1

Konu: BÖLÜM 4 – GENAROLAR

Ertesi sabah saat sekize doğru uyandım ve la Gorda’nın giysilerimi güneşe çıkarmış, kahvaltı hazırlamış olduğunu gördüm. Mutfakta yemek yenen bölümde oturup kahvaltı ettik. Bitirdiğimizde ona Lidia, Rosa ve Josefina’yı sordum. Sanki evden uçup gitmişlerdi.

"Soledad’a yardım ediyorlar," dedi. "Gitmeye hazırlanıyor."

"Nereye gidiyor?"

"Burdan uzak bir yerlere. Artık kalması için bir neden yok. Senin gelmeni bekliyordu, sen çoktan geldin bile."

"Küçük kız kardeşler de onunla gidiyorlar mı?"

"Hayır. Sadece bugün burada bulunmak istemiyorlar. Öyle görünüyor ki bugün onların ortada dolaşmaları için pek de uygun bir gün değil."

"Neden uygun değil?"

"Genarolar bugün seni görmeye geliyorlar ve kız kardeşler de onlarla iyi geçinemezler. Eğer hepsi burda olursa onlarla korkunç bir kavga başlatırlar. En son böyle bir durum olduğunda neredeyse birbirlerini öldürüyorlardı."

"Fiziksel olarak mı kavga ediyorlar?"

"Bundan emin olabilirsin. Hepsi de çok güçlü ve hiçbiri ikinci sırayı almak istemiyor. Nagual bunun böyle olacağını söylemişti, ama onları durdurmaya gücüm yetmiyor. Sadece bu olsa iyi, bir de taraf tutmak zorunda kalıyorum, bu da berbat bir şey."

"Genarolarm bugün geldiklerini nerden biliyorsun?"

"Onlarla konuşmadım. Yalnızca bugün buraya geleceklerini biliyorum o kadar."

"Görebildiğin için mi biliyorsun bunu, la Gorda?"

"Evet. Geldiklerini görüyorum. İçlerinden biri doğruca sana geliyor çünkü onu çekiyorsun."

Birini özel olarak çekmediğim konusunda garanti verdim. Yolculuğumun amacından kimseye söz etmediğimi ama gelişimin Pablito ve Nestor’a sormam gereken bir şeyle ilgili olduğunu söyledim. Utangaç utangaç gülümseyerek kaderin beni Pablito’yla eşleştirdiğini, birbirimize çok benzediğimizi ve hiç kuşkusuz beni ilk görenin Pablito olacağını söyledi. Bir savaşçının başına gelen her şeyin bir kehanet olarak yorumlanabileceğini, bu nedenle benim Soledad ile karşı karşıya gelmemin ziyaretim sırasında ortaya çıkacak bir şeyin yorası olduğunu da ekledi. Bunu açıklamasını istedim.

"Bu kez erkekler sana çok az şey verecekler," dedi. "Bu kez kadınlar seni parça parça edecekler, tıpkı Soledad’ın yaptığı gibi. Yorayı böyle yorumluyorum ben. Genaroların gelmesini bekliyorsun ama onlar da senin gibi erkek. Bu yoraya ne dersin; onlar biraz gerideler. Birkaç gün geride olduklarını söyleyebilirim. Onlar gibi senin de kaderin bu. Bir erkek olarak hep birkaç gün geride olmak."

"Neyin gerisinde olmak, Gorda?"

"Her şeyin. Biz kadınların gerisinde olmak, örneğin." Gülerek başımı okşadı.

"Ne kadar inatçı olursan ol, haklı olduğumu itiraf etmek zorundasın. Bekle de gör."

"Nagual sana erkeklerin kadınların gerisinde olduklarını söyledi mi?" diye sordum.

"Tabii söyledi," diye yanıtladı. "Çevrene bakarsan anlarsın."

"Bakıyorum, Gorda, ama böyle bir şey görmüyorum. Hep geride olan kadınlar. Kadınlar erkeklere bağımlılar."

Güldü. Gülüşü küçümseyen ya da kızgınlık ifade eden bir gülüş değildi, belirgin bir neşe seziliyordu sesinde daha çok.

"İnsanların dünyasını sen benden daha iyi tanıyorsun," dedi güçlü bir sesle. "Ama şu anda ben biçimsizim, sen değilsin.

Ben sana kadınların daha iyi birer büyücü olduklarını söylüyorum çünkü bizim gözlerimizin önünde bir yarık var, sizin gözlerinizin önündeyse yok."

Kızgın görünmüyordu ama sorular sorup yorumlar yapmamın nedeninin söylenen herhangi bir şeye saldırıda bulunmak ya da onu savunmak olmadığını, nedenin yalnızca onun konuşmasını sağlamak olduğunu açıklamak zorunda hissettim kendimi.

Tanıştığımızdan beri konuşmaktan başka bir şey yapmadığını, Nagual’ın onu konuşmaya alıştırdığını, kendi görevinin de benimkiyle aynı olduğunu, insanlar dünyasında bulunmak olduğunu söyledi.

"Söylediğimiz her şey," diye sürdürdü, "insanlar dünyasının bir yansımasıdır. Ziyaretin sona ermeden önce böyle konuşmanın, böyle davranmanın tek nedeninin insan biçimine tutunmak olduğunu anlayacaksın. Tıpkı birbirlerini öldürmek için savaşırlarken Genarolarm ve kız kardeşlerin biçimlerine tutundukları gibi."

"Ama hepinizin Pablito, Nestor ve Benigno ile işbirliği yapmanız gerekmiyor mu?"

"Genaro ve Nagual her birimize birlikte uyum içinde yaşamamız, birbirimizi korumamız gerektiğini çünkü hayatta yalnız olduğumuzu söylediler. Pablito dördümüze göz kulak olmak için görevlendirildi ama o bir korkak. Ona kalsa bizim köpekler gibi ölmemize göz yumar. Gerçi Nagual buradayken Pablito bize çok iyi davranır, bize göz kulak olurdu Bizle kendi karılarıymışız gibi ilgilendiği için herkes onunla dalga geçer, şakalar yapardı. Nagual ve Genaro gitmeden kısa bir süre önce ona bir gün Nagual olmak için çok iyi bişans yakaladığını, çünkü bizim onun dört rüzgârı, dört köşesi olabileceğimizi söylediler. Pablito bunu bir görev bildi ve o andan sonra da çok değişti. Dayanılmaz biri olup çıktı. Gerçekten karılarıymışız gibi bize emirler yağdırmaya başladı.

"Nagual’e Pablito’nun ne kadar şansı olduğunu sordum O da bana bir savaşçının dünyasında her şeyin kişisel erke, kişisel erkin de kusursuzluğa bağlı olduğunu bilmem gerektiğini söyledi. Eğer Pablito kusursuz olsaymış bir şansı olabilirmiş. Bunu duyunca güldüm. Pablito’yu çok iyi tanıyordum Ama Nagual bu ihtimali pek hafife almamam gerektiğim söyledi. Ne kadar küçük olursa olsun savaşçıların her zaman bir şansı varmış. Böylece benim de bir savaşçı olduğumu görmemi, düşüncelerimle onu engellememem gerektiğim anlamamı sağladı. Onun hakkında düşünmeyi bırakmam, ne yapacaksa yapmasına izin vermem gerektiğini söyledi. Benim için kusursuz olan davranış onun hakkında birçok şey bilmeme rağmen ona yardım etmemdi.

"Nagualin dediklerini çok iyi anladım. Hem zaten benim Pablito’ya bir borcum da vardı. Ona yardım etme şansını kabul ettim. Ama bir taraftan da biliyordum ki ne kadar yardım edersem edeyim başaramayacaktı. Baştan beri bir Nagual olabilmek için gereken özelliklerin onda bulunmadığını biliyordum. Pablito çocuk gibidir, yenilgisini kabul etmek istemez. Kusursuz olamadığı için üzülür, ama Nagual gibi olmak için çabalar durur aklınca.

"Nasıl başarısız oldu?"

"Nagual gider gitmez, Pablito, Lidia ile ölümcül bir kavgaya tutuştu. Yıllarca önce Nagual ona sadece görünüş icabı Lidia’nın kocası olma görevini vermişti. Etraftaki insanlar onun Pablito’nun karısı olduğunu düşünürlerdi. Lidia ise ondan hiç hoşlanmazdı. O çok serttir. İşin aslı Pablito ondan ölesiye korkardı hep. Hiç iyi geçinemezlerdi; sadece Nagual burada olduğu için birbirlerine toleranslı davranıyorlardı. Nagual gidince Pablito daha da delirdi, bizi karıları yapmak için yeterince kişisel erk sahibi olduğuna inandı. Üç Genaro bir araya gelip Pablito’nun ne yapması gerektiğini tartıştılar ve ilk olarak en sert kadını, Lidia’yı alması gerektiğine karar verdiler. Kız yalnız kalana dek bekleyip üçü birden eve girerek onu kollarından yakaladılar, yatağın üstüne fırlattılar. Pablito kızın üzerine çıktı. Lidia önce şaka yaptıklarını sandı ama ciddi olduklarını anlayınca Pablito’nun tam alnının ortasına kafasıyla vurdu. Neredeyse öldürüyordu onu. Genarolar hemen kaçtılar, Nestor da Pablito’nun yaralarını iyileştirmek için aylarca uğraştı."

"Anlamalarını sağlamak için yapabileceğim bir şey var mı?"

"Hayır. Malesef onların problemi anlamak değil. Her şeyi gayet iyi anlıyor altısı birden. Asıl sorun başka bir şey, kimsenin onlara yardım edemeyeceği kadar çirkin bir şey. Değişmek için çaba sarf etmiyorlar. Ne kadar denerlerse denesinler, bunu ne kadar isterlerse istesinler, değişmeye ne kadar gereksinim duyarlarsa duysunlar değişmeyi başaramayacaklarını bildikleri için denemeyi tamamen bıraktılar. Bu yenilgilerimiz karşısında düş kırıklığına uğramamız kadar yanlış bir şey. Nagual her birine, kadın ya da erkek bir savaşçının insan biçimini korkutmak, onu titretmek için kusursuz bir şekilde değişmeye çabalamaları gerektiğini söylemişti. Yıllarca süren kusursuzluk döneminden sonra, demişti Nagual, bir gün gelecek, artık biçim buna dayanamaz olacak ve tıpkı beni terk ettiği gibi sizi de terk edecek. Bunu yaparken tabii ki bedene zarar verebilir, hatta onu öldürebilir bile Ama kusursuz bir savaşçı her zaman hayatta kalır."

Ön kapı aniden çalınınca la Gorda’nm sözü kesildi. La Gorda ayağa kalkıp kapının sürgüsünü açmaya gitti. Gelen Lidia idi. Beni resmi bir tavırla selamladı ve la Gorda’dan onunla gelmesini istedi. Birlikte çıkıp gittiler. Yalnız kalmak hoşuma gitmişti. Saatlerce notlarımın üstünde çalıştım. Yemek yediğimiz açık hava mutfağı serindi ve çok iyi ışık alıyordu.

La Gorda öğle vakti geri döndü. Bir şeyler yemek isteyip istemediğimi sordu. Aç değildim ama yemem için ısrar etti Dostlarla ilişkiye geçmenin insanı kuvvetten düşüren bir şey olduğunu, kendisinin çok acıktığını söyledi. Yemekten sonra oturduk, tam ben "rüya görme" hakkında bir şeyler sormaya hazırlanıyordum ki ön kapı gürültüyle açıldı ve Pablito içeri girdi. Soluk soluğaydı. Koşmuş olduğu belliydi, çok büyük bir heyecan içindeymiş gibi görünüyordu. Bir süre kapıda durup biraz soluklandı. Pek değişmemişti. Belki biraz daha yaşlı, kilolu ya da daha kaslı görünüyordu. Yine de hâlâ ince, uzundu. Gözlerindeki kahverengilik yüzündeki belli belirsiz endişe ifadesiyle belirginleşmişti. Onu o cezbeden gülümsemesiyle hatırlıyordum. Bana bakarak gülümsüyordu, gülümsemesi her zamankinden çekiciydi. Oturduğum yere koşup hiçbir şey söylemeden beni bileklerimden kavradı. Ayağa kalktım. Sonra beni hafifçe sarsıp kucakladı. Ben de onu görmekten çok mutlu olmuştum. İçimde çocukça bir sevinçle hop oturup hop kalkıyordum. Ona ne diyeceğimi bilemiyordum. Sonunda sessizliği o bozdu.

"Maestro," dedi hafifçe, bana selam verirmiş gibi başını sallayarak.

Öğretmen anlamına gelen "Maestro" sözcüğü beni şaşırttı. Arkamda duran birini arıyormuşum gibi arkamı döndüm. Bilerek hareketlerimi abartıyor, şaşkınlığımı fark etmesini sağlamak istiyordum. Gülümsedi. Aklıma gelen tek şey burada olduğumu nasıl bildiğini sormaktı.

Cvp: BÖLÜM 4 – GENAROLAR

Kendisinin, Nestor ve Benigno’nun çok garip bir his yüzünden geri dönmeye zorlandıklarını, gece gündüz hiç durmadan koştuklarını söyledi. Nestor onları buraya çeken hissin ne olduğunu aydınlatacak bir şey var mı diye bakmak için evlerine gitmiş. Benigno, Soledad’ın evine, kendisi de buraya gelmiş.

"Tam on ikiden vurdun, Pablito," dedi la Gorda gülerek.

Pablito yanıt vermedi. Gözlerini kadına dikmişti.

"Eminim beni dışarı atmak için kendini hazırlamakla meşgulsündür," dedi Pablito sesinde büyük bir kızgınlık ifadesiyle.

"Benimle kavga etme, Pablito," dedi Gorda sakin sakin.

Pablito bana dönüp özür diledi ve sanki evde onu duyacak başka biri varmış gibi yüksek bir sesle üzerine oturmak için kendi taburesini getirdiğini, onu nereye isterse oraya koyabileceğini ekledi.

"Buralarda bizden başka kimse yok," dedi la Gorda yumuşak bir sesle ve kıkırdadı.

"Ben gidip taburemi getireyim," dedi Pablito. "Bir sakıncası yok, değil mi Maestro?"

La Gorda’ya baktım. Ayağının ucuyla bana neredeyse hiç fark edilmeyecek bir devam et mesajı verdi.

"Git getir. İstediğin şeyi getirebilirsin," dedim.

Pablito dışarı çıktı.

"Hepsi böyle bunların." dedi la Gorda. "Üçü de böyle."

Biraz sonra Pablito sırtında garip bir tabureyle geri döndü. Tabure sırtının eğimine uygun bir şekilde yapılmıştı, bu yüzden onu ters dönmüş şekilde sırtında taşırken tabure bir sırt çantasını andırıyordu.

"Onu yere koyabilir miyim?" diye sordu bana.

"Tabii," diye yanıtladım, yer açmak için sırayı geri çekerek.

"Sen Nagual değil misin?" diye sordu, sonra Gorda’ya bakıp ekledi, "Yoksa emir almak için beklemek zorunda mısın?"

"Ben Nagual’ım," diye uydurdum onunla dalga geçmek için.

La Gorda ile kavga etmek üzere olduğunu hissettim, bunu la Gorda da sezmiş olmalıydı ki özür dileyerek arka bahçeye
çıktı.

Pablito taburesini yere koydu, sanki bedenimi inceliyormuş gibi etrafımda dolandı. Alçak sırtlıklı küçük taburesini eline alıp döndürdü ve ata biner gibi otururken ona maksimum konfor sağlamak için yapılmış taburesinin sırtlık kısmına kıvrık kollarını dayadı. Ben de yüzüm ona dönük oturdum.

La Gorda gittiğinden beri ruh hali çok değişmişti.

"Böyle davrandığım için senden af dilemeliyim," dedi gülümseyerek. "Ama o cadıdan kurtulmam gerekiyordu."

"O kadar kötü biri mi, Pablito?"

"Emin ol öyledir," diye yanıtladı.

Konuyu değiştirmek için çok iyi göründüğünü söyledim.

"Sen de çok iyi görünüyorsun, Maestro," dedi.

"Nedir bu beni Maestro diye çağırma saçmalığı?" diye sordum şakacı bir ses tonuyla.

"Her şey değişti artık," diye yanıtladı. "Artık yeni bir âlemdeyiz ve Tanık da artık senin Maestro olduğunu söylüyor. Tanık yanlış bir şey söylemez. Sana bütün hikâyeyi kendisi anlatacak. Kısa bir süre için buraya gelecek ve seni yeniden gördüğü için çok sevinecek. Herhalde şimdiye kadar senin buraya geldiğini hissetmiştir. Dağlardan geri dönerken hepimiz gelmek üzere yola çıkmış olduğun hissine kapılmıştık ama çoktan gelmiş olduğunu hissetmemiştik."

Ben de ona, yalnızca kendisini ve Nestor’u görmek için geldiğimi, çünkü don Juan ve don Genaro’yla son buluşmamızla ilgili olarak bir tek onlarla konuşabileceğimi, bu son buluşmanın bende yarattığı belirsizlikleri aydınlatmanın benim için her şeyden önemli olduğunu söyledim.

"Biz birbirimize bağlıyız," dedi. "Yardımcı olmak için elimden geleni yaparım. Bunu biliyorsun. Ama seni uyarmalıyım, arzu ettiğin kadar güçlü olmayabilirim. Belki de konuşmamak daha iyi olur. Ama öte yandan eğer konuşmazsak hiçbir şey anlayamayız."

Düşünüp tartarak sorularımı büyük bir dikkatle ortaya koydum. İçinde bulunduğum mantıksal durumun temelinde bir tek önemli meselenin olduğunu açıkladım ona.

"Söyler misin Pablito," dedim. "Biz gerçekten, bedenlerimizle o boşluğa atladık mı?"

"Bilmiyorum," dedi. "Gerçekten hiç bilmiyorum."

"Ama sen de benimle oradaydın."

"Asıl mesele de bu ya. Orada mıydım acaba?"

Üstü kapalı yanıtlarına sinirlenmiştim. Sanki onu sarssam ya da sıkıştırsam içindeki bir şeyler dışarı fırlayacaktı. Bana öyle geliyordu ki çok değerli bir bilgiyi kasten saklıyordu. Tamamen güvene dayalı bir bağımız varken benden bir şeyler gizlemesine karşı çıktım. Suçlamamı sessizce reddedermişçesine başını salladı. Atlayışı yapmamızdan hemen önce don Juan ve don Genaro’nun bizi son saldırı için hazırladıkları zamandan başlayarak bana her şeyi iyice anlatmasını istedim ondan. Pablito’nun anlattıkları oldukça karışık ve tutarsızdı. Biz boşluğa atlamadan önceki son dakikalara dair hatırladığı tek şey, don Juan ve don Genaro’nun ikimize hoşça kal deyip karanlıkta kayboldukları, bundan sonra gücünü tamamen kaybettiği, neredeyse burnunun üstüne düşecek gibi olduğu, benim kollarından tutup uçurumun kenarına getirdiğim ve sonra her şeyin karardığı idi.

"Gözlerin karardıktan sonra ne oldu, Pablito?"

"Bilmiyorum."

"Rüya ya da başka türlü görüntüler gördün mü? Ne gördün?"

"Hatırladığım kadarıyla hiç görüntü gelmedi gözümün önüne. Geldiyse bile dikkatimi onlara verecek durumda değildim. Kusursuzluktan çok uzak olduğum için bunları hatırlamam imkânsız."

"Peki, sonra ne oldu?"

"Genaro’nun eski evinde uyandım. Oraya nasıl gittiğimi bilmiyorum."

Bir süre sesiz kaldı, bu süre içinde ben de soracak bir soru, ortaya atacak bir fikir ya da eleştirel bir söz bulmak, söylediklerine yeni bir şeyler eklemek için zihnimi durmadan zorluyordum. Öyleyken, Pablito’nun anlattıklarından hiçbiri bana neler olduğunu açıklamak için yeterli değildi. Kendimi aldatılmış hissediyordum. Neredeyse kızgınlık duyuyordum ona. Pablito’ya ve kendime duyduğum acımayla çok büyük bir düş kırıklığının karışımıydı hissettiklerim.

"Seni düş kırıklığına uğrattığım için üzgünüm." dedi.

Sözlerine karşı ilk tepkim hemen duygularımı gizlemek ve kesinlikle düş kırıklığına uğramadığıma onu inandırmaya
çalışmak oldu.

"Ben bir büyücüyüm," dedi gülerek. "Pek iyi bir büyücü değilim belki ama bedenimin bana söylediklerini anlayacak kadar iyiyim en azından. Ve şu anda bedenim bana senin bana kızdığını söylüyor."

"Ben kızgın falan değilim Pablito," diye bağırdım.
"Bunu mantığın söylüyor, bedenin değil," dedi. "Bedenin kızgın. Ama mantığın bana sinirlenmek için bir neden göremiyor ortada. İki ateş arasında kalıyorsun böylece. En azından bu durumu ortadan kaldırabilirim. Bedenin benim kusursuz biri olmadığımı, sana ancak kusursuz bir kişinin yardımcı olacağını biliyor. Bedenin bana kızgın çünkü benim kendimi harcadığımı hissediyor. Bunu kapıdan girdiğim andan beri çok iyi biliyorum."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Yüz yüze geldiğim gerçeklerin içinde boğuluyordum sanki. Belki de bedenimin her şeyi bildiğini söylerken haklıydı. Hiç olmazsa açıkça konuşarak beni duygularımla yüz yüze getirmiş ve bu da usanmışlığımı biraz törpülemişti. Pablito’nun bana yalnızca oyun oynamadığını düşünmeye başladım. Bu kadar açık sözlü ve cesur olabildiğine göre söylediği gibi güçsüz biri olmasının imkânsız olduğunu söyledim ona.

"Benim güçsüzlüğüm arzuları olan bir insan olmamdandır," dedi neredeyse fısıldarcasma. "Öyle bir noktaya geldim ki artık sıradan bir adam olarak yaşamayı istiyorum. İnanabiliyor musun buna?"

"Ciddi olamazsın Pablito," diye bağırdım.

"Ciddiyim," dedi. "İnsana korkular veren bu yük olmadan, toprağın üzerinde sıradan bir insan olarak yürüme şerefine erişmeyi arzuluyorum."

Bu düşünceyi akıl almaz buldum ve içimden tekrar tekrar ciddi olamayacağını yinelediğimi fark ettim. Pablito bana bakıp iç çekti. Ani bir endişe beni etkisi altına aldı. Pablito neredeyse ağlayacak gibiydi. İçimdeki endişe yerini başka bir duyguya bıraktı; onu çok iyi anlıyordum. İkimiz de birbirimize yardım edemiyorduk.

O sırada la Gorda mutfağa geri döndü. Pablito’ya aniden bir canlılık hâkim olmuş gibiydi. Ayağa fırlayıp tepindi.

"Ne istiyorsun?" diye bağırdı gergin bir tonla. "Ne dolaşıyorsun buralarda?"

La Gorda sanki o yokmuş gibi benimle konuştu. Kibarca Soledad’ın evine gideceğini söyledi.

"Nereye gideceğinden bize ne ki?" diye bağırdı Pablito.

"İstersen cehenneme git."

La Gorda gülerken o da şımarık bir çocuk gibi yerde tepiniyordu.

"Çıkıp gidelim bu evden, Maestro," dedi yüksek sesle.

Pablito’nun üzüntüden kızgınlığa bu kadar ani geçmesi beni şaşırtmıştı. Kendimi onu izlemeye kaptırdım. Hep takdir ettiğim yönlerinden biri zarafetiydi; yerde tepinirken bile asil bir havası vardı.

Aniden masaya doğru bir atak yaptı, neredeyse yazı takımımı elimden çekip alıyordu. Onu sol elinin baş ve işaret parmağıyla kavradı. Ben de bütün gücümü kullanarak ona iki elimle yapışmak zorunda kaldım. Öyle inanılmaz bir güçle çekiyordu ki gerçekten almak isteseydi ellerimin arasından kolayca çekip alabilirdi yazı takımını. Tutmayı bırakıp elini geri çekerken bir ara elinde bir uzantı olduğunu fark ettim. Bu öyle hızlı olmuştu ki, bana kalsa ben olayı bir göz aldanması, büyük bir güçle beni çektiği için yarı ayakta durur konuma gelmemden kaynaklanan sarsıntının sonucu olarak açıklayabilirdim. Ama artık bu insanlara alıştığım biçimde davranamayacağımı, hiçbir şeyi alıştığım biçimde açıklayamayacağımı öğrenmiştim. Bu yüzden bunu denemeye bile kalkışmadım.

"O elindeki nedir, Pablito?" diye sordum.

Şaşkınlıkla geri çekilerek elini arkasına gizledi. Yüzünde boş bir ifade vardı ve bu evden çıkmak istediğini, çünkü sersemlemeye başladığını mırıldanıp duruyordu.

La Gorda yüksek sesle gülmeye başladı. Pablito’nun da en az Josefina kadar iyi, belki de çok daha iyi bir aldatıcı olduğunu ve eğer elinde ne olduğunu söylemesi için onu sıkıştırırsam düşüp bayılacağını, Nestor’un da onu aylarca iyileştirmeye uğraşacağını söyledi.

Pablito boğulacak gibi olmuştu. Yüzü morardı. La Gorda, kayıtsız bir sesle, oyun oynamayı bırakmasını, zaten hiç seyircisi olmadığını, kendisinin evden çıkacağını, benimse pek sabırlı biri olmadığımı söyledi. Sonra bana emreden bir ses tonuyla bu evde kalmamı, Genaroların evine gitmememi söyledi.

"Neden gitmeyecekmişiz?" diye bağırarak onu engellemeye çalışıyormuş gibi önüne atladı Pablito. "Ne cüret! Maestro’ya ne yapacağını nasıl söylersin?"

"Dün gece sizin evde dostlarla bir kuvvet gösterisine giriştik," dedi Gorda açıklama yapmak istercesine. "Nagual da ben de hâlâ gücümüzü toplayamadık. Senin yerinde olsam Pablito, dikkatimi işime verirdim. İşler değişiyor. O buraya geldiğinden beri her şey çok değişti."

La Gorda ön kapıdan çıktı. Ancak o zaman ne kadar yorgun göründüğünün farkına vardım. Ayakkabıları ayağını sıkıyordu ya da belki yorgunluktan ayakları biraz aksıyordu. Ufacık, kırılgan bir kadın olmuştu. Ben de böyle yorgun görünüyor olmalıydım. Evlerinde ayna olmadığı için dışarı çıkıp arabamın dikiz aynasında kendime bakmak istedim. Eğer Pablito engel olmasaydı yapacaktım da. En dürüst ses tonuyla Gorda’nın onun bir aldatıcı olduğu konusunda söylediklerine inanmamamı istedi benden. Bu konuda endişelenmemesi gerektiğini söyledim ona.

"La Gorda’dan hiç hoşlanmıyorsun, değil mi?" diye sordum.

"Tam da üstüne bastın," dedi korkunç bir bakış fırlatarak.

"Şu kadınların ne canavar olduklarını dünyada yaşayan herkesten daha iyi bilirsin sen. Nagual bize bir gün buralara gelip onların tuzağına düşeceğini söylemişti. Tetikte olmamız, planlarına karşı seni uyarmamız için yalvardı bize. Nagual bize dörtte bir şansın olduğunu söyledi. Eğer bizim erkimiz yeterince fazlaysa seni buraya kendimiz getirecek, seni uyarıp korumuş olacaktık. Eğer erkimiz azsa tam buraya vardığımız sırada cesedinle karşılaşacaktık. Diğer bir olasılık da gelip seni o Soledad cadısının ya da o iğrenç, erkek gibi kadınların kölesi olarak bulmaktı. Dördüncü ve en zayıf olasılık da döndüğümüzde seni hayatta ve sağlıklı bulmaktı.

"Nagual hayatta kalmayı başardığın takdirde senin Nagual olacağını, artık sana güvenmemiz gerektiğini, çünkü bize ancak senin yardım edebileceğini anlatmıştı."

"Senin için her şeyi yapabileceğimi biliyorsun, Pablito."

"Sadece benim için değil. Ben yalnız değilim ki. Tanık ve Benigno da benimle beraber. Biz birlikteyiz ve sen de hepimize yardım etmelisin."

"Tabii ederim, Pablito. Bunu söylemeye gerek bile yok."

"Bu çevredeki insanlar bize hiç rahatsızlık vermiyorlar. Bizim sorunumuz bu hilkat garibeleriyle. Onlarla ne yapacağımızı hiç bilmiyoruz. Nagual ne olursa olsun onların yanından ayrılmamamız için emir verdi bize. Bana da özel bir görev vermişti ama ben başarılı olamadım. Hatırlarsın, önceleri çok mutluydum. Şimdiyse hayatımı doğru dürüst idare edemiyorum."

"Ne oldu, Pablito?"

"Şu cadılar beni evden çıkardılar. İdareyi ele alıp beni paçavra gibi dışarı atıverdiler. Artık Genaro’nun evinde Nestor ve Benigno ile beraber oturuyorum. Yemeğimizi bile kendimiz pişiriyoruz. Nagual bunun böyle olacağını biliyordu. Bu yüzden la Gorda’ya arabuluculuk yapması için görev verdi. Ama la Gorda Nagual’ın ona verdiği ismi, Yüz Kiloluk Kıç ismini hak ediyor hâlâ. Bu yıllardır onun takma adıydı çünkü yüz kiloluk tartılara çıktığı zaman ibre en tepeye çıkardı."

Pablito la Gorda’ya ilişkin bu anısına kıkırdadı.

"Görebileceğin en şişman, en pis kokan kılıksız kadındı o,” diye sürdürdü konuşmasını. "Şimdi eski halinin yarısı kadar ama kafası hâlâ o şişko, tembel kadının kafası. Bizim için hiçbir şey yapmaz. Ama artık sen burda olduğuna göre, Maestro, endişelerimiz sona erdi. Artık dörde karşı dördüz."

Araya bir sözle girmeye çalıştım ama Pablito izin vermedi.

"Şu cadılardan biri gelip beni dışarı atmadan önce söyleyeceklerimi bitirmeme izin ver," dedi gergin bir halde kapıya bakarak.

"Onların sana beşinizin de aynı olduğunuzu, çünkü beşinizin de Nagual’ın çocukları olduğunuzu söylediklerini biliyorum. Bu bir yalan! Sen de biz Genarolar gibisin. Genaro da sana ışıltını kazanman için yardım etmişti. Sen bizden birisin. Anlıyor musun? Onların söylediklerine inanma lütfen. Sen aynı zamanda bize de aitsin. Cadılar Nagual’ın bize her şeyi söylediğini bilmiyorlar. Her şeyi yalnızca kendilerinin bildiklerini sanıyorlar. Bizi iki Toltec yarattı. Biz ikisinin de çocuklarıyız. Şu cadılar..."

"Dur biraz, Pablito," dedim ellerimle ağzını kapayarak.

Benim ani hareketimden ürkmüş, öylece dikiliyordu.

"Bizi iki Toltec yarattı da ne demek oluyor?"

"Nagual bizim Toltec olduğumuzu söyledi. Hepimiz Toltec’mişiz. Toltec gizleri devralan, onları taşıyan kişiye denirmiş. Nagual ve Genaro birer Toltec’tir. Onlar bize özel ışıltılarını, gizlerini verdiler. Biz de onların gizlerini aldık, onları taşıyoruz."

Cvp: BÖLÜM 4 – GENAROLAR

Toltec sözcüğünü kullanış biçimi beni şaşırttı. Ben bu sözcüğün budunbilimsel anlamına aşinaydım. Bu bağlamda sözcük Orta ve Güney Meksika’da yaşayan, Nahuatl dilini konuşan ve kıtanın işgal edilmesi sırasında soyları tükenmiş bir kabile anlamına geliyordu.

"Bize neden Toltec adını veriyordu?" diye sordum söyleyecek başka bir şey bulamayınca.

"Biz Toltec’leriz de ondan. Bize büyücü ya da cadı demek yerine bu sözcüğü kullanıyordu."

"Eğer dediğin doğruysa sen niye kız kardeşlere ’cadılar’ diyorsun?"

"Çünkü onlardan nefret ediyorum. Bunun bizim Toltec olmamızla bir ilgisi yok."

"Nagual bunu herkese söylüyor muydu?"

"Neden söylemesin. Herkes biliyordu tabii."

"Ama bana hiç söylemedi."

"Söylemedi çünkü sen çok okumuş birisin ve aptalca konularda durmadan tartışırsın."

Yüksek sesle, zorlama bir kahkaha atıp sırtımı sıvazladı.

"Nagual sana, Tolteclerin eski zamanlarda Meksika’nın bu bölgesinde yaşayan insanlar olduğunu da söylemiş olabilir mi?" diye sordum.

"İşte gördün mü bak, bu yüzden söylememiştir sana. Yaşlı karga büyük ihtimalle onların eski insanlar olduklarını bilmiyordur."

Gülerek sandalyesinde sallandı. Gülüşü insana mutluluk veriyor, insanı coşturuyordu.

"Biz Toltecleriz, Maestro," dedi. "Herkes bunu biliyor. Benim de tek bildiğim bu. Ama eğer istiyorsan Tanık’a sorabilirsin. O biliyordur. Ben ilgimi uzun zaman önce kaybettim."

Ayağa kalkıp ocağa doğru ilerledi. Ben de onu izledim. Kısık ateş üstünde duran yemek dolu tencereyi inceledi. Bu yemeği kimin yaptığını sordu bana. La Gorda’nm yaptığından emindim ama bilmediğimi söyledim. Bir köpek gibi kesik kesik nefesler alarak yemeği dört beş kez kokladı. Sonra burnunun ona bu yemeği la Gorda’nın yaptığını fısıldadığını açıkladı. Yemekten yiyip yemediğimi sordu. Ben de o gelmeden az önce yemekten kalktığımı söyledim. Bunun üstüne raftan bir tabak alıp tabağı iyice doldurdu. Yalnızca la Gorda’nın yaptığı yemeği yemem ve kendisi gibi yalnız onun tabağını kullanmam konusunda ciddi önerilerde bulundu. La Gorda’nın ve kız kardeşlerin bana yemeğimi diğer tabaklardan ayrı duran siyah bir tabakta getirdiklerini söyledim. Pablito bu tabağın Nagual’a ait olduğunu belirtti. Birlikte masaya döndük. Yemeğini çok yavaş yiyor ve hiç konuşmuyordu.

Yemek yemeye kendini bu kadar vermesi bana diğerlerinin de aynı şeyi yaptıklarını hatırlattı: Tam bir sessizlik içinde yiyorlardı yemeklerini.

"La Gorda harika bir aşçıdır," dedi yemeğini bitirirken. "Bana yemek yapardı. Ama bu yıllar önce, benden nefret etmeden, bir cadı, yani bir Toltec olmadan önceydi."

Bana bakarken gözlerinde bir ışık yanıp söndü, sonra gözlerini kırptı. Bana la Gorda’nın birinden nefret edebilecek bir kadın gibi gelmediğini söylemek zorunda hissettim kendimi. "Biçimini kaybettiğini biliyor mu?" diye sordum.

"Büyük saçmalık!" diye bağırdı.

Yüzümdeki şaşkınlık ifadesini tartmak ister gibi beni süzdü, sonra başını kolunun altına saklayarak utanmış bir çocuk gibi kıkırdamaya başladı.

"Şey, aslında bunu başardı," diye ekledi. "Gerçekten harikadır."

"O zaman niye hoşlanmıyorsun ondan?"

"Sana güvendiğim için bir şey söyleyeceğim sana, Maestro. Aslında ondan hoşlanmıyor değilim. O herkesten iyi. O Nagual’ın kadını. Böyle davranıyorum çünkü beni pohpohlamasını istiyorum. Öyle de oluyor. Bana hiç kızmıyor. Ona her şeyi yapabilirim. Bazen büyülenip fiziksel güç kullanmak, ona vurmak istiyorum. Tıpkı Nagual’ın yaptığı gibi şaşırıp geri çekiliyor. Bir dakika sonra ne yaptığımı hatırlamıyor bile. İşte sana gerçekten biçimi olmayan bir savaşçı. Bunu herkese yapıyor. Ama geriye kalan herkes zavallı. Kötü savaşçılarız. O üç cadı bizden nefret ediyor, biz de onlardan."

"Siz büyücüsünüz, Pablito. Bu çekişmeye bir son veremiyor musunuz?"

"Tabii ki verebiliriz. Ama vermek istemiyoruz. Ne yapmamızı bekliyorsun, kardeş kardeş yaşayıp gitmemizi mi?"

Ne diyeceğimi bilemedim.

"Onlar Nagual’ın kadınlarıydılar," diye sürdürdü konuşmasını. "Ve herkes onları benim almamı bekliyordu. Tanrı aşkına, bunu nasıl başarabilirim ki! Biriyle yapmayı denedim ama pis cadı bana yardımcı olmak yerine beni neredeyse öldürüyordu. Şimdi bu kadınların hepsi sanki bir suç işlemişim gibi peşimdeler. Bütün yaptığım Nagual’ın talimatlarına uymaktı. Bana hepsini birden elimde tutabilene kadar her biriyle, teker teker çok yakın ilişkiye girmemi söylemişti. Ama ben biriyle bile ilişkiye giremedim."

Ona annesi, doña Soledad ile ilgili bir soru sormak istedim ama onu bu konuşmanın içine nasıl sokacağımı bilemedim. Bir süre sessiz kaldık.

"Sana yaptıkları yüzünden mi nefret ediyorsun onlardan?" diye sordu aniden.

Bu şansı kullandım.

"Hayır," dedim. "La Gorda bana bunu neden yaptıklarını açıkladı. Ama doña Soledad’m saldırısı gerçekten korkutucuydu. Onu görüyor musun?"

Yanıt vermedi. Tavana bakarak sorumu yineledi. O zaman gözlerinin yaşlarla dolduğunu fark ettim. Bedeni sessiz hıçkırıklarla sarsılıp titriyordu. Bir zamanlar, kuşkusuz benim de hatırlayacağım gibi, harika bir annesi olduğunu söyledi. İki çocuk yetiştirmiş, onlara bakabilmek için eşek gibi çalışmış, Manuelita adında kutsal bir kadındı. Onu seven, onu büyüten bu anneye çok derin bir hürmet duyuyordu. Ama korkunç bir gün gelip çatmış ve kadının talihi dönmüştü, Genaro ve Nagual’ı tanıma talihsizliğini yaşamıştı kadın. İkisi, Pablito’nun hayatını mahvetmişlerdi. O iki şeytan annesinin ve kendisinin ruhlarını almış, Manuelita’sını öldürüp arkada şu korkunç Soledad cadısını bırakmışlardı. Yaşlarla dolu gözlerini bana dikti ve o iğrenç kadının annesi olmadığını söyledi. Manuelita’sı olamazdı o kadın.

Kendini tutamadan hıçkırdı. Ne diyeceğimi bilemedim. Duygusal patlaması öylesine içtendi, tartışmasını yaptığı şeylerde öyle bir doğruluk payı vardı ki hislerimin gelgitleri beni tamamen etkisi altına aldı. Biraz olsun medeni bir insan gibi düşünürsem ona hak vermek zorundaydım. Pablito’nun don Juan ve don Genaro’nun yoluna girmesi gerçekten büyük bir talihsizlikti onun için.

Kolumu omzuna attım, ben de ağlayacak gibi oldum. Uzun bir sessizlikten sonra kalkıp arka tarafa gitti. Burnunu sümkürüp bir kabın içindeki suyla yüzünü yıkadığını duydum. Döndüğünde biraz daha sakinleşmişti. Hatta gülümser gibiydi.

"Beni yanlış anlama, Maestro," dedi. "Bana olanlar için kimseyi suçlamıyorum. Bu benim kaderimdi. Nagual ve Genaro olması gerektiği gibi, kusursuz savaşçılar gibi davrandılar. Ben güçsüz biriyim, hepsi bu. Görevlerimi başarıyla yerine getiremedim. Nagual, o korkunç cadının saldırısından kurtulmak için tek şansımın dört rüzgârı yakalayıp onları dört köşeme yerleştirmek olduğunu söylemişti. Ama bunu başaramadım. O kadınların hepsi Soledad cadısı ile ortak oldukları için bana yardım etmek istemediler. Ölmemi istediler.

"Ayrıca Nagual eğer başarısız olursam senin de bana yardım edemeyeceğini söylemişti. Eğer o kadın seni öldürürse yaşamak için buralardan kaçmam gerektiğini anlattı. Ama yola kadar ulaşabileceğimden bile ümidi yoktu. Senin erkinle o cadının bildikleri bir araya gelince onun eşsiz bir büyücü olacağını ekledi. Bu yüzden dört rüzgârı yakalama işinde başarısız olduğumu anlayınca kendimi ölmüş saydım. Ve doğal olarak o kadınlardan nefret ettim. Ama bugün, Maestro, sen bana yeniden ümit verdin ."

Ona, annesine duyduğu hislerin beni derinden etkilediğini söyledim. Aslında ben kendim de annesine olanlar karşısında dehşete düşmüştüm ama Pablito’ya yeni ümitler verebileceğim konusunda gerçekten şüpheliydim.

"Ama verdin!" diye bağırdı kendinden çok emin bir tonla. "Bütün bu zaman boyunca kendimi berbat hissediyordum. Kendi annenin elinde bir kazmayla arkandan koşması kimseyi mutlu edecek bir şey değildir. Ama şimdi bu yoldan çıktı; böyle olması için ne yaptınsa sana minnettarım. "O kadınlar benden nefret ediyorlar çünkü benim bir korkak olduğuma inanmışlar. Birbirimizden çok farklı olduğumuzu o kalın kafalarına sokamıyorlar bir türlü. Sen ve o dört kadın benden, Tanık ve Benigno’dan bir tek önemli noktada ayrılıyorsunuz. Beşiniz de Nagual sizi bulmadan ölü sayılırdınız. Bir keresinde senin kendini öldürmeyi denediğini bile söylemişti bize. Bizse öyle değildik. Biz yaşam dolu, mutlu ve sağlıklıydık. Biz sizin tam tersinizdik. Siz çaresiz insanlardınız; biz değildik. Eğer Genaro yoluma çıkmasaydı ben bugün mutlu bir marangoz olacaktım. Ya da belki ölmüş olacaktım. Bunun önemi yok. Yapabileceğimi, benim için iyi olanı yapacaktım."

Sözleri garip bir biçimde içime işledi. O kadınların da, benim de çaresiz insanlar olduğumuz konusunda söylediklerini kabul etmek zorundaydım. Eğer don Juan’la karşılaşmasaydım şüphesiz şimdiye kadar ölmüş olacaktım ama Pablito’nun dediği gibi iki yolun da benim için iyi olduğunu söyleyemiyordum. Don Juan bedenime yaşam ve canlılık, ruhuma da özgürlük getirmişti.

Pablito’nun sözleri bana, benim arkadaşım olan yaşlı bir adamdan bahsederken don Juan’ın dediklerini hatırlattı. Don Juan gayet anlayışlı bir havayla yaşlı adamın ölmesinin ya da yaşamasının pek de önemli olmadığım söylemişti. Don Juan’ın adamın yaşamını fazlalık olarak görmesine biraz darılmıştım. Kuşkusuz yaşlı bir adamın yaşamasının ya da ölmesinin hiçbir önemi olmadığını, aslında dünyadaki hiçbir şeyin genel olarak pek bir önemi olmadığını, olayların yalnızca kişiler için önem taşıdığını söylemiştim ona.

"İşte sen de söyledin," diye bağırdı. "Benim söylemek istediğim de buydu. Yaşlı adamın yaşaması ya da ölmesi ona kişisel olarak hiçbir şey ifade etmiyordu. 1929’da ya da 1950’de ölebilirdi, yahut doksan beş yaşına kadar yaşayabilirdi. Bunun hiç önemi yoktu. Her şey anlaşılmaz şekilde birdi onun için."

Don Juan’la tanışmadan önce benim hayatım da aynı böyleydi. Hiçbir şeyin önemi yoktu benim için. Bazı şeyler beni etkilemiş gibi davranıyordum ama bu sadece duyarlı bir adam gibi görünmek için oynadığım hesaplı bir oyundu. Pablito konuşunca düşüncelerim bölündü. Beni kırıp kırmadığını öğrenmek istiyordu. Kırmadığını söyledim. Konuşmayı yeniden başlatmak için don Genaro’yla nerede tanıştığını sordum.

"Kaderimde patronumun hastalanması varmış," dedi. "Ben de onun mekânına, kasabadaki pazar yerine, yeni açılacak bir reyonu yapmaya gittim. Orada iki ay çalıştım. Orada çalışırken reyonların sahibinin kızıyla tanıştım. Birbirimize âşık olduk. Babasının standını diğer standlardan biraz daha geniş inşa ediyordum ki kız kardeşi kasada durup müşterilerle ilgilenirken tezgâhın altında rahatça sevişebilelim. "Bir gün Genaro karşı sıradaki perakendeciye bir torba dolusu tıbbi bitkiler getirdi ve o ikisi konuşurken karşıdaki çadırın sallandığını fark etti. Standa dikkatle baktı ama tek görebildiği yarı uyuklar vaziyette sandalyesinde oturan kız kardeşti. Adam Genaro’ya çadırın her gün bu saatler de sallandığını söyledi. Ertesi gün Genaro Nagual’ı yanında getirdi ve tabii ki o gün de çadır sallanıyordu. Ertesi gün yine geldiler ve çadırın yine sallandığını gördüler. O zaman ben ordan çıkana kadar beklediler. İşte o gün onlarla arkadaşlık kurdum. Bir süre sonra Genaro bana şifalı bitkiler sattığını söyleyip benim için, hiçbir kadının dayanamayacağı bir karışım yapmayı önerdi. Kadınları sevdiğim için önerisini hemen kabul ettim. Sonunda iksiri yaptı ama tam on yılını aldı bu. Bu süre zarfında onu çok iyi tanımıştım. Kendi kardeşim olsa onu bu kadar sevemezdim. Şimdi onu deli gibi özlüyorum. Görüyorsun ya beni tuzağa düşürdü. Bazen böyle olduğu için mutlu oluyorum, bazen de içerliyorum ona."

"Don Juan bana büyücülerin birini seçmeden önce bir yora görmeleri gerektiğini söylemişti. Böyle bir şey oldu mu, Pablito?"

"Evet. Genaro çadırın sallandığını görünce meraklandıklarını, sonra da iki kişinin tezgâhın altında seviştiğini gördüklerini söylemişti bana. Oturup sevişenlerin ortaya çıkmalarını beklemiş, onların kim olduklarını görmek istemiş. Bir süre sonra kız tezgâhın önünde belirmiş ama Genaro beni gözden kaçırmış. Gözlerini benim üstüme dikmekte çok kararlı olmasına rağmen beni gözden kaçırmasının oldukça garip olduğunu düşünmüş. Ertesi gün Nagual’la beraber geldiğinde yine iki kişinin seviştiğini görmüşler ama tam yakalayacakları sırada ikisi de gözden kaçırmışlar beni. Bir sonraki gün geldiklerinde Genaro çadırın arkasına dolaşmış, Nagual ise ön tarafta beklemiş. Ben sürünerek dışarı çıkmak isterken Genaro’ya çarptım. Hâlâ yan duvara açtığım o kare deliği örten bezin arkasında olduğum için beni görmediğini sanıyordum. Perdenin arkasında küçük bir köpek olduğunu zannetsin diye havlamaya başladım. Buna karşılık o da hırıldayıp havladı ve beni öteki tarafta kocaman azgın bir köpek olduğuna inandırdı. O kadar korktum ki aksi yöne doğru kaçtım ve bu kez Nagual’a çarptım. Eğer sıradan bir adam olsaydı o hızla onu yere düşürürdüm ama aksine o beni bir çocuğu kaldırır gibi havaya kaldırdı. Tam anlamıyla hayrete düşmüştüm. Yaşlı bir adam olmasına rağmen gerçekten çok güçlüydü. Böyle bir adamın benim için kütükleri taşıyabileceğini düşündüm. Ayrıca beni tezgâhın altından çıkarken gören bu adamların gözünde itibarımı kaybetmek istemiyordum. Benim için çalışıp çalışmayacağını sordum. Olur dedi. Hemen o gün dükkâna gidip asistanım olarak çalışmaya başladı. İki ay boyunca her gün çalıştı. Bu iki şeytana karşı hiç şansım kalmamıştı anlayacağın."

Don Juan ’ın Pablito’yla çalışması bana aşırı derecede komik ve aykırı geldi. Pablito don Juan’ı sırtında kütükleri taşırken taklit etmeye başladı. Pablito’nun en az Josefina kadar iyi bir oyuncu olduğunu kabul etmek zorundaydım.

"Neden bunca zahmete girdiler, Pablito?"

"Beni tuzağa düşürmek zorundaydılar. Arkalarından öylece gidebileceğimi düşünmüyorsun değil mi? Hayatım boyunca büyücüler, hekimler, cadılar ve ruhlar hakkında bir sürü şey duymuştum ama tek kelimesine bile inanmıyordum bunların. Bu konulardan konuşan insanların hepsi aptaldı. Eğer Genaro bana kendisinin ve arkadaşının büyücü olduğunu söyleseydi onları siler atardım. Ama benden daha zekiydiler. O iki tilki gerçekten çok kurnazdı. Hiç acele etmediler. Genaro benim için yirmi yıl bile bekleyeceğini söylemişti bir kez. İşte bu yüzden Nagual benim yanımda çalışmaya başladı. Ondan bunu ben istedim, yani anahtarı onlara teslim eden bendim.

"Nagual sessiz ve gayretli bir işçiydi. O zamanlar alçak bir herif olduğum için onu aldattığımı sanıyordum. Nagual’in yaşlı, aptal bir Yerli olduğunu düşündüğüm için patrona büyükbabam olduğunu söyleyeceğimi, aksi halde patronun onu işe almayacağını, bunun karşılığında da maaşının bir bölümünü alacağımı söyledim ona. Nagual bunu kabul etti. Her gün kazandığı bir avuç pesonun bir bölümünü de bana verdi."

"Patronum büyükbabamın çalışmasından çok etkilenmişti çünkü yaşlı adam gerçekten çok çalışıyordu. Ama öbür çalışanlar onunla alay ediyorlardı. Bilirsin, zaman zaman bütün eklemlerini çatırdatma huyu vardır. Dükkânda ne zaman bir şey taşısa eklemlerini çatırdatıyordu. Doğal olarak dükkândakiler çok yaşlı olduğu için bir şey taşırken bütün bedeninin gacırdadığını düşünüyorlardı."

"Sanki gerçek büyükbabammış gibi üzülüyordum onun için. Ama o zamana kadar Genaro benim hırslı yanımı keşfetmişti. Nagual’ı onu böyle boğa gibi güçlü yapacak özel formüllü bir şeylerle beslediğini söyledi bana. Her gün bir demet ezilmiş yeşil yaprak getirip ona veriyordu. Karışımını ona vermezse onun bir hiç olacağını söylüyordu. Bunu bana kanıtlamak için iki gün hiçbir şey getirmedi. O yeşil şeyler olmadan Nagual sıradan, yaşlı bir adam oluyordu. Genaro kadınların beni sevmesi için benim de o karışımı kullanabileceğimi söyledi bana. Tabii çok ilgilendim. O da karışımı yapması için ona yardım edip arkadaşına bunu ulaştırmamı önerdi. Bir gün bana kazandığı Amerikan paralarını gösterip ilacını bir Amerikalıya sattığını söyledi. Böylece oltaya gelip ortağı oldum."

"Ortağım Genaro ile büyük planlarımız vardı. Bir dükkânım olması gerektiğini, formülü sayesinde kazanacağım parayla her şeyi yapabileceğimi söylüyordu bana. Bir dükkân satın aldım ve parasını ortağım verdi. Çılgına dönmüştüm. Onun esaslı bir ortak olduğunu anlayıp o yeşil şeyleri yapmaya koyuldum."

Karışımı yaparken Genaro’nun psikotropik bitkiler kullandığına dair garip bir inanç besliyordum. Pablito’nun itaat etmesini sağlamak için onu kandırıp bitkileri yutturduğunu düşünüyordum.

"Sana erk bitkileri verdi mi, Pablito?" diye sordum.

"Tabii," dedi. "Bana o yeşil şeylerden verdi. Tonlarca yedim o bitkilerden."

Don Juan’ın don Genaro’nun kapısında nasıl uyuşuk uyuşuk oturduğunu, o karışım dudaklarına değdikten sonra nasıl canlandığını taklit ederek anlattı Pablito. Böyle bir değişimi gördükten sonra kendini onu denemek zorunda hissettiğini söyledi.

"Nelerden oluşuyordu o formül?" diye sordum.

"Yeşil yapraklardan," diye yanıtladı. "Bulabildiği her türlü yeşil yaprağı kullanıyordu. İşte böyle bir şeytandı Genaro. Formülünden bahsedip durur, beni katılana kadar güldürürdü. Tanrım, ne güzel günlerdi."

Tedirginlikle güldüm. Pablito başını iki yana sallayarak birkaç kez boğazını temizledi. Ağlamamak için kendini zor
tutuyormuş gibiydi.

"Söylediğim gibi, Maestro," diye sürdürdü, "beni hırsım sürüklüyordu. O yeşil karışımı yapmayı öğrendikten sonra ortağıma tekmeyi vurmayı planlıyordum gizlice. Genaro planlarımı baştan beri biliyor olmalıydı. Gitmeden önce bana sarılıp planımı gerçekleştirme zamanımın geldiğini, artık karışımı yapmayı öğrendiğime göre ortağımı defetmem gerektiğini söyledi."

Pablito öylece ayakta duruyordu. Gözleri yaşlarla dolmuştu.

"O Genaro alçağı," dedi yumuşak bir sesle. "Pis şeytan. Onu gerçekten sevdim. Ve böyle korkak bir adam olmasaydım şimdi onun karışımını yapıyor olurdum."

Altık yazmak istemiyordum. Hüznümü dağıtmak için ona, gidip Nestor’u aramamız gerektiğini söyledim. Evden çıkmadan önce defterleri topluyordum ki kapı hızla açılıverdi. İkimiz de istem dışı bir hareketle yerimizden sıçrayıp bakmak için arkamıza döndük. Nestor kapıda dikiliyordu. Ona doğru koştum. Odanın ortasında karşılaştık. Üstüme atlayıp beni omuzlarımdan sarstı. Onu son gördüğüm zamankinden çok daha uzun boylu ve güçlü görünüyordu. Uzun ince bedeni kedi gibi bir esneklik kazanmıştı. Ama karşımda durup bana bakan kişi benim tanıdığım Nestor değildi sanki. Ben onu, bozuk dişleri yüzünden gülümsemekten utanan, Pablito’nun kanatları altına sığman içine kapanık biri olarak hatırlıyordum. Oysa bana bakan Nestor, Genaro ile don Juan karışımı biriydi. Genaro gibi incecik, çevik biriydi. Ama aynı zamanda don Juan’ın o insanı hipnotize eden hâkimiyetine de sahipti. Kafamdaki karışıklığı kabullenmek istedim ama tüm yapabildiğim onunla beraber gülmekti. Sırtımı sıvazlayıp şapkasını çıkardı. Ancak o zaman Pablito’nun şapkası olmadığını fark ettim. Ayrıca Nestor’un daha esmer ve daha iri olduğunun da ayırdına vardım. Onun yanında Pablito neredeyse kırılacakmış gibi duruyordu. İkisi de Levi’s pantalonlar, kaba ceketler ve lastik tabanlı ayakkabılar giyiyorlardı.

Cvp: BÖLÜM 4 – GENAROLAR

Nestor’un odadaki varlığı sıkıntılı havayı hemen dağıttı. Ona bizimle mutfağa gelmesini söyledim. Pablito yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, "Tam zamanında geldin," dedi hep birlikte masaya otururken. "Maestro ile ben burada Toltec şeytanlarını hatırlayıp ağlıyorduk."

"Gerçekten ağlıyor muydun, Maestro?" diye sordu Nestor yüzünde muzip bir gülümsemeyle.

"Hem de nasıl," diye atıldı Pablito.

Sokak kapısından gelen hafif bir çatırdama sesi konuşmasını böldü. Eğer yalnız başıma olsaydım hiçbir şey duymazdım. Pablito’yla Nestor ayağa kalkınca ben de aynı şeyi yaptım. Ön kapıya baktık. Kapı çok dikkatli bir şekilde açılmaktaydı.

La Gorda’nın döndüğünü, bizi rahatsız etmemek için kapıyı yavaşça açtığını düşündüm. Sonunda kapı bir insanın içeri girmesine olanak verecek kadar açıldığında karanlık bir odanın içine süzülür gibi Benigno girdi içeri. Gözleri kapalıydı, parmak uçlarında yürüyordu. Bana, matineyi görebilmek için, açık bırakılmış çıkış kapısından sinema salonuna dalan, en ufak bir ses çıkarmaya bile cesaret edemeyen ama karanlıkta da hiçbir şey göremeyen küçük bir çocuğu hatırlatıyordu.

Herkes sessizlik içinde ona bakıyordu. Tek gözünü etrafı görebilecek şekilde biraz aralayıp yönünü belirledi ve parmak uçlarında ön odayı boydan boya geçip mutfağa girdi. Masanın yanında bir süre gözleri kapalı bekledi. Pablito ve Nestor oturup bana da aynı şeyi yapmam için işaret verdiler. Benigno yavaşça oturduğum sıraya yaklaştı. Yumuşak bir hareketle başını omzuma koyup beni iteledi. Sırada ona yer açmam için yapılan hafif bir itelemeydi bu. Yine gözleri kapalı olarak yanıma rahatça yerleşti. Pablito ve Nestor gibi o da Levi’s giymişti. Onu son görüşümden beri yüzü biraz toplamış gibiydi. Yıllar önce saç çizgisi daha farklıydı sanki, ama nasıl bir değişiklik olduğunu çıkartamıyordum. Şimdi hatırladığımdan çok daha beyaz bir yüzü, ufacık dişleri, dolgun dudakları, çıkık elmacık kemikleri, minik bir burnu ve kocaman kulakları vardı. Hatları hiçbir zaman olgunlaşmayan bir çocuk yüzünü hatırlatıyordu bana.

Benigno’nun gelişini izlemek için konuşmalarına ara veren Pablito ve Nestor, o oturduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi konuşmalarını sürdürdüler.

"Tabii, benimle beraber ağladı," dedi Pablito.

"O senin gibi sürekli ağlayan bir bebek değildir," dedi Nestor Pablito’ya.

Sonra dönüp beni kucakladı.

"Hayatta olmana çok sevindim," dedi. "Biraz önce la Gorda’yla konuştuk. Bize senin Nagual olduğunu söyledi, ama hayatta kalmayı nasıl becerdiğini anlatmadı. Bunu nasıl becerdin, Maestro?"

Bu noktada birbirinden garip iki seçeneğim vardı. Mantığımın gösterdiği yolu izleyip onlara bu konuda en ufak bir fikrim bile olmadığım söyleyebilirdim ve bu da en doğrusu olurdu. Ya da çiftimin beni o kadınların ellerinden kurtardığını söyleyebilirdim. Kafamda bu iki seçeneğin onların üzerinde nasıl etkiler bırakacağını düşünüyordun ki Benigno kafamı dağıttı. Tek gözünü biraz aralayarak bana baktı ve kıkırdayarak başını kollarının arasına gömdü.

"Benigno, benimle konuşmak istemiyor musun?" diye sordum.

Başını hayır anlamında salladı.

Onun yanımda oturmasından rahatsızlık duydum; nesi olduğunu sormaya karar verdim.

"Ne yapıyor öyle?" diye sordum Nestor’a alçak bir sesle. Néstor Benigno’nun başını okşayıp onu sarsınca gözlerini biraz açıp yine kapadı.

"Bilirsin, o böyledir," dedi Néstor bana. "Çok utangaçtır. Er geç açar gözlerini. Onunla ilgilenme. Eğer sıkılırsa uyur."

Benigno gözlerini açmadan onaylarcasma başını salladı.

"Eee, nasıl kurtuldun?" diye ısrarla sordu Néstor.

"Bize anlatmak istemiyor musun?" diye atıldı Pablito.

Ben de kasten, çiftimin üç kez başımdan çıktığım söyledim. Tüm olan biteni de anlattım. Biraz olsun şaşırmış gibi görünmüyorlardı, anlattıklarımı bir tartışma konusu şekline dönüştürdüler. Pablito, doña Soledad’ın asla iyileşemeyeceği ve sonunda da öleceği üzerine yaptığı tahminden çok memnun olmuşa benziyordu. Aynı şeyi Lidia’ya da yapıp yapmadığımı sordu. Néstor ona sessiz durmasını belirten bir hareket yapınca Pablito aniden cümlesinin ortasında duruverdi.

"Özür dilerim, Maestro," dedi Néstor, "ama o senin çiftin değildi."

"Ama herkes onun benim çiftim olduğunu söylüyordu."

"Çok iyi biliyorum ki sen la Gorda’yı yanlış anladın çünkü Benigno ve ben, Genaro’nun evine giderken la Gorda bizi yolda yakaladı, Pablito’yla senin bu evde olduğunuzu söyledi bize. Sana Nagual diyordu. Bunun nedenini biliyor musun?"

Güldüm ve benim Nagual’ın ışıltısının çoğunu aldığıma inandığı için böyle söylediğini açıkladım.

"Buradakilerden biri aptal," dedi Benigno gözlerini açmadan yüksek bir sesle.

"Sesi öyle yabansı bir sesti ki irkilerek kenara çekildim. Onun bu beklenmedik sözlerine benim tepkim de eklenince hepsi gülmeye başladılar. Benigno tek gözünü açıp bir süre bana baktı, sonra tekrar başını kollarının arasına gömdü.

"Juan Matus’a niye Nagual dediğimizi biliyor musun?" diye sordu Nestor.

Don Juan’a büyücü demek yerine kibarca Nagual dediklerini sandığımı söyledim onlara.

Benigno öyle yüksek sesle güldü ki sesi herkesin sesini bastırdı. Aşırı derecede eğleniyor gibiydi. Artık taşıyamadığı çok ağır bir nesneymiş gibi başını omzunun üstüne bıraktı.

"Ona Nagual dememizin nedeni," diye sürdürdü Nestor, "ikiye bölünmüş olmasıdır. Bir başka deyişle ne zaman gereksinim duysa bizim bürünemediğimiz bir başka şekle bürünür. İçinden çıkan şey onun çifti değildir, ona benzeyen ama onun iki katı büyüklüğünde korkunç bir şekildir. İşte biz bu şekle Nagual deriz, ona sahip olan kişiyi de Nagual diye çağırırız.

"Nagual bize eğer istersek hepimizin kafasından o şeklin çıkabileceğini ama büyük ihtimalle hiçbirimizin bunu istemeyeceğini söylemişti. Genaro istemedi, biz de istemiyoruz. Öyle görünüyor ki bu işe bulaşan bir tek sen varsın."

İnek sürüsünü güder gibi bağırıp çığlıklar atmaya başladılar. Benigno kollarını omzuma doladı ve gözlerinden yaşlar süzülene kadar güldü.

"Neden bu işe bulaştığımı söylüyorsunuz?" diye sordum Nestor’a.

"Çünkü çok enerji ve çok çalışma gerektirir," dedi Nestor. "Hâlâ nasıl ayakta durduğuna şaşıyorum.

"Nagual ve Genaro bir keresinde okaliptüs korusunda seni ikiye böldüler. Seni oraya götürdüler çünkü senin ağacın okaliptüstü. Ben de orada olduğum için seni bölüp içindeki nagualı çıkardıklarına tanık oldum. Işıltını bölene kadar seni kulaklarından çekip ikiye ayırdılar; artık sen bir yumurta gibi değildin. Işıltın iki uzun parça biçimindeydi. Sonra seni birleştirdiler ama gerçekten gören bir büyücü tam ortanda koca bir boşluk olduğunu söyleyebilir."

"Bölünmüş olmanın avantajı nedir?"

"Her şeyi duyan bir kulağın, her şeyi gören bir gözün olur. Gereksinim duyunca seni bir mil daha öteye götürür. Bu bölünme nedeniyle senin Maestro olduğunu söylediler bize."

"Pablito’yu da bölmeye çalıştılar ama o iş olmadı. Çok korkak, bir piç gibi ezik. Bu yüzden durumu bu kadar berbat."

"Çift nedir peki?"

"Çift ötekidir, yani insanın rüya görürken sahip olduğu bedendir. İnsanın kendisine tıpatıp benzer."

"Hepinizin bir çifti var mı?"

Nestor şaşkın bir bakışla beni inceledi.

"Hey, Pablito, çiftlerimizi anlat Maestro’ya," dedi gülerek.

Pablito masanın karşı tarafında oturan Benigno’ya erişip onu sarstı.

"Sen anlat Benigno," dedi. "En iyisi göster ona."

Benigno ayağa kalktı, gözlerini açabildiği kadar açıp tavana baktı, sonra pantalonunu indirip bana penisini gösterdi.

Genarolar çılgınlar gibi gülüyorlardı.

"Gerçekten bunu mu kastetmiştin, Maestro?" dedi Nestor gergin bir yüz ifadesiyle.

Bildikleriyle ilgili her şeyi öğrenmek konusunda son derece ciddi olduğumu söyledim onlara. Don Juan’ın beni bilemediğim nedenlerden dolayı kendi bölgelerinden nasıl uzakta tutmayı ve böylece onlar hakkındaki şeyleri öğrenmemi nasıl engellediği konusunda derin bir araştırmaya girdiğimi söyledim onlara.

"Şuna ne dersiniz," dedim. "Üç gün öncesine kadar o dört kızın Nagual’ın çömezleri olduğunu ya da Benigno’nun Genaro’nun çömezi olduğunu bilmiyordum."

Benigno gözlerini açtı.

"Ya şuna ne dersin," dedi. "Ben de şu ana kadar senin bu kadar aptal olduğunu bilmiyordum."

Tekrar gözlerini kapadı ve hepsi deli gibi güldüler. Onlara katılmaktan başka çarem yoktu.

"Biz seninle eğleniyorduk Maestro," dedi Nestor özür diler gibi. "Senin bizle eğlendiğini sanıyorduk. Nagual bize senin gördüğünü söyledi. Eğer görüyorsan ne kadar üzgün olduğumuzu anlayabilirsin. Bizim rüya görme bedenimiz yok. Hiçbirimizin bir çifti yok."

Nestor oldukça ciddi ve dürüst bir tavırla kendileriyle bir çifte sahip olma arzuları arasına bir şeyin girdiğini söyledi. Don Juan ve don Genaro’nun gitmesiyle önlerinde adeta bir engel oluştuğunu söyleyince ne demek istediğini anlıyordum. Ona göre bu belki de Pablito’nun görevini başaramamasıyla ilgili bir şeydi. Pablito, Nagual ve Genaro gittiğinden beri sanki bir şeylerin onları kovaladığını, o zamanlar Mexico’nun güney bölgelerinde yaşayan Benigno’nun bile geri dönmek zorunda kaldığını ekledi. Sadece üçü bir arada olduklarında kendilerini huzurlu hissediyorlardı.

"Sence bunun nedeni ne?" diye sordu Nestor.

"Orda, yükseklerde bizi çeken bir şeyler var," diye konuştu.

"Pablito o kadınlara eziyet ettiği için bunların kendi hatası olduğunu düşünüyor."

Pablito bana döndü. Gözlerinde gergin bir bakış vardı.

"Beni lanetlediler, Maestro," dedi. "Bütün bu belalar başımıza benim yüzümden geldi, biliyorum. Lidia ile kavga ettikten sonra buralardan gitmek istedim, birkaç ay sonra Veracruz’a gitmek üzere yola çıktım. Orada evlenmek istediğim bir kız vardı ve çok mutluydum. Bir işim vardı, her şey yolunda gidiyordu. Bir gün eve gelip o erkeğe benzeyen iğrenç yaratıkları, o canavarları evimde bulana kadar tabii. Beni can evimden vurdular. Benim kadınıma işkence ediyorlardı. Rosa denen karı o çirkin elini kadınımın karnına koyup onu altına edecek kadar korkuttu. Liderleri Yüz Kiloluk Kıç beni bulabilmek için kıtayı baştan başa dolaştıklarını söyledi. Kemerimden tutup beni dışarı çıkardı. Beni buraya getirmek için ite ite otobüs garına götürdüler. Kızgınlıktan kudurmuştum ama Yüz Kiloluk Kıç benim harcım değildi. Beni otobüse bindirdi. Ama yolda yine kaçtım. Ayakkabım ayağıma yapışana kadar çalıların içinde koştum, tepeler aştım. Neredeyse ölecektim. Eğer Tanık beni bulmasaydı çoktan ölmüştüm."

"Onu ben bulmadım," dedi Nestor. "La Gorda buldu. Beni onun bulunduğu yere götürdü, onu birlikte taşıyarak otobüse bindirip buraya getirdik. Çıldırmış gibiydi, bu yüzden şoförün otobüste kalmasına izin vermesi için bir bilet daha almak zorunda kaldık."

Pablito dokunaklı bir ses tonuyla fikrini değiştirmediğini; hâlâ ölmek istediğini söyledi.

"Ama neden?" diye sordum.

Benigno patlayan, gırtlaktan gelen bir sesle onun yerine yanıt verdi.

"Çünkü onun şeyi iş görmüyor," dedi.

Sesi öyle garip çıkıyordu ki bir ara mağaranın içinden konuşuyormuş gibi geldi bana. Korkunç, tüyler ürpertici bir sesti. Kendimi kontrol edemeyerek güldüm. Nestor, Pablito’nun Nagual’m emirleri doğrultusunda kadınlarla cinsel ilişki kurma görevini yerine getirmeyi denediğini söyledi. Nagual ona dünyasının dört köşesinin yerine yerleştiğini, bütün yapması gerekenin onları almak olduğunu söylemiş. Ama Pablito ilk köşesi olan Lidia’yı almak istediğinde kız onu neredeyse öldürüyormuş. Nestor olaya tanık olan biri olarak kişisel görüşüne göre Lidia, olayın çirkinliğinden utandığı için değil, Pablito bir erkek olarak görevini yapamadığı için kafasıyla ona vurmuştu.

"Pablito bu darbeden sonra gerçekten hastalandı mı, yoksa rol mü yapıyordu?" diye sordum yarı şaka.

Benigno yine aynı patlayan sesle yanıt verdi.

"Rol yapıyordu tabii!" dedi. "Alt tarafı kafasına bir darbe yedi."

Pablito’yla Nestor kıkırdayıp bağırıştılar. "Onlardan korktuğu için Pablito’yu suçlamıyoruz," dedi Nestor. "Onlar tıpkı Nagual gibiler. Ciddi ve kasvetliler. Nagual yanlarındayken ona yakın oturup yarı kapalı gözlerle, saatlerce, bazen günlerce uzaklara bakarlardı."

"Yıllar önce Josefina’nın gerçekten deli olduğu doğru mu?" diye sordum.

"Yalan bu," dedi Pablito. "Uzun zaman önce değil şimdi deli o. İçlerinde en korkunç olanı odur."

Cvp: BÖLÜM 4 – GENAROLAR

Bana yaptıklarını anlattım. Onun müthiş performansıyla da dalga geçecekler sandım. Ama anlattığım öykü onlar üzerinde ters bir etki yapmışa benziyordu. Beni korku dolu çocuklar gibi dinliyorlardı; hatta Benigno bile anlattıklarımı dinlemek için gözlerini açtı.

"Vay be!" diye bağırdı Pablito. "Bu karılar gerçekten müthiş. Biliyorsun liderleri Yüz Kiloluluk Kıç’tır. Üzerine kocaman bir kayayı fırlatıp elini arkasına saklayan, masum küçük bir kız gibi davranan odur. Ona dikkat et, Maestro."

"Nagual Josefina’yı her kılığa girebilmesi için eğitti," dedi Nestor. "İstediğin her şeyi yapabilir. Ağlar, güler, kızar, her şeyi yapar."

"Peki rol yapmadığı zaman nasıldır?" diye sordum Nestor’a.

"Delinin delisidir," diye yanıt verdi Benigno yumuşak bir sesle. "Onu buraya ilk geldiği günden beri tanırım. Onu eve taşımak zorunda kalmıştım. Nagual’la ben onu hep yatağa bağlardık. Bir keresinde oyun oynadığı bir kız yüzünden ağlamaya başladı. Üç gün boyunca ağladı. Pablito onu sakinleştirip bir bebek gibi besledi. O da Pablito’ya benzer. İkisi de bir başladılar mı nerede duracaklarını bilemezler."

Benigno aniden havayı koklamaya başladı. Ayağa kalkıp ocağa yaklaştı.

"Gerçekten bu kadar utangaç mı?" diye sordum Nestor’a.

"Utangaç ve kendine özgü biridir o," diye yanıtladı Pablito. "Biçimini kaybedene kadar da öyle kalacak. Genaro bize er geç biçimimizi kaybedeceğimizi, Nagual’ın bize söylediği gibi kendimizi değiştirmeye çalışarak sıkıntıya girmemizin bir anlamı olmadığını söylemişti. Eğlenmeye bakmamızı, hiçbir şey için endişelenmememizi söylerdi o bize. Sen ve o kadınlar endişe duyuyor, denemeler yapıyorsunuz; bizse keyfimize bakıyoruz. Siz her şeyin nasıl eğlenceli hale getirilebileceğini bilmiyorsunuz, biz de nasıl üzüntü duyulur bilmiyoruz. Nagual kendini üzmeye kusursuzluk adını vermişti; bizse buna aptallık diyoruz, değil mi?"

"Sen kendi adına konuşuyorsun Pablito," dedi Nestor. "Benigno ile ben böyle düşünmüyoruz."

Benigno bir tas yemek getirip önüme koydu. Herkese servis yaptı. Pablito tabakları inceleyip onları nereden aldığını sordu Benigno’ya. La Gorda’nın tabakları içinde sakladığını söylediği kutudan bulduğunu söyledi Benigno. Pablito ayrılmadan önce bu tabakların kendilerine ait olduğunu açıkladı bana.

"Dikkatli olmalıyız," dedi Pablito tedirgin bir sesle. "Bu tabaklar kesinlikle büyülüdür. O karılar içlerine bir şey koymuşlardır. Ben la Gorda’nm tabağından yesem daha iyi olur."

Nestor ve Benigno yemeye başladılar. Benigno’nun bana kahverengi tabağı verdiğini fark ettim. Pablito büyük bir endişeye kapılmış gibiydi. Onu rahatlatmak istedim ama Nestor beni durdurdu.

"Onu çok ciddiye alma," dedi. "Öyle davranmak hoşuna gidiyor. Birazdan oturup yer. İşte o kadınların ve senin başarısız olduğunuz nokta bu. Pablito’nun böyle biri olduğunu kabullenemiyorsunuz bir türlü. Herkesin Nagual gibi olmasını bekliyorsunuz. Bir tek la Gorda bundan rahatsızlık duymuyor. Onu anladığı için falan değil, biçimini kaybettiği için."

Pablito oturup yemeğini yedi, bütün yemeği dört kişi bitirdik. Benigno tabakları yıkayıp dikkatle kutunun içine yerleştirdi. Sonra masanın etrafına rahatça oturduk. Nestor hava kararır kararmaz yürüyüşe çıkıp Genaro, don Juan ve benim beraber gittiğimiz, yakınlardaki bir dere yatağına gitmemizi önerdi. Nedense biraz çekimser davrandım. Onların yanında kendime güvenim yoktu pek. Nestor karanlıkta yürümeye alışık olduklarını, bir büyücünün en büyük hünerinin insanların arasında bile fark edilmemek olduğunu söyledi. Ona bir keresinde don Juan ’ın beni buralara yakın dağlık, ıssız bir yerde yalnız başıma bırakmadan önce neler söylediğini aktardım. Görünmemeye çalışmamı, tamamen bunun üzerinde yoğunlaşmamı istemişti benden. Orada yaşayanlar insanı bir görüşte tanırlarmış. Oralarda pek az insan yaşarmış ama onlar her zaman etrafta dolaşır, bir yabancıyı millerce öteden bile seçebilirlermiş. Don Juan bu insanların tüfekleri olduğunu, beni vurmak için bir saniye bile duraklamayacaklarını da söylemişti.

"Öteki dünyadan gelen yaratıkları düşünme," demişti don Juan gülerek. "Asıl tehlikeli olanlar Meksikalılardır."

"Bu hâlâ geçerli," dedi Nestor. "Her zaman da geçerli olmuştur. Nagual ve Genaro bu yüzden böyle becerikliler. Bu ortamda bile fark edilmez olmayı başarırlar. İz sürme sanatını bilir onlar."

Karanlıkta yürümek için hâlâ biraz erkendi. Nestor’a en önemli sorumu sormak için daha vaktim vardı ve bu vakti kullanmak istedim. Uzun süredir sormayı erteliyordum; sanki yabansı bir ses bu soruyu sormamı engelliyordu. Sanki Pablito’nun yanıtından sonra bütün ilgim silinip gitmiş gibiydi. Ama yardımıma koşan yine o oldu, zihnimden geçenleri okumuşçasma konuyu açıverdi.

"Nestor da tıpkı bizim atladığımız gibi o uçurumdan atladı," dedi. "Ve böylece o Tanık oldu, sen Maestro oldun, ben de köyün delisi oldum."

Sıradan bir şeyden söz ediyormuş gibi uçuruma atlayışımızı anlatmasını istedim Nestor’dan. Çok fazla ilgili görünmemeye çalışıyordum. Ama Pablito bu konuya karşı gösterdiğim zorlama umursamazlığın altında yatan gerçek duyguları biliyordu. Güldü ve Nestor’a, biraz dikkatli davrandığımı, çünkü onun anlattıklarından dolayı hayal kırıklığına uğradığımı söyledi.

"Ben sizden sonra atladım," dedi ve bana baktı Nestor, sanki bir başka soru bekliyormuşcasına.

"Bizim hemen arkamızdan mı atladın?" diye sordum.

"Hayır, benim hazırlanmam biraz zaman aldı," dedi. "Nagual ve Genaro bana ne yapacağımı söylememişlerdi. O gün hepimiz için bir deneme günüydü."

Pablito kederli görünüyordu. Taburesinden kalkıp odayı adımlamaya başladı. Çaresizlik içinde başını sallayarak tekrar yerine oturdu.

"Bizi uçurumdan aşağı atlarken gördün mü gerçekten?" diye sordum Nestor’a.

"Ben Tanığım," dedi. "Olaylara tanık olmak benim bilgi edinme yöntemim; nelere tanık olduğumu size kusursuz olarak anlatmak da görevimdir."

"Peki ama ne gördün?" diye sordum.

"İkinizin birbirinize sarılarak uçurumun kenarına doğru koştuğunuzu gördüm," dedi. "Sonra birer uçurtma gibi boşlukta salındığınızı gördüm. Pablito ileri doğru dümdüz atıldı ve düştü. Sense biraz havaya sıçradın, uçurumun kenarından azıcık uzaklaşıp aşağı düştün."

"Yani biz bedenlerimizle mi atladık?"

"Şey, bunu yapmanın başka bir yolu olduğunu sanmıyorum," dedi gülerek.

"Bu bir göz aldanması olabilir mi?" diye sordum.

"Sen ne söylemeye çalışıyorsun, Maestro?" dedi Nestor kuru bir titremle.

"Tam olarak ne olduğunu öğrenmeye çalışıyorum," dedim.

"Senin de Pablito gibi gözlerin kararmış olabilir mi?" diye sordu Nestor gözleri parlayarak.

Ona atlayış hakkmdaki şüphelerimi anlatmaya çalıştım. Sabredemeden sözümü kesti. Pablito sırasını beklemesini söyleyince de ikisi arasında bir tartışma başladı. Pablito taburesine yarı oturur vaziyette masanın çevresini dolaşarak kendini bu tartışmadan sıyırdı.

"Nestor burnunun ucunu göremiyor," dedi bana. "Benigno da öyle. Onlardan hiçbir şey öğrenemezsin. Neyse ki ben sana yakınlık duyuyorum."

Pablito omuzlarını titreterek kıkırdayıp Benigno’nun şapkasıyla yüzünü örttü.

"Benim bildiğim kadarıyla siz ikiniz o atlayışı yaptınız," dedi Nestor bana ani bir patlamayla. "Genaro ve Nagual size başka seçenek bırakmadılar. Sizi kıskıvrak yakalayıp açık olan tek kapıdan içeri atmak onların sanatıydı. Ve siz de o uçurumun kenarından aşağı uçtunuz. Benim tanık olduğum buydu. Pablito hiçbir şey hissetmediğini söylüyor; bu sorgulanabilir. Ben her şeyin gayet iyi farkında olduğunu biliyorum onun ama o öyle olmadığını söylemeyi tercih ediyor."

"Gerçekten farkında değildim," dedi Pablito bana özür diler gibi bir titremle.

"Belki farkında değildin," dedi Nestor kuru bir sesle, "ama ben farkındaydım ve bedenlerinizin yapmak zorunda oldukları şeyi, yani o atlayışı yaptıklarını gördüm."

Nestor’un söyledikleri zihnimi başka bir noktaya yöneltmemi sağladı. Ben başından beri sadece kendi algıladıklarımı doğrulayan yanıtlar arıyordum. Ama yanıt almam bir şey fark ettirmedi. Atladığımı bilip algıladığım şeylerden korkmam başka bir şeydi, herkesin bir noktada uzlaşması başka. O anda bu iki şeyin birbiriyle hiç bağıntısı olmadığını anladım. Ben başından beri o tehlikeli işe atıldığımı doğrulayan bir insan bulduğum zaman zihnim bütün kuşkulardan, korkulardan temizlenecek sanıyordum. Yanılmışım. Tam tersine daha da endişelenip iyice konunun içine gömüldüm. Aslında atlayışı yaptığımı onlara doğrulatmak amacıyla gelmiş olmama rağmen şimdi fikrimi değiştirdiğimi, artık bu konudan bahsetmek istemediğimi söyledim Nestor’a. İkisi birden konuşmaya başladı ve o anda üç yönlü bir tartışmanın içine girdik. Pablito hiçbir şeyin farkında olmadığı konusunda ısrar ediyor, Nestor Pablito’nun zavallı biri olduğunu haykırıyor, bense atlayış hakkında bir şey duymak istemediğimi söylüyordum.

İlk kez o an hiçbirimizin sakin ve kontrollü olmadığını fark ettim. Hiçbirimiz Nagual ve Genaro’nun yaptığı gibi dağılmamış dikkatimizi bir başkasına yöneltmek istemiyorduk. Fikir alışverişimizde bir düzen sağlamayı başaramadığım için kendimi düşüncelerime verdim. Her şeye mantıksal bir açıklama getirmek konusundaki ısrarlı tutumumun beni don Juan’ın dünyasına girmekten alıkoyan bir engel olduğunu düşünmüştüm hep. Ama Nestor ve Pablito’nun varlığı kendime yeni bir gözle bakmamı sağlamıştı. Beni engelleyen öteki şey de ürkekliğimdi. Sağduyunun güvenli parmaklıklarından bir kez dışarı çıktım mı kendime güvenemiyor, önüme serilen şeylerin korkunçluğu karşısında ürküyordum. İşte bu yüzden uçurumdan aşağı atlamış olmam imkansızdı.

Don Juan büyücülüğün aslının algıda yattığını söylerdi ısrarla. Bunu doğrularcasına, o ve don Genaro uçurumun kenarında son derece dokunaklı, insanın zihnini temizleyen bir oyun sahneye koydular. Bana şimdiye kadar yardımı dokunan herkese teşekkürlerimi sesli olarak ifade etmemi sağladılar, sonra içim mutlulukla doldu, sadece mutluluğumu düşünüyordum. İşte tam o sırada tüm dikkatimi yakalayıp bedenimin, onların beni yönlendirdiği tek hareketi, uçurumdan atlama hareketini algılamasını sağladılar. Bu atlayış benim zihnimin sıradan bir adam olarak değil, bir büyücü olarak gösterdiği başarıydı.

Düşüncelerimi yazmaya kendimi öyle kaptırmıştım ki Nestor’la Pablito’nun konuşmayı bıraktıklarını, üçünün de bana baktığım fark etmemiştim. Atlarken gerçekten neler olduğunu başka türlü anlayamayacağını açıkladım onlara.

"Anlayacak bir şey yok ki," dedi Nestor. "Olan olur ve kimse nasıl olduklarını açıklayamaz. Anlamak isteyip istemediğini sorsana Benigno’ya."

"Anlamak istiyor musun?" diye sordum şakadan.

"Tabii ki istiyorum!" diye bağırdı Benigno, derinden gelen kaim bir sesle. Herkes güldü.

"Anlamak istediğini söyleyerek bizimle eğleniyorsun," dedi Nestor. "Pablito da bir şey hatırlamadığını söyleyerek eğleniyor bizimle."

Pablito’ya baktı, sonra bana göz kırptı. Pablito başını aşağı eğdi.

Nestor bana biz atlamadan önce Pablito’nun nasıl bir ruh hali içinde olduğunu hatırlayıp hatırlamadığımı sordu. Pablito’nun ruh hali gibi bir ayrıntıyı hatırlayacak durumda olmadığımı kabul etmek zorunda kaldım.

"Bir savaşçı her şeyi fark etmelidir," dedi. "Onun asıl numarası budur, Nagual’ın söylediği gibi asıl avantajı da buradadır."

Kasten utanmış gibi bir yüz ifadesi takınarak gülümsedi, şapkasıyla yüzünü örttü.

"Pablito’nun ruh halinde benim göremediğim ne vardı?" diye sordum.

"Pablito atlamadan önce zaten öteki tarafa geçmişti," dedi. "Hiçbir şey yapması gerekmiyordu. Atlamak yerine uçurumun kenarında da oturabilirdi."

"Nasıl yani?" diye sordum.

"Pablito çoktan çözülmeye başlamıştı," diye yanıtladı. Bu yüzden kendinden geçtiğini sanıyor. Ama yalan söylüyor. Bizden bir şey saklıyor."

"Pablito benimle konuşmaya başladı. Anlaşılmaz birtakım sözcükler mırıldandıktan sonra konuşmayı bırakıp taburesine çöktü. Nestor da bir şeyler söylemeye başlamıştı. Ama onu susturdum. Söylediklerini doğru anlayıp anlamadığımdan pek emin değildim.

"Pablito’nun bedeni çözülüyor muydu?" diye sordum.

Uzun bir süre tek kelime etmeden beni süzdü. Sağ tarafımda oturuyordu. Yavaşça karşımdaki sıraya geçti.

"Sana anlattıklarımı ciddiye almalısın," dedi. "Zamanın çarkını geriye doğru döndürüp o atlayıştan önce olduğun kişi olmana imkân yok artık. Nagual savaşçı olmanın büyük bir şeref ve büyük bir zevk olduğunu, yapmak zorunda olduğu şeyleri yapmasının onun için bir şans olduğunu söylerdi. Ben de sana tanık olduğum şeyleri kusursuz bir şekilde anlatmalıyım. Pablito çözülmeye başlamıştı. İkiniz uçurumun kenarına doğru koşarken yalnız sen katıydın. Pablito ise bir bulut gibiydi. O burnunun üzerine düşecek gibi olduğunu söylüyor, sen onu kenara götürebilmek için kolundan tutup yardım ettiğini söylüyorsun ama ikinizin söyledikleri de doğru değil ve bence sen Pablito’yu kaldırmasaydm ikiniz için de çok daha iyi olacaktı."

Kafam hiç bu kadar karışmamıştı. Algıladıklarım doğru bir şekilde aktardığına gerçekten inanıyordum ama ben sadece Pablito’nun kolunu tuttuğumu hatırlıyordum.

"Eğer ona dokunmasaydım ne olurdu?" diye sordum.

"Buna cevap veremem," dedi Nestor. "Birbirinizin ışıltısını etkilediniz. Onun omzuna kolunu doladığın anda Pablito biraz katılaştı ama sen o değerli erkini boşuna harcıyordun."

"Peki sen ne yaptın biz atladıktan sonra?" diye sordum uzun bir sessizlikten sonra.

"Siz gözden kaybolduktan hemen sonra," dedi, "sinirlerim o kadar gerildi ki nefes alamaz oldum ve ben de kendimden geçtim. Ne kadar sürdüğünü bilmiyorum. Ben kısa bir süre olduğunu sanıyordum. Tekrar kendime geldiğimde Genaro ve Nagual’ı aradım ama çoktan gitmişlerdi. Dağın tepesinde oradan oraya koşarak sesim kısılana kadar adlarını bağırdım. Sonra anladım ki yalnızdım. Uçurumun kenarına gelip bir savaşçı artık geri dönmeyeceği zaman verilen o işareti görmeye çalıştım ama onu kaçırmıştım. O zaman Nagual ve Genaro’nun sonsuza kadar dönmeyeceklerini anladım. O ana kadar da onlar sizle vedalaştıktan, siz uçurumdan atladıktan sonra bana dönüp niçin veda ettiklerini anlayamamıştım.

"Günün o saatinde, o terk edilmiş yerde bulunmak dayanma gücümü aşıyordu. Dünyadaki bütün dostlarımı bir hamlede kaybetmiştim. Oturup ağlamaya başladım. Giderek daha çok korkuyor, giderek daha çok bağırıyordum. Çıkarabildiğim en yüksek sesle Genaro’nun adını bağırdım. O sırada hava zifiri karanlık olmuştu. Etrafımı hiç göremiyordum. Bir savaşçı olarak kendimi böyle üzüntüye kaptırmamam gerektiğini biliyordum. Kendimi sakinleştirmek için bir çakal gibi ulumaya başladım. Bunu yapmayı bana Nagual öğretmişti. Bir süre uluduktan sonra kendimi öyle iyi hissettim ki üzüntümü unuttum. Dünyanın varlığını bile unuttum. Uludukça toprağın sıcaklığını ve koruyuculuğunu daha iyi hissediyordum.

"Bu arada saatler geçmiş olmalı. Aniden bedenimin içinde, boğazımın içinde bir patlama hissettim. Kulaklarımda bir zil sesi çınlayıp duruyordu. Eligio ve Benigno atlamadan önce Nagual’ın onlara ne söylediğini hatırladım. Boğazdaki bu yabansı hissin ancak insanın hız değiştirmeye hazır olmasından hemen önce duyulabileceğini, kulaklardaki sesinse insanın her şeyi gerçekleştirebileceği bir araç olduğunu söylemişti Nagual. Ben bir çakal olmak istiyordum. Önümde, yerde duran kollarıma baktım. Şekil değiştirmişlerdi. Tıpkı bir çakalın kolları gibiydiler. Göğsümü, kollarımı çakal kürkü kaplamıştı. Ben bir çakaldım artık! Bu beni öylesine mutlu etti ki bir çakal nasıl ağlarsa ben de öyle ağladım. Çakal dişleri gibi dişlerimi, uzun, benekli burnumu ve dilimi hissedebiliyordum. Her nasılsa, ölmüş olduğumu biliyordum ama hiç önemi yoktu bunun. Bir çakala dönüşmüş olmak, ölmüş olmak, yaşıyor olmak hiç önemli değildi benim için. Bir çakal gibi dört ayağım üstünde uçurumun kenarına doğru yürüyüp aşağı atladım. Bundan başka yapabileceğim bir şey yoktu.

"Aşağı düştüğümü, çakal bedenimin boşlukta yuvarlandığını hissediyordum. Sonra boşlukta dönüp duran yine kendi bedenim oldu. Ama yere düşmeden önce öylesine hafifleştim ki yere düşmek yerine havada salındım. Hava içimden geçiyordu. O kadar hafiftim. Artık ölümün nihayet içime girdiğini sandım. İçimde bir şeyler harekete geçip kuru kum taneleri gibi dağılmaya başladı. Bulunduğum şekilde öyle mükemmel ve huzurluydum ki. Hem vardım, hem yoktum orada.Ben bir hiçliktim. Bu konuda söyleyebileceğim tek şey bu işte. Sonra birden beni kuru kum taneleri gibi yapan şey parçalarımı bir araya getirdi. Tekrar yaşama döndüğümde kendimi yaşlı bir Mazatec büyücüsünün kulübesinde buldum. Adının Porfirio olduğunu, beni görmekten mutluluk duyduğunu söyleyip Genaro’nun öğretmediği bitkiler hakkında bir şeyler öğretmeye başladı bana. Beni bitkilerin yetiştirildiği yere götürüp bitkilerin kalıplarını, özellikle de kalıplardaki işaretleri gösterdi. Bitkilerdeki bu işaretleri arar bulursam, o bitkileri hiç görmemiş olsam bile bunların neye iyi geldiğini kolayca anlayabileceğimi söyledi. İşaretleri iyice kavradığımı anlayınca hoşça kal deyip yine gelmemi söyledi. O anda güçlü bir çekim hissettim. Tıpkı önceki gibi çözülmeye başladım. Milyonlarca parçaya ayrıldım.

Cvp: BÖLÜM 4 – GENAROLAR

"Sonra yine bir araya gelip Porfirio’yu görmeye gittim. Nasıl olsa beni davet etmişti. İstediğim her yere gidebileceğimi biliyordum ama oraya gittim, çünkü o bana nazik davranıyor, bir şeyler öğretiyordu. Bunun yerine korkunç şeylerle karşılaşmak istemiyordum. Porfirio bu kez beni hayvanların kalıbını görmeye götürdü. Orada kendi nagual hayvanımı gördüm. Birbirimizi bir görüşte tanıdık. Porfirio böyle bir dostluğu görmekten mutluluk duydu. Pablito’nun ve senin nagualmızı da gördüm ama benimle konuşmak istemediler. Üzüntülü görünüyorlardı. Konuşmak için pek fazla ısrar etmedim. Atlayışınızın nasıl geçtiğini hiç bilmiyordum. Kendimin ölü olduğunu biliyordum ama nagualım ölü olmadığımı, hatta sizin de ölmemiş olduğunuzu söyledi. Eligio’yu sorunca nagualım onun artık dönmeyeceğini bildirdi. Eligio ve Benigno’nun atlayışına tanıklık ettiğimde Nagual’ın Benigno’ya, kendi dünyasının dışında başka dünyalar ya da yabansı görüntüler aramaması şeklinde tavsiyelerde bulunduğunu duyduğumu hatırladım. Nagual ona yalnızca kendi dünyasıyla ilgili şeyleri öğrenmesini, böylece kendisine uygun olan erk biçimini bulabileceğini söylemişti. Güç toplamak için parçalarının olabildiğince uzağa dağılması konusunda özel komutlar verdi onlara. Ben de bu komutları uyguladım. Tonaldan naguala on bir kez geçiş yaptım. Ancak her seferinde bana hep biraz daha fazla şey öğreten Porfirio’ya gidiyordum. Gücüm tükendiğinde nagual durumunda gücümü topluyor, sonra gücüm iyice arttığında kendimi tekrar bu dünyada buluyordum."

"Doña Soledad bana Eligio’nun boşluğa atlamak zorunda kalmadığını söylemişti," dedim.

"O Benigno’yla atladı," dedi Néstor. "Benigno’ya sor. O sana en istekli sesiyle yanıt verecektir."

Benigno’ya dönüp sordum.

"Birlikte atladığımızdan emin olabilirsiniz!" diye yanıtladı patlayan bir sesle. "Ama atlayıştan söz etmeyi pek sevmem."

"Soledad, Eligio’nun ne yaptığını söyledi peki?" diye sordu Néstor.

Soledad’ın onun bir rüzgâr tarafından alınıp götürüldüğünü, onun bir tarlada çalışırken bu dünyayı terk ettiğini söylediğini anlattım onlara.

"Tamamen karıştırmış," dedi Néstor. "Eligió dostlar tarafından sürüklendi ama hiçbirini istemedi o. Onlar da Eligio’yu bıraktılar. Bunun atlayışla bir ilgisi yok. La Gorda sizin dün gece dostlarla görüştüğünüzü söyledi. Bu gerçekten oldu mu bilmiyorum ama eğer onları yakalamak ister ya da onları seninle kalmaları için ayartırsan onlarla dolaşmak zorundasın. Bazen kendi istekleriyle gelip büyücüyü dolaştırırlar. Eligió aramızdaki en iyi büyücüydü, bu yüzden dostlar ona kendi istekleriyle gelirlerdi. Eğer içimizden biri dostların gelmesini isterse onlara yıllarca yalvarmak zorundadır. Yalvarsak bile onların bize yardım etmek isteyeceklerinden pek emin değilim.

"Eligió da herkes gibi atlamak zorundaydı. Ben atlayışına tanıklık ettim. Benigno ile eşleştirilmişti. Biz büyücülerin başına gelen şeylerin çoğu ortağının ne yaptığına bağlıdır. Benigno biraz keçileri kaçırdı çünkü ortağı geri gelmedi. Öyle değil mi Benigno?"

"Emin ol ki öyle!" diye yanıtladı Benigno en istekli sesiyle. Benigno’yu konuşurken duyduğum ilk andan beri bir hastalık gibi pençesine düştüğüm merakıma yenildim o anda. Ona bu patlamalı sesi nasıl çıkardığını sordum. Yüzünü bana dönüp dimdik oturdu ve sabit olarak o noktaya bakmamı istermiş gibi parmağıyla ağzını işaret etti.

"Bilmiyorum!" dedi patlayan sesiyle. "Ben sadece ağzımı açıyorum ve ağzımdan bu ses çıkıyor."

Alnındaki kasları oynatıp dudaklarını büktü ve gerçek bir patlama sesi çıkardı. O zaman şakaklarında birçok kas olduğunu ve yüzüne farklı bir şekil veren şeyin bu kaslar olduğunu fark ettim. Farklı olan şey onun saç çizgisi değil tüm alnıydı.

"Genaro ona çıkardığı sesleri bıraktı," dedi Nestor.

"Bekle de nasıl osurduğunu bir duy."

Benigno’nun yeteneklerini sergilemek için hazırlandığını sezdim birden.

"Hey, dur biraz," dedim. "Buna hiç gerek yok."

"Kahretsin." diye bağırdı Benigno hayal kırıklığına uğramış gibi. "En iyisini sana saklamıştım."

Pablito ve Nestor öyle yüksek sesle güldüler ki Benigno bile o ölü yüzlü ifadesini kaybedip onlarla kıkırdamaya başladı.

"Eligio’nun başına başka neler geldi anlat," dedim Nestor’a hepsi sakinleştiğinde.

"Benigno ve Eligio atladıktan sonra Nagual uçurumun kenarına gidip, bir savaşçı atlayış yaptıktan sonra dünyanın verdiği işaretleri yakalamam için şöyle bir bakmamı istedi. Eğer etrafta bir bulut ya da hafif bir rüzgâr varsa savaşçının dünyadaki zamanı daha dolmamış demekti. İkisinin atladığı gün Benigno’nun tarafında bir hava akımı hissettim ve onun zamanının dolmamış olduğunu anladım. Eligio’nun tarafında ise hiçbir şey yoktu."

"Sence Eligio’ya ne oldu? Öldü mü?"

Üçü de bana baktılar. Bir süre suskun kaldılar. Nestor iki eliyle şakaklarını kaşıdı. Benigno kıkırdayıp başını salladı. Açıklamak için atıldım ama Néstor beni durdurmak ister gibi bir hareket yaptı.

"Bize sorular sorarken gerçekten ciddi misin?" diye sordu. Benigno benim yerime yanıtladı. Maskaralık yapmadığın zamanlarda sesi derinden ve melodili çıkıyordu. Nagual ve Genaro’nun bize bilgileri paylaştırdığını, hiç kimsenin diğerinin bildiklerini bilmediğini söyledi.

"Şey, eğer durum böyleyse, sana neyin ne olduğunu anlatalım," dedi Néstor omuzlarından büyük bir yük kalkmış, gibi gülümseyerek. "Eligió ölmedi."

"Peki nerde şimdi?" diye sordum. Tekrar birbirlerine baktılar. Gülmemek için kendilerini zor tutuyorlarmış gibi geldi bana. Eligió hakkında tek bildiğim şeyin doña Soledad’ın bana anlattıkları olduğunu söyledim. Söylediğine göre o Nagual ve Genaro’ya katılmak için öbür dünyaya gitmişti. Bu da bana onların ölmüş olduklarını düşündürüyordu.

"Neden böyle konuşuyorsun, Maestro?" diye sordu Néstor çok düşünceli bir tavırla. "Pablito bile böyle konuşmuyor."

Pablito’nun karşı koyacağını düşündüm. Neredeyse taburesinden kalkıyordu ama sonra fikrini değiştirdi.

"Evet, doğru," dedi, "ben bile böyle konuşmuyorum."

"Peki, Eligió ölmediyse şimdi nerde?" diye sordum.

"Soledad sana söylemiş," dedi Néstor yumuşak bir sesle "Nagual ve Genaro ile birlikte."

Başka soru sormamamın daha iyi olacağına karar verdim. Ben saldırgan olmak istemiyordum ama onlar hep o noktaya geliyorlardı. Ayrıca onların da benden fazla bir şey bilmediği hissi doğmuştu içimde. Néstor aniden ayağa kalkıp önümde bir ileri bir geri yürümeye başladı. Parmak uçlarımdan tutup beni yerimden kaldırdı. Artık yazı yazmamı istemiyordu. Atlayış sırasında Pablito gibi kendimi kaybedip kaybetmediğimi, bir şeyler hatırlayıp hatırlamadığımı sordu. Ona, net olarak hatırladığım bir dizi rüya ve görüntü gördüğümü, bunlara bir anlam veremediğim için onlarla konuşmaya geldiğimi söyledim. Gördüğüm bütün görüntüleri anlatmamı istediler. Anlattıklarımı dinledikten sonra Nestor görüntülerimin garip bir sırası olduğunu, sadece ilk ikisinin bu dünyaya ait olup çok önem taşıdığını, diğerlerininse yabancı dünyalarla ilgili görüntüler olduğunu söyledi. İlk görüntünün çok büyük önem taşıdığını, çünkü bunun asıl yora olduğunu açıkladı. Büyücülerin rüya dizilerindeki ilk olayı gelecekte olacak olayların bir haritası şeklinde düşündüklerini anlattı. Bu ilk rüyada ben kendimi tuhaf bir dünyaya bakarken buluyordum. Tam gözümün önünde ikiye bölünmüş koskocaman bir kaya vardı. Kayanın ortasındaki geniş boşluktan sınırsız, ışıklar saçan bir düzlük ya da yeşilli sarılı ışıklarla bezenmiş bir geçit vadi görünüyordu. Vadinin bir yanında, sağ tarafta, oradaki büyük kayadan dolayı bir bölümünü göremediğim garip, kurgana benzeyen bir yapı duruyordu. Koyu renkli, neredeyse koyu gri bir yapıydı. Eğer günlük hayattaki bedenim şimdi bulunduğum ölçülerdeyse bu kurgana benzeyen yapı elli bin fit yükseklikte, millerce genişlikteydi. Böyle bir büyüklük gözlerimi kamaştırmıştı. Başım döndü ve çözülmeye başladım. Bu durumdan kurtulup geri döndüğümde kendimi pürüzlü ama dümdüz uzanan bir alanda buldum. Daha önce gördüğüm vadi gibi parlak ve ucu bucağı olmayan bir alandı bu. Görebildiğim noktaya kadar ilerledim. Sonra fark ettim ki başımı her yöne çevirebiliyorum ama kendime bakamıyordum. Ancak başımı sağdan sola ya da tam ters yöne döndürerek etrafımdakileri rahatlıkla gözleyebiliyordum. Ne var ki arkamı dönüp bakmak istediğimde bedenimi hareket ettiremiyordum.

Vadi kendiliğinden sağ ve sol yanıma doğru genişliyordu. Etrafımda sonsuzluğa doğru uzanan beyaz bir ışıktan başka bir şey yoktu. Ayaklarımın altında uzanan yere bakmak istedim ama gözlerim aşağıya bakamıyordu. Gökyüzüne bakmak için gözlerimi yukarı kaldırdım; tüm gördüğüm, üzerinde durduğum zemine tıpatıp benzeyen beyaz, uçsuz bucaksız bir yüzeydi. Sonra bir hisse kapıldım, sanki bir şey görünecekti bana. Ama aniden gelen çözülme buna engel oldu. Bir güç beni aşağı doğru çekiyordu. Sanki o beyaz yüzey yutuyordu beni.

Nestor gördüğüm o kurgana benzeyen yapının çok büyük bir öneme sahip olduğunu, çünkü bu özel yapı şeklinin Nagual ve Genaro tarafından, bizim bir gün onlarla buluşmamız için seçilmiş yapı şekli olduğunu söyledi. O sırada Benigno konuşmaya başlayıp Eligio’ya o kurganı bulması için özel bir emir verildiğini söyledi. Nagual ve Genaro’nun Eligio’ya, söyledikleri yeri iyice anlayıp anlamadığı konusunda ısrarla sorular sorduklarını da ekledi. Her zaman en iyilerinin Eligio olduğunu düşündükleri için o kurgana benzeyen yapıyı bulmasını ve beyaz kemerlerinden içeri defalarca girip çıkmasını söylemişlerdi ona. Pablito üçünün de eğer becerebilirlerse o kurganı bulmaları konusunda komutlar aldıklarını ama bunu başaramadıklarını söyledi. O zaman ben de yakınan bir sesle ne don Juan’ın ne de Genaro’nun bana böyle bir şey söylemediğim aktardım onlara. Böyle bir kurgan bulma konusunda hiçbir komut vermemişlerdi bana.

Benigno masada tam karşımda oturuyordu, aniden ayağa kalkıp yanıma geldi. Sol tarafıma oturup belki de o iki yaşlı adamın bana bu komutu verdiklerini ama benim bunu hatırlamadığımı ya da onu bulduğum zaman dikkatimi yalnızca onun üzerinde yoğunlaştırmamı istemedikleri için bana bir şey söylemediklerini fısıldadı kulağıma.

"Kurgan ne diye öyle önemli oluyor?"

"Zira Nagual ile Genaro şu anda ordalar," diye yanıt verdi.

"Pekâlâ, neredeymiş bu kurgan?" diye sordum.

"Bu yeryüzünün bir köşesinde?" yanıtını verdi.

O devasa boyutlarda bir yapının gezegenimizde var olabilmesinin imkânsız olduğunu açıklamaya çalıştım onlara. Benim hayal ettiğim şeyin rüyaya benzediğini ve o yükseklikteki kurganların sadece insanın muhayyilesinde var olabileceğini söyledim. Hepsi birden gülerek çocuk avuturcasma sırtımı hafifçe tıpışladılar.

"Eligio’nun nerede olduğunu öğrenmek istiyorsun," dedi Nestor durup dururken. "Söyleyim sana, Eligio o kurganın beyaz odalarında Nagual ve Genaro’yla birliktedir."

"Ama bir hayaldi o kurgan," diye karşı çıktım.

"O halde Eligio o hayalin içindedir," dedi Nestor. "Benigno demincek de dediydi sana, hatırlasana. Nagual ile Genaro sana o kurganı bulmanı ve ha bire oraya gidip durmanı söylemediler ki. Söylemiş olsalardı, burada olmazdın sen. Eligio gibi olurdun, o hayaldeki kurganda. Şimdi anladın mı, Eligio sokakta ölen insanlar gibi ölmedi. Atlayışından geri dönmedi, o kadar."

Cvp: BÖLÜM 4 – GENAROLAR

Bu söyledikleri beni afallatmıştı. Gördüğüm hayallerin canlılığı bir türlü çıkmıyordu aklımdan, gene de tuhaf bir nedenle onunla tartışmak geldi içimden. Nestor, herhangi bir şey söylememe fırsat bırakmadan, iddiasını bir kerte daha ileriye götürdü. Hayallerimden birini bana anımsattı: sondan bir öncekini. Özellikle o hayalim bir karabasandı adeta. Beni kovalayan yabansı, görünmeyen bir yaratıktan kaçmaktaydım. Onun mevcut olduğunu biliyordum, ama onu göremiyordum; aslında, onun görünmez oluşundan dolayı değil de içinde bulunduğum âlemin neyin ne olduğunu bilemediğim denli alışılmadık olmasından kaynaklanıyordu bu. Hayalimdeki öğeler ne olurlarsa olsunlar, bu dünyayla herhangi bir benzerlik taşımıyorlardı. Öylesi bir yerde kaybolmuş olmanın yarattığı coşkusal sıkıntı dayanılmaz bir kerteye ulaşmıştı. Bir an gelmiş, üzerinde bulunduğum yüzey sallanmaya başlamıştı. Zeminin ayaklarımın altında göçeceğini hissederetmez başımın üzerinde yatay olarak uzanan dala benzer birşeyi ya da ağaca benzettiğim bir şeyin çıkıntısını kavradım. Bişeye dokunur dokunmaz, o her şeyi hisseden sinirlerle doluymuşçasma bileğimin çevresini sarıverdi. Fevkalade yükseklere kaldırıldığımı duyumsadım. Aşağıya baktığımda inanılmaz bir hayvan gördüm; onun, benim peşimden gelen görünmez yaratık olduğunu anladım. Yere benzeyen bir yüzeyden çıkmaktaydı. Mağarayı andıran koskoca ağzını görebiliyordum. Keskin bir çığlığı andıran, ürpertici, insanı dehşet düşüren metalik tınılı kükremesini işittim; ardından, beni yakalamış olan ahtapotumsu kolu açılıverdi ve onun mağaramsı ağzına düştüm. Onun içine düşerken ağzının tüm ayrıntılarını görmüştüm. Birden bedenimi ezen bir basınç hissettim.

"Yani ölüm, desene," dedi Nestor. "O hayvan seni yenir. Bu dünyanın ötesine gitme cüretini gösterdin ve dehşetin ta kendisini bulmuş oldun. Bizim yaşamımız ve ölümümüzdü senin o yerdeki kısa yaşamından ve o canavarın ağzındaki ölümünden daha çok ya da daha az gerçek değil. Bizim şu anda sürdürdüğümüz yaşam sadece uzun bir hayaldir. Anlıyor musun?"

Bedenimin her yanında sinirsel ıspazmozlar dolaştı.

"Bu dünyanın ötesine gitmedim ben," diye sürdürdü Nestor, "ama neden bahsettiğimi biliyorum. Seninkisi gibi dehşet verici hikâyelerim yok benim. Yaptığım tek şey Porfirio’yu on kez ziyaret etmekti. Bana kalsa ebediyen oraya giderdim, ama on birinci seferim öyle güçlüydü ki yönümü değiştirdi. Ben güya Porfirio’nun kulübesini hedeflemiştim ki ne göreyim, kendimi onun kapısında bulacağım yerde, tamhirde bir arkadaşımın evinin civarında bulmaz mıyım! Aman ne komik diye geçirdiydim. Tonal ile Nagual arasında mekik dokuduğumu anladım. Hiç kimse bana bu yolculukların ahım şahım bir şey olacağını söylemediydi. Onun için ben merak edip arkadaşımı görmeye karar verdim. Acaba onu gerçekten görebilecek miyim diye bir merak aldı beni. Onun evine varıp daha önce hep yaptığım gibi kapısını çalmaya başladım. Karısı hep yaptığı gibi beni içeriye aldı ve baktım ki arkadaşım evdeymiş. Bir iş için şehre indiğimi söyledim, o da tutup bana olan borcunu bile ödedi. Parayı cebime indirdim. Ben arkadaşımın da, karısının da, parasının da, evinin de ve o şehrin de tıpkı Porfirio’nun kulübesi gibi bir hayal olduğunu bilmekteydim. Beni aşan bir gücün her an beni un ufak edeceğini bilmekteydim. Onun için oturup arkadaşımla günümü gün edeyim bari dedim. Şen şatır oturduk, şakalaştık. Vallahi de her bir şey hoş mu hoştu, kıyaktı. Orada uzun süre oturup sarsıntıyı bekledim; ama gelmeyince kalkmaya karar verdim. Allahaısmarladık deyip verdiği para ve konukseverliğinden ötürü ona teşekkür ettim. Evden çıkıp yürümeye başladım. O güç beni götürmeden şehri bir göreyim diyordum.

Bütün gece dolaştım durdum. Şehri kuşbakışı gören tepelere dek yürüdüm, sonra tam güneş doğacakken aklıma şimşek gibi bir fikir geldi. Dünyaya geri dönmüştüm ve beni un ufak edecek olan güç mola vermişti ve bir süre daha orda kalmama izin verecekti. Yani anavatanımı ve bu şahane yeryüzünü bir süre daha görebilecektim. Maestro, o ne büyük mutluluktu! Ne var ki, Porfirio’nun dostluğundan zevk almadığımı söyleyemezdim. Her iki hayal de aynıdır, ama ben kendi biçimimin ve dünyamın hayalini tercih ederim. Ola ki benim düşkünlüğüm de budur."

Nestor konuşmasını kesince hepsi birden gözlerini bana doğru çevirdi. Daha önce yaşamım boyunca rastlamadığım bir sıkıntıyla bunaldım. Bir yanım onun anlattıklarını hayret ve zevkle izlemekteydi, bir yanım da onunla tartışmak istiyordu. Herhangi bir amaç taşımadan onunla tartışmaya başladım. Bu mantıksız yaklaşımım birkaç dakika sürdü, sonra Benigno’nun bana kötü nazarlarla baktığını fark ettim. Gözlerini göğsüme doğru yöneltmişti. Ansızın uğursuz bir şeyin kalbimi sıkıştırdığını hissettim. Yüzümün hemen karşısında bir soba varmışçasına ter dökmeye başladım. Kulaklarım uğuldamaktaydı.

Tam o anda la Gorda bana doğru birkaç adım attı. Hiç beklenmedik şekilde ortaya çıkması beni şaşırtmıştı. Genaroların da aynı şeyi hissetiklerinden emindim. Yapmakta oldukları şeyleri bırakıp ona doğru baktılar. Şaşkınlığından ilk kurtulan Pablito olmuştu.

"Ne diye öyle geldin içeriye?" diye sordu sesinde yakarırcasına bir titremle. "Öbür odadan dinlemekteydin, değil mi?"

La Gorda eve varalı daha birkaç dakika olduğunu ve mutfaktan çıktığını söyledi. Sessiz kalmaktaki amacının da bizi dinlemek değil de göze çarpmazlık yeteneğini kullanmak olduğunu belirtti. Onun varlığı yabansı bir durgunluk yaratmıştı. Nestor’un ilginç açıklamalarına dönmek istiyordum yeniden, ama ben daha bir şey söylemeden la Gorda küçük kız kardeşlerin eve dönmekte olduklarını ve her an içeriye girebileceklerini söyledi. Genarolar bir iple çekilmişlercesine birden ayağa kalktılar. Pablito taburesini omuzuna koydu.

"Gelin karanlıkta yürüyüşe çıkalım, Maestro," dedi Pablito bana.

La Gorda son kerte buyurgan bir sesle Nagual’ın onun bana öğretmesini istediği her şeyi anlatmayı henüz bitirmediğinden dolayı onlarla gidemeyeceğimi bildirdi.

Pablito bana dönerek göz kırptı.

"Söylemiştim sana," dedi. "Bu karılar eli maşalı, suratsız kahpelerdir diye. İnşallah sen öyle değilsindir, Maestro."

Nestor ile Benigno iyi geceler deyip bana sarıldılar. Pablito ise taburesini sırt çantısı gibi taşıyarak yürüdü gitti.

Birkaç dakika sonra sokak kapısından gelen dehşetli bir gürültü la Gorda’yla beni yerimizden zıplattı. Pablito, taburesini taşıyarak içeriye girdi.

"İyi geceler demiyeceğimi sandınız, değil mi?" diye bana sordu ve gülerek çıktı gitti.

Cvp: BÖLÜM 4 – GENAROLAR

.