahip olması gerek."

Uzun süre baktı bana. Dostuma gösterdiğim ilgiyi ve onun için duyduğum üzüntüyü tartarmış gibi bir hali vardı.

"Tabii," diye ekledi, "eğer dostun o kerte kusursuz bi tine sahip olsa şimdi hastanede olmazdı, o da başka."

Dostuma don Juan’m söylediklerini aktardım. Ne var, kolunu kımıldatamayacak kerte güçsüzdü. Josefina’nın durumu farklıydı; onun kusursuz bir savaşçı olması, bu gizli güvencimi besleyen olgunun ta kendisiydi. Acaba, diye sessizce sordum kendime, bu olayda o el devinimlerini uygulamak mümkün olabilir mi?

Josefina’ya, konuşma yetersizliğine yol açan şeyin bir tıkanma olduğunu söyledim.

"Evet, evet, bir tıkanma bu," diye yineledi Lidia ve Rosa ardım sıra.

Josefina’ya kol devinimlerini anlatıp bu tıkanmayı gösterdiğim biçimde itmesini söyledim.

Josefina’nm gözleri sabitleşmişti. Sanki esrimeye dalmıştı. Ağzını kımıldatıp zorlukla duyulabilecek sesler çıkardı. Kolunu kımıldatmaya çalıştı, ne var, öylesine büyük bir coşkunluk içindeydi ki, kolunu hiçbir eşgüdüm olmadan öylece savuruverdi. Devinimlerine yeniden yol göstermeye çalıştım, ne var, öylesine karmaşık bir durumdaymış gibiydi ki sözlerimi duyamıyordu bile. Gözleri odağını yitirdi; bayılacağını anladım. Rosa da olacakların ayırdına varmış gibiydi, bir fırlayışta bir bardak suyu Josefina’nın yüzüne atıverdi. Josefina’nın gözlerinin akı göründü. Gözlerini yeniden odaklayıncaya dek gözkapaklarını birçok kez kırpıştırması gerekti. Ağzı kımıldadı, ama hiçbir ses çıkmadı.

"Boğazına dokun!" diye bağırdı bana Rosa.

"Hayır! Hayır!" diye atıldı Lidia. "Başına dokun. Olay başının içinde, aptal!"

Elimi kapıp Josefina’nm başına yerleştirdi. Josefina titredi ve ağzından peşten bir dizi güçsüz ses çıkmaya başladı. Bu kez çıkardığı sesler eskilerine oranla daha ezgiseldi.

Rosa da bu farkın ayırdma varmış olmalıydı.

"Duydun mu? Duydun mu?" diye sordu bana fısıltıyla.

Ama fark ne olursa olsun, Josefina eskisinden gülünç sesler çıkarmaya başladı. Sesi kesildikten sonra yine bir aşırı dinçlik havasına girdi. Sonra da tükenmiş gibi oturduğu sıraya yığıldı kaldı. Gözkapaklarını zorlukla ayırıp bana baktı.

Utangaç utangaç gülümsedi.

"Çok, ama çok üzgünüm," dedim ve elini tuttum.

Tüm bedeni titredi. Başını öne eğdi ve yeniden ağlamaya başladı. Ona karşı tam bir acıma haline girdim. O anda ona yardımcı olabilmek için canımı bile verirdim. Benimle konuşmak istermişçesine, denetimsizce hıçkırmaya başladı. Kendilerini bu drama kaptıran Lidia ve Rosa da ağızlarıyla aynı hareketleri yineliyorlardı.

"Allah aşkına bir şeyler yap!" diye bağırdı Rosa yalvaran bir sesle.

Dayanılmaz bir kaygı yaşadım. Josefina kalkıp bana sarıldı, daha doğrusu delicesine bana yapışıp masanın ötesine itti. Aynı anda, Lidia ve Rosa da inanılmaz bir çeviklik, denetim ve süratle iki elleriyle omuzlarımdan tutup bacaklarıma çengeli taktılar. Josefina’nın beden ağırlığı ve sarılışı, bunun yanı sıra Lidia ve Rosa’nm devinimlerindeki hız, beni umarsız bırakmıştı. Hepsi aynı anda devinip ben daha olan bitenin ayırdma varmadan, Josefina tepemde olmak koşuluyla yere dümdüz uzatmışlardı beni. Kalbinin atışlarını hissediyordum. Büyük bir güçle tutuyordu beni; kalbinin sesi kulaklarımda yankılandı. Benim göğsümde attığını sandım bir an. Onu itmeyi denedim ama daha da sıkı tuttu beni. Lidia ve Rosa kollarıma ve bacaklarıma oturarak beni yere mıhlamışlardı. Rosa deliler gibi gıdaklamaya ve sağımı solumu gagalamaya başladı. Küçük keskin dişleri, çeneleri sinirli kasılmalarla her açılıp kapandığında çat çat birbirlerinin üstüne vuruyordu.

Sırasıyla canımın çok kötü yandığını, birtakım bedensel tepkimeler ve şiddet hissettim. Nefesim kesilmişti. Gözlerimi odaklayamıyordum. Bayılmak üzere olduğumun ayırdındaydım. İşte o anda, boynumun arkasında o sert çatırdama sesini duydum ve başımın üstündeki o gıdıklanma duygusunun dalgalar halinde tüm bedenimi kapladığını hissettim. Ardından anımsadığım ilk şey mutfağın öte yanından onlara bakıyor olduğumdu. Üç kız yerde yatıyor ve öylece bana bakıyorlardı.

"Ne yapıyorsunuz?" dediğini duydum birisinin, yüksek, sert, buyurgan bir sesle.

Derken, inanılmaz bir duyguya kapıldım. Josefina’nın üstümden çekildiğini ve ayağa kalktığını hissettim. Yerde uzanmış yatıyordum, bunun yanı sıra, kızlardan uzakta, daha önce hiç görmemiş olduğum bir kadına bakıyordum. Kapının yanında duruyordu. Bana doğru yürüdü ve iki, iki buçuk metre uzağımda durdu. Bir an bana baktı. Onun la Gorda olduğunu hemen anladım. Neler olduğunu öğrenmek istedi.

"Yalnızca şakalaşıyorduk onunla," dedi Josefina boğazını temizleyerek. "Dilsizmişim gibi davranıyordum."

Üç kız bir araya toplanıp gülüşmeye başladılar. La Gorda etkilenmişçesine bana bakmayı sürdürdü.

Bana oyun oynamışlardı! Öylesine salakça ve safça davranmıştım ki, denetleyemediğim asabi bir gülme nöbetine kapıldım. Tüm bedenim titriyordu.

Josefina’nın söylediği gibi yalnızca rol yapmadığını biliyordum. O üç kız aslında çok ciddiydi. Josefina’nın bedenini kendi bedenimin içine giren bir güç olarak hissetmiştim. Rosa’nın, hiç kuşkusuz dikkatimi dağıtmak amacıyla sağımı solumu didiklemesi, Josefina’nm kalbinin benim göğsümün içinde attığını hissettiğim anla örtüşmüştü.

La Gorda’nm beni dinginleştirmeye çabaladığını duydum.

Midemin ortasında sinirsel kasılmalar oluştu, derken sessiz, dingin bir öfkenin tutsağı oldum. Nefret ettim onlardan. Bıktırmışlardı beni. Tam anlamıyla kendime gelmiş olsaydım ceketimi ve yazı takımımı kapıp orayı terk etmem işten bile değildi. Sersemliğim sürüyordu henüz ve bilincim yerinde değildi. Kızlara ilk baktığımda, onları, alışık olduğum görüş düzeyinden değil de tavana yakın bir yerden gördüğüm duygusuna kapılmıştım. Bundan da şaşırtıcı bir şey daha vardı; bana musallat olan Josefina’dan kurtulmamı sağlayan şey başımın üstündeki gıdıklanma hissiydi. Başımdan dışarı bir şey çıkmıştı. Birkaç yıl önce don Juan ve don Genaro algımı yönlendirmişlerdi ve olanaksız bir çifte duyguya kapılmıştım: Hem don Juan’ın tepeme binip beni yere mıhladığını hem de aynı anda ayakta olduğumu hissediyordum. Aslında aynı anda iki yerdeydim. Büyücülerin deyişiyle, bedenim o çifte algının anısını kaydedip saklamış ve görünen o ki yeniden oluşturmuştu diyebilirim. Yine de bedensel belleğime eklenen iki yeni şey vardı. Birincisi, bu kadınlarla olan sürtüşmelerimde ilk kerte ortaya çıkan başımın üstündeki gıdıklanma duygusu çifte algıya ulaşmamı sağlayan araçtı. Ötekiyse, boynumun ardından gelen çatırdama sesi, içimdeki bir şeyi özgür kılıyor, o da başımdan dışarı çıkıyordu. Bir ya da iki dakika sonra tavanın yakınından yere doğru yaklaştığımı kesinlikle hissettim. Gözlerimin olağan görüş düzeyine kavuşması için bir süre daha geçmesi gerekti.

Bu dört kadına bakarken kendimi çıplak ve savunmasız hissettim. Derken bir an dikkatim dağıldı ya da algısal sürekliliğimi yitirdim. Sanki gözlerimi kapamıştım ve bilinmez bir hiç birdenbire beni birkaç kez fırıldak gibi döndürmüştü. Gözlerimi açtığımda kızlar ağızları bir karış açık, beni izliyorlardı. Ne var, yeniden kendimdim bir biçimde.

Cvp: BÖLÜM 2 - KÜÇÜK KIZ KARDEŞLER

.