1

Konu: 6. Kartal'ın Armağanı'ndan Alıntılar

••Rüya görme sanatı, kişinin sıradan rüyalarını kullanıp, onları rüya görme dikkati denilen özel olarak geliştirilmiş bir dikkat biçimi aracılığıyla denetimli farkındalığa dönüştürme yetisidir.

••Iz sürme sanatı, bir savaşçının düşünülebilecek her durumdan en iyi neticeyi çıkarabilmesine olanak veren bir yöntemler ve tutumlar dizisidir.

••Savaşçının erkini odaklayacağı maddesel şeyleri olmamalı; değersiz şeyler yerine tine, bilinmeyene gerçek yolculuk üzerine odaklamalı erkini.

••Savaşçının yolunu izlemek isteyen herkes, maddesel şeylere sahip olma, onlardan destek alma dürtüsünden kendini kurtarmalı.

••Görme, bedensel bir bilgidir. Bizde görsel duyumun baskın oluşu, bu bedensel bilgiyi etkiler ve onun gözle ilintiliymiş gi bi görünmesine neden olur.

••İnsan biçimini yitirmek, bir sarmal gibidir. Bir savaşçıya kendisini düz enerji alanları gibi anımsama özgürlüğü verir, ve bu da onu büsbütün özgür kılar.

••Bir savaşçı beklediğini bilir, ne için beklediğini de; ve beklerken dünya ile gözlerine bir şölen verir. Bir savaşçının nihai başarısı, sonsuzluğun sevincinin tadını çıkarmaktır.

••Bir savaşçının yazgısının seyri değiştirilemez. Savaşçının yenmesi gereken zorluk, ne kadar ileri gidebileceği, ve o katı sınırlar içinde ne denli kusursuz olabileceğidir.

••Savaşçının hiçbir beklentisi kalmadığında, insanların eylemleri artık onu etkilemez. Acayip bir huzur, yaşantısını yöneten güç haline gelmiştir. Bir savaşçının yaşamındaki kavramlardan birini benimsemiştir—yansızlığı.

••Yansızlık, ille de bilgelik anlamına gelmez, ama gene de bir avantajdır; çünkü savaşçının bir anlığına duraklayıp durumları yeniden değerlendirmesini, konumları yeniden gözden geçirmesini sağlar. Ancak o bir anlık süreyi tutarlı ve doğru biçimde kullanabilmesi için, bir savaşçının tüm ömrünce caymaksızın uğraşması gerekir.

••Yazgıma hükmeden erke çoktandır etmişim kendimi teslim.

Yokki yapıştığım bir şey, onu savunmak isteyeyim.

Yoktur düşüncelerim, o yüzden göreceğim. Yoktur korktuğum bir şey, o yüzden kendimi anımsayacağım.

Yansız ve kaygısız,
Fırlayıp özgürlüğe doğru, Kartal’ı geçeceğim.

••Savaşçılar için maksimum stres koşullarında işlerini yürütmek, normal koşullarda kusursuz olmaktan çok daha kolaydır.

••İnsanoğulları iki-yanlıdır. Sağ yan, aklın kavrayabileceği her şeyi kapsar. Sol yan, betimlenemeyen niteliklerin âlemidir; sözcüklere sığdırılamayacak bir âlem. Sol yan ola ki kavranabilir— şayet topyekûn bedenin içinde yer alan şey kavrayış ise; onun kavramsallaştırmaya gösterdiği direnci böylece anlamış oluruz.

••Şamanizmin tüm özellikleri, olanakları, başarıları, en basitinden en görkemlisine kadar, insan bedeninin kendisinde yatar.

••Tüm yaşayan varlıkların yazgısını yöneten erk, Kartal diye adlandırılmıştır—bir kartal olduğu, ya da kartalla herhangi bir ilişkisi olduğundan değil, görücünün gözüne sınırsız büyüklükte simsiyah bir kartal gibi göründüğü için; boyu sonsuzluğa erişen, dimdik duran bir kartal gibi.

••Bir an önce yeryüzünde canlı iken şimdi ölü olan tüm yaratıkların farkındalıkları, sahipleri, yaşam sebepleri ile buluşmak amacıyla ateşböceği yığınları gibi süzülerek Kartal’ın gagasına doğru üşüşürler, ve Kartal tarafından yutulurlar. Kartal bu ufacık alevleri tek tek ayırır, tıpkı sepicinin bir postu germesi gibi açıp düzeltir, sonra yutar onları; zira farkındalık, Kartal’ın besinidir.

••Kartal, tüm canlı varlıkların yazgılarını yöneten bu erk, o varlıkların hepsini birden ve eşit olarak yansıtır. Bu yüzden, insanın Kartal’a dua etmesinin, ondan lütuflar dilemesinin, merhamet beklemesinin hiç yolu yoktur. Kartal’ın insan yanı, tümünü harekete geçiremeyecek kadar önemsizdir.

••Yaşayan her varlığa, eğer isterse, özgürlüğe açılan bir aralık bularak ordan çıkıp gitme erki verilmiştir. Bu aralığı gören görücüler, ve onun içinden geçen varlıklar için, Kartal’ın bu armağanı onlara, farkındalığı sürekli kılmak için bağışlamış olduğu apaçık ortadadır.

••Özgürlüğe geçiş, sonsuz bir yaşam demek değildir—yani sonsuzluk sözcüğünün genelde çağrıştırdığı gibi ölümsüzlük anlamına gelmez. Bu daha çok, normal olarak ölüm anında terk edilen farkındalığın savaşçılar tarafından korunabilmesi anlamını taşır. Geçiş anında, beden tamamen bilgiyle tutuşmuş durumdadır. Her bir hücre, kendisinin farkında olduğu kadar, bedenin bütünlüğünün de farkındadır.

••Kartal’ın özgürlük armağanı bir ihsan değil, bir fırsat kazanabilme fırsatıdır.

••Bir savaşçı asla kuşatma altına alınamaz. Kuşatılmış olması, kişinin sahip olduğu, ablukaya alınabilecek, kişisel serveti olduğunu gösterir. Bir savaşçının bu dünyada kusursuzluğundan başka hiçbir şeyi yoktur— kusursuzluk ise tehdit edilemez.

••İz sürme sanatının birinci ilkesi, savaşçıların savaş alanlarını seçmeleridir. Bir savaşçı çevresine ilişkin bilgisi olmaksızın asla savaşa girmez.

••Gereksiz olan her şeyi atmak, iz sürme sanatının ikinci ilkesidir. Savaşçı işleri karmaşıklaştırmaz. Yalın olmayı hedefler. Olanca konsantrasyonunu savaşa girme ya da girmeme kararı üzerinde odaklar; zira her savaş, bir ölüm kalım savaşıdır. Bu, iz sürme sanatının üçüncü ilkesidir. Bir savaşçı son gösterisini yapmaya, şimdi-ve-burada, hazır ve istekli olmalıdır. Ama gelişigüzel bir biçimde değil.

••Bir savaşçı gevşer ve kendini bırakır; hiçbir şeyden korkmaz. Ancak o zaman, insanoğullarına kılavuzluk eden erkler savaşçıya yolu açar ve ona yardım ederler. Ancak o zaman. Bu, iz sürme sanatının dördüncü ilkesidir.

••Hakkından gelinemeyecek ters bir durumla karşılaştıklarında, savaşçılar bir anlığına geri çekilir. Zihinlerini o ters duruma takmazlar. Zamanlarını başka bir şeyle meşgul olarak geçirirler. Her şey olabilir, bu. Bu da iz sürme sanatının beşinci ilkesidir.

••Savaşçılar zamanı sıkıştırırlar; bu iz sürme sanatının altıncı ilkesidir. Bir an bile önemlidir. Bir ölüm kalım savaşında, bir saniye bir sonsuzluk, sonucu belirleyecek bir sonsuzluk demektir. Savaşçılar başarıyı hedeflerler; bu yüzden zamanı sıkıştırırlar. Savaşçılar tek bir anlarını bile boşa harcamazlar.

••İz sürme sanatının yedinci ilkesini uygulamak için, kişinin öbür altı ilkeyi uygulaması gerekir: bir iz sürücü kendisini asla öne çıkarmaz. O her zaman olayların arkasından bakmaktadır.

••Bu ilkelerin uygulanması, üç sonuç doğurur. Birincisi, iz sürücüler kendilerini asla önemsememeyi öğrenirler; kendilerine gülebilmeyi öğrenirler. Başkalarınca dalga geçilmekten korkmazlarsa, herkesle dalga geçebilirler. İkincisi, iz sürücülerin sonsuz sabra sahip olmayı öğrenmeleridir. İz sürücüler asla acele etmezler; asla sinirlenmezler. Üçüncüsü de, iz sürücüler sonsuz bir doğaçlama yetisine sahip olmayı öğrenirler.

••Savaşçılar yaklaşmakta olan zamanı görürler. Normalde gördüğümüz, bizden uzaklaşan zamandır. Yalnızca savaşçılar bunu değiştirebilir, ve kendilerine doğru ilerlemekte olan zamanı görürler.

••Savaşçıların aklında tek bir şey vardır: özgürlükleri. Ölmek ve Kartal’a yem olmak onları yıldırmaz. Öte yandan, Kartal’ın yanından sıvışıp özgürleşmek küstahlığın (taşaklılığın) dik âlâsıdır.

••Savaşçılar zamandan söz ettiklerinde, saatin hareketiyle ölçülen bir şeyi kastetmezler. Zaman, dikkatin özüdür; Kartal’ın yaydığı şeyler, zamandan yapılmıştır; ve doğrusunu söylemek gerekirse, bir savaşçı özün farklı yanlarına girdiğinde, zamanla tanışmaya başlıyor demektir.

••Bir savaşçı artık ağlayamaz, ve onun ıstırabının tek ifadesi evrenin çok derinlerinden gelen bir ürpertidir. Sanki Kartal’ın yayılımlarından biri saf ıstıraptan oluşmuş gibidir, ve o yayılım bir savaşçıyı vurduğu zaman, savaşçının ürpertisi sonsuz olur.

Cvp: 6. Kartal'ın Armağanı'ndan Alıntılar

Açımlama

Kartal'ın Armağanı’ndan yapılan alıntıları gözden geçirmek içimde olağanüstü duygular uyandırdı. Eski çağ Meksikası şamanlarının her zamankinden daha belirgin şekilde işbaşında olan niyetinin gücünü hemen hissettim. O zaman, bu kitaptan yapılan alıntılara hükmedenin onların zamanın çarkı olduğuna hiç kuşkusuz inandım. Bunun da ötesinde biliyordum ki, geçmişte yapmış olduğum her şey—örneğin Kartal'ın Armağanı'nı yazmak gibi (ve yapmakta olduğum her şey: bu kitabı yazmak gibi)— için de bu geçerliydi.

Bu durumu açıklayabilmem mümkün olmadığı için, bunu alçakgönüllülükle kabullenmekten başka seçeneğim kalmıyor. Eski çağ Meksikası şamanlarının gerçekten farklı bir bilişsel sistemleri vardı; ve iş başındaki bu farklı sistemin birimleri ile beni hâlâ, bugün bile, en olumlu, en yüreklendirici biçimde etkileyebiliyorlardı.

Eski çağ şamanlarınca tasarlanmış standart şamanistik tekniklerin en ayrıntılı çeşitlemelerini öğrenmem için beni işe koşan Florinda’nın çabaları sayesinde, özetleme yaparak, örneğin don Juan’la yaşadığım deneyimlerimi hayal bile edemeyeceğim kadar güçlü bir biçimde gözden geçirebildim. Kartal’ın Armağanı adlı kitabımı don Juan Matus’a ilişkin bu görüşlerin sonucunda yazdım.

Don Juan için özetlemenin anlamı, kişinin yaşamındaki her şeyin tek bir hareketle yeniden yaşanması ve yeniden düzenlenmesiydi. Don Juan bu kadim tekniğin çeşitlemelerindeki küçük ayrıntılarla hiç uğraşmazdı. Öte yandan Florinda tümüyle farklıydı; kılı kırk yaran bir titizliğe sahipti. Aylarını harcayarak, beni özetlemenin öylesine farklı cephelerine girmem için yetiştirdi ki, bunları açımlamayı bugüne dek başarabilmiş değilim.

“Senin bu deneyimin, savaşçının enginliğiyle ilgili,” diye açıkladı Florinda. “Teknikler orada. Hepsi laf. Asıl büyük önem taşıyan, onları kullanan insan, ve onlarla sonuna kadar gitme tutkusu.”

Florinda’nın yöntemleriyle don Juan’ı özetlemek, ona ilişkin en acı verici, ayrıntılar ve anlamlar içeren görüntüler yarattı. Bu, don Juan’ın kendisiyle konuşmaktan sınırsız ölçüde daha yoğun bir şeydi. Nagual Juan Matus’un zerre kadar umrunda olmayan pratik olasılıkları şaşırtıcı biçimde kavrayışımı Florinda’nın pragmatizmine (yani, gerçekçiliğine) borçluydum. Gerçek bir kadın pragmatist olarak Florinda’nın kendisi hakkında hiçbir hüsnükuruntusu yoktu, asla büyüklük taslamazdı. Tek bir sırayı bile atlamayı göze alamayacak bir tarla sürücüsü olduğunu söylüyordu.

“Bir savaşçı çok yavaş ilerlemeli,” diye öğütlerdi, “ve savaşçının yolundaki kullanılmaya hazır her öğeden yararlanmalı. Bunların en olağanüstü olanlarından biri, biz savaşçıların tümünün dikkatlerini yaşanmış olayların üzerine sarsılmaz bir güçle odaklayabilme yetisidir. Savaşçılar bunu hiç karşılaşmadıkları insanların üzerine bile odaklayabilirler. Bu derin odaklamanın sonucu her zaman aynıdır. Sahneyi yeniden yaratır. Yığınlarla hal ve hareket, unutulmuş ve yepyeni, kendini savaşçının kullanımına sunar. Dene bunu.”

Florinda’nın öğüdünü tuttum, ve tabii don Juan’a odaklandım ve belirlediğim her an içinde meydana gelmiş olan her şeyi hatırladım. En alakasız ayrıntıları bile anımsadım. Florinda’nın çabası sayesinde, don Juan’la birlikte yapılmış sayısız eylemi, ve bu arada tümüyle atlamış olduğum, çok büyük önem taşıyan ayrıntıları yeniden belirledim.

Kartal’ın Armağanı'ndan yapılan alıntıların ruhu beni son derece sarstı, çünkü don Juan’ın, kendi dünyasının öğelerini, insani başarının timsali olarak savaşçının yolunu ne denli içten vurgulamış olduğunu gözlerimin önüne sermişti. Bu itici güç, kişiliğini de aşmıştı, ve şimdi her zamankinden daha canlıydı. Don Juan hiç ayrılmamış gibi geliyordu bazen, gerçekten hissediyordum bunu. Bu duygu onun evde dolaştığını gerçekten duyma noktasına kadar vardı. Florinda’ya bunu sordum.

“Oo! önemli değil bu,” dedi, “Bu sadece nagual Juan Matus’un boşluğunun, şu anda farkındalığı nerede olursa olsun, sana dokunmak için uzanmasından oluyor.”

Florinda’nın yanıtı kafamı büsbütün karıştırmaktan, beni her zamankinden fazla şaşırtıp bedbinleştirmekten başka işe yaramadı. Florinda’nın nagual Juan Matus’a en yakın kişi olmasına karşın, ikisi birbirinden şaşırtıcı ölçüde farklıydılar. İkisinin paylaştığı özelliklerden biri, benliklerinin boşluğu idi. Artık insan değildiler. Don Juan Matus bir insan olarak sürdürmüyordu varlığını. Benliğinin yerinde bir öyküler derlemi vardı; her biri o anda tartışmakta olduğu duruma uygun, sağduyusunun ve sadeliğinin izini taşıyan, öğretici öyküler ve şakalardı bunlar.

Florinda da aynıydı; bitmez tükenmez öyküleri vardı. Ama onun öyküleri insanlar hakkındaydı. Florinda şahsiyete kaçmadığı için, bunlar dedikodunun bir üst biçimi gibiydiler sanki— inanılmaz ölçülerde yüksek ve eğlenceli gevezelikler.

“Sana çok benzeyen bir adamı incelemeni istiyorum,” dedi bana, bir gün. “Onu tüm ömrünce tanıyormuşsun gibi özetlemeni istiyorum. Bu adamın bizim silsilemizin oluşumundaki etkisi sınırsızdı. Adı Elias’dı, nagual Elias. Ben ona ‘cennetten kovulan nagual’ diyorum.

“Nagual Elias bir Cizvit papazı tarafından yetiştirilmişti, okumayı yazmayı ve klavsen çalmayı ondan öğrenmişti. Adam ona Latince de öğretmişti. Nagual Elias Kutsal Kitabı bir din bilgini kadar akıcı biçimde okuyabiliyordu. Yazgısı bir rahip olmaktı, ne var ki bir Kızılderiliydi, ve o zamanlar Kızılderililer rahipler sınıfına uygun görülmüyordu. Çok korkutucu, çok koyu tenli, çok yerli tipliydiler. Rahipler daha üst sosyal sınıflara mensuptu, İspanyolların torunlarıydılar, beyaz tenli, mavi gözlü; yakışıklı, eli yüzü düzgün kişilerdi. Onlara kıyasla nagual Elias çok kaba sabaydı, ama mücadelesini sürdürüyordu, çünkü akıl hocası, Tanrı’nın onu gözetip rahipliğe kabulünü sağlayacağına dair söz vermişti kendisine.

“Kılavuzunun baş papazı olduğu kilisenin zangoçluğunu yaptığı günlerden birinde, gerçek bir cadı geldi kiliseye. Adı Amalia’ydı. Onun tam bir çılgın olduğunu söylerler. Her ne hal ise, Amalia zavallı zangoçu baştan çıkardı, ve Elias kadına öyle delice, öyle umutsuzca âşık oldu ki, kendini bir nagual adamın barakasında buluverdi. Gel zaman git zaman, nagual Elias olup çıktı; saygın, kültürlü, iyi eğitimli bir kişilik. Görünüşe göre, nagual olmak onun için biçilmiş kaftandı. Dünyada kendisinden esirgenmiş olan adını gizleme imkânını ve itibarı sağlamıştı bu ona.

“Elias bir düş adamıydı, ve bunda öylesine iyiydi ki, evrenin en gizli yerlerini bedensiz olarak dolaştı. Bazen oralardan cisimler getirdiği bile oldu, biçimlerinden ötürü gözüne takılmış olan, akıl ermez cisimlerdi bunlar. ‘İcatlar’diyordu bunlara. Koca bir koleksiyonu vardı bu nesnelerden.

“Özetleme dikkatini bu icatlar üzerine odaklamanı istiyorum,” diye buyurdu Florinda. “Onları koklamanı, ellerinle hissetmeni istiyorum, sana şimdi söylediklerimin ışığının dışında onları asla görmemiş olsanda. Bu odaklamayı yapmak, bir başvuru noktası kurmaktır; tıpkı üçüncü bilinmeyenin hesaplanmasıyla çözülen bir cebir denklemi gibi. Nagual Juan Matus’u sonsuz bir berraklıkla göreceksin, ve bunu bir başkasını dayanak noktası olarak kullanma yoluyla yapacaksın.”

Kartal’ın Armağanı kitabının esası, don Juan’ın dünyada bulunduğu sırada bana yaptıklarının derinlemesine gözden geçirilmesine dayanıyor. Yeni özetleme hünerlerim—nagual Elias’ın doğrulama noktası olarak kullanımı— sonucunda edindiğim don Juan görüntüleri, o yaşarken sahip olduğum görüntülerine oranla sınırsız ölçüde daha yoğundu. Özetleme görüntüleri yaşam esnasındakilerin sıcaklığından yoksundular; ama bunun yerine, insanın dilediğince inceleyebileceği cansız cisimlerin kesinlik ve eksiksizliğine sahiptiler.

Cvp: 6. Kartal'ın Armağanı'ndan Alıntılar

.