1

Konu: 3. İxtlan Yolculuğu’ndan Alıntılar

••Yaşamımızdaki her şeyi bir anda kesip atabileceğimizin farkına vardığımız çok enderdir.

••Kişi, resimler çekip ses kayıtları yapmanın kaygısına düşmemeli. Heyecansız yaşamların gereksiz fazlalıklarıdır bunlar. İnsanın tasası tin olmalı; hep avucumuzdan kayıp kaçagiden tin.

••Bir savaşçının, kişisel tarihine (yaşamöyküsüne) gereksinmesi yoktur. Günün birinde, artık ihtiyacı olmadığını anladığında, bırakır onu.

••İnsan ana babasına, yakınlarına, dostlarına yaptığı her şeyi anlatarak yaşamöyküsünü habire yenileyip durmak zorundadır. Öte yandan, yaşamöyküsü olmayan savaşçının kimseye verilecek hesabı yoktur; hiç kimse eylemlerinden ötürü öfke ya da düş kırıklığı duymaz. En önemlisi, kimse onu düşünceleri ve beklentileriyle tutsak edemez.

••Hiçbir şey kesin olmadığı zaman uyanık kalırız, sürekli tetikte dururuz. Tavşanın hangi çalılığın ardında saklandığını bilmemek, her bir şeyi biliyormuş gibi davranmaktan çok daha heyecan vericidir.

••Bir insan kendini dünyanın en önemli şeyi saydığı sürece, çevresindeki dünyayı layıkıyla değerlendiremez. At gözlüğü takılmış bir at gibidir o; kendinden başka hiçbir şeyi görmez.

••Ölüm ebedi yoldaşımızdır. Daima solumuzda, bir kol boyu arkamızdadır. Ölüm bir savaşçının tek bilge danışmanıdır. Ne zaman işlerin yolunda gitmediğini ve yolun sonuna geldiğini hissetse, savaşçı ölümüne dönüp ona danışabilir. Ölümü ona yanıldığını, kendisinin ona dokunuşundan başka hiçbir şeyin önemi olmadığım söyleyecektir. Ölümü şöyle diyecektir ona, “Ben sana daha dokunmadım ki.”

••Savaşçı bir şey yapmaya karar verince sonuna dek gitmeli, ama yaptığı şeyin sorumluluğunu da yüklenmeli. Ne yaparsa yapsın, önce niçin yaptığını bilmeli, sonra da kuşku ya da pişmanlık duymadan eylemlerini sürdürmeli.

••Ölümün avcı olduğu bir dünyada, pişmanlıklar ve kuşkular için zaman bulunmaz. Sadece karar vermek için zaman vardır. Kararın ne olduğu da önemli değildir. Hiçbir şey bir başkasından daha çok ya da daha az önemli olamaz. Ölümün avcı olduğu bir dünyada kararların büyüğü küçüğü yoktur. Kaçınılmaz ölümüne karşın savaşçının aldığı kararlar vardır yalnızca.

••Bir savaşçı, kendini istediği an ulaşılabilir ya da ulaşılamaz kılmayı öğrenmelidir. İstemeyerek de olsa her an ulaşılabilir olması, saklandığını herkesin bildiği zamanlar saklanması kadar yararsızdır.

••Bir savaşçı için erişilmez olmak, onu saran dünyayla temasında tutumlu olması demektir. Bir savaşçı kendini ve başkalarını tüketmekten her şeyden fazla kaçınır. İnsanları, özellikle de sevdiklerini kullanarak onları kupkuru bırakana dek sıkıp sularını çıkarmaz.

••İnsan kaygılanmaya başladı mı, umutsuzlukla her şeye yapışır, ve bir kez yapıştı mı, kendini, ve kime ya da neye yapışmışsa onu tüketmeye mahkûmdur. Öte yandan bir savaşçı-avcı, avını tuzağına hep çekeceğini bildiğinden kaygılanmaz. Kaygılanmak, erişilebilir olmaktır, ister istemez.

••Bir savaşçı-avcı, dünyasıyla yakın ilişki içindedir, ancak kendisi, o dünya için erişilmezdir de. Hafifçe dokunuverir ona, gereksindiği sürece kalır, sonra bir iz bile bırakmadan ayrılır ordan.

••Bir savaşçı-avcı olmanın anlamı, avını tuzağa düşürmek değildir yalnızca. Savaşçı-avcı, tuzaklarını kurduğu, ya da avının sıradan alışkanlıklarını bildiği için değil, kendisinin sıradan alışkanlıkları olmadığı için yakalar avını. Ona üstünlük sağlayan budur. Peşinde olduğu hayvanlara hiç benzemez o; sıradan alışkanlıkları, önceden kestirilebilen tuhaf davranışları yoktur onu bağlayan; özgürdür, akıcıdır, yapacakları önceden bilinemez.

••Sıradan bir insan için dünya tekinsizdir; çünkü ondan sıkılmadığı zamanlar onunla çatışır. Bir savaşçı için dünya tekinsizdir; çünkü görkemli, müthiş, bilinemez, erişilmez derinliktedir. Bir savaşçı burada, bu harikulade dünyada, bu harikulade anda bulunmanın sorumluluğunu üstlenmek zorundadır.

••Bir savaşçı her bir edimini önemsemeyi öğrenmelidir; zira bu dünyada ancak kısa bir süre kalacaktır; gerçekten de onun tüm harikalarına tanık olmaya yetmeyecek kadar kısa bir süre.

••Edimlerde erk vardır. Özellikle de edimde bulunan savaşçı o edimlerin, kendisinin son savaşı olduğunu bilmekteyse. Yapılan şeyin belki de yeryüzündeki son edimi olabileceğini iyice bilerek hareket etmede yabansı, büyüleyici bir mutluluk vardır.

••Bir savaşçı dikkatini kendisiyle ölümü arasındaki bağa odaklamayı öğrenmelidir. Dikkatini, pişmanlık, hüzün ya da kaygı duymaksızın, hiç zamanı olmadığı gerçeğine odaklamalı ve edimlerinin de buna uygun şekilde akmasına izin vermelidir. Edimlerinin her birini, yeryüzündeki son savaşı kılmalıdır. Ancak bu koşullarda onun edimleri hak ettikleri erke sahip olacaktır. Aksi takdirde ölene dek, o edimler, bir ahmağın edimleri olarak kalırlar.

••Bir savaşçı-avcı ölümünün kendisini beklemekte olduğunu ve, şu anda yapmakta olduğu ediminin pekâlâ onun son savaşı olabileceğini bilir. Buna savaş demesi, bunun bir mücadele olmasındandır. Çoğu insan bir edimden öbürüne herhangi bir mücadele ya da düşünce olmaksızın geçiverir. Oysa bir savaşçı-avcı her bir edimini inceden inceye tartar; ve ölümüne ilişkin bilgisi kesin olduğundan, her edimi sanki onun son savaşıymışçasına sağgörüyle ilerler. Bir savaşçı-avcının çevresindekilere üstünlüğünü görmemek için insanın ahmak olması gerekir. Bir savaşçı-avcı, son savaşına, o savaşın hak ettiği saygıyı gösterir. Yeryüzündeki son savaşına dört elle sarılmasında şaşılacak bir şey yoktur. Böylesi zevkli olur. Korkusunu azaltır hiç olmazsa.

••Bir savaşçı, erk avlayan kusursuz bir avcıdır; ne sarhoştur, ne de çılgın—blöf yapmaya, kendine yalan söylemeye, ya da yanlış bir adım atmaya izin vermez zamanı da mizacı da. Zira bu ona pahalıya mal olacaktır. Çok uzun zaman uğraşarak özene bezene kurduğu düzenli yaşamıdır, yitireceği. Aptalca bir yanlışlık yaparak, bir şeyi bir başkasıyla karıştırarak onu heba etmeyecektir.

••Bir insan, herhangi bir insan, insanoğlunun nasibi olan her şeyi— sevinci, acıyı, hüznü ve mücadeleyi— hak eder. Bir savaşçı gibi davrandığı sürece, edimlerinin ne olduğu önemli değildir.

••Tini bozulmuşsa hemen onarmalıdır onu— arındırıp mükemmelleştirmelidir— zira tüm yaşamımız boyunca bundan daha önemli bir işimiz olamaz. Tinin onarılmaması ölümü aramak demektir, bu da hiçbir şeyin aranmamasına eştir, zira ne olursa olsun ölüm bizi ele geçirecektir. Savaşçı-tini mükemmelliğinin aranması, faniliğimize ve insanlığımıza layık tek uğraştır.

••Bu dünyada en zor şey bir savaşçının havasını, onun ruhsal durumunu benimsemektir. Üzülüp yakınmak ve bunun için geçerli nedenlerin bulunduğuna inanmak, hep birilerinin bize bir şeyler yaptığını düşünmek, yararsız şeylerdir. Kimsenin kimseye hiçbir şey yaptığı yoktur; hele bir savaşçıya asla.

••Savaşçı, bir avcıdır. O her şeyi hesaplar. Bu denetimdir. Hesaplaması bitti mi, eyleme geçer. Kapıp koyverir. Bu, kendini bırakmadır. Bir savaşçı, rüzgârın önüne kattığı yaprak değildir. Kimse itip kakamaz onu; kimse kendisine ya da sağduyusuna karşın bir şeyler yaptıramaz ona. Bir savaşçı yaşamını sürdürmeye kuruludur, ve olası en iyi biçimde sürdürür yaşamını.

••Bir savaşçı yalnızca bir insandır, alçakgönüllü bir insan. Ölümünün planlarını değiştiremez o. Ama, muazzam meşakkatler çekerek erk biriktiren kusursuz tini, onun ölümünü bir an boyunca, erkini son kez anımsayıp sevinçle coşabileceği uzunlukta bir an boyunca tutmaya kesinlikle yeter. Diyebiliriz ki, tini kusursuz olanlara ölümün bir jestidir bu.

••Kişinin nasıl yetiştirilmiş olduğunun bir önemi yoktur. İnsanın bir şeyi yapma biçimini belirleyen kişisel erkidir. Bir insan yalnızca kişisel erkinin bir toplamıdır, ve bu toplam onun nasıl yaşayacağını ve nasıl öleceğini belirler.

••Kişisel erk bir duygudur. Şanslı olmak gibi bir şey. Ya da bir hava, ruhsal durum. Kişisel erk, insanın bir yaşam boyu süren mücadeleyle kazandığı bir şeydir.

••Bir savaşçı ne yaptığını biliyormuş gibi davranır, aslında hiçbir şey bildiği yoktur onun.

••Bir savaşçı yapmış olduğu hiçbir şey yüzünden pişmanlık duymaz, çünkü kişinin edimlerini kaba, çirkin, ya da kötü diye ayırması, kendine yersiz bir önem atfetmesi anlamına gelir.

••İşin püf noktası, kişinin neyi önemsediğidir. Kendimizi perişan kılan da, güçlü kılan da biziz. Ve her ikisi için harcanan çaba eşittir.

••Doğduğumuzdan bu yana, insanlar bize dünyanın filanca filanca şekilde, falanca falanca biçimde olduğunu anlatıp durur, ve doğal olarak bizim de dünyayı onların anlattığı şekilde kabullenmekten başa seçeneğimiz kalmaz.

••Bir savaşçının sanatı, insan olmanın dehşetiyle, insan olmanın görkemini dengelemektir.

Cvp: 3. İxtlan Yolculuğu’ndan Alıntılar

Açımlama

İxtlan Yolculuğu'nu yazmaya başladığım sıralarda son derece bilinmez bir ruh durumu bana hakim olmuştu. Don Juan Matus gündelik davranışlarıma çok pragmatik birtakım kurallar getirmişti. Titizlikle uymamı istediği bazı hareketlerin adım adım ana hatlarını çıkarmıştı. Bana verdiği üç görevin gündelik yaşantıma ait dünyamla, ya da herhangi bir dünyayla hemen hiç ilişkisi yoktu. Gündelik yaşamımda düşünebildiğim her türlü yolu deneyerek yaşamöykümü silmeye çalışmamı söylüyordu. Ardından, sıradan alışkanlıklarımı bırakmamı, ve nihayet, kendimi önemseme duygumu tahtından indirmemi istiyordu.

“Bütün bunları nasıl başaracağım, don Juan?” diye sordum ona.

“Hiçbi fikrim yok,” diye yanıtladı. “Bunun yararlı ve etkin biçimde nasıl yapılacağını hiçbirimiz bilemeyiz. Ancak çalışmaya başlarsak, bize neyin gelip de yardım ettiğini anlayamadan başarıya ulaşırız.

“Karşılaştığın zorluklar, benim karşılaştıklarımla aynı,” diye devam etti. “Seni temin ederim ki, zorluğumuz, değişme fikrinin yaşamlarımızda hiç yer bulamamasından doğuyor. Öğretmenim bana bu görevi verdiği zaman, becerebilmek için tek gereksindiğim, bunun yapılabileceği fikriydi. O fikri edindiğim anda başardım, nasıl olduğunu bilmeden. Sana da aynısını yapmanı öneririm.”

Her yolu deneyerek sızlanmaya giriştim; sosyal bilimlerle uğraştığım gerçeği göz ardı edilmemeliydi; sağlam, uygulanabilir yönergelere alışıktım ben; pratik araçlar yerine sihirli çözümlere dayanan birtakım belirsizliklere değil.

“Ne istersen söyle,” dedi don Juan, gülerek. “Sızlanman bittiğinde, kuruntularını unut da, ne diyorsam onu yap.”

Don Juan haklıydı. Tüm gereksindiğim, ya da daha doğrusu, gizli kalan bilinmeyen yanımın gereksindiği, bu fikrin kendisiydi. Tüm yaşamım boyunca tanıdığım ‘ben’ ise, bu fikirden çok daha fazlasını gereksinegelmişti. Eğitilmeye, teşvik edilmeye, yön verilmeye ihtiyacı vardı. Başarım, merakımı öyle uyandırmıştı ki, sıradan alışkanlıklarımı silme, kendime verdiğim önemi yitirme ve kişisel tarihimi bırakma görevlerim katıksız bir keyfe dönüştü.

“Savaşçıların yolunun tam başına gelip kondun,” dedi don Juan, giz dolu başarımı açıklarcasına.

Kendisinin savaşçının yolu, savaşçının çizgisi dediği, savaşçı kavramının soyut biçimde işlenmesi işine giderek yoğunlaşan şekilde odaklanabilmem için farkındalığıma yavaş ve sistemli biçimde kılavuzluk etmekteydi. Savaşçının yolunu, eski çağ Meksikası şamanları tarafından kurulmuş bir düşünceler yapısı olarak açıklıyordu. O şamanlar, kavramlarını evrendeki özgür akışı içinde enerjiyi görme yetilerinden yola çıkarak oluşturmuşlardı. Bu yüzden savaşçının yolu, enerjik gerçeklerin yalnızca evrendeki enerji akışı yönünde saptanmış, indirgenemez doğruların son derece ahenkli bir birleşimiydi. Don Juan’ın kesin olarak belirttiğine göre, savaşçının yolunda tartışılabilecek, ya da değiştirilebilecek hiçbir şey bulunmuyordu. Kendi içinde ve kendi başına mükemmel bir yapıydı o; ve onu izleyen kim olursa olsun, işlevleri ve değerleri hakkında hiçbir tartışma ya da kurguya izin vermeyen enerjik gerçekler tarafından kuşatılıyordu.

Don Juan’ın dediğine göre, o eski şamanların ona savaşçının yolu demelerinin nedeni, bir savaşçının bilgi yolunda karşılaşabileceği tüm yaşayan olasılıkları bünyesinde bulundurmasıydı. O şamanlar böyle olasılıkları arayışlarında kesinlikle dikkatli ve sistemli hareket etmişlerdi. Don Juan’a bakılırsa, onlar, insani olasılıkların tümünü soyut yapılarında içerme konusunda gerçekten yetenekliydiler.

Don Juan savaşçının yolunu görkemli bir binaya benzetiyordu; bu binanın öğelerinden her biri, tek işlevi savaşçının bir şaman olarak devinimlerini kolay ve anlamlı kılabilmesi için onun ruhunu yüreklendirmek olan bir dayanaktı. Don Juan’a göre savaşçının yolu temel noktaydı, ve o olmadan şamanların evrenin uçsuz bucaksızlığında mahvolacakları kesindi.

Don Juan savaşçının yolunun eski çağ Meksikası şamanlarının en büyük utkusu olduğunu söylüyordu. Ona göre bu onların en önemli yapıtı, ayıklıklarının özüydü.

“Savaşçının yolu böyle karşı konulamayacak kadar önemli mi, don Juan?”

“‘Karşı konulamayacak kadar önemli’ lafı hafif kalır. Savaşçının yolu her şeydir. Ruhsal ve bedensel sağlığın şahikasıdır. Başka bi biçimde açıklayamam. Eski çağ Meksikası şamanlarının böylesi bi yapı yaratabilmiş olmaları, onların erkin doruğunda, mutluluğun zirvesinde, ve sevincin şahikasında olduklarını gösteriyor bana.”

O zamanlar içine dalmış olduğumu düşündüğüm, her şeyi pragmatik açıdan onaylama ya da reddetme düzeyinde bakıldığında, savaşçının yolunu mükemmelen ve önyargısız biçimde benimsemek benim için nerdeyse imkânsızdı. Don Juan savaşçının yolunu açıklamayı sürdürdükçe, onun dengemi tümüyle alaşağı etmek için gizli planlar yaptığına daha çok inanıyordum.

Bu yüzden don Juan’ın kılavuzluğu üstü örtülü bir biçim aldı. Ancak lxtlan Yolculuğu'ndan yapılan alıntılarda bu kendini şaşılası bir açıklıkla ortaya koyuyor. Farkında bile değildim, ama don Juan çok büyük bir sürat ve başarıyla ilerlemiş, ve ansızın onun soluğunu ensemde hissetmeye başlamıştım. Düşünüp duruyordum, ya başka bir bilişsel sistemin varlığını içtenlikle kabullenmenin eşiğinde buluyordum kendimi, ya da öylesine kayıtsızlığa düşüyordum ki bunun olması ya da olmaması umrumda bile değildi.

Bütün bunlardan kaçıp kurtulmak da bir seçenekti elbette, ama bu pek olası değildi. Her ne hal ise, ya don Juan’ın yardımları ya da savaşçı kavramını yoğun şekilde uygulamaya koymam yüzünden öyle kuvvetlenmiştim ki, artık korkmuyordum. Yakalanmıştım, ama ne fark ederdi ki. Tüm bildiğim, sonuna kadar don Juan’la birlikte olduğumdu.

Cvp: 3. İxtlan Yolculuğu’ndan Alıntılar

.