1

Konu: 5 - Niyetin Gereksindirdikleri

1 - Kişisel Yansımamızın Aynasını Kırmak

Guaymas’ta, deneyimlerimi hatırladığım yerde bir gece geçirdik. Toplanma noktam gece boyunca esnekti, bu nedenle don Juan, anı niteliği taşımayan, bulanık düşlere dönüşüveren yeni konumlara ulaşmama yardımcı oldu.
Ertesi gün ne olduğunu ya da ne algıladığımı anımsayamıyordum; buna rağmen, tuhaf deneyimler yaşadığımdan emindim. Don Juan toplanma noktamın beklediğinin dışında hareket etmiş olduğunu kabul etti, yine de ne yapmış olduğuma değin bir ipucu bile vermedi. Tek yorumu, bir gün her şeyi hatırlayabileceğim olmuştu.
Öğleye doğru, dağlarda yürümeye başladık. Sessizlik içinde yürüdük ve akşam üzerine değin konuşmadık. Hafif eğimli dağ sırtını tırmanırken, don Juan aniden konuşmaya başladı. Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Olduğumuz yerden görünen açık bir kaya çıkıntısında durmak istediğini anlayana kadar söylediğini tekrarladı. Orada koca kayalar ve çalı çırpılarca rüzgârdan korunacağımızı söylemekteydi.
“Söyle bana, kaya çıkıntısında bütün gece oturabileceğimiz en iyi yer neresi?” diye sordu.
O gün daha önce, tırmanmaktayken, neredeyse hiç farkedilemeyecek konumda olan kaya çıkıntısını görmüştüm. Dağın eteğine dikilmiş kara bir yama gibiydi. Çok hızlı bir bakışla orayı tanımlamıştım. Şimdi don Juan benim görüşümü almaktaydı; çıkıntının güneyinde, neredeyse siyah, daha da karanlık bir alan belirledim. Karanlık çıkıntı ve içindeki o siyah alan, bende korku ya da endişeye yol açmıyordu. O çıkıntıyı beğendiğimi anladım. Ve hatta onun o karanlık alanını daha çok beğenmiştim.
“Oradaki alan çok karanlık, ama benim hoşuma gitti,” dedim, çıkıntıya ulaştığımızda.
Bütün gece oturulacak en iyi yer olduğu görüşüme katılıyordu. Kendine özgü bir enerjiye sahip bir yer olduğunu ve kendisinin de o huzur verici karanlığı sevdiğini söyledi.
Girintiler ve çıkıntılar oluşturmuş kayalara doğru ilerledik. Don Juan bir bölgeyi taşlardan arındırdı ve sırtlarımız kayalara dayalı oturduk.
Don Juan’a, kendi adıma o noktayı seçmiş olduğum için bir yandan şanslı bir tahmin yaptığımı düşündüğümü, diğer yandan, bunu gözlerimle algılamış olduğum gerçeğini göz ardı edemediğimi söyledim.
“Ben bunu sadece gözlerinle algıladın diyemem,” dedi. “Anlattığından biraz daha karmaşık bi şey.”
“Bununla ne demek istiyorsun don Juan?” diye sordum. “Henüz farkında olmadığın yeteneklere sahipsin diyorum,” yanıtını verdi. “Epeyce dikkatsiz biri olduğundan, algıladığının yalnızca sıradan duyumsal algılama olduğunu düşünebilirsin.”
Ona inanmıyorsam, söylediğini doğrulamak için tekrar dağın dibine inmem konusunda beni cesaretlendirebileceğini söyledi. Karanlık çıkıntıyı sadece gözlerimle görebilmemin olanaksız olacağını ileri sürdü.
Ateşli bir şekilde ondan kuşkulanmak için hiçbir nedenim bulunmadığını belirttim. O koca dağın dibine inmeyecektim.
Aşağı inelim diye tutturdu. Bunu salt benimle eğlenmek için yaptığını düşündüm. Sinirlenmiştim, ama ciddi olabileceğini anladım. Öyle şiddetli güldü ki, soluğu kesildi.
Tüm canlıların kendilerine özgü enerji düzeyleriyle, çevrelerindeki alanları araştırabildikleri gerçeği üzerinde durdu. Hayvanların çoğu bu alanlardan korkar, onlardan uzak dururlarmış. Bu genellemenin dışında kalanlar, böylesi alanlarla karşılaştıklarında oralarda dinlenen, hatta uyuyan dağ aslanları ile kurtlarmış. Ama, yalnızca büyücüler böyle alanları etkileşimleri için kasıtlı olarak ararlarmış.
Bu etkileşimlerin ne olduğunu sordum. Bunların, insan enerjisini dinçleştiren, sezilemeyen sarsıntılar yarattığını, ve doğal ortamlarda yaşayan sıradan insanların da böyle alanların etkilerini, bunları bulmuş olduklarından haberleri olmadan bile bulgulayabildiklerini söyledi.
“Bulabildiklerini nasıl anlıyorlar?” diye sordum.
“Asla anlayamıyorlar,” diye yanıtladı. “Patikalarda yolculuk eden insanları gözleyen büyücüler, onların çoğunlukla yorulduklarını ve doğru bi alanda pozitif bi enerjiyle dinlendiklerini derhal fark ederler. Öte yandan, eğer zedeleyici bi enerji akımı alanına yönelirlerse sinirli olurlar ve koşuştururlar. Eğer onlara bu konuda bi şey soracak olursan, zindeleşmiş oldukları için o bölgeden koşarak geçtiklerini söylerler. Ama bunun tam tersidir olan— onları zindeleştiren tek yer, yorgun oldukları yerdir.”
Büyücülerin böyle alanları, çevrelerindeki en ufak enerji dalgalarını tüm bedenleriyle algılayarak bulabilme yeterlilikleri olduğunu söyledi. Büyücülerin kişisel yansımalarının kısıtlanmasından fazlalaşmış enerjileri, duyumlarına daha geniş bir algılama kapsamı sağlarmış.
“Sana, ister büyücüler için olsun, ister sıradan insanlar için, gerekli tek eylem akışının, kişisel yansımamızla olan ilgimizi sınırlamamız olduğunu açıklamaya çalışıyorum,” diye devam etti. “Nagual’ın çömezleriyle ulaşmaya çalıştığı amaç, onların kişisel yansımalarının aynasını tuzla buz etmektir.”

Cvp: 5 - Niyetin Gereksindirdikleri

Her çömezin bireysel bir durum olduğunu, ve nagual’ın ayrıntılara karar vermesi için tine izin vermesi gerektiğini ekledi.
“Her birimizin, kendi kişisel yansımasına bağlılık düzeyi farklıdır,” diye devam etti. “Ve bu bağlılık, gereksinme olarak duyumsanır. Örneğin, ben bilgi yoluna girmeden önce, yaşamım sonsuz gereksinmelerden oluşuyordu. Ve nagual Julian’ın beni kanatlarının altına almasından yıllar sonra, eksiği ve fazlasıyla, ben hala bi muhtaçtım.
“Büyücü ya da sıradan insanların arasında, kimseye gereksinim duymayan insanların örnekleri vardır. Onlar huzuru, uyumu, gülmeyi ve bilgiyi doğrudan tinden alırlar. Onların aracılara gereksinimi yoktur. Senin için ve benim için, bu durum başka. Ben senin aracınım ve nagual Julian da benim aracımdı. Aracılar, ufak bi şans tanımaktan öte—niyetin bilincinde olma—insanlara kişisel aynalarını tuzla buz etmede yardımcı olurlar.
“Bugüne dek benden aldığın en sağlam yardım, kişisel yansımana saldırmış olmamdır. Eğer böyle olmasaydı, zamanını boşa harcıyor olacaktın. Bu benden aldığın tek gerçek yardımdır.”
“Tüm yaşamımdaki herhangi birisinden çok daha fazla öğrettin bana, don Juan,” diyerek karşı çıktım.
“Dikkatini tuzağa düşürmek için sana bi sürü şey öğrettim,” dedi. “Yine de yemin edersin sen, o öğretilerin olayın önemli kısmı olduğuna. Ama öyle değil. Eğitimin çok az bi değeri vardır. Büyücüler toplanma noktasını hareket ettirmenin tek önemli şey olduğunu ileri sürerler. Ve bu hareket, senin de çok iyi bildiğin gibi eğitime değil, fazlalaşmış enerjiye dayanır.”
Sonra bağdaşmaz bir açıklama yaptı. Belirgin ve basit bir eylemler dizisini izleyen herhangi birinin toplanma noktasını hareket ettirmeyi öğrenebileceğini söyledi.
Kendisiyle çelişmekte olduğuna değindim. Bana göre eylemler dizisi, eğitim demekti; bir yöntemdi.
“Büyücülerin dünyasında sadece kavramsal çelişkiler vardır,” diye yanıtladı, “Uygulamada çelişki yoktur. Sözünü ettiğim eylemler dizisi bilinçli olmaktan ileri gelir. Bu dizinin bilincinde olmak için bi nagual’a gereksinim duyarsın. Bi nagual’ın ufak bi şans yarattığını bu yüzden söyledim, ama bu ufak şans, bi makinayı kullanmak için gereksindiğin yöntemler gibi bi eğitim değildir. Bu ufak şans, tinin bilincinde olmaktır.”

Cvp: 5 - Niyetin Gereksindirdikleri

Aklındaki belirgin dizinin, toplanma noktasını durağan kılan bir güç olan, kendini önemsemeyi bilmeyi gerektirdiğini açıkladı. Kendini önemsemek kısıtlandığında, gereksindiği enerji yayılmasını durdururmuş. Bu fazlalaşmış enerji, sonradan, toplanma noktasını kendiliğinden ve kasıtsız olarak us almaz bir yolculuğa fırlatan bir sıçrama tahtası görevini üstlenirmiş.
Toplanma noktası bir kez hareket etti mi, hareketin kendisi, kişisel yansımamızdan uzaklaşmakla sonuçlanırmış ve bu da sırası geldiğinde, tinle açık bir bağlantı hattı kurulmasını temin edermiş. Ne de olsa tinden insanları ayıran, ilkin kişisel yansımaymış,
“Daha önce de sana söylemiş olduğum gibi,” diye devam etti don Juan, “büyücülük bi dönüş yolculuğudur. Yengi kazanarak tine geri döneriz, cehenneme inmiş olarak döneriz. Ve cehennemden ödüller getiririz. Anlayış, ödüllerimizden biridir.”
Ona bu dizin hakkında konuştuğunda çok kolay ve çok basit göründüğünü, ama uygulamaya kalktığımda bunu kolaylığın ve basitliğin karşıt savı olarak bulguladığımı söyledim.
“Bu basit gelişimin karşısındaki zorlanışımız,” dedi, “yaşamımızı sürdürmek için çok az şeye gereksinim duyduğumuzu kabul edişimizdeki isteksizliktir. Eğitimi, öğretiyi, rehberliği ve ustalığı kabullenmeye bağımlı hale gelmişiz. Ve bize bunlardan herhangi birine gerek duymadığımız söylendiğinde, inanmıyoruz. Sinirleniyoruz, sonra güvenimiz sarsılıyor, sonunda öfkelenmiş ve düş kırıklığına uğramış oluyoruz. Eğer yardım gereksiniyorsak, bu yöntemlerle olmamalı, vurgulamalarla olmalı. Eğer biri kendimizi fazlaca önemsememizi kısıtlamamız gerektiği konusunda bizi bilinçlendiriyorsa, gerçek yardım budur.”
“Büyücüler, dünyanın, sonsuz düzeyde, en çılgın düşlerimizde olduğundan da karmaşık olduğuna ikna olmamız için kimseye ihtiyaç duymamamız gerektiğini söylerler. O halde, niçin bağımlıyız? Niçin kendi başımıza beceremediğimiz zaman birinin bizi yönlendirmesini şiddetle arzularız? Zorlu bi soru, ha?”
Don Juan başka bir şey söylemedi. Bu soruyu uzun uzun düşünmemi istediği açıkça belliydi. Ama benim kafamda başka endişeler vardı. Anılarım, sarsılmaz olduğuna inandığım belli temelleri aşındırmıştı ve benim son çare olarak onun bunları yeniden tanımlamasına gereksinimim vardı. Uzun süren sessizliği bozdum ve sorunumu söyledim. Yükseltilmiş bilinçlilikte yer aldıklarında, başlangıçtan sonuna dek, tüm olayları unutabiliyordum, bunu kabul etmeye hazır olduğumu söyledim. Bugüne dek, olağan bilinçlilik durumumda onun yönetiminde yapmış olduğum her şeyi anımsayabilmiştim. Yine de Nogales’te don Juan’la kahvaltı etmiş olmak, onu hatırlamadan önce aklımda yoktu. Ve bu bile olayı kolayca günlük sorunların dünyasına almış olmalıydı.
“Can alıcı bir noktayı unutuyorsun,” dedi. “Nagual’ın varlığı toplanma noktasını hareket ettirmek için yeterlidir. Nagual’ın vuruşuyla şikayetlerini önledim. Kürek kemiklerin arasına indirdiğim darbe, yalnızca bi sakinleştirici. Kuşkularını giderme amacına hizmet eder. Büyücüler fiziksel teması bedeni sarsmak için kullanırlar. Yönlendirilecek olan çömeze güven vermekten başka bi işe yaramaz.”
“O zaman toplanma noktasını kim hareket ettirir don Juan?” diye sordum.
“Tin yapar bunu,” diye yanıtladı, sabrını kaybetmek üzere olan birinin edasıyla.
Kendisini toparlamaya çalışıyormuş gibi göründü ve gülümseyip, kafasını pes edermişçesine sağa sola salladı.
“Aklımın neden-sonuç ilişkisince yönlendirildiğini,” dedim, “kabul etmek bana zor geliyor.”
Yine o olağan, akıl almaz kahkaha nöbetlerinden birine yakalanmıştı—tabii, benim görüşüme göre akıl almaz. Dargın görünüyor olmalıydım. Elini omuzuma koydu.
“Düzenli olarak bu şekilde gülüyorum çünkü sen çıldırmışsın,” dedi. “Bana sorduğun her şeyin yanıtı doğruca gözlerinin içine bakıyor ve sen göremiyorsun bunu. Bence çıldırmışlık senin sorunun.”
Gözleri öyle parlak, öyle inanılmaz deli ve yaramazlardı ki, sonunda ben de gülmeye başladım.
“Dilimde tüy bitene dek sana büyücülükte işlemler falan olmadığını anlatmakta direndim,” diye devam etti. “Herhangi bi yöntem, herhangi bi basamak yok. Önemi olan tek konu toplanma noktasının hareket etmesi. Ve hiç bi işlem buna neden olamaz. Bu tamamen kendi kendine olan bi etkidir.”
Omuzlarımı kaldırmak istermişçesine beni iteledi, ve sonra doğrudan gözlerimin içine bakarak, gözlerini bana dikti. Dikkatim iyice onun sözlerine yönelmişti.
“Bi bakalım sen şu olayı nasıl çözeceksin,” dedi. “Daha demin toplanma noktasının hareketinin kendi kendine olduğunu söyledim. Ama nagual’ın varlığının çömezin toplanma noktasını hareket ettirdiğini de ekledim ve nagual’ın kararlılığını maskeleyiş biçimi, bu harekete ya yardımcı olur ya da onu köstekler dedim. Bu çelişkiyi nasıl halledersin?”
Tam da ona bu çelişkiyi sormak üzere olduğumu itiraf ettim, çünkü bu çelişkinin farkındaydım ama bunu çözmeye başlamayı düşünemiyordum bile. Bir büyücülük zanaatkârı değildim ben.
“Nesin sen o zaman?” diye sordu.
“Ben, büyücülerin neler yaptığını çözmeye çalışan bir insanbilim öğrencisiyim,” dedim.
Açıklamam pek de doğru değildi, ama yalan da değildi. Don Juan denetimini yitirmiş, kahkahalar atmaktaydı. “Bunun için çok geç kaldın,” dedi. “Toplanma noktan hareket etti bile. Ve tam olarak birini büyücü yapan harekettir bu.” Bir çelişki olarak görünenin, gerçekte aynı madalyonun iki yüzü olduğunu belirtti. Nagual, toplanma noktasını, kişisel yansımanın aynasını kırmaya yardımcı olarak ayartır ve hareket ettirirmiş. Ama bu, bir nagualın yapabileceğinin tümüymüş. Gerçek hareketi sağlayan tinmiş, soyutmuş; görülemeyen ya da hissedilemeyen, canlı gibi görünmeyen, ama canlı olan şey. Bu nedenden dolayı büyücüler toplanma noktasının tamamen kendi kendine hareket ettiğini bildirirlermiş. Ya da nagual’ın bunu hareket ettirdiğini söylerlermiş. Nagual, soyutun kanalı olduğundan, bunu eylemleriyle vurgulayabilmesi sağlanırmış.
Don Juan’a soran gözlerle baktım.
“Nagual, toplanma noktasını hareket ettirir, yine de esas hareketi yapan kendisi değildir,” dedi don Juan. “Ya da belki tinin kendisini nagual’ın kusursuzluğu ile uyum içinde ifade ettiğini söylemek daha doğru olur. Tin toplanma noktasını, kusursuz nagual’ın salt varlığıyla hareket ettirebilir.”
Düşüncesini açıklamayı istemiş olduğunu, çünkü yanlış anlaşılması halinde bunun bir nagual’ı kişisel öneme ve dolayısıyla yok oluşa götürebileceğini söyledi.
Konuyu değiştirip, tinin algılanabilir bir özü olmadığını, büyücülerin daha çok kişisel yansımanın aynasını tuzla buz edebilecekleri belirli anlar ve yollarla uğraştıklarını söyledi.
Don Juan, bu olayda, naguallar’ın kararlılıklarını maskeledikleri değişik biçimlerin özel değerini anlamanın önemli olduğuna değindi. Örneğin, benim cömertlik maskem, düşük düzeyde bulunan insanlarla uğraşmak için eşsiz, kişisel yansımalarını kırmak için yararsızmış, çünkü onlardan neredeyse olanaksız bir karar istemeye zorluyormuş beni. Onlardan, büyücülerin dünyasına herhangi bir ön hazırlık yapmadan sıçramalarını umuyormuşum.
“Bunun gibi bi sıçrama kararı için hazırlanmak gerekir,” diye devam etti. “Ve buna hazırlanmak için, nagual maskelerinden hangi türü olursa olsun işe yarar, cömertlik maskesi dışında.”
Belki de umutsuzca gerçekten cömert olduğuma inanmak isteyişimden, davranışlarım üzerindeki yorumları o suçluluk duyumumu yeniledi. Utanılacak bir şey olmadığına inandırdı beni ve tek istenmeyen etkinin güya cömertliğimin pozitif hilede sonuç vermemesi olduğunu söyledi.
Bu konuda, pek çok yönden velinimetine benzememe rağmen, cömertlik maskem, bir öğretmen olarak, çok kaba ve fazlasıyla açık olduğundan değersizmiş. Buna karşın, kendisininki gibi, bir mantıklılık maskesi, ne olursa olsun, toplanma noktasını hareket ettirecek elverişli bir ortam yaratmada çok etkili oluyormuş. Müritleri onun güya mantıklılığına tamamen inanırlarmış. Doğrusu, bu onları o kadar isteklendiriyormuş ki; onları kolayca, istediği düzeyde çabalamaları için aldatıyormuş.
“O gün Guaymas’ta başına gelenler, nagual’ın maskelenmiş kararlılığının kişisel yansımayı nasıl tuzla buz ettiğine iyi bi örnek,” diyerek devam etti. “Maskem senin düşüşün oldu. Sen, çevrendeki herkes gibi benim mantıklılığıma inandın. Ve tabii ki her şeyden önce bu maskenin devamlılığına inandın.
“Senin karşına, dermansız yaşlı bi adamın bunamış davranışlarıyla ve gerçekten o yaşlı adam olarak çıktığımda, zihnin kendi kişisel yansıman ve benim mantıklılığımın devamlılığı konusunda bi şeyler yapma çabasıyla uçlarda düşünmeye başladı. Ve kendini bi çarpıntım olduğuna inandırdın.
“Sonunda, mantıklılığımın devamlılığına inanman olanaksızlaştığında, yansıman kırılmaya başladı. O andan başlayarak, toplanma noktandaki değişim bi zaman meselesiydi. Tek sorun merhametin olmadığı yere ulaşıp ulaşamayacağındı.”
Don Juan’a kuşkulu görünmüş olmalıydım ki, kişisel yansımamızın ya da usumuzun dünyasının, çok dayanıksız olduğunu ve kendisine temel oluşturan bir takım anahtar düşünüşlerle ayakta durduğunu açıkladı. Bu esas düşünceler başarısız olduğunda, temel düzen işleyemez olurmuş.
“Bu esas düşünceler neler, don Juan?” diye sordum.
“Senin durumunda ve o kendine has dakikalarda, daha önce konuştuğumuz o otacı ve izleyicilerinin durumundaki gibi, esas düşünce devamlılıktı.” diye yanıtladı.
“Devamlılık nedir, don Juan?” diye sordum.
“Katı bi biçimden oluştuğumuz düşüncesi,” dedi. “Usumuzda, dünyamızı ayakta tutan değişmez olduğumuz düşüncesinden emin oluşumuzdur. Davranışlarımızın biraz değişebileceğini kabul edebiliriz, tepkilerimizin ve düşüncelerimizin değişebileceğini, ama görünüşlerimizi değiştirecek, başka birisi olma noktasına gelebilecek kadar biçimlendirilebileceğimiz düşüncesi, kişisel yansımamızın temelinde yatan düzenin bi parçası değildir. Bi büyücü ne zaman bu düzeni deşse, ussal dünyası durur.”
Herhangi birisinin devamlılığını bozmanın, toplanma noktasının hareketine neden olup olamayacağını sormak istedim. Sanki bu soruyu bekliyordu. Bunu bozmanın olayı hafiflettiğini söyledi. Toplanma noktasının hareket etmesine yardım eden, nagual’ın kararlılığıymış.
Daha sonra o öğleden sonra Guaymas’ta gerçekleştirdiği eylemleri, daha önce tartıştığımız otacının eylemleriyle karşılaştırdı. Otacının, günlük yaşamda karşılığı olmayan bir dizi eylemlerle izleyicilerinin kişisel yansımalarını kırdığını söyledi— o dokunaklı, ruhun bedeni ele geçiriş sahnesi, değişen sesler, hastanın bedenini yarıp açma— düşüncelerinin devamlılığı kırılır kırılmaz, toplanma noktaları hareket etmeye hazır olurmuş.
Bana daha önce dünyayı durdurma kavramını açıkladığını anımsattı. Okuma ve yazma benim için ne denli gerekliyse, büyücüler için de dünyayı durdurmanın o denli gerekli olduğunu söyledi. Bu kavram, günlük davranışlarımız dokusuna, uyumsuz bir olguyu, sıradan olayların, güya düzgün akışını durdurma amacındaki olguyu tanıtmayı içerirmiş— usumuzda mantık tarafından arşivlenmiş olaylara—.
Bu uyumsuz olgu ‘yapmama’ ya da yapmanın zıttı olarak bilinirmiş. ‘Yapma’, kavrama gerektiren düşüncelerin tümünün herhangi bir parçasıymış. ‘Yapmama’, bu çizelgelendirilmiş tüme ait bir olgu değilmiş.
“Büyücüler, birer iz sürücü olduklarından insan davranışlarını mükemmellik derecesinde anlıyorlar,” dedi. “Örneğin, mükemmellik insanların dökümler yapmak isteyen varlıklar olduklarını anlamaktalar. Belli bi dökümün girdilerini çıktılarını bilmek, bi insanı kendi alanında bi bilgin ya da bi uzman yapan şeydir.
“Büyücüler, sıradan insanın, bu yapılacak ayrıntılı işler listesi, dökümleri çıkmaza girdiğinde, onun ya bu dökümlerini genişlettiğini ya da kişisel yansıma dünyasının alabora olduğunu bilirler. Sıradan insan, eğer dökümünün temelindeki düzenle çelişmiyorsa, buna yeni öğeler katmaya isteklidir. Ama eğer yeni öğeler bu düzenle çelişiyorsa, insan aklı altüst olur. Büyücüler, kişisel yansıma aynasını kırmaya kalkıştıklarında, buna güvenirler.”
O gün, benim devamlılığımı kırma eylemi için gereken araçları dikkatlice seçmiş olduğunu açıkladı. Gerçekte dermansız yaşlı bir adam olana kadar, kendini yavaş yavaş dönüştürmüş ve sonra beni, devamlılığımın kırılışını güçlendirmek için, onu yaşlı bir adam olarak tanıdıkları bir restorana götürmüş.
Sözünü kestim. Daha önce ayırdedemediğim çelişkinin bilincine varmıştım. Bir ara, yaşlı bir adam olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamak istediği için kendisini dönüştürdüğünü söylemişti. Durum elverişliydi ve yinelenemezdi. Bu sözünün, daha önce hiç yaşlı bir adama dönüşmediği anlamına geldiğini sanmıştım. Yine de restoranda, onu çarpıntıları olan dermansız yaşlı bir adam olarak tanımaktaydılar.
“Nagual’ın kararlılığının pek çok yönü var,” dedi. “Çok amaçlı bi alet gibi. Kararlılık, bi varoluş biçimidir. Nagual'ın eriştiği niyetin bir düzeyidir o.
“Nagual bunu, kendisinin ya da çömezlerinin, toplanma noktasının hareketini ayartmak için kullanır. Ya da iz sürmek için. O gün işe bi iz sürücü olarak başladım, yaşlıymış gibi görünerek ve gerçekten öyle olan yaşlı, dermansız bi adam olarak işi bitirdim. Gözlerimce denetlenen kararlılığım, kendi toplanma noktamı hareket ettirmişti.
“Daha önce yaşlı ve hasta bi adam olarak o restoranda bulunmama rağmen, sadece iz sürmekteydim, yaşlı rolünü oynuyordum. Toplanma noktam o güne kadar asla, yaşlılığın ve bunaklığın o uygun alanına gitmemişti.”
Yaşlı olmayı niyet eder etmez gözlerinin parıldamalarını yitirdiklerini ve benim bunu hemen farkettiğimi söyledi. Suratımın her köşesinden panik okunuyormuş. Gözlerindeki parıldamanın kayboluşu, onları yaşlı adam konumunu niyet etmek için kullanmasındanmış. Toplanma noktası o konuma ulaştığında, görünüşte, davranışlarında ve duyumsamada yaşlanabilirmiş.
Gözlerle niyet etme düşüncesini açıklamasını istedim. Bunu anladığıma dair donuk bir görüşteydim, yine de ne bildiğimi kendime bile açıklayamıyordum.
“Bu konuda konuşmanın tek yolu, niyetin gözlerle niyet
edildiğini söylemektir,” dedi. “Bunun böyle olduğunu biliyorum. Yine de, aynen senin gibi, ben de bildiğimi tam saptayamıyorum. Büyücüler bu belirgin zorluğu son kerte açık bi şeyi kabullenerek açıklarlar: insanoğlu en çılgın düşlerimizden çok daha karmaşık ve gizemlidir.”
Olayı aydınlatmadığı konusunda ayak diredim.
“Tüm söyleyebileceğim gözlerin bunu yaptığıdır,” dedi, nokta koymak istercesine. “Nasıl olduğunu bilemiyorum, ama yapıyorlar bunu. Niyeti, onlarda var olan açıklanamaz bi şeyle çağırıyorlar, parıldamalarındaki bi şeyle. Büyücüler niyetin mantıkla değil, gözlerle deneyimlendiğini söylerler.”
Herhangi bir şey eklemeye karşı çıktı ve çağrışımımı açıklamaya devam etti. Toplanma noktasının kendisini gerçekten yaşlı kılan o belirgin konuma ulaşmasıyla, kuşkunun benim zihnimden tamamen uzaklaştırılmış olması gerektiğini söyledi. Ama benim, kendimi aşırı zeki sanarak gururlanmam gerçeğinden dolayı, hemen onun dönüşümüne bir mazeret bulmak için elimden geleni yapmışım.
“Sana defalarca fazla mantıklı olmanın bi sakatlık çıkaracağını söylemiştim,” dedi. “İnsanların sihire değin yoğun bi duyumları vardır. Biz gizemli olanın bi parçasıyız. Ussallık yalnızca bi ciladır. Eğer yüzeyi kazarsak altında bi büyücü buluruz. Bazılarımız her nasılsa, bu yüzeysel düzeyin altına geçmekte epey zorlanır, başkaları bunu büyük kolaylıkla yaparlar. Sen ve ben bu bağlamda epey benzeriz—ikimizde kişisel yansımamızdan kurtulmak için kan ter içinde kalmak zorundayız.”
Mantıklılığa sarılmanın benim için her zaman bir ölüm kalım meselesi olduğunu açıkladım. Hatta onun dünyasındaki deneyimlerimde bile, fazlasıyla bu böyleydi.
O gece Guaymas’ta, mantıklılığımın alışılmadık bir şekilde onunla uğraştığını anımsattı. Olayın başından beri bildiği her yolu onu yavaş yavaş çökertmek için kullanmak zorunda kalmış. Bu sonuç için kollarıyla güçlüce omuzlarıma asılmaya başlamış ve ağırlığını vererek beni zayıf düşürüyormuş. Bu kaba, fiziksel hareket, bedenimin ilk sarsıntısı olmuş. Ve bu, onun devamlılığının yoksunluğundan kaynaklanan korkumla birlikte, mantıklılığımı aniden yok etmiş.
“Ama mantıklılığını yok etmek yeterli değildi,” diyerek devam etti don Juan. “Toplanma noktan merhametin olmadığı yere ulaşacaksa, devamlılığımın her zerresini yok etmek zorunda olduğumu biliyordum. İşte bu gerçekten de bunak olduğum ve seni kentte dolaştırdığım zamandı, sonunda sinirlendim ve seni tokatladım.
“Donup kalmıştın, ama toparlamak üzereydin ki, kişisel yansımanın işini bitirecek son vuruşu yaptım. Kıyameti koparmaya başlamıştım. Kaçacağını ummamıştım. Çılgın taşkınlıklarını unutmuşum.”
Hemen yerinde toparlanma yöntemlerime rağmen, onun bunak davranışlarına öfkelendiğimde, toplanma noktamın merhametin olmadığı yere ulaşmış olduğunu söyledi. Ya da belki tam tersi olmuştu: öfkelenmiştim çünkü toplanma noktam merhametin olmadığı yere ulaşmıştı. Farketmezdi zaten. Önemli olan toplanma noktamın oraya ulaşmış olmasıydı.
Oraya ulaştığımda, davranışlarım kendine özgü bir şekilde değişmişti. Soğuk ve tedbirli birine dönüşmüştüm, kişisel güvenliğime kayıtsız kalmıştım.
Don Juan’a bütün bunları gördü mü diye sordum. Ona bundan söz etmiş olduğumu anımsamıyordum. Ne hissettiğimi anlaması için tüm yapması gerekenin, kendi deneyimlerini gözden geçirmek ve anımsamak olduğu yanıtını verdi.
Kendi doğallığına döndüğünde, toplanma noktamın yeni konumuna oturduğuna değindi. Bundan sonra, onun olağan devamlılığına olan inancım öylesine muazzam bir değişikliğe uğramış ki, bağlılık oluşturan bir kuvvet olmaktan çıkmış. Ve o andan sonra, toplanma noktam, yeni konumundan dolayı, başka bir tür devamlılık yaratmama olanak sağlamış; bağımsız, tuhaf bir sertlik olarak tanımladığım bir devamlılık—o andan sonra olağan davranış biçimim olan sertlik.
“Devamlılık yaşamlarımızda öylesine önemlidir ki, kırıldığında anında onarılır,” diye devam etti. “Büyücülerin, toplanma noktaları bi kez merhametin olmadığı yere ulaştı mı, devamlılıkları, ne olursa olsun, bi daha asla eskisi gibi olmaz.
“Sen yaradılıştan çok ağır bi adam olduğun için, Guaymas’taki o günden sonra, başka şeylerle birlikte, devamlılığın herhangi bi türünü, ilk anda görünen değeriyle kabullenebildiğinin farkına varmadın— zihninde hatırı sayılır bi mücadeleden sonra tabii.”
Parıldayan gözlerinin içi gülüyordu.
“Maskelenmiş kararlılığını elde ettiğin gün de oydu zaten,” diye devam etti. “Masken bugünkü kadar gelişmiş değildi tabii ki. Eline geçen, cömertliliğinin maskesi olacak konunun temel bilgileriydi.”
Karşı çıkmaya kalktım. Nasıl açıklarsa açıklasın, maskelenmiş kararlılık düşüncesini beğenmiyordum.
“Maskeni benim üzerimde deneme,” dedi, gülerek. “Daha iyi bi konu için sakla onu: seni tanımayan biri için mesela.
“Maskenin bana geldiği anı tam olarak hatırlamam için direndi. Seni saran o soğuk öfkeyi duyumsadığında,” diye devam etti, “onu maskelemek zorunda kaldın bu konuda dalga geçmiyordun, benim velinimetim de geçmezdi. Bu konuda mantıklı görünmeye çalışmıyordun, ben de yapmazdım. Sanki bu olay, ilgini çekmiş gibi de görünmüyordun, Nagual Elias’da öyle görünmemişti zaten. Bu benim bildiğim üç nagual’ın üç maskesidir. Peki sen ne yaptın? Sakince arabana yürüdün ve paketlerin yarısını, sana onları taşımakta yardımcı olan adama verdin.”
O ana kadar gerçekten de birinin paketleri taşımama yardım etmiş olduğunu anımsamıyordum. Yüzümün önünde raks eden ışıklar görmüş olduğumu don Juan’a anlattım. Onları bayılmak üzere olduğum için, o soğuk öfkem yüzünden gördüğümü sanmıştım.
“Bayılmak üzere değildin sen,” dedi don Juan. “Bi rüya görme durumuna girmek ve Talia ile velinimetim gibi, tini yalnızca kendi başına görmek üzereydin.”
Don Juan’a, paketleri vermemi sağlayanın cömertliğim değil, o soğuk öfkem olduğunu söyledim. Sakinleşmek için bir şeyler yapmak zorundaydım ve ilk oluveren şey o olmuştu.
“İşte bu da tam benim sana anlatmakta olduğum şey. Senin cömertliğin gerçek değil,” dedi anında ve kaygılanmama gülmeye başladı.

Cvp: 5 - Niyetin Gereksindirdikleri

2 - Kusursuzluğa Bir Bilet

Don Juan kişisel yansımanın aynasını kırmaktan konuşurken hava kararmıştı. Ona, tamamen bitkin olduğumu, yolculuğun gerisini iptal edip eve dönmemiz gerektiğini anlattım, ama o elimizdeki zamanın her dakikasını kullanıp, büyücülük öykülerini gözden geçirmemiz ya da toplanma noktamı olabildiğince çok hareket ettirerek onları hatırlamamız gerektiği konusunda kararlıydı.
Mızmızlanmaya başlamıştım. Benimki gibi yoğun bir bitkinlik durumunun, ancak güvensizlik ve inançsızlığa neden olabileceğini söyledim.
“Güvensizliğin beklenen bir şey,” dedi don Juan gerçekçi bir edayla. “Ne de olsa, devamlılığın yeni bi türüyle uğraşıyorsun. Buna alışmak zaman alır. Savaşçılar, ne sıradan insan ne de büyücü olabildikleri bi boşluk halinde yıllarca kalırlar.
“Peki sonunda onlara ne olur?” diye sordum. “Seçerler mi bir tarafı?”
“Hayır. Seçenekleri yoktur,” diye yanıtladı. “Hepsi zaten ne olduklarının bilincine varırlar: büyücü. Zorluk kişisel yansımanın aynasının son kerte güçlü olmasındadır ve kurbanlarını yalnızca insafsız bir çatışmaya sürükler.”
Konuşmayı bıraktı ve düşüncelerini toparlayamıyormuş gibi durdu. Bedeni, daha önce de bu duruma girdiğinde düşler görme olarak nitelediğim kaskatı hale birden geçti, ama o, bu anları toplanma noktasının hareket etmiş olması ve hatırlamak olarak açıklardı.
“Sana bi büyücüye ait kusursuzluk biletinin öyküsünü anlatacağım,” deyiverdi aniden, neredeyse yarım saatlik bir sessizlikten sonra. “Sana ölümümün öyküsünü anlatacağım.”
Orta Meksika’daki bir aylık yolculuğu sırasında, halen kadın elbiseleri içindeyken, Durango’ya vardıktan sonra neler olduğunu anlatmaya başladı. Yaşlı Belisario’nun kendisini peşinde olan canavardan saklamak için doğruca bir çiftlik evine götürdüğünden söz etti.
Oraya varır varmaz, Don Juan— suskun doğasına ters düşerek çok cesurca—kendisini evdeki herkese tanıtmış. Evde yedi güzel kadın ve tek kelime bile konuşmayan tuhaf, yabani bir adam varmış. Don Juan o hoş görünümlü hanımları, kendisini kaçırmaya çalışan canavarımsı adamın çabalarını taklit ederek etkilemiş. Her şeyden önce, hanımlar onun hâlâ giymekte olduğu elbiselerden ve buna eşlik eden öyküden büyülenmişler. Yolculuğun ayrıntılarını dinlemekten hiç sıkılmamışlar ve hepsi de, yolculuğu sırasında edindiği bilgileri mükemmelleştirmesi için ona öğütler vermişler. Don Juan’ı şaşırtan ve kendisine inanılmaz gelen, onların ağırbaşlılıkları ve kendilerine olan güvenleriymiş.
Bu yedi hanım çok zariflermiş ve kendisini mutlu hissetmesini sağlamışlar. Don Juan onları sevmiş ve onlara güvenmiş. Ona saygılı ve anlayışlı davranmışlar. Ama gözlerindeki bir şey ona, bu alımlı görüntülerinin altında dehşet verici bir soğukluğun, dayanılmaz bir duygusuzluğun var olduğunu söylemekteymiş.
Bu güçlü ve güzel kadınların, böyle rahat davranabilmeleri ve geleneklere hiç aldırış etmemeleri için basit kadınlar olmaları gerektiği düşüncesi gelmiş aklına. Yine de öyle olmadıkları apaçık ortadaymış.
Don Juan mülkün içinde aylak aylak dolaşmaya terk edilmiş. Koca konak ve arazileri onu çok etkilemiş. Bunun gibi bir yeri daha önce hiç görmemiş. Yüksek duvarlarla çevrili eski bir koloni eviymiş bu. İçerde çiçek saksılı teraslar ve gölge, mahrumiyet ve sessizlik sağlayan büyük meyve ağaçları ve pasyolar varmış.
Geniş odaları varmış evin, ve zemin katında veranda etrafında dolanan havadar koridorları. Üst katta don Juan’ın adım atmasının yasak olduğu gizemli yatak odaları varmış.
Bunu izleyen günlerde don Juan, kadınların kendisini mutlu etmek için gösterdikleri büyük ilgiden şaşakalmış. Onun için her şeyi yapıyorlarmış. Sanki söylediği her söze dikkat ediyorlarmış. Daha önce insanlar ona hiç bu kadar nazik davranmamışlar. Ama asla böylesine yalnız kaldığı da olmamış. Her zaman o güzel ve ilginç kadınlarla berabermiş, ama yine de hiç bu kadar yalnızlık hissetmemiş.
Don Juan yalnızlık duygusunun kadınların davranışlarını kestiremediği ya da gerçek duygularını bilemediğinden kaynaklandığını düşünmüş. Sadece kendileri hakkında anlattıklarını biliyormuş.
Oraya varışından birkaç gün sonra kadınların lideriymiş gibi görünen kadın, ona yepyeni erkek giysileri vermiş ve kadın elbiseleriyle dolaşmasına artık gerek kalmadığını, çünkü canavarımsı adamın kim olursa olsun ortalarda görünmediğini söylemiş. Kadın ona istediği zamanda gitmekte özgür olduğunu belirtmiş.
Don Juan ölümüne tehlikede olduğunu açıklamış. Evdeki birkaç gün boyunca canavarı sürekli olarak görmüş, sürekli evi çevreleyen ekili tarlaların içinde pusuya yatıyormuş. Kadın ona inanmamış ve ona açık açık kendisini eve alsınlar diye canavar görüyormuş numarası yapan düzenbaz bir oyuncu demiş. Ona evlerinin aylaklık edecek bir yer olmadığını söylemiş. Kendilerinin çok çalışan ciddi insanlar olduğunu ve bir serseriye bakamayacaklarını belirtmiş.
Don Juan aşağılanmış. Evden hışımla çıkmış, ama canavarı çıkış yolunda, süs olarak kullanılan fundalıkların ardında saklanır görünce korkusu anında öfkesini bastırmış.
Eve gerisin geriye koşmuş ve kadına kalması için izin versin diye yalvarmış. Eğer çiftlik evinde kalırsa, hiçbir karşılık beklemeden rençberlik yapacağına söz vermiş.
Kadın, don Juan’ın iki koşulu anladığından emin olduktan sonra kalmasını kabul etmiş: don Juan hiç soru sormayacakmış, ve hiçbir açıklama beklemeden söylenenleri aynen yapacakmış. Eğer bu kuralları bozarsa evde kalışının tehlikeye gireceği konusunda kadın onu uyarmış.
“Evde gerçekten de itirazlarla karşı karşıyaydım,” diye devam etti don Juan. “Onun koşullarını kabul etmek hoşuma gitmiyordu, ama canavarın dışarda olduğunu biliyordum. Evin içinde güvencedeydim. Canavarımsı adamın, her defasında, belki de yüz elli metrelik bi mesafede bulunan ve evi çevreleyen görünmez bi sınırda durduğunu biliyordum. Bu çemberin içinde güvencedeydim. Kestirebildiğim kadarıyla evde canavarı uzak tutan bi şeyler olmalıydı, ve benim tüm ilgilendiğim de buydu.
“Ayrıca evdeki insanların çevremdeyken canavarın asla görünmediğini de fark etmiştim.”
Birkaç hafta sonra, durumunda hiçbir değişiklik olmamışken, don Juan’ın canavarın evinde yaşamış olduğuna inandığı, yaşlı Belisario olarak kılık değiştiren genç adam yeniden ortaya çıkmış. Don Juan’a henüz geldiğini, adının Julian olduğunu ve çiftlik evinin sahibi olduğunu söylemiş.
Don Juan doğal olarak ona kılık değiştirme olayını sormuş. Ama genç adam, gözlerine bakarak ve en ufak bir kuşku duymadan bu konuda bir bilgisi olduğunu inkâr etmiş.
“Benim evimde oturup da nasıl böyle saçma sapan konuşabiliyorsun,” diye bağırmış don Juan’a. “Sen beni ne sanıyorsun?”
“Ama—sen Belisario’sun, öyle değil mi?” diye diretmiş don Juan.
“Hayır,” demiş genç adam. “Belisario yaşlı bir adamdır. Ben Julian’ım ve gencim. Göremiyor musun?”
Don Juan uysalca bunun bir kılık değiştirme olduğuna inanmadığını söylemiş ve durumunun saçmalığının farkına varmış. Kılık değiştirmekle yaşlı olunamazdı, o zaman bu bir dönüşümdü ve işte bu daha da saçmaydı.
Don Juan’ın şaşkınlığı o anda artmış. Canavarı sormuş genç adama, o da neden söz ettiğini bilmediğini söylemiş. Don Juan’ın bir şeyler tarafından korkutulmuş olabileceğini isteksizce kabul etmiş, yoksa yaşlı Belisario ona bir sığınak bulmazmış. Ama don Juan’ın saklanmak için ne nedeni varsa, kendi bileceği işmiş.
Don Juan ev sahibinin konuşmasının soğukluğu ve davranışı karşısında yerin dibine geçmiş. Onun öfkesini kazanma pahasına, daha önce karşılaşmış olduklarını söylemiş. Ev sahibi onu o güne kadar görmediğini, Belisario’ya minnettar olduğu için onun dileklerini yerine getirdiği yanıtını vermiş.
Genç adam sadece evin sahibi olmakla kalmadığını, aralarında saklanarak evin himayesi altına girmiş olan don Juan dahil, çiftlikteki herkesten sorumlu olduğunu eklemiş. Don Juan eğer bu düzenlemeleri beğenmediyse, başka kimsenin göremediği canavarla kozlarını paylaşmak için gitmekte serbestmiş.
Şöyle ya da böyle, don Juan bir şey yapmadan önce, evin himayesi altında olmak ne demekmiş makulca onu sormaya karar vermiş.
Genç adam don Juan’ı, konağın hâlâ inşaat halinde olan bir bölümüne götürmüş ve evin o bölümünün kendi yaşamı ve eylemlerinin bir göstergesi olduğunu söylemiş. Bitmemiş bir inşaatmış. Yapımı sürmekteymiş, ama belki de asla bitirilemezmiş.
“Sen o tamamlanmamış yapının öğelerinden birisin,” demiş don Juan’a. “Diyelim ki sen çatı destekleyecek kirişsin. Onu yerine koyup çatıyı da üzerine dikmeden, ağırlığı kaldırır mı bilemeyiz. Marangoz ustası çeker diyor. Marangoz ustası benim.”
Bu mecazi açıklama, kendisinin nasıl işler yapacağını bilmek isteyen don Juan’a hiçbir şey ifade etmemiş.
Genç adam bir başka yaklaşım denemiş. “Ben bir nagual’ım,” diye açıklamış. “Ben özgürlük veririm. Ben bu evdeki insanların lideriyim. Sen bu evdesin ve bu nedenle, beğensen de beğenmesen de işin bir parçasısın.”
Don Juan, hiçbir şey söyleyemeden ona aval aval bakmış.
“Ben nagual Julian’ım,” demiş ev sahibi, gülümseyerek. “Benim arabuluculuğum olmadan, özgürlüğe ulaşamazsın.”

Cvp: 5 - Niyetin Gereksindirdikleri

Don Juan hâlâ hiçbir şey anlamamaktaymış. Ama bu adamın besbelli dengesiz aklına kalmış kendi güvenliği hakkında endişelenmeye başlamış. Bu beklenmedik gelişmeyi düşünmekle öylesine meşgulmüş ki, nagual sözcüğünün anlamını bile merak etmemiş. Nagual’ın büyücü anlamına geldiğini biliyormuş, yine de nagual Julian’ın sözlerinin tam olarak ne ima ettiğini anlayamıyormuş. Ya da belki, bir şekilde, mantıklı usu becerememesine rağmen, bunu kusursuzca anlayabiliyormuş.
Genç adam onu bir dakika boyunca süzmüş ve sonra don Juan’a esas işinin, kendisinin özel uşağı ve yardımcısı olmak olduğunu söylemiş. Bunun karşılığında ödeme yapılmayacakmış, ama harika bir oda ve yemek verilecekmiş. Arada sırada don Juan’a ufak başka işler de düşecekmiş, özel dikkat gerektiren işler. Don Juan, ya kendisi bu işleri yapacak ya da yapılmalarına gözcülük edecekmiş. Bu özel hizmetleri karşılığında, evin diğer üyeleri tarafından onun için hesaba geçirilip saklanacak olan ufak ödemeler yapılacakmış. Böylece, eğer bir gün ayrılmak isterse, kendisine yardımcı olacak kadar az bir miktar parası olacakmış.
Genç adam, don Juan’a kendisini bir tutsak olarak düşünmemesi gerektiğini, ama kalırsa çalışması gerektiğini vurgulamış. Ve iş konusunda da önemli üç talimatı varmış. Kadınların ona öğrettiği her şeyi öğrenmesi için ciddi bir çaba sarfetmesi gerekiyormuş. Tavrı, evin tüm üyelerine örnek oluşturacak şekilde olmalıymış, bu da günün her saatinde onlara karşı davranış ve hareketlerini incelemesi anlamına geliyormuş. Doğrudan konuşmalarda ona nagual, ve ondan konuşurken ona nagual Julian diyecekmiş.
Don Juan koşulları istemeyerek kabul etmiş. Ama, hemen alışkın olduğu o asık suratlı ve huysuz halini almış olmasına rağmen işi çabuk öğrenmiş. Anlayamadığı şey, davranış ve hareketlerini düzenlemesi namına, kendisinden ne istedikleriymiş. Ve gerçekten öyle olduğuna emin olmasa bile kendisine yalan söylendiği ve sömürüldüğü inancına varıyormuş.
Huysuzluğu galip geldikçe, sürekli somurtkan olmaya başlamış ve kimselere tek laf etmez olmuş.
işte o zaman nagual Julian, tüm ev sakinlerini toplamış ve fena şekilde bir yardımcıya ihtiyacı olmasına rağmen, onların kararına bağlı kalacağını açıklamış. Eğer onun yeni ortaya çıkan, huysuz ve can sıkıcı davranışını beğenmiyorlarsa, bunu söylemek haklarıymış. Eğer çoğunluk don Juan’ın davranışını onaylamıyorsa, genç adam ayrılıp, kendisini dışarda bekleyen bir canavar ya da kendi uydurması olsun her neyse onunla kozlarını paylaşmak zorundaymış.
Sonra nagual Julian onları evin kapısının önünde çıkartmış ve don Juan’a, onlara canavarımsı adamı göstermesi için meydan okumuş. Don Juan onlara adamı göstermiş, ama başka gören olmamış. Don Juan çılgıncasına birinden öbürüne koşmuş, canavarın orada olduğunu iddia ediyormuş, yardım etmeleri için yalvarıp yakarıyormuş. Yalvarmalarını göz ardı etmişler ve ona deli demişler.
İşte o zaman nagual Julian, don Juan’ın kaderini ortaya koymuş. Orada bulunan yabani adam oy vermeyi reddetmiş. Omuzlarını şöyle bir geriye atmış ve çekip gitmiş. Tüm kadınlar don Juan’ın kalmasına karşı çıkmışlar. Fazlasıyla huysuz ve kötü niyetli olduğunda hemfikirlermiş. Nasıl olduysa, nagual Julian, tartışmanın o hararetli havasında tamamen tavrını değiştirmiş ve don Juan’ı savunur olmuş. Kadınların genç adamı yanlış yargılıyor olabilecekleri, belki de onun deli falan olmadığı ve gerçekten bir canavar görmüş olabileceği fikrini ortaya atmış. Huysuzluğunun, endişelerinin sonucunda ortaya çıkmış olabileceğini söylemiş. Ve bunu büyük bir tartışma izlemiş. Öfkeler alevlenmiş, ve kadınlar ilk defa nagual’a bağırmışlar.
Don Juan tartışmayı duymuş ama ilgilenemeyecek durumdaymış. Onu kapı dışarı edeceklerini ve canavarımsı adamın onu mutlaka kaçırıp köleliğe zorlayacağını biliyormuş. Çaresizliğinin bu son kertesinde ağlamaya başlamış.
Umutsuzluğu ve gözyaşları, öfkeli kadınlardan bazılarını yatıştırmış. Kadınların lideri bir başka seçenek sunmuş: don Juan’ın eylemleri ve hareketlerinin her gün tüm kadınlarca değerlendirileceği üç haftalık bir gözlem süresi. Bu süre içerisinde tutumu hakkında tek bir şikayet bile olursa, evden sonsuza dek kovulacağı konusunda don Juan’ı uyarmış.
Don Juan, nagual Julian’ın, kendisini nasıl babacan bir tavırla alıkoyduğunu ve kendisinde nasıl bir korku tufanı estirmeye başlattığını anlattı. Canavarın gerçekten de var olduğunu, ve aynı zamanda konağın da etrafında aylak aylak gezindiğini bildiğini fısıldamış don Juan’a. Yine de, kadınlarla yaptığı belirli bazı açığa vuramayacağı eski anlaşmalar yüzünden bildiğini kadınlara söylemesi yasakmış. Don Juan’ı, inatçı ve huysuz kişiliğini göstermekten vazgeçmesi konusunda uyarıp, bunun tersine hareket etmesini söylemiş.
“Mutlu ve huzura ermiş gibi davran,” demiş don Juan’a. “Eğer yapmazsan, kadınlar seni def edecekler. Yalnızca bu olasılık bile seni korkutmaya yetmeli. Bu korkuyu seni denetleyecek bir güç gibi kullan. Bu, sahip olduğun tek şey.”

Cvp: 5 - Niyetin Gereksindirdikleri

Don Juan’ın aklına gelebilecek herhangi bir kuşku ya da ikinci bir düşünce, aniden canavarımsı adamın gölgesinde dağılıyormuş. Canavar sabırsızca o görünmez çizginin ardında beklerken, sanki don Juan’ın durumunun ne kadar hassas olduğunun bilincindeymiş. Canavar, kurt gibi açmış, merak içinde bir şölen beklemekteymiş.
Nagual Julian korku tufanını daha bir güçlü estirmeye başlamış.
“Senin yerinde ben olsam,” demiş don Juan’a, “bir melek gibi davranırdım. Beni o cehennem zebanisinden uzak tuttuğu sürece, bu kadınların benden istedikleri herhangi bir şekilde hareket ederdim.”
“Demek sen de gerçekten canavarı görüyorsun?” diye sormuş don Juan.
“Tabii ki görüyorum,” diye yanıtlamış. “Ayrıca şunu da biliyorum ki, eğer ayrılırsan ya da kadınlar seni kapı dışarı ederse, canavar seni kaçırıp kilit altında tutacak. Eminim bu senin tutumunu değiştirecek. Kölelerin, efendilerine itaat etmekten başka seçenekleri yoktur. Böyle bir canavarın verdiği acının her şeyin ötesinde olduğunu söylerler.”
Don Juan tek umudunun, kendisini olabildiği kadar cana yakın kılmak olduğunu biliyormuş. O canavarın avı olma korkusu gerçekten de güçlü bir psikolojik savaşmış.
Don Juan bana, doğasındaki bazı tuhaf alışkanlıklardan dolayı, yalnızca kadınlara görgüsüz davrandığını, nagual Julian’ın varlığında asla kötü davranmadığını anlattı. Don Juan’ın tartamadığı bazı nedenlerden dolayı, nagual, bilinçli ya da bilinçsiz, etkilemeyi deneyemediği biriymiş.
Evin diğer sakinleri, yabani adam, don Juan için önemsizlermiş. Don Juan, yabani adamı gördüğü an, onun için bir görüş belirlemiş ve onu adamdan saymamıştı. Adamın güçsüz, uyuşuk ve o güzel kadınlarca boyundurluğa alınmış biri olduğunu sanıyormuş. Daha sonra nagual’ın kişiliğinin bilincine vardıkça, adamın diğerlerinin parıltısı arasında, açıkça gölgede bırakıldığını ayırt etmiş.
Zaman geçtikçe, aralarındaki liderliğin ve denetimin doğası, don Juan’a belli olmuş. Kimsenin bir diğerinden daha iyi ya da daha üstün olmadığını anlamak, don Juan’ı şaşırtmış ve her nasılsa sevindirmiş de. Bazıları diğerlerinin yapamadığı işleri yapabiliyorlarmış, ama bu onları üstün kılmıyormuş. Bu sadece onları farklı kılıyormuş. Her nasılsa, tüm olaylardaki son karar kendiliğinden nagual Julian’a aitmiş, ve o açıkça kararlarını herkese oynadığı, insanlıktan uzak şakalar biçiminde vurgulamaktan büyük zevk alıyormuş.
Ayrıca aralarında gizemli bir kadın da varmış. Ona Talia diyorlarmış, kadın nagual. Hiç kimse don Juan’a onun kim olduğunu, ya da kadın nagual’ın ne anlama geldiğini söylememiş. Talia’nın yedi kadından biri olması, onun için açık olan tek bilgiymiş. Hepsi de onun hakkında o kadar çok konuşuyorlarmış ki don Juan’ın merakı inanılmaz boyutlara varmış. Öyle çok sorular sormuş ki diğer kadınların lideri olan kadın, ona okuma yazmayı öğreteceğini, böylece araştırma kabiliyetini daha iyi kullanabileceğini söylemiş. Kadın ona, olayları ezberleyeceğine, onları yazmayı öğrenmesi gerektiğini söylemiş. Bu yöntemle Talia hakkında bir sürü detay biriktirebilirmiş, gerçek açığa çıkıncaya kadar okuyup incelemesi gereken detaylar.
Belki de kadın, onun usundaki alaycı karşılığı düşündüğünden, saçma bir girişim gibi görünmesine karşın Talia’nın kim olduğunu bulmanın, kimselerin sorumluluğunu yüklenemeyeceği, en zor ve doyurucu görev olduğunu açıklamış.
Bu, işin eğlenceli bölümü, demiş kadın. Daha ciddi bir şekilde, mal varlığını yöneten nagual’a yardımcı olabilmesi için, saymanlık öğrenmesinin zorunlu olduğunu eklemiş.
Hemen ardından günlük derslere başlamış ve bir yıl içerisinde don Juan o kadar hızlı ve büyük bir gelişme kaydetmiş ki, okuyabiliyor, yazabiliyor ve hesapları tutabiliyormuş.
“Neredeyse üç yıl kadar o evde sığınmacı olarak kaldım,” diye devam etti don Juan. “Bu zaman zarfında sayısız olay geçti başımdan, ama gerçekten de önemli olduklarını sanmıyordum. Ya da, en azından ben onları önemsiz sayıyordum. Üç yıl boyunca tüm yaptığımın saklanmak, korkuyla titremek ve bi katır gibi çalışmak olduğuna inanmıştım.”
Don Juan güldü ve bana bir defasında nagual Julian’ın diretmesi üzerine, her görüşünde kendisini yakıp yok eden, o pusuda bekleyen canavarın korkusundan kurtulabilmek için, büyücülüğü öğrenmeyi kabul ettiğini anlattı. Ama, nagual Julian, kendisiyle epeyce konuşmasına rağmen, sanki onunla daha çok dalga geçmekten hoşlanıyormuş. Böylece, büyücülükle ilgisi olan herhangi bir şey öğrenmediğini söylemek doğru ve kesin olurmuş diye inanmaktaymış, çünkü aslında, o evde kimsenin büyücülük bilmediği, ya da uygulamadığı apaçık ortadaymış.
Bir gün, nasıl olduysa kendisini, içinde pek de bir istenç duymadan, canavarı sınırda tutan o görünmez çizgiye doğru azimle yürürken bulmuş. Canavarımsı adam, tabii ki, her zaman olduğu gibi evi gözetlemekteymiş. Ama o gün don Juan, arkasına dönüp saklanacak bir yer bulmak için eve koşturacağına, yürümeyi sürdürmüş. İnanılmaz bir enerji dalgası onu, güvenliğini düşünmeksizin, ilerlemeye zorlamış.
Mutlak bir kayıtsızlık duygusu, kendisini yıllarca dehşete düşürmüş o canavarla yüzleşmesini sağlamış. Don Juan, canavarın yalpalayarak ileri atılacağını ve kendisini boğazından yakalayacağını ummaktaymış, ama artık bu düşünce kendisinde bir korku yaratmıyormuş. Birkaç adım uzaktan canavara bir an bakmış ve sonra çizginin üzerinde durmuş. Ve don Juan’ın hep korktuğu gibi canavar ona saldırmamış, ama bulanıklaşmış. Biçimini yitirip sisli bir beyazlığa dönüşmüş, zar zor algılanabilir bir duman lekesi gibi.
Don Juan sise doğru ilerlemiş ve sis korkarmışçasına geri çekilmiş. Tarlalarda bu duman lekesini kovalamış, ta ki canavardan geriye bir şey kalmadığını anlayana dek. Sonra, ortada asla bir canavar olmadığını anlamış. Her nasılsa, bugüne dek korktuğunun ne olduğunu açıklayamıyormuş. Belli belirsiz bir duygu içerisindeymiş, canavarın ne olduğunu tam olarak bilmesine rağmen, sanki bir şeyler ona değin düşünmesini engellemekteymiş. Aniden, o namussuzun, nagual Julian’ın, ne olup bittiğine değin gerçeği bildiğini düşünmüş. Don Juan bu tür bir dolap çevirmeyi, nagual Julian’ın yanına koymayacakmış.
Onunla yüzyüze gelmeden önce don Juan, kendisine eşlik edilmeden tüm malikâneyi dolaşma zevkine vermiş kendini. Bunu daha önce asla yapamazmış. Ne zaman o görünmez çizginin ötesine geçmeyi göze alacak olsa, ev sakinlerinden biri kendisine eşlik edermiş. Bu, onun eylemlerine ciddi bir kısıtlama getiriyormuş. İki ya da üç kez kendisine eşlik edilmeden yürümeye kalktığında, kendisini canavarımsı yaratığın ellerinde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulmuş.
Alışılmamış bedensel bir dinçlikle don Juan, evin içine
dalmış, ama yeni özgürlüğü ve erkini kutlayacağına, tüm ev sakinlerini toplayıp onlardan yalanlarını açıklamalarını istemiş. Onları, var olmayan bir canavara karşı duyduğu korkusuyla oynayıp, kendisini köle gibi çalıştırdıkları için suçlamış.
Kadınlar, sanki dünyanın en komik fıkralarını anlatıyormuşçasına gülmektelermiş. Don Juan, kızgınlıktan çatallaşmış sesiyle, sürekli korkuyla geçirdiği o üç yılını anlatırken, yaptıklarından pişman görünen sadece nagual Julian’mış. Don Juan, utanılacak bir aşağılamaya uğramış olduğu için kendisinden özür dilenmesini isterken, nagual Julian yıkılıp açık açık ağlamaya başlamış.
“Ama sana canavar falan olmadığını söylemiştik,” demiş kadınlardan biri.
Don Juan, usulca sinmiş olan nagual Julian’a ters ters bakmış.
“O, canavarın var olduğunu biliyordu,” diye bağırmış don Juan, nagual’ı suçlayıp parmağıyla göstererek.
Fakat aynı zamanda saçma konuştuğunun da bilincindeymiş, çünkü nagual Julian daha ilk başta, ona canavarın var olmadığını söylemiş.
“Canavar aslında yoktu,” diye düzeltmiş don Juan, öfkeden sarsılarak. “Bu onun oyunlarından biriydi.”
Denetimini yitirmiş bir şekilde ağlayan nagual Julian, kadınlar gülmekten inler durumdayken, don Juan’dan özür dilemiş. Don Juan, onları hiç öyle gülerken görmemiş.
“Sen, kendin de ortada bi canavar falan olmadığını biliyordun. Bana yalan söyledin,” diyerek, başı önüne düşmüş, gözleri yaşlarla dolu, hatalarını kabullenen nagual Julian’ı suçlamış.
“Gerçekten sana yalan söyledim,” diye gevelemiş nagual Julian. “Aslında hiçbir canavar yoktu. Canavar olarak gördüğün sadece bir enerji akımıydı. Korkun onu bir hilkat garibesine dönüştürdü.”
“Canavarın beni kendisine esir edeceğini söylemiştin. Bana nasıl bu şekilde yalan söylersin,” diye bağırmış don Juan.
“O canavar tarafından esir alınmak simgesel bir şeydi,” diye yanıtlamış nagual Julian yumuşakça. “Aptallığın senin gerçek düşmanındır. İşte şimdi ölümcül bir tehlike içindesin, bu yeni canavar tarafından esir alınma tehlikesi.”
Don Juan bu aptalca açıklamalara katlanmak zorunda olmadığını bağırmış. Ve ayrılmak istediğinde özgürlüğünü kısıtlayacak herhangi bir engelin olmadığına değin kendisine güvence vermeleri konusunda diretmiş.
“İstediğin zaman gidebilirsin,” demiş nagual Julian, kısaca.
“Yani hemen şimdi gidebilir miyim?” diye sormuş don Juan.
“Gitmek mi istiyorsun?” diye sormuş nagual.
“Tabii ki, bu sefil yerden ve burada yaşayan bi avuç sefil yalancıdan ayrılmak istiyorum,” diye bağırmış don Juan.
Nagual Julian, don Juan’ın parasının tamamını hemen kendisine ödemelerini buyurmuş, ve parıldayan gözlerle ona esenlik, başarı ve bilgelik dilemiş.
Kadınlar onunla vedalaşmak istememişler. Alev alev olmuş gözlerinden kaçınabilmek için başını önüne eğene dek bakıp durmuşlar ona.
Don Juan parasını cebine koymuş ve ardına bir kez bile bakmaksızın, çilesinin bittiğine sevinerek yürüyüp gitmiş. Dışardaki dünya adeta bir bilmece gibiymiş kendisi için. Gözünde tütüyormuş. Evdeyken dış dünyadan uzak kalmış. Genç ve güçlüymüş. Cebinde parası, yaşama değin büyük bir özlemi varmış.
Onlara teşekkür etmeden ayrılmış. Uzun zamandır korkusunun engellediği öfkesi sonunda yüzeye çıkabilmiş. O insanları sevmeyi bile öğrenmişti—ve şimdi ihanete uğramıştı. Koşup, o yerden olabildiği kadar uzağa gitmek istemiş.
Kentte, ilk hoş olmayan deneyimini yaşamış. Yolculuk çok güç ve çok pahalıymış. Kentten bir an evvel ayrılmak istediğinde, gideceği yeri kendisinin belirleyemeyeceğini, katırcılar onu nereye götüreceklerse, onları beklemesi gerektiğini öğrenmiş. Birkaç gün sonra tanınmış bir katırcıyla Mazatlân liman kentine doğru yola çıkmış.
“O zamanlar sadece yirmi üç yaşımda olmama rağmen,” dedi don Juan, “Bi ömür yaşamışım gibime geliyordu. Tek deneyimlemediğim şey cinsel ilişkiydi. Nagual Julian bana gücümü ve dayanıklılığımı veren şeyin bi kadınla olmamış olmam gerçeği olduğunu ve dünyaya kendimi kaptırmadan önce işleri yoluna koyması için az zamanının kaldığını söylemişti.”
“Ne demek istiyordu don Juan?” diye sordum.
“Ne tür bi cehenneme adım atmak üzere olduğumu bilmediğimi söylemek istiyordu,” diye yanıtladı don Juan, “ve kendimi savunabileceğim düşünceleri, sessiz koruyucularımı ayarlamak için az zamanım kaldığını anlatmaktaydı.”
“Bi sessiz koruyucu nedir don Juan?” diye sordum.
“Bi yaşam kurtarıcıdır,” dedi. “Sessiz koruyucu, hiçbir şey yolunda gitmediği zaman, bi savaşçıya gelen açıklanamaz bi enerji akımıdır.
“Velinimetim, bi kez onun etkisi altından çıktım mı, yaşamımın ne yönde gelişeceğini biliyordu. Bu nedenle bana, büyücülerin görüşlerini olabildiği kadarıyla verebilmek için mücadele etti. Bu büyücülük görüşleri benim sessiz koruyucularım olacaklardı.”
“Bu büyücülük görüşleri nelerdir?” diye sordum.
“Toplanma noktasının konumları,” diye karşılık verdi, “toplanma noktasının ulaşabileceği sonsuz sayıdaki konum. Bu sığ ya da derin değişmelerin tek tek her birinde, büyücü yeni devamlılığını güçlendirebilir.”
Velinimetiyle birlikte ya da onun rehberliği altında deneyimlediği her şeyin, toplanma noktasının ya ufak ya da göz ardı edilemeyecek değişiminin sonucunda olduğunu yineledi. Velinimeti onu, doğal olarak gerekli olabileceğinden de fazla, sayısız büyücü görüşünü deneyimlemek durumunda bırakmıştı, çünkü don Juan’ın yazgısının, büyücülerin ne olduklarını ve ne yaptıklarını açıklamak için çağrılmak olduğunu biliyordu.
“Toplanma noktasındaki bu değişimlerin etkileri, zamanla artan bi biçimdedir,” diye sürdürdü. “Anlayıp anlayamadığını bilmek, yük olur insana. Sonunda, bu birikimin bana bi faydası olmuştu.”
“Nagual Julian’la birlikte oluşumdan çok kısa bi süre sonra, toplanma noktam öylesine fazla haraket etti ki, artık görebiliyordum. Bi enerji alanını canavar olarak görmüştüm. Ve bu nokta, ben canavarı gerçekten olduğu gibi görene dek hareket etmeyi sürdürdü: bi enerji alanı. Görebilmeyi başarmıştım, ama bunu bilmiyordum. Hiçbi şey yapmadığımı, bi şeyler öğrenmediğimi sanmıştım. İnanamayacağın kadar aptaldım.”
“Çok gençtin don Juan,” dedim. “Başka türlü davranamazdın.”
Güldü. Bir yanıt vermek üzereydi ki, bu düşüncesini değiştirmiş göründü. Omuzlarını silkip anlatmasını sürdürdü.
Don Juan, Mazatlân’a vardığında, artık deneyimli bir katırcıymış, ve bir katır kervanına bakmasıyla ilgili sürekli bir iş önerilmiş. Anlaşmadan son kerte hoşnut kalmış. Durango’yla Mazatlân arasında seferler düzenlemek düşüncesi, onu epey mutlu etmekteymiş. Her nasılsa, canını sıkan iki şey varmış: ilki, henüz bir kadınla birlikte olmamış olması, ve İkincisi, kuzeye gitmek konusunda güçlü ve açıklanamaz bir dürtü. Nedenini bilmiyormuş. Sadece, kuzeyde bir yerlerde bir şeylerin kendisini beklemekte olduğunu biliyormuş. Bu duygu, öylesine güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyormuş ki sonunda, o sürekli işi reddetmeye zorlanmış, böylece kuzeye yolculuk edebilirmiş.
Borcunu bir dul ve çocuklarına yardım ederek ödemeye kalkışmış, ve farkında olmadan eş ve baba rolünü üstlenmiş.
Yeni sorumlulukları ona büyük sıkıntılar vermiş. Hareket özgürlüğünü yitirmekle kalmamış, uzak kuzeye yapmak istediği o yolculuğun dürtüsünü de yitirmiş. Bu kaybının yerini, her nasılsa, kadın ve çocuklarına karşı duyduğu büyük sevgi almış.
“Bi eş ve baba olarak neşe dolu, mutlu anlar yaşadım,” dedi don Juan. “Ama işte o sırada ilkin bi şeylerin feci şekilde ters gittiğini fark ettim. Kayıtsızlık duygumu yitirmekte olduğumu anladım, nagual Julian’ın evinde edinmiş olduğum o uzaklık duygusunu. Artık kendimi çevremdeki insanlarla tanımlamaktaydım.”
Don Juan, nagual’ın evinde edindiği yeni kişiliğinin tüm izleriyle yitmesinin, devamlı bir aşınmayla bir yılını aldığını söyledi. Kadın ve çocuklarına karşı aşırı fazla, ama yine de uzak bir sevgi duymaya başlamış. Bu kayıtsız sevgi ona eş ve koca rolünü, kendisini kaptırarak ve zevk alarak oynamasına olanak sağlamış. Zaman geçtikçe kayıtsız sevgisi, kişisel etkinliğini yitirmesine yol açan çılgın bir tutkuya dönüşmüş.
Ona sevme erkini veren kayıtsızlık duygusu yokmuş artık. Bu kayıtsızlık duygusunun yitiminde dünyevi istekler ortaya çıkmış, çaresizlik ve umutsuzluk: günlük yaşam dünyasının ayırıcı özellikleri. Atılımcılığını da yitirmiş aynı şekilde. Nagual’ın evindeki yılları boyunca, kendi başına yola koyulduğunda çok işine yarayan, çeviklik duygusunu edinmişti.

Cvp: 5 - Niyetin Gereksindirdikleri

Ama en yıkıcı acı, bedensel enerjisinin tükenmiş olduğunu bilmekmiş. Gerçekte hasta durumda olmadan, bir gün tamamen felce uğramış. Ağrısı sızısı yokmuş. Korkuya da kapılmamış. Sanki bedeni, eğer kımıldayabilse çılgıncasına gereksinimini duyduğu barış ve huzuru elde edebileceğini anlamış.
Yatakta çaresiz yatmaktayken, düşünmekten başka bir şey yapmamış. Ve anlamış başarısız olduğunu, çünkü soyut bir amacı yokmuş. Nagual’ın evindeki insanların, özgürlüğü soyut amaçları olarak kovaladıklarından, olağanüstü olduklarını anlamış. Özgürlüğün ne olduğunu anlayamamıştı, ama somut gereksinmelerinin tersi olduğunu biliyordu.
Soyut bir amacının olmaması don Juan’ı güçsüz ve etkisiz kılmıştı, ailesi oluvermiş insanları o berbat yoksulluktan kurtaramıyordu. Dahası ailesi onu, kendisinin de nagual ile karşılaşmadan önce bildiği sefalete, kedere ve umutsuzluğa sürüklüyormuş.
Yaşamını gözden geçirirken, nagual ile geçirdiği yıllar boyunca yoksul olmadığını, somut gereksinimlerinin de bulunmadığını anlamıştı. Yoksulluk, somut gereksinimleri kendisini yendiğinde, onu ele geçiren bir durumdu.
Yıllar önce vurulup yaralanmasından beri, ilk defa nagual Julian’ın nagual olduğunu, önderi olduğunu ve velinimeti olduğunu tamamen anlamış. Velinimetinin, nagual’ın müdahalesi olmaksızın özgürlüğe ulaşamayacağını söylediğinde ne demek istediğini de anlamış. Velinimetinin ve onun tüm ev sakinlerinin büyücüler oldukları konusunda bir kuşkusu yokmuş artık. Ama en berrak acılarla anladığı, onlarla birlikte olma şansını fırlatıp atmış olmasıydı.
Bedensel çaresizliğinin baskısı dayanılmaz olduğunda, inme, başlangıcındaki gibi gizemlice sona ermiş. Bir gün yataktan çıkıvermiş ve işe gitmiş. Ama şansı hiç de düzelmemiş. İki yakasını zar zor bir araya getirebiliyormuş.
Böylece bir yıl daha geçmiş. Durumu daha iyiye gitmemiş, ama beklentilerinin de ötesinde başarabildiği bir şey varmış: yaşamını genel olarak özetlemiş. İşte o zaman neden çocukları bu denli çok sevdiğini ve onlardan ayrılamadığını, ve niçin onlarla kalamayacağını anlamış, ayrıca neden şu veya bu şekilde eyleme geçemediğini de anlamış.
Don Juan bir çıkmaza girdiğinin bilincindeymiş ve velinimetinin evinde öğrendiklerinden bir savaşçıya yaraşır bir şekilde ölmesi gerektiğini biliyormuş. Böylece her gece, düş kırıklıklarıyla dolu sıkıntılı ve anlamsız çabalarla geçirilen bir günden sonra, sabırla ölümün gelmesini bekliyormuş.
Öylesine kesin bir şekilde sonundan eminmiş ki karısı ve çocukları da onunla birlikte beklemektelermiş— bir dayanışma havası içerisinde onlar da ölmek istiyorlarmış. Dördü de, hiç aksatmadan, mutlak bir sessizlik içerisinde oturup ölümü beklerken yaşamlarını düşünmektelermiş.
Don Juan onları, velinimetinin kendisini uyarmak için kullandığı sözlerin benzerleriyle uyarmış.
“Ölümü arzulama,” demişmiş velinimeti. “Sadece gelene dek bekle. Ölümün neye benzediğini hayal etmeye çalışma. Onun akıntısına kapılmak için hazır bulunman yeterli.”
Sessizce geçirilen zaman onları zihinsel olarak güçlendirmiş, ama bir deri bir kemik kalmış bedenleri, savaşı kaybettiklerinin habercisiymiş.
Bir gün, her nasılsa don Juan şansının dönmeye başladığını düşünmüş. Hasat mevsiminde bir grup çiftlik işçisiyle geçici bir iş bulmuş. Ama tinin onun için başka tasarıları varmış. Çalışmaya başladıktan birkaç gün sonra, biri şapkasını çalmış. Yeni bir şapka alması olanaksızmış, ama kavurucu güneşin altında çalışabilmesi için bir şapkaya gereksinimi varmış.
Paçavralar ve saman demetleriyle başını örterek koruma yöntemleri denemiş. Birlikte çalıştığı işçiler ona gülmüşler ve onunla alay etmeye başlamışlar. Onları duymamazlıktan gelmiş. Yaşamları onun çalışmasına bağlı olan diğer üç kişi varken, nasıl göründüğünün önemi yokmuş. Ama işçiler vazgeçmemişler. Onların saldırganlaşabileceğinden korkan kâhya don Juan’ı işten atana dek gülüp eğlenmişler.
Yabansı bir öfke, don Juan’ın sağduyusunu ve tedbir duygusunu yenmiş. Kendisine yanlış yapıldığını biliyormuş. Haklı olan kendisiymiş. Tüyler ürpertici, keskin bir çığlık atmış, adamlardan birini yakalamış ve belini kırmak amacıyla omuzlarının üzerinden havaya kaldırmış. Ama evdeki aç çocukları düşünmüş. Her gece kendisiyle birlikte oturup ölümü bekleyen o sıska, minik bedenleri düşünmüş. Adamı yere bırakmış ve yürüyüp gitmiş.
Don Juan, adamların çalışmakta olduğu tarlanın kenarında oturduğunu ve içinde birikmiş olan tüm umutsuzluğun sonunda patladığını anlattı. Sessiz bir öfkeymiş, ama çevresindeki insanlara karşı değilmiş bu öfke. Kendisine öfkelenmekteymiş. Tüm siniri geçene dek öfkelenip durmuş.
“Orada o insanların karşısında oturup ağlamaya başladım,” diye sürdürdü don Juan. “Bana deliymişim gibi baktılar, gerçekten de öyleydim, ama umursamıyordum. Umursayacak durumum yoktu.
“Kâhya benim için üzüldü ve nasihat vermek için yanıma geldi. Kendim için ağladığımı düşünüyordu. Tin için ağlamakta olduğumu bilemezdi tabii ki.”
Don Juan, öfkesi geçtikten sonra sessiz bir koruyucunun kendisine geldiğini söyledi. Onu, ölümünün an meselesi olduğu duygusuyla yalnız bırakan, ölçülemeyecek kadar büyük bir enerji akımı biçimindeymiş. Ailesini yeniden görmesine yetecek kadar zamanı kalmadığını biliyormuş. Onları o cehennemden çıkarıp yaşamlarını yola koyacak gücü ve bilgisi olmadığı için yüksek sesle onlardan özür dilemiş.
Çiftlik işçileri gülmüşler ve onunla alay etmeye devam etmişler. Don Juan onları müphem şekilde duyuyormuş. Gözyaşları göğsüne doğru süzülürken, tine, kendisini nagual’ın yoluna çıkardığı ve özgür olmanın o ulaşılmaz fırsatını verdiği için teşekkür ediyormuş. O anlayışsız işçilerin ulumasını işitmekteymiş. Onların alaylarını ve bağrışlarını, içinden geliyormuşçasına işitmiş. Ona gülmekte haklılarmış. Uzun zamandır sonsuzluğun kapısındaymış ve bunun bilincinde değilmiş. “Velinimetimin ne denli haklı olduğunu anladım,” dedi don Juan. “Bi canavar olan aptallığımdı ve çoktan beni yiyip bitirmişti. Bunu düşündüğüm anda, söyleyip yapabileceğim herhangi bi şeyin faydası olamayacağını anlamıştım. Şansımı yitirmiştim. Artık sadece o adamlara soytarılık yapıyordum. Tabii ki benim yıkımımı umursayamazdı tin. Bizler gibi bi sürü insan vardı— aptallığımızdan doğma, o güzel ve özel cehennemlerimizle— tinin ilgileneceği.
“Diz çöktüm ve yüzümü güneydoğuya çevirdim. Velinimetime tekrar teşekkür ettim ve tine, utandığımı anlattım. Çok üzgündüm. Ve son soluğumla, bilgim olsaydı harika olmuş olabilecek dünyaya veda ettim. Sonra uçsuz bucaksız bi dalga üzerime doğru geldi. Onu duyumsadım önce. Ardından işittim onu, ve sonunda güneydoğudan, tarlaların üzerinden bana gelişini gördüm. Beni yakaladı ve karanlığı örttü üzerimi. Ve yaşamımın ışığı yok olmuştu. Cehennemimden kurtulmuştum. Artık ölmüştüm! Sonunda özgürdüm!”
Don Juan’ın öyküsü yıkmıştı beni. Bu konuda konuşma çabalarımı göz ardı etti. Başka bir zaman ve bir başka yerde bunu tartışacağımızı söyledi. Bunun yerine yapmış olduğu şeyle ilgilenmemizi istedi: bilinçliliğin ustalığını açığa vurmakla.
Birkaç gün sonra, dağlardan aşağı inmekteyken, birdenbire öyküsüne değin konuşmaya başladı. Dinlenmek için oturmuştuk. Aslında, soluğumu yinelemek için duran bendim. Don Juan’ın solukları şıklaşmamıştı bile.
“Büyücülerin kesinlik için verdikleri mücadele en dokunaklı mücadeledir,” dedi don Juan. “Acı doludur ve bedeli yüksektir. Çok, pek çok kez büyücülerin yaşamına mal olmuştur.”
Bir büyücünün eylemlerine değin mutlak bir kesinliğe sahip olabilmesi, büyücülerin dünyasındaki konumu ya da yeni devamlılığın zekice değerlendirebilmesi için, eski yaşamının devamlılığını geçersiz kılması gerektiğini açıkladı. Ancak o zaman eylemleri, önemsiz olayları dengelemek ve yeni devamlılığını güçlendirmek için gerekli kesinliği sağlayabilirdi.
“Günümüz görücü büyücüleri, bu geçersiz kılma işlemine, kusursuzluğun bileti, ya da büyücülerin göstermelik ölümü derler,” dedi don Juan. “Ve Sinaloa’daki o tarlada, ben kendi kusursuzluk biletimi aldım. Orada öldüm. Yeni devamlılığımın görünürlüğünü hayatımla ödedim.”
“Ama don Juan, öldün mü, yoksa sadece bayıldın mı?” diye sordum, alaycı görünmemeye çalışarak.
“O tarlada öldüm,” dedi. “Bilinçliliğimin dışıma aktığını ve Kartal’a yöneldiğini duyumsadım. Ama yaşamımı kusursuzca gözden geçirmiş olduğum için, bilinçliliğimi yutmadı Kartal. Beni tükürür gibi atıverdi. Bedenim tarlada ölmüş olduğundan, özgürlüğe doğru gitmeme izin vermedi. Sanki geri dönüp yeniden denememi söylüyordu.
“Karanlık yükseltilerde yukarı çekildim ve tekrar dünyanın ışığına indim. Sonra kendimi tarlanın kenarında buldum, çamur ve taşlarla örtülmüş sığ bi mezarın içinde.”
Don Juan derhal ne yapması gerektiğini bilmiş olduğunu söyledi. Kendisini o çukurdan kazıyıp çıkardıktan sonra, bir ceset varmış gibi görünsün diye mezarı yeniden doldurmuş ve hemen kaçmış. Velinimetinin evine dönmesi gerektiğini biliyormuş. Ama, yolculuğuna başlamadan önce ailesini görüp, bir büyücü olduğunu ve bu nedenle onlarla kalamayacağını söylemek istemiş. Mahvoluşunun, büyücülerin dünya insanlarıyla bir köprü kuramadıklarını bilmemesinden kaynaklandığını açıklamak istemiş. Ama, eğer insanlar isterlerse, büyücülere katılmak için onlar bir köprü kurabilirlermiş.
“Eve döndüm,” diye sürdürdü don Juan, “ama ev boştu. Dehşete düşen komşular, işçilerin bugün erkenden gelip benim işte düşüp öldüğüm haberini getirdiklerini, ve karım ile çocukların ayrıldığını söylediler.”
“Ne kadar ölü kaldın, don Juan?” diye sordum. “Görünüşe göre, bütün bi gün,” dedi.
Don Juan’ın dudaklarında bir gülümseme gezindi. Gözleri, parıldayan camsı kayalardan yapılmıştı sanki. Tepkilerimi gözetliyor, yorumlarımı bekliyordu.
“Ailene ne oldu, don Juan?” diye sordum.
“Aa, duygusal bi adamın sorusu,” dedi. “Bi an sanki ölümümle ilgili bi şeyler soracaksın sandım!”
Sormak üzere olduğumu itiraf ettim, ama sorumu zihnimde tasarlarken gördüğünü bildiğimi ve salt farklı olsun diye başka bir şey sorduğumu söyledim. Bunu şaka olsun diye söylememiştim, ama onu güldürdü.
“Ailem o gün ortadan kayboldu,” dedi. “Karım paçayı kurtarabilecek biriydi. Yaşadığımız şartlarda öyle olmak zorundaydı. Ölümümü beklemekte olduğumdan, istediğimde öldüğümü düşünmüş olmalı. Orada yapabileceği bir şey kalmadığından, o da ayrıldı.
“Çocukları özledim ve yazgımın onlarla olmadığı düşüncesiyle kendimi avuttum. Her nasılsa, büyücülerin doğal bi yeteneği vardır. En iyi, ‘ama yine de...’ sözcükleriyle açıklanan bir duygunun alacakaranlığında yaşarlar. Çevrelerindeki her şey çöktüğünde, büyücüler durumun berbat olduğunu kabul ederler ve sonra aniden ‘ama yine de...’nin alacakaranlığına kaçarlar.
“Ben de o çocuklar ve kadın için hissettiklerime aynısını yaptım. Zorlu bi eğitimle—özellikle en büyük oğlanla—yaşamlarını benimle birlikte gözden geçirmişlerdi. Yalnızca tin bu sevginin akıbetine karar verebilirdi.”
Bana savaşçıların böyle durumlarda nasıl davrandıklarını öğretmiş olduğunu anımsattı. Ellerinden gelen her şeyi yapar ve sonra pişmanlık ya da üzüntü duymadan rahatlar ve tinin sonucun ne olacağına karar vermesi için beklerlermiş.
“Tinin kararı ne oldu, don Juan?” diye sordum.
Yanıtlamaksızın dikkatle baktı bana. Bunu soruşumun nedeninin tamamıyla bilincinde olduğunu biliyordum. Buna benzer bir sevgiyi ve bir kaybı deneyimlemiştim.
“Tinin kararı bi başka basit tözdür,” dedi. “Büyücülük öyküleri bu temelde oluşurlar. Bu basit tözü tartışma noktasına geldiğimizde, bu belli karar hakkında konuşuruz.
“Peki, senin ölümümle ilgili sormak istediğin bi soru yok muydu?”
“Eğer öldüğünü düşündülerse, neden sığ bir mezara gömdüler seni?” diye sordum. “Neden seni gömecek gerçek bir mezar kazmadılar?”
“İşte yine kendine benzemeye başladın,” dedi gülerek.
“Ben de aynı soruyu kendime sordum ve o çiftlik işçilerinin dindar insanlar olduklarını biliyordum. Ben bi Hıristiyan’dım. Hıristiyanlar bu şekilde gömülmezler, ne de köpekler gibi çürümeye bırakılırlar. Sanırım ailemin gelip cesedi istemesi ve uygun bi tören yapılması için bekliyorlardı. Ama ailem asla gelmedi.”
“Gidip onları aradın mı, don Juan?” diye sordum.
“Hayır. Büyücüler asla kimseyi aramazlar,” diye yanıtladı. “Ve ben de bi büyücüydüm. Bi büyücü olduğumu bilememe gafletimi hayatımla ödemiştim, ve büyücüler kimseyle yaşamazlar.
“O günden başlayarak, yalnızca benim gibi ölmüş olan kişilerin veya savaşçıların arkadaşlığını ya da ilgisini kabul ettim .”
Don Juan, herkesin kendisinin ne bulgulamış olduğunu derhal anladığı yer olan, velinimetinin evine geri döndüğünü söyledi. Ve ona hiç ayrılmamış gibi davranmışlar.
Nagual Julian, don Juan’ın kendine özgü doğasından ötürü, ölmesinin çok uzun zaman aldığını belirtmiş.
“Sonradan velinimetim bana bi büyücünün özgürlük biletinin onun ölümü olduğunu söyledi,” diye sürdürdü don Juan. “Kendisinin de, evdeki diğer herkes gibi, özgürlük biletini canıyla elde ettiğini söyledi bana. Ve şimdi, ölü durumumuzla eşittik.”
“Ölü müyüm ben de, don Juan?” diye sordum.
“Sen de ölüsün,” dedi. “Büyücülerin en büyük hilesi, her nasılsa, ölü olduklarının bilincinde olmaktır. Kusursuzluk biletlerini, bilinçliliklerine sarmalamalılar. Bu sarmada, büyücüler derler ki, biletleri gıcır gıcır saklı kalır.
“Benimki altmış yıldır gıcır gıcır duruyor.”

Cvp: 5 - Niyetin Gereksindirdikleri

.