Aklındaki belirgin dizinin, toplanma noktasını durağan kılan bir güç olan, kendini önemsemeyi bilmeyi gerektirdiğini açıkladı. Kendini önemsemek kısıtlandığında, gereksindiği enerji yayılmasını durdururmuş. Bu fazlalaşmış enerji, sonradan, toplanma noktasını kendiliğinden ve kasıtsız olarak us almaz bir yolculuğa fırlatan bir sıçrama tahtası görevini üstlenirmiş.
Toplanma noktası bir kez hareket etti mi, hareketin kendisi, kişisel yansımamızdan uzaklaşmakla sonuçlanırmış ve bu da sırası geldiğinde, tinle açık bir bağlantı hattı kurulmasını temin edermiş. Ne de olsa tinden insanları ayıran, ilkin kişisel yansımaymış,
“Daha önce de sana söylemiş olduğum gibi,” diye devam etti don Juan, “büyücülük bi dönüş yolculuğudur. Yengi kazanarak tine geri döneriz, cehenneme inmiş olarak döneriz. Ve cehennemden ödüller getiririz. Anlayış, ödüllerimizden biridir.”
Ona bu dizin hakkında konuştuğunda çok kolay ve çok basit göründüğünü, ama uygulamaya kalktığımda bunu kolaylığın ve basitliğin karşıt savı olarak bulguladığımı söyledim.
“Bu basit gelişimin karşısındaki zorlanışımız,” dedi, “yaşamımızı sürdürmek için çok az şeye gereksinim duyduğumuzu kabul edişimizdeki isteksizliktir. Eğitimi, öğretiyi, rehberliği ve ustalığı kabullenmeye bağımlı hale gelmişiz. Ve bize bunlardan herhangi birine gerek duymadığımız söylendiğinde, inanmıyoruz. Sinirleniyoruz, sonra güvenimiz sarsılıyor, sonunda öfkelenmiş ve düş kırıklığına uğramış oluyoruz. Eğer yardım gereksiniyorsak, bu yöntemlerle olmamalı, vurgulamalarla olmalı. Eğer biri kendimizi fazlaca önemsememizi kısıtlamamız gerektiği konusunda bizi bilinçlendiriyorsa, gerçek yardım budur.”
“Büyücüler, dünyanın, sonsuz düzeyde, en çılgın düşlerimizde olduğundan da karmaşık olduğuna ikna olmamız için kimseye ihtiyaç duymamamız gerektiğini söylerler. O halde, niçin bağımlıyız? Niçin kendi başımıza beceremediğimiz zaman birinin bizi yönlendirmesini şiddetle arzularız? Zorlu bi soru, ha?”
Don Juan başka bir şey söylemedi. Bu soruyu uzun uzun düşünmemi istediği açıkça belliydi. Ama benim kafamda başka endişeler vardı. Anılarım, sarsılmaz olduğuna inandığım belli temelleri aşındırmıştı ve benim son çare olarak onun bunları yeniden tanımlamasına gereksinimim vardı. Uzun süren sessizliği bozdum ve sorunumu söyledim. Yükseltilmiş bilinçlilikte yer aldıklarında, başlangıçtan sonuna dek, tüm olayları unutabiliyordum, bunu kabul etmeye hazır olduğumu söyledim. Bugüne dek, olağan bilinçlilik durumumda onun yönetiminde yapmış olduğum her şeyi anımsayabilmiştim. Yine de Nogales’te don Juan’la kahvaltı etmiş olmak, onu hatırlamadan önce aklımda yoktu. Ve bu bile olayı kolayca günlük sorunların dünyasına almış olmalıydı.
“Can alıcı bir noktayı unutuyorsun,” dedi. “Nagual’ın varlığı toplanma noktasını hareket ettirmek için yeterlidir. Nagual’ın vuruşuyla şikayetlerini önledim. Kürek kemiklerin arasına indirdiğim darbe, yalnızca bi sakinleştirici. Kuşkularını giderme amacına hizmet eder. Büyücüler fiziksel teması bedeni sarsmak için kullanırlar. Yönlendirilecek olan çömeze güven vermekten başka bi işe yaramaz.”
“O zaman toplanma noktasını kim hareket ettirir don Juan?” diye sordum.
“Tin yapar bunu,” diye yanıtladı, sabrını kaybetmek üzere olan birinin edasıyla.
Kendisini toparlamaya çalışıyormuş gibi göründü ve gülümseyip, kafasını pes edermişçesine sağa sola salladı.
“Aklımın neden-sonuç ilişkisince yönlendirildiğini,” dedim, “kabul etmek bana zor geliyor.”
Yine o olağan, akıl almaz kahkaha nöbetlerinden birine yakalanmıştı—tabii, benim görüşüme göre akıl almaz. Dargın görünüyor olmalıydım. Elini omuzuma koydu.
“Düzenli olarak bu şekilde gülüyorum çünkü sen çıldırmışsın,” dedi. “Bana sorduğun her şeyin yanıtı doğruca gözlerinin içine bakıyor ve sen göremiyorsun bunu. Bence çıldırmışlık senin sorunun.”
Gözleri öyle parlak, öyle inanılmaz deli ve yaramazlardı ki, sonunda ben de gülmeye başladım.
“Dilimde tüy bitene dek sana büyücülükte işlemler falan olmadığını anlatmakta direndim,” diye devam etti. “Herhangi bi yöntem, herhangi bi basamak yok. Önemi olan tek konu toplanma noktasının hareket etmesi. Ve hiç bi işlem buna neden olamaz. Bu tamamen kendi kendine olan bi etkidir.”
Omuzlarımı kaldırmak istermişçesine beni iteledi, ve sonra doğrudan gözlerimin içine bakarak, gözlerini bana dikti. Dikkatim iyice onun sözlerine yönelmişti.
“Bi bakalım sen şu olayı nasıl çözeceksin,” dedi. “Daha demin toplanma noktasının hareketinin kendi kendine olduğunu söyledim. Ama nagual’ın varlığının çömezin toplanma noktasını hareket ettirdiğini de ekledim ve nagual’ın kararlılığını maskeleyiş biçimi, bu harekete ya yardımcı olur ya da onu köstekler dedim. Bu çelişkiyi nasıl halledersin?”
Tam da ona bu çelişkiyi sormak üzere olduğumu itiraf ettim, çünkü bu çelişkinin farkındaydım ama bunu çözmeye başlamayı düşünemiyordum bile. Bir büyücülük zanaatkârı değildim ben.
“Nesin sen o zaman?” diye sordu.
“Ben, büyücülerin neler yaptığını çözmeye çalışan bir insanbilim öğrencisiyim,” dedim.
Açıklamam pek de doğru değildi, ama yalan da değildi. Don Juan denetimini yitirmiş, kahkahalar atmaktaydı. “Bunun için çok geç kaldın,” dedi. “Toplanma noktan hareket etti bile. Ve tam olarak birini büyücü yapan harekettir bu.” Bir çelişki olarak görünenin, gerçekte aynı madalyonun iki yüzü olduğunu belirtti. Nagual, toplanma noktasını, kişisel yansımanın aynasını kırmaya yardımcı olarak ayartır ve hareket ettirirmiş. Ama bu, bir nagualın yapabileceğinin tümüymüş. Gerçek hareketi sağlayan tinmiş, soyutmuş; görülemeyen ya da hissedilemeyen, canlı gibi görünmeyen, ama canlı olan şey. Bu nedenden dolayı büyücüler toplanma noktasının tamamen kendi kendine hareket ettiğini bildirirlermiş. Ya da nagual’ın bunu hareket ettirdiğini söylerlermiş. Nagual, soyutun kanalı olduğundan, bunu eylemleriyle vurgulayabilmesi sağlanırmış.
Don Juan’a soran gözlerle baktım.
“Nagual, toplanma noktasını hareket ettirir, yine de esas hareketi yapan kendisi değildir,” dedi don Juan. “Ya da belki tinin kendisini nagual’ın kusursuzluğu ile uyum içinde ifade ettiğini söylemek daha doğru olur. Tin toplanma noktasını, kusursuz nagual’ın salt varlığıyla hareket ettirebilir.”
Düşüncesini açıklamayı istemiş olduğunu, çünkü yanlış anlaşılması halinde bunun bir nagual’ı kişisel öneme ve dolayısıyla yok oluşa götürebileceğini söyledi.
Konuyu değiştirip, tinin algılanabilir bir özü olmadığını, büyücülerin daha çok kişisel yansımanın aynasını tuzla buz edebilecekleri belirli anlar ve yollarla uğraştıklarını söyledi.
Don Juan, bu olayda, naguallar’ın kararlılıklarını maskeledikleri değişik biçimlerin özel değerini anlamanın önemli olduğuna değindi. Örneğin, benim cömertlik maskem, düşük düzeyde bulunan insanlarla uğraşmak için eşsiz, kişisel yansımalarını kırmak için yararsızmış, çünkü onlardan neredeyse olanaksız bir karar istemeye zorluyormuş beni. Onlardan, büyücülerin dünyasına herhangi bir ön hazırlık yapmadan sıçramalarını umuyormuşum.
“Bunun gibi bi sıçrama kararı için hazırlanmak gerekir,” diye devam etti. “Ve buna hazırlanmak için, nagual maskelerinden hangi türü olursa olsun işe yarar, cömertlik maskesi dışında.”
Belki de umutsuzca gerçekten cömert olduğuma inanmak isteyişimden, davranışlarım üzerindeki yorumları o suçluluk duyumumu yeniledi. Utanılacak bir şey olmadığına inandırdı beni ve tek istenmeyen etkinin güya cömertliğimin pozitif hilede sonuç vermemesi olduğunu söyledi.
Bu konuda, pek çok yönden velinimetine benzememe rağmen, cömertlik maskem, bir öğretmen olarak, çok kaba ve fazlasıyla açık olduğundan değersizmiş. Buna karşın, kendisininki gibi, bir mantıklılık maskesi, ne olursa olsun, toplanma noktasını hareket ettirecek elverişli bir ortam yaratmada çok etkili oluyormuş. Müritleri onun güya mantıklılığına tamamen inanırlarmış. Doğrusu, bu onları o kadar isteklendiriyormuş ki; onları kolayca, istediği düzeyde çabalamaları için aldatıyormuş.
“O gün Guaymas’ta başına gelenler, nagual’ın maskelenmiş kararlılığının kişisel yansımayı nasıl tuzla buz ettiğine iyi bi örnek,” diyerek devam etti. “Maskem senin düşüşün oldu. Sen, çevrendeki herkes gibi benim mantıklılığıma inandın. Ve tabii ki her şeyden önce bu maskenin devamlılığına inandın.
“Senin karşına, dermansız yaşlı bi adamın bunamış davranışlarıyla ve gerçekten o yaşlı adam olarak çıktığımda, zihnin kendi kişisel yansıman ve benim mantıklılığımın devamlılığı konusunda bi şeyler yapma çabasıyla uçlarda düşünmeye başladı. Ve kendini bi çarpıntım olduğuna inandırdın.
“Sonunda, mantıklılığımın devamlılığına inanman olanaksızlaştığında, yansıman kırılmaya başladı. O andan başlayarak, toplanma noktandaki değişim bi zaman meselesiydi. Tek sorun merhametin olmadığı yere ulaşıp ulaşamayacağındı.”
Don Juan’a kuşkulu görünmüş olmalıydım ki, kişisel yansımamızın ya da usumuzun dünyasının, çok dayanıksız olduğunu ve kendisine temel oluşturan bir takım anahtar düşünüşlerle ayakta durduğunu açıkladı. Bu esas düşünceler başarısız olduğunda, temel düzen işleyemez olurmuş.
“Bu esas düşünceler neler, don Juan?” diye sordum.
“Senin durumunda ve o kendine has dakikalarda, daha önce konuştuğumuz o otacı ve izleyicilerinin durumundaki gibi, esas düşünce devamlılıktı.” diye yanıtladı.
“Devamlılık nedir, don Juan?” diye sordum.
“Katı bi biçimden oluştuğumuz düşüncesi,” dedi. “Usumuzda, dünyamızı ayakta tutan değişmez olduğumuz düşüncesinden emin oluşumuzdur. Davranışlarımızın biraz değişebileceğini kabul edebiliriz, tepkilerimizin ve düşüncelerimizin değişebileceğini, ama görünüşlerimizi değiştirecek, başka birisi olma noktasına gelebilecek kadar biçimlendirilebileceğimiz düşüncesi, kişisel yansımamızın temelinde yatan düzenin bi parçası değildir. Bi büyücü ne zaman bu düzeni deşse, ussal dünyası durur.”
Herhangi birisinin devamlılığını bozmanın, toplanma noktasının hareketine neden olup olamayacağını sormak istedim. Sanki bu soruyu bekliyordu. Bunu bozmanın olayı hafiflettiğini söyledi. Toplanma noktasının hareket etmesine yardım eden, nagual’ın kararlılığıymış.
Daha sonra o öğleden sonra Guaymas’ta gerçekleştirdiği eylemleri, daha önce tartıştığımız otacının eylemleriyle karşılaştırdı. Otacının, günlük yaşamda karşılığı olmayan bir dizi eylemlerle izleyicilerinin kişisel yansımalarını kırdığını söyledi— o dokunaklı, ruhun bedeni ele geçiriş sahnesi, değişen sesler, hastanın bedenini yarıp açma— düşüncelerinin devamlılığı kırılır kırılmaz, toplanma noktaları hareket etmeye hazır olurmuş.
Bana daha önce dünyayı durdurma kavramını açıkladığını anımsattı. Okuma ve yazma benim için ne denli gerekliyse, büyücüler için de dünyayı durdurmanın o denli gerekli olduğunu söyledi. Bu kavram, günlük davranışlarımız dokusuna, uyumsuz bir olguyu, sıradan olayların, güya düzgün akışını durdurma amacındaki olguyu tanıtmayı içerirmiş— usumuzda mantık tarafından arşivlenmiş olaylara—.
Bu uyumsuz olgu ‘yapmama’ ya da yapmanın zıttı olarak bilinirmiş. ‘Yapma’, kavrama gerektiren düşüncelerin tümünün herhangi bir parçasıymış. ‘Yapmama’, bu çizelgelendirilmiş tüme ait bir olgu değilmiş.
“Büyücüler, birer iz sürücü olduklarından insan davranışlarını mükemmellik derecesinde anlıyorlar,” dedi. “Örneğin, mükemmellik insanların dökümler yapmak isteyen varlıklar olduklarını anlamaktalar. Belli bi dökümün girdilerini çıktılarını bilmek, bi insanı kendi alanında bi bilgin ya da bi uzman yapan şeydir.
“Büyücüler, sıradan insanın, bu yapılacak ayrıntılı işler listesi, dökümleri çıkmaza girdiğinde, onun ya bu dökümlerini genişlettiğini ya da kişisel yansıma dünyasının alabora olduğunu bilirler. Sıradan insan, eğer dökümünün temelindeki düzenle çelişmiyorsa, buna yeni öğeler katmaya isteklidir. Ama eğer yeni öğeler bu düzenle çelişiyorsa, insan aklı altüst olur. Büyücüler, kişisel yansıma aynasını kırmaya kalkıştıklarında, buna güvenirler.”
O gün, benim devamlılığımı kırma eylemi için gereken araçları dikkatlice seçmiş olduğunu açıkladı. Gerçekte dermansız yaşlı bir adam olana kadar, kendini yavaş yavaş dönüştürmüş ve sonra beni, devamlılığımın kırılışını güçlendirmek için, onu yaşlı bir adam olarak tanıdıkları bir restorana götürmüş.
Sözünü kestim. Daha önce ayırdedemediğim çelişkinin bilincine varmıştım. Bir ara, yaşlı bir adam olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamak istediği için kendisini dönüştürdüğünü söylemişti. Durum elverişliydi ve yinelenemezdi. Bu sözünün, daha önce hiç yaşlı bir adama dönüşmediği anlamına geldiğini sanmıştım. Yine de restoranda, onu çarpıntıları olan dermansız yaşlı bir adam olarak tanımaktaydılar.
“Nagual’ın kararlılığının pek çok yönü var,” dedi. “Çok amaçlı bi alet gibi. Kararlılık, bi varoluş biçimidir. Nagual'ın eriştiği niyetin bir düzeyidir o.
“Nagual bunu, kendisinin ya da çömezlerinin, toplanma noktasının hareketini ayartmak için kullanır. Ya da iz sürmek için. O gün işe bi iz sürücü olarak başladım, yaşlıymış gibi görünerek ve gerçekten öyle olan yaşlı, dermansız bi adam olarak işi bitirdim. Gözlerimce denetlenen kararlılığım, kendi toplanma noktamı hareket ettirmişti.
“Daha önce yaşlı ve hasta bi adam olarak o restoranda bulunmama rağmen, sadece iz sürmekteydim, yaşlı rolünü oynuyordum. Toplanma noktam o güne kadar asla, yaşlılığın ve bunaklığın o uygun alanına gitmemişti.”
Yaşlı olmayı niyet eder etmez gözlerinin parıldamalarını yitirdiklerini ve benim bunu hemen farkettiğimi söyledi. Suratımın her köşesinden panik okunuyormuş. Gözlerindeki parıldamanın kayboluşu, onları yaşlı adam konumunu niyet etmek için kullanmasındanmış. Toplanma noktası o konuma ulaştığında, görünüşte, davranışlarında ve duyumsamada yaşlanabilirmiş.
Gözlerle niyet etme düşüncesini açıklamasını istedim. Bunu anladığıma dair donuk bir görüşteydim, yine de ne bildiğimi kendime bile açıklayamıyordum.
“Bu konuda konuşmanın tek yolu, niyetin gözlerle niyet
edildiğini söylemektir,” dedi. “Bunun böyle olduğunu biliyorum. Yine de, aynen senin gibi, ben de bildiğimi tam saptayamıyorum. Büyücüler bu belirgin zorluğu son kerte açık bi şeyi kabullenerek açıklarlar: insanoğlu en çılgın düşlerimizden çok daha karmaşık ve gizemlidir.”
Olayı aydınlatmadığı konusunda ayak diredim.
“Tüm söyleyebileceğim gözlerin bunu yaptığıdır,” dedi, nokta koymak istercesine. “Nasıl olduğunu bilemiyorum, ama yapıyorlar bunu. Niyeti, onlarda var olan açıklanamaz bi şeyle çağırıyorlar, parıldamalarındaki bi şeyle. Büyücüler niyetin mantıkla değil, gözlerle deneyimlendiğini söylerler.”
Herhangi bir şey eklemeye karşı çıktı ve çağrışımımı açıklamaya devam etti. Toplanma noktasının kendisini gerçekten yaşlı kılan o belirgin konuma ulaşmasıyla, kuşkunun benim zihnimden tamamen uzaklaştırılmış olması gerektiğini söyledi. Ama benim, kendimi aşırı zeki sanarak gururlanmam gerçeğinden dolayı, hemen onun dönüşümüne bir mazeret bulmak için elimden geleni yapmışım.
“Sana defalarca fazla mantıklı olmanın bi sakatlık çıkaracağını söylemiştim,” dedi. “İnsanların sihire değin yoğun bi duyumları vardır. Biz gizemli olanın bi parçasıyız. Ussallık yalnızca bi ciladır. Eğer yüzeyi kazarsak altında bi büyücü buluruz. Bazılarımız her nasılsa, bu yüzeysel düzeyin altına geçmekte epey zorlanır, başkaları bunu büyük kolaylıkla yaparlar. Sen ve ben bu bağlamda epey benzeriz—ikimizde kişisel yansımamızdan kurtulmak için kan ter içinde kalmak zorundayız.”
Mantıklılığa sarılmanın benim için her zaman bir ölüm kalım meselesi olduğunu açıkladım. Hatta onun dünyasındaki deneyimlerimde bile, fazlasıyla bu böyleydi.
O gece Guaymas’ta, mantıklılığımın alışılmadık bir şekilde onunla uğraştığını anımsattı. Olayın başından beri bildiği her yolu onu yavaş yavaş çökertmek için kullanmak zorunda kalmış. Bu sonuç için kollarıyla güçlüce omuzlarıma asılmaya başlamış ve ağırlığını vererek beni zayıf düşürüyormuş. Bu kaba, fiziksel hareket, bedenimin ilk sarsıntısı olmuş. Ve bu, onun devamlılığının yoksunluğundan kaynaklanan korkumla birlikte, mantıklılığımı aniden yok etmiş.
“Ama mantıklılığını yok etmek yeterli değildi,” diyerek devam etti don Juan. “Toplanma noktan merhametin olmadığı yere ulaşacaksa, devamlılığımın her zerresini yok etmek zorunda olduğumu biliyordum. İşte bu gerçekten de bunak olduğum ve seni kentte dolaştırdığım zamandı, sonunda sinirlendim ve seni tokatladım.
“Donup kalmıştın, ama toparlamak üzereydin ki, kişisel yansımanın işini bitirecek son vuruşu yaptım. Kıyameti koparmaya başlamıştım. Kaçacağını ummamıştım. Çılgın taşkınlıklarını unutmuşum.”
Hemen yerinde toparlanma yöntemlerime rağmen, onun bunak davranışlarına öfkelendiğimde, toplanma noktamın merhametin olmadığı yere ulaşmış olduğunu söyledi. Ya da belki tam tersi olmuştu: öfkelenmiştim çünkü toplanma noktam merhametin olmadığı yere ulaşmıştı. Farketmezdi zaten. Önemli olan toplanma noktamın oraya ulaşmış olmasıydı.
Oraya ulaştığımda, davranışlarım kendine özgü bir şekilde değişmişti. Soğuk ve tedbirli birine dönüşmüştüm, kişisel güvenliğime kayıtsız kalmıştım.
Don Juan’a bütün bunları gördü mü diye sordum. Ona bundan söz etmiş olduğumu anımsamıyordum. Ne hissettiğimi anlaması için tüm yapması gerekenin, kendi deneyimlerini gözden geçirmek ve anımsamak olduğu yanıtını verdi.
Kendi doğallığına döndüğünde, toplanma noktamın yeni konumuna oturduğuna değindi. Bundan sonra, onun olağan devamlılığına olan inancım öylesine muazzam bir değişikliğe uğramış ki, bağlılık oluşturan bir kuvvet olmaktan çıkmış. Ve o andan sonra, toplanma noktam, yeni konumundan dolayı, başka bir tür devamlılık yaratmama olanak sağlamış; bağımsız, tuhaf bir sertlik olarak tanımladığım bir devamlılık—o andan sonra olağan davranış biçimim olan sertlik.
“Devamlılık yaşamlarımızda öylesine önemlidir ki, kırıldığında anında onarılır,” diye devam etti. “Büyücülerin, toplanma noktaları bi kez merhametin olmadığı yere ulaştı mı, devamlılıkları, ne olursa olsun, bi daha asla eskisi gibi olmaz.
“Sen yaradılıştan çok ağır bi adam olduğun için, Guaymas’taki o günden sonra, başka şeylerle birlikte, devamlılığın herhangi bi türünü, ilk anda görünen değeriyle kabullenebildiğinin farkına varmadın— zihninde hatırı sayılır bi mücadeleden sonra tabii.”
Parıldayan gözlerinin içi gülüyordu.
“Maskelenmiş kararlılığını elde ettiğin gün de oydu zaten,” diye devam etti. “Masken bugünkü kadar gelişmiş değildi tabii ki. Eline geçen, cömertliliğinin maskesi olacak konunun temel bilgileriydi.”
Karşı çıkmaya kalktım. Nasıl açıklarsa açıklasın, maskelenmiş kararlılık düşüncesini beğenmiyordum.
“Maskeni benim üzerimde deneme,” dedi, gülerek. “Daha iyi bi konu için sakla onu: seni tanımayan biri için mesela.
“Maskenin bana geldiği anı tam olarak hatırlamam için direndi. Seni saran o soğuk öfkeyi duyumsadığında,” diye devam etti, “onu maskelemek zorunda kaldın bu konuda dalga geçmiyordun, benim velinimetim de geçmezdi. Bu konuda mantıklı görünmeye çalışmıyordun, ben de yapmazdım. Sanki bu olay, ilgini çekmiş gibi de görünmüyordun, Nagual Elias’da öyle görünmemişti zaten. Bu benim bildiğim üç nagual’ın üç maskesidir. Peki sen ne yaptın? Sakince arabana yürüdün ve paketlerin yarısını, sana onları taşımakta yardımcı olan adama verdin.”
O ana kadar gerçekten de birinin paketleri taşımama yardım etmiş olduğunu anımsamıyordum. Yüzümün önünde raks eden ışıklar görmüş olduğumu don Juan’a anlattım. Onları bayılmak üzere olduğum için, o soğuk öfkem yüzünden gördüğümü sanmıştım.
“Bayılmak üzere değildin sen,” dedi don Juan. “Bi rüya görme durumuna girmek ve Talia ile velinimetim gibi, tini yalnızca kendi başına görmek üzereydin.”
Don Juan’a, paketleri vermemi sağlayanın cömertliğim değil, o soğuk öfkem olduğunu söyledim. Sakinleşmek için bir şeyler yapmak zorundaydım ve ilk oluveren şey o olmuştu.
“İşte bu da tam benim sana anlatmakta olduğum şey. Senin cömertliğin gerçek değil,” dedi anında ve kaygılanmama gülmeye başladı.