"La Gorda, Eligio’dan hangi anlamda değişikti?" diye sordum. Bana bir an, içimdeki bir şeyi denetlermiş gibi baktı. Derken, yeniden dizlerini göğsüne çekip oturdu.
"Nagual her şeyi anlattı bana," dedi birden. "Nagual’m benden gizlediği hiçbir şey olmadı. Eligio en iyimizdi; işte, bu dünyada olmasının nedeni de bu. Geri dönmedi. Aslında öyle iyiydi ki, çömezliğinin bitiminde bir uçuruma atlamasına bile gerek kalmadı. Genaro gibiydi o; bir gün tarlada çalışırken bir şey geldi ve onu alıp götürdü. Kendini salıvermeyi biliyordu."
Ona, ben gerçekten uçuruma atladım mı, diye sormak üzere olduğumu hissettim. Sorumu sormadan önce bir an için düşündüm. Eninde sonunda, bu konuyu aydınlığa çıkarmak için gelmiştim Pablito’yla Nestor’u görmeye. Bu konuyla ilgili olarak don Juan’m dünyasındaki herhangi bir kişiden öğreneceğim bir bilgi parçası benim için fazladan bir ikramiye olacaktı.
Sorumu aktarır aktarmaz güldü.
"Yani şimdi sen, ne yapmış olduğunu bilmediğini mi söylüyorsun?" diye sordu.
"Gerçek olmaktan öylesine uzak ki," dedim.
"İşte bu Nagual’ın dünyası, hiç kuşkusuz. İçimdeki hiçbir şey gerçek değil. Onun kendisi bana, hiçbir şeye inanmamamı söylediydi. Ne var, erkek çömezlerin atlaması gerek. Tabii eğer Eligio gibi gerçekten görkemli değilseler.
"Nagual, beni ve la Gorda’yı alıp o dağa götürdü ve bizi en dibine baktırdı. İşte orada bize ne tür bir uçan Nagual olduğunu gösterdi. Ama yalnızca la Gorda izleyebildi onu. O da karanlığa atlamak istedi. Nagual bunun gereksiz olduğunu söyledi ona. Dişi savaşçıların bundan daha acı veren ve daha zor şeyler yapmaları gerektiğini söyledi. Bize, bu atlayışın yalnızca dördümüz için olduğunu söyledi. Olan da buydu zaten, siz dördünüz atladınız."
Dördümüzün atladığını söyledi, ne var, ben yalnızca Pablito’nun ve benim atladığımı sanıyordum. Açıklamalarının ışığında, don Juan ve don Genaro’nun da bizi izlediklerine hükmettim. Bu pek aptalca gelmedi bana; hatta hoş ve dokunaklıydı bile.
"Sen ne diyorsun?" diye sordu, düşüncelerimi dile getirmemin ardından. "Ben, senden ve Genaro’nun üç çömezinden söz ediyorum. Sen, Pablito ve Nestor aynı gün atladınız."
"Genaro’nun öbür çömezi kim? Ben yalnızca Pablito ve Nestor’u biliyorum."
"Ne yani, Benigno’nun, Genaro’nun çömezi olduğunu bilmediğini mi söylemek istiyorsun?"
"Hayır, bilmiyordum."
"Genero’nun en eski çömeziydi o. Siz atlamadan önce, tek başına atladı."
Benigno, Sonora Çölü’nde don Juan’la dolanırken bulduğumuz beş Kızılderili gençten biriydi. Erk nesnelerinin peşindeydiler. Don Juan, bana onların hepsinin büyücülük uğraşının çömezi olduklarını söylemişti. O gün Benigno’yu gördükten sonra, birkaç gün içinde onunla sıra dışı bir dostluk geliştirmiştim. Güney Meksikalı’ydı. Pek sevmiştim onu. Nedendir bilinmez, kişisel yaşamıyla ilgili etkili bir gizem oluşturmak çok hoşuna gidiyordu. Kim olduğunu ya da ne yaptığını hiçbir zaman ortaya çıkaramadım. Onunla ne zaman konuştuysam, yoklamalarımdan kurtulmakta gösterdiği ezici başarıyla beni şaşırtmıştı. Bir keresinde don Juan, Benigno ile ilgili kendiliğinden bilgi vermiş ve onun bir velinimet ve bir öğretmen bulmasından çok mutlu olduğunu söylemişti. Don Juan ’m açıklamasını, hiçbir anlam içermeyen sıradan bir yaklaşım olarak almıştım. Dona Soledad on yıllık eski bir bilinmezi açığa çıkarmıştı benim için.
"Sence neden don Juan bana Benigno’dan söz etmedi?"
"Kim bilir? Bir nedeni olmalı mutlaka. Nagual hiçbir şeyi düşünmeden yapmazdı."
Konuşmamızı yazıya dökmeden önce ağrıyan sırtımı yatağının kenarına vermem gerekti.
"Peki, Benigno’ya ne oldu?"
"İyidir. Hatta belki herkesten de iyi. Göreceksin onu. Pablito ve Nestor’la birlikte. Şu aralar birbirlerinden ayrılamıyorlar. Üstlerinde Genaro’nun izi var sanki. Aynı şey kızlara da oldu; Nagual’m izi üstlerinde olduğu için onlar da ayrılamıyorlar."
Onu durdurup hangi kızlardan söz ettiğini açıklamasını istemem gerekti.
"Benim kızlarım," dedi.
"Senin kız çocukların mı? Yani, Pablito’nun kız kardeşleri mi?"
"Pablito’nun kız kardeşleri değil. Onlar, Nagual’m çömezidir."
Açığa vurduğu bu yeni bilgi beni yerime mıhladı. Yıllar once Pablito’yla tanıştığımdan bu yana, evinde yaşayan dört kızın onun kız kardeşleri olduğuna inandırmıştım kendimi. Don Juan bile bana böyle söylemişti. Tüm öğleden sonra boyunca yaşadığım o umarsızlık duygusu yeniden eline geçirdi beni. Doña Soledad’a güvenilmezdi, bir şeyler tezgâhlıyor olmalıydı. Her ne nedenle olursa olsun, don Juan’m beni bu kerte yanıltmayacağından emindim.
Doña Soledad saklamadığı bir merakla inceledi beni.
"Rüzgâr, senin bana inanmadığını fısıldadı bana," dedi ve güldü.
"Rüzgâr haklı," dedim sertçe.
"Yıllardır gördüğün kızlar Nagual’mdır. Onun çömeziydiler.
Şimdi Nagual gittiğine göre onlar Nagual oldular. Ama onlar benim de kızlarım. Benim! "Pablito’nun annesi değilim, ama onlar benim kız çocuklarım mı demek istedin?"
"Onlar benim demek istedim. Nagual, onlara göz kulak olmak için bana verdi. Her zaman yanlış yapıyorsun çünkü her şeyi açıklamak için sözcüklere yapışıyorsun. Pablito’nun annesi olduğuma göre ve onların benim kızlarım olduğunu duyduğun için, Pablito’yla kızların illa kardeş olması gerekiyor sana göre, di mi? Kızlar benim gerçek bebelerim, Pablito benim rahmimden çıkmış olsa bile benim gerçek düşmanımdır."
Açıklamalarına verdiğim tepki, allak bullak olmayla öfkenin gerçek bir karışımıydı. Yalnızca sapkın değil, aynı zamanda tehlikeli bir kadın olduğunu düşündüm. Her nasılsa bir parçam, bunu buraya geldiğim andan beri biliyordu. Uzun süre beni izledi. Ona bakmama engel olmak için yatağın üzerine oturmuştum yeniden.
"Nagual senin tekinsizliğin konusunda uyarmıştı beni," dedi birdenbire, "ama ne demek istediğini anlamamıştım. Şimdi biliyorum artık. Bana dikkatli olmamı ve öfkeye kapılmamamı, çünkü senin bir vahşi olduğunu söyledi. O kerte dikkatli davranmadığım için kusura bakma. Bunun yanı sıra, yazı yazmayı sürdürdüğün sürece cehenneme düşsen bile bunun ayırdına varamayacağını söylediydi. Seni bu konuda rahatsız etmedim. Ayrıca, kuşkucu olduğunu, çünkü sözcüklerinin başını derde soktuğunu söyledi. Seni bu konuda da sıkmadım. Seni mutlu etmek için deliler gibi konuştum."
Sesinin tınısında sessiz bir suçlama seziliyordu. Onu canından bezdirdiğim için sıkılmıştım bir biçimde.
"Bana anlattıklarına inanmak çok zor," dedim. "Ya sen ya da don Juan bana çok kötü yalan söylediniz."
"Ne ben, ne de o sana yalan söyledi. Yalnızca anlamak istediğini anladın sen. Nagual, bunun senin boşluğunun bir nedeni olduğunu söyledi.
"Kızlar, Nagualın çocukları, nasıl ki sen ve Eligio da onun çocuklarıysanız. Onun altı çocuğu oldu, dört kadın, iki de erkek. Genaro’nunsa üç oğlu. Hepsi yapar dokuz. Aramızdan biri, Eligio başarmış durumda, şimdi de deneme sırası siz sekizlerde."
"Eligio nereye gitti?"
"Nagual ve Genaro’yla buluşmaya."
"Peki, Nagual ve Genaro nereye gittiler?"
"Nereye gittiklerini biliyorsun. Benimle dalga geçiyorsun, değil mi?"
"Ama sorun bu, işte dona Soledad. Seninle dalga geçmiyorum."
"Peki, söyleyeceğim sana öyleyse. Senden hiçbir şey gizleyemem. Nagual ve Genaro geldikleri yere döndüler, öteki dünyaya. Zamanları dolduğunda, öylece adım atıverdiler oradaki karanlığın içine ve geri gelmek istemediklerine göre gecenin karanlığı onları yutuverdi."
Onu daha fazla yoklamanın gereksiz olduğunu hissettim. Konuyu değiştirmeye hazırdım; ne var, önce o konuştu.
"Atladığında, öteki dünyanın bir kapısını yakalayabilmiştin," dedi. "Ama belki de atlama kafanı karıştırmıştır. Çok kötü. Bu konuda kimseler bir şeycik yapamaz. Erkek olmak senin yazgın. Kadınlar bu bağlamda erkeklerden çok daha iyidir. Uçuruma atlamaları gerekmez. Kadınların kendi yolları vardır. Kendi uçurumları. Aybaşı olurlar. Nagual, bana, bunun onlar için bir kapı oluşturduğunu söyledi. Aybaşı dönemlerinde başka bir şeye dönüşüyorlardı. Bunu kızlarıma öğrettiğinde ne demek istediğini anladım. Benim için çok geçti; çok yaşlıydım ben ve o kapının neye benzediğini anlayamadım. Ama, Nagual o dönemde kızların başlarına gelen her şeye dikkat etmelerinde diretti. O günler gelince kızları dağlara götürür, iki dünya arasındaki yarığı görünceye dek onlarla birlikte kalırdı.
"Nagual hiçbir şeyden çekinmez ve de yerinmezdi; onları, kendilerinde çok iyi gizlediklerini bildiği yarığı bulana dek acımasızca zorladı. Bu gizlilik ne kerte kusursuz olursa olsun, o dönemlerde alaşağı düşer ve kadınlar çırılçıplak kalıverirler. Nagual, kızlarını bu yarığı açarken ölene dek zorladı. Başardılar da. Başarmalarını sağladı, ama bu da onların yıllarını aldı."
"Peki, nasıl çömez oldular?"
"Lidia onun ilk çömeziydi. Onu bir gün dağlardaki darmadağınık bir barakanın önünde konakladığı sırada bulmuş. Nagual, bana ortalıkta kimsenin görünmediğini, ne var ki, sabahtan başlayarak bir dizi yoranın, onu o evin yakınma çağırdım söyledi. Meltem onu aşırı derecede rahatsız etmişti. O yöreden ayrılmayı her denediğinde gözünü bile açamayacak bir konuma düştüğünü söyledi. Evi bulduğunda içeride bir şeyler olduğunu anlamıştı. Hasırlardan ve dallardan oluşan bir yığının altına baktığında bir kız bulmuş. Çok hastaymış. Sözcükler ağzından zorlukla çıkmasına karşın ona, kendisine hiç kimsenin yardım etmesini istemediğini söylemiş. Orda öylece uyumayı istiyormuş ve eğer bir daha uyanmazsa bundan hiç kimsenin yitireceği bir şey olmayacakmış. Nagual, kızın tinini pek sevmiş ve onunla, kendi diliyle konuşmuş. Ona, kendisini iyileştireceğini ve yeniden gücünü kazanana dek ona bakacağını söylemiş. Kız reddetmiş. Yalnızca zorlukları ve acıyı bilen bir Kızılderiliymiş o. Nagual’a, ailesinin kendine verdiği tüm ilaçları aldığını ve hiçbirinin işe yaramadığını söylemiş.
"Kız konuştukça, Nagual, yoranın kendisine çok belirgin biçimde onu imlediğini anlamış. Yora neredeyse bir buyruk gibiymiş.
"Nagual kızı oradan alıp bir çocuk gibi omuzlarına oturtmuş ve Genaro’nun yerine getirmiş. Genaro ona ilaçlar yapmış. Kız henüz gözlerini bile açamıyormuş. Gözkapakları birbirlerine yapışmışmış. Şişmiş gözkapaklarının her yanım sarımsı ve azmış bir iltihap kaplamışmış. Nagual kız iyileşinceye dek hastabakıcılık etti. Ona bakmam, yemek pişirmem için beni de çağırdı. Yaptığım yemeklerle iyileşmesine yardımcı oldum. O benim ilk bebeğim. Sağlığına kavuşunca, ki bu bir yıl sürdü, Nagual onu ailesinin yanma götürmek istedi ama kız bunu reddedip Nagual’ın yoluna gitti.
"Lidia’yı bulduğundan kısa bir süre sonra, kızcağız daha benim bakımım altındayken, Nagual seni buldu. Yaşamında ilk kez gördüğü bir adam tarafından getirilmiştin ona. Nagual adamın ölümünün başının üstünde dolaştığını görmüş ve böylesi bir zamanda adamın ona seni imlemesini pek tuhaf bulmuş. Nagual’ı çok güldürmüşsün ve hemen ardından Nagual sana bir sınav hazırlamış. Seni alıp götürmemiş, senden kendisini bulmanı istemiş. Seni, hiç kimseleri denemediği kerte denemiş. Bunun, senin yolun olduğunu söylediydi.
"Üç yıl boyunca, yalnızca iki çömezi olmuş: Lidia ve sen. Derken bir gün, kuzeyli bir otacı olan dostu Vicente’yi görmeye gittiği bir sırada, birileri deli bir kız getirmişler, ağlamaktan başka hiçbir şey yapmayan bir kız. Adamlar, Nagual’ı Vicente sanıp kızı eline teslim etmişler. Nagual, bana kızın kendisine koştuğunu ve sanki tanırmış gibi ona yapıştığını söyledi. Nagual, akrabalarına, gitmelerini ve kızı ona bırakmalarını söylemiş. Adamlar sağaltım ücreti konusunda endişelenmişlerse de Nagual bunun bedelsiz olacağına ilişkin güvence vermiş. Kanımca kız öylesine bir baş belasıydı ki ondan kurtulmakta bir sakınca görmediler.
"Sonra, Nagual onu bana getirdi. Ama ne cehennemdi! Gerçekten deliydi. Josefina’ydı bu. Onu iyileştirmek Naguaılın yıllarını aldı. Ne var, bugün bile bir yarasadan da daha çılgındır o. Tabii, Nagual için de deli oluyordu ve bu nedenle de Lidia’yla Josefina arasında korkunç bir kavga vardı. Birbirlerinden nefret ettiler. Ama ben ikisini de sevdim. Ne var, Nagual, uslanmayacaklarını anlayınca onlara karşı pek sertleşti. Senin de bildiğin gibi kimse kızdıramazdı onu. Böylece ölesiye korkuttu kızları. Bir gün Lidia çok kızdı ve evi terk elti. Kendine genç bir koca bulmaya karar vermişti. Yolda yürürken cılız bir civcive rastlamış. Daha yeni yumurtadan çıkmış ve yolun ortasında kaybolmuş bir hayvancıkmış bu. Lidia onu almış ve çevrede hiçbir ev olmadığı için sahipsiz sanmış. Hayvanı sıcak tutmak için gömleğinin içine, göğüslerinin arasına koymuş. Yeniden yola koyulan Lidia civcivin arkasına kaçtığını söyledi bana. Yeniden öne getirmeye çalışmış ama onu yakalayamamış. Hayvan, kızın gömleğinin içinde, arkasında, yanlarında dolanıp durmuş, hızla. Civcivin ayakları önce gıdıklamış onu, ama sonunda da delirtmiş. Civcivi dışarı çıkaramayacağını anlayınca, aklı başından gitmiş bir biçimde bana geldi ve kendisini o kahrolası şeyden kurtarmamı istedi. Giysilerini çıkardım, ama görünürde hiçbir şey yoktu. Civciv filan görmedim ama kızcağız hâlâ teninde dolaşan hayvanın ayaklarını hissediyordu.
"Derken, Nagual çıktı ortaya ve ona eski özünü koyvermeden civcivin koşmayı durduramayacağını söyledi. Lidia’ın çılgınlığı üç gün üç gece sürdü. Nagual, bana onu bağlamamı söyledi. Besledim, temizledim, su verdim ona. Dördüncü gün epey sessizleşti ve dinginleşti. Bağlarını çözdüm, giysilerini giydi ve tıpkı kaçtığı günkü gibi küçük civciv yeniden çıktı ortaya. Lidia civcivi eline aldı, ona teşekkür etti, sevdi ve onu bulduğu yere geri götürdü. Yolun bir bölümünü onunla birlikte yürüdüm.
"O günden sonra Lidia kimseye ilişmedi. Yazgısını kabullendi. Nagual yazgısıdır onun; o olmasaydı, ölecekti. Bir yerde, kabullenmekten başka umarımız olmayan şeyleri reddetmeyi ya da biçimlendirmeyi denemenin anlamı ne, değil mi?
"Sıra sonra Josefina’ya geldi. Lidia’nm başına gelenlerden yeterince korkmuştu gerçi, ama pek çabuk unuttu olanları. Bir pazar öğleden sonrası eve geri dönerken kuru bir yaprak takılmış şalının ipliklerinin arasına. Şalı gevşek örgülüydü. Küçük yaprağı ilmiklerin arasından almak istiyor, ama şalına da zarar gelmesini istemiyordu. Eve gelir gelmez işe koyuldu; ne var, yaprak kötü sıkışmıştı. Sonunda ani bir kızgınlıkla şalı yapraklı yerinden kapıp yaprağı ufaladı. Küçük parçaların daha kolay temizleneceğini düşünmüş. Korkunç bir çığlık duydum, Josefina yere düşmüştü. Ona koştum, başına üşüştüğümüzde elini açamıyordu. Yaprağın p arçaları, tıpkı bir tıraş bıçağı gibi, elinin içini paramparça etmişti, Lidia ve ben yardımcı olduk. Yedi gün baktım ona. Josefina herkesten daha inatçıydı. Neredeyse ölüyordu. Sonunda elini açmaya ikna edebildik onu, işte ancak bundan sonra, eski tavırlarından vazgeçmeyi kabullendi. Şimdilerde bile, ne zaman o çirkin huyları geri gelse tüm bedeninde, özellikle de elinde acılar oluşur. Nagual her ikisine de utkularına pek güvenmemelerini, çünkü bunun, eski özlerimizle yaşam boyu süren bir savaşım olduğunu belirtti.
"Lidia ve Josefina bir daha hiç dövüşmediler. Birbirlerinden hoşlandıklarını hiç sanmıyorum, ne var, kendilerini tutuyorlar. En çok bu ikisini seviyorum. Yıllardır benimle birlikteler. Onların da beni sevdiklerini biliyorum."
"Ya öbür iki kız? Onların öyküsü nasıl?"
"Bir yıl sonra Elena geldi; la Gorda odur. Düşleyebileceğin en kötü konumdaydı. Yüz kilo çekiyordu. Umutsuz bir kadındı. Pablito’nun dükkânına sığınmıştı. Geçinmek içinçamaşır yıkıyor, ütü yapıyordu. Nagual bir gece Pablito’yu aramak için oraya gitmiş ve şişman kızı, başında uçan güvelerden oluşmuş bir ayçayla çalışırken bulmuş. Güvelerin, o ölsün diye kusursuz bir çember oluşturduklarım söyledi. Kadının yaşamının sonuna geldiğini görmüş olmasına karşın, güvelerin ona böyle bir yora göstermek için kendilerinden ölumüyle emin olmaları gerekmiş. Nagual, bunun ardından hızlı davranıp kızı yanma aldı.
"Bir süre iyi gitti işler kız için, ne var, edindiği kötü alışkanlıklar öylesine derine yerleşmişti ki onlardan bir türlü kurtulamıyordu. Böylece Nagual, kıza yardımcı olsun diye rüzgârı onun üstüne salmış. Ya yardımcı olacak ya da işini bitirecekmiş. Rüzgâr üstüne esip onu evden çıkmaya zorlamış; tek başınaydı o gün, kimse neler olduğunu göremedi. Rüzgâr onu tepelere, koyaklara doğru sürüklemiş, sonunda mezara benzer bir kanalın içine düşmüş. Rüzgâr günlerce orada tutmuş onu. Sonunda, Nagual onu bulduğunda rüzgârı durdurmayı becermiş, ne var, kız yürüyemeyecek kerte zayif düşmüşmüş."
"Kızlar, üzerlerinde etkinlik yaratan her neyse, bunları durdurmayı nasıl başardılar?"
"Aslında, kızların üzerinde etkinlik yaratan şeyin Nagual’ın kemerinde asılı matara olduğunu söylemeliyim."
"Peki, mataranın içinde ne vardı?"
"Nagual’ın yanında taşıdığı dostları. Dostun, matara vasıtasıyla yönlendirildiğini söyledi. Bana başka bir şey sorma, çünkü dost hakkında tüm bildiğim bu. Sana tüm söyleyebileceğim, Nagual’m iki dostu buyruğu altına almış olduğu ve yardımlarını sağladığıdır. Kızlarımın durumunda, değişime hazır oldukları an, dost onların üzerinde etkinlik kurmayı bıraktı. Onlar için bir ölüm ya da değişim sorunuydu bu. Ama hepimiz için geçerli bu; şu ya da bu biçimde. Neyse, la Gorda herkesten çok değişti. İçi bomboştu, aslında benden de boştu; ne var, tinini öylesine ileri götürdü ki, erkin ta kendisi oldu. Hoşlanmam ondan, korkarım. Beni bilir. İçime, duygularıma girer, bu da beni Ürkütür. Ama, hiç kimse ona bir şey yapamaz, çünkü bir an olsun düşürmez savunmasını. Benden nefret etmez, ama benim kötü bir kadın olduğumu düşünür. Haklı olabilir. Beni çok iyi tanıdığını düşünürüm, ayrıca olmak istediğim kerte kusursuz değilim; ama Nagual, ona karşı duyduklarım konusunda endişelenmememi söyledi. Eligio gibidir o; dünya değmiyor artık ona."
"Nagual, onu bu kerte özel kılacak ne yaptı ki ona?"
"Ona, kimseye öğretmediği şeyleri öğretti. Onu hiç şımartmadı ya da benzer şeyler yapmadı. Ona güvendi. Herkesin her şeyini bilir o. Nagual, onunla ilgili şeyler dışındaki her şeyi bana da söyledi. Belki de bunun için sevmiyorum onu. Nagual, ona benim gardiyanım olmasını söyledi. Nereye gitsem onu bulurum. Her ne yapsam bilir. Örneğin, şu an ortaya çıksa hiç de şaşırmazdım."
"Ne dersin, yapar mı?"
"Kuşkuluyum. Bu gece rüzgâr benimle."
"Ne yapması isteniyor ondan? Özel bir görevi var mı?"
"Yeterince söz ettim sana ondan. Bu konuda konuşmayı sürdürürsem, her nerede olursa olsun beni saptayacağından korkuyorum ve bunun olmasını da istemiyorum."
"Öbürlerinden söz et öyleyse."
"La Gorda’yı bulduktan birkaç yıl sonra, Nagual, Eligio’yu buldu. Bana, seninle birlikte onun memleketine gittiğiniz bir sırada Eligio’nun seni görmek amacıyla çıkageldiğini, çünkü seni merak ettiğini söyledi. Nagual ayrımsamamış onu. Halbuki, çocukluğundan beri tanırmış. Ne var, bir sabah, Nagual, senin onu beklediğin eve doğru yürürken Eligio’yla yüz yüze gelmiş. Kısa bir mesafeyi birlikte yürümüşler, derken kurumuş bir kaktüs parçası Eligio’nun sol ayakkabısının ucuna batmış. Bundan kurtulmak için ayağını sallamış, ne var, dikenler çivi gibiymiş, ayakkabının tabanına iyice girmiş. Nagual, Eligio’nun parmağıyla göğü imlediğini, ayağını salladığını ve kaktüsün mermi gibi havaya fırladığını söyledi. Eligió bunun büyük bir şaka olduğunu düşünerek kahkahalar atmaya başlamış, ne var, Nagual, Eligió ayırdında olmasa bile, onda erk olduğunu anlamış. İşte bu nedenle, hiçbir zorluk çekmeden yetkin, kusursuz bir savaşçı oldu.
"Onu tanımak bana uğurlu geldi. Nagual, ikimizin benzeştiğini düşünüyordu. Bir şeye bir kez asıldık mı peşini bırakmıyorduk. Eligio’yu tanımanın uğurunu kimseyle paylaşmadım, la Gorda’yla bile. Eligio’yla tanıştı, ama onu layıkıyla tanıyamadı, tıpkı senin gibi. Nagual, ta başından bu yana Eligio’nun sıra dışı olduğunu biliyordu ve onu ayırdı. Senin ve kızların meteliğin bir yanını, onun ise tek başına öteki yanını oluşturduğunuzu biliyordu. Nagual ve Genaro, onu bulmakla çok şey kazandılar.
"Onunla ilk kez, Nagual onu evime getirdiğinde tanışımı. Eligió kızlarıma takılmadı. Ondan hem nefret ettiler hem de korktular. Ne var, kesinlikle kayıtsızdı. Dünya değmiyordu ona. Nagual, özellikle senin uzak durulması gereken türden bir büyücü olduğunu söylerdi. Dokunuşunun sağaltıcı değil yıkıcı olduğunu da söyledi. Senin tinin tutsak alırmış. Senden her nasılsa hem tiksinir hem.de seni beğenirdi. Seni bulduğunda Josefina’dan da öte çılgın olduğunu, hâlâ da öyle olduğunu söyledi."
Don Juan’m benimle ilgili düşündüklerini başkasının ağzı ndan dinlemek tedirginlik verici bir duyguydu. Önce doña Soledad’ın söylediklerini göz ardı etmeyi düşündüm, ne var, benliğimi korumaya çabalamanın yersiz ve aptalca olduğunu hissettim.
"Seninle çok rahatsız oldu," diye sürdürdü, "çünkü erkin buyruğu altındaydı, seninle uğraşmalıydı. Ve o kusursuz savaşçı, ustasının önünde eğilip erkin seninle ilgili yapmasını islediği edimleri şerefle yerine getirdi."
Sustuk. Don Juan ’m benimle ilgili duyguları hakkında daha çok şey öğrenmek için kıvranıyordum. Bunun yerine, diğer kızını anlatmasını istedim ondan.
"Eligio’yu bulduktan bir ay sonra, Nagual, Rosa’yı buldu," dedi. "Rosa sonuncuydu. Onu bulur bulmaz sayının ta mamlandığını anladı."
"Onu nasıl buldu?"
"Benigno’yu kendi toprağında görmeye gitmişti. Eve yaklaşırken, Rosa yolun kenarındaki sık çalılıklardan fırlamış, kaçan bir domuzu yakalamaya çalışıyormuş. Domuz Rosa’ya göre çok hızlıymış. NaguaFa çarpmış ve domuzu elinden kaçırmış. Derken Nagual’a dönüp ağzına geleni söylemeye başlamış. Nagual onu yakalarmış gibi yapınca onunla dövüşmeye hazırlanmış. Ona küfür etmiş ve kendisine dokunmaya bile cüret etmemesini söylemiş. Nagual kızın tininden hemen hoşlanmış, ama henüz hiçbir yora çıkmamış ortalığa. Nagual oradan ayrılmadan bir an beklediğini ve domuzun koşarak gelip kendi yanında durduğunu söyledi. Yora buymuş. Rosa domuzun boynuna bir ip takmış. Nagual, kıza işinde mutlu musun, diye doğrudan sormuş. Kız, hayır, demiş. Hizmetçilik yapıyormuş. Nagual ona kendisiyle gelip gelmeyeceğini sormuş, kız, düşündüğü şey içinse olmaz diye yanıtlamış. Nagual, iş için demiş, o da ne kadar ödeyebileceğini sormuş. O da ona bir rakam söylemiş, kız da bunun ne tür bir iş olduğunu sormuş. Nagual da kendisiyle birlikte Veracruz’un tütün tarlalarında çalışacağını söylemiş. O da ona, kendisini sınadığını ve eğer yanında hizmetçi olarak çalıştıracağını önerseymiş onun bir yalancı olduğunun ortaya çıkacağını, çünkü yaşamı boyunca bir kulübeye bile sahip olamayan birisine benzediğini söylemiş.
"Nagual ondan pek hoşlanmış ve içine düştüğü tuzaktan kurtulmak istiyorsa, öğleden önce Benigno’nun evine gelmesi gerektiğini söylemiş. Ona saat on ikiden öte bekleyemeyeceğini de söylemiş; eğer gelecekse zor bir yaşam ve bir dolu iş için hazır olması gerektiğini de belirtmiş. Kız tütün tarlalarının ne kadar uzakta olduğunu sormuş. Nagual, otobüsle üç günlük yolda olduğunu söylemiş. Rosa, eğer bu kerte uzaksa, domuzu yerine bağlar bağlamaz gitmeye hazır olduğunu söylemiş. Aynen de söylediği gibi yaptı. Buraya geldi ve herkes çok sevdi onu. Ne kötü oldu ne de rahatsızlık verdi; Nagual’ın, onu hiçbir şeye zorlamasına ya da kandırmacaya gelirmesine gerek kalmadı. Benden hiç hoşlanmaz, ama bana herkesten de iyi bakar. Ona güvenirim, ama ben de ondan hiç hoşlanmam ve buralardan gittiğimde en çok onu özleyeceğim. Kafan alabiliyor mu bunu?"
Gözlerine hüznün yansıdığını gördüm. Güvensizliğimi daha fazla sürdüremezdim. Elinin bir devinimiyle gözlerini sildi. Bu aşamada, konuşma kendiliğinden kesilmişti. Hava kararıyordu ve yazmak iyiden iyiye zorlaşmıştı; ayrıca tuvalete gitmem gerekiyordu. Dışarıdaki ayakyolunu kendisinden önce benim kullanmamda diretti, Nagual da olsa öyle yapardı. İşimi gördükten sonra, çocuk leğeni boyunda iki tas gelirdi, ılık suyla yarılarına dek doldurdu ve elleriyle ezdiği yeşil yaprakları da ekledi. Buyurgan bir sesle taslardan birinde yıkanmamı, kendisinin de ötekinde aynı şeyi yapacağını söyledi. Suyun neredeyse esanslı bir kokusu vardı. Gıdıklayıcı bir duygu oluşturuyordu. Yüzüme ve kollarıma nane yaprağı sürmüş gibi oldum.
Yeniden odasına döndük. Yatağının üzerine bıraktığım yazı tahtamı konsollardan birinin üstüne koydu. Pencereler açıktı ve hâlâ ışık vardı. Saat yediye gelmiş olmalıydı. Doña Soledad sırt üstü uzandı. Bana gülümsüyordu. Sıcaklığın tablosu gibi, diye düşündüm. Ama bunun yanı sıra, gözlerinden rahatsızlık ve bükülmez bir güç okunuyordu. Ona, don Juan’la kadını ya da çömezi olarak ne kadar süre birlikte olduğunu sordum. Onu böyle adlandırırken gösterdiğim itina ile dalga geçti. Yanıt yedi yıldı. Bana, onu beş yıldır görmediğimi anımsattı. Halbuki o ana dek onu yalnızca iki yıldır görmediğime inanmıştım. Onu en son ne zaman gördüğümü anımsamaya çalıştım. Olmadı. Yanına uzanmamı söyledi. Yatağın üstünde yanma doğru emekledim. Çok yavaş bir sesle korkup korkmadığımı sordu. Hayır, dedim, gerçek de buydu. Orada, o anda, sayısız kez ortaya çıkan, merakla intiharvari kayıtsızlığın bir karışımı olan çok eski bir tepkimle yüz yüzeydim. Neredeyse bir fısıltıyla, bana karşı kusursuz davranması gerektiğini ve buluşmamızın ikimiz için de çok önemli olduğunu söyledi. Nagual’m kendisine doğrudan ve ayrıntılı buyruklar vermiş olduğunu söyledi. Konuşurken, sesinin don Juan gibi tınlaması için verdiği o müthiş çabaya gülmekten kendimi alamadım. Söylediklerini dinledim. Bir sonra ne söyleyeceğini öngörebiliyordum.
Birdenbire kalkıp oturdu. Yüzü birkaç santim ötedeydi. Bembeyaz dişlerinin odanın karanlığında parladığım görebiliyordum. Kollarını sararmış gibi bana doladı ve beni kendine çekti. Zihnim dupduruydu, yine de bir şey beni bir tür batağa doğru çekiyordu. Kendimi, kavrayamadığım bir şey gibi algılıyordum. Birdenbire, her nasılsa aslında yalnızca onun duygularını hissettiğimi anladım. Yabansı olan oydu. Beni sözcüklerle efsunlamıştı. Soğuk, yaşlı bir kadındı o. Canlılığına ve gücüne karşın tasarladıkları, gençliğe ve diriliğe özgü hileler olamazdı. Don Ju an ’m, onun başını benimkiyle aynı yöne doğru çevirmediğini anlamıştım. Bu düşünce herhangi başka bir bağlamda çok gülünç düşerdi, yine de o anda bunu gerçek bir içgörü olarak kabul ettim. Tehlike duygusu tüm bedenimden aşağı boşandı. Yatağından kalkmak istedim. Ne var, kımıldamama olanak tanımayan olağanüstü bir güç beni mıhlamış, felç olmuştum. Farkmdalığımı hissetmişti, sanırım. Birdenbire saçını tutan bağı başından çekip aldı, tek ve hızlı bir devinimle boynumun çevresine sarıverdi. Bağın gerginliğini derimin üstünde hissediyordum, ne var, bir biçimde bu gerçek değilmiş gibi geliyordu bana.
Don Juan, en büyük düşmanımızın, başımıza gelenlere inanmama olgusu olduğunu söylemişti hep. Doña Soledad’ın kumaş parçasını bir ilmik gibi boynuma doladığı an, aslında ne demek istediğini çok iyi anladım. Ama bu düşünce kafamdan geçtikten sonra bile bedenim tepki vermedi. Ölümüm olsa gereken şeye karşı öylece, neredeyse kayıtsız kalıverdim. Boynumdaki bağı sıktıkça kollarının ve omuzlarının gerilmekte olduğunu hissettim. Beni büyük bir güç ve ustalıkla boğazlıyordu. Yutkunmaya başladım. Gözlerinde çılgın bir ifadeyle bana bakıyordu. O anda beni öldürmeye yeltendiğini anladım.
Don Juan, başımıza gelenin ne olduğunu anladığımızda bunu sormanın artık çok geç olduğunu söylemişti. Bizi yanıltanın daima aklımız olduğunu, çünkü önce iletiyi aldığını, ne var ki ivedilikle yanıt verip eylemde bulunmak yerine bu iletiyi evirip çevirmeyi yeğlediğini anlatmıştı.
Derken, tam boynumun dibinde, nefes boruma yakın bir yerde bir çatırdama sesi duydum ya da belki de duyumsadım. Boynumu kırmış olduğunu anladım. Kulaklarım çınladı ve yanarcasma acıdı. Sıra dışı bir duyma duruluğu yaşadım. Ölmek üzere olduğumu sandım. Kendimi savunma konusunda gösterdiğim yetersizliğe lanet okudum. Onu tekmelemek için bile tek bir kasımı dahi oynatamıyordum. Bedenim titredi ve birdenbire özgürdüm, ölümcül ellerinden kurtulmuştum. Yatağa baktım. Tavandan aşağı bakıyormuşum gibi geldi. Kımıldamadan gevşekçe yatan bedenimi onunkinin altında gördüm. Gözlerindeki dehşeti gördüm. İlmiği gevşetmesini istedim. Bu denli aptalca davranışımdan öylesine gazaba gelmiştim ki, yumruğumu alnının ortasına patlattım. Bir çığlık koparıp başını tuttu ve kendinden geçti, ama bundan hemen önce usumun olmadığı bir sahneyi de yakalayabildim.
Doña Soledad’m, yumruğumun şiddetiyle yataktan dışarı uğradığını gördüm. Duvara doğru koştuğunu, korkmuş bir çocuk gibi oraya yapışıp kaldığını gördüm. Bir sonraki izlenimim, nefes almakta çok zorluk çektiğim biçimindeydi. Boynum acıyordu. Boğazım öylesine kurumuştu ki yutkunamıyordum. Gücümü toplayıp ayağa kalkabilmem için uzun bir sürenin geçmesi gerekti. Sonra doña Soledad’ı inceledim. Kendinden geçmiş, yatakta öylece yatıyordu. Alnının ortasında kocaman, kırmızı bir şiş vardı. Biraz su getirip don Juan’m bana hep yapmış olduğu gibi yüzüne vurdum. Ayıldığında koltuklarından tutup yürüttüm onu. Tere batmıştı. Alnına soğuk suya batırılmış havlular koydum. Kustu, beyin sarsıntısı geçirdiğinden emindim n e re deyse. Titriyordu. Her tarafını giysiler ve örtülerle örttüysem de tüm giysilerini çıkardı ve bedenini rüzgâra verdi. Onu rahat bırakmamı istedi ve eğer rüzgâr yön değiştirirse bunun, onun iyileşeceğini gösteren bir im olacağını söyledi. Kısaca tokalaşır gibi elimi tuttu ve bizi karşı karşıya getirenin yazgı olduğunu söyledi.
"Sanırım bu gece birimizden biri ölecek," dedi.
"Aptal olma. Senin işin henüz bitmedi," dedim. Söylediğimde içtendim.
Nedense, iyi olduğundan emindim. Dışarı çıktım, yerden bir sopa aldım ve arabama doğru yürüdüm. Köpek hırladı. Hâlâ koltuğun üstünde, ayaklarını altına toplamış duruyordu. Dışarı çıkmasını söyledim. Uysallıkla atladı. Sanki bir şeyler değişmişti. Koca bedeninin yarı karanlık içinde kımıldadığını gördüm. Derken, kendi yerine gitti. Özgürdüm. Düşüncelerimi düzene sokmak amacıyla bir süre arabada oturdum. Hayır, özgür değildim. Bir şey beni eve doğru çekiyordu yeniden. Bitirilmemiş bir işim vardı orada. Artık doña Soledad’dan korkmuyordum. Aslında olağanüstü bir kayıtsızlık kaplamıştı her yanımı. Bana bilerek ya da bilmeyerek çok önemli bir ders vermişti. Beni öldürme girişiminin dehşet verici baskısı altında, olağan koşullarda, ona karşı, benden beklenmeyecek kerte yüksek düzeyde etkili olmuştum. Neredeyse boğazlanıyordum; onun o kahrolası odasındaki bir şey beni umarsız kılmış, yine de kendimi bundan kurtarmasını bilmiştim. Neler olduğunu gözümün önüne bile getiremiyordum. Belki de don Juan’m hep söylemiş olduğu gibi, biz insanlarda fazladan bir gizli güç, her zaman var olan ama pek az kullanılan bir şey vardı. Hayalet gibi bir durumdayken vurmuştum doña Soledad’a aslında.
Arabadan fenerimi aldım, eve döndüm, bulabildiğim gaz lambalarını yaktım, girişteki masaya oturup yazmaya koyuldum. Çalışmak beni gevşetti.