1

Konu: 18 - Büyücünün Erk Halkası

1971 yılının Mayıs ayında don Juan’a çömezliğimin son ziyaretini yapmıştım. Bu defaki gidişimde de niyetim, birlikte çalışmış olduğumuz on yıl boyunca olduğu gibi onun yanında bulunmanın bana vermiş olduğu huzuru bir kez daha tatmaktı.
Don Juan’ın, bir Mazatec Kızılderili büyücüsü olan arkadaşı don Genaro da onunla kalıyordu. Altı ay önceki ziyaretim sırasında onların ikisini de görmüştüm. Ben onlara hep bir arada mı bulunduklarını sormayı düşünüyordum ki, don Genaro kuzey çölünü pek sevmediğinden dolayı beni görmek amacıyla tam zamanında dönmüş olduğunu söylemişti. Her ikisi de bir gizi paylaşırmışçasına gülmüşlerdi.
“Sırf seni görmek için geldim,” dedi don Genaro. “Gerçekten öyle,” diye yansıladı don Juan.
Don Genaro’ya, geçen defa ben ordayken, “dünyayı durdurmama” yardım etmek amacıyla yaptığı girişimlerin benim için felaket olduğunu söyledim. Ondan korktuğumu dostça ifade etmek için söylemiştim bu sözü. Don Genaro kendini tutamayarak, bir çocuk gibi gövdesini sallaya sallaya, tekme savura savura güldü. Don Juan bana bakmaktan kaçınıyor, o da gülüyordu.
“Artık bana yardım etmeye çalışmayacaksın, değil mi, don Genaro?” diye sordum.
Sorum, her ikisini de bir kahkaha tufanına daha sürükledi. Don Genaro gülerek yerde yuvarlandı, sonra karnını yere dayayarak zeminde yüzmeye başladı. Onun bu hareketini gördüğüm zaman kendimi kaybettiğimi anladım. O anda bedenim bir bakıma sonun geldiği bilincine ulaşmış gibi oldu. Sonun ne olduğunu biliyor da değildim. Olayları dramatize etmeye olan kişisel eğilimim, bir de don Genaro ile olan daha önceki deneyimim beni bunun yaşamımın sonu olacağına inanır duruma getirmişti.
Onları son ziyaretim sırasında, don Genaro beni “dünyayı durdurma”nın kıyısına itmeye çalışmıştı. O gayretleri öyle acayip ve dolaysız olmuştu ki, don Juan kendisi bana ordan gitmemi söylemek zorunda kalmıştı. Don Genaro’nun “erk” gösterileri öylesine olağandışı, öylesine şaşırtıcıydılar ki, beni, kendimi sil baştan yeniden değerlendirmeye sevk ettiler. Ben de evime döndüm, çömezliğimin ilk günlerinden itibaren tuttuğum notları gözden geçirdim, böylece tamamıyla yepyeni bir duygu beni gizemli bir şekilde sardı, ama don Genaro’yu zeminde yüzerken görene dek bu duygunun farkına tam olarak varamamıştım.
Zemin üzerinde yüzme eylemi, Genaro’nun burnumun hemen dibinde gerçekleştirmiş olduğu öbür yabansı ve şaşırtıcı eylemlere benzer şekilde, o yerde yüzükoyun dururken başladı. Genaro başlangıçta öyle şiddetli gülmekteydi ki, tüm gövdesi sarsılarak sallanıyordu, sonra tekmelemeye başladı, sonunda da bacaklarının hareketleri kollarının kürek çekme hareketleriyle uyumlu bir hale geçti, artık don Genaro yerde, altı bilyelerle donatılmış bir tahta levha üzerinde yüzükoyun yatarmış gibi kayarak ilerlemeye başlamıştı. Birkaç kez yön değiştirdi, benim ve don Juan’ın etrafında manevralar yaparak don Juan’ın evinin önündeki tüm alanı dolaştı.
Don Genaro daha önceleri de önümde şeytanlıklar yapmış, böyle bir şeyi yaptığı zaman don Juan benim, “görme”nin kıyısında bulunduğumu söylemişti. Benim “görmeyi” ıskalamam, don Genaro’nun edimlerinin her birisini rasyonel bir açıdan açıklamaya çalışma kararımdaki ısrarımın bir sonucu imiş. Don Genaro yüzmeye başladığında, bu defa dikkat ederek olayı açıklamak ya da anlamak için çaba göstermedim. Sadece ona baktım. Ama hayrete düşme duygusunu önlemeyi başaramadım. Adam düpedüz karnının ve göğsünün üzerinde kayarak devinmekteydi. Ona bakarken gözlerim şaşı bakar bir duruma geliyordu. İçimden bir ürkü duygusu yükseldi. Cereyan etmekte olan şeyi açıklamadığım takdirde “göreceğime” inanmış durumdaydım; bu düşünce beni son derece kaygılandırmaktaydı. Bu asabi beklentim öylesine büyüktü ki, bir bakıma dönüp dolaşıp gene aynı noktaya gelmiş oluyor, tekrar rasyonel bir çaba harcama noktasına ulaşıyordum.
Don Juan bana bakıyor olacak ki, birden omzuma vurdu; otomatikman dönüp ona baktım—bir an için bakışlarımı don Genaro’dan uzaklaştırmış oldum. Don Genaro’ya tekrar baktığımda, başı hafifçe eğik, çenesi handıysa sağ omzuma dayanmış olarak onu yanı başımda durur vaziyette gördüm. Gecikmeli bir irkilmeyle gösterdim reaksiyonumu. Bir an ona baktım, ardından geriye doğru zıpladım.
Suratına güya şaşırmış gibi bir ifade vermesi öyle komikti ki, kendimi tutamayarak yüksek sesle güldüm. Ne var ki, kahkahalarımın her zamankilere benzemediğinin farkındaydım. Bedenim, karnımın ortasından yayılan sinirsel bir ıspazmoza tutulmuşçasına sallanıyordu. Don Genaro elini karnıma koy du— ihtilaç nevinden dalgalanmalar duruverdi.
“Bu küçük Carlos her şeyi böyle abartır hep!” diye titizlenerek bağırdı.
Sonra, don Juan’ın sesiyle hareketlerini taklit ederek, ekledi: “Bi savaşçının asla o şekilde gülmediğini bilmiyor musun?” Don Juan’ı karikatürize edişi öyle mükemmeldi ki, bu sefer gülmem daha da şiddetlendi.
Sonra ikisi de çıkıp, öğleye kadar birkaç saatliğine gittiler. Döndüklerinde, don Juan’ın evinin önündeki alanda oturdular. Bir kelime dahi etmiyorlardı. Uykulu, yorgun, her şeyi unutmuş bir halleri vardı. Hareket etmeksizin uzun bir süre öyle kaldılar, ama son derece rahat ve gevşemiş görünüyorlardı. Don Juan’ın ağzı, uykudaymışçasına hafifçe aralanmıştı, ama ellerini kucağında kenetlemişti, başparmaklarını ritimli bir şekilde oynatmaktaydı.
Ben yerimde kıpırdayarak oturuş biçimimi değiştiriyordum ki, içime birden teskin edici bir sükûnet hissi yayıldı. Uykuya dalmış olmalıydım. Don Juan’ın gülüşünü işiterek uyandım. Gözlerimi açtım. İkisi de bana bakmaktaydılar.
“Konuşmadığın takdirde, uykun bastırıyor,” dedi don Juan, gülerek.
“Ne yazık ki öyle,” dedim.
Don Genaro sırtüstü yatarak bacaklarıyla havayı tekmelemeye başladı. Ben, bir an onun gene o taciz edici şeytanlıklarına başlayacağını geçirdim, ama don Genaro hemen yeniden bağdaş kurarak oturma duruşuna döndü.
“Artık farkına varmış olman gereken bi şey var,” dedi don Juan. “Ben buna bi santimetre küplük fırsat adını taktım. Hepimizin önüne, savaşçı olalım ya da olmayalım, zaman zaman bi santimetre küplük bi fırsat çıkıverir. Sıradan bi adamla bi savaşçının arasındaki fark, savaşçının bunun farkına varmasındadır; savaşçının görevlerinden biri de, o bi santimetre küplük fırsat önüne çıkıverdiğinde, onu yakalayabilmek için gerekli olan hıza ve cesarete sahip olabilmek amacıyla tetikte durmak, ve ölçünmeli olarak, yani bile bile beklemektir.
“Kısmet de, talih de, kişisel erk de, adı ne olursa olsun, acayip bi durumdur. Sanki minnacık bi çubuk, önümüze gelir de, bize onu almamızı söyler. Genellikle onun bizim bi santimetre küplük fırsatımız olduğunu kavrayamayacak denli çok meşgulüzdür biz, ya da çok dalgınızdır, ya da, ne bileyim, salak ve tembel. Öte yandan, bi savaşçı her zaman tetikte ve anıktır—onun için o fırsatı yakalayacak hamleyi yapabilecek durumda ve cesarettedir.”
“Sen her zaman anık mısındır?” diye bana sordu don Genaro tepeden inercesine.
“Galiba öyleyim,” dedim inanaraktan.
“Yani önüne çıkan o bi santimetre küplük fırsatını yakalayabilir misin?” diye don Juan bana sordu, pek inanmaz bir ses tonuyla.
“Kanımca bunu her zaman yapmaktayım,” dedim.
“Galiba sen yalnızca bildiğin şeyler konusunda anıksın,” dedi don Juan.
“Ola ki kendim aldatıyorumdur, ama bugünlerde hayatımda şimdiye dek olduğumdan çok daha bilinçli olduğum kanısındayım,” dedim ki buna gerçekten inanıyordum.
Don Genaro başını onaylarcasına öne doğru salladı.
“Evet,” dedi yumuşak bir sesle, kendi kendine konuşur gibi. “Küçük Corlos hakikaten anık, nasıl da tetikte hep, vallahi.” Onların benimle eğlendikleri hissine kapılmıştım. Ola ki benim her zaman anık olduğumu söylemiş olmam onlarda bir
rahatsızlık duygusu uyandırmıştı.
“Amacım övünmek değil,” dedim.
Don Genaro kaşlarını kaldırarak burun deliklerini genişletti. Not defterime bir göz atarak yazma taklidi yaptı.
“Galiba Carlos her zamanki gibi anık durumda,” dedi don
Juan don Genaro’ya.
“Belki de fazlaca anık,” diye cevabını yapıştırdı don Genaro.
“Vallahi de öyle,” diye onayladı don Juan.
Bu aşamada ne demem gerektiğini bilemediğimden sustum kaldım. “Arabanın çalışmasını engellediğim günü anımsar mısın?” diye sordu don Juan, durup dururken.
Sorusu çok ani olmuştu— konuştuğumuz şeylerle ilgisizdi. Arabamı çalıştıramadığım bir sırada bunu başarabileceğimi söylediği, sonra gerçekten de arabayı çalıştırabilmiş olduğum bir zamanı anıştırmaktaydı.
Hiç kimsenin öyle bir olayı unutamayacağını söyledim. “O bi şey değildi,” diye bastırdı don Juan kendinden emin
bir sesle.
“Bi şeycik değil. Di mi, Genaro?”
“Haklısın,” dedi don Genaro, üzerinde durmaksızın.
“Ne demek istiyorsun?” dedim karşı çıkarcasına. “O gün
yaptığın şey hakikaten havsalamın almadığı bir şeydi.”
“Bu sözün beni pek etkilemedi,” diye karşılık verdi don Genaro. İkisi de yüksek sesle güldüler, sonra don Juan sırtımı tıpışladı.
“Genaro senin arabanı çalışmaz duruma getirmekten daha beterini yapabilir,” diye sürdürdü. “Di mi, Genaro?”
“Öyle ya,” diye yanıt verdi don Genaro, dudaklarını bir
çocuk gibi yayarak.
“Ne yapabilir, yani?” diye sordum, istifimi bozmaksızın.

Cvp: 18 - Büyücünün Erk Halkası

“Genaro arabanı toptan yok edebilir!” diye ünledi don Juan gümbürdeyen sesiyle; sonra aynı ses tonuyla ekledi: “Di mi, Genaro?”
“Ya ya!” diye karşılık verdi bir insanın hançeresinden çıkarabileceği en yüksek sesle, don Genaro.
Yerimden zıplayıvermiştim. Tüm bedenim üç dört kez asabi bir ihtilaçla silkindi.
“ Ne demek istiyorsun, yani arabam ortalıktan kayıp mı olacak?” diye sordum.
“Ne demek istediydim, Genaro?” diye sordu don Juan.
“Yani sen diyorsun ki, ben onun arabasına biner, motoru çalıştırır, ve çekip gidebilirim burdan,” yanıtını verdi don Genaro yapmacıklı bir ağırbaşlılıkla.
“Yok et şu arabayı, Genaro,” diye dayattı don Juan sesin de şakacı titremler.
“Oldu bu iş!” dedi don Genaro, kaşlarını çatıp, bana yan yan bakarak.
Çattığı kaşlarının dalgalanmakta olduğu ve bakışlarına haşarı ve delici bir nitelik kazandırdığı dikkatimi çekti.
“Pekâlâ!” dedi don Juan sakince. “Gidelim şuraya da arabaya bi bakalım.”
“Peki!” diye yansıladı onu don Genaro. “Gidelim şuraya da arabaya bi bakalım.”
İkisi de son kerte yavaş hareketlerle ayağa kalktılar. Bir an için ne yapacağımı bilemedim, ama don Juan kalkmamı imledi.
Don Juan’ın evinin önündeki küçük tepeye yöneldik. Onlar iki yanımda durmaktaydılar, don Juan sağımda, don Genaro da solumda. Onlar benden dört beş adım ilerde, hep görüş alanımın içerisindeydiler.
“Bakalım şu arabaya bir,” dedi don Genaro tekrar.
Don Juan, görünmeyen bir ipliği örercesine ellerini devindirmekteydi; don Genaro da aynı şeyleri yaparak yineledi: “Arabaya bir bakalım.” Seker gibi yürümekteydiler. Adımları normalden daha uzundu, ellerini ise önlerindeki görünmeyen birtakım nesneleri çırpıyor ya da işliyorcasına devindiriyorlardı. Don Juan’ın bu şekilde soytarılık yaptığını daha önce hiç görmemiştim, onunla göz göze gelmekten nerdeyse sıkılıyordum.
Tepenin üzerine ulaştığımızda, tepenin dibindeki elli metre kadar ötemizde arabamı park etmiş olduğum düzlüğe baktım. Midem bir sarsıntıyla büzüldü. Arabam görünürlerde yoktu. Bir an büyük bir şaşkınlık geçirdim. Ne yapmam gerektiğini bilemedim.
Sabahın erken saatlerinde oraya geldiğim zamandan beri arabam orda durmaktaydı. Daha yarım saat önce arabama uğramış, yeni bir not defteri almıştım. O zaman, hava aşırı sıcak olduğundan pencereleri açık bırakmayı düşünmüş, ama o bölgede kaynaşan sivrisineklerle öbür böceklerden dolayı fikrimi değiştirerek arabamı her zamanki gibi kilitlemiştim.
Tekrar etrafıma baktım. Arabamın yok olduğuna inanmayı reddediyordum. O düzlüğün kenarına kadar yürüdüm. Don Juan ile don Genaro da benimle birlikte yürüyerek yanımda durdular; benim hareketlerimi taklit ederek araba acaba ötelerde bir yerde midir, diye uzaklara doğru baktılar. Bir an içimden coşkulu bir sevinç duygusu taşar gibi oldu, sonra asabımı bozucu bir tedirginliğe dönüştü. Onlar da bunun farkına varmış olacaklar ki, etrafımda gezinmeye, ellerini, avuçlarındaki kimi hamur parçalarını yoğururcasına devindirmeye başladılar. “Arabaya ne olmuştur sence, Genaro?” diye sordu don Juan uysalcasına.
“Arabaya binip uzaklara götürdüm,” dedi don Genaro, ardından inanılmaz bir şekilde vites ve direksiyon kullanma hareketleri yaptı. Dizlerini, oturuyormuş gibi bükerek birkaç saniye, kuşkusuz sadece bacak kaslarının desteğinde, o konumda kaldı; sonra ağırlığını sağ bacağına yükleyerek sol ayağını debriyaj pedalına basar gibi öne doğru uzattı. Dudaklarıyla motor sesi çıkardı; nihayet, bunlar yetmezmiş gibi, yoldaki bir tümseğe çarpmış gibi yukarı aşağı yaylanarak devindi—bende, direksiyonu bırakmaksızın zıplayan acemi şoför izlenimi yaratmaya çalıştı.
Don Genaro’nun pandomiması harikaydı. Don Juan soluğu kesilene dek güldü. Ben de onların cümbüşüne katılmak istiyordum ama bir türlü gevşeyemiyordum. Daha önce hayatım da hiç duyumsamamış olduğum bir kaygı hissine kapıldım. İçim yanıyormuş gibiydi; sonunda yerdeki küçük taşları tekmelemeye başladım; işi, onları yerden toplayıp bilinçsiz ve beni de şaşırtan bir öfkeyle fırlatıp atmaya kadar vardırdım. Sanki beni öfkelendiren şey benim dışımdaymış da, birden beni sarıvermiş gibi hissetmekteydim. Sonra o tedirginlik duygusu, nasıl gizlice geldiyse gene öyle yitti, yok oldu. Derin bir soluk aldım, artık iyileşmiştim.
Don Juan’ın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum. Deminki öfke krizimden dolayı utanç duymaktaydım, ama aynı zamanda gülmek de istiyordum. Don Juan yanıma gelerek sırtımı sıvazladı. Don Genaro da kolunu omzuma yasladı.
“Aldırma sen!” dedi don Genaro. “Keyfine bak. At yumruğunu burnuna, kanasın. Sonra bir taş alır, onunla dişlerini kırarsın. İyi hisseder insan! O da yetmezse sana, şurdaki koca kayanın üstündeki taşla taşaklarını ezersin be yahu.”
Don Juan kıkır kıkır gülmekteydi. Onlara, öyle salakça davrandığımdan ötürü utanç duyduğumu söyledim. Birden ne olduğunu anlayamamıştım işte. Don Juan, benim neler olduğunu kesin olarak bildiğim halde bilmezmiş gibi davrandığımdan, ve beni öfkelendiren şeyin de bu ikiyüzlü tutumum olduğundan emin bulunduğunu söyledi.
Don Genaro her zamankinden farklı olarak beni teselli ediyordu; sık sık sırtımı tıpışlıyordu.
“Hepimizin başına gelir böyle şeyler,” dedi don Juan. “Bununla ne demek istiyorsun, don Juan?” diye benim sesimi taklit ederek, benim don Juan’a soru sorma âdetimi tiye alarak don Genaro sordu.
Don Juan da, “Dünya tepetaklak durur iken biz dimdik durmaktayız, oysa dünya dimdik durmakta iken biz tepetaklak durmaktayız. Ancak dünya da biz de dimdik durdukta, biz kendimizi tepetaklak durmakta sanırız kim...” diye saçma sapan bir şeyler söyledi. Gevezeliğini sürdürdü de sürdürdü, bu sırada don Genaro da benim not alışımı taklit etmekteydi. Burun deliklerini genişletip elini oynatarak görünmeyen bir deftere yazıyor, sonuna kadar açtığı gözlerini don Juan’dan ayırmıyordu. Don Genaro, benim, konuşmaların doğal akışını değiştirmekten kaçınma amacıyla defterime bakmadan not tutma yöntemimi parmağına dolamış, dalgasını geçmekteydi. Beni taklit edişi gerçekten harikaydı.
Birden kendimi son derece rahat, mutlu hissettim. Onların kahkahaları beni yatıştırıyordu. Bir an kendimi koyuverip ta yürekten bir kahkaha patlattım. Ama sonra zihnim yeni bir korku, şaşkınlık ve tedirginlik durumuna girdi. Orada cereyan etmekte olan şeylerin hepsinin de imkânsız olduğunu düşündüm; gerçekten de, önümdeki dünyayı değerlendirmeye alışık olduğum mantıksal dizgeler açısından akıl almaz şeyler olmaktaydı. Ama algılayabilen bir kimse olarak, arabamın orda olmadığını algılamaktaydım. Don Juan’ın beni açıklanamayan bir fenomenle karşı karşıya getirdiği her zaman olduğu gibi, sıradan yöntemlerle bana oyun oynandığı düşüncesine kapıldım bir kez daha. Zihnim, stres altındayken, gayri ihtiyari ve kaçınılmazcasına hep aynı kurguyu yineliyordu. Arabamı, onu park etmiş olduğum yerden kaldırarak götürebilmeleri için don Juan ile don Genaro’nun kaç yardakçıya ihtiyaçları olduğunu hesaplamaya başladım. Kapıları her zaman yaptığını gibi zorgulu bir şekilde kilitlemiş olduğuma emindim; el freni de çekiliydi; araba vitesteydi; direksiyon kilitlenmiş durumdaydı. Arabamı o durumda ancak kaldırarak götürebilirlerdi. Bunun için gerekli insan gücünü ikisinin de bir araya getiremeyeceğinden emindim. Bir başka ihtimal de onların anlaştığı bir kimsenin arabanın camını kırarak içeriye girdiği ve kablolarla oynayarak arabayı sürüp götürdüğü şeklindeydi. Ama bunu da ancak özel bir teknik bilgiye sahip birisi kıvırabilirdi. Geriye sadece bir izah yolu kalıyordu ki, o da beni ipnotize etmiş olmaları ihtimaliydi. Hareketleri benim için öylesine yeni ve kuşku uyandırıcı şeylerdi ki, kendimi bir dizi ussallaştırma kurguları içinde yitirmekte olduğumu fark ettim. Şayet beni ipnotize etmekte idiyseler, o halde ben o anda bir başka bilinçlik durumunda bulunmaktaydım. Don Juan ile geçirdiğim deneyimlerimde bu gibi durumlarda insanın geçen zamana ilişkin tutarlı bir zihinsel kayıt tutamadığına dikkat etmiştim. Olağandışı gerçeklik durumlarının hepsinde, zamanın geçmesi bağlamında, düzenli bir süreklilik bulunmuyordu; vardığım netice de, kendimi tetikte tuttuğum takdirde, ardışık zaman duyumunu yitireceğim bir anın geleceği şeklindeydi. Sanki, örneğin, belli bir anda bir dağa bakmaktayken, dönmüş olduğumu hatırlamaksızın bir an sonraki bilinçliliğimde kendimi karşıt doğrultudaki bir vadiye bakarken bulmuş olmam gibi. Şayet bu türden bir deneyim geçirmekte idiysem, o halde belki ipnotizmada olduğu gibi arabama ne olduğunu açıklayabilmiş olabilirdim. Yapabileceğim tek şeyin her bir ayrıntıya tüm dikkatimi seferber ederek bakmak olduğuna karar verdim.
“Arabam nerede?” diye sordum, ikisine birden hitap ederek.

“Arabası nerede, Genaro?” diye sordu don Juan büyük bir
ciddiyetle.
Don Genaro yerdeki küçük taşları kaldırarak altlarına bak
maya başladı. Arabamı park etmiş olduğum düzlükte kaldırmadığı tek taş bırakmamacasına harıl harıl didindi. Kimi zaman öfkelenmiş gibi yapıyor, taşı çalılıklara doğru hışımla fırlatıyordu.
Don Juan zevkten dört köşe don Genaro’nun şaklabanlıklarını izlemekteydi. Kıkır kıkır gülerek eğleniyor, benim orada bulunduğumu unutmuş görünüyordu.
Don Genaro sahte bir kızgınlık sergileyerek taşları fırlatmasına daha yeni son vermişti ki, dikkatini önüne çıkan, ve o düzlükteki tek iri ve ağır taş olan koskoca bir kayaya yöneltti. Altına bakmak amacıyla onu kaldırmayı denedi, ama kaya yerin içinde derinlere uzandığından, onu kımıldatamadı bile. Don Genora, sırılsıklam terleyene dek oflaya puflaya didindi. Sonra bir kayanın üzerine oturarak, yardım etsin, diye don Juan’ı çağırda.
Don Juan neşeyle gülümseyerek bana döndü ve, “Haydi gel, Genaro’ya yardım edelim,” dedi.
“Ne yapıyor ki?” diye sordum.
“Arabanı arıyor,” dedi don Juan istifini bozmadan, pek doğal bir şey söylermiş gibi.
“Aman Tanrım! Kayanın altında hiç bulunur mu ki araba?” diye karşı çıktım.
“Aman Tanrım! Niçin olmasın ki?" diye karşılık verince don Genaro, ikisi birden kahkahalarını patlattılar silbaştan.
Kayayı kımıldatamıyorduk. Don Juan, eve gidip, manivela olarak kullanabileceğimiz kalın bir tahta parçası aramamızı önerdi.
Eve doğru yürürken ben onlara bu hareketlerinin saçmalık olduğunu, bana her ne yapmaktaysalar bunun gereksiz olduğunu anlattım.
Don Genaro beni süzmeye başladı.
“Genaro pek titiz bi adamdır,” dedi don Juan ağırbaşlı bir ifadeyle. “O da tıpkı senin gibi müşkülpesent, çöp atlamaz biridir. Sen kendin hep, altına bakmadık bi taş bırakmadığından söz etmez misin? O da aynı şeyi yapıyor işte.”
Don Genaro benim omzumu tıpışlayarak, don Juan’ın çok haklı olduğunu söyledi, ve aslında, benim gibi olmaya karar verdiğini bildirdi. Gözlerinde delice bir parıltıyla yüzüme bakıp burun dileklerini açtı da açtı.
Don Juan ellerini çırparak şapkasını tuttuğu gibi yere fırlattı.
Evde, kalınca bir tahtayı uzun süre aradıktan sonra, don Genaro evin kirişlerinden biri olan uzunca ve oldukça kalın bir ağaç kütüğü buldu. Onu omuzlarına yatırdı; hep birlikte arabamı aradığımız yere yollandık.
O küçük tepeye doğru ilerlerken yolda, park ettiğimiz düzlüğü görebileceğim bir dönemece yaklaşırken, birden içime bir şey doğdu. Arabamı, onlardan önce bulacağıma dair bir içgörü idi bu; ama aşağıya baktığımda, tepenin dibinde araba falan yoktu.
Don Juan ile don Genaro zihnimden geçenleri anlamış olacaklar ki, ardımdan koştular, ve kahkahalarını patlattılar.
Tepeden düzlüğe indiğimizde derhal işe koyuldular. Onları birkaç saniye izledim. Yaptıklarını havsalam almıyordu. Çalışıyormuş gibi görünmek değildi onların yaptığı şey, arabamı aramak amacıyla taşı kaldırıp altına bakma işine kendilerini gerçekten tüm güçleriyle vermişlerdi. Bu kadarına dayanamayıp onlara katıldım. İkisi de soluk soluğaydılar, arada bir haykırıyorlardı; Genaro, bir çakal gibi uluyordu. İkisi de tere batmışlardı. Bedenlerinin, özellikle don Juan’ınkinin, ne denli kuvvetli olduğunu görebiliyordum. Onların yanında hımbıl bir delikanlıydım ben.

Cvp: 18 - Büyücünün Erk Halkası

Çok geçmeden benden de ter boşanmaya başladı. Sonunda kayayı çevirmeyi başardık; don Genaro kayanın altındaki toprakları çıldırtıcı bir sabırlılık ve itinayla incelemeye koyuldu.
“Yok. Burada değilmiş,” diye duyurdu nihayet.
Onun bu sözleri, ikisinin de yerde yuvarlanarak katıla katıla gülmelerine yol açtı.
Ben de asabi bir şekilde gülmekteydim. Don Juan gerçekten sancılanmışçasına kıvranıyordu; elleriyle yüzünü örtüp sarsılan vücuduyla yere uzandı.
“Şimdi hangi istikamete gideceğiz?” diye don Genaro uzun bir moladan sonra sordu.
Don Juan başını eğerek gösterdi.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum.
“Arabanı aramaya!” dedi don Juan hiç gülmeksizin. Onlar gene iki yanımda yürüyerek hep birlikte çalılığa doğru yöneldik. Daha birkaç metre ilerlemiştik ki don Genora durmamızı imledi. Ayak parmaklarının uçlarına basa basa yürüyerek »birkaç adım ötemizdeki yuvarlakça bir çalılığa doğru yaklaştı, bir süre dalların arasına baktı; ama arabamın orada olmadığını söyledi.
Bir süre daha ilerledikten sonra don Genaro eliyle susmamızı imledi. Ayak parmaklarının uçlarına basarak dururken sırtını kamburlaştırdı, kollarını başının üzerinden havaya doğru uzattı. Parmakları bir pençe gibi gerilmişti. Bulunduğu yerden, don Genaro’nun vücudu bir S harfi gibi durmaktaydı. Bir süre o pozisyonda kaldı, ardından da, mübalâğasız, kendini tepesi üstü, üzerinde kuru yapraklar bulunan ince bir dala doğru attı. Dalı yerden alıp inceledikten sonra gene arabamın orada olmadağını söyledi.
Çalılığın yoğunlaştığı bölgeye girerken, Genaro çalıların arkasına bakıyor, bodur paloverde ağaçlarına tırmanarak yapraklarının altını muayene ediyor, ama arabayı ne yazık ki orada da bulamadığını bildiriyordu.
Bu arada ben dokunduğum ve gördüğüm her bir şeyi kılı kırk yararcasına bir dikkatle zihnimde tutmaya çalışıyordum. Çevremdeki dünyayı ardışık ve düzenli bir şekilde algılayışım, her zaman olduğu gibi sürekliydi. Kayalara, çalılara, ağaçlara dokunmaktaydım. Bakışlarımı önümdeki yerden, bir gözümü sonra da ötekini kaydırarak arkama doğru çeviriyordum. Edindiğim bütün verilere göre o çalılıktaki yürüyüşüm, normal yaşamda sayısız kereler yaptıklarımdan farksızdı.
Daha sonra don Genaro karnının üstüne uzanarak bizim de aynı şeyi yapmamızı istedi. Çenesini, kenetlediği ellerinin üzerine yaslamıştı. Don Juan da aynısını yaptı. İkisi de gözlerini yerdeki bir dizi minik tepelere benzeyen son derece küçük tümseciklere diktiler. Birden don Genaro sağ elini havada savuruverdi, ve bir şeyi yakaladı. Apar topar ayağa kalktı, don Juan da onu izledi. Don Genaro yumruk ettiği elini önüne doğru uzattı, bize yaklaşarak bakmamızı istedi. Elini yarı araladığı zaman irice siyah bir şey uçup gidiverdi. Bu öyle ani olmuştu ki, birden irkilerek dengemi yitirdim. Ama ben daha geriye doğru düşmeden don Juan beni yakaladı.
“Araba değilmiş yahu,” diye yakındı don Genaro. “Pezevenk sineğin tekiymiş. Kusura bakma!”
İkisi de dikkatle bana bakmaktaydılar. Tam önümde durmakta, ama bana doğrudan doğruya değil de göz ucuyla bakmaktaydılar. Uzatılmış nazarlarla.
“Sinekti, değil mi?” diye don Genaro sordu bana. “Galiba,” dedim ben.
“Bırak galibayı,” diye buyurdu don Juan mütehakkim.
“Ne gördün? Söyle!”
“Elinden çıkıp uçan karga gibi kocaman bir şey gördüm,”
dedim.
Söylediğim şey, algıladığım şeye uygun bir ifadedeydi,
ama onlar buna o günün belki de en büyük şakasıymışçasına tepki göserdiler. İkisi de kendilerini yerden yere atıp katılana dek güldüler.
“Kanımca bu kadarı Carlos’a yeter artık,” dedi don Juan. Sesi, gülmekten kısılmıştı.
Don Genaro, arabamı bulmak üzere olduğunu, hislerinin giderek kızıştığını söyledi. Don Juan, bulunduğumuz yerin çok engebeli olduğunu, arabayı orada bulmanın pek hoş bir şey olmayacağını söyledi. Don Genaro şapkasını çıkararak kayışını, cebinden çıkardığı bir parça sicimle düzenleyerek, yün kuşağını şapkasının kenarına takılı bir püsküle bağladı.
“Şapkamdan bir uçurtma yapıyorum,” dedi bana.
Gözlerimi ona doğru çevirdim—şaka yaptığını anladım. Zira uçurtma konusunda kendimi hep bir uzman saymışımdır. Çocukluğumda en karmaşık uçurtmaları yapmışlığım vardı; hasır şapkanın kenarının rüzgâra direnemeyecek denli esnek olduğunu bilmekteydim. Üstelik, şapkanın tepe bölümü epey derindi; o yüzden rüzgâr onun içinde dönerek havalanmasını imkânsız hale getirecekti.
“Uçmaz diyorsun, öyle mi?” diye sordu don Juan bana. “Uçmayacağına eminim,” dedim.
Don Genaro’nun bizi dinlediği yoktu; uçurtmasına uzun
bir sicim bağlamayı bitirdi, sonra sicimi tartarak çekmeye başlayınca kahrolası uçurtma gerçekten havalandı.
“Bak, bak uçurtmaya!” diye bağırıyordu don Genaro.
Uçurtma bir iki kez daha yana yattı, ama sonunda havada kaldı.
“Gözlerini uçurtmadan ayırma!” dedi don Juan buyururcasına.
Bir an başım döndü. Uçurtmaya bakarken, başka bir zamana ait bir hatıra gözümün önünde canlanmıştı, sanki uçurtmayı uçuran kimse bendim de, eskiden olduğu gibi doğduğum kasabadaki rüzgârlı tepelerdeydim.
Kısa bir süre boyunca o anım beni almış götürmüş, geçen zamana ilişkin bilincimi yitirmiştim.
Don Genaro’nun haykırarak bir şeyler söylediğini işittim, ardından şapkasının iki yana doğru yalpalanarak, sonunda arabamın bulunduğu yere düştüğünü gördüm. Hepsi de öyle hızlı bir şekilde cereyan etmişti ki, ne olduğunun farkına bile varamamıştım. Gene başım dönmeye başladı, unutkanlaşmıştım. Zihnim son kerte karmaşık bir imgeye takılmış kalmıştı. Ya don Genaro’nun şapkasının arabama dönüştüğünü görmekteydim, ya da şapkanın arabamın üstüne düştüğünü. İnanmak istediğim, ikincisiydi, yani don Genaro’nun şapkasını, arabamı göstermek amacıyla kullanmış olduğu. Aslında bunun bir önemi yoktu, zira her iki şık da birbirinden daha ürkütücüydü, ama gene de aklım normal zihinsel dengemi korumak amacıyla o önemsiz ayrıntıya takılıp kalmıştı.
“Uğraşmasana,” dediğini işittim don Juan’ın.
İçimden bir şeyin yüzeye çıkmakta olduğunu duyumsadım. Uykuya dalıyormuşunı gibi, düşünceler ve imgeler kontrol edilemez dalgalar halinde üşüşmeye başladılar. Küçük dilimi yutarcasına arabama bakıyordum. Yüz metre kadar ötemde kayalık düz bir yerde durmaktaydı. Sanki birisi onu oraya kasten koymuş gibi görünmekteydi. Arabama bakmak amacıyla oraya doğru koşmaya başladım.
“Kahrolasıca!” diye haykırdı don Juan. “Arabaya bakmasana! Dünyayı durdursana!”
Sonra, bir rüyadaymışçasına, onun bağırdığını işittim: “Genaro’nun şapkası! Genaro’nun şapkası!”
Onlara doğru baktım. Onlar da gözlerini dikmişler, delici nazarlarla bana bakmaktaydılar. Midemde bir sancılanma hissettim. Aniden bir baş ağrısı tuttu, fenalaşmıştım.
Don Juan ile don Genaro beni merakla süzmekteydiler. Arabamın yanında bir süre oturdum, sonra bir robot gibi kapısının kilidini açarak don Genaro’yu arkaya oturttum. Don Juan da onu izleyerek onun yanına oturdu. Bunu biraz tuhaf bulmuştum, zira don Juan ekseriya ön koltukta otururdu.
Zihnim epey karışık, arabayı don Juan’m evine doğru sürdüm. Kendimi değişmişim gibi hissetmekteydim. Midem çokça bulanıyordu, bulantı hissi ayık kalmamı engelliyordu. Arabayı bir robot gibi sürüyordum.
Arka kanepede don Juan ile don Genaro’nun çocuklar gibi gülüşerek bağırdıklarını işitmekteydim. Don Juan’ın bana, “Yaklaşıyor muyuz?” diye sorduğunu işittim.
İşte tam o anda ölçünmeli olarak dikkatimi yola yönelttim. Gerçekten de don Juan’ın evine epey yaklaşmıştık.
“Az sonra oradayız,” diye mırıldandım.
İkisi de kahkahayı bastırdılar. Ellerini çırpıyor, uyluklarını tokatlıyorlardı.
Eve vardığımızda ben gene bir robot gibi arabadan çıkıp onların kapısını açtım. Arabadan önce don Genaro indi; hayatında yaptığı bu en güzel, en sarsıntısız yolculuk nedeniyle beni kutladı. Don Juan da aynı şeyleri söyledi. Söyledikleri şeylere pek önem vermedim.
Arabamı kilitledim, kendimi eve zor attım. Uykuya dalmadan önce don Juan ile don Genaro’nun kahkahalarını işitmekteydim.

Cvp: 18 - Büyücünün Erk Halkası

.