“Ben seni buraya bi şey öğretmek amacıyla getirdim,” dedi, ve bir süre duruladı. “Yapmamayı öğreneceksin sen. Konuşmaktan başka çarem yok, zira sen başka türlüsünü ne yazık ki anlamaktan acizsin. Ben senin yapmamayı benim bi şey anlatmama gerek kalmadan anlayabileceğini sanmıştım. Yanılmışım.”
“Neden söz ettiğini anlamadım, don Juan.”
“Aldırma,” dedi. “Ben şimdi sana uygulaması çok basit ama pek zor olan bi şeyden söz edeceğim; gerçi bu iş, sırf bedenle yapılacak bi şey olduğundan ötürü konuşmakla açıklanabilecek bi şey değildir ama ben gene de yapmamayı anlatacağım sana.”
Don Juan bir iki kez gözlerini bana doğru dikti, ardından, söylediklerini can kulağıyla dinlememi istedi.
Defterimi kapattım, ama don Juan ısrarla yazmayı sürdürmemi söylediğinde kulaklarıma inanmamıştım.
“Yapmama öyle zor ve öyle güçlü bi şeydir ki ondan kesinlikle söz etmemelisin,” diye devam etti don Juan. “Dünyayı durdurana dek, yani, ancak o zaman ona ilişkin özgürce konuşabilirsin, şayet konuşmadan edemiyorsan elbet.”
Don Juan çevresine şöyle bir baktı, irice bir kayayı gösterdi.
“Şuradaki kaya, yapma yüzünden bi kayadır,” dedi.
Birbirimize doğru baktık, don Juan gülümsedi. Ben bir açıklama yapmasını bekliyordum, ama o sessizce kaldı. Nihayet, ne demek istediğini anlamadığımı söyledim ona.
“Bu yapmadır işte!” diye ünledi.
“Affedersin?”
“Bu da yapmadır.”
“Ne diyorsun sen, don Juan?”
“Yapma, o kayayı kaya, şu çalıyı da çalı kılan şeydir. Yapma, seni sen, beni de ben kılan şeydir.”
Açıklamalarının hiçbir şey açıklamadığını anlattım ona.
Don Juan gülerek şakaklarını kaşımaya başladı.
“Konuşunca böyle olur elbet,” dedi, “insanın aklını karıştırır hep. Yapma üzerinde konuşmaya başlayınca, insan hep başka bi şeye atlamış olduğunu görür. Yalnızca eyleme geçmek en iyisidir.
“Örneğin şu kayayı ele alalım. Ona bakmak, yapmadır, ama görmek, yapmamadır.”
Sözlerinden hiçbir şey anlamadığını itiraf etmek zorunda kaldım.
“Anlıyorsun, anlıyorsun!” diye bastırdı don Juan. “Ama anlamadığına inanıyorsun, bu da senin yapmandır işte. Bana karşı da, dünyaya karşı da davranış biçimin bu senin.”
Don Juan gene kayayı gösterdi.
“Bu kaya, senin birçok şey arasından yapmayı en iyi bildiğin şeyin bu olması yüzünden bi kayadır,” dedi. “Ben buna yapma, diyorum. Bi bilgi adamı, örneğin, bu kayanın bi kaya olduğunu sırf yapma yüzünden bilir, bu durumda bu kayanın bi kaya olmasını istemediği takdirde yapması gereken tek şey yapmamaktır. Şimdi anladın mı?”
Dediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Don Juan gülerek bir açıklama girişiminde daha bulundu.
“Bu dünya bu dünyadır, zira sen onu öyle kılmak için gereken yapmayı bilmektesin,” dedi. “O yapmayı bilmeseydin, dünya bambaşka bi şey olurdu.”
Don Juan merakla beni inceledi. Yazmayı kesmiştim. Onu sadece dinlemek istiyordum. Don Juan açıklamasını sürdürerek, o mahut yapma olmadan çevremizde aşina olduğumuz hiçbir şey kalmayacağını anlattı.
Uzanarak yerden bir taş aldı, onu sol elinin başparmağıyla işaretparmağmın arasında tutarak, taşı gözlerimin önüne doğru kaldırdı.
“Bu bi çakıldır, çünkü sen onu bi çakıla çeviren yapmayı bilmektesin,” dedi.
“Ne diye şaşırmaktasın, bilmiyorum,” dedi. “Sen sözcükler olmadan edemiyorsun. Kendi cennetinde yaşıyorsun.”
Don Juan giz yüklü bir bakışla beni süzerek iki üç kez kaşlarını kaldırdı. Sonra gözlerimin önünde tuttuğu o küçük taşı tekrar gösterdi.
“Senin bunu bi çakıl kıldığını söylüyorum, zira bunun için gerekli olan yapmayı durdurmam gerekiyor.” Dünyayı durdurman için, senin önce yapmayı durdurman gerekiyor.
Don Juan’ın hâlâ anlamamış olduğumu bildiği belli olmaktaydı; gülerek başını sallamaya başladı. Sonra yerden bir dal parçası alıp çakılın pürüzlü kıyısını imledi.
“Bu küçük taşçağızı ele alalım,” diye sürdürdü, “yapmanın gerçekleştirdiği ilk şey onu bu boyuta indirgemektir. O hal de, bi savaşçının dünyayı durdurma amacıyla yapacağı ilk şey, bu küçük taşı, ya da başka herhangi bi şeyi, yapmama ile genişletmektir.”
Don Juan ayağa kalkarak çakılı iri bir kayanın üzerine yerleştirdi, sonra da bana, oraya yaklaşıp onu incelememi söyledi, çakılın üzerindeki deliklerle girintilere bakmamı, onlardaki en ince ayrıntıları belirlememi istedi. Ayrıntıları üzerinde yoğunlaştığım takdirde o deliklerin de, girintilerin de ortadan kaybolacağını, o zaman “yamamanın” ne anlama geldiğini anlayacağımı söyledi.
“Bu Allah’ın belası çakıl bugün sana aklını kaçırtacak,” dedi.
Şaşkınlığım yüzümden açıkça okunuyor olmalıydı. Don Juan bana bakarak kahkahayı koyuverdi. Sonra güya çakıla kızmış gibi şapkasıyla ona üç kez vurdu.
Biraz daha açıklaması için dayattım. Biraz gayret gösterdiği takdirde istediği her şeyi açıklamasının mümkün olduğu görüşünü savundum.
Don Juan şeytanca bir nazarla beni süzdü—umutsuz bir vaka karşısındaymışçasına başını salladı.
“Elbet her şeyi açıklayabilirim,” dedi, gülerek. “Ama sen anlayabilecek misin?”
“Onun bu iğneli sözü beni hayrete düşürmüştü.
“Yapma, senin bu çakılı şu koca kayadan ayırmanı sağlar,” diye sürdürdü don Juan. “Yapmamayı öğrenmek istiyorsan, diyebiliriz ki, onları birleştirmen gerekir.”
Don Juan çakılın, o iri kayanın üzerine vuran küçücük göl gesini gösterdi; onun bir bölge değil de, onları birbirine bağlayan bir tutkal olduğunu söyledi. Ardından geriye doğru dönüp, daha sonra geri gelip beni sınayacağını söyleyerek uzaklaştı.
Uzun bir süre çakılı seyrettim. Dikkatimi deliklerdeki ve girintilerdeki ince ayrıntıların üzerinde yoğunlaştıramıyordum, ama çakılın o ipiri kayanın üzerine vuran gölgesi ilgimi çokça çekmeye başlamıştı. Don Juan haklıydı; bir tutkal gibiydi o gölge. Deviniyor, yer değiştiriyordu. Sanki çakılın altından sıkılarak akıtılan bir zamk gibiydi.
Don Juan döndüğünde, gölgeye ilişkin gözlemlerimi ona anlattım.
“İyi bi başlangıç bu,” dedi don Juan. “Bi savaşçı gölgelere bakarak biçok şeyi anlayabilir.” Sonra don Juan o çakılı alarak bir yere gömmemi söyledi.
“Neden?” diye sordum.
“Uzun bi süredir bakmaktaydın ona sen,” dedi. “Şimdi senden bi şeyler var onda. Bi savaşçı her zaman yapmanın gücünü, onu yapmamaya çevirerek dengeler. O çakılı sırf küçük bi taştır, diye ortalıkta bırakırsan, bu yapma olur. Ama o çakılı, sırf bi kaya parçası olmanın ötesinde bi şey olarak alırsan, bu da yapmama olur. Bu durumda, o çakıl seni uzun süre emmiştir, ve sen şu anda, onu ortalıkta öylece bırakamazsın, onu gömmelisin. Ama sende kişisel erk olsaydı, yapmama o çakılı bi erk nesnesine çevirmiş olurdu.”
“Bunu yapmam mümkün mü şimdi?”
“Senin yaşamın bunu yapabilecek denli arı değil. Şayet görebilseydin, senin yoğun ilginin o çakılı çekimsiz bi şeye dönüştürdüğünü bilirdin; onun için, yapabileceğin en iyi şey bi çukur kazıp onu gömmen, toprağın onun ağırlığını emmesini sağlamandır.
“Bütün bunlar doğru mu, don Juan?”
“Senin soruna karşı evet ya da hayır demek, yapmadır. Ama, yapmamayı öğrenmekte olduğuna göre sana anlatmam gerekir ki, bunların doğru olup olmamasının bi önemi yoktur. Bi savaşçının sıradan bi kimseye olan üstünlüğü buradadır. Sıradan bi insan her bi şeyin doğru ya da yanlış olmasına özen gösterir, ama bi savaşçı öyle yapmaz. Sıradan bi adam, doğru olduğunu bildiği şeylere ilgili olarak belli bi şekilde, doğru olmadığını bildiği şeylerle ilgili olarak da başka bi şekilde davranır. Şayet kimi şeylerin doğru olduğu söyleniyorsa, o kimse belli birtakım eylemlere geçer, ve yaptığı şeye inanır. Ama kimi şeylerin doğru olmadığı söyleniyorsa, o takdirde o kimse eyleme geçmeye gerek görmez, ya da yapmakta olduğu şeye inanmaz. Öte yandan, bi savaşçı her iki durumda da eyleme geçer. Şayet kimi şeylerin doğru olduğu söylenmekteyse, yapma amacıyla eyleme geçecektir. Şayet kimi şeylerin doğru olmadığı söylenmekteyse, o takdirde, bu kez yapmama amacıyla, gene eyleme geçecektir. Anlıyor musun beni?”
“Hayır, ne demek istediğini kesinlikle anlayamıyorum,” dedim.
Don Juan’ın anlattıkları öfkelenmeme yol açmıştı. Onun anlattıklarından bir anlam çıkaramıyordum. Bütün bunların saçma olduğunu söyledim ona. Don Juan benimle dalga geçerek, en çok sevdiğim şey olan konuşmayı dahi gerçekleştirebilecek kusursuz bir tine sahip olmadığımı bildirdi. Hatta konuşma tarzımla düpedüz alay ederek doğru dürüst konuşmaktan aciz olduğumu belirtti.
“Şayet sırf çenene yükleneceksen, bi çene savaşçısı ol sen,” diyerek müthiş bir kahkaha patlattı.
Keyfim kaçmıştı. Kulaklarım uğuldamaktaydı. Başımın içi yanıyormuşçasına ağrıyordu. Aslında fena halde utanmıştım, yüzüm belki de kıpkırmızı kesilmişti.
Ayağa kalkarak çalılığa doğru yürüdüm; orada çakılı gömdüm.
“Bi parça takılayım dediydim,” dedi don Juan dönüp de tekrar oturduğunda. “Ama bilmekteyim ki, sen konuşmadığın takdirde anlayamıyorsun. Konuşma, senin için yapmadır, ama konuşma yeterli olmaz ki, yapmama ile neyi kastettiğini öğrenmek istiyorsan basit bi alıştırma var, onu yapmanı öneririm. Biz şimdi yapmama ile ilgilendiğimiz için bu alıştırmayı ister şimdi yap ister on yıl sonra yap, fark etmez.”
Don Juan beni yere yatırarak sağ kolumu yakalayıp dirseğimden kıvırdı. Sonra elimi, ayası önüme bakana dek çevirdi; parmaklarım, elim bir kapı tokmağını tutarmış gibi görünene dek kıvırdı, ve sonra kolumu bir çarka takılı bir kolu itip çeker gibi dairesel bir hareketle ileri geri devindirdi.
Don Juan bi savaşçının ne zaman kendi bedeninden, bir hastalık ya da nahoş bir duygu gibi bir şeyi defetmek istese bu hareketi yaptığını anlattı. İşin püf yanı, insanın kendi elinin özgürce hareket etmesini engelleyici ağır bir nesnenin ya da yoğun bir kütlenin varlığını hissedene dek direnen muhayyel bir gücü itip çekmesiymiş. Bu alıştırma bağlamında, “yapmama”, hissedilmesinin mümkün olduğuna inanmamasına karşın insanın eliyle ağır bir kütle hissetmesine dek yinelenmesiymiş.
Kolumu devindirmeye başladım; kısa bir süre sonra elim buz gibi oldu. Elim lapalaşmış gibi geliyordu bana. Sulu, hamurumsu bir ortamda kürek çekiyor gibiydim.
Don Juan ani bir hareketle kolumu yakalayıp, devindirmemi durdurdu. Tüm bedenim görünmeyen bir güçle çarpışmışçasına sallandı. Ben doğrulup otururken don Juan beni merakla inceledi; sonra ayağa kalkıp etrafımda birkaç adım attıktan sonra yeniden aynı yerine oturdu.
“Bu kadarı kâfi,” dedi. “Bu alıştırmayı başka zaman da yaparsın, daha çok kişisel erke sahip olduğun zaman.”
“Yanlış bir şey mi yaptım?”
“Yo. Yapmama yalnızca çok güçlü savaşçılar içindir, onunla baş edebilecek erkin henüz yok senin. Şu anda sen elinle yalnızca korkunç şeyleri yakalayabilirsin. Onun için, bi daha elin soğumadan dur. Elin ılık kaldıkça, onunla dünyanın çizgilerini gerçekten hissedebilirsin.”
Don Juan, çizgilere ilişkin soru sormamı beklermiş gibi duraladı. Ama ben daha soru sormaya fırsat bulamadan, bizi her şeye bağlayan sayısız çizgilerin varlığını açıklamaya başladı. Az önce anlatmış olduğum “yapmama” alıştırmasının bir kimsenin devinen bir elden çıkan bir çizgiyi duyumsamasına yardımcı olacağını, böylece o kimsenin o çizgiyi istediği yere atabileceğini ya da yerleştirebileceğini anlattı. Don Juan bunun yalnızca bir alıştırma olduğunu, ve elle oluşturulan çizgilerin yeterince dayanıklı olmaması nedeniyle günlük yaşamda gerçek bir yarar sağlamayacağını da ekledi.
“Bi bilgi adamı, dayanıklı çizgiler üretmek için bedeninin öbür bölümlerini kullanır,” dedi.
“Hangi bölümlerini mesela, don Juan?”
“Bi bilgi adamının ürettiği en dayanıklı çizgiler bedeninin ortasından çıkar,” dedi don Juan. “Ama gözleriyle de yapabilir onları.”
“Gerçekten çizgi midir onlar?”
“Elbette.”
“Yani onları görmek, onlara dokunmak mümkün müdür?” “Onları hissedebilirsen, diyelim. Bi savaşçı yaklaşımının en zor yanı dünyanın bi duygu olduğunu kavramaktır. İnsan yapmamayı uygularken dünyayı duyumsamaktadır; ve insan dünyayı çizgileri aracılığıyla duyumsar.
Don Juan durdu—merakla beni inceledi. Kaşlarını kaldırıp gözlerini açtı, sonra kapattı. Bu hareketinin bende bıraktığı etki bir kuşun göz kırpması şeklindeydi. O anda tedirginleşiverdim; midem bulanır gibi oldu. Sanki görünmez bir varlık midemin üzerine bastırmaktaydı.
“Gördün mü?” diye sordu don Juan gözlerini benden uzaklaştırırken.
Ben midemin bulandığını söyleyince, don Juan sıradan bir şeymişçesine bunu bildiğini, ve gözleriyle bana dünyanın çizgilerini duyumsatmaya çalışmakta olduğunu anlattı. O şeklide hissetmeme onun yol açmış olduğu savını kabul edemezdim. Duyduğum kuşkuları dile getirdim. Bulantı hissimi onun yaratmış olduğu fikri inanmayacağım bir şeydi, öyle ya, üzerimde fiziksel herhangi bir etki uygulamamıştı.
“Yapmama çok basit ama çok zordur; sonra, görmeye anca, insanın yapmama yöntemiyle dünyayı durdurmasından sonra erişilebilir.”
Kendimi tutamayarak güldüm. Ne demek istediğini anlamamıştım.
“Bi kimse başka insanlarla bi şey yaptığı zaman,” dedi don Juan, “Onların bedenini göz önünde bulundurmalıdır. Ben de seninle hep böyle yapagelmekteyim şu ana dek, yani senin bedenine seslenmekteyim. Sen anlamışsın ya da anlamamışsın, ırgalamaz o beni!”
“Ama haksızlık bu, don Juan. Ben her şeyi anlamak istiyorum, yoksa buraya gelişim sırf zaman israfı demek olur.”
“Zaman israfı ha!” diye sesimi gülünç bir şekilde taklit ederek bağırdı don Juan. “Amma da kendini beğenmişsin ha.” Don Juan ayağa kalkarak sağımızdaki volkanik doruğun
tepesine doğru bir yürüyüşe çıkacağımızı söyledi.
Doruğa tırmanış meşakkatli bir işti. Gerçek bir dağcılıktı bu yaptığımız şey, yalnız güvenliğimizi sağlayacak iplerimiz yoktu, o kadar. Don Juan sık sık aşağıya bakmamamı söylemekteydi; ben bir kayadan aşağıya kaymaya başladığımda, kendisi birkaç kez gövdemi bilfiil yukarıya doğru çekmek zorunda kalmıştı. O yaşlı haliyle bana yardım etmek mecburiyetinde olmasından dolayı son derece utanmıştım. Tembelliğim yüzünden beden egzersizleri yapmadığım için fiziki kondisyonumun kötü olduğunu söyledim ona. O da insanın belli bir kişisel erk aşamasına erişmesinden sonra egzersizin de herhangi bir çalışmanın da gereksiz olduğu yanıtını verdi; zira kusursuz bir formda olabilmek için insanın gereksindiği tek şey kendisi ni “yapmama” işine vermekmiş.
Doruğa vardığımızda hemen yere uzandım. Bitkin vaziyetteydim. Don Juan ayağıyla, daha önce yaptığı gibi beni ileri geri yuvarladı. Bu devinme azar azar beni kendime getirmişti. Ama sinirlerim bozulmuştu. Bir şeyin ansızın ortaya çıkıvermesini bekler bir halim vardı. Elimde olmadan sağıma ve soluma birkaç kez baktım. Don Juan bir şey demedi ama o da benim baktığım yöne doğru baktı.
“Tuhaftır şu gölgeler,” dedi birden. “Bi tanesi bizi izlemekte, farkındaysan.”
“Öyle bir şeyin farkında filan değilim ben,” diye yüksek sesle karşı çıktım.
Don Juan, ısrarla karşı çıkmama rağmen bedenimin izleyen varlığın farkına varmış olduğunu söyleyerek kendinden emin bir sesle bir gölge tarafından izlenmenin anormal bir yanı olmadığını söyleyerek beni sakinleştirmeye çalıştı.
“Yalnızca bi erktir o,” dedi. “Bu dağlar onlarla doludur, geçen gece seni korkutan o varlıklar gibidir onlar da.”
Onları benim de sezmemin mümkün olup olmadığını öğrenmek istedim. Don Juan gündüzün onların varlığını sadece hissedebileceğimi bildirdi.