1

Konu: 6 - Niyeti Kullanmak

1 - Üçüncü Nokta

Don Juan sık sık, beni ve diğer çömezlerini batıdaki yakın sıradağlarda kısa gezilere çıkarırdı. Bu durumlarda sabah şafakta yola çıkar ve akşamüzeri dönüş yolculuğuna başlardık. Don Juan’la yürümeyi yeğlerdim ben. Ona yakın olmak, her zaman beni rahatlatıyor ve sakinleştiriyordu; ama o havai çömezleriyle olmak hep ters etki yaratırdı bende: beni çok yoruyorlardı.
Hep birlikte dağdan inerken, düzlüğe ulaşmadan önce don Juan ve ben duraksadık. Öyle ani ve güçlü bir keder duygusuna kapıldım ki tüm yapabildiğim yere çökmek oldu. Sonra, don Juan’ın önerisiyle oval bir kayanın tepesine karınüstü uzandım.
Diğer çömezler benimle alay edip yürümeye devam ettiler. Gülüşmelerini ve bağrışlarının uzakta ölgünleştiğini işittim. Don Juan rahatlamamı ve ani bir hızla hareket ettiğini söylediği toplanma noktamın yeni konumuna alışmasına olanak sağlamamı istedi.
“Meraklanma,” dedi. “Kısa bi zamanda, sırtında bi tür çekilme ya da darbe duyacaksın, sanki biri sana dokunuyormuş gibi. Sonra bi şeyciğin kalmayacak.”
Sırtıma incecik darbeyi beklerken, kayanın üzerinde hareketsiz yatma eylemi, öylesine yoğun, açık ve içten gelen bir çağrışımı başlattı ki, beklediğim darbenin ayırdına hiç varamadım. Her nasılsa bu darbeyi aldığımı bilmekteydim, gerçekten de keder duygum anında yitmişti.
Don Juan’a ne hatırlamakta olduğumu çabuk çabuk anlattım. Kayanın üzerinde kalıp toplanma noktamı, hatırlamakta olduğum olayın, deneyimlemiş olduğum o kesin konumuna doğru hareket ettirmemi salık verdi.
“Olayın her ayrıntısını yakala,” diye uyardı.
Yıllar öncesindeydi, don Juan’la ben, o zamanlar kuzey Meksika’daki Chihuahua eyaletinde, yüksek bir çöldeydik. Topladığı tedavi edici bitkiler orada fazlasıyla bulunduğundan kendisiyle bu çöle giderdik. Ayrıca insanbilimi açısından bakıldığında o bölge benim için oldukça ilgi çekiciydi. Arkeologlar, kısa bir zaman önce, tarih öncesine dayanan geniş bir ticaret merkezi olarak tanımladıkları kalıntılar bulmuşlardı orada. Ticaret merkezinin, Güneybatı Amerika’yı Güney Meksika’ya ve Orta Amerika’ya bağlayan kervan yolunun ortasında, stratejik olarak doğal bir yolda yer aldığını sanmaktalarmış.
Orada, o engebesiz, yüksek çölde birkaç kez bulunmam, arkeologların oranın doğal bir geçit olduğu konusundaki tahminlerinde yanılmadıklarına olan inancımı güçlendirmişti. Ben de, tabii ki, don Juan’a o geçidin, Kuzey Amerika kıtasının kültürel özelliklerindeki tarih öncesi dağılımının etkisi üzerinde söylev vermiştim. O zamanlar büyücülüğü, ticaret ağlarınca iletilen ve belirli soyut bir düzeyde Kolombiya öncesi, bir Kızılderili birliğini yaratmayı amaçlayan, Güneybatı Amerika, Meksika ve Orta Amerika’daki inanışlar düzeneği olarak açıklamaya pek meraklıydım.
Don Juan, doğallıkla, savlarımı her açıklayışımda bağıra bağıra gülerdi.
Çağrıştırdığım olay öğleüstü başlamıştı. Don Juan’la birlikte son kerte zor bulunan iyileştirici bitkilerden iki ufak keseyi dolduracak kadar topladıktan sonra, bir dinlenme arası verip bazı koca kayaların tepelerine oturduk. Ama arabamı bıraktığım yere yönelmeden önce, don Juan iz sürme sanatını konuşmamız için diretmişti. Ortamın bu konunun karmaşıklıklarını açıklamak için çok uygun olduğunu, ama bunları anlamak için önce yükseltilmiş bilinçliliğe girmem gerektiğini söylemişti.
Herhangi bir şey yapmadan önce, yükseltilmiş bilinçliliğin gerçekten ne olduğunu yeniden açıklamasını istemiştim.
Don Juan, büyük sabır göstererek, yükseltilmiş bilinçliliği toplanma noktasının hareketlerine bağlı olarak açıkladı. O konuştukça, ben de isteğimin uygunsuzluğunu anlıyordum. Bana anlattığı her şeyi biliyordum. Herhangi bir şeyin açıklanmasının gerekmediğine değindim ve o, bizi, derhal ya da sonra, sessiz bilgiye ulaştıran yolumuzu hazırlamamız için yardımcı olan açıklamaların asla boşa gitmediğini ve belleğimize kazındıklarını söyledi.
Sessiz bilgiye değin daha ayrıntılı konuşmasını istediğimde, bana hemen sessiz bilginin, asırlar önce insanın olağan konumu olan toplanma noktasının genel konumu olduğunu, ama tam olarak saptanmaları olanaksız bir takım nedenlerden dolayı, toplanma noktasının bu belirgin konumundan ayrıldığını ve ‘mantık’ dediğimiz yeni bir yeri kabullendiğini söyledi.
Don Juan her insanın bu duruma bir örnek oluşturmadığına değindi. Çoğumuzun toplanma noktası doğrudan doğruya mantığın alanında yer almayıp en yakın çevresinde bulunuyormuş. Aynı olay sessiz bilginin durumunda da geçerliymiş: insanların toplanma noktası doğrudan o bölgede yer almazmış.
Ayrıca, toplanma noktasının bir başka konumu olan ‘merhametin olmadığı yer’in, sessiz bilginin öncüsü olduğunu, ve bununla birlikte ‘kaygı yeri’ olarak bilinen konumunsa mantığın öncüsü olduğunu söyledi.
Bu üstü kapalı açıklamalarda garip bir şey yoktu. Bana göre bunlar açık sözlerdi. Yükseltilmiş bilinçliliğe girmem için kürek kemiklerimin arasına indireceği o her zamanki darbeyi beklerken söylediği her şeyi anlamaktaydım. Ama darbe hiç gelmedi ve bir şeyler anladığımın gerçekten de bilincinde olmayarak söylediklerini anlamayı sürdürdüm. Olağan bilincime özgü o rahatlık duygusu, her şeyi olduğu gibi kabul etme duygusu benimle birlikteydi ve ben anlama yeteneğimi sorgulamamaktaydım.

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Don Juan gözlerini ayırmaksızın bakmaktaydı bana ve oval kayanın üzerine karınüstü uzanmamı, kol ve bacaklarımı bir kurbağa gibi yanlara sarkıtmamı istedi.
Orada on dakika kadar uzandım, pineklemekten yumuşak, fısıldayan bir homurtuyla sarsılarak kurtulana dek, tamamen gevşemiş ve uyur durumdaydım. Başımı kaldırıp bakındım ve tüylerim diken diken oldu. Devasa, kara bir jaguar bir kayanın üzerine çömelmişti, en fazla on adım ötedeydi, don Juan’ın oturmakta olduğu yerin tam üstünde. Jaguar, sivri dişlerini göstererek doğruca bana bakmaktaydı. Saldırmak üzereymiş gibi görünüyordu.
“Kımıldama!” diye seslendi don Juan yavaşça. “Gözlerine de bakma. Burnuna bak ve gözünü kırpma. Yaşamın, bakışına bağlı.”
Dediğini yaptım. Don Juan şapkasını bir frizbi gibi jaguarın kafasına atana dek, jaguar ile ben bir süre bakıştık. Jaguar çarpışmadan sakınmak için geriye sıçradı ve don Juan yüksek, uzun uzadıya ve kesin bir ıslık çaldı. Sonra avazı çıktığı kadar bağırdı ve ellerini iki ya da üç kere şaplattı. Çıkan ses, susturucu takılmış silah sesine benziyordu.
Don Juan aşağı inmem ve ona katılmam için bir işaret yaptı. İkimiz de jaguarı korkutup kaçırmış olduğumuzdan emin olana dek, bağırıp ellerimizi çarptık.
Bedenim sarsılıyordu, yine de korkmamıştım. Don Juan’a bende en büyük korkuyu yaratan şeyin, jaguarın homurtusu ya da bakışı olmadığını, onu işitip de başımı kaldırmadan çok önce beni süzdüğünden emin olmam olduğunu anlattım.
Don Juan bu deneyimime değin tek bir söz etmedi. Derin düşüncelere dalmıştı. Ona, jaguarı benden daha önce görüp görmediğini sormaya kalkıştığımda, emreder bir ifadeyle susturdu beni. Bende, çok tedirgin ya da kafası karışmış izlenimi yarattı.
Bir anlık sessizlikten sonra, don Juan yürümem için bir işaret verdi. Kendisi öne geçti. Zikzaklar çizerek, hızlı adımlarla kayalardan uzaklaşıp çalılara yürüdük.
Yarım saat kadar sonra, dinlenmek için durduğumuz açıklıktaki fundalığa ulaşmıştık. Tek bir söz bile konuşmamıştık ve ben don Juan’ın ne düşündüğünü bilmek istiyordum.
“Niçin böyle zikzak çizerek yürüyoruz,” diye sordum. “Kestirme bir yol bulup hemen buradan çıksak daha iyi olmaz mı?”
“Hayır!” dedi don Juan kesin bir dille. “Hiç de iyi olmaz. Oradaki erkek bi jaguar. Aç ve peşimizden gelecek.”
“İyi ya işte, al sana buradan hemen çıkmak için bir neden daha,” diye direttim.
“Bu, o kadar da kolay değil,” dedi. “O jaguar mantık ile engellenmiş değil. Bizi elde etmek için ne yapması gerektiğini tam olarak biliyor. Ve, seninle konuştuğumdan emin olduğum kadar, onun da düşüncelerimizi okuduğuna eminim.”
“Ne demek istiyorsun, düşüncelerimizi okuyan bir jaguar mı var yani?” diye sordum.
“Bu, hiç de mecazi bi kullanım değil,” dedi. “Ne diyorsam onu kastediyorum. Bunun gibi büyük canlıların düşünceleri okuma yetileri vardır. Ve tahmin de etmiyorum. Her şeyi doğrudan bilirler.”
“Peki şimdi ne yapıyoruz?” diye sordum, gerçekten korkmuş olarak.
“Daha az mantıklı olmalıyız ve jaguarın düşüncelerimizi okumasını imkânsızlaştırarak savaşı kazanmayı denemeliyiz,” diye yanıtladı.
“Daha az mantıklı olmak bize nasıl yardım edebilir ki?” diye sordum.
“Mantık, akla uygun olanı seçmemizi sağlar,” dedi. “Örneğin, mantığın sana, dümdüz, koşabildiğin kadar hızlı koşmanı söylemişti. Mantığının göz önünde bulundurmayı başaramadığı şey, arabanın güvencesine ulaşamadan önce altı mil koşmamız gerektiğidir. Ve jaguar bizi geçecek. Önümüze geçecek ve üzerimize atlamak için en uygun yerde saklanıp bekleyecek.
“Daha iyi ama az mantıklı olan seçim, zikzak çizmektir.”
“Bunun daha iyi olduğunu nasıl bilebiliyorsun, don Juan?” diye sordum.
“Biliyorum çünkü benim tinle aramdaki kanal çok temiz,” diye yanıtladı. “Bu da, toplanma noktamın sessiz bilginin yerinde olduğu anlamına geliyor. Buradan onun aç bi jaguar olduğunu sezebiliyorum, ama daha önce hiç insan avlamamış. Ve hareketlerimizden dolayı aklı karışmış. Eğer şimdi zikzak çizersek, jaguar ne yaptığımızı anlamak için çaba harcayacak.”
“Zikzak çizmekten başka bir seçeneğimiz var mı?” diye sordum.
“Yalnızca mantıklı seçenekler var,” dedi. “Ve bizim mantıklı seçeneklerimizi destekleyecek gereçlerimiz yok. Örneğin, yükseğe çıkabiliriz, ama elimizde silah olması gerekir.
“Jaguarın seçenekleriyle yarışmalıyız. Bu seçimler sessiz bilgice düzeltilir. Ne kadar mantıksız göründüğüne aldırmadan, sessiz bilginin bize söylediğini yapmalıyız.”

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Zikzak çizerek çabuk çabuk yürümeye başladı. Onu çok yakından izledim, ama bu şekilde koşuşturmanın bizi kurtaracağına emin değildim. Tepkim, geç kalmış bir dehşete kapılmaydı. O koca kedinin karanlık, tehditkâr biçimi düşüncelerimi ele geçirmişti.
Çöldeki fundalık, birbirlerinden dört beş adım uzakta, uzun ve darmadağınık çalılardan oluşuyordu. Yüksek çöldeki kısıtlı yağış, kalın yapraklı ya da sık çalılı bitkilerin yeşermesine olanak tanımıyordu. Yine de koruluğun görüntüsü, sık ve içine girilemez biçimdeydi.
Don Juan olağanüstü bir çeviklikle hareket ediyor ve ben de elimden gelenin en iyisini yaparak onu izliyordum. Nereye bastığıma dikkat etmemi ve daha az ses çıkarmamı önerdi. Ağırlığımın altında çatırdayan dalların, yerimizi belli edecek tek şey olduğunu söyledi.
Kurumuş dalları kırmamak için kasten, don Juan’ın izlerine basmaya çalışıyordum. Jaguarın koca karanlık kütlesini yalnızca otuz adım ardımda görmeden önce, bu şekilde beş yüz metre kadar yürümüştük.
Avazım çıktığı kadar bağırdım. Don Juan, durmaksızın, koca kedinin gözden yitişini görebilecek kadar çabuk dönüverdi. Don Juan yeniden keskin bir ıslık çalmaya başladı ve ellerini susturuculu silah sesini taklit edercesine çırpmayı sürdürdü.
Çok kısık bir sesle bana, kedilerin yukarı tırmanmaktan pek hoşlanmadıklarını ve birkaç adım sağımdaki derin ve geniş vadiye çok hızlı koşup ulaşmamız gerektiğini söyledi.
Gitmemiz için bir işaret yaptı ve ikimiz de çalılara doğru olabildiğimiz kadar hızlı koştuk. Vadinin bir kenarından aşağı kaydık, sonuna ulaştık ve diğer tarafından yukarı tırmanmaya başladık. Buradan yamacı, vadinin dibini ve kendi bulunduğumuz düzlüğü kolayca görebiliyorduk. Don Juan, jaguarın kokumuzu izlediğini, ve eğer şanslıysak onu aşağıda izlerimizin yanında koşarken görebileceğimizi fısıldadı.
Jaguarın kıpırtısını yakalamak için tedirginlikle beklerken, altımdaki vadiye gözlerimi dikmiştim. Ama onu göremedim. Arkamızdaki çalılıkta koca kedinin ürkütücü sesini duyduğumuzda Jaguarın kaçmış olabileceğini düşünmüştüm. Don Juan’ın haklı olabileceğini ürpererek kavradım. Şu anda olduğu yere ulaşabilmesi için jaguarın düşüncelerimizi okuyup vadiyi bizden önce geçmiş olması gerekiyordu.
Tek bir söz bile etmeden, don Juan müthiş bir koşu tutturdu. Onu izledim ve epey bir süre zikzak çizerek ilerledik. Dinlenmek için durduğumuzda tamamen soluksuz kalmıştım.
Jaguar tarafından kovalanıyor olma korkusu, don Juan’ın olağanüstü fiziksel atılganlığına hayran kalmama engel olmamıştı. Genç biriymişçesine koşmuştu. Çocukluğumda koşma yeteneğiyle beni bir hayli etkileyen birini anımsattığını anlatmaya başladım, ama o susmam için bir işaret yaptı. Dikkatlice çevreyi dinlemekteydi, ben de öyle yaptım.
Tam önümüzdeki çalılarda hafif bir hışırtı duydum. Ve sonra, belki de elli adım ötemizde, fundalığın içindeki bir noktada jaguarın kara gölgesi bir an göründü.
Don Juan omuz silkti ve jaguarın bulunduğu yeri gösterdi.
“Galiba ondan kurtulamayacağız,” dedi pes edercesine. “Haydi, sanki parkta dolaşmaya çıkmışız gibi sakin sakin yürüyelim, sen de çocukluğundaki o hikâyeyi anlat. Tam zamanı ve yeri. Peşimizde oldukça iştahlı bi jaguar var, ve sen geçmişini anmaktasın: bi jaguar tarafından kovalanırken yapılmayacak en iyi şey.”
Yüksek sesle güldü. Ama ona öyküyü anlatma isteğimi yitirdiğimi söylediğimde, gülmekten iki büklüm oldu.
“Şimdi de seni dinlemek istemediğim için beni cezalandırıyorsun, öyle mi?” diye sordu.
Ben de, tabii ki, kendimi savunmaya geçtim. Suçlamasının kesinlikle çok saçma olduğunu söyledim. Gerçekten de öykünün heyecanını yitirmiştim.
“Büyücünün kişisel önemi olmazsa, öykünün heyecanını yitirmiş olması da umurunda olmaz,” dedi, gözlerinde hain bir pırıldamayla. “Senin de kişisel önemin kalmadığına göre, hikâyeni şimdi anlatsan iyi olur. Tine anlat, jaguara ve bana anlat, heyecanını hiç yitirmemişsin gibi.”
Ona, öykü çok aptalca olduğundan ve ortamın epey gergin olduğundan, isteklerine uyamayacağımı söylemek istedim. Bunun için, onun da kendi öykülerinde yaptığı gibi, daha uygun bir ortamı, başka bir zamanı değerlendirmek istiyordum.
Düşüncelerimi dile giteremeden, yanıtladı beni.
“Jaguar da ben de düşünceleri okuyabiliriz,” dedi gülümseyerek. “Eğer büyücülük öykülerim için doğru yeri ve zamanı seçiyorsam, onları öğretmek içindir ve onlardan azami yararı sağlamak isterim.”
Yürümemizi işaret etti. Yan yana, sakince yürüdük. Onun öyle koşabilmesini ve enerjisini övdüğümü ve bu övgünün özünde bir parça kişisel önemin bulunduğunu, çünkü kendimi iyi bir koşucu olarak kabul ettiğimi söyledim. Sonra onu öyle iyi koşarken gördüğümde anımsamış olduğum çocukluk öykümü anlattım.
Çocukken futbol oynadığımı ve çok iyi koştuğumu anlattım. Aslında, o kadar çevik ve hızlıydım ki, herhangi bir yaramazlığı başım belaya girmeden gerçekleştirebiliyordum; beni kovalayan herkesi ekebiliyordum, özellikle mahallemizin sokaklarında devriye gezen yaşlı polisi. Bir sokak lambasını kırdığımda ya da bu türden bir şey yaptığımda tüm yapmam gereken koşmaktı ve kurtuluyordum.
Ama bir gün, haberim olmaksızın, yaşlı polis memurunun yerine askeri eğitim almış bir polis timi geldi. Felaket anı, bir mağazanın camını kırıp hızımın güvencem olduğundan emin olarak koşmaya başladığımda geldi. Genç bir polis peşime düştü. Daha önce hiç koşmadığım gibi koştum, ama faydası olmadı. Polis futbol takımında yetenekli bir orta saha oyuncusu olan memur, benim on yıllık bedenimin başa çıkabileceğinden daha çok hıza ve enerjiye sahipti. Beni yakaladı ve camını kırdığım mağazaya tekmeleye tekmeleye götürdü. Bütün tekmelerini futbol sahasında antremandaymışçasına, ustaca isimlendiriyordu. Beni incitmedi, sadece korkuttu, yine de yoğun olarak aşağılanmanın etkisi, bir futbol oyuncusu olarak onun yeteneğine ve ustalığına duyduğum o on yaşındaki hayranlıkla azalmıştı.

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

O gün hissettiğimi don Juan için de hissetmiş olduğumu söyledim. Yaş farkına ve benim hızlı kaçışlara olan eğilimime rağmen beni geçebilmişti.
Ayrıca ona, yıllarca yinelenen, çok iyi koştuğum ve genç polisin beni geçemediği düşümden söz ettim.
“Hikâyen sandığımdan da önemliymiş,” diye belirtti don Juan. “Annenin poponu tokatlamasıyla ilgili bi hikâye olacağını sanmıştım.”
Sözlerini vurgulama biçimi, söylemini çok gülünç ve çok eğlendirici kılmıştı. Bazen öykülerimizi anlatmamızı sağlayanın mantığımız değil, tin olduğunu ekledi. Bu da o zamanlardan biriymiş. Tin, usumdaki belirli bir hikâyeyi canlandırmış, çünkü hiç kuşkusuz hikâye benim yok edici kişisel önemimle ilgiliymiş. Öfke ve aşağılanma meşalesinin içimde yıllarca tutuştuğunu, başarısızlık ve üzüntü duygularımın hâlâ dokunulmamış olarak kaldığını söyledi.
“Bi psikiyatrist senin hikâyen ve ilgili konularıyla bayram ederdi,” diye sürdürdü. “Zihninde, senin yenilmezlik düşünceni yenmiş olan o genç polis olarak tanımlanmış olmalıyım.” Buna değindiğinden, düşünmüş ya da konuşmuş olduğumu bilmeksizin, duygularımın öyle olduğunu kabul etmek zorundaydım.
Sessizce yürüdük. Benzetmesinden çok etkilenmiştim, yabani bir çığlık durumumuzu anımsatana dek, izimizi süren jaguarı tamamen unutmuştum.
Don Juan fundalıkların ince, alçak dalları üzerinde aşağı ve yukarı zıplamaya ve uzun saplı süpürge türü bir şey yapmak için onları kırmaya yönlendirdi beni. Kendisi de aynı şeyi yaptı. Koşarken, kuru kumlu çamuru kaldırıp tekmeliyor ve onları bir toz bulutu yaratmak için kullanıyorduk.
“İşte bu jaguarı endişelendirmen,” dedi, soluğumuzu yinelemek için durduğumuzda. “Sadece bikaç saatlik gün ışığımız kaldı. Geceleri jaguar yenilmezdir, bu yüzden şu kayalıklı tepelere doğru koşmaya başlasak iyi olacak.”
Uzakta, belki dört yüz metre güneyimizdeki birkaç tepeyi gösterdi.
“Doğuya doğru gitmeliyiz,” dedim. “O tepeler epey güneyde. Eğer o yönde gidersek arabama asla ulaşamayız.”
“Nasıl olsa bugün arabana ulaşamayacağız,” dedi sakince. “Ve belki yarın da ulaşamayacağız. Arabana bi gün ulaşabileceğimizi kim söyleyebilir ki?”
Bir korku sancısına tutuldum, ve sonra tuhaf bir huzur duygusu beni denetimine aldı. Don Juan’a ölüm beni bu çölde bulacaksa acısız olmasını umduğumu söyledim.
“Merak etme,” dedi. “Ölüm yalnızca yataktayken, hastalıktayken acı verir. Yaşamın için savaşırken acı duymazsın. Bi şeyler duyumsarsan, bu övünç olacaktır.”
Medenileşmiş insanlar ve büyücüler arasındaki en dokunaklı ayrımın, ölümün onlara gelme biçiminde olduğunu söyledi. Ölüm yalnızca büyücü-savaşçılara kibar ve tatlı gelirmiş. Ölümcül yaralar almış olabilirler ama yine de acı duymazlarmış. Ve bunlardan daha da olağanüstü olan ölümün kendisini, büyücüler gereksinmedikçe, bir kenarda bekletmesiymiş.
“Sıradan insan ve bi büyücü arasındaki en büyük ayrım, bi büyücünün hızıyla ölümü denetleyebilmesidir,” diye sürdürdü don Juan. “Eğer böyleyse, jaguar beni yiyemeyecek. Seni yiyecek, çünkü sen ölümünü ardında tutabilecek hıza sahip değilsin.”
Sonra büyücülerin ölüm ve hız üzerine karmaşık düşüncelerinin ayrıntılarına girdi. Günlük yaşamımızda sözlerimizden ya da kararlarımızdan kolayca dönebileceğimizi söyledi. Dünyamızdaki tek değişmez şey ölümmüş. Öte yandan, büyücülerin dünyasında, olağan ölüm emri iptal ettirilebilir, ama büyücülerin sözü hep geçerli kalırmış. Büyücülerin dünyasında karar tekrar gözden geçirilemez ve değiştirilemezmiş. Bir kez karar verildi mi, sonsuza kadar kalırmış.
Ona, etkileyici sözlerine rağmen, ölümün iptal edilebileceğine ikna olmadığımı söyledim. O da önceden açıklamış olduğunu yeniden açıkladı. Bir görücü için insanların sayısız durağan ama titreşen enerji alanlarından oluşmuş dörtgen ya da küresel saydam kütlelerden ibaret olduklarını, ve sadece büyücülerin bu küresel saydamlığa bir hâreket verebildiklerini söyledi. Bir saniyenin onda birinde toplanma noktalarını saydam kütlelerinde, istedikleri yere gönderebilirlermiş. Hareket ve hız, tamamen farklı bir başka evrenin algılanmasını anlık olarak sağlarmış. Ya da toplanma noktalarını, durmaksızın saydam enerji alanlarının tamamında harekete geçirirlermiş. Böylesi bir hareketle doğan kuvvet öyle yoğun olurmuş ki, anında saydam kütlelerinin tamamını tüketirmiş.
Tam o anda üzerimize toprak kaysa, kaza sonucu meydana gelen ölümün olağan etkisini iptal edebileceğini söyledi. Toplanma noktasını harekete geçirecek olan hızını kullanarak, evreni değiştirebilir ya da bir salisede kendini içten içe yakabilirmiş. Öte yandan ben, olağan bir şekilde ölürmüşüm, toplanma noktam beni çekip çıkaracak hıza sahip olmadığından kayaların altında ezilebilirmişim.
Büyücülerin, ölümü iptal etmekle aynı şey sayılmayan, ölmenin koşut bir biçimini bulmuş olduklarını düşündüğümü söyledim. O da tüm söylediğinin, büyücülerin ölümlerini yönlendirdikleri olduğu yanıtını verdi. Yalnızca gerektiği zaman ölürlermiş.
Söylediklerinden kuşkulanmama rağmen, oyun oynuyormuşçasına soru sormayı sürdürdüm. Ama o konuşmaktayken, başka algılanabilir evrenlerle ilgili düşünceler ve başıboş anılar zihnimde, bir ekran üzerindeymişçesine biçimlenmeye başladılar.
Don Juan’a garip düşüncelerin beni sardığını söyledim. Güldü ve jaguarı düşünmemi öğütledi, çünkü o kadar gerçekmiş ki ancak tinin kendini göstermesi olabilirmiş.
Jaguarın ne kadar gerçek olduğu düşüncesi tüylerimi diken diken etti. “Doğruca tepelere gideceğimize yönümüzü değiştirsek daha iyi olmaz mıydı?” diye sordum.
Beklenmedik bir değişiklikle jaguarın kafasını karıştırabiliriz diye düşünmüştüm.
“Yön değiştirmek için çok geç kaldık,” dedi don Juan. “Jaguar tepelerden başka gidecek yerimiz olmadığını zaten biliyor.”
“Bu doğru olamaz don Juan!” diye karşı çıktım.
“Niçin olmasın?” diye sordu.
Jaguarın bizden bir adım önde oluşunu açıkça kabullenmeme rağmen, onun, bizim nereye gitmek istediğimizi kestirebilecek bir öngörüsü olduğunu kabul edemeyeceğimi anlattım. “Senin yanlışın, jaguarın erkini, onun yeteneğini olayları kavrama bağlamında ele almandan geliyor,” dedi. “O, düşünmez, sadece bilir.”
Don Juan toz kaldırma hareketimizin, jaguara hiçbir işimize yaramayan bir eylemin duyumsal girişini yaparak, kafasını karıştıracağını söyledi. Yaşamımız buna bağlı olsa da, toz kaldırma eylemi için gerçek bir duyum yaratamazmışız.
“İnan ki ne demek istediğini anlamıyorum,” diye sızlandım.
Kan basıncı kulaklarımı çınlatıyordu. Kendimi sözlerine vermekte güçlük çekiyordum.
Don Juan insan duyumlarının soğuk ya da sıcak hava akımlarına benzediğini ve bir canavarın bunları izlemesinin kolay olduğunu açıkladı. Bizler mesajı yollayanlarmışız, jaguar ise alıcıymış. Duygularımız ne olursa olsun, jaguara ulaşacak bir yol bulurlarmış. Dahası, jaguar, geçmişimizden bugüne dek kullandığımız duygularımızı okuyabilirmiş. Toz kaldırma hareketindeyse, bu eyleme karşı duygumuz o kadar sıradışıymış ki, alıcıda yalnızca bir boşluk yaratabilirmiş.
“Sessiz bilginin bize yaptıracağı bi başka hareketse kuru çamuru tekmelemektir,” dedi don Juan.
Bir an tepkilerimi beklercesine bana baktı.
“Şimdi gayet sakin yürüyeceğiz,” dedi. “Ve sen de koca bi devmişsin gibi kuru çamurları tekmeleyeceksin.”
Suratımda aptal bir ifade olmalıydı. Don Juan’ın bedeni
gülmekten sarsılıyordu.
“Ayaklarınla bi toz bulutu kaldır,” diye buyurdu. “Kendini
iri ve ağır hisset.”
Bunu yapmayı denedim ve hemen ardından bir yoğunluk
duygusu kapladı beni. Şakacı bir tavırla, öneriler vermedeki gücünün inanılmaz olduğunu söyledim. Aslında devasa ve yırtıcı olarak duyumsamaktaydım kendimi. Büyüklüğümle ilgili duyumsadıklanmın kendi önerisinin bir sonucu olmadığına, toplanma noktamdaki değişimden kaynaklandığına inandırdı beni.
Eski insanların efsaneleşebildiğini, çünkü sesiz bilgi yoluyla toplanma noktasının hareketinden elde edilebilecek erkin ayırdında olduklarını söyledi. Büyücüler bu eski erki daha düşük bir ölçüde ele geçirmişler. Toplanma noktalarının hareketiyle duygularını kullanıp olayları değiştirebilirlermiş. Ben de olayları iri ve yırtıcı hissetmemle değiştiriyormuşum. Bu şekil de yönlendirilen duygulara niyet denirmiş.
“Toplanma noktan şimdiden epeyce hareket etti,” diye sürdürdü. “Şu anda ya bu kazancını yitirmek ya da toplanma noktanı olduğu yerin ötesine götürmek konumundasın.”
Olağan yaşam koşulları altındaki her insanın, büyük bir olasılıkla, geleneğin bağlarından bir kez olsun kurtulma fırsatı bulmuş olduğunu söyledi. Toplumsal geleneği kastetmediğini, algılarımızı bağlayan geleneklerden söz ettiğini vurguladı. Bir coşkunluk anı toplanma noktamızı hareket ettirip, geleneği aşmamıza yetermiş. Aynı şekilde bir korku anı, hastalık, öfke ya da keder anı da yetebilirmiş. Ama genellikle, ne zaman toplanma noktamızı hareket ettirme olanağı bulsak korkarmışız.
Dinsel, eğitimsel ve toplumsal yapılarımız işin içine karışırmış. Bunlar topluma güvenli dönüşümüzü kesinleştirirmiş; toplanma noktalarımızın belirlenmiş olağan yaşam konumuna dönüşünü.
Bildiğim tüm mistik ve ruhani liderlerin böyle yapmış olduklarını anlattı bana: kaza sonucu ya da eğitimle toplanma noktaları belirli bir yere hareket etmiş; ve sonradan yaşamları boyunca onlara yetecek bir anıyla olağanlığa dönmüşler.
“Çok dindar, iyi bi çocuk olabilirsin,” diye sürdürdü, “ve toplanma noktanın başlangıçtaki hareketini unutabilirsin. Ya da ussal sınırlarının ötesine geçebilirsin. Sen hâlâ o sınırların içerisindesin.”
Ne demek istediğini biliyordum, yine de bazı kuşkular bocalamama neden oluyordu.
Don Juan söylemini daha da ileri götürdü. Sıradan insanın, günlük sınırlarının ötesini algılayabilecek enerjiyi bulmaktan yoksun olarak, olağanüstü algı dünyasına büyücülük, cadılık ya da şeytanın işi diyerek, ve bunu daha fazla incelemeden bir kenara çekildiğini söyledi.
“Ama sen, artık böyle yapamazsın,” diye sürdürdü don Juan. “Dindar biri değilsin ve herhangi bi şeyden kolayca vazgeçmeyecek kadar meraklısın. Şu anda seni engelleyebilecek tek şey korkaklık.
“Her şeyi gerçekten olduğu biçime dönüştür: soyuta, tine, nagual’a. Cadılık yok, kötülük yok, şeytan yok. Sadece algılama var.”
Onu anlamıştım. Ama tam olarak ne yapmamı istediğini kestiremiyordum.
En uygun sözcükleri bulmaya çalışırak don Juan’a baktım. Zihnimin son kerte işlevsel bir boyutundaydım sanki ve tek bir sözcüğü bile ziyan etmek istemiyordum.
“Devleş!” diye bağırdı, gülümseyerek. “Bırak mantığını gitsin.”
İşte o zaman ne demek istediğini tam olarak anlamıştım. Aslında, ölçü ve yırtıcılık duygularımın yoğunluğunu, gerçekten de bir dev olup tüm çevremizi görebilecek, çalıların üstünde havada asılı kalabilecek kadar artırabileceğimi biliyordum.
Düşüncelerimi dile getirmeye çalıştım ama hemen vazgeçtim. Don Juan’ın tüm düşündüklerimi bildiğini, ve hatta çok, çok daha fazlasını bildiğini anladım.
Ve sonra olağanüstü bir şey geldi başıma. Ussal yeteneklerim işlevlerini yitirdiler. Tam anlamıyla, sanki kara bir battaniye üzerimi örtmüş ve düşüncelerimi gölgelemişti. Ve usumu, dünyada hiçbir kaygısı olmayan biri gibi bıraktım gitti. Eğer beni karanlıkta bırakan o örtüyü yok etmek istiyorsam, tüm yapmam gerekenin onu aşıp geçmek olduğuna emindim.
O durumda ileri doğru itildiğimi, harekete geçtiğimi duyumsadım. Bir şey bedensel olarak, bir yerden diğerine hareket etmemi sağlıyordu. Baygınlık durumu yaşamadım. Hareketimdeki hız ve rahatlık beni coşturuyordu.
Yürümekte olduğumu hissetmiyordum; uçmuyordum da.. Dahası son kerte kolaylıkla taşınmaktaydım. Hareketlerim yalnızca onları düşünmeye çalıştığımda sakarlaşıp kabalaşıyordu. Hareketlerimle, onları düşünmeksizin eğlendiğimde, daha önce yapılagelmemiş eşsiz bir bedensel sevinçlilik durumuna giriyordum. Eğer yaşamımda böyle mutluluk anları olduysa, çok kısa sürmüş olmalıydılar çünkü hiçbir anı bırakmamışlardı bende. Yine de o esrimeyi yaşadığımda belli belirsiz bir tanımışlık duygusu hissettim, sanki bunu daha önceden biliyordum da unutmuştum.
Fundalıkta hareket etme coşkusu öylesine yoğundu ki diğer her şey önemini yitirmişti. Bana göre canlılığını sürdüren anlar, o coşkunluk anları ve hareket etmeyi kestiğim, kendimi fundalıkla karşı karşıya bulduğum zamanlardı.
Ama daha da açıklanamaz olan, hareket ettirilmeye başladığımda çalıların üzerinde belli belirsiz ortaya çıkıvermemdi.
Bir an, jaguarın şeklini net bir biçimde önümde gördüm. Olanca hızıyla kaçmaktaydı. Kaktüslerin dikenlerinden kaçınmaya çalıştığını sandım. Adımını attığı yere son kerte dikkat ediyordu.
Jaguarın peşinden koşarak onu korkutup dikkatini dağıtmak için dayanılmaz bir baskı duyumsamaktaydım. Dikenlerin canını acıtacağını biliyordum. Sonra, sessiz zihnimde bir düşünce patlayıverdi— bir jaguarın dikenlerden canı incindiğinde daha tehlikeli olacağını düşündüm. Bu düşünce, biri beni düşümden uyandırıyormuşçasına bir etki yarattı.
Düşünme gücümün yeniden çalışmaya başladığının bilincine vardığımda, kayalardan oluşmuş bir sıra tepenin dibinde olduğumun ayırdına vardım. Çevreme bakındım. Don Juan bir kaç adım ilerideydi. Bitkin görünüyordu. Solgundu ve hızlı hızlı soluyordu.
“Ne oldu, don Juan?” diye sordum, boğazımı temizledikten sonra.
“Sen söyle ne olduğunu,” diye konuştu soluk soluğa.
Duyumsadığım şeyleri ona anlattım. Sonra doğruca görüş alanımın içindeki dağın tepesini zorlukla görebildiğimi anladım. Çok az gün ışığı kalmıştı, bu da benim iki saatten uzun bir süredir koştuğum ya da yürüdüğüm anlamına geliyordu.

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Zamandaki bu çelişkiyi açıklamasını istedim don Juan’dan. Toplanma noktamın merhametin olmadığı yerin ötesine, sessiz bilginin yerine ulaşmış olduğunu, ama bunu kendi başıma kullanabilecek enerjiye henüz sahip olmadığımı söyledi. Bunu kendi başıma kullanmak, mantık ile sessiz bilgi arasında isteğime bağlı olarak hareket edebileceğim yeterli enerjiye sahip olmam gerektiği anlamına gelirmiş. Bir büyücünün yeterli enerjiye sahip olmasıyla—hatta eğer gerekli enerjisi yoksa, ama ölüm kalım meselesi yüzünden bir değişim yapması zorunluysa—mantık ile sessiz bilgi arasında gidip gelebildiğini ekledi.
Benim hakkımdaki yargısı, durumumuzun ciddiyetinden, benim tine toplanma noktamı hareket ettirsin diye olanak sağlamış olmamdı. Sonuçta sessiz bilgiye ulaşmışım. Doğal olarak, bana yükseklik duyumu veren, çalıların üzerinde süzülüyormuşum duygusunu yaratan algımın kapsamı artmış.
O sıralarda, akademik eğitimimden dolayı, ortak kararlarla ulaşılmış görüşleri sabit kılmaya karşı dayanılmaz bir tutkum vardı. O günlerdeki örnek sorumu sordum.
“Eğer UCLA’nın İnsanbilim Bölümü’nden biri beni gözetliyor olsaydı, fundalıkta çılgınca sağa sola hareket eden bir dev olarak mı görürdü beni?”
“Gerçekten bilemeyeceğim,” dedi don Juan. “Bunu öğrenmenin yolu, İnsanbilim Bölümü’ndeyken toplanma noktanı hareket ettirmek olacak.”
“Denedim,” dedim. “Ama hiçbir şey olmadı. Herhangi bir şey olması için senin etrafta olman gerekli.”
“Senin için bi ölüm kalım meselesi değilmiş o zaman,” dedi. “Öyle olsaydı, toplanma noktanı kendi kendine hareket ettirebilirdin.”
“Peki insanlar toplanma noktamı hareket ettirdiğimde gördüklerimi görebilirler mi?” diye direttim.
“Hayır, çünkü onların toplanma noktası seninkiyle aynı yerde olmayacak,” diye yanıtladı.
“O zaman, jaguarı düşümde mi gördüm, don Juan?” diye sordum. “Bütün bunlar yalnızca aklımda mı oldu?”
“Pek öyle değil,” dedi. “O koca kedi gerçekti. Kilometrelerce hareket ettin ve yorgun bile değilsin. Kuşkulanıyorsan eğer, ayakkabılarına bak. Kaktüs dikenleriyle dolular. Bu yüzden sen, çalıların üzerinden süzülerek gerçekten de hareket ettin. Ama aynı zamanda etmedin de. Bu, toplanma noktanın mantığın mı, yoksa sessiz bilginin yerinde mi olduğuna bağlı”.
Söylerken anlattığı her şeyi anlıyordum, ama istediğimde herhangi bir kısmını tekrarlayamıyordum. Ne de bildiğimin ne olduğunu kestirebiliyordum, ya da ne için bana bu kadar mantıklı geldiğini.
Jaguarın homurtusu beni o ivedi tehlikenin gerçekliğine döndürdü. Otuz adım sağımızda, çabucak tepeye yönelen jaguarın kara kütlesini gördüm.
“Ne yapacağız don Juan?” diye sordum, önümüzde hareket eden hayvanı görmüş olduğunu bilerek.
“En tepeye tırmanmaya devam et ve orada bi sığınak ara,” dedi sakince.
Sonra, dünyada hiçbir kaygısı yokmuş gibi, değerli zamanımızı çalıların üzerinde süzülmenin zevki uğruna ziyan etmiş olduğumu ekledi. Göstermiş olduğu tepelerin güvenliğine yöneleceğime, batıdaki daha yüksek dağların yolunu tutmuşum.
“O uçuruma jaguardan önce ulaşmalıyız, yoksa pek şansımız kalmayacak,” dedi, dağın tepesindeki neredeyse dik düzlüğü göstererek.
Sağıma döndüm ve jaguarı kayadan kayaya sıçrarken gördüm. Kesinlikle yolumuzu kesmek için çabalamaktaydı.
“Gidelim don Juan!” diye bağırdım gerginlikten.
Don Juan gülümsedi. Korku ve sabırsızlığımla eğleniyormuş gibiydi. Olanca hızımızla hareket ettik ve düzenli bir şekilde tırmandık. Her zaman sağımızda olan ve arada sırada görünen jaguarın koyu şekline dikkat etmemeye çalıştım.
Üçümüzde dik yamacın dibine aynı zamanda ulaştık. Jaguar yirmi adım kadar sağımızdaydı. Zıpladı ve yamaca tırmanmaya çalıştı, ama başaramadı. Kayadan duvar fazlasıyla eğimliydi.
Don Juan jaguarı seyrederek zaman yitirmememi söyleyerek bağırdı, çünkü tırmanmaktan vazgeçer geçmez saldıracakmış. Don Juan’ın sözleri biter bitmez hayvan saldırdı.
Artık uyarılara zaman yoktu. Don Juan’ın ardında, kaya duvara tırmandım. Hüsrana uğramış canavarın keskin çığlığı, tam sağ ayağımın topuğunda çınladı. Korkunun iteleyici kuvveti beni bir sinekmişim gibi düz uçurumun kenarına yolladı.
Zirveye, gülmek için duraksamış olan don Juan’dan daha önce ulaştım.
Uçurumun tepesinde güvenlikteyken, olanlar hakkında daha çok düşünme fırsatım olmuştu. Don Juan herhangi bir şeyi tartışmak istemiyordu. Gelişimimin bu aşamasında, toplanma noktamın en ufak bir hareketinin bir gizem olarak kalacağını söyledi. Çömezliğimin başlangıcındaki mücadelemin, kazandıklarımı yargılamaktan çok korumak olduğunu söyledi—ve bu noktada her şey bana mantıklı gelirmiş.
O anda, her şeyin bana mantıklı geldiğini anlattım ona. Ama o, bana mantıklı geldiğini iddia etmeden önce bilgiyi kendime açıklayabilmem gerektiği konusunda çok sertti. Toplanma noktamın hareketinin bir anlamı olması için, mantığın yerinden sessiz bilginin yerine gidip gelebilecek enerjiyi gereksindiğim konusunda diretti.
Bakışlarıyla tüm bedenimi süzerek, bir süre sessiz kaldı. Sonra kararını vermiş göründü, gülümsedi ve yeniden konuşmaya başladı.
“Bugün sessiz bilginin yerine ulaştın,” dedi kesin bir tavırla.
O öğleden sonra toplanma noktamın, onun müdahelesi olmaksızın, kendi kendine hareket etmiş olduğunu açıkladı. Devasa olma duyumumu kullanarak hareketi niyet etmişim, ve böyle yaparak toplanma noktam sessiz bilginin konumuna ulaşmış.
Don Juan’ın deneyimimi nasıl açıklayacağı konusunda çok meraklanıyordum. Sessiz bilginin yerinde erişilen algıya değin konuşmanın bir yolunun da onu ‘burası ve burası’ olarak adlandırmak olduğunu söyledi. Ona, kendimi o çöl fundalığının üzerinde süzüldüğümü hissettiğimi anlattığımda, çöl zeminini ve çalıların üzerlerini aynı anda görmüş olduğumu da sözlerime eklemem gerektiğini açıkladı. Ya da olduğum yerde dururken, aynı zamanda jaguarın da olduğu yerdeymişim. Böylece, kaktüslerin dikenlerinden kaçınmak için nasıl dikkatli adımlar attığının ayırdına varmışım. Başka bir deyişle, olağan burası ve orasını algılamam yerine, “burası ve burası”nı algılamışım.
Yorumları beni korkuttu. Haklıydı. Bundan ona söz etmemiştim, hatta iki yerde birden olabileceğimi kendi kendime kabul edememiştim. Onun yorumları olmasaydı bu açıdan düşünmeye cesaret edemezdim.
Tüm olayların bana daha anlamlı gelebilmesi için bundan fazla zamana ve enerjiye gereksinimim olduğunu yineledi. Oldukça yeniyetmeymişim; hâlâ epey bir gözetime gereksinimim varmış. Örneğin, ben çalıların üzerinde süzülürken, o da bana göz kulak olsun diye, toplanma noktasını mantıkla sessiz bilgi arasında hızlıca hareket ettirmiş. Ve bu onu bitkin kılmış.
“Beni bir konuda aydınlat,” dedim, mantıklılığını denemeye çalışarak. “O jaguar senin kabul edebildiğinden de garipti, öyle değil mi? Jaguarlar bu yörenin hayvanlarından değiller. Pumalar, evet, ama jaguarlar hayır. Bunu nasıl açıklıyorsun?”
Yanıtlamadan önce yüzünü buruşturdu. Aniden epey ciddileşmişti.
“Sanırım bu kendine özgü jaguar senin insanbilimsel tezlerini doğruluyor,” dedi ağırbaşlı bir ses tonuyla. “Belli ki jaguar Orta Amerika’yla Chihuahua’yı birbirine bağlayan bu ünlü ticaret yolunu izliyordu.”
Don Juan öylesine gürültülü güldü ki kahkahası dağlarda yankılandı. O yankı beni jaguarın ettiğinden daha rahatsız etti. Yine de beni rahatsız eden yankı değildi, gecede bir yankı duymamış olduğum gerçeğinden kaynaklanıyordu. Usumda yankılar yalnızca gündüzleri olmuşlardı.

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Jaguarla olan deneyimimi çağrıştırmak birkaç saatimi almıştı. Bu zaman boyunca, don Juan benimle konuşmamıştı. Sırtını rahatça bir kayaya dayamış ve oturur biçimde uykuya dalmıştı. Bir süre sonra onun orada olduğunun artık ayırdına varamıyordum ve sonunda uykuya daldım.
Çenemde bir ağrıyla uyandım. Yüzümün bir yanı kayaya dayalı uyumuştum. Gözlerimi açar açmaz, uzanmakta olduğum kayanın üzerinden aşağı kaymaya çalıştım, ama dengemi yitirerek gürültülü bir şekilde kaba etimin üzerine düştüm. Don Juan birtakım çalıların ardından, gülmek için tam zamanında yetişti.
Geç olmak üzereydi ve ben de karanlık çökmeden önce vadiye yetişecek zamanımız var mı diye yüksek sesle düşündüm. Don Juan omuz silkti ve pek ilgilenmiş görünmedi. Yanı başıma çöktü.
Hatırladıklarımın ayrıntılarını duymak istiyor mu diye sordum. Onun için fark etmediğini belirtti, yine de herhangi bir soru sormadı. Olayı bana bıraktığını sandım, bu nedenle benim için büyük önem taşıyan üç noktaya değindim. Birisi sessiz bilgiden söz etmiş olması; diğeri toplanma noktamı niyeti kullanarak hareket ettirmiş olmam; ve sonuncusu da kürek kemiklerim arasına inecek bir darbeye gereksinim duymadan yükseltilmiş bilinçliliğe girmiş olmamdı.
“Senin en büyük başarın, toplanma noktanın hareketini niyet etmendi,” dedi don Juan. “Ama başarı kişisel bi şeydir. Gereklidir, ama olayın önemli bölümü değildir. Büyücülerin beklediği son eylem değildir.”
Ne istediğini bildiğimi sandım. Olayı tamamen unutmuş olmadığımı anlattım ona. Olağan bilinçlilik durumunda usumda kalmış olan, bir dağ aslanının—jaguar düşüncesini benim sevmediğimden—bizi bir dağa doğru kovalamış olduğu, ve don Juan’ın koca kedinin saldırısından rahatsız olup olmadığımı sormuş olmasıydı. İncinmiş olabileceğimi düşünmenin çok saçma olduğunu söylemiştim, o da bana arkadaşlarımın saldırılarıyla ilgili olarak da aynı şekilde düşünmem gerektiğini söylemişti. Kendimi korumalı, ya da yollarından çekilmeliymişim, ama ahlakça haksızlık etmeden.
“Bu sözünü ettiğim son eylem değil,” dedi gülümseyerek. “Soyutun, tinin düşüncesinde tek önemli olan son eylemdir. Kişisel benlik düşüncesinin hiçbi önemi yoktur. Sen hâlâ kendini ve kendi duygularını ön plana çıkarıyorsun. Ne zaman bi fırsatım olduysa, soyuta olan gereksinmemiz konusunda seni bilinçlendirdim. Sen her zaman benim soyut olarak düşünmeyi kastettiğime inandın. Hayır. Soyut olmak, kendini tine, onun bilincinde olarak ulaşılabilir kılmaktır.”
İnsanların durumlarıyla ilgili en dokunaklı şeylerden birinin, aptallık ve kişisel yansıma arasındaki korkunç bağlantı olduğunu söyledi.
Bizi, kişisel yansımalı beklentilerimizle bağdaşmayan her şeyi elemeye zorlayan aptallıkmış. Örneğin, sıradan bir insan olarak, insanlığın ulaşabileceği en önemli bilgilere kör kalmışız: toplanma noktasının varlığı ve hareket edebileceği gerçeği.
“Mantıklı bi insan için, algının toplandığı görünmez bi noktanın varlığı düşünülemez,” diye sürdürdü. “Ve daha da düşünülemeyecek olan, eğer onun varlığı üzerinde alışık olduğu gibi düşünecek olursa, belli belirsiz umacağı biçimde, bu noktanın aklımızda yer almamasıdır.”
Mantıklı bir insan için, kendi kişisel imgesine sadık kalmanın, o berbat cahilliğini garantileyeceğini ekledi. Don Juan şuna işaret etti, örneğin, mantıklı insan büyücülüğün tılsımlar ve hokus pokuslardan oluşmadığı gerçeğini kabul etmez, ama onun dünyayı kusursuz bir şekilde kabul etme özgürlüğünü de, insanlık adına olası olan her şey için özgürlük verdiğini de inkâr edermiş.
“İşte bu noktada sıradan insanın aptallığı en tehlikeli noktasındadır,” diye sürdürdü. “Büyücülükten korkar. Özgürlük fırsatı karşısında titrer. Oysa özgürlük elinin altındadır. Buna üçüncü nokta denir. Ve buna toplanma noktasının harekete geçirilmesi gibi kolayca ulaşılır.”
“Ama sen kendin bana toplanma noktasını hareket ettirmek o kadar güçtür ki gerçek bir başarı sayılır demiştin,” diye karşı çıktım.
“Tabii ki öyle,” diye temin etti. “Bu, büyücülüğün çelişkilerinden biridir: bunu yapmak çok güçtür, ama yine de dünyadaki en basit iştir. Sana daha önce yüksek ateşin toplanma noktasını harekete geçirebileceğini söylemiştim. Açlık ya da korku, aşk ya da nefret bunu yaptırabilir; mistizm de öyle, ayrıca büyücülerin yeğlediği yöntem olan boyun eğmez niyet de bunu yaptırabilir.”
Boyun eğmez niyetin ne olduğunu yeniden açıklamasını istedim ondan. Bunun, insanların sergilediği bir tür tek-amaçlılık olduğunu söyledi; birbirleriyle çatışan ilgiler ya da arzularla geri alınamayacak, son kerte kolaylıkla tanımlanabilen bir amaçmış; boyun eğmez niyetin ayrıca, toplanma noktasının olağan olmayan bir konumda sabit kalmasından ortaya çıkan bir kuvvet olduğunu söyledi.
Don Juan sonra, toplanma noktasının hareketi ile değişimi arasında— tüm bu yıllar boyunca anımsayamadığım— çok anlamlı bir ayrımda bulundu. Dediğine göre, bir hareket, konumdaki muazzam değişiklikmiş, öylesine güçlüymüş ki toplanma noktası, enerji alanlarından oluşmuş saydam kütlemizin tümü içerisinde başka birtakım enerjilere bile ulaşabilirmiş. Her bir enerji takımı algılanabilecek tamamıyla farklı bir evreni temsil ediyormuş. Bir değişim ise, günlük yaşamımızın dünyası olarak algıladığımız enerji alanları takımı içerisindeki ufak hareketmiş.
Büyücülerin boyun eğmez niyeti, değişmez kararlarını ateşleyen bir katalizör olarak gördüklerini söyleyerek devam etti, ya da tersi olarak: değişmez kararları, toplanma noktalarını, sırası geldiğinde boyun eğmez niyeti oluşturan yeni konumlara iteleyen katalizörmüş.
Ağzım bir karış açık öylece kalmış olmalıydım. Don Juan güldü ve büyücülerin mecazi betimlemelerini anlamaya çalışmanın, sessiz bilgiyi anlamaya çalışmak kadar yararsız olduğunu söyledi. Sözcüklerle olan sorunun, büyücülerin betimlemelerini her açıklama girişiminde, onların daha da karmaşıklaşmasında olduğunu ekledi.
Nasıl olursa olsun açıklamasını ısrarla istedim ondan. Örneğin, üçüncü nokta hakkında söyleyebileceği herhangi bir şeyin, onu sadece açıklayabileceğini belirttim, onunla ilgili her şeyi bilmeme rağmen hâlâ çok karmaşıktı.
“Günlük yaşamımızın dünyası iki ilgi noktasını içerir,” dedi. “Örneğin, elimizde burası ve orası, içerisi ve dışarısı, yukarı ve aşağı, iyi ve kötü, vs. var. Yani, tam demek gerekirse, yaşamlarımızın algılamamız iki-boyutludur diyebiliriz. Kendi kendimize algıladığımız ve yaptığımız hiçbir şeyin derinliği yok.”
Düzeyleri karıştırdığını düşünerek ona karşı çıktım. Ona göre algının tanımını, yaşayan varlıkların, toplanma noktalarınca seçilen enerji alanlarını duyumlarıyla öğrenme yeterliliği olarak kabul edebilirdim— akademik düzeyime kıyasla oldukça ilgisiz bir tanımdı, ama o anda inandırıcı görünüyordu. Her neyse, yaptıklarımızın derinliğinin ne olabileceğini düşleyemiyordum. Belki de temel algılarımızın yorumlarından ayrıntılarından söz ettiğini savundum.
“Bir büyücü eylemlerini derinliğiyle algılar,” dedi. “Eylemleri onun için üç-boyutludur. Üçüncü bi ilgi noktaları vardır.”
“Üçüncü bir ilgi noktası nasıl var olabilir?” diye sordum, sıkıntılı bir tonda.
“İlgi noktalarımız başlangıçta duyumsal algılarımızdan elde edilirler,” dedi. “Duyularımız algılamada bulunurlar ve öncelik taşıyan konuları diğerlerinden ayırırlar. Bu temel ayrımı kullanır ve gerisini bi kenara koyarız.
“Kişinin üçüncü ilgi noktasına ulaşabilmesi için, iki mekânı aynı zamanda algılayabilmesi gerekir.”
Hatırladıklarım, beni tuhaf bir ruh haline sokmuştu— sanki o deneyimimi birkaç dakika önce yaşamıştım. Aniden daha önce bütünüyle kaçırdığım bir olayın bilincine varmıştım. Daha önce don Juan’ın önderliğinde o bölünmüş algıyı iki kez deneyimlemiştim, ama ilk defa bunu tamamıyla kendi başıma başarmış oluyordum.
Hatırladıklarımı düşündükçe, duyumsal deneyimimin ilkin sandığımdan daha karmaşık olduğunun ayırdına vardım. Çalıların üzerinde süzüldüğüm zaman boyunca— sözcükler hatta düşünceler olmaksızın— iki yerde olmanın, ya da don Juan’ın dediği gibi ‘burası ve burası’nın, algımı her iki yerde de ivedi ve kusursuz duruma getirdiğinin ayırdındaydım. Ama ikili algımın, olağan algımdaki mutlak açıklıktan da yoksun olduğunu fark etmiştim.
Don Juan olağan algının bir başlangıç noktası olduğunu açıkladı. ‘Burası ve orası’ bu başlangıç noktasının çevresiymiş, ve biz de ‘burası’nın açıklığının taraftarlığını yapıyormuşuz. Olağan algıda yalnızca ‘burası’nı tamamen, hemen ve doğrudan algıladığımızı söyledi. Onun ikizi ‘burası’ysa ivedilikten yoksunmuş. Bundan bir anlam çıkarılabilir, bir sonuca varılabilirmiş, umulabilir, hatta gerçekmiş gibi kabul edilebilirmiş, ama tüm duyumlarla doğrudan kavranamazmış. İki yeri aynı anda algıladığımızda mutlak açıklık yitermiş, ama ‘orası’nın ivedi algısı kazancımız olurmuş.
“Peki don Juan, o zaman, algımı deneyimimin önemli bir parçası olarak açıklamamda haklıydım,” dedim.
’’Hayır, değildin,” dedi. “Deneyimlediğin şey senin için hayati önem taşıyordu, çünkü sessiz bilgiye yolunu açtı, ama önemli olan şey jaguardı. O jaguar gerçekten de tinin belirmesiydi.
“O koca kedi hiç çaktırmadan peydahlandı. Sana dediklerim kadar eminim ki o da bizim işimizi oracıkta bitirebilirdi. O jaguar büyünün bi anlatımıydı. O olmasaydı, bi sevinç yaşamış olamayacaktın, ders alamayacaktın, bazı şeylerin ayırdına varamayacaktın.”
“Peki, o gerçek bir jaguar mıydı?” diye sordum.
“Emin ol ki gerçekti!”
Don Juan sıradan insan için o koca kedinin korkutucu ve
tuhaf gelmiş olabileceğini düşündüğünü söyledi. Sıradan bir insan, o jaguarın, tropik ormanlardan epey uzakta, Chihuahua’da ne aradığını mantıksal bağlamda açıklamaya çalışsa, epeyce bir güçlük çekermiş. Ama bir büyücü, niyet ile bir bağlantı hattı olduğundan jaguarı bir algılama aracı olarak görürmüş— tuhaflık değil, huşu kaynağı olarak.
Yanıtını bilmek istediğim yığınla soru vardı, yine de sorularımı dile getiremeden yanıtlarını bilmekteydim. Bir süre kendi soru-yanıt dizgemi izledim, ta ki sonunda yanıtları sessiz olarak bilmemin anlamının olmadığını kavrayana kadar; yanıtların anlamlı olabilmeleri için sözcüklerle ifade edilmeleri gerekiyordu.
Aklıma gelen ilk soruyu dile getirdim. Don Juan’dan bir çelişki olarak görünen şeyi açıklamasını istedim. Toplanma noktasını sadece tinin hareket ettirebileceğini belirtmişti. Ama daha sonra, niyetçe ele alınan duygularımın toplanma noktamı hareket ettirdiğini söylemişti.
“Yalnızca büyücüler duygularını niyete açabilirler,” dedi. “Niyet tindir, bu nedenle tin toplanma noktalarını hareket ettirir. “Tüm bunlarda yanıltan taraf,” diye sürdürdü, “yalnızca büyücülerin tini bildiklerini, niyetin büyücülerin seçkin ilgi alanı olduğunu söylememde. Bu hiç de doğru değil, ama elverişlilik açısından durum böyle. Gerçek durum şu ki büyücüler sıradan insana kıyasla, tinle olan bağlantılarının daha çok bilincindeler ve bunu kullanmak için can atıyorlar. Hepsi bu. Niyet ile olan bağlantı hattı, var olan her şey tarafından paylaşılan evrensel bi özelliktir.”
Don Juan, iki-üç kez, sanki bir şeyler ekleyecekmiş gibi göründü. Besbelli sözcükleri seçmeye çalışırken bocaladı. Sonunda, aynı anda iki yerde olmanın, büyücülerce toplanma noktalarının sessiz bilginin yerine ulaştığı anı işaretlemek için kullanılan bir kilometre taşı olduğunu söyledi. Kişinin kendi amaçlarıyla başardığı ayrılmış algıya, toplanma noktasının özgür hareketi denirmiş.
Her nagual’ın elindeki erkin tümünü, çömezinin toplanma noktasını, özgür hareketi yapmaya yüreklendirmek için, sürekli olarak kullandığını anlattı bana. Bu eksiksiz çabaya üstü kapalı olarak ‘üçüncü noktaya uzanma’ denirmiş.
“Nagual’ın bilgisinin en zorlu yönü,” diye devam etti don Juan, “ve görevinin kesinlikle en can alıcı bölümü üçüncü noktaya uzanmaktır—nagual özgür hareketin ve tinin, bunu başarması için gereken gereçleri kendisine yöneltmelerini niyet eder. Sen çıkıp gelene kadar hiç bu tür bi şey niyet etmemiştim. Bu nedenle velinimetimin bunu benim için niyet ederken harcadığı o muazzam çabanın değerini hiç bilemedim.
“Bi nagual’a o özgür hareketi müritleri için niyet etmek zor geledursun,” diye devam etti don Juan, “müritlerin nagual’ın ne yaptığını anlamada çektikleri zorlukla karşılaştırıldığında hiçbi şey kalır. Nasıl çırpınıp durduğuna bi bak! Aynı şey bana da oldu. Sonunda çoğu zaman tinin hilelerini, aslında nagual Julian’ın hileleri sanırdım.
“Daha sonra ona yaşamımı ve sağlığımı borçlu olduğumu anladım,” diye devam etti don Juan. “Şimdi ona çok daha fazlasını borçlu olduğumu biliyordum. Ona gerçekten ne kadar borçlu olduğumu bile betimlemeye başlayamadığımdan, beni üçüncü bi ilgi noktasına sahip olmam için tatlı dille kandırdığını söylemeyi yeğlerim.
“Üçüncü ilgi noktası algının özgürlüğüdür; niyettir, tindir; düşüncenin mucizevi olana doğru attığı perendedir; sınırlarımızın ötesine ulaşma eylemi ve kavranamaza dokunmaktır.”

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

2 - İki Tek Yönlü Köprü

Don Juan’la birlikte mutfağındaki masanın etrafında oturmaktaydık. Sabahın erken saatleriydi. Jaguarla olan deneyimimi hatırladıktan sonra geceyi geçirdiğimiz dağlardan henüz dönmüştük. Ayrılmış algımı hatırlamış olmak, her zamanki gibi don Juan’ı, o anda hatırlayamadığım daha duyumsal deneyimlere itelemek için kullandığı bir sevince boğmuştu. Coşkunluğum yine de azalmamıştı.
“Aynı anda iki yerde olmanın olasılığı zihin için çok heyecanlıdır,” dedi. “Usumuz ve mantıklılığımız kişisel yansımalarımız olduğundan, kişisel yansımamızın ötesindeki herhangi bi şey, ya bizi yıldırır ya da kendine çeker, tabii ne tür bi insan olduğumuza bağlı olarak.”
Gözlerini dikip bana baktı ve sonra sanki henüz yeni bir şey bulgulamış gibi gülümsedi.
“Ya da aynı ölçüde hem yıldırır, hem de kendine çeker,” dedi, “ki sanırım her ikimizin durumunda da bu böyle.”
Benim durumumda bunun, deneyimimce bir yılma ya da cezbedilme sorunu olmadığını, ayrılmış algının olabilirliğinin enginliğinden korkmuş olmamın sorun olduğunu anlattım ona.
“Aynı anda iki yerde olduğuma inanmadığımı söyleyemem,” dedim. “Deneyimlerimi inkâr edemem, yine de sanırım bundan öylesine korktum ki, aklım bunu bir gerçek olarak kabul etmek istemiyor.”
“Sen ve ben böyle şeyleri kafaya takan insanlardanız, sonra hepsini unuturuz,” dedi ve güldü. “Sen ve ben fazlasıyla benziyoruz.”
Gülme sırası bendeydi. Benimle eğlendiğini biliyordum. Yine de düşüncelerini öylesine içtenlikle anlatıyordu ki, dürüst olduğuna inanmak istedim.
Çömezleri arasında onun betimlemelerini, kendimize eşitlik açısından, fazlasıyla ciddiye almamayı öğrenmiş olanın bir tek ben olduğumu söyledim. Onu eylem halinde gördüğümü, çömezlerinden her birine, en içten edasıyla, “Sen ve ben koca aptallarız. Birbirimize fazlasıyla benzeriz!” dediğini duyduğumu anlattım. Ve çömezlerin ona inandığını anladığımda, tekrar tekrar ürpermiştim.
“Sen bizlerden birine benzemiyorsun, don Juan,” dedim. “Sen bizim görüntülerimizi yansıtmayan bir aynasın. Sen zaten bizim ulaşabileceğimiz yerin ötesindesin.”
“Tanık olduğun, yaşam boyu sürmüş bi mücadelenin sonucudur,” dedi. “Gördüğün, sonunda tinin tasarılarını izlemeyi öğrenebilmiş bi büyücüdür, ama hepsi bu.
“Bi savaşçının bilginin patikasında ilerlerken karşılaştığı farklı aşamaları değişik yollarla açıkladım sana,” diye sürdürdü. Niyet ile bağlantısı bağlamında bi savaşçı dört aşamadan geçer. Birincisi niyet ile pas tutmuş, güvenilmez bi hat kurduğunda. İkincisi bunu temizlemeyi başardığında. Üçüncüsü bunu kullanmayı öğrendiğinde. Ve dördüncüsü, soyutun tasarılarını kabul etmeyi öğrendiğinde.”
Don Juan bu erişmişliğinin kendisini aslından farklı kılmadığını söyledi. Sadece daha becerikli kılmış; böylece, bana ya da diğer çömezlerine, bize benzediğini söylediğinde şaka yapmıyormuş.
“Nereye yöneldiğini tam olarak anlayabiliyorum,” diye devam etti. “Sana güldüğümde, aslında senin yerindeki kendi anılarıma gülüyorum. Ben de günlük yaşamın dünyasına sıkı sıkı tutunuyordum. Ona tırnaklarımla yapışıyordum. Her şey bana onu bırakmamı söylüyordu, ama yapamıyordum. Aynen senin gibi aklıma kesinlikle güveniyordum, ve bunu yapmak için herhangi bi nedenim yoktu. Artık sıradan bi insan değildim.
“Benim o zamanki sorunum senin bugünkü sorunun. Günlük dünyanın devinirliği beni sürükledi ve ben de sıradan bi insan gibi davranmaya devam ettim. Çılgınca o zayıf mantıksal kavramlara dayandım. Sen de aynısını yapmıyor musun?”
“Ben herhangi bir kavrama tutunmuyorum; onlar bana tutunuyorlar,” dedim, ve bu onu güldürdü.
Onu mükemmel bir şekilde anladığımı söyledim, ama ne kadar denesem de bir büyücünün yapması gerektiği gibi yapamıyordum.
Büyücülerin dünyasındaki dezavantajımın, ona olan yabancılığım olduğunu söyledi. Bu dünyada her şeyle yeniden ilişki kurmak zorundaymışım, günlük yaşamımın devamlılığıyla çok az bir ilgisi olduğundan bu da çok zormuş.
Büyücülerin kendine özgü sorununu iki işlevlilik olarak betimledi. Birisi parçalanmış bir devamlılıktan yararlanmadaki olanaksızlık; diğeriyse toplanma noktasının yeni konumunca düzeltilmiş devamlılığın kullanılmasındaki olanaksızlıkmış. Bu yeni devamlılık her zaman fazlasıyla güçsüz, dengesizmiş, ve büyücülere eylemleri için gereksindikleri günlük yaşamın dünyasındaki güveni vermezmiş.
“Büyücüler bu sorunu nasıl çözümlüyorlar?” diye sordum.
“Hiçbirimiz herhangi bir şey çözümlemez,” diye yanıtladı. “Bizim için tin bi şeyleri çözer ya da çözmez. Eğer tin yaparsa, büyücü nasıl olduğunu bilmeden kendini büyücülerin dünyasında eyleme geçmiş bulur. Bu yüzden seni bulduğum günden beri önemi olan tek şeyin kusursuzluk olduğunda direniyorum. Bi büyücü kusursuz bi hayat yaşar, ve bu da çözümü beraberinde getirmiş gibi olur. Niye mi? Kimse bilmez bunu.”
Don Juan bir süre sesiz kaldı. Ve sonra ben söylemiştim gibi aklımda olan düşünceyle ilgili yorumlar yaptı. Kusursuzluğun, beni hep dinsel dürüstlük konusunda düşündürdüğünü geçirmekteydim.
“Sana defalarca söylediğim gibi kusursuzluk, dürüstlük değil,” dedi. “Yalnızca benzer ona. Kusursuzluk basitçe enerji seviyemizin en iyi kullanım biçimidir. Doğal olarak tutumluluğu, düşünceli olmayı, yalınlığı, saflığı; ve hepsinden öte kişisel yansımadan yoksun olmayı gerektirir. Bütün bunlar bi manastır hayatı kılavuzu gibi görünmesini sağlıyor, ama öyle değil.
“Büyücüler tini denetleyip, toplanma noktasının hareketini yönetebilmek için kişinin enerjiye gereksinim duyduğunu söylerler. Enerjiyi bizim için biriktirecek tek şeyse kusursuzluğumuzdur.”
Don Juan toplanma noktalarımızı hareket ettirebilmek için büyücülük öğrenimi görmemiz gerekmediğine değindi. Bazen, doğal ama dokunaklı koşullar altında, savaş ve yokluk gibi, gerginlik, bitkinlik, üzüntü ve çaresizlik gibi durumlarda insanın toplanma noktası muazzam değişikliklere uğrayabilirmiş. Eğer bu koşullar altında kalmış insan büyücülerin ülküsünü benimseyebilirse, dediydi don Juan, bu doğal hareketi, hiçbir güçlükle karşı karşıya kalmadan en üst düzeyine çıkarabilirmiş. İnsanlar, böyle durumlardaki kalıplaşmış tepkileri yerine—olağanlığa dönme isteği—olağanüstü şeyleri arayıp bulabilirlermiş.
“Toplanma noktasının hareketi en üst düzeyine çıkarıldığında,” diye sürdürdü don Juan, “hem sıradan insan, hem de büyücü çömezi, birer büyücü olurlar, çünkü o hareketi en üst düzeye çıkarmak, devamlılığı onarılmayacak şekilde tuzla buz etmiş olur.”
“Bu hareketi en üst düzeye nasıl çıkarırsın?” diye sordum.
“Kişisel yansımayı kısıtlayarak,” diye yanıtladı. “Gerçekte zor olan, toplanma noktasını hareket ettirmek, ya da kişinin devamlılığını kırmak değildir. Gerçek zorluk, enerjiye sahip olmaktır. Kişinin enerjisi varsa toplanma noktası hareket etti mi, sorgulanacak olaylar ortaya çıkar.”
Don Juan, kendi saklı kaynaklarını sezinleyebilmesinin, ama onları kullanmaya cesaret edememesinin, insanlığın açmazı olduğunu anlattı. Bu nedenle büyücüler insanlığın kötü durumuna, alıklığı ve bilmezliğinin uyumu derlermiş. İnsanlara şimdi, her zaman olduğundan daha da fazla, özellikle kendi içsel dünyalarına yeni ülküler öğretilmesi gerektiğini söyledi—toplumsal ülküler değil, büyücülük ülküleri, insanlığa ait ve bilinmeyenle, kendi kişisel ölümüyle yüzleşen ülküler. Şimdi, başka her şeyden daha çok, toplanma noktasının gizlerini öğrenmesi gerekirmiş.

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Don Juan, herhangi bir ön hazırlık yapmaksızın, hatta düşünmek için durmaksızın, bir büyücülük öyküsü anlatmaya başladı. Bütün bir yıl boyunca nagual Julian’ın evindeki en genç kişi olduğunu söyledi. Öylesine bencilmiş ki, ikinci yılın başlangıcında velinimetinin, üç genç adam ve dört genç kadını eve getirdiğinin farkına bile varamamış. Don Juan’ı ilgilendirdiği kadarıyla, iki, üç ayda gelen o yedi kişi sadece hizmetkârmışlar ve pek bir önemleri yokmuş. Hatta genç adamlardan birisi onun yardımcısı olmuş.
Don Juan, nagual Julian’ın onları ayartıp, ücretsiz çalışmaları için kandırdığından eminmiş. Onların nagual Julian’a körü körüne güvenmeleri, evdeki herkese ve her şeye olan o hastalıklı bağlılıkları, don Juan’ı onlara acımaktan alıkoyuyormuş.
Onların köle olarak doğduklarını ve onlara söyleyecek herhangi bir şeyin olmadığını düşünüyormuş. Yine de istediğinden değil de, bunu işinin bir bölümü olarak yapmasını nagual buyurduğundan, onlara arkadaşlık ediyor, öğütler veriyormuş. Onlar kendisinden öğüt istedikçe, onların yaşam öykülerinin dokunaklığı ve açıklılığı karşısında ürperiyormuş.
Onlardan daha iyi olduğu için, gizliden gizliye kendisiyle övünüyormuş. İçten içe hepsinden daha akıllı olduğunu düşünüyormuş. Anladığını ileri sürememesine rağmen, nagual’ın eylemlerini sezebilmekle böbürleniyormuş. Ve onların o komik yardımsever olma çabalarına gülüyormuş. Onları köle gibi görmüş ve yüzlerine acımasız, profesyonel bir zalim tarafından kullanıldıklarını söylemiş.
Ama onu öfkelendiren şey, o dört genç kadının tutkuyla nagual Julian’a bağlı olmaları ve onu memnun etmek için her şeyi yapmalarıymış. Öfkesini unutabilmek için don Juan, avuntuyu işinde arar, işine dalıp gidermiş ya da nagual Julian’ın evinde bulunan kitaplardan saatlerce okurmuş. Okumak bir tutkuya dönüşmüş onun için. Hep huzurunu kaçıran nagual Julian dışında, herkes, okurken onu rahatsız etmemek gerektiğini bilirmiş. Nagual, yeni gelen genç kadın ve erkeklerle dostluk etsin diye sürekli don Juan’ı sıkıştırıyormuş. Don Juan dahil, hepsinin kendi büyücülük çömezleri olduğunu söylermiş tekrar tekrar. Don Juan, nagual Julian’ın büyücülüğe değin herhangi bir şey bilmediğine inanmaktaymış, hiç inanmaksızın onu dinlerken, onunla alay etmekteymiş.
Don Juan’ın güvenden yoksul oluşu nagual Julian’ı şaşırtmazmış. Sanki don Juan kendisine inanıyormuş gibi hareket ediyor, yönergeler vermek için tüm çömezlerini çevresinde topluyormuş. Belli zaman aralıklarıyla, onları civardaki dağlarda tüm bir gece süren gezintilere çıkarırmış. Bu gezintilerden çoğunda nagual onları o engebeli dağlarda çaresiz durumda, don Juan’ın denetimine bırakırmış.
Bu gezintilerin gerekçesi, yalnızlıkta ve doğanın vahşiliğinde tini bulgulayabilecekleriymiş. Ama asla yapmamışlar. En azından don Juan’ın anlayabileceği biçimde olmamış bu. Ama nagual Julian’ın tini bilmenin önemi konusundaki ısrarları o kadar yoğunmuş ki, don Juan tinin ne olduğunu bilmeyi kafasına takmış.
Bu gece gezintilerinin birinde, nagual Julian, ne olduğunu anlamamasına rağmen, don Juan’ı tinin peşinden gitmesi için zorlamış.
“Tabii ki, bi nagual’ın söyleyebileceği tek şeyi söylüyordu: toplanma noktasının hareketini,” dedi don Juan. “Ama bunu, bana anlamlı gelebileceğine inandığı bi şekilde dile getiriyordu: peşine düş tinin.
“Saçmaladığını sanmıştım. O zamana kadar kendi görüş ve inanışlarımı oluşturmuştum; tinin, karakter, irade, yüreklilik ve güç olarak bilinen bi şey olduğuna inanmıştım. Ve bunların peşinden gitmeme gerek olmadığına inanmıştım. Hepsine sahiptim ben.
“Nagual Julian, tinin tanımlanamaz, duyumsanamaz, hakkında az çok konuşulamaz olduğunda direniyordu. Dediğine göre, kişi varlığını tanımlayarak çağırabilirmiş onu yalnızca. Benim karşılığımda fazlasıyla seninkine benziyordu: insan var olmayan bi şeyi çağıramaz ki.”
Don Juan’ın bana anlattığına göre, nagual ile o kadar çok
tartışmışlar ki sonunda nagual tüm ev sakinlerinin önünde, tek bir vuruşla, değil salt tinin ne olduğunu, onu nasıl tanımlayabileceğini de gösterebileceğine söz vermiş. Ayrıca don Juan’ın dersini kutlamak üzere, komşuları bile davet edeceği çok büyük bir parti vereceğine de söz vermiş.
Don Juan o günlerde, Meksika Devrimi’nden önce, nagual Julian ve ekibindeki yedi kadının kendilerini büyük bir malikânenin varlıklı sahipleri olarak tanıttıklarına değindi. Kimse onların bu görünüşünden, özellikle zengin ve yakışıklı, arazi sahibi, en ciddi tutkusu evlenmemiş yedi kız kardeşine dini bütün birer meslek aramak olan nagual Julian’in görünüşünden kuşkulanmıyormuş.

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Bir gün, yağmurlu mevsim zamanında, nagual Julian yağmurun durmasıyla birlikte, don Juan’a söz verdiği büyük partiyi düzenleyeceğini bildirmiş. Ve bir pazar günü öğleden sonrasında, tüm ev sakinlerini şiddetli yağmurdan dolayı taşmış ırmağın kıyısına götürmüş. Nagual Julian atını sürerken don Juan, komşularıyla karşılaşırlar diye, gelenek üzerine saygıyla ardından hızlı hızlı yürümekteymiş, komşuların bildiği kadarıyla don Juan arazi sahibinin özel uşağıymış.
Nagual piknik için, ırmak kıyısındaki yüksek bir düzlüğü seçmiş. Kadınlar önceden yiyecek ve içecek hazırlamışlar. Nagual, kasabadan bir grup müzisyen bile getirtmiş. Büyük bir partiymiş, gündelikçileri, komşuları, hatta eğlenceyi görmek için yoldan geçen yolcuları bile kapsıyormuş.
Herkes gönlünce yiyip içmiş. Nagual bütün kadınlarla dans etmiş, şarkılar söyleyip şiirler okumuş. Fıkralar anlatmış ve bazı kadınların yardımıyla herkesi memnun edecek parodiler sahnelemiş.
Belirli bir anda nagual Julian orada hazır bulunanlara, özellikle çömezlerine, don Juan’ın dersini paylaşmak isteyen var mı diye sormuş. Hepsi bu öneriyi geri çevirmiş. Tümü de nagual’ın zorlu yöntemlerinin iyice bilincindeymiş. Sonra don Juan’a tinin ne olduğunu bilmek istediğinden emin mi diye sormuş.
Don Juan hayır diyememiş. Bu şekilde vazgeçemezmiş. Olanca varlığıyla hazır olduğunu söylemiş. Nagual onu çağlayan ırmağın kıyısına götürüp diz çökmesini sağlamış. Nagual rüzgârın ve dağların erkine yakardığı uzun bir büyüye başlamış, ırmağın erkinden don Juan’a önerilerde bulunmasını istemiş.
Anlamlı olan büyülü sözler öylesine saygısızca dile getiriliyorlarmış ki, herkes gülmek zorunda kalmış. Bitirdiğinde don Juan’dan gözleri kapalı, ayağa kalkmasını istemiş. Sonra çömezi çocukmuşçasına kucağına alıp, “Allah aşkına, ırmaktan nefret etme!” diye bağırarak onu dalgalı sulara atmış.
Bu olaya değinmek don Juan’ın gülme nöbetine tutulmasına neden oldu. Belki başka koşullar altında ben de bu durumu gülünç bulmuş olabilirdim. Bu kez, nedense öykü beni epeyce üzdü.
“O insanların suratını görmeliydin,” diye devam etti don Juan. “Havada ırmağa doğru uçarken endişeleri gözüme takıldı. Kimse o şeytan nagual’ın böyle bi şey yapacağını kestirememişti.”
Don Juan bu olayın yaşamının sonu olacağını sanmış olduğunu söyledi. İyi bir yüzücü değilmiş ve ırmağın dibine batarken, bunların başına gelmesine izin verdiğinden kendi kendine lanetler okumuş. O kadar öfkeliymiş ki dehşete kapılacak zamanı yokmuş. Tüm düşünebildiği bu kahrolası ırmakta, kahrolası adamın ellerinde ölmeyeceğiymiş.
Ayakları dibe değmiş ve kendisini yukarı doğru itmiş. Derin bir ırmak değilmiş, ama sel suları onu büyük ölçüde genişletmiş. Akıntı hızlıymış ve onu alıp götürüyormuş, coşan suların kendisini alabora etmesine izin vermemeye çalışarak köpekler gibi yüzmüş.
Akıntı onu epey uzaklara sürüklemiş. Sürüklenmekte, ve elinden gelenin en iyisini yaparak yenik düşmemeye çalışmaktayken, tuhaf bir ussal boyuta geçmiş. Kusurlarını biliyormuş. Çok öfkeli biriymiş ve o serbest kalamayan öfkesi etrafındaki herkesten nefret edip onlarla savaşmasına neden oluyormuş. Ama ırmaktan nefret edemiyor, onunla savaşamıyormuş, ya da genelde yaşamındaki herkes ve her şeye karşı davrandığı gibi onu kızdıramıyor, ona karşı sabırsızlık gösteremiyormuş. Irmağa tüm yapabildiği, akıntısını izlemekmiş.
Don Juan bu basit kavrayışın ve neden olduğu uysallığın, terazinin dengesini bozduğunu, deyim yerindeyse toplanma noktasının özgür hareketini deneyimlediğini söyledi. Aniden, hiçbir şekilde ne olduğunun bilincinde olmaksızın, coşan sularca çekilip götürüleceğine, don Juan kendisini ırmağın kıyısında koşar durumda bulmuş. Olanca hızıyla koştuğundan düşünecek zamanı yokmuş. İnanılmaz bir kuvvet kendisini çekmekteymiş, kayaların ve devrilmiş ağaçların üzerinden sanki onlar orada yokmuşçasına onu koşturuyormuş.
Uzunca bir süre bu çıldırmış biçimde koştuktan sonra, don Juan, kızılımsı, azgın sulara bir bakış fırlatmaya cesaret etmiş. Ve kendisini akıntı tarafından alabora edilirken görmüş. Yaşamındaki hiçbir şey onu böylesi bir an için hazırlayamamış. İşte o zaman düşünce işlemini işin içine karıştırmadan iki yerde birden olduğunu biliyormuş. Ve bu yerlerden birinde, o azgın ırmakta çaresizmiş.
Bütün enerjisini kendisini kurtarmak için harcamış.
Bu konuda düşünmeksizin, ırmak kıyısından açılmaya başlamış. Yana bir adım atmak, tüm gücü ve kararlılığına mal oluyormuş. Sırtında bir ağaç sürüklemekteymiş sanki. Öylesine ağır hareket ediyormuş ki birkaç adım atabilmek sonsuzluk gibi geliyormuş. ,
Gerilime dayanamayacak gibiymiş. Birdenbire artık koşmadığını anlamış; derin bir kuyuya düşmekteymiş. Suya değdiğinde, suyun soğukluğu bağırmasına neden olmuş. Sonra yeniden ırmakta bulmuş kendini, akıntıyla sürüklenerek. Kendini yeniden azgın sularda bulmasından doğan korkusu öylesine yoğunmuş ki, tüm yapabildiği ırmağın kıyısında sapasağlam olmayı var gücüyle dilemekmiş. Ve birdenbire kendini yine orada buluvermiş, ırmağa biraz uzak ama paralel bir şekilde çok hızlı koşuyormuş.
Koştukça, coşan sulara bakmış ve kendisini yüzmeye çalışırken görmüş. Bağırarak emretmek istemiş; kendisine belli bir açıyla yüzmesini emretmek istiyormuş, ama hiç ses çıkaramamış. Sularda olan öteki kendisi için duyduğu üzüntü çok eziciymiş. İki Juan Matus arasındaki bir köprü görevini üstleniyormuş bu üzüntü. Anında yine sulardaymış, kıyıya doğru bir açıyla yüzmeye çalışarak.
İki yer arasındaki değişimin o inanılmaz duyumu, korkusunu kökünden kazımaya yetmiş. Artık yazgısıyla ilgilenmiyormuş. Irmakta yüzmek ile kıyısında koşmak arasında serbestçe değişimler yapıyormuş. Ama hangisini yapsa sürekli sola yöneliyormuş, ya ırmaktan uzaklaşıyor ya da soldaki kıyıya doğru yüzüyormuş.
Akıntı yönünde, yaklaşık beş mil ilerde ırmağın solunda karaya çıkmış. Orada çalılara sığınarak bir haftadan fazla beklemek zorunda kalmış. Suların çekilmesini ve böylece karşıya yürüyüp geçebilmeyi bekliyormuş, ayrıca korkusunun geçmesini ve yeniden bir bütün olmayı da beklemekteymiş.
Don Juan, olanların, bitmek bilmeyen güçlü tutkusundan kaynaklandığını, bunların, yaşamı için verdiği savaşımda, toplanma noktasının doğruca sessiz bilginin yerine yönelmesine neden olduğunu söyledi. Nagual Julian’ın kendisine toplanma noktasına değin anlattıklarına hiç dikkat etmemiş olmasından, neler olduğu hakkında herhangi bir düşüncesi yokmuş. Bir daha asla eskisi gibi olamayacağı düşüncesinden korkmuş. Ama ayrılmış algısını inceledikçe, onun işlevsel yönlerini ve onu beğendiğini bulgulamış. Günlerce iki bedenli olarak kalmış. Doğrudan biri ya da öteki olabiliyormuş. Ya da aynı anda her ikisi oluyormuş. İkisi birden olduğunda işler karışıyormuş ve varlığı etkinliğini yitiriyormuş, bu nedenle bu olasılığı bırakmış. Fakat biri ya da diğeri olmak, onun için şaşırtıcı olanaklara yol açmış.

10

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Çalılarda yeniden kendine kavuştuğunda, varlıklarından birinin diğerinden daha değişebilir olduğunu ve göz açıp kapayıncaya dek uzak mesafeleri kat edebildiğini, yiyecek bulabildiğini ve saklanacak en iyi yerlere ulaşabildiğini saptamış. Bir keresinde kendisi için kaygılanıyorlar mı diye nagual’ın evine giden de bu varlığıymış.
Gençlerin kendisi için ağladığını işitmiş, ve bu kesinlikle hayret vericiymiş. Kendisi hakkında ne düşündüklerini öğrenmek için gittiğinden, süresiz olarak onları izleyebilirmiş, ama nagual Julian onu yakalamış ve bu olaya bir son vermiş. Nagual’den korktuğu tek zaman gerçekten de bu olmuş. Don Juan, nagual’ın kendisine saçmalamayı kesmesini söylediğini işitmiş. Kapkara, zil biçiminde, çok büyük ağırlık ve güçte bir nesne olarak, aniden belirivermiş. Don Juan’ı tutmuş. Don Juan nagual’ın kendisini nasıl tutmakta olduğunu bilemiyormuş, ama en sarsıcı biçimde canını acıtıyormuş. Karnı ve
kasıklarında hissettiği keskin, sinirsel bir ağrıymış.
“Hemen ardından ırmak kıyısında buldum kendimi,” dedi don Juan, gülerek. “Ayağa kalktım, henüz suları çekilmiş ırmağı geçtim, ve eve doğru yürümeye başladım.”
Bir ara duraksadı sonra bana öyküsü hakkında ne düşündüğümü sordu. Ben de ona öykünün beni dehşete düşürdüğünü söyledim.
“O ırmakta boğulabilirdin,” dedim, neredeyse bağırarak. “Sana yapılacak en vahşi hareket. Nagual Julian deliydi muhakkak!”
“Dur bi dakka,” diye karşı çıktı don Juan. “Nagual Julian şeytan gibi bi adamdı, ama deli değildi. Bi nagual ve öğretmen olarak yapması gerekeni yaptı. Ölebilirdim, doğru. Ama bu hepimizin göze alması gereken bi risk. Sen de jaguar tarafından kolayca yenilmiş olabilirdin, ya da sana yaptığım şeyler yüzünden ölebilirdin. Nagual Julian gözüpek ve yönetici biriydi, her şeyi doğrudan hallederdi. Lafı ağzında gevelemez, yapmacık sözler etmezdi.”
Alınan dersin değerliliğiyle birlikte, nagual Julian’ın yöntemlerinin, bana göre hâlâ acayip ve aşırı olduğu konusunda direndim. Don Juan’a, nagual Julian’la ilgili duyduğum her şeyin beni son kerte sıktığını ve ona ilişkin çok olumsuz bir görüş edinmiş olduğumu itiraf ettim.
“Sanırım bugünlerde seni ırmağa atacağımdan ya da kadın elbiseleri giydireceğimden korkuyorsun,” dedi ve gülmeye başladı. “Bunun için nagual Julian’ı beğenmiyorsun.”
Haklı olduğunu kabul ettim, o da velinimetinin yöntemlerini taklit etmeye niyeti olmadığı konusunda bana güvence verdi, çünkü ona bir yarar sağlamamışlar. Dediğine göre onun kadar kararlı olabilmiş, ama bir o kadar işlevsel olamamış.
“O sıralarda,” diye devam etti don Juan, “onun sanatının değerini bilmiyordum, ve kesinlikle bana yaptıklarını beğenmiyordum, ama şimdi, ne zaman bu konuda düşünsem, beni sessiz bilginin konumuna getirişindeki o dolaysız yöntemi ve mükemmelliğinden onu fazlasıyla takdir ediyorum.”
Don Juan deneyiminin büyüklüğünden dolayı canavarımsı adamı tamamen unutmuş olduğunu söyledi. Neredeyse nagual Julian’ın evinin kapısına kadar kendisine eşlik edilmeden yürümüş, sonra düşüncesini değiştirip, avuntu aramaya nagual Elias’ın evine gitmiş. Nagual Elias da ona nagual Julian’ın eylemlerinin tutarlılığını açıklamış.
Nagual Elias, don Juan’ın hikayesini dinlediğinde heyecanını zar zor zapt edebiliyormuş. Ateşli bir ses tonuyla velinimetinin her zaman uygulamaların peşinde mükemmel bir iz sürücü olduğunu açıklamış. Onun sonsuz davası, pratik görüşler ve çözümler içinmiş. O gün ırmaktaki davranışı, iz sürmeye kusursuz bir örnekmiş. Herkesi kullanmış ve etkilemiş. Hatta ırmak bile onun denetimi altında gibiymiş.
Nagual Elias, don Juan’ın yaşamı için savaşıp, akıntı tarafından sürüklenirken, ırmağın, tini anlaması için kendisine yardım ettiğine değinmiş. Ve şükürler olsun bu anlayışa ki don Juan’ın doğrudan sessiz bilgiye girme fırsatı olmuş.
Don Juan toy bir delikanlı olduğundan nagual Elias’ın sözlerini tek bir kelime anlamadan dinlediğini, ve içten bir hayranlıkla nagual’ın yoğunluğundan etkilendiğini söyledi.
Nagual Elias don Juan’a ilkin, sözcüklerin tınısının ve anlamının iz sürücüler için son kerte önemli olduğunu açıklamış. Onlar için sözcükler kapalı olan herhangi bir şeyi açmak için kullanılan anahtarlarmış. Bu nedenle iz sürücüler amaçlarına ulaşmaya girişmeden önce onu söylemek zorundalarmış. Ama gerçek amaçlarını başlangıçta açığa vuramazlarmış, yani sözcükleri, öz anlamını gizlemek için dikkatlice dile getirmeleri gerekmiş.
Nagual Elias bu eylemi niyeti uyandırmak olarak adlandırmış. Don Juan’a, nagual Julian’ın tüm ev sakinlerinin önünde, bir darbede tinin ne olduğunu ve nasıl tanımlanacağını kesin bir şekilde belirterek niyeti uyandırmış olduğunu açıklamış. Bu tamamen saçma bir şeymiş, çünkü nagual Julian tinin tanımlanamayacağını biliyormuş. Onun gerçekte yapmaya çalıştığı, tabii ki don Juan’ı sessiz bilginin konumuna yerleştirmekmiş.
Gerçek amacını gizleyen sözleri söyledikten sonra nagual Julian toplayabileceği kadar çok insan toplamış, böylece onları farkında olan ve olmayan yardakçıları durumuna sokmuş. Hepsi de onun önceden tasarladığı amacının bilincindelermiş, ama hiçbiri gerçekte aklında ne olduğunu bilmiyormuş.
Nagual Elias’ın, don Juan’ın, mutlak asilik ve kayıtsızlığa olan o çekilmez tutumundan, açıklamalarıyla sarsılıp kurtulacağına olan inancı tamamıyla yanlıştı. Yine de nagual sabırlı bir şekilde, ırmağın akıntısında boğuşurken üçüncü noktaya ulaşmış olduğunu açıklamaya devam etmiş.
Yaşlı nagual sessiz bilginin konumuna üçüncü nokta denildiğini, kişinin oraya ulaşabilmesi için ikinci noktayı, merhametin olmadığı yeri geçmesi gerektiğini açıklamış.
Don Juan’ın toplanma noktasının onu iki bedenli kılacak kadar yeterli bir akışkanlık kazandığını söyledi, bu da aynı anda ya da değişmeli olarak hem mantığın yerinde hem de sesiz bilginin yerinde olmasına olanak sağlıyormuş.
Nagual don Juan’a başarısının olağanüstü olduğunu anlatmış. Hatta don Juan’ı çocukmuşçasına kucaklamış. Ve don Juan’ın nasıl, bir şey bilmemesine rağmen ya da belki bir şey bilmediği için—tüm enerjisini bir yerden diğerine aktarması hakkında konuşmadan duramıyormuş. Bu da nagual’a göre, don Juan’ın toplanma noktasının çok elverişli, doğal bir akışkanlığı olduğu anlamına geliyormuş.
Don Juan’a her insanın bu akışkanlık için bir depolanmış ve asla kullanmazmışız, yalnızca büyücülerin neden olduğu nadir durumlarda, kendisinin henüz deneyimlemiş olduğu gibi, ya da ölüm kalım meseleleri gibi dokunaklı doğal olaylarda kullanılırmış.
Don Juan, yaşlı nagual’ın sesinin tınısından büyülenmiş olarak dinlemiş onu. Dikkat ettiğinde söylediklerini anlayabiliyormuş, bu da nagual Julian’la yapmayı bir türlü beceremediği bir şeymiş.
Yaşlı nagual insanlığın bu ilk noktada, mantıkta yer aldığını, ama her insanın toplanma noktasının da doğrudan bu noktada yer almadığını açıklayarak konuşmasını sürdürdü. Tam olarak bu noktada bulunanlar insanlığın önderleriymiş. Bunlar, mantıklarının bir uygulaması olan dehalarıyla çoğunlukla bilinmeyen kişilermiş.
Nagual insanlığın bir başka zamanda, doğal olarak ilk nokta olan üçüncü noktada yer almış olduğunu söyledi. Fakat bundan sonra insanlık mantığın noktasına yönelmiş.

11

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Sessiz bilgi ilk nokta olduğunda yine aynı durum geçerli olmuş. Her insanın toplanma noktası doğrudan o konumda yer almıyormuş. Bu da, toplanma noktaları doğrudan mantığın ya da sessiz bilginin yerinde denk gelmiş olan insanların daima insanlığın gerçek önderleri olduğu anlamına geliyormuş. Yaşlı nagual’ın don Juan’a anlattığına göre, insanlığın geri kalanı yalnızca izleyiciymiş. Bu önderler günümüzde mantığın sevgilileriymişler. Geçmişte de sessiz bilginin. Onlar her iki konum kahramanlarına şiirler okuyup, onları öven insanlarmış.
Nagual, insanlığın tarihin büyük bir kısmını sessiz bilginin konumunda geçirdiğini ve ona büyük bir özlem duymasının nedeninin bu olduğunu belirtmiş.
Don Juan yaşlı nagual’a, nagual Julian’ın kendisine tam olarak ne yapmaya çalıştığını sormuş. Bu sorusu gerçekte olduğundan daha zekice ve mantıklı görünmüş. Nagual Elias, o sıralar don Juan’a tamamen anlaşılmaz gelen kavramlarla yanıtlamış bu soruyu. Nagual Julian’ın kendisine antrenörlük ettiğini, toplanma noktasını mantığın yerinden aldatarak uzaklaştırdığını, böylece tutkularıyla taşmış ve mantığın sıradan olaylarına hayran o saf izleyici güruhunun bir parçası olacağına, bir düşünür olabileceğini söylemiş. Nagual Julian aynı zamanda kendisine, bilinmeyenin o hastalıklı ve cahilâşıklarından biri olucağına, gerçek bir soyutluluk büyücüsü olmayı öğretiyormuş.
Nagual Elias, yalnızca mantıklılığa kusursuz bir örnek oluşturabilecek birinin aynı zamanda sessiz bilgiye kusursuz bir örnek oluşturabileceğini belirtmiş. Her iki konuma ulaşabilen birinin diğer konumu da açıkça görebileceğini söylemiş, bu da mantığın sınırının olduğunu bilmenin tek yoluymuş. Sessiz bilginin konumundan mantığın konumu açıkça görülebiliyormuş.
Yaşlı nagual don Juan’a, sessiz bilgiden mantığa uzanan tek yönlü köprüye ‘merak’ denildiğini anlatmış. Bu da sessiz bilgiye bağlı doğru insanların bildiklerinin kaynağına karşı duydukları merakmış. Diğer tek yönlü köprüyse mantıktan sessiz bilgiye uzanırmış ve ‘yalın anlayış’ olarak bilinirmiş. Bu da mantığın insanlarına, sonsuz adalar denizinde mantığın sadece tek bir ada olduğunu anlatan bir karşılıkmış.
Nagual, her iki tek-yönlü köprüyü de kullanabilen kişinin, her iki konumu da olası kılan, can alıcı bir kuvvet olan tinle dolaysız bağlantıya sahip bir büyücü olduğunu ekledi. O gün ırmakta nagual Julian’ın yaptığı her şeyin insanlara değil de tine, onu izleyen kuvvete bir gösteri olarak yapılmış olduğuna değindi. Hoplayıp zıplamış, oynayıp sıçramış ve herkesi özellikle kendisini gözetleyen kuvveti eğlendirmiş.
Don Juan, nagual Elias’ın kendisine tinin yalnızca konuşmacının edalarla konuştuğunda işittiğini söylediği. Ve edalarla konuşmak, el kol hareketleri yapmak anlamına gelmiyormuş; gerçek bir kendinden geçiş eylemi, genişlik, gerçek bir mizah anlayışı gerektiriyormuş. Tine yapılan bir edada, büyücüler kendilerine ait olanın en iyisini ortaya koyarlar, bunu sessizce soyuta sunarlarmış.

12

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

3 - Görünüşleri Niyet Etmek

Don Juan, ben eve dönmeden önce dağlarda bir gezi daha yapmak istiyordu, ama bunu yapamadık. Bunun yerine, onu kente götürmemi istedi. Orada bazı insanları görmesi gerekiyordu.
Yolda niyet dışında her konuya değindik. Bu, hoş bir gecikmeydi.
Öğleden sonra, işleriyle ilgilendikten sonra, alışveriş yerindeki beğendiği banka oturduk. Ortada kimseler yoktu. Çok yorgun ve uykuluydum. Ama birden, hiç ummadığım bir anda toparlandım. Usum olanca netliğine kavuştu.
Don Juan bendeki değişikliği hemen gördü ve şaşkın halime güldü. Zihnimdeki bir düşünceyi yakaladı; ya da belki ben onun zihnindeki bir düşünceyi yakaladım.
“Eğer yaşamı yıllar yerine saatler bağlamında düşünecek olursan, yaşamlarımız olabildiğine uzundur,” dedi. “Günler açısından düşündüğünde bile, yaşam hâlâ sonsuz görünür.”
Bu tam da benim düşündüğüm şeydi.
Büyücülerin yaşamı saatlerle ölçtüğünü, ve bir saatte yaşadıklarının normal bir yaşama denk yoğunlukta olduğunu anlattı. Bu yoğunluk toplanma noktasının hareketi açısından, iş bilgi biriktirmeye geldiğinde, bir üstünlük oluyormuş.
Bunu daha ayrıntılı olarak açıklamasını istedim. Uzun zaman önce konuşmalarda not tutmak elverişsiz olduğundan, bana büyücülerin dünyasıyla ilgili edinmiş olduğum katışıksız bilgileri, kâğıda ya da zihnime aktarmamamı, toplanma noktasının hareketine aktarmamı önermişti.
“En ufak değişimiyle toplanma noktası, tamamen yalıtılmış algı adacıkları oluşturur,” dedi don Juan. “Bilgi, bilinçliliğin karmaşıklığındaki deneyimler biçiminde, orada biriktirilebilir.”
“Ama bilgi, böylesine belirsiz bir şeyde nasıl biriktirilebilir?” diye sordum.
“Zihinde aynı oranda belirsizdir, ama sen onu iyi tanıdığın için hâlâ ona güveniyorsun,” diye yapıştırdı yanıtı. “Halen toplanma noktasının bu biçimdeki hareketine tanıdık değilsin, ama bu aşağı yukarı aynı şey.”
“Demek istediğim, bilgi nasıl biriktirilir?” diye direttim.
“Bilgi, deneyimin kendisinde biriktirilir,” diye açıkladı. “Daha sonra, büyücü toplanma noktasını deneyimin olduğu yere doğru hareket ettirdiğinde, deneyimin tamamını yeniden yaşar. Büyücülerin deneyimleri hatırlaması, toplanma noktasında biriktirilmiş bilgileri edinmesinin yoludur.
“Yoğunluk, toplanma noktasının hareketinin doğal bi sonucu,” diye devam etti. “Örneğin, sen şu anlarda normalde yaşayacağından daha yoğun yaşıyorsun, yani, diyeceğim o ki, yoğunluk biriktiriyorsun. Bi gün toplanma noktanı tam olarak şu anda olduğu yere döndürerek bu anları yeniden yaşayacaksın. Büyücüler işte bu yolla bilgi biriktirir.”
Don Juan’a, son birkaç günde deneyimlediğim yoğun hatıraların, bildiğim herhangi bir zihinsel işlem olmadan, başıma geldiğini anlattım.
“Biri istediğinde hatırlamayı nasıl başarabilir?” diye sordum.
“Niyetin bi yönü olan yoğunluk, doğal olarak büyücünün gözünün parıldamasına bağlıdır,” diye açıkladı. “Büyücüler o yalıtılmış algı adacıklarını çağrıştırmak için gözlerinin parıldamasıyla birlikte dönmek istedikleri alanı niyet ederler. Ama bunu zaten açıkladım.”
Zihnimin karıştığını belli ediyor olmalıydım. Don Juan beni ciddi bir ifadeyle karşıladı. Ona soru sormak için birkaç kez dudaklarımı araladım, ama düşüncelerimi toparlayamıyordum.
“Yoğunluk düzeyi normalden daha yüksek olduğu için,” dedi don Juan, “büyücü bi kaç saate denk normal bi yaşamı yaşayabilir. Toplanma noktasının bilmediği bi konuma gitmesiyle normalden daha fazla enerjiyi içine alır. Enerjinin fazlaca akışına yoğunluk denir.”
Söylediklerini olanca açıklığıyla anlıyordum, ve bu büyük etkinin darbesi karşısında mantığım afalladı.
Don Juan gözlerini bana dikti ve büyücülerin başına bela olan bir tepkiye— büyücülüğü inandırıcı, iyi düşünülmüş sözcüklerle, karşı konulmaz açıklama isteğine karşı uyardı.
“Büyücülerin deneyimleri öylesine acayip ki,” diye sürdürdü don Juan, “bunları bi zihinsel çalışma olarak alırlar ve kendi izlerini sürmek için kullanırlar. İz sürücüler olarak kozları, bizim algılayıcılar olduğumuzun, ve algının aklımızın alabileceğinden de fazla olasılıklara sahip olduğunun bilincinde olmalarıdır.”
Bu konudaki tek yorumum, insan bilinçliliğinin acayip ve tatsız olasılıklarından duyduğum endişemi dile getirmek oldu.
“Büyücüler, kendilerini bu engin olasılıklara karşı koruyabilmek için,” dedi don Juan, “kusursuz bi kararlılık, zekâ, sabır ve kibarlık örneği oluştururlar. Bu dört temel, ayrılmaz bi şekilde birbirlerine bağlıdır. Büyücüler bunları niyet ederek geliştirirler. Bu temeller, tabii ki, toplanma noktasının konumlarıdır.”
Bir büyücü tarafından gerçekleştirilen her eylemin bu dört ilkenin tanımlanmasıyla yönetildiğini söyleyerek devam etti. Böylece, tam olarak söylemek gerekirse, her büyücünün her eylemi, düşünce ve kavrama bakımından dikkatlice tasarlanmış ve iz sürmenin bu dört temelinin kendine özgü bir biçimine sahipmiş.
“Büyücüler, iz sürmenin bu dört temelini rehber gibi kullanırlar,” diye sürdürdü. “Bunlar zihnimizin dört ayrı boyutudur, büyücülerin toplanma noktalarını belirli konumlara getirmelerine neden olan dört ayrı yoğunluk türü.”
Aniden canı sıkılmış göründü. Ona, benim diretmemin buna sebep olup olmadığını sordum.
“Ussallığımızın bizi nasıl iki araya bi dereye sıkıştırdığını düşünüyordum,” dedi. “Uzun uzun düşünme, sorgulama, bi çözüm bulma eğilimindeyiz. Ama büyücülüğün düzeneğinde bunu yapmanın bi yolu yok. Büyücülük sessiz bilgiye ulaşma sanatıdır, ve sessiz bilgi düşünüp taşınarak çözülebilecek bi şey değil. Yalnızca deneyimlenebilecek bi şey.”
Gülümsedi, gözleri iki ışık noktacığı gibi parıldıyordu. Büyücülerin kendilerini sessiz bilginin ezici etkisinden koruyabilme çabasıyla iz sürme sanatını geliştirdiğini söyledi. İz sürme toplanma noktasını azar azar ama sağlam olarak hareket ettirir, büyücülere zaman ve böylece kendilerini destekleme olanağı sağlarmış.
“İz sürme sanatında,” diye sürdürdü don Juan, “büyücülerin çoğunlukla kullandığı bi yöntem vardır: denetlenen delilik. Büyücüler denetlenen deliliğin—fazlalaşmış bilinç ve algı durumunda—kendi kendileriyle ve günlük sorunların dünyasındaki herkes ve her şeyle başa çıkmanın tek yolu olduğunu savunurlar.”
Don Juan denetlenen deliliği denetlenen aldanma sanatı ya da eyleme tamamen kendini veriyormuş gibi görünme sanatı olarak açıklamıştı—öyle iyi yapılacakmış ki kimse ayırdına varamazmış. Denetlenen delilik tamamen kendini aldatma değilmiş demişti , her şeyin ayrılmaz bir parçası olarak kalırken, her şeyden ayrı olmanın inceden inceye düşünülmüş, sanatsal bir yöntemiymiş.
“Denetlenen delilik, bi sanattır,” diye sürdürdü don Juan. “Çok can sıkıcı ve öğrenilmesi güç olan bi sanattır. Çoğu büyücünün midesi kaldırmaz bunu, sanatın kendisinde yanlış bi şeylerden değil, uygulamasının çok fazla enerji gerektirdiğinden.”

13

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Don Juan kendisinin de, böyle yapmaktan pek hoşnut olmamasına rağmen, belki de velinimeti bu konuda çok usta olduğundan, bunu titizlikle uyguladığını belirtti. Ya da belki kişiliğinin— riyakâr ve dar kafalı olan— denetlenen deliliği uygulamaya yetecek çevikliği yokmuş.
Ona şaşkınlıkla baktım. Konuşmayı kesti ve yaramaz gözlerini bana dikti.
“Büyücülüğe gelene kadar kişiliğimiz zaten oluşmuş olur,” dedi, ve omuzlarını aldırmazlığını göstermek için kaldırdı, “tüm yapabileceğimiz denetlenen deliliği uygulamak ve kendimize gülmektir.”
Bir gönüldeşlik dalgası içimi sardı ve bana kalırsa hiç de riyakâr ve darkafalı olmadığını söyledim ona.
“Ama bu benim kişiliğimin temeli,” diye diretti.
Ben de öyle olmadığı konusunda direttim.
“Denetlenen deliliği uygulayan iz sürücüler, tüm insanlığın kişilik bağlamında üçe ayrıldığına inanırlar,” dedi, ve benimle eğlenirken güldüğü gibi güldü.
“Bu çok saçma,” diye karşı çıktım. “İnsan davranışı bu basitlikte sınıflandırılamayacak kadar karmaşıktır.”
“İz sürücüler sandığımız kadar karmaşık olmadığımızı söylerler,” dedi, “ve hepimiz bu üç sınıflandırmadan birine aitmişiz.”
Sinirden güldüm. Aslında böyle bir açıklamayı şaka olarak alırdım ama zihnimin son kerte açıklığından ve düşüncelerimin keskinliğinden ciddi olduğuna inandım.
“Ciddi misin?” diye sordum, olanca kibarlığımla.
“Hem de nasıl ciddiyim,” dedi ve gülmeye başladı. Gülüşü beni biraz gevşetti. O da iz sürücülerin sınıflandırma yöntemlerini açıklamayı sürdürdü. İlk sınıflandırmada olan insanların kusursuz birer yazman, yardımcı ve arkadaş olduklarını söyledi. Çok akışkan bir kişilikleri varmış, ama akışkanlıkları besleyici değilmiş. Yine de dayanıklı, ilgili ve tamamen evcimenlermiş, bazı kalıplar içerisinde beceriklilermiş, neşeli, iyi huylu, kibar ve duyarlılarmış. Bir başka deyişle insanın tanışabileceği en tatlı kişilermiş, ama büyük bir kusurları varmış: kendi başlarına hareket edemezlermiş. Her zaman kendilerini yönlendirecek birini gereksinirlermiş. Bu yönlendirmenin ne denli düşmanca ya da yapmacık olması önemsizmiş, hayret edilecek ölçüde iyi olurlarmış. Ama kendi başlarına kaldıklarında yok olurlarmış.
İkinci sınıflandırmadaki insanlar hiç de kibar olmazlarmış. Darkafalı, kinci, imrenen, kıskanç ve bencil olurlarmış. Çoğunluk kendilerinden konuşur, insanların kendi ölçütlerine uymasını isterlermiş. Bu durumdan memnun olmamalarına rağmen her zaman her şeye önayak olurlarmış. Her durumda tamamen gergin olurlarmış ve asla rahatlayamazlarmış. Özgüvenleri yokmuş ve asla memnun olmazlarmış; özgüvenleri yittikçe daha da kötü olurlarmış. Ölümcül kusurlarıyla lider olmak için birilerini öldürebilmeleriymiş.
Üçüncü sınıflandırmadaki insanlar ne iyi ne de kötü olanlarmış. Kimseye hizmet etmez, kimseye kendilerini kabul ettirmeye çalışmazlarmış. Dahası kayıtsızlarmış. Kendileriyle ilgili, sadece tatlı hayallerinden ve dileklerle dolu düşüncelerinden oluşturdukları coşkulu bir tanımlamaları varmış. Eğer üstün oldukları bir yetenekleri varsa bu da birşeylerin olmasını beklemekmiş. Keşfedilip övgü kazanmayı beklerlermiş ve o an ortada olmayan, hep gerçekleştireceklerini söyleyip aslında böyle yetilere sahip olmadıklarından gerçekleştiremedikleri, büyük amaçlara sahip olduklarının hayalini yaratmada olağanüstü yeteneklilermiş.
Don Juan kendisinin kesinlikle ikinci sınıflandırmaya ait olduğunu söyledi. Sonra benim de kendimi sınıflandırmamı istedi, ama ben öfkelendim. Don Juan gülmekten iki büklüm, neredeyse yere düşecekti.
Kendimi sınıflandırmamı istedi yeniden, istemeye istemeye üçüncü sınıflandırmanın bir bileşimi olabileceğimi söyledim.
“Bırak bu bileşim saçmalıklarını,” dedi, gülmeyi sürdürerek. “Bizler basit varlıklarız, her birimiz bu üç türden biri. Ve benim bildiğim kadarıyla sen ikinci sınıflandırmaya aitsin. İz sürücüler onlara osuruktan adamlar der.”
Sınıflandırma dizgesinin alçaltıcı olduğu söyleyerek karşı çıkmaya başladım. Ama tam uzun bir söyleme girişmek üzereyken durdum. Onun yerine üç tür kişilik varsa, hepimizin değişme ya da kurtulma umudu olmadan bu üç sınıflamadan birine takılı kaldığımızı belirttim.
Durumun tam olarak böyle olduğunu söyledi. Kurtuluş için bir yolun dışında. Büyücüler uzun bir süre önce yalnızca kişisel yansımamızın bu sınıflandırmalardan birine girdiğini öğrenmişler.
“Bizim sorunumuz kendimizi ciddiye almamızda,” dedi. “Kişisel görünümümüzün hangi sınıflandırmaya girdiği sadece kişisel önemimiz açısından fark eder. Eğer kişisel önemimiz olmasaydı hangi sınıflandırmada olduğumuzun bi önemi olmazdı.
“Ben her zaman bi osuruk olarak kalacağım,” diye sürdürdü bedeni kahkahayla sarsılırken. “Sen de öyle kalacaksın. Ama şimdi, sen kendini ciddiye almaktayken, ben kendisini ciddiye almayan bi osuruğum.”
Öfkelenmiştim. Onunla tartışmak istedim, ama bunun için enerjiyi toparlayamadım.
O boş pazar yerinde kahkahasının yansıması ürkütücüydü.
Konuyu değiştirip, benimle tartışmış olduğu temel tözleri toparladı: tinin belirmesi, tinin vuruşu, tinin hilesi, tinin inişi, niyetin gereksindirdikleri ve niyeti kullanmak. Bu tözleri, belleğime, onları alıkoymam için bir fırsat veriyormuşçasına tekrarladı. Sonra onlara degin bana anlatmış olduğu her şeyi bir kaç sözcükle vurguladı. Sanki kasıtlı olarak bütün o bilgiyi, o anın yoğunluğuna biriktirmemi sağlamaya çalışıyordu.
Temel tözlerin benim için hala giz taşıdıklarını belirttim. Onları anlayabilme konusunda kaygılanıyordum. Sanki konu başlıklarının önemini ortadan kaldırıyormuş izlenimi yaratıyordu ve ben henüz anlamlarını hiç yakalayamamıştım.

14

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Soyut tözler hakkında daha fazla soru sormam gerektiği konusunda direttim.
Söylediklerimi saptamaya çalışır görünüyordu, sonra sessizce başıyla onayladı.
“Bu konu da benim için çok zordu,” dedi. “Ve ben de bi sürü soru sormuştum. Ben belki de senden biraz daha bencildim. Ve çok kötüydüm. Dırdırlanmak soru sormanın bildiğim tek yöntemiydi. Sen de oldukça saldırgan bi sorgucusun. Tabii sonuç olarak ikimiz de aynı ölçüde sıkıcıyız, ama ayrı nedenlerden dolayı.”
Don Juan’ın konuyu değiştirmeden önce temel tözlerle ilgili tartışmamıza eklediği son bir şey vardı; o da kendilerini son kerte yavaş olarak belli ettikleriydi, düzensiz olarak geliştiği ve geri çekildiğiydi.
“Toplanma noktasını hareket ettirebilen birinin, bunu daha fazla hareket ettirebileceğini yeterince tekrarlayamadım herhalde,” diye başladı. “Ve bi öğretmeni gereksinmemizin tek nedeni, bizi acımasızca mahmuzlayacak olmasındandır. Yoksa doğal tepkimiz, durup ne çok yol katettik diye kendimizi kutlamaya yönelir.”
İkimizin de, kendimize daha yumuşak davranmak konusuna, o nahoş eğilimlerimizle iyi birer örnek oluşturduğumuzu söyledi. Çok şükür, velinimeti, o olağanüstü iz sürücü, kendisini hiçbir şeyden esirgememiş.
Don Juan geceleri doğada gezinme alıştırmaları sırasında, nagual Julian’ın kendisine kişisel önemin doğası ve toplanma noktasının hareketi konusunda geniş ölçüde demeçler verdiğini söyledi. Nagual Julian için kişisel önem üç bin kafalı bir canavarmış. İnsan onunla yüz yüze gelip üç yöntemle onu yok edebilirmiş. İlk yol her kafayı tek tek, aynı anda kesip koparmakmış; İkincisi, kişisel önemi aç bırakarak yavaş yavaş yok eden, merhametin olmadığı yer denilen var olmanın o gizemli yerine ulaşmakmış; ve üçüncüsü de birinin simgesel ölümüyle oluşabilen ani bir yok etmeymiş.
Nagual Julian üçüncü seçeneği önermiş. Ama seçebilme fırsatı olursa kendisini şanslı sayması gerektiğini anlatmış don Juan’a. Çünkü genellikle tin büyücünün hangi yoldan gitmesi gerektiğine karar verirmiş, büyücünün de görevi bunu izlemekmiş.
Don Juan, beni yönlendirdiği gibi, velinimetinin de kendisini üç bin kafalı canavarı, kişisel önemin o kafalarını tek tek kesip koparmaya yönlendirmiş olduğunu, ama sonuçlarının epey farklı çıktığını söyledi. Ben bu alıştırmaya oldukça iyi karşılık verebiliyorken, o bir karşılık bile vermemiş. “Benimkisi kendine özgü bi durumdu,” diye sürdürdü. “Göğüsümde bi kurşun deliğiyle yolda yatarken beni gördüğünden beri, velinimetim, benim yeni nagual olacağımı bilmekteydi. Buna göre davranıp, sağlığım el verir vermez toplanma noktamı hareket ettirdi. Ve büyük bi kolaylıkla o canavarımsı adam biçimindeki enerji alanını gördüm. Ama bu gelişme bana beklendiği gibi bi yardım sağlayacağına, toplanma noktamın yeni hareketler etmesini engelledi. Diğer çömezlerin toplanma noktaları sağlam bi şekilde hareket ederken, benimkisi canavarı görme düzeyinde takıldı kaldı.”
“Peki velinimetin sana neler olup bittiğini anlatmadı
mı?” diye sordum, bu gereksiz sorun karşısında epey şaşırmış olarak.
“Velinimetim bilgileri aktarmaya inanmazdı,” dedi don Juan. “Bu şekilde aktarılan bilgilerin etkiden yoksun olacağını sanırdı. Asla ulaşılamazdı bilgiye gereksinildiğinde. Öte yandan, bilgi yalnızca sezdirildiğinde onunla ilgilenen kişi bu bilgiyi edinmek için çeşitli yollar tasarlayabilirdi.”
Don Juan, velinimetiyle kendisinin öğretme yöntemleri arasındaki ayrımın, insanın seçme özgürlüğü olması gerektiğine inanmasından kaynaklandığını söyledi. Velinimetiyse buna inanmıyormuş.
“Velinimetinin öğretmeni, nagual Elias sana neler olup bittiğini anlatmadı mı?” diye direttim.
“Denedi,” dedi don Juan ve iç çekti. “Ama ben gerçekten dayanılmazdım. Her şeyi biliyordum. O iki adam kulağımın dibinde konuşuyorlardı, ama asla söylediklerini dinlemiyordum.”
Bu çıkmazla baş edebilmek için nagual Julian, don Juan’ı bir kez daha, ama bu sefer bir başka biçimde toplanma noktasının özgür hareketi yapmasına karar vermiş.
Sözünü, bunun ırmaktaki deneyiminden önce mi, sonra mı olduğunu öğrenebilmek için kestim. Don Juan’ın öyküleri benim beğenebileceğim bir kronolojik sıraya sahip değillerdi.
“Bu bi kaç ay sonra olmuştu,” diye yanıtladı. “Ve sakın, ayrılmış algıyı yaşamış olduğumdan bi parça bile değiştiğimi sanma, ne daha bilgili, ne de daha aklı başında biri olmuştum. Böyle şeyler hiç olmadı.
“Senin başına gelenleri bi düşün,” diye devam etti.
“Senin devamlılığını defalarca kırmakla kalmayıp, onu parçalara ayırdım, bi bak kendine, hâlâ dokunulmamışsın gibi davranıyorsun. Bu sihrin, niyetin bi başarısı.
“Ben de böyleydim. Bi süre için deneyimlemekte olduğum şeyin baskısı altında ezilip büzülüyordum, ve sonra hepsini unutup, o kaba halime dönüyordum, sanki hiç bi şey olmamış gibi. Bu nedenle velinimetim gerçekten değişebilmemiz için ölmemiz gerektiğine inanıyordu.”
Don Juan kendisiyle birlikte bütün çömezlerin, Tulio’nun alçak ve kendini beğenmiş önemsiz biri olması dışında, herhangi bir konuda asla tam olarak anlaşamadıklarını söyledi. Kendilerine uzak durduğu ve hor davrandığı için Tulio’dan tiksinirlermiş. Onlara öylesine bir aşağılamayla davranırmış ki, kendilerini pislik gibi hissederlermiş. Hepsi de Tulio’nun kendileriyle konuşmamasının nedeninin söyleyecek bir şeyi olmaması olduğuna inanmışlardı; ve en dikkat çeken halinin, o kendini beğenmiş her şeyden uzak duruşunun çekingenliğine bir maske oluşturmak için olduğunu sanmışlardı.
Yine de soğuk kişiliğine ve tüm çömezlerin kızgınlığına rağmen, Tulio’nun ev sakinleri üzerinde aşırı bir etkisi varmış—özellikle üzerine titriyormuş gibi görünen nagual Julian’ın.
Bir gün nagual Julian tüm çömezleri bütün gün sürecek bir iş için kente göndermiş. Evin diğer yaşlı sakinleri yanı sıra evde kalan tek kişi don Juan’mış.
Günün ortasına doğru nagual Julian, çalışma odasında, her zamanki saymanlık işleriyle ilgilenmeye koyulmuş. İçeri girerken don Juan’dan kendisine hesaplarda yardım etmesini istemiş.
Don Juan makbuzlara baktıkça, işe devam edebilmesi için, ırgat başı Tulio’nun elinde bulunan ve onun not etmemiş olduğu bazı bilgilere gereksinimi olduğunu anlamış.
Nagual Julian, don Juan’ı sevindiren Tulio’nun bu dikkatsizliğine çok kızmış. Nagual sabırsızca don Juan’a tarlada işçilerin başında bekleyen Tulio’yu bulmasını ve çalışma odasına getirmesini buyurmuş.
Don Juan Tulio’yu üzeceği düşüncesine haince sevinerek, tarlaya olan beş yüz metrelik yolu, tabii ki kendisini canavarımsı adamdan koruyacak bir çiftlik işçisiyle koşmuş. Her zamanki gibi işçileri uzaktan gözetleyen Tulio’yu bulmuş. Don Juan Tulio’nun insanlarla doğrudan ilişkiye girmekten nefret ettiğinin, onları hep uzaktan izlediğinin farkındaymış.
Don Juan sert bir ses tınısı ve abartılmış buyurgan tavırlarla Tulio’ya nagual’ın onun hizmetine gerek duyduğundan onunla eve gelmesini istemiş. Sesi zar zor duyulan Tulio, o anda çok işi olduğu, ama bir saate kadar serbest kalacağını ve gelebileceğini söylemiş.
Don Juan, Tulio’nun kendisiyle tartışmaya giremeyeceğini, başının bir hareketiyle konuyu kapatacağını bildiği halde, diretmiş. Tulio ağzına alınmayacak sövgüler yağdırarak kendisine bağırmaya başladığında dehşete kapılmış. Bu manzara öylesine Tulio’nun yapısına ters düşüyormuş ki işçiler bile işlerini bırakıp soru soran bakışlarla birbirlerine bakmaya başlamış lar. Don Juan Tulio’yu son kerte öfkelendirmiş. Hatta kaçıp giden, ürkmüş don Juan’a bir taş savurmuş.

15

Cvp: 6 - Niyeti Kullanmak

Don Juan’la koruyucusu derhal kaçıp eve geri dönmüşler. Ön kapıda Tulio’yla karşılaşmışlar. Bazı kadınlarla sakin sakin konuşup gülüşüyormuş. Alışkanlığı olduğu üzere, don Juan’ı görmemezlikten gelmek için başını öte yana çevirmiş. Nagual onu çalışma odasına isterken orada laflamasından dolayı, don Juan onu sinirli sinirli ve ağır bir şekilde suçlamaya başlamış. Tulio ve kadınlar don Juan’a sanki delirmiş gibi bakmışlar.
Ama o gün Tulio hiç kendi doğal halinde değilmiş. Anında don Juan’a o lanet ağızını kapayıp kendi lanet işleriyle ilgilenmesini haykırmış. Utanmadan don Juan’ı nagual Julian’la aralarını bozmaya çalışmakla suçlamış.
Kadınlar kaygılarını ahlayıp vahlayarak, don Juan’a beğenmeyen bakışlarla bakarak göstermişler. Tulio’yu sakinleştirmeye çalışmışlar. Don Juan Tulio’ya nagual’ın odasına gitmesini ve hesapları açıklamasını emretmiş. Tulio ona cehenneme gitmesini söylemiş.
Don Juan öfkeden sarsılmaktaymış. Basit bir hesapları sorma görevi kâbusa dönüşmüş. Öfkesini denetlemiş. Kadınlar onu dikkatle izliyorlarmış ve bu onu yeniden öfkelendirmiş. Sessiz bir öfkeyle nagual’ın odasına koşmuş. Tulio ve kadınlar konuşmalarına geri dönüp, özel bir şakayı kutluyormuşçasına gülmeye başlamışlar.
Don Juan’ın şaşkınlığı çalışma odasına girip Tulio’yu nagual’ın masası başında hesaplarına dalmış olarak gördüğünde son noktasına varmış. Don Juan inanılmaz bir çaba harcayıp öfkesini denetlemiş. Tulio’ya gülümsemiş. Artık ona göğüs germesi gerekmiyormuş. Aniden nagual’ın Tulio’yu, kendisini denemek, öfkelenip öfkelenmeyeceğini görmek için kullanmakta olduğunu anlamış. Ona bu zevki vermeyecekmiş.
Tulio başını hesaplarından kaldırmadan, eğer nagual’ı arıyorsa onu evin diğer tarafında bulunabileceğini söylemiş don Juan’a.
Don Juan evin diğer tarafına koşturup, nagual Julian’ı yanında Tulio’yla ağır ağır iç avluda dolaşırken bulmuş. Nagual bütün dikkatini Tulio’yla yaptığı konuşmaya vermiş görünüyordu. Tulio, nazikçe nagual’ın giysisinin kolunu çekiştirip, alçak bir sesle yardımcısının orada olduğunu söylemiş.
Nagual ciddi bir şekilde üzerinde çalıştıkları hesaplarla ilgili her şeyi don Juana açıklamış. Uzun, ayrıntılı ve kapsamlı bir açıklamaymış. Daha sonra don Juan’a tüm yapması gerekenin çalışma odasından hesap defterini getirmesi, böylece girdileri yapıp Tulio’ya imzalatmaları olduğunu söylemiş.
Don Juan ne olup bittiğini anlayamıyormuş. Ayrıntılı açıklamalar ve nagual’ın ciddi ses tonu, her şeyi olağan sorunlar biçimine dönüştürmüş. Tulio işi olduğundan, sabırsızca don Juan’a acele edip defteri getirmesini söylemiş. Bir başka yerde de ona gereksinimi olanlar varmış.
Ondan sonra don Juan kendisini bir soytarı olarak görmeye başlamış. Nagual’ın bir şeylerin peşinde olduğunu biliyormuş; gözlerinde, don Juan’a, her zaman o kötü şakalarının birlikteliğini anlatan tuhaf bir bakış varmış. Bunun yanısıra, Tulio o gün, don Juan’ın o evde olduğu tüm iki sene boyunca konuştuğundan daha çok konuşmuş.
Don Juan tek bir söz etmeden çalışma odasına geri dönmüş. Ve beklediği gibi Tulio kendisinden önce oraya varmış. Don Juan’ı bekleyerek masanın köşesinde oturmakta, sabırsızca ayağının topuklarıyla yere vurmaktaymış. Don Juan’ın aradığı defteri ona uzatmış ve yola koyulmasını söylemiş.
Buna karşı kendisini hazırlamış olmasına rağmen don Juan afallamış. Öfkelenip kabalaşan adama gözlerini dikmiş. Don Juan patlamamak için kendini zor tutmuş. Bütün bunların yalnızca davranışlarını denemek için olduğunu söyleyip durmuş kendisine. Denemeden başarıyla geçemezse evden atılacağını sanmaktaymış.
Bu hengâmenin ortasında, yine de Tulio’nun kendisinden nasıl her zaman bir adım önde olabildiğini merak ediyormuş.
Tulio’nun kesinlikle nagual ile beklemekte olacağını kestirmekteymiş. Yine de onu orada gördüğünde şaşırmamasına rağmen, inanamamış. En kısa yolu izleyerekten evin içinde koşmuş. Tulio’nun kendisinden daha hızlı koşabilmesi olası değilmiş. Dahası eğer Tulio koştuysa, onun yanında koşmuş olmalıymış.
Nagual Julian kayıtsız bir tavırla hesap defterini don Juan’dan almış. Girdileri yapmış, Tulio da imzalamış. Sonra yeniden, gözlerini Tulio’ya dikmiş olan don Juan’a aldırmaksızın hesaplarla ilgili konuşmaya başlamışlar. Don Juan kendisine ne tür bir deneme uyguladıklarını anlamaya çalışıyormuş. Davranışlarıyla ilgili bir deneme olduğunu sanmış. Ne de olsa o evdeki davranışları her zaman gündemdeymiş.
Nagual Tulio’yla yalnız kalıp iş konuşmak istediğini söyleyerek don Juan’ı yollamış. Don Juan derhal kadınları bulup, onların bu tuhaf durum hakkında söyleyeceklerini dinlemek istemiş. On adım kadar ilerlemiş ki, kadınlardan ikisi ve Tulio’yla karşılaşmış. Üçü de epey coşkulu bir konuşmayı sürdürüyorlarmış. Kendisini görmeden onları gördüğünden nagual’a geri koşmuş. Tulio orada, nagual ile konuşmaktaymış.
İnanılmaz bir kuşku don Juan’ın zihninde belirivermiş. Çalışma odasına koşmuş; Tulio saymanlık işine gömülmüşmüş, onu fark etmemiş bile. Don Juan ona neler olup bittiğini sormuş. Bu kez Tulio gerçek kendine benziyormuş, yanıtlamamış onu, ona bakmamış da.
Don Juan o anda bir başka akıl almaz düşünceye kapılmış.
Ahıra koşmuş, iki atı eyerlemiş ve sabahki koruyucusundan yeniden kendisine eşlik etmesini istemiş. Daha önce Tulio’yu gördükleri yere dörtnala gitmişler. Tam olarak onu bıraktıkları yerde duruyormuş. Don Juan’la konuşmamış. Don Juan ona sorular sorduğunda omuzlarını kaldırıp başını öte yana çevirmiş.
Don Juan ve koruyucusu dörtnala eve dönmüşler. Adamı atlarla ilgilensin diye bırakıp eve koşturmuş. Tulio kadınlarla birlikte öğle yemeği yemekteymiş. Ayrıca Tulio nagual ile konuşmaktaymış. Ve ayrıca Tulio defterler üzerinde çalışmaktaymış.
Don Juan oturup korkudan soğuk soğuk terlediğini duymuş. Nagual Julian’ın kendisini o berbat şakalarından biriyle denemekte olduğunu biliyormuş. Üç tür eylemde bulunabileceğine karar vermiş. Sanki olağandışı hiçbir şey olmamış gibi davranabilirmiş; deneyi kendi başına anlamaya çalışabilirmiş ya da nagual don Juan’ın her istediği açıklayacağını söyleyip, bunu kafaya takmış olduğu için nagual ile yüzleşip ondan açıklama isteyebilirmiş.
Sormaya karar vermiş. Nagual’a gidip kendisine ne yapılmakta olduğunu açıklamasını istemiş. Nagual halen hesaplarla uğraşmaktaymış ve yalnızmış. Defteri bir kenara koyup don Juan’a gülümsemiş. Don Juan’a kendisine öğretmiş olduğu yirmi bir yapmama eyleminin kişisel öğrenimin üç bin kafasını kesip koparabilecek gereçler olduğunu, ama bu gereçlerin don Juan’a hiçbir etkide bulunamadıklarını söylemiş. Böylece don Juan’ı merhametin olmadığı yer denilen konuma sokmaya çalışarak kişisel önemi yok etmenin ikinci yöntemini denemekteymiş.
İşte o zaman don Juan, nagual Julian’ın düpedüz deli olduğuna inanmış. Onun yapmamalardan ya da üç bin kafalı canavarlardan ya da merhametin olmadığı yerlerden konuştuğunu duymak neredeyse don Juan’ı ona acımaya itmiş. Nagual Julian çok sakin bir şekilde don Juan’dan evin arkasındaki ambarlık kulübeye gidip Tulio’yu çağırmasını istemiş.
Don Juan iç geçirip, gülmemek için kendini zor tutmuş. Nagual’ın yöntemleri açıkça ortadaymış. Don Juan nagual’ın Tulio’yu kullanarak denemesine devam etmek istediğini biliyormuş.
Don Juan anlatımını kesip, Tulio’ya değin ne düşündüğümü sordu. Büyücülerin dünyasıyla ilgili bildiklerime dayanarak, Tulio’nun bir büyücü olduğunu ve bir biçimde kendi toplanma noktasını iyi tasarlanmış olarak hareket ettirdiğini ve don Juan’a dört yerde aynı zamanda bulunabildiği izlenimini verdiğini söylerdim dedim.
“Peki kulübede ne buldum dersin?” diye sordu don Juan, koca bir sırıtmayla.
“Ya Tulio’yu bulmuşsundur ya da hiç kimseyi,” diye yanıtladım.
“Ama bu ikisinden biri olmuş olsaydı, benim devamlılığıma bi darbe inmiş olmayacaktı,” dedi don Juan.
Acayip şeyler düşünmeye çalıştım ve belki de Tulio’nun rüya gören bedenini bulmuş olabileceğini ileri sürdüm. Don Juan kendisinin de buna benzer bir şeyi büyücüler gurubundaki üyelerden biriyle yapmış olduğunu anımsattım.
“Hayır,” diye don Juan anında yanıtladı. “Bulduğum şey gerçeklikte bi eşi olmayan bi şakaydı. Yine de acayip değildi, bu dünyanın dışından bi şey hiç değildi. Ne olduğunu düşünüyorsun?”
Don Juan’a bulmacalardan nefret ettiğimi anlattım. Tüm o yaşamama neden olduğu acayip şeylerden sonra, bekleyebileceğim şeylerin daha fazla acayiplikler olacağını, bu da artık söz konusu olmadığına göre, tahmin etmeyi bırakacağımı söyledim.
“Kulübeye girdiğimde Tulio’yu saklanırken bulacağıma hazırlamıştım kendimi,” dedi don Juan. “Denemenin bi sonraki bölümünde çileden çıkartıcı bi saklan da arayayım oyunu oynayacağımızdan emindim. Tulio kulübenin içerisinde saklanarak beni deli edecekti.
“Ama beklediğim şeylerden hiçbiri olmadı. Kulübeye girdim ve dört Tulio buldum.”
“Dört Tulio’yla ne demek istiyorsun?” diye sordum.
“O kulübede dört adam vardı,” diye yanıtladı don Juan. “Ve hepsi de Tulio’ydu. Benim şaşkınlığımı tahmin edebiliyor musun? Hepsi de aynı biçimde oturuyorlardı, bacak bacak, üzerine atmışlar ve beni bekliyorlardı. Onlara baktım ve çığlıklar atarak kaçtım.
“Velinimetim beni kapının dışında tuttu. Sonra gerçekten dehşete düşmüş olarak, dört Tulio’nun kulübeden çıkıp bana doğru geldiklerini gördüm. Tulio’lar saldıran kova kuşlar gibi beni parmaklarıyla gagalarken avazım çıktığı kadar bağırdım. İçimde bi şeyler pes edene kadar bağrındım ve inanılmaz bi kayıtsızlık durumuna geçtim. Yaşamımda asla böylesine olağanüstü bi şey duymamıştım. Tulio’ları silkeleyip attım ve ayağa kalktım. Beni sadece gıdıklıyorlarmış. Doğruca nagual’a gidip bana o dört adamı açıklamasını istedim.”
Nagual Julian’ın don Juan’a açıkladığı, o dört adamın iz sürmenin kusursuz örnekleri olduğuymuş. Adları öğretmenleri nagual Elias tarafından bulunmuş. Nagual Elias, denetlenen deliliğe bi alıştırma olsun diye İspanyolcadan aldığı sayma sayılarına— uno, dos, tres, cuatro— Tulio adını ekleyerek elde ettiği Tuliuno, Tuliodo, Tulitre ve Tulicuatro adlarını koymuş bunlara.
Nagual Julian her birini sırayla don Juan’la tanıştırmış. Dört adam tek sıra durmaktalarmış. Don Juan her birisinin yüzüne bakıp başıyla selam vermiş, onlar da ona bakıp selam vermişler. Nagual o dört adamın, don Juan’ın da doğruladığı gibi, olağanüstü bir yeteneğin iz sürücüleri olduğunu ve bunun karşısında övgünün bile yersiz kalacağını söyledi. Tulio’lar nagual Elias’ın zaferleriymiş; onlar ayırdedilemezliğin özüymüşler. Onlar öylesine harikulade iz sürücülermişler ki, tüm işlevsel amaçlar için sadece biri var oluyormuş. İnsanlar her gün onları görüp konuşmalarına rağmen, ev sakinlerinin dışında hiç kimse dört Tulio olduğunun farkında değilmiş.
Don Juan kusursuz bir açıklıkla nagual Julian'ın adamlara değin söylediklerini anlamaktaymış. Bu olağanüstü açıklıktan dolayı merhametin olmadığı yere ulaşmış olduğunu biliyormuş. Ve tamamen kendi kendine, merhametin olmadığı yerin kişisel acımayı kullanım dışı bırakan toplanma noktasının bir konumu olduğunu anlamış. Ama don Juan ayrıca bu sezinleme gücünün ve bilgeliğinin geçici olduğunu da biliyormuş. Toplanma noktası önlenemez bir şekilde ayrıldığı noktaya dönecekmiş.
Nagual don Juan’a herhangi bir sorusu var mı diye sorduğunda, kendi öngörüleriyle ilgili tahminler yürüteceğine, tüm dikkatini nagual’ın açıklamalarına verirse daha iyi olacağını anlamış.
Don Juan Tulio’ların nasıl tek kişiylermiş izlenimi yarattıklarını bilmek istemiş. Son kerte meraklanmış, çünkü onları yakından inceledikçe tıpatıp aynı olmadıklarını anlamış. Aynı giysileri giymektelermiş. Aynı boy, yaş ve yapılardalarmış. Ama bu onların benzerliklerinin uzanımıymış. Yine de onlara baktıkça bile tek bir Tulio olduğuna yemin edebilirmiş.
Nagual Julian insan gözünün herhangi bir şeyin en belirgin niteliğine odaklanacak şekilde eğitilmiş olduğunu ve bu belirgin niteliklerin önceden bilindiğini açıkladı. Böylece iz sürücülerin sanatı seçtikleri nitelikler ki bakanın göz önünden kaçması olanaksızmış. Belli izlenimleri özenle güçlendirerek, iz sürücüler bakan açısından gözleriyle algılamış oldukları şey hakkında alt edilemeyecek bir kanı yaratabilirlermiş.
Nagual Julian, don Juan’ın kadın elbiseleriyle ilk geldiği günde, grubundaki kadınların hoşnut olduğunu ve açıklıkla güldüklerini söyledi. Ama onlarla olan adam yani Tulitre, hemen don Juan’a Tulio’nun izlenimi sağlamış. Yüzünü saklamak için başını çevirmiş, omuzlarını umursamazlıkla sarsmış, sanki tüm olanlar canını sıkıyormuş gibi, sonra çıkıp gitmiş— saklandığı yerde rahat rahat gülebilmek için—kadınlar da bu ilk etkiyi pekiştirmek için, adamın yabaniliğine sıkılmış görünmüşler.
O andan itibaren don Juan’ın yakınında bulunan Tulio’lardan herhangi biri bu izlenimi güçlendirip daha da ileri götürmüş, ta ki don Juan’ın gözü kendisine verilenden başka bir şeyi göremeyene dek.
Bundan sonra Tuliuno konuşup, don Juan’ı yönlendirildiğinin dışında her şeye karşı kör bir hale getirmelerinin üç aylık dikkatli ve sürekli eylemlerle olanaklı olduğunu söylemiş. Üç aydan sonra görmezliği öylesine belirginleşmiş ki Tulio’ların artık dikkat etmeleri gerekiyormuş. Evde doğal olarak davranmaya başlamışlar. Hatta kimliklerini aynı tutan giysiler giymeyi bile bırakmışlar, ve don Juan ayrımı ayırt edememiş.
Yeni çömezler geldiğinde, Tulio’lar tekrar yeniden başlamak zorunda kalmışlar. Bu kez durum daha da zormuş, çünkü pek çok çömez varmış ve akıllılarmış.
Don Juan Tuliuno’ya Tulio’nun görünüşünü sormuş. Tuliuno, nagual Elias’ın süregelen görünüşün, denetlenen deliliğin özü olduğunu ve iz sürücülerin görünüşleri, onları yardımcı malzemelerin yardımıyla üreteceklerine niyet ederek yarattıklarını söylemiş. Yardımcı malzemeler göze yanlış görünen doğal olmayan görünüşler yaratırlarmış. Bu bağlamda, görünüşleri niyet etmek iz sürücüler için yalnızca bir alıştırmaymış.
Daha sonra Tulitre konuşmuş. Görünüşlerin tinden istenebileceğini söylemiş. Görünüşler istenirmiş, güçlü bir şekilde çağrılırlarmış, asla mantıksal olarak bulgulanamazlarmış. Tulio’nun görünüşü tinden istenmeliymiş. Ve bunu kolaylaştırmak için nagual Elias onların dördünü de çok ufak ve ırak bir depolama odasına koymuş ve orada tin onlarla konuşmuş. Tin ilkin türdeşliklerini niyet etmelerini gerektiğini söylemiş. Dört haftalık mutlak yalıtılmışlıktan sonra hepsi de aynı özelliklere sahip olmuşlar.
Nagual Elias niyetin onları kaynaştırdığını ve bireyselliklerinin el değmeden kalacağının kesinliğini kazanmış olduklarını söylemiş. Artık izleyici tarafından algılanacak görünüşü çağırmaları gerekiyormuş. Ve onlar da don Juan’ın görmüş olduğu Tulio’nun görünüşünü niyet etmekle uğraşmışlar. Bunu kusursuzlaştırabilmeleri için çok çalışmaları gerekmiş. Öğretmenlerinin yönetiminde bunu kusursuzlaştıracak tüm ayrıntıların üzerinde odaklanmışlar.
Dört Tulio, don Juan’a Tulio’nun en belirgin niteliklerinden göstermişler. Bunlar, çok güçlü küçümseme ve kendini beğenmişlik edalarıymış; yüzün öfkeliymişçesine aniden sağa döndürülüşü, bedenin üst bölümüne, yüzü sol omuzla saklamak için verilen kıvrımlar, el ile alma düşün saçları çekmek istermiş gibi yapılan gözleri saklama hareketi ve hangi yöne gideceğini bilemeyecek kadar sinirli bir adamın yürüyüşü.
Don Juan bu ayrıntılı davranışların ve sürüyle diğerinin Tulio’yu unutulmaz bir kişilik yaptığını söyledi. Aslında öylesine unutulmazmış ki, Tulio’yu don Juan ve diğer çömezler için bir ekrandaymışçasına canlandırmak, o dört adamdan birinin bir niteliği ima etmesiyle olurmuş, ardından don Juan ve diğer çömezler olayların gerisini kendiliğinden getirirlermiş.
Don Juan, bu bilginin muazzam yoğunluğundan dolayı, Tulio’nun kendisi ve diğerleri için iğrenilecek bir adamın özünü oluşturmuş olduğunu söyledi. Ama aynı zamanda, derinlemesine kendi içlerini araştıracak olsalar, Tulio’nun zor unutulan biri olduğunu da anlarlarmış. Çevik, gizemli, esnek, farkında olarak ya da olmayarak bir gölgeymiş izlenimi yaratan biriymiş o.
Don Juan, Tuliuno’ya niyeti nasıl çağırdıklarını sormuş. Tuliuno da iz sürücülerin niyeti yüksek sesle çağırdıklarını anlatmış. Niyet genellikle küçük, yalıtılmış, karanlık bir odadan çağrılırmış. Kara bir masaya, gözlerin birkaç santim önüne bir mum yerleştirilirmiş, sonra niyet sözcüğü yavaşça, kişinin gerek duyduğu sayıda açık seçik ve özenli bir şekilde söylenirmiş. Sesin tınısı bir şey düşünmeksizin alçalır ya da yükselirmiş.
Tuliuno, niyeti çağırma eylemindeki vazgeçilmez işlemin, niyet edilene yönelecek olan mutlak yoğunluğun olduğunu vurguladı. Onların durumunda yoğunluklarını türdeşliğiyle ve Tuliuno’nun görünüşüne yöneltmeleri gerekiyormuş. Niyetçe kaynaştırıldıktan sonra, türdeşliklerin ve Tulio’nun görünüşünün bir izleyiciye gerçek gibi görünebilmesi için yılların geçmesi gerekmiş.
Don Juan’a, onların niyeti çağırışına değin ne düşündüğünü sordum. O da velinimetinin, nagual Elias gibi, geleneklere kendisinin olduğundan biraz daha fazla bağlı olduğunu, bu nedenle mumlar, dar karanlık odalar, kara masalar gibi şeyleri tercih ettiklerini söyledi.
Ben de geleneksel davranışlara çok bağlı olduğumu anlattım. Ritüel yoğunlaşabilmek için son kerte önemli görünürdü bana. Don Juan bu açıklamamı dikkate aldı. Bedenimin, onu bir enerji alanı olarak gördüğünde, eski zaman büyücülerinin, diğerlerinde çok istekli bir şekilde aradıkları, saydam kozanın alt sağ bölgesinde bulunan bir parlak alana sahip olduğunu söyledi. Bu parlaklık beceriklilikle birlikteymiş ve sapkınlığa eğimliymiş. O zamanın kara büyücüleri bu imrenilen niteliği kullanma ve onu insanın karanlık yönüne aktarmaktan zevk alırlarmış.
“O halde insanda bir kötü yön var,” dedim sevinçten uçarak. “Sen her zaman bunu reddedersin. Kötülüğün olmadığını, yalnızca erkin olduğunu söylersin.”
Bu tepkime kendim de şaşırdım. Bir anda tüm Katolik geçmişim beni yolumdan döndürmek için geri geldi ve Karanlıkların Prensi yaşamdan bile daha büyük göründü.
Don Juan öksürene dek güldü.
“Tabii ki karanlık bi yönümüz var,” dedi. “Yok yere öldürüyoruz, öyle değil mi? Tanrı adına insanları yakıyoruz, kendimizi mahvediyoruz, yaşamı bu gezegenden silip dünyayı yok ediyoruz. Sonra da cüppeler giyiniyoruz ve Tanrımız bizimle konuşuyor. Peki Tanrımız bize ne anlatıyor? Bize iyi çocuklar olmamız gerektiğini yoksa bizi cezalandıracağını söylüyor. Tanrımız yüzyıllardır bize gözdağı veriyor ama hiçbi şey olduğu yok. Kötü olduğumuzdan değil, aptal olduğumuzdan. İnsanlığın karanlık bi yönü vardır, bu doğru ve buna aptallık denir.”
Başka bir şey söylemedim, ama sessizce onu takdir ediyordum ve mutlulukla don Juan’ın usta bir tartışmacı olduğunu düşünmekteydim.
Bir anlık duraksamadan sonra, don Juan ritüelin sıradan insanı, kişisel önemin birer anıtı olan koca kiliseler yapmaya zorlaması gibi, büyücüleri de sapkınlık ve tutkuya görkemli binalar yapmaya zorladığını açıkladı. Sonuç olarak, her nagual’ın görevi bilinçliliğe öncülük etmekmiş, böylece borçtan harçtan uzak soyuta doğru uçarmış.
“Borç harçla ne demek istiyorsun don Juan?” diye sordum.
“Ritüel dikkatimizi düşünebileceğim her şeyden daha iyi çekebilir,” dedi, “ama bedeli de epey yüksek. Bunun yüksek bedeli sapkınlık ve sapkınlık bilincimize en ağır borç harcı takabilir.”
Don Juan insan bilinçliliğinin büyük bir perili eve benzediğini söyledi. Güncel yaşamın bilinçliliği koca evin odalarından birine ömür boyu mahkûm olmak gibiymiş. Bu odaya büyülü bir açılışla girermişiz: doğum. Ve bir başka açılışla bu odadan çıkarmışız: ölüm.
Buna rağmen büyücüler, yaşamlarını sürdürmekteyken bir başka çıkış yolu bulabiliyor, mühürlenmiş odayı terk edebiliyorlarmış. Şahane bir edim. Ama akılları baştan alan başarıları, o mühürlenmiş odayı terk ettiklerinde özgürlüğü seçmiş olmalarıymış. Koca perili evin diğer bölümlerinde yiteceklerine oradan ayrılmayı seçmişler.
Sapkınlık bilinçliliğin özgürlüğe ulaşabilmesi için gereksindiği enerji akışının karşıtıymış. Sapkınlık büyücülere yollarını yitirtip, bilinmeyenin karmaşasında, onun karanlık tali yollarında tuzağa düşmelerine neden oluyormuş.
Don Juan’a Tulio’larda sapkınlık var mıydı diye sordum.
“Tuhaflık sapkınlık değil,” diye yanıtladı. “Tulio’lar tinin kendisince yetiştirilen oyunculardı.”
“Nagual Elias’ın onları o şekilde eğitmesinin nedeni neydi?” diye sordum.
Don Juan dikkatli dikkatli baktı bana sonra da güldü. O sırada pazar yerinin ışıkları yakılmıştı. Beğendiği banktan kalktı ve avucunun içiyle, evcil bir hayvanmışçasına okşadı.
“Özgürlük,” dedi. “Algılanabilir gelenekten öte bi özgürlüğü istedi onlar için. Onlara oyunculuğu öğretti. İz sürme bi sanattır. Bi büyücü için, sanatın sahibi ya da satıcısı olmadığından dolayı, sanatın işleviyle ilgili en önemli şey onu uygulayabilmektir.”
Bankın yanında, geceleyin gezinmeye çıkmış insanları izleyerek ayakta durduk. Tulio’ların öyküsü içimde kötü bir şeyler olacağına değin bir duygu oluşturmuştu. Don Juan eve dönmemi önerdi; dedi ki Los Angeles’a gidişin uzun yolculuğunda, toplanma noktam son birkaç günde yapmış olduğu tüm o hareketlerden sonra dinlenme olanağı bulacakmış.
“Nagual ile birliktelik çok yorucudur,” diye sürdürdü. “Acayip bi yorgunluk yaratır; hatta yaralayabilir kişiyi.”
Ona hiç yorgun olmadığımı anlattım ve arkadaşlığının yaralayıcı olmaktan başka her şeye benzediğini söyledim. Aslında, onunla birlikte olmak uyuşturucu etkisi yapmaktaydı ben de—onsuz yapamıyordum. Bu onun gururunu okşuyormuşum havası yarattı, ama söylediğimde ciddiydim.
Mutlak bir sessizlik içinde pazar yerinde iki ya da üç kez
gezindik.
“Eve git ve büyücülük öykülerinin temel tözleri hakkında düşün,” dedi don Juan, sesinde bir bitiriş edasıyla. “Dahası, düşünme onları, ama toplanma noktanı sessiz bilginin yerine doğru harekete geçir. Toplanma noktasını hareket ettirmek her şeydir, ama sabırla denetimlenerek yapılmazsa hiç bi anlam ifade etmez. Bu nedenle, kişisel yansımanın aynasını kır. Kusursuz ol, böylece ‘sessiz bilginin yeri’ne ulaşacak enerjiyi bulacaksın kendinde.”