1

Konu: BÖLÜM 5 - RÜYA GÖRME SANATI

Ertesi gün bütün sabah boyunca kendi başımaydım. Notlarım üzerinde çalıştım. Öğleden sonra La Gardoyla küçük kız kardeşlere yardım ederek arabamla onların eşyalarını doña Soledad’ın evinden kendi evlerine taşıdık.
Akşamın erken bir saatinde la Gorda ile yemek odasına oturduk. Bir süre sessiz kaldık. Ben epey yorgundum.
La Gorda sessizliği bozarak, Nagual ile Genaro ayrılalı beri hepsinin epey kayıtsız kaldıklarını söyledi. Her biri kendi özel görevleriyle haşır neşir olmaktaymışlar. Nagual’ın ona coşkulu bir savaşçı olmasını ve kaderi onun için hangi yolu seçtiyse o yolu izlemesini buyurduğunu anlattı. Soledad benim erkimi çalmış olsaymış, la Gorda’nın kaçıp küçük kız kardeşleri kurtarmaya çalışması ve hayatta kalacak biricik Genarolar olan Benigno ile Nestor’a katılması gerekirmiş. Şayet küçük kız kardeşler beni öldürselermiş, gene Genarolara katılırmış zira o takdirde küçük kız kardeşlerin artık ona ihtiyacı kalmazmış. Eğer ben dostların saldırısından sonra sağ çıkmaz isem ve o sağ çıkarsa, o zaman da o yöreyi terk etmesi ve bir başına yaşaması gerekirmiş. Pırıltılı gözlerle bana bakarak, ikimizin de sağ kalmayacağımızdan emin olduğunu söyledi, kız kardeşleriyle, eviyle ve tepelerle vedalaşmasının nedeni de buymuş.
"Nagual bana şayet senle ben dostlarla karşılaşmamızdan sonra sağ çıkarsak," diye sürdürdü, "senin için her şeyi yapmam gerektiğini söylemişti, çünkü savaşçılık yolumun gereği böyleymiş. Benigno’nun dün gece sana yapmakta olduğu şeyi engellememin nedeni buydu işte. Gözleriyle senin göğsüne habire bastırıyordu. Onun iz sürücülük sanatıdır bu. Dün daha önce Pablito'nun elini gördüydün sen; o da gene bu sanatın bir parçasıydı."
"Ne sanatıymış o öyle, Gorda?"
"İz sürücüsünün sanatı. Nagual’ın bildiği bir sanattır bu, Genarolar da onun bu işi bilen iyi çömezleridir. Bize gelince, rüya görücüleriz biz. Senin çiftin rüya görmedir."
Bu anlattıkları benim için yeni şeylerdi. Bunları açıklamasını istedim. En uygun soru şeklini seçmek amacıyla bir an duraklayıp yazdıklarımı bir okuyayım dedim. Ona benim çiftime ilişkin neler bildiğini öğrenmek sonra da iz sürme sanatını öğrenmek istediğimi söyledim.
"Nagual bana senin çiftinin ortaya çıkmak için fazlaca erke muhtaç olduğunu anlattıydı, dedi, "sendeki enerjinin onun senin içinden sadece iki kez çıkmasına yetebileceğini tahmin ettiydi. Zaten Soledad ile küçük kız kardeşlerin seni ya öldürmeleri ya da sana yardım etmeleri için onları öne süren odur."
La Gorda, bende Nagual’ın zannettiğinden fazla enerji bulunduğunu benim çiftimin üç kez dışa çıkmış olduğunu söyledi. Demek ki Rosa’nın saldırısı düşüncesizce yapılmamıştı; tersine, beni incittiği takdirde çaresiz kalacağımı kurnazcasına hesaplamış olmalıydı: yani, doña Soledad’ın köpeğine yaptığı numaranın aynısı. Ben Rosa’ya bağırdığım zaman bana vurması için ona bir fırsat vermiştim, ama o beni incitmeyi başaramamıştı. Aksine, benim çiftim dışa çıkmış ve onu incitmişti. La Gorda, Lidia’nın ona, biz hep birlikte Soledad’ın, evinden apar topar kaçmamız gerektiğinde Rosa’nın uyanmak istemediğini söylemiş olduğunu anlattı, o halde incinmiş olan eli sıkan kişi Lidia’ydı. Rosa hiçbir ağrı hissetmemişti ve onu sağaltanın ben olduğunu şıp diye anlamıştı, ve elbet bu da onlara erkimin tükenmiş olduğunu gösteriyordu. La Gorda, küçük kız kardeşlerin son derece zeki olduklarını ve beni erksiz bırakmayı tasarladıklarını bildiğini söyledi; bu amaç uğruna Soledad’ı sağaltmam için dayatmışlardı. Rosa, onu sağaltmış olduğumu anlar anlamaz, erkimi artık onulamaz biçimde zayıflattığımı düşünmüştü. O zaman hepsi de artık Josefina’nın benim işimi bitirmesini beklemeye başlamışlar.
"Küçük kız kardeşler senin Rosa’yı ve Soledad’ı sağalttığında kendini de yenilemiş olacağından habersizdiler," dedi la Gorda, ve sanki bu bir şakaymışçasına güldü. Küçük kız kardeşler senin ışıltını almaya çalışırlarken, sen çiftini üçüncü bir kez dışa çıkarmak için yeterli enerjiye sahiptin bu nedenle."
Doña Soledad’ın, odasının duvarına yumulduğunu gördüğüm hayalden ve o hayali dokunma duyumumla birleştirip onun alnındaki yapışkan maddeye nasıl dokunduğumdan söz ettim ona.
"Gerçek görmeydi o," dedi la Gorda. Sen Soledad’ı onun odasında gördün, oysa o Genaro’nun evinde benimle beraberdi, o zaman sen onun alnında nagualı görmüştün..."
O noktada ona topyekûn deneyimimin ayrıntılarını, özellikle doña Soledad ile Rosa’yı, kendimin bir parçasıymışçasına hissetiğim o yapışkan maddeye dokunarak gerçekten sağaltmakta olduğumu gördüğüm zamanki hayretimi anlatma ihtiyacını hissettim.
"Rosa’nın elinde o şeyi görmek de gerçek görmeydi, " dedi la Gorda. "Yüzde yüz haklıydın, o madde senin kendindi. Senin bedeninden çıkmıştı, senin nagualındı o. Ona dokunarak geriye çektin onu."
La Gorda o zaman bana bir gizi açıklıyormuşçasma, Nagual’ın ona, her birimiz aynı ışıltıya sahip olduğumuz için bu gerçeği açıklamamasını buyurduğunu anlattı, yani benim nagualım onlardan birine dokunduğu takdirde ben, nagualımın sıradan bir insana dokunması halinde normal sayılacak olan güç yitimine uğramayacaktım.
"Şayet senin nagualın bize dokunursa," dedi la Gorda, elimin üzerini hafifçe tıpışlayarak, "senin ışıltın yüzeyde kalır. O zaman onu gene alırsın ve bir şey yitirmemiş olursun."
Ben de ona onun bu açıkladıklarının benim için inanılması imkânsız şeyler olduğunu söyledim. La Gorda, umurumda değil dercesine omuzlarını silkti. O zaman ben ona nagualı ne anlamda kullandığını sordum. Don Juan’ın, nagualı bana tanımlanamaz ilke, her şeyin kaynağı diye açıklamış olduğunu belirttim.
"Elbet," dedi gülümseyerek. "Onun neyi kastettiğini biliyorum. Nagual her şeyin içindedir."
Ben de, bir parça hafifseyerek, ona bunun aksinin de ileri sürülebileceğini, yani tonalın her şeyde bulunduğunu söyledim. O da özenle buna itiraz etmediğini açıklayarak söylediğim şeyin doğru olduğunu, yani tonalın her şeyin içinde bulunduğunu kabul etti. Her şeyin içinde bulunan tonalın bizim duyularımızla kolayca algılanabildiğini, her şeyin içinde bulunan nagualın ise kendisini sadece bir büyücünün gözlerine sergileyeceğini söyledi. Kimileyin tonalın son kerte garip görüntüleriyle karşı karşıya kalıverip onlardan ürkebileceğimizi ya da onların karşısında şaşkınlık duyabileceğimizi ya da ilgisiz kalabileceğimizi, zira hepimizin o görüntüleri görebileceğimizi ekledi. Naguala gelince, onun görüntüsü görülebilmek için bir büyücünün uzmanlaşmış duyularını gereksinir. Gene de, tonal da nagual da her zaman her şeyin içinde mevcutturlar. O nedenle, bir büyücünün, "bakma"nın her şeyin içinde bulunan tonalı izleme yöntemi olduğundan söz etmesi yerinde bir anlatımdır. Aynı şekilde şayet bir savaşçı dünyayı bir insanoğlu olarak izliyorsa, bunu bakarak yapar, ama bir büyücü olarak izliyorsa, o zaman "görüyordur" ve gördüğü şeye de nagual denilmesi yerinde olur.

Cvp: BÖLÜM 5 - RÜYA GÖRME SANATI

La Gorda ardından, don Juan’a Nagual denmesinin bana Nestor tarafından daha önce açıklanan nedenini bir kez daha yineledi ve başımdan çıkan şekilden ötürü benim de Nagual olduğumu teyit etti.
Başımdan çıkmış olan biçime ne diye benim çiftim dediklerini sordum ona. Aralarında benimle dalga geçmiş olmayı düşündüklerini söyledi la Gorda. O şekli çıkaran insanın iki katı büyüklükte olması nedeniyle onlar o şekle hep çift derlermiş.
"Nestor bana o şekli çıkarmanın pek iyi bir şey olmadığını anlatmıştı," dedim.
"İyi de değildir, kötü de," dedi la Gorda. "Sende var ve bu da seni Nagual kılıyor. Hepsi o kadar. Sekizimizden birinin Nagual olması gerekiyordu, sen de osun. Pablito da olabilirdi, ben de, bir başkası da."
"Şimdi anlatsana, iz sürme sanatı nedir?" diye sordum.
"Nagual bir iz sürücüsüydü," dedi ve yüzüme baktı. "Senin de bilmen lazım. Daha başlangıçtan itibaren sana iz sürmeyi öğrettiydi."
Birden onun dediği şeyin don Juan’ın avcı dediği şey olması ihtimali geldi aklıma. Gerçekten de bana avcı olmayı öğretmişti. Don Juan’ın bana avcılığı ve tuzak kurma yöntemlerini öğretmiş olduğunu söyeldim la Gorda’ya. Ne var ki, onun kullandığı iz sürme kavramı çok daha uygundu.
"Bir avcı sadece avlar," dedi la Gorda. "Bir iz sürücüsü ise, kendisi dahil her şeyin izini sürer."
"Bunu nasıl yapar ki?"
"Kusursuz bir iz sürücüsü her şeyi bir ava dönüştürebilir. Nagual bana kendi zaaflarımızın bile izini sürebileceğimizi anlattıydı."
Yazmayı kestim ve don Juan'ın bana hiç böyle yepyeni bir olasılığa değinip değinmediğini anımsamaya çalıştım; zaaflarımın izini sürmek. Onun bunu bu şekilde dile getirmiş olduğunu hatırlayamadım.
"İnsan kendi zaaflarının nasıl sürer izini, Gorda?"
"Tıpkı bir avın izini sürdüğün gibi. Zaaflarının nasıl meydana geldiğini öğrenene dek alışkanlıklarını incelersin ve böylece onları bulduğun zaman bir kafesteki tavşan gibi onları bir bir yakalarsın."
Don Juan bana alışkanlıklara ilişkin aynı şeyi öğretmişti, ama bu öğreti avcıların bilincinde olmaları gereken genel ilkeler bağlanımdaydı. Oysa, la Gorda’nın bunu anlayış ve uygulayış biçimi benimkinden çok daha gerçekçiydi.
Don Juan her türlü alışkanlığın, özünde, bir "yapma" olduğunu ve yapmanın işleyebilmesi için tüm parçalarına gereksinmesi olduğunu söylemişti. Kimi parçaları eksik olduğu takdirde, bir yapma sökülmüş olmaktaydı. Yapma demekle, herhangi tutarlı ve anlamlı bir dizi edimleri kastediyordu Bir başka deyişle, bir alışkanlığın canlı bir etkinlik olabilmesi için tüm bileşen eylemlerine gereksinmesi vardı.
La Gorda ardından kendi aşırı yeme şeklindeki zaafının izini nasıl sürdüğünü anlattı. Nagual ona önce alışkanlığın en büyük parçası olan çamaşır yıkama işiyle baş etmesini önermiş; zira la Gorda yıkadığı çamaşırları kapı kapı dolaşarak teslim ederken müşterilerinin ona sundukları her şeyi mideye indirmişti. Bunun üzerine Nagual’dan, kendisine, ne yapması gerektiğini söylemesini istemiş, ama o sadece gülmüş ve ona ne yapması gerektiğini söyler söylemez onun o şeyi yapmamak için savaşıma başlayacağını söyleyerek onunla dalga geçmiş. İnsanların böyle olduklarını eklemişti; yani, ne yapmaları gerektiğini başkalarına sormaya bayılırlarmış, ama yapmaları söylenen şeylerle mücadele etmeyi ve onları yapmamaya daha çok bayılırlarmış, elbet neticede iş onlara öneride bulunan kimseden nefret etmelerine dek varırmış.
Yıllar boyu kendi zaafının izin sürebilecek bir yöntem düşünememişti. Lâkin bir gün, şişmanlıktan öyle usanmış ki tam yirmi üç gün yemek yemeyi reddetmişti. Onun yemek yeme düşkünlüğünü değiştirmedeki ilk eylemi olmuştu bu. Sonrası, ağzını, bir sünger tıkarak doldurmayı ve müşterilerinin onun diş ağrısı çektiğinden ötürü bir şey yiyeyemeyeceğini düşünmelerini tasarlamış. Bu numara yalnızca, bu durumda ona yiyecek bir şeyler vermemeye başlayan müşterilerini atlatmakla kalmamış, ama süngeri çiğnedikçe yiyormuş hissini duyan la Gorda’ya bile yaramış. Aşırı yeme alışkanlığını değiştirene dek yıllar boyu ağzına tıkalı süngerle yürüyerek
sokakları nasıl dolaştığını anlatırken habire gülmekteydi la Gorda.
"Alışkanlığını kesmek için sadece bu yetti mi sana?" diye sordum.
"Yo. Bir savaşçı gibi yemeyi de öğrenmem gerektiydi."
"Nasıl yermiş ki bir savaşçı?"
Bir savaşçı sessizce, yavaşça ve her seferinde az bir parça yer. Ben yerken konuşurdum eskiden, üstelik çabuk çabuk yerdim, sonra her oturuşta tıkınırdım da tıkınırdım. Nagual bana bir savaşçının bir öğünde dört ağız dolusu yemek yediğini anlattıydı. Bir süre sonra dört ağız dolusu daha yermiş ve böyle sürermiş bu.
"Bir savaşçı her gün millerce ve millerce yol yürür. Benim yeme zaafım yürümemi engelliyordu. Bir oturuşta dört ağız dolusu yiyerek ve yürüyerek kırdım bu alışkanlığımı. Kimi zaman bütün gün bütün gece yürürdüm. Kabalarımdaki yağları o suretle erittim."
Don Juan’ın ona taktığı adı anımsayarak kendi kendine güldü.
"Lâkin alışkanlığından geçebilmek için sırf zaafının izini sürmek yetmiyor," dedi. "Ömrü billah onların izini sürdüğün ve hiçbir şeyciği dahi değiştiremediğin olur. O yüzden Nagual ne yapmam gerektiğini söylemediydi. Kusursuz bir savaşçı olabilmek için bir savaşçının gerçekten gereksindiği şey bir amaca sahip olmaktır."
La Gorda, Nagual’a rastlamadan önce nasıl günü gününe, herhangi bir beklentisi olmaksızın yaşayagelmekte olduğunu anlattı. Ne bir umudu, ne bir düşü, ne bir emeli varmış. Oysa, yemek yeme fırsatları her zaman açıkmış ona; kavrayamadığı bir nedenle, hayatının her gününde bol bulamaç yemekler bulması hiç de zor olmamıştı. Hatta öyle bolmuş ki yenecek şeyler, bir ara tam yüz yedi kilo çekiyormuş.
"Hayatta zevk aldığım tek şey yemek yemekti," dedi la Gorda. "Üstelik, kendimi şişman gördüğüm de yoktu hiç. Oldukça güzel olduğumu ve herkesin beni olduğum gibi beğendiğini düşünürdüm. Herkes benim sağlıklı göründüğümü söylerdi.
"Nagual bana çok acayip bir şey söylediydi. Kişisel erkimin pek fazla olduğunu ve o nedenle, kendi evimdeki akrabalarım açlıktan kıvranırken benim, dostlarımdan daima yiyecek şeyler elde edebildiğimi anlattıydı.
"Herkesin bir şeye yetecek kadar kişisel erki vardır. Benim için işin püf noktası kişisel erkimi yemeklerden çekip savaşçı amacıma aktarmaktı."
"Neymiş o amaç, Gorda?" diye sordum şaka yollu.
"Öbür dünyaya girmek," diye sırıtarak yanıt verdi ve düşkünlük ettiğimi düşündüğü zaman don Juan’ın yaptığı gibi parmaklarının eklemleriyle başımın tepesine vurur gibi yaptı.
Artık yazabileceğim kadar ışık kalmamıştı. Bir lamba getirmesini istediysem de çok yorgun olduğunu bahane ederek küçük kız kardeşler gelmeden önce bir parça uyuması gerektiğini söyledi.
Ön odaya gittik. Bana bir battaniye verdi, kendisi de bir başka battaniyeye sarılarak anında uykuya daldı. Sırtımı duvara dayayıp oturdum. Karyolanın tuğla yüzeyi dört ottan minderle dahi semsertti. Uzanıp yatmak daha rahat olacaktı. Uzanır uzanmaz uyuyuvermiştim.
Dayanılmaz bir susuzlukla aniden uyandım. Mutfağa gidip biraz su içmek istedim, ama karanlıkta kendimi yönlendiremedim. La Gorda’nın yanımda battaniyesine sarınmış kıvrılarak yattığını hissettim. Onu iki üç kez sarsarak biraz su bulmama yardım etmesini istedim. Homurdanarak anlaşılmaz bir şeyler söyledi. Derin bir uykuya dalmış olacak ki uyanmak istemiyordu. Onu yeniden salladım, birden uyanıverdi; ama la Gorda değildi bu. Her kimi salladıysam erkeksi bir sesle bana hırçıncasına bağırarak susmamı söyledi. La Gorda yerine bir erkek vardı orada! O anda denetleyemediğim bir korkuya kapıldım. Yataktan dışarıya atlayarak sokak kapısına doğru koştum. Ama yanlış istikamete gitmiş ve kendimi mutfakta bulmuştum. Feneri kavradığım gibi alelacele yaktım. Tam o anda la Gorda arka bahçedeki apteshaneden içeriye girdi ve telaşımın nedenini sordu. Heyecanlı bir sesle az önce olanları ona anlattım. O da biraz şaşırmış göründü. Ağzı açık kaldı ve gözleri her zamanki parıltısını yitirdi. Normal anıklığını kazanmaya çalışıyormuşçasına başını hızlı hızlı salladı. Lambayı aldığı gibi birlikte ön odaya doğru ilerledik.
Yatakta kimse yoktu. La Gorda ordaki üç lambayı da yaktı. Tasalanmışa benziyordu. Olduğum yerde kalmamı söyleyerek onların oda kapısını açtı. İçeriden ışık sızmaktaydı. Kapıyı tekrar kapatıp heyecansız bir sesle korkacak bir şey olmadığını ve ikimize yiyecek bir şeyler hazırlayacağını söyledi. Bir fast-food aşçısının çalaklığı ve uzluğuyla bir şeyler pişirdi. Hatta yanında içecek olarak mısır irmikli sıcak kakao bile yaptı. Karşılıklı oturup tam bir sessizlik içinde yedik.
Geceleyin hava soğuktu. Yağmur yağacağa benziyordu. Yemek yediğimiz yere getirdiği üç gaz lambasının etrafa yaydığı sarımtırak ışık son derece dinlendiriciydi. Zeminde üst üste yerleştirilmiş birkaç tahtayı alarak duvara dayadı ve çatının çapraz destek kirişindeki derin girintilere yerleştirdi. Yerde, tahtaları sabit tutmaya yarayan, kirişle paralel uzun bir yarık vardı. Neticede, bir yemek odası oluşturan portatif bir duvar meydana gelmişti.
"Yataktaki kimdi?" diye sordum.
"Senin yatağının bitişiğinde Josefina vardı, başka kim olacak?" diye yanıt verdi kelimeleri seslendirmekten zevk alırcasına ve ardından güldü. "O tür şakalarda üstüne yoktur. Bir an ben de başka bir şey sandıydım, ama sonra Josefina’nın, o tür şeytanlıkları yaparken vücudundan yayılan kokusunu aldım."
"Ne yapmaya çalışıyordu? Ödümü patlatmaya mı?" diye sordum.
"Onlar seni pek tutmadı, farkındasındır," diye yanıt verdi. "Alışık oldukları yoldan dışarıya çıkarılmaktan pek hoşlanmazlar. Soledad’ın ayrılıyor olması onları kahrediyor. Hepimizin bu yöreyi terk edeceğimizi anlamak istemiyorlar. Bizim zamanımız doldu gibi. Bugün anladım bunu. Evden ayrılırken şurdaki o çıplak tepelerin beni mecalsiz bıraktığını anladım. Bugüne dek hiç böyle hissetmemiştim."
"Nereye gideceksin ki?"
"Henüz bilmiyorum. Biraz da sana bağlı galiba. Senin erkine."
"Bana mı? Nasıl yani, Gorda?"
"Dur anlatayım. Senin gelmenden bir gün önce küçük kız kardeşlerle ben şehre inmiştik. Seni şehirde bulmak istiyordum zira rüya görmem sırasında pek tuhaf bir hayal görmüştüm. Hayalimde seni şu andaki gibi açık seçik gördüydüm. Sen benim kim olduğumu bilmemiş ama benimle konuşmuştun. Dediklerinden bir şey çıkaramamıştım. Sonra üç kez gene aynı hayale döndüm lâkin rüya görmem sırasında senin bana ne dediğini anlayacak kadar güçlü değildim. Hayalimin bana şehre inmem ve kendi erkimin seni orada bulacağına güvenmem gerektiğini söylediğini düşündüm. Senin buraya gelmekte olduğuna emindim."
"Küçük kız kardeşler onları şehre niçin götürdüğünü biliyorlar mıydı?" diye sordum.
"Onlara bir şey söylemedim," yanıtını verdi. "Sadece onları oraya götürdüm. Bütün sabah o sokak senin bu sokak senin dolaştık."
La Gorda’nın anlattıkları bende yabansı bir ruh hali yaratmıştı. Sinirsel uyarımlar ıspazmoza tutulmuşum gibi tüm bedenimde dolaşmaya başlamıştı. Ayağa kalkıp bir süre gezinme ihtiyacını hissettim. Sonra gene oturdum ve ona benim de aynı gün şehirde olduğumu ve bütün öğleden sonrayı pazaryerinde dolaşarak don Juan’ı aramakla geçirdiğimi söyledim. La Gorda, ağzı apaçık, yüzüme bakıp durmaktaydı.
"Birbirimizin yanından geçmiş olmalıyız," dedi ve iç çekti. "Biz pazaryerinde ve parkta dolaşmıştık. Dikkatleri üzerimize çekmeyelim diye öğleden sonra hep kilisenin merdivenlerinde oturduk."
Benim kalmış olduğum otel kiliseye bitişik sayılırdı. Uzun süre kilise merdivenlerinde oturan insanlara bakarak vakit geçirdiğimi hatırladım. Beni orayı incelemeye çeken bir şey vardı. Gerek don Juan’ın gerekse don Genaro’nun beni şaşırtmak amacıyla o insanların arasında dilenciler gibi oturmuş olacaklarına ilişkin mantıksız bir düşüncem vardı.
"Şehirden ne zaman ayrıldınız?" diye sordum.
"Saat beş civarında ordan ayrılıp dağlardaki Nagual’ın noktasına doğru yöneldik," yanıtını verdi la Gorda.
Don Juan’ın da gün bitiminde ordan ayrılmış olacağına ilişkin kesin bir kanıya sahiptim. Don Juan’ı arama serüvenim boyunca duyumsadığım hislerin artık berraklaşmakta olduğunu görüyordum. La Gorda’nın anlattıklarının ışığında durumumu gözden geçirmem gerekiyordu. Don Juan’ın şehrin sokaklarında olduğuna ilişkin inanışımı, eskiden ona hep oralarda rastlamış olmamla izaha kalkışmanın rasyonel bir düşünce tarzı olduğunu biliyordum. Ne var ki, mizaç olarak don Juan’a en yakın kimse olan la Gorda şehre inmiş ve özellikle beni aramaktaymış. Ben de onun varlığını orada hissetmiştim hep. La Gorda’nın anlattıkları benim bedenimin bildiği bir şeyi hiç kuşkuya yer vermeyecek biçimde teyit etmekteydi sadece.
O günkü ruh halimin ayrıntılarını ona anlattığımda, la Gorda’nın vücudu sinirsel bir ürpertiyle sarsıldı.
"Beni bulmuş olsaydın ne olurdu acaba?" diye sordum.
"Her şey değişmiş olurdu," diye yanıt verdi. "Benim için seni bulmak ilerlemem için yeterli erke sahip olduğum anlamına gelecekti. Onun için küçük kız kardeşleri yanıma aldıydım. Biz hepimiz, sen, ben ve küçük kız kardeşler o gün uzaklara gidecektik."
"Nereye, Gorda?"
"Kim bilir?" Seni bulmaya yeterli erkim olsaydı onu bilecek kadar da erkim olurdu. Şimdi sıra sende. Ola ki gitmemiz gerektiğini bilecek kadar erkin vardır şu anda. Anladın mı?"
Tam o anda içim tanımsız bir hüzünle doldu. Bir insan olarak aczimden ve geçiciliğimden kaynaklanan umutsuzluğumu her zamankinden daha keskin bir biçimde duyumsadım. Don Juan her zaman, umutsuzluğumuza karşı tek çare ölümümüzün bilincinde olmaktır, derdi—ki bu da büyücünün hayattaki bir numaralı anahtarıymış. Ona göre, ölümümüzün bilincinde olmak, yaşamımızın ve bilinmeyene karşı korkularımızdan kaynaklanan sıkıntı ve acılara katlanabilmemiz için gerekli gücü bize sağlayan tek şeydir. Ama onun bana anlatamadığı şey, o bilinçliliğin oraya nasıl çıkarılacağıydı. Ona her soruşumda, kendi istencimin bunu belirleyecek tek etmen olduğunda dayatırdı; yani, edimlerimi etkileyebilmesi için o bilinçliliği meydana getirmeye kendim azmetmeliymişim. Bunu yaptığımı sanmaktaydım. Lâkin la Gorda’nın beni bulma ve benimle uzaklara gitme konusundaki azmiyle karşılaştığım zaman, kavradım ki şayet o gün şehirde beni bulmuş olsaymış artık asla kendi evime dönemeyecek ve en çok sevdiğim insanları bir daha asla göremeyecektim. Buna hazır değildim daha. Evet, kendimi ölüme hazır kılmıştım, ama tam bir bilinçlilikle, öfke ya da pişmanlık duymaksızın en güzel duygularımı arkamda bırakıp artık tüm yaşamım boyunca yok olmaya değil.
La Gorda’ya, o türlü bir edimi—bu dünyayı ebediyen terk etmeyi ve nereye gidileceğini ne yapılacağını bilmeyi—gerçekleştirmek için gerekli olan türden bir erke sahip olmaya layık bir savaşçı olmadığımı anlatırken handıysa utanç duymaktaydım.
"Bizler insan olarak yaratılmışız," dedi la Gorda. "Bizleri neler beklediğini ya da ne türden erklerimiz olabileceğini kim bilebilir ki?"
O şekilde ayrılacak oluşumuzdan duyduğum hüznün çok büyük olduğunu anlattım ona. Büyücülerin geçirmek zorunda oldukları değişimler hem şiddetli hem de geriye dönülemez nitelikteydi. Pablito’nun bana, anasını yitirmiş olmaktan ötürü hissettiği dayanılmaz hüznünden söz ettiğini anlattım la Gorda’ya.
"İnsan biçimi kendisini bu duygularla besler," dedi la Gorda hafif alaylı bir sesle. "Ben kendime ve çocuklarıma acıyıp durdum yıllarca. Nagual’ın, yaptığım şeyi—yani çocuklarımı terk etmemi, onları yok edip onları unutmamı—isteyecek denli nasıl zalim olabildiğini anlayamıyordum."
Nagual’ın kendi insan biçimini terk etmeyi yeğlemek zorunda kaldığını kavramasının yıllar aldığını anlatı la Gorda. Zalim olmak değildi bu. Artık duygularının kalmadığındandı sırf. Ona her şey eşit gelmekteydi. Kaderini kabullenmişti. Pablito’nun, ve hatta benim sorunumun, kendi kaderimizi kabullenmemek olduğunu söyledi la Gorda. Sonra, küçümsercesine, anası Manuelita’yı hatırladıkça, özellikle kendi yemeğini hazırlarken, Pablio’nun ağladığını anlattı. La Gorda ısrarla, Pablito’nun anasını olduğu gibi anımsamamı istedi: Pablito’nun hizmetçiliğini yapmaktan başka bir şey bilmeyen yaşlı, sersem bir kadın. Pablito’nun korkağın teki olduğunu düşünmelerinin nedeni, hizmetçi, Manuelitasının, onu bir böceği ezer gibi öldürebilecek olan cadaloz Soledad haline dönüşmesinden dolayı mutlu olmamasıymış.

Cvp: BÖLÜM 5 - RÜYA GÖRME SANATI

La Gorda heyecanlı bir hareketle yerinden kalktı ve masanın üzerinden, alnının benimkine dokunmasına ramak kalacak şekilde bana doğru eğildi.
"Nagual bana Pablito’nun iyi talihinin olağandışı bir şey olduğunu söylediydi," dedi. "Anası da oğlu da aynı şey için savaşıyor. Öyle korkak olmasaymış, kaderine razı olur ve anasına karşı anlayışlı davranırmış. Ama yalnızca gerçek bir savaşçı o türden bir mutluluğu duyumsayabilir."
"Doña Soledad bütün bu olanlara karşı neler hissediyor?"
"Hislere düşkünlük göstermez o," diye yanıt verdi la Gorda, sonra da gene oturdu. "O, kendi kaderini hepimizden daha kolayca kabullenmişir. Nagual ona yardım etmezden önce, benden de kötü bir durumdaydı o. Ben hiç olmazsa gencim; halbuki o, ölsem de kurtulsam diye bekleyen hantal, yaşlı bir inekti. Artık ölüm, onu alabilmesi için zorlu bir savaş vermek zorunda kalacak."
Doña Soledad’ın dönüşümündeki zaman öğesi kafamı kurcalayan bir ayrıntı olarak kalmıştı. La Gorda’ya doña Soledad’ı son defa iki yıldan fazla bir süre önce görmüş olduğumu ve bana her zamanki gibi muhterem bir yaşlı kadın olarak göründüğünü anlattım. La Gorda, benim Soledad’ın evine, oranın hâlâ Pablito’nun evi olduğu kanısını taşıyarak, son defa gidişimde, Nagual’ın onların hiçbir şey değişmemiş gibi davranmalarını sağlamış olduğumu anlattı bana. Doña Soledad benimle her zaman olduğu gibi mutfaktan seslenerek selamlaştı ama onunla yüz yüze gelmemiştik. Lidia, Rosa, Pablito ve Nestor, gerçek çalışmalarını benden gizlemek amacıyla kendi rollerini mükemmel bir şekilde oynamışlardı.
"Nagual niçin o sıkıntılara girmişti acaba?"
"Henüz netleşmemiş bir şeyden seni kurtarmak istediydi. Seni her birimizden bile bile uzak tuttuydu. O ve Genaro, sen civarımızdayken yüzümü sana hiç göstermememi istedilerdi."
"Josefina’ya da aynı şeyleri mi söylemişlerdi?"
"Evet. Kaçığın tekidir o, huyu öyledir. Seninle dalga geçmeden edemedi. Boyuna seni izleyip dururdu da sen hiç farkına varmazdın. Bir gece Nagual seni dağlara götürdüğünde, Josefina seni karanlıkta az daha bir dereye iteceki. Nagual tam zamanında yetiştiydi. Kötü niyetinden değil bu yaptıkları onun, ama hoşuna gidiyor işte. Onun insan biçimi böyle. Bunu yitirene dek öyle kalacak. Altısının da bir parça terelelli olduğunu anlattıydım sana. Onların ağına düşmemen için bunu bilmende yarar var. Sana bir şey yaparlarsa sakın kızma. Zira öyledir huyları."
La Gorda bir süre sessiz kaldı. Bedeninin hafifçe sarsıldığı gözümden kaçmamıştı. Gözleri odaklanmış halini yitirmişe, çenesinin kasları gevşedikçe ağzı sarkmışa benziyordu. Tüm dikkatimle onu seyretmekteydim. La Gorda birkaç kez başını salladı.
"Şu anda bir şey gördüm," dedi. "Tıpkı küçük kız kardeşler ve Genarolar gibisin sen de."
Sessizce gülmeye başladı. Bir şey demedim. Ben ona karışmaksızın anlatmasını istiyordum.
"Senin onlardan bir farkın olmadığını hâlâ çakozlamadıklarından, herkes sana kızıyor," diye sürdürdü. "Onlar seni Nagual olarak görmekteler ve senin de tıpkı onların yaptığı gibi kendi yolunda yürüdüğünü anlamıyorlar."
Sonra Pablito’nun sızlayıp yakındığını ve acizlik rolü yaptığını söyledi. Benigno, gözlerini dahi açamayan utangaç adamı oynuyormuş. Néstor, her şeyi bilen akıllı adam rolündeymiş. Lidia, bakışlarıyla insanları ezen sert bir kadın rolünü oynuyormuş. Josefina ise itimat edilemeyen kaçık tipini benimsemiş imiş. Rosa, kendisini ısıran sivrisinekleri yiyen şımarık kız rolündeymiş. Ben ise elinde not defteriyle Los Angeles’tan gelen ve bir sürü yanlış sorular soran bir salahın tekiymişim.
"Bir zamanlar şişman ve pis kokulu bir kadındım ben diye sürdürdü kısa bir duraksamanın ardından. "Yalnız başıma kalmadığım sürece bir köpek gibi tekmelenip durmaktan yakındığım yoktu. Yapım öyleydi işte.
"Senin davranışlarından gocunmasınlar diye sana ilişkin gördüklerimi herkese anlatacağım."
Ne diyeceğimi bilemedim, yadsınamayacak denli haklı olduğunu görmekteydim. Benim için önemli olan şey onun gözlemlerinin doğru olmasından ziyade onun bu su götürmez sonuca varışına tanık oluşumdu.
"Bütün bunları nasıl gördün ki," diye sordum.
"Bana geliverir öyle," diye yanıt verdi.
"Nasıl geldi sana yani?"
"Görme duygusunun kafamın tepesine doğru geldiğini hissettim, sonra da şimdi sana anlattığım şeyi biliverdim.
Onun bana, sözünü etiği o bilme duygusunun tüm ayrıntılarını betimlemesi için ısrar ettim. Bir anlık bir kararsızlıktan sonra razı olduğu ve doña Soledad’la ve küçük kız kardeşlerle karşılaşmalarım sırasında öylesine bilincinde olduğum o ürpertici duyumsamanın aynısını anlattı. La Gorda duyumsamanın başının tepesinden başladığını ve solundan inerek belini çevreleyip rahmine ulaşığını söyledi. Bunu, bedeninin içinde, benim de bütün ötekiler gibi kendi insan biçimime yapışıp kalmakta olduğuma, lâkin benim kendime özgü davranışımın öbürlerine anlaşılmaz geldiğine ilişkin bir bilgiye dönüşen dayanılmaz bir gıdıklanma şeklinde duyumsadığını anlattı.
"Bütün bunları sana söyleyen bir ses işitin mi?" diye sordum.
"Yo. Sadece senin hakkında söylediğim şeylerin hepsini gördüm," diye yanıtladı.
Benim bir şeye asılmış olduğum bir hayal görüp görmediğini sormak istediysem de vazgeçtim. Kendimi her zaman ki davranışıma bırakmak istemiyordum. Üstelik, "gördüğünü" söylediğinde ne demek istediğini de biliyordum. Rosa ve Lidia ile birlikteyken de aynı şey başıma gelmişti. Ansızın onların nerede oturduklarını "bilmiştim" evlerinin görüntüsünü algılamış falan değildim. Sadece bildiğimi duyumsamıştım.
Ense kökünde kırılmakta olan tahtadan bir piponun tok sesini de duyumsayıp duyumsamadığını sordum ona.
"Nagual her birimize başımızın tepesindeki duygunun nasıl yaratılacağını öğretti," dedi la Gorda. "Ama içimizden bazıları bunu uygulayabilmiş değil. Gırtlağın ardındaki ses daha da zor. İçimizde bunu duyumsayabilenimiz çıkmadı henüz. Sen hâlâ kof olduğun halde bunu hissedebilmişsin—çok garip."
"O ses nasıl çıkıyor?" diye sordum. "Nedir bu?"
"Sen onu benden iyi bilirsin. Başka ne diyeyim ki?" diye yanıt verdi haşin bir sesle.
Sabırsızlanmakta olduğunun farkına varmış gibiydi. Sıkılgancasına gülümseyerek başını önüne eğdi.
"Senin bildiğin bir şeyi sana anlatmak aptalca bir şey gibi geliyor bana," dedi. "Biçimimi gerçekten yitirmiş miyim diye beni sınamak amacıyla mı bana öyle sorular soruyorsun?"
Ona kafamın karıştığını söyledim, zira o sesin ne olduğunu bildiğim duygusunu taşımakta ama bir yandan da bu konuda hiçbir şey bilmiyormuşum gibi hissetmekteydim, çünkü benim için bir şeyi gerçekten bilmek için o bilgiyi sözcüklere dökebilmek gerekiyordu. Bu nedenle, yapabileceğim tek şey, yanıtlarının bana ışık tutacağını umut ederek ona sorular sormaktı.
"O ses hakkında sana ışık tutacak bir şey söyleyemeyeceğim," dedi La Gorda.
Birdenbire dayanılmaz bir tedirginlik hissettim. Ona, don Juan’la görüşmeye alışmış olduğumu ve bütün bunları bana açıklaması için şimdi burada ona her zamankinden fazla gereksinme duyduğumu söyledim.
"Nagual’ı özlüyor musun?" diye sordu.
Onu özlediğimi ve onun doğduğu yerlere tekrar dönene dek onu ne denli özlediğimin farkına varmamış olduğumu söyledim.
"Sen onu, hâlâ insan kalıbına yapışıp kaldığın için özlemektesin," dedi la Gorda, üzüntüm onu neşelelendirmişçesine.
"Sen kendin özlemiyor musun onu. Gorda?"
"Yo. Niçin özleyim ki? Ben oyum. Olanca ışıltım değişmiş durumda; kendim olan bir şeyi nasıl özlerim ki?"
"Senin ışıltın ne bakımdan farklı?"
"Bir insan, ya da canlı herhangi başka bir varlık soluk sarı bir ışık yayar. Hayvanlar daha sarı, insanlar ise daha beyazdırlar. Ancak bir büyücü kehribar rengindedir, güneş ışığındaki bal damlası gibi. Kimi kadın büyücüler yeşilimtıraktırlar. Nagual onların en güçlü ve en zor olduklarını söylediydi."
"Ya senin rengin ne, Gorda?"
"Kehribar, tıpkı senin ve ötekilerimizin gibi. Nagual ile Genaro söylemişti bunu. Ben kendimi hiç görmüş değilim Ama başka herkesi görmüşümdür. Hepimiz kehribar renkliyizdir. Ve sen hariç, hepimiz mezartaşları gibiyiz. Sıradan insanlar yumurta gibidirler; işte bu yüzden Nagual onlara saydam yumurtalar adını takmıştır. Büyücülerde ışıltılarının sadece rengi değil şekli de değişir. Bizler mezartaşları gibiyizdir; yalnız iki ucumuz yuvarlaktır."
"Ben hâlâ yumurta şeklinde miyim, Gorda?"
"Yoo. Sen mezartaşı şeklindesin, ama tam ortanda çirkin bir yama var. Sende o yama oldukça büyücüler gibi uçamayacaksın, dün gece benim senin için uçtuğum gibi uçamayacaksın. Hatta insan kalıbını bile düşüremeyeceksin."
Kendimi onunla olmasa da kendimle hararetli bir tartışmanın içine batmış durumda buldum. Onların sözünü ettikleri o tamlığın yeniden nasıl kazanılacağını tartışabilmesinin imkânsız olduğunu söyleyerek, gösterdikleri amaca yönelik çabaların insanın kendi çocuklarına sırt çevirmesi demek olacağını belirttim: yani, nagualın dünyasına girme amacı. Haklı olduğuma öylesine inanıyordum ki, kendimi kaybederek ona öfkeli sözler sarf ettim. Ama o benim bu patlayışım karşısında kılını bile kıpırdatmamıştı.
"Bunu herkesin yapması gerekmiyor," dedi la Gorda. "Öteki dünyaya girmek isteyen büyücüler sadece. Gören ve tam olmayan çok sayıda büyücü mevcut. Tam olmak yalnızca biz Tolteclere mahsus.

"Örneğin, Soledad. Ondan iyi büyücü can sağlığı, lâkin kadın tam değil. İki çocuğu vardı; birisi kızdı. Soledad’ın şansı varmış ki kız öldü. Nagual, ölen bir kimsenin tininin keskinliği onu verenlere, yani ana babasına döner, derdi. Şayet o verenler ölmüşse ve o kimsenin çocukları varsa, o keskinlik tam olan çocuğa gider. Şayet çocukların hepsi de tam iseler, o takdirde o keskinlik ille de aralarından en iyisine ya da en çalışkanına değil, erki olana gider. Örneğin, Josefina’nın anası öldüğünde, tininin keskinliği içlerinden en kaçık olanına Josefina’ya gitti. Oysa aralarında en gayretlisi, en çok sorumluluk taşıyan erkek kardeşine gitmiş olması gerekirdi, ama Josefina’nın erki ağabeyinden daha fazla. Soledad’ın kızı ardında çocuk bırakmaksızın ölmüştü de, Soledad da deliğinin yarısını kapayan bir yardım kazanmıştı. Şimdi, onu tam olarak kapatabilmesi için biricik umut Pablito’nun ölmesidir. Aynı şekilde, Pablito’nun öylesi bir yardım kazanması için en büyük umudu Soledad’ın ölmesidir."
Ben de ona bastıra bastıra bu anlattıklarının tiksindirici ve dehşet verici olduğunu söyledim. La Gorda bana hak verdiğini söyledi. Bir zamanlar kendisinin de büyücülerin özellikle bu yaklaşımlarının düşünülebilecek en iğrenç şey olduğu inancını taşıdığını anlattı. Parıldayan gözleriyle bana baktı. Sırıtışında haince bir şey vardı.
"Nagual bana senin her şeyi anladığını ama hiçbir girişimde bulunmadığını söylediydi," dedi yumuşak bir sesle.
Ben gene tartışmaya başladım. Nagual’ın benim hakkımda söylediği şeylerin sözünü ettiğimiz yaklaşıma duyduğum tiksintiyle bir ilintisi bulunmadığını belirttim. Çocukları sevdiğimi, onlara karşı saygıların en derinini beslediğimi ve onları çeviren ürkünç dünyadaki çaresizliklerini ta yürekten anlayabildiğimi açıkladım. Ne anlamda ya da ne sebeple olursa olsun bir çocuğu incitmeyi havsalamın alamayacağını belirttim.
"Kuralı Nagual yapmış değil ki," dedi la Gorda. "Bu kural orda bir yerlerde yapılmış, üstelik yapan da bir insan değil."
Ona ya da Nagual’a kızmış olmadığımı, lâkin bu şeylerin hikmetine aklım ermediğinden dolayı soyut düzeyde tartıştığımı söyleyerek kendimi savundum.
"Hikmeti şu ki o öteki dünyaya girebilmek için bizim hepimizin olanca keskinliğimize, tüm erkimizi tamlamamıza gereksinmemiz var," dedi. "Ben dini bütün bir kadındım. Anlamını bilmeden tekrarlayıp durduğum şeyleri bir anlatsam sana. Ruhumun Tanrı katına ulaşmasını istiyordum. Bunu hâlâ istemekteyim, yalnız başka bir yoldayım artık. Nagualın dünyasıdır benim için Tanrı katı."
Prensip olarak onun dinden söz etmesine karşı çıktım. Don Juan beni bu konuya asla değinmemeye alıştırmıştı. La Gorda sakin bir şekilde yaşam tarzı açısından bizlerle rahibe ve rahipler arasında hiçbir fark görmediğini belirtti. Gerçek rahibe ve rahiplerin tam olmakla kalmayıp, kendilerini cinsel edimlerle dahi zayıflatmadıklarını da ekledi.
"Nagual, onları kim yok etmek isterse istesin, onların bu nedenle asla zeval bulmayacaklarını söylemişti," dedi la Gorda. "Onların peşine düşenler daima kofturlar; gerçek rahibe ve rahiplerin kudretine sahip değildirler. Nagual’ı bunu söylediği için sevmiştim. Rahibeleri ve rahipleri her zaman gönülden destekleyeceğim. Biz de öyleyiz. Bizler dünyadan geçmişizdir ama gene de onun ortasındadır yerimiz. Rahiplerle rahibeler şahane uçan büyücüler olabilirlerdi—birisi çıkıp da onlara bunu yapabileceklerini söylememiş olsaydı."
Babamın ve dedemin Meksika devrimine olan hayranlıklarının anısı geliverdi aklıma. Onlar en ziyade kilise mensuplarını ortadan kaldırma girişimlerine hayranlık duymuşlardı. Babama bu hayranlık babasından geçmiş, bana da her ikisinden miras kalmış. Bizi birbirimize yaklaştıran bir bağdı bu. Don Juan’ın benim kişiliğimde burun kıvırdığı ilk şeylerden biri onlarla aramdaki bu bağdı.
Bir zamanlar don Juan’a, kendi düşüncemi seslendiriyormuşçasına, tüm hayatım boyunca işitmiş olduğum bir şeyi, Kilise’nin başlıca işinin bizlerin cahil kalmamızı sağlamak olduğunu söylemiştim. Don Juan’ın yüzü birden çok ciddileşti. Sanki söylediğim şey onun hassas noktasına vurmuştu. Aklıma derhal Kızılderililerin yüzyıllarca tahammül etmek zorunda kaldıkları sömürü düzeni geldi.
"O pis pezevenkler," dedi, "benim cahil kalmama neden oldular, senin de."
Kinayesini derhal anladım, ikimiz de gülmeye başladık. Meseleye o açıdan hiç bakmamıştım. Buna inanmıyordum, ama onun yerine koyacak başka bir şeyim de yoktu. Don Juan’a dedemle babamdan ve onların özgürlükçü kişiler olarak din konusundaki düşüncelerinden söz ettim.
"Başkalarının ne söylemiş ya da yapmış olduğu önemli değil," dedi. "Sen kendin kusursuz bi insan olmalısın. Kavga işte burada bu göğsün içinde."
Göğsümü sevecence tıpışladı.
"Şayet senin dedenle baban kusursuz savaşçılar olmaya çabalasalardı," diye sürdürdü don Juan, "küçük kavgalar için zamanları kalmazdı. İçimizdeki ahmaklığı fethetmek için olanca zamanımızı ve enerjimizi seferber etmemiz lazım. Önemli olan şey budur. Gerisi hiç önemli değil. Dedenle babanın Kilise’ye değin söylediği hiçbi şey onlara erinç vermiş değildir. Öte yandan, kusursuz bi savaşçı olmak insana dinçlik, gençlik ve erk verir. O zaman seçimini akıllıca yapabilirsin."
Benim seçimim bir savaşçı yaşamının kusursuzluğu ve yalnızlığıydı. Bu seçimimden dolayı la Gorda’nın benim için don Genaro’nun edimlerinden daha da ürkütücü olan sözlerini son kerte ciddiye almam gerektiğini düşündüm. Genaro benim yüreğime tanımsız biçimlerde korkular salmıştı. Ama onun edimleri ne denli korkutucu olsalar da, onun öğretisinin tutarlı bir devamı şeklinde özümsenmişlerdi. La Gorda’nın sözleri ve eylemleri benim için farklı bir tehdit oluşturuyordu—öbürkinden bir bakıma daha somut ve gerçek bir tehdit.
La Gorda’nın bedeni bir anlık bir ürperti geçirdi. Omuzlarının ve kollarının kaslarını kasmasına yol açan bir dalgalanmaya tutulmuştu sanki. Masanın kenarını tuhaf bir katılıkla kavradı. Sonra gevşeyerek bir süre sonra normal halini aldı.
Bana gülümsemekteydi. Gözleri de tebessümü gibi göz kamaştırıcıydı. Kayıtsız bir sesle benim ikilemimi o anda "görmüş" olduğunu söyledi.
"Gözlerini kapatmak ve bir şey yapmak istemiyormuş ya da bir şey bilmiyormuş gibi davranmanın bir yararı yok," dedi. "Sen bunları başka insanlara yapabilirsin ama bana yapamazsın. Nagual’ın bütün bunları sana anlatmam için beni niçin görevlendirdiğini şimdi anlıyorum. Ben bir hiçim. Sen önemli şahsiyetlere hayranlık duymaktasın; Nagual ile Genaro ise en büyük şahsiyetlerdi."
Bir an durup beni inceledi. Söylemiş olduğu şeylere ne tepki göstereceğimi bekliyora benziyordu.
"Sen habire Nagual ile Genaro’nun sana anlattığı şeye karşı savaşım verdin durdun," diye sürdürdü. "O yüzden geride kaldın. Onlar büyük insanlar diye onlara baş kaldırdın. Senin yöntemin böyle işte. Ne var, benim anlattığım şeye karşı çıkamazsın, zira benimle boy ölçüşemezsin sen. Ben senin akranınım; senin cinsindenim. Sen kendinden daha iyilere başkaldırırsın. Benim savunduğum şeye karşı çıkmak sana heyecan vermez. Onun için, o iki şeytan nihayet seni benim aracılığımla kafese koymuş oldular. Zavallı Nagualcık, oyunu kaybettin."
Bana daha yaklaştı ve kulağıma fısldayarak Nagual’ın ona bloknotumu benden asla almaya yeltenmemesini, zira bunun aç bir köpeğin ağzından kemiğini çalmaya çalışmak denli tehlikeli olacağını söylediğini fısıldadı.
Sonra kollarını boynuma dolayarak başını omzuma dayadı ve sessizce, yumuşakça güldü.
Onun "görme"si donup kalmama yol açmıştı. Onun kesinlikle haklı olduğunu bilmekteydim. Beni tam manasıyla mıhlamıştı. Başı başıma dayalı, uzun süre beni kucakladı. Vücudunun ılıklığı bana huzur vermekteydi. Bu açıdan tıpkı don Juana benziyordu. Bedeninden bana doğru güçlülük, inançlılık ve amaçlılık yayılıyordu. Ona hayran olamayacağımı söylemekle gerçeği dile getirmiş olmuyordu.
"Unutalım bunu, gitsin," dedi ansızın. "Bu gece ne yapmamız gerek, ondan bahsedelim."
"Ne yapacakmışız ki bu gece, Gorda?"
"Erkle son buluşmamız var."
"Gene birisiyle dehşetli bir kavgaya mı tutuşacağız?" "Hayır. Küçük kız kardeşler senin burdaki ziyaretini
noktalayacak bir şey gösterecekler sana sadece. Nagual bana ondan sonra buralardan gidebileceğini ve hiç dönmeyebileceğini, ama istersen bizimle kalabileceğini söylediydi. Öyle ya da böyle, onlar sana kendi sanatlarını göstermek istiyorlar. Rüya görenin sanatını."
"O sanat da neymiş?"
"Genaro bana, sıksık senin rüya görenin sanatıyla tanışmanı sağlamaya çalıştığını söylediydi. Sana öteki bedenini rüya görme bedenini göstermiş; hatta bir zamanlar senin iki ayrı yerde birden bulunmanı gerçekleştirmiş, ama senin kofluğun onun sana gösterdiği şeyi görmeni engellemiş. Tüm gayretleri bedenindeki delikten uçup gitmiş besbelli.
"Şu anda durum farklı gibi. Genaro rüya görmekte usta olan küçük kız kardeşlere rüya görme sanatını öğrettiydi, ve de bu gece onlar Genaro’nun gerçek çocukları sayılır."
Bu bana daha önce Pablito’nun anlattığı şeyi, yani bizlerin onların her ikisinin çocukları olduğumuzu ve bizlerin Toltecler olduğumuzu anımsattı. Bununla ne demek istediğini sordum ona.
"Nagual bana, velinimetinin dilinde büyücülere Toltecler dendiğini anlattıydı," diye yanıtladı beni.
"Hangi dilmiş o acaba, Gorda?"
"Söylemedi hiç bana. Lâkin Genaro’yla ikisi hiçbirimizin anlamadığı bir dilde konuşurlardı. Burdaysa, biz kendi aramızda, dört Kızılderili dilini anlarız."
"Don Genaro da kendisinin Toltec olduğunu söylemiş miydi?"
"Onun velinimeti de aynı kişiymiş, onun için o da aynı şeyi söylemişti."
La Gorda’nın yanıtlarından çıkarabildiğime göre o ya bu konuda fazla bir şey bilmiyordu ya da bildiklerini bana anlatmak istemiyordu. Bu düşüncelerimi onun yüzüne karşı söyledim. O da bu konularla pek fazla ilgilenmemiş olduğunu itiraf etti ve beni niçin bu denli ilgilendirdiğini sordu. Ben de tuttum, ona orta Meksika etnografyası üzerinde handıysa bir konferans çektim.
"Bir büyücü iz sürme sanatını ve rüya görmenin gizlerini öğrendiği zaman bir Toltec olur," dedi la Gorda kayıtsızca. "Nagual ile Genaro o gizleri velinimetlerinden aldılar ve bedenlerinde tuttular. Biz de aynı şeyi yapmaktayız, işte bu ne denle biz de Nagual ve Genaro gibi Toltecleriz.

Cvp: BÖLÜM 5 - RÜYA GÖRME SANATI

"Nagual sana ve bana duygusallıktan ırak kalmamızı yansız olmamızı öğrettiydi. Ben senden daha yansızım zira biçimsizim. Sen hâlâ biçimini bırakmadın, onun için her bir şeye takılıp duruyorsun. Ancak, bir gün, yeniden tam olacaksın ve o zaman Nagual’ın haklı olduğunu anlayacaksın. O, insanlar dünyasının bir aşağı bir yukarı inip çıktığını ve insanların da dünyayla birlikte bir aşağı bir yukarı inip çıktıklarını anlattıydı; büyücüler olarak bizlerin onların bu iniş çıkışlarını izlememize hacet yok.
"Büyücülerin sanatı her şeyin dışında olmak ve farkına varılmaz olmaktır. Ve her şeyden ziyade, büyücülerin sanatı erklerini asla heba etmemektir. Nagual bana senin sorununun, şu anda yaptığın gibi, her daim ahmaklıklar içinde yitip gitmen olduğunu söylediydi. Eminim ki sen şimdi her birimize Tolteclere ilişkin sorular sorup duracaksın, ama hiç birimize dikkatimize ilişkin soru sormayacaksın."
Kahkahası berrak ve bulaşıcıydı. Onu haklı bulduğumu söyledim ona. Küçük meseleler bana her zaman çekici gelmiştir. Dikkat sözcüğünü kullanış biçiminin de zihnimi epey karıştırmış bulunduğunu söyledim ona.
"Daha önce de Nagual’ın bana dikkatten söz ettiğini anlattıydım sana," dedi. "Bizler dünyanın imgelerini dikkatimizle yakalarız. Bir erkek büyücünün eğitilmesi çok güçtür zira dikkati her daim kapalıdır, bir şey üzerine odaklanmıştır. Oysa bir kadın, dikkatini hiçbir şey üzerinde odaklamadığından dolayı her zaman açıktır. Özellikle âdet görme dönemlerinde. Nagual bunu bana söylemiş ve sonra da aybaşı dönemimde dikkatimi dünyanın imgelerinden gerçekten de ayırabildiğimi göstermişti. Şayet dikatimi dünyanın üzerine odaklamazsam, dünya çöker."
"Bu nasıl yapılıyor, Gorda?"
"Çok basit. Bir kadın âdet görürken dikkatini odaklayamaz. Nagual’ın sözünü ettiği yarık budur işte. Odaklamaya çalışacak yerde, kadın, gözlerini uzaklardaki tepelere çevirerek ya da bir suyun, bir ırmağın ya da ne bileyim bulutların üzerinde gezdirerek imgeleri bırakıvermek.
"Şayet gözlerin açıkken uzun uzun bakarsan, başın döner ve gözlerin yorulur. Lâkin gözlerini yarı aralık tutarsan ve sık sık kırparak bir dağdan ötekine ya da bir buluttan ötekine gezdirirsen, saatlerce hatta gerekirse günlerce bakabilirsin.
"Nagual bizleri kapının önünde oturtur ve vadinin öte yanındaki şu yuvarlak tepelere o şekilde baktırtırdı. Kimileyin orada, yarık açılana dek günlerce otururduk."
Daha anlatmasını istiyordum, ama konuşmasını kesti ve apar topar yamacıma gelip oturdu. Eliyle dinlememi imledi. Belirsiz bir hışırtı işittim. Lidia ansızın mutfaktan çıkıp geldi Onların odasında uyurken sesimizden dolayı uyanmış olduğuna hükmettim.
Onu son gördüğüm zamanki kovboy giysilerini değişinmiş, o yöre Kızılderili kadınlarına özgü uzun bir entari giymişti. Omuzlarını bir şalla örtmüştü ve yalınayaktı. Upuzun entarisi onu daha yaşlı ve daha şişman gösterecek yerde, ona koskoca bir kadının giysisini giymiş bir çocuk görünümü vermişti.
Selam veriş tarzı öylesine beklenmedik ve öylesine ciddi bir biçimdeydi ki handıysa gülecektim. La Gorda’nın uyarısı beni durdurdu. Pençe gibi tuttuğu sol elinin arkasıyla başının tepesini kaşıyormuş gibi yapmıştı.
Ben de Lidia’yı la Gorda’nın sözleriyle selamladım: "İyi akşamlar seninle olsun, Lidia."
Lidia, masanın ucuna, benim sağıma düşecek şekilde oturdu. Konuşmaya başlayıp başlamama hususunda kararsız kalmıştım. Tam bir şey söyleyecektim ki, la Gorda diziyle bacağımı dürttü ve kaşlarıyla yaptığı ince bir hareketle onu dinlememi imledi. Yeri süpüren uzun bir entarinin hışırtısı işitildi yeniden. Josefina masaya doğru ilerlemeden önce kapıda bir an dikildi. Sonra sırasıyla Lidia’yı, la Gorda’yı ve beni selamladı, ona bakarken gülmemi tutmakta güçlük çekiyordum. O da uzun bir entari giymiş, bir şala bürünmüştü ve yalınayaktı, ne var onun giydiği entari üç dört numara daha büyüktü ve içi kaim bir astarla kaplıydı. Görünümü tam manasıyla altı kaval üstü şişhaneydi; suratı ince ve gençti ama vücudu gülünç biçimde tulum gibiydi.
Bir tabure alarak masanın sol ucuna yerleştirdi ve oturdu. Üçü de son kerte ciddi görünüyorlardı. Bacaklarını birbirine bastırırcasına bitiştirerek ve sırtları dimdik oturuyorlardı.
Bir entari hışırtısı daha işittim, bu sefer Rosa gelmişti. Tıpkı öbürleri gibi giyinmişti ve onun da ayakları çıplaktı. Selam verişi öbürlerininki gibi resmiydi ve elbet Josefina’yı da içeriyordu. Herkes ona aynı resmi şekilde karşılık verdi. Masada tam karşıma oturdu. Bir süre hepimiz salt bir sessizlik içinde kaldık.
La Gorda ansızın konuşmaya başladı ve sesinin tınısı herkesi yerinden sıçrattı. Beni imleyerek, Nagual’ın onlara dostlarını göstereceğini ve onları odaya getirmek için özel çağrısını yapmak için bağıracağını söyledi.
Ben şaka niyetine Nagual’ın orada olmadığını ve bu nedenle dostlarını getirmesinin imkânsız olduğunu söyledim. Güleceklerini sanıyordum. La Gorda yüzünü elleriyle örttü, küçük kız kardeşler de gözlerini bana doğru diktiler. La Gorda elini ağzımın üzerine koyarak kulağıma doğru eğildi ve ahmakça davranışlardan kaçınmamın son derece gerekli olduğunu fısıldadı. Ta gözlerimin içine bakarak güve çağrısını yaparak dostları çağırmamı söyledi.
İsteksizcesine başladım. Ancak başlar başlamaz olayın havasına giriverdim ve daha birkaç saniye geçmeden o sesi çıkarmak için azami konsantrasyon düzeyime eriştiğimi bulguladım. Olası en uzun çağrıyı üretebilmek amacıyla akciğerlerimden çıkan havayı denetim altında tutarak sesimin akışını ve tonunu değiştirdim. Epey ezgisel bir sesti çıkardığım.
Yeni bir dizi çağrıya başlamak amacıyla derin bir nefes çektim. Birden durdum. Evin dışında bir şey çağrıma yanıt vermekteydi. Sesler evin dört bir yanından, hatta çatısından bile gelmekteydi. Küçük kız kardeşler ürkütülmüş çocuklar gibi birbirlerine sarılıp la Gorda’yla benim etrafımı sarmışlardı.
"Lütfen Nagual, eve bir şey getirme," diye yakarmaktaydı Lidia.
"La Gorda bile bir parça korkmuşa benziyordu. Eliyle durmamı buyuran kesin bir işaret yaptı. Zaten artık ses falan çıkarmayı düşünmüyordum. Ne var ki, ister şekilsiz güçler ister birtakım varlıklar olarak kapının ardında dolaşan dostlar benim çağrı sesime bağlı değildiler. İki gece önce don Genaro’nun evinde hissettiğim o dayanılmaz tazyiki, bütün evin üstüne yüklenen o ağırlığı gene hissettim. Bunu, göbeğimdeki bir kaşıntı, çok geçmeden salt bir bedensel ıstıraba dönüşen bir sinirlilik biçiminde algılıyordum.
Üç küçük kız kardeşin, özellikle Lidia ve Josefina’nın korkudan dilleri tutulmuştu. İkisi de yaralı köpekler gibi inildiyorlardı. Sonra hepsi birden benim etrafımı çevirip bana yapıştılar. Rosa sürünerek masanın altına girdi ve kafasını iterek dizlerimin arasından yukarıya doğru çıkardı. La Gorda elinden geldiğince sakin bir halde ardımda durmaktaydı. Birkaç dakika sonra üç kızın kapıldığı sinir bozukluğu ile korku devasa boyutlara ulaşmıştı. La Gorda üzerime doğru eğilerek benim de onları dağıtmak amacıyla karşıt ses çıkarmam gerektiğini fısıldadı. Bir an ne yapacağımı bilemez hale geldim. Başka bir ses çıkarmayı bilmiyordum. Ama o sırada başımın tepesinde birden kaşıntımsı bir his duyumsadım, bedenimi bir titremedir aldı ve hiç yoktan don Juan’ın geceleri çaldığı ve bana öğretmeye çabaladığı tuhaf bir ıslığı anımsadım. O bana bunu karanlıkta yürürken insanın patikadan ayrılmasını önlemesi ve dengesini yitirmemesini sağlaması amacıyla öğretmişti.
Islığımı çalmaya başlayınca göbek deliğimin çevresindeki basınç yok oluverdi. La Gorda gülümseyerek rahat bir nefes aldı ve küçük kız kardeşler yanımdan uzaklaşarak sanki bütün olup bitenler bir şakaymışçasına kıkırdamaya başladılar. O meşum vaziyetten la Gorda’yla huzurlu bir şekilde göz göze geldiğimiz şu ana bu süratli geçiş üzerinde derinlemesine düşünmek ihtiyacıyla kıvranıyordum. Bir an için bütün bu olanların onların kurguladıkları bir oyun olup olmadığını dahi düşünmedim değil. Ama çok halsizdim. Bayılacakmışım gibi geliyordu. Kulaklarım vınlamaktaydı. Midemin çevresindeki tazyik öyle yoğundu ki hemen oracıkta düşüp bayılacağımı sanıyordum. Başımı masanın kıyısına yasladım. Ne var, birkaç dakika sonra dik oturacak denli gevşemiştim.
Üç kız kardeş ne denli korktuklarını unutmuş gibiydiler. Şu anda şallarını kalçalarına bağlarlarken gülüyor ve birbirlerini itip duruyorlardı. La Gorda sinirli görünmüyordu ama gevşemişe de benzemiyordu.
Bir ara öbür iki kız Rosa’yı ittiler ve üçünün oturduğu yerde tabureden düşürdüler. Rosa kıçının üstüne düşmüştü. Onun öfkeleneceğini sanıyordum ki kıkır kıkır güldüğünü gördüm. Durumu değerlendirmek niyetiyle la Gorda’ya baktım. Sırtı dimdik oturmaktaydı. Yarı aralık tuttuğu gözleri Rosa’ya çevrilmişti. Küçük kız kardeşler heyecanlı öğrenci kızlar gibi yüksek sesle gülmekteydiler. Lidia, Josefina’yı ittiği gibi, oturduğu tabureden düşerek Rosa’nın önüne kadar yerde yuvarlanmasına neden oldu. Josefina yere düşer düşmez hep birden gülüşmeyi kestiler. Rosa ile Josefina, kalçalarını anlamsız biçimlerde devindirerek vücutlarını şöyle bir salladılar; yere dayalı bir şeyi öğütüyorlarmışçasına kalçalarını sağa sola sallamaktaydılar. Sonra iki sessiz jaguar gibi fırlayarak Lidia’yı kollarından kavradılar. Üçü birden, en küçük bir gürültü dahi çıkarmaksızın, birkaç kez zıpladılar. Rosa ile Josefina, Lidia’yı kollarından tutarak taşıdılar ve ayaklarının uçlarına basa basa masanın çevresini iki üç kez dolaştılar. Ardından üçü de, dizlerinde yaylar varmış da aynı anda büzülüvermişler gibi yere yıkılıverdiler. O upuzun entarileri havayla şişerek kabardı ve hepsi de koskoca toplara benzediler.
Yere değer değmez daha da suskunlaştılar. Sürünüp
döndükleri sırada giysilerinin çıkardığı hışırtıdan başka bir ses duyulmuyordu. Sanki sesi tümüyle kısık, üç boyutlu bir film seyrediyordum.
Yanımda sessizce oturup onları izleyen la Gorda birdenbire ayağa kalktı ve bir akrobat çevikliğiyle odalarının kapısına doğru koştu. Kapıya ulaşmadan hemen önce yan tarafına doğru tek bir takla atarak, dönüşünün hızını kullanıp ayağa kalktı ve kapıyı açıverdi. Tüm bu devinimleri mutlak bir sessizlik içinde yerine getirmişti.
Üç kız da odanın içinde dev böcekler gibi dönüp kıvranıyorlardı. La Gorda bulunduğu yere gelmemi imledi; odaya girdik ve sırtım kapının kasasına gelecek biçimde oturttu beni. Kendisi de sırtını kasaya verip yanıma oturdu. Parmaklarımı birbirine kenetletip ellerimi göbek deliğimin üstüne koydurdu.
Dikkatimi, la Gorda, kızlar ve oda arasında bölmek zorunda kalmıştım önce. Ne var, la Gorda oturma biçimimi düzeltir düzeltmez dikkatim tümüyle odaya yöneldi. Kızlar geniş, beyaz, yeni tuğlayla kaplı odanın ortasına uzanmışlardı. Her duvarda yerden bir buçuk, iki metre yukarıda çıkma rafların üzerinde, toplam dört gaz lambası yanıyordu. Odanın tavanı yoktu. Payandalar karartılmıştı. Bu da tepesi olmayan koskoca bir oda etkisi yaratıyordu. İki kapı, birbirlerine karşı köşelerin hemen başına yapılmıştı. Karşımdaki kapalı kapıya baktığımda, duvarların dört ana yöne göre yapılmış olduğunu ayırt ettim. Bizim tarafımızdaki kapı kuzeybatı köşesindeydi.
Rosa, Josefina ve Lidia saatin aksi yönünde yerde dönerek birkaç kez odayı katettiler. Giysilerinin çıkardığı hışırtıyı duymak için yoğun bir çaba harcadıysam da ortalığa mutlak bir sessizlik hâkim olmuştu. Yalnızca la Gorda’nın nefeslerini duyabiliyordum. Küçük kız kardeşler sonunda durup her biri bir lambanın altına ve sırtları duvara gelecek biçimde oturdular. Lidia doğu duvarına, Rosa kuzey duvarına ve Josefina da batı duvarına.
La Gorda ayağa kalktı, ardımızdaki kapıyı kapayıp kol demiriyle de pekiştirdi. Konumumu değiştirmeden, beni yerimden bir karış kadar uzaklaştırdı. Ben de sırtım duvara dayalı oturdum. Derken, yerde dönerek odayı uzunlamasına katetti ve o da bir lambanın altına oturdu; onun oturma konumuna geçmesi başlangıç işareti olsa gerekti.
Lidia ayağa kalktı ve odanın duvarları boyunca ve duvarlara yakın biçimde ayaklarının ucunda yürüdü. Bu, yürümeden öte, sessizce kaymayı andırıyordu. Hızını artırınca, duvarla tabanın oluşturduğu açı üzerinde kayıyormuş gibi devinmeye başladı. Bizim oturduğumuz yerlere geldikçe Rosa, Josefina, la Gorda ve benim üstümden atlıyordu. Her geçişinde uzun giysisinin beni yaladığını hissettim. Hızlandıkça duvar üzerinde yükseldi. Bir an geldi, Lidia iki iki buçuk metre yükseklikte odanın duvarları üzerinde koşuyordu. Duvarlara dikey biçimde koşması öylesine alışılmışın dışındaydı ki, neredeyse bir komediye dönüşecekti. Uzun giysisi, durumu daha da tuhaf bir hale sokuyordu. Yerçekiminin, Lidia’nın üzerinde hiçbir etkisi yok gibiydi, ne var uzun eteği yere doğru sallanıyordu. Başımın üstünden her geçişinde asılı bir çamaşır gibi yüzümü yaladı.

Dikkatim, düşler ötesi bir düzeyde ona yönelmişti. Bölünmez dikkatimi ona yöneltme çabası öylesine artmıştı ki mide spazmı geçirmeye başladım. Gözlerim odaklama yetilerini yitiriyordu. Yoğunlaşmamın son kırıntılarıyla Lidia’nın doğu duvarını çaprazlama yürüyerek gelip odanın ortasında durduğunu gördüm.
Nefes nefeseydi ve ter içinde kalmıştı, tıpkı la Gorda’nın uçuş numarasının ardından düştüğü gibi. Dengesini bulmakta güçlük çekiyordu. Bir süre sonra, doğu tarafındaki yerine doğru yürüdü ve ıslak bir paçavra gibi tabana çöktü. Bayıldığını sandım, ama sonra ağzından nefes almakta olduğunu gördüm.
Lidia’nın gücünü kazanması ve dik oturması için gereken birkaç dakikalık sessizliğin ardından, Rosa ayağa kalkıp sessizce odanın ortasına koştu, topukları üstünde dönüp yine koşarak oturduğu yere döndü. Koşudan aldığı hız inanılmaz bir sıçramayı gerçekleştirmesine yetti. Bir basketbol oyuncusu gibi, dikey duvar kirişi boyunca havada zıpladı; elleri, belki üç metreyi de aşan duvarın hizasını aşmıştı. Bedeninin duvara vurduğunu gördüm, ne var, bu devimden çıkması gereken ses duyulmadı. Vuruşun kuvvetiyle yere çarmasını bekledim, ama o bir sarkaç gibi duvara asılı kaldı. Benim oturduğum yerden sol elinde kancaya benzer bir şey varmış gibi duruyordu. Bir süre sessizce bir sarkaç gibi devindi ve salınım açısının en geniş olduğu an sağ eliyle duvarı iterek kendisini bir, bir buçuk metre sola doğru fırlattı. Bu salınma ve fırlatma devinimini otuz, kırk kez yineledi. Tüm odayı dolandı ve yeniden görünmez bir kancayla asılıymışçasına sallandığı ilk noktaya geri döndü.
O, kirişin oradayken, kanca olduğunu sandığım şeyin, sol elinin öyle asılı kalmasını sağlayan bir niteliği olduğunun ayırdına vardım. İki gece önce bana aynı eliyle saldırmıştı.
Asılı kaldığı yerden, odanın tam ortasına atlayarak o da numarasını tamamladı. Birdenbire bırakıverdi kendisini. Dört, dört buçuk metre yüksekten yere düştü. Uzun giysisi yukarı doğru açılarak başına dolandı. Hiç ses çıkarmadan yere inmesinden hemen önce, bir an için rüzgârın gücüyle ters dönmüş bir şemsiyeye benzedi; ince ve çıplak bedeni koyu renk giysisine iliştirilmiş bir sopayı andırıyordu.
Bedenim bu inişin etkisini belki ondan da yoğun bir biçimde hissetti. Çömelik konumda yere indi ve soluğunu düzene sokmaya çabalayarak devinimsiz kaldı. Mideme giren acı verici kramplarla yerde kıvranıyordum.
La Gorda duvar boyunca yuvarlanıp yanıma geldi şalını bir kuşak gibi göbek deliğimin olduğu bölgenin üstüne bir kaç kez doladı. Bir gölge gibi, yuvarlanarak yeniden güney duvarına döndü.
Şalı belime doladığı sırada Rosa’yı gözden yitirmiştim. Baktığımda, kuzey duvarına dayanmış, oturmakta olduğunu gördüm. Bir an sonra, Josefina sessizce odanın ortasına yöneldi. Sessiz adımlarla, Lidia’nın oturduğu yer ile kuzey duvarındaki kendi noktası arasında gidip geldi. Her seferinde yüzünü bana dönüyordu. Birden, tam kendi noktasına geldiği an, sol kolunu kaldırıp bakışında benim görünüşümü önlemek istermişçesine elini yüzünün düzeyine getirdi. Yüzünün yarısını bir anlığına kolunun ardına gizledi. Yeniden indirip kaldırdı ve bu kez tüm yüzünü sakladı. Bu kolunu indirip kaldırma devinimini sayısız kez yineledi, bu sırada odayı bir köşesinden diğerine adımlamayı sürdürdü. Kolunu her kaldırdığında bedeninin daha büyük bir bölümü gözümün önünden siliniyordu. Bir an geldi, giysileri nedeniyle balon gibi şişmiş bedeni, incecik kolunun ardında gözden yitiverdi.
Ondan üç üç buçuk metre uzakta, yerde oturan bedeninin görüntüsünü kesmekle sanki benim de onu görmemi engellemişti, ne var, bu, kolunun genişliğiyle sağlanacak bir edim değildi.
Bütün bedenini gözümün önünden yitirmesinin ardından görebildiğim, odanın bir köşesinden diğerine doğru sallanan ön kolunun gölgesiydi. Kolunun geri kalan kısmı neredeyse hiç görünmüyordu.
Midem bulandı, dayanılmaz bir kusma gereksinimi içindeydim. Sallanan kol tüm gücümü alıp götürmüştü. Dengemi koruyamadım ve yana kaydım. Kolun yere düştüğünü gördüm. Josefina şişmiş giysileri patlamışçasına her yeri kumaşlarla kaplı bir biçimde yerde yatıyordu. Kolları iki yana açılmış, sırtüstü kalakalmıştı.
Bedensel dengemi yeniden kazanmam için uzun bir süre gerekti. Giysilerim terden sırılsıklam olmuştu. Tek etkilenen ben değildim. Herkes tere batmıştı. En az etkilenenimiz la Gorda’ydı, ama onun da denetimi elden kaçırmasına ramak kalmıştı sanki. La Gorda da dahil olmak üzere hepsinin ağızlarından nefes aldığını duyabiliyordum.
Denetimimi tümüyle yeniden ele alınca, herkes kendi noktasına oturdu. Küçük kız kardeşler bakışlarını bana kilitlediler. Gözümün ucuyla la Gorda’nın gözlerinin yarı kapalı olduğunu gördüm. Birdenbire sessizce yanıma doğru yuvarlanarak geldi ve kulağıma güvenin çağrısını söylemeye başlamamı ve dostların evin çevresine doluşup bizi ele geçirmelerine ramak kalıncaya dek sürdürmemi fısıldadı.
Bir süre kararsız kaldım. La Gorda olacakları değiştirmenin bir yolu olmadığını, başladığımızı bitirmemiz gerektiğini söyledi. Şalını belimden çözdü ve yuvarlanarak gidip yerine oturdu.
Sol elimi ağzıma götürüp o bildik çağrı sesini çıkarmayı denedim. Önce çok zorlandım. Dudaklarım kuru, ellerim ise terliydi, ne var, ilk beceriksizliğimin ardından bir dinçlik ve memnuniyet duygusu her yanımı sardı. O ana dek oluşturmuş olduğum en yetkin çağrı sesini çıkardım. Bu da bana, yanıt olarak geri dönen sesleri anımsattı. Nitekim, soluğumu keser kesmez dört bir yandan gelen yanıtları duydum.
La Gorda sürdürmemi imledi. Üç dizi daha oluşturdum. Sonuncusu hayli büyüleyiciydi. Her zaman yaptığım gibi havayı içime çekip küçük bölümler halinde salıvermiştim.
Bu kez, çağrı sesi özgürce çıkıvermişti boğazımdan. Elimin yan tarafını kullanmaya bile gerek kalmamıştı.
La Gorda birdenbire yanıma geldi, beni koltuk altlarımdan tutup ayağa kaldırdı ve odanın ortasına itti. Eylemiyle, mutlak yoğunlaşmama ket vurmuştu. Lidia’nın sol koluma, Josefina’nın da sağ koluma tutunduğunun ayırdına vardım. Rosa ise göğsüme yapışmış, kollarıyla da belime sarılmıştı. La Gorda arkamdaydı. Kollarımı arkamda tutmamı ve koşum takımı gibi boynuna ve omuzlarına doladığı şalını sıkıca kavramamı buyurdu.
Aynı anda, odanın içinde bizden başka bir şey daha olduğunun ayırdına vardım, ama ne olduğunu belirleyemedim. Küçük kız kardeşler titriyorlardı. Benim ayrımsayamadığım bir şeyin, onların ayırdına varmış olduklarının bilincindeydim. La Gorda’nın, don Genaro’nun evinde yaptığını yapmayı deneyeceğinin de bilincindeydim. Aniden, kapı deliğinden gelen rüzgârın bizi çektiğini hissettim. Tüm gücümle la Gorda’nın şalına tutundum, kızlar da beni yakaladılar. Ağırlıksız kocaman bir yaprak gibi sağdan sola uçuşup sürüklendiğimizi hissettim.
Gözlerimi açtığımda salkım gibi salındığımızı gördüm. Yatay ya da dikey konumda, havada duruyorduk. Hangi konumda olduğumuzu belirleyemiyordum, çünkü duygusal bir nirengi noktasına sahip değildim. Derken, yükseldiğimiz hızla aniden yere düştük. Düşüşümüzü mide bölgemle hissettim. Acıyla bağırdım, çığlıklarım küçük kız kardeşlerinkilere karıştı. Dizlerimin iç tarafları acıyordu, Bacaklarımda dayanılmaz bir ağrı vardı; kırılmış olabilirlerdi.

Cvp: BÖLÜM 5 - RÜYA GÖRME SANATI

İkinci izlenimim ise burnuma bir şeyin giriyor olduğuydu. Etraf çok karanlıktı ve sırtüstü uzanmıştım. Dikilerek oturdum. Neden sonra, la Gorda’nın bir tüyle burun deliklerimin içini gıdıkladığının ayırdına vardım.
Kendimi bitkin ya da yorgun hissetmiyordum. Ayağa fırladım ve ancak ondan sonra evde olmadığımız gerçeğiyle sarsıldım. Bir tepenin, kayalık, bitkisiz bir tepenin üzerindeydik. Bir adım attım, neredeyse yere düşüyordum. Ayağım birinin bedenine takılmıştı. Josefina’ydı bu. Dokunulmayacak kerte sıcaktı. Sanki ateşi çok yükselmişti. Oturtmaya çalıştım, ne var, çok bitkindi. Rosa hemen onun yanındaydı. Onun bedeniyse, tam tersine buz gibi soğuktu. Birini diğerinin üstüne yatırdım. Bu devinim, kendilerine gelmelerine yardımcı oldu.
La Gorda da Lidia’yı bulmuş, onu yürütüyordu. Birkaç dakika sonra hepimiz ayağa kalkmıştık. Evin belki de sekizyüz metre kadar uzağındaydık.
Yıllar önce, don Juan bana bu türden bir deneyim yaşatmıştı, ne var, psikotropik bir bitkinin yardımıyla olmuştu bu. Görünüşe bakılırsa beni uçurmuş ve evinden uzakta bir yere konmuştum. O zamanlar, buna mantık çerçevesi içinde bir açıklama getirmeyi denemiştim, ne var, mantıksal açıklamaların yeri değildi ve yalnızca iki açık kapım kalmıştı: Ya ben o bitkinin psikotropik alkaloitlerinin etkisi altındayken don Juan beni taşımıştı ya da yine aynı alkaloitlerin etkisi altında don Juan’ın bana inanmamı buyurduğu şeye; uçtuğuma inanmıştım.
Bu kez ise uçtuğumu kabullenmekten başka bir çarem kalmamıştı. Şüpheye düşme düşkünlüğü göstermek isteyerek dört kızın beni buraya taşımış olabileceklerini düşündüm. Böylesi saçma bir fikri denetim altına alma becerisini gösteremedim ve kahkahalarla güldüm. Eski hastalığım su yüzüne çıkmıştı. Bir süre için tıkanıp kalan aklım beni yeniden eline geçiriyordu. Onu savunmak istedim. Ya da daha doğru bir deyişle, bölgeye geldiğimden bu yana izlediğim veya yaşadığım akıl almaz olayların ışığında aklım, benim tanımadığım o çok karmaşık bir bütün olan öteki "ben"den bağımsız olarak kendini savunuyordu. Çok ilgili bir izleyicinin gözüyle, aklımın mantıklı gerekçeler aramak için çabaladığına, öte yandan benim daha büyük bir parçamın her şeye açıklık getirmek için pek az çaba gösterdiğine tanık oluyordum.
La Gorda, kızları sıraya soktu. Derken, beni de kendi yanına çekti. Dördü ellerini arkalarında birleştirdiler. La Gorda benim de öyle yapmamı imledi. Kollarımı gerebildiğim kadar gerip, bileklerime olabildiğince yakın yerlerden ellerimle her bir kolumu kavramamı sağladı. Bu, omuzlarımın oynak yerlerinde büyük bir kas baskısı oluşmasına neden oldu. Belim bükülünceye dek sırtımdan öne doğru itti. Derken, alışılmadık bir kuş sesi çıkardık. Bu bir uyarıydı. Lidia yürümeye başladı. Karanlık içinde yaptığı devinimler, bana bir buz dansçısının devinimlerini anımsattı. Hızla ve sessizce yürüdü ve birkaç dakika içinde gözden yitti.
La Gorda, aynı kuş sesini birbiri ardına iki kez daha yineledi, Rosa ve Josefina da tıpkı Lidia gibi devinime geçtiler. La Gorda, bana kendisini yakından izlememi söyledi. Bir kuş sesi daha çıkardı ve ikimiz birden yürümeye başladık.
Bu kerte rahatça yürümemden ötürü şaşkınlığa düşmüştüm. Tüm dengem bacaklarıma yerleşmişti. Ellerimin arkada olması, devinimlerimi engellemişti. Ellerimin arkada olması, devinimlerimi engellemek şöyle dursun, yabansı bir denge oluşturmama yardımcı bile olmuştu. Ne var, beni her şeyin ötesinde şaşırtan şey adımlarımdaki sessizlikti.
Yola ulaştığımızda, olağan bir biçimde yürümeye koyulduk. Karşı yöne doğru giden iki kişinin yanından geçtik. La Gorda onlara selam verdi, adamlar da onu yanıtladı. Eve ulaştığımızda, küçük kız kardeşleri kapının önünde beklerken bulduk. İçeri girmeye cesaret edememişlerdi. La Gorda onlara, benim dostları her ne kadar denetleyemiyor olsam da onların gelip gitmelerini ayarlayabiliyor olduğumu ve dostların artık bizi rahatsız edemeyeceklerini söyledi. Kızlar ona inandı, ne var, o an ben aynı şeyi kendim için söyleyemezdim.
İçeri girdik. Dördü de çok sessiz ve etkili bir biçimde giysilerini çıkarıp soğuk suyla temizlediler ve yeni giysiler giydiler. Ben de aynını yaptım. Don Juan’ın evinde giydiğim eski giysileri giyindim. La Gorda bir kutu içinde getirmişti bunları bana.
Hepimiz yeniden havamızı bulmuştuk. La Gorda’dan, yaptıklarımızı açıklamasını istedim.
"Sonra konuşuruz," dedi kesin bir sesle.
Derken onlara getirdiğim paketlerin hâlâ bagajda durduklarını hatırladım. Hazır la Gorda yemek pişiriyorken bunları dağıtmanın tam zamanı olduğunu düşündüm. Dışarı çıktım, paketleri alıp eve getirdim, masanın üstüne bıraktım. Lidia, armağanların nasıl dağıtılacağına kendisinin önermiş olduğu biçimde karar verip vermediğimi sordu. Ona hoşlarına giden birer armağanı alabileceklerini söyledim. Bunu yapmaktan kaçındı. Pablito ve Nestor’a getirdiklerimin hiç kuşkusuz çok özel şeyler olduğunu, onlara ayırdıklarımınsa sıradan şeyler olduğunu ve bunları kapışırken dövüşeceklerini düşünerek masaya koymak istediğimi söyledi.
"Ayrıca Benigno’ya hiçbir şey getirmedin," dedi Lidia, yanıma yaklaşıp yapay bir ciddiyetle yüzüme baktığı sırada. "Üç kişiye iki armağan vererek Genarolar'ın duygularını zedeleyemezsin."
Hepsi de güldü. Canım sıkıldı. Söylediği her şey doğruydu.
"Çok özensizsin, işte bu nedenle seni hiçbir zaman sevemedim," dedi Lidia gülüşü ağzında donarken. "Beni hiçbir zaman şefkat ya da saygıyla selamlamadın. Ne zaman karşılaşsak beni görmekten memnun oluyormuş gibi yaptın.
Mesafeli ve kibirli selamımı taklit etti. Kim bilir geçmişte kaç kez görmüştü bunu.
"Neden buralarda ne yaptığımı hiçbir zaman sormadın bana?" diye sordu Lidia.
Bu konuyu düşünmek için yazı yazmayı bıraktım. Ona soru sormak hiçbir zaman içimden gelmemişti. Hiçbir özrüm olmadığını söyledim. La Gorda araya girdi ve benim yalnızca şu ya da bu biçimde çekici bulduğum kadınlarla konuşmaya alışkın olduğumu söyledi. La Gorda, Nagual’ın onlara benim doğrudan bir şeyler sormam karşısında yanıtlamalarını, aksi takdirde hiçbir şey dememelerini söylemiş olduğunu ekledi.
Rosa sürekli güldüğüm ve gülünç olmaya çalıştığım için beni sevmediğini söyledi. Josefina ise onu hiç görmemiş olduğum için, salt iş olsun diye benden hoşlanmadığını söyledi.
"Şunu bil ki seni Nagual olarak kabul etmiyorum," dedi Lidia bana. "Çok aptalsın. Hiçbir şey bilmiyorsun. Ben senden çok biliyorum. Sana nasıl saygı duyayım ki?"
Lidia geldiğim yere geri dönebileceğimi, hatta çok istersem kendimi suya atabileceğimi ekledi.
Rosa ve Josefina tek bir sözcük etmedi. Ne var, yüzlerindeki ciddi ve korkutucu anlatıma bakılırsa onların da Lidia’yla aynı fikirde oldukları görülüyordu.
"Bu adam bize nasıl önderlik edebilir ki?" diye sordu Lidia, la Gorda’ya. "O gerçek bir Nagual değil. Bir insan o. Bizi de kendisi gibi salak yapacak."
O konuştukça Rosa ve Josefina’nın yüzlerindeki kötü anlatımın daha katılaştığını gördüm.
La Gorda araya girdi ve bende daha önce "görmüş" olduklarını onlara açıkladı. Bana, onların ağlarına düşmememi önermiş olduğuna göre, onlara da benim ağıma düşmemeyi önerdiğini de ekledi.
Lidia’nın o ilk canlı düşmanlık gösterisinin ardından, la Gorda’nın anlattıklarına bu kerte çabuk uyum gösterebilmesine şaşıp kalmıştım. Bana güldü. Hatta gelip yanıma bile oturdu.
"Sen de bizim gibisin, ha?" diye sordu sesinde bir şaşkınlık titremiyle.
Ne diyeceğimi bilemedim. Kafasını karıştırmaktan korkuyordum.
Lidia, küçük kız kardeşlerin su götürmez biçimde önderiydi. Bana güldüğü an öteki ikisi de aynı havaya girdi.
La Gorda onlara kalemimi, kâğıdımı ve sorduğum soruları kafalarına takmamalarını söyledi, buna karşılık ben de onların yapmaktan en çok hoşnut kaldıkları şeye, düşkünlük göstermelerine ses çıkarmayacaktım.
Üçü de bana yakın oturdular. La Gorda masaya yürüdü, paketleri alıp arabama taşıdı. Lidia’dan geçmişteki uygunsuz davranışlarım nedeniyle özür diledim ve onlardan don Juan’ın çömezi oluşlarının öyküsünü anlatmalarını istedim. İşlerini kolaylaştırmak amacıyla önce ben, don Juan’la nasıl tanıştığımı anlattım. Onların öyküleri, doña Soledad’ın anlatmış olduklarının aynısıydı.
Lidia kendilerinin, don Juan’ın dünyasını terk etmekte özgür olduklarını söyledi. Ne var, onlar kalmayı seçmişlerdi. Özellikle de kendisi, ilk çömez olarak özgürce gitme ayrıcalığına sahip olmuştu. Nagual ve Genaro’nun, kendisini iyileştirmelerinin ardından, Nagual kapıyı göstermiş ve o an orayı terk etmezse kapının kendisine kapanacağını ve bir daha açılmayacağını söylemişti.
"Kapı kapandığında, yazgım da mühürlenmişti," dedi Lidia bana. "Sana da tıpkı böyle oldu. Nagual, sana bir yama ekledikten sonra oradan ayrılma fırsatın olduğunu, ne var, senin bunu kullanmak istemediğini söylediydi."
O özel kararı her şeyden daha canlı biçimde anımsadım. Onlara, don Juan’ın, peşinde bir cadı olduğunu söyleyerek beni nasıl tuzağa düşürdüğünü, bana gitmekte ya da kalıp saldırgana açacağı savaşta ona yardım etmekte özgür olduğuma bildirdiğini anlattım. Sonradan bu saldırganın, onun yandaşı olduğu ortaya çıkmıştı. Onu kendime doğru yönlendirmekle onu don Juan’ın "yaraşıklı düşman" dediği olguya dönüşmesine yol açmıştım.
Lidia’ya geçmişte onların da yaraşıklı düşmanları olup olmadığını sordum.
"Biz senin kadar aptal değiliz," dedi. "Kimse tarafından mahmuzlanmaya gereksinim duymadık."
"Pablito da onun kadar aptal," dedi Rosa. "Onun düşmanı da Soledad. Ne kerte yaraşıklıdır, orası bilinmez. Ama atasözü ne der: koyunun bulunmadığı yerde keçiye...
Kahkahalarla gülüp masaya elleriyle vurdular.
Don Juan’ın üstüme saldığı la Catalina adlı büyücüyü tanıyan olup olmadığını sordum.
Başlarını olumsuzca salladılar.
"Ben tanıyorum," dedi la Gorda ocağın oradan. "Nagual’ın dönemindedir, ne var, otuzunda gösterir."
"Dönem nedir, Gorda?" diye sordum.
Masaya doğru yürüdü, ayağını sıranın üstüne koydu ve çenesini diziyle koluna dayadı.
"Nagual ve Genaro gibi büyücülerin iki dönemi vardır," dedi. Birincisi bizler gibi, insan oldukları dönemdir. Biz de ilk dönemimizdeyiz. Her birimize bir görev verilmiştir ve bu görev insan biçimimizi terk etmemizi sağlar. Eligio, biz beşimiz ve Genarolar aynı dönemdeniz.
"İkinci dönem ise, büyücünün artık insan olmadığı dönemdir, tıpkı Nagual ve Genaro gibi. Bize öğretmenlik etmeye geldiler, işleri bitince de gittiler. Biz onların ikinci dönemiyiz. Nagual ve Catalina tıpkı sen ve Lidia gibidir. Aynı
konumdalar. O da Lidia gibi korkutucu bir büyücü.
La Gorda ocağın yanına döndü. Küçük kız kardeşler sinirli görünüyorlardı.
Lidia, la Gorda’ya, "Bu, o erk bitkilerini tanıyan kadın
olsa gerek," dedi.
La Gorda da öyle olduğunu söyledi. Onlara, Nagual’ın, kendilerine de erk bitkileri verip vermediğini sordum. "Hayır, biz üçümüz almadık," diye yanıtladı Lidia.
Erk bitkileri yalnızca sen ve la Gorda gibi bütünlüğünü yitirmiş insanlara verilir."
"Nagual sana da erk bitkisi verdi mi, la Gorda?" diye sordum, yüksek sesle.
La Gorda iki parmağını yukarı kaldırdı. "Nagual, piposunu iki kez verdi ona," dedi Lidia. "İkisinde de keçileri kaçırdı."
"Ne oldu, Gorda?" diye sordum.
"Keçileri kaçırdım," dedi yeniden masaya doğru yürürken. "Bize erk bitkileri verildi, çünkü Nagual bedenimizi yamalıyordu. Benimki çabucak tuttu, ne var, seninki zordu Nagual senin Josefina’dan daha çılgın, Lidia gibi söz dinlemez olduğunu söyledi, bu nedenle sana daha çok bitki vermesi gerekmişti."
La Gorda, erk bitkilerinin yalnızca sanatlarında ustalığa ulaşmış büyücülerce kullanılabileceğini açıkladı. Bu bitkiler öylesine erk doluymuşlar ki, gerektiği gibi kullanılması için, büyücünün kusursuz dikkatini eksik etmemesi gerekirmiş. Kişinin dikkatini bu düzeye getirmek, tüm bir yaşam boyu sürermiş. La Gorda, bütünlüğe ulaşmış insanların erk bitkilerine gerek duymadıklarını, ne küçük kız kardeşlerin ne de Genarolar’ın bunları hiç yutmadıklarını, ne var, rüya görücüler olarak sanatlarında mükemmelleştiklerinde son ve kesin bir yükselme için kullanacaklarını söyledi; bu öylesine oylumlu bir yükselmeymiş ki, bunu bizim anlamamız olanaksızmış.
"Peki, sen ve ben de alacak mıyız?" diye sordum la Gorda'ya.
"Hepimiz," diye yanıtladı. "Nagual, senin bu noktayı bizlerden daha iyi anlayacağını söyledi.
Bir süre bu konu üstünde düşündüm. Psikotropik bitkilerin bedenimde gerçekten ürkünç bir etkisi olmuştu. Sanki içimde yer alan geniş bir hazneye ulaşmış ve bundan eksiksiz bir dünya oluşturmuşlardı. Bu bitkileri almanın karşılığı, bedensel sağlığımın bozulması ve etkilerini denetlemenin olanaksızlığıyla ödenmişti. Beni hoyrat ve karmaşa dolu bir dünyaya sokmuşlardı. Bu dünyadan yararlanmak için gereken, don Juan’ın deyişiyle denetim ve erkten yoksundum. Bununla birlikte eğer denetim elimde olsaydı, zihin açısından sersemletici sonuçlar da ortaya çıkabilirdi.
"Onlardan kullandım ben," dedi Josefina, birdenbire. "Deliliğim sırasında Nagual, ya iyileşeyim ya da öleyim diye piposunu verdi. Ve iyileştim de!"
"Nagual, Josefina’ya dumancığını gerçekten verdi," dedi la Gorda ocağın oradan ve masaya geldi. "Kendisini, olduğundan da çılgın gösterdiğini biliyordu. Her zaman kafadan biraz çatlaktı, bunun yanı sıra cüretkârdı ve düşkünlük göstermede kimse onunla boy ölçüşemezdi. Kimsenin kendisini rahatsız edemeyeceği ve aklına eseni yapabileceği yerlerde yaşamak isterdi hep. Nagual da dumanından verdi ona ve onu istediği gibi yaşayabileceği bir dünyaya gönderdi. On dört gün yaşadı orada; sıkıntıdan patlayıp geri döndüğünde iyileşmişti. Düşkünlük göstermeyi kesti. Bu da onun ilacıydı."
La Gorda ocağın başına döndü. Kız kardeşler gülüşüp birbirlerinin sırtlarına vurdular.
Derken, Lidia’nın, dona Soledad’ın evinde bana bir çıkın göstermekle kalmayarak üstelik bu çıkının, don Juan’ın piposunu sardığı kumaş olduğu izlenimini yaratmaya çalıştığını anımsadım.
Lidia’ya, bu paketi bana ancak la Gorda’nın önünde verebileceklerini söylediğini anıştırdım.
Küçük kız kardeşler birbirlerine bakıp sonra da la Gorda’ya döndüler. O da başını kımıldattı. Josefina kalkıp ön odaya gitti. Bir süre sonra Lidia’nın bana göstermiş olduğu çıkınla geri döndü.
Mideme, sabırsızlık ve sürpriz nedeniyle bir sancı saplandı. Josefina çıkını özenle masaya, önüme doğru yerleştirdi. Herkes çevreye toplandı. O da Lidia gibi törensel bir biçimde çıkını açmaya başladı. Paket tümüyle açıldığında içindekileri masanın üstüne döktü. Aybaşı bezleriydi bunlar.
Bir an için bocaladım. Ne var, la Gorda’nın diğerlerinden de güçlü patlayan kahkahası öylesine sevimliydi ki dayanamayıp ben de onlara katıldım.
"Bu, Josefina’nın kişisel çıkını," dedi la Gorda. "Senin hırsının üstüne oynayıp, çıkını Nagual’dan sana kalmış bir armağan gibi göstererek seni burada tutmak onun parlak bir fikriydi."
"Ama iyi bir fikirdi, kabul et," dedi Lidia. Çıkını açtığı sırada gözlerimde beliren hırslı bakışı ve açmaktan vazgeçtiği anda gösterdiğim düş kırıklığını imlerle öykündü.
Josefina’ya fikrinin gerçekten parlak olduğunu, sezmiş olduğu gibi işe yaradığını ve o paketi gerçekten çok istediğimi söyledim.
"Çok istiyorsan alabilirsin," dedi ve herkesi güldürdü.
La Gorda, Nagual’ın, Josefina’nın gerçek bir çılgın olmadığını bu nedenle de onu iyileştirmenin gerçekten zor olduğunu başından beri bildiğini söyledi. Gerçek hastalar genelde daha uysal olurmuş. Josefina her şeyin çokça ayırdındaymış ve ele avuca gelmiyormuş. Bu nedenle Nagual’ın onu birçok kez tüttürmesi gerekmiş.
Don Juan bir keresinde aynı deyimi, yani beni tüttürdüğünü bana da söylemişti. Ben de benim görüntümü oluşturmak amacıyla psikotropoik mantarları kullandığımdan söz ettiğine inanmıştım hep.
"Seni nasıl tüttürdü?" diye sordum Josefina’ya. Omuzlarını silkti ve yanıt vermedi.
"Seni nasıl tüttürdüyse öyle," dedi Lidia, "Işıltını senden
çekip aldı ve kendi hazırladığı bir ateşin dumanıyla kuruttu."
Don Juan’ın böyle bir şeyi bana açıklamamış olduğuna emindim. Lidia’ya bu konuda neler bildiğini sordum. La Gorda’ya döndü.

"Duman, büyücüler için çok önemli," dedi la Gorda. "Duman, sis gibidir. Sis çok daha iyidir elbette, ama denetimi zordur. Duman denli kullanışlı değildir. Böylelikle, Josefina ve senin gibi kaprisli ve zor olan, sürekli sallanan insanları görmek isteyen bir büyücü bir ateş yakar ve bırakır dumanı gitsin o kişiyi sarsın diye. Sakladıkları her ne ise dumanla birlikte, ortaya çıkar."
La Gorda, Nagual’ın, dumanı salt insanları görmek için değil, iyileştirmek için kullandığını da söyledi, Josefina’ya duman banyoları uygulamıştı; onu ateşin başında, rüzgârın estiği yönde tutmuş ya da oturtmuştu. Duman genzine kaçmış, onu ağlatmıştı, ne var, rahatsızlığı geçici olmuştu ve kalıcı zarar bırakmamıştı. Öte yandan, ışıltısı yavaş yavaş temizlenmişti.
"Nagual hepimize duman banyosu yaptırdı," dedi la Gorda. "Hele sana, Josefina’dan da fazla. Senin dayanılmaz olduğunu ve Josefina gibi, olmayanı var göstermeye bile yeltenmediğini söyledi."
Her şey birdenbire açıklığa kavuşmuştu. La Gorda haklıydı; don Juan ateşin önüne yüzlerce kez oturtmuştu beni. Duman gözlerimi ve boğazımı öylesine yakmış ve kaşındırmıştı ki onu ne zaman kuru yaprak ve dal toplarken görsem korkuya kapılırdım. Gözlerim kapalıyken solumamı denetlemeyi ve dumanı hissetmeyi öğrenmem gerektiğini söylerdi; bu yolla, tıksırmadan soluk alabilirmişim.
La Gorda, dumanın Josefina’nın hava gibi hafif ve akışkan olmasına ve bunun yanı sıra, hiç kuşkusuz benim de delilikten kurtulmama yardımcı olduğunu söyledi.
"Nagual, dumanın sendeki her şeyi çekip çıkardığını söyledi," diye sürdürdü la Gorda. "Seni duru ve dolaysız kılmış." Ona, kişinin sakladıklarının duman yoluyla nasıl dışarı
çıkarılacağını bilip bilmediğini sordum. Bunu kolaylıkla yapabileceğini çünkü biçimini yitirmiş olduğunu söyledi. Ne var, kız kardeşler ve Genarolar, Nagual ve Genaro’yu birçok kez izlemiş olmalarına karşın henüz yapamazlarmış.
Don Juan’ın, beni bir balık gibi yüzlerce kez tütsülemiş olmasına karşın bu konudan neden hiç söz etmediğini merak etmiştim.
"Etti," dedi la Gorda o alışılmadık inandırıcılığıyla. "Nagual sana bile öğretti. Bize, bir keresinde dağlarda koskoca bir yeri tüttürdükten sonra, manzaranın arkasındakileri gördüğünü söyledi. Öyle ki, kendisi bile büyülenmiş."
O güçlü görsel bozukluğu, çok koyu bir sisle elektrik fırtınasının birlikte neden olduklarını düşündüğüm o sıradan sanrıyı anımsadım. Onlara bu serüveni anlattım ve don Juan’ın hiçbir zaman bana doğrudan sisi ya da dumanı öğretmediğini ekledim. Tüm yaptığı, ateş yakmak ya da beni sisin içine sokmaktı.
La Gorda hiçbir şey söylemedi. Ayağa kalktı ve ocağa doğru yürüdü. Lidia kafasını sallayıp dilini çıklattı.
"Çok aptalsın," dedi. "Nagual her şeyi öğretti sana. Bize biraz önce anlattıklarını nasıl gördün sanıyorsun ki?"
Öğretme anlayışlarımız arasında bir uçurum vardı. Bildiğim bir şeyi onlara öğretecek olsaydım, örneğin araba kullanmayı öğretmek isteseydim, adım adım ilerleyerek sürecin tüm aşamalarının anlaşıldığından emin olmak isteyeceğimi anlattım onlara.
La Gorda masaya döndü.
"Senin söylediğin, büyücü tonalla ilgili bir şey öğrettiğinde geçerlidir," dedi. "Büyücü, nagualla ilgileniyorsa savaşçıya bilgiyi vermelidir, bu da ona gizemleri göstermek anlamına gelir. Tüm yapacağı da budur. Gizemleri alan savaşçı kendisine gösterileni uygular ve bilgiyi erk olarak talep eder.
"Nagual sana tümümüze gösterdiği gizemden daha fazlasını gösterdi. Ne var, tembelsin sen, tıpkı Pablito gibi ve kafanın karışmasını yeğliyorsun. Tonal ve nagual iki ayrı dünya. Birinde konuşursun. İkincisinde ise eylemlerde bulunursun."
O konuşurken, sözleri tümüyle anlam kazandı. Neden söz ettiğini biliyordum. Ocağın başına gitti, bir çanağın için
de bir şeyler karıştırdı ve geri döndü.
"Neden bu kerte salaksın sen?" diye sordu Lidia açıkça. "Boş o," diye yanıtladı Rosa.
Beni ayağa kaldırıp, gözlerini şaşılaştırmak için zorlanarak bedenimi taradılar. Hepsi de göbek deliğime dokundu. "Peki, neden hâlâ boşsun?" diye sordu Lidia.
"Ne yapılması gerektiğini biliyorsun, değil mi?" diye ekledi Rosa.
"Çılgındı," dedi onlara Josefina. "Hâlâ da çılgın olmalı." La Gorda yardımıma koşup onlar neden biçimlerini yitirmedilerse benim de o nedenle boş olduğumu söyledi. Tümümüz de gizliden gizliye, nagual dünyasına girmek istemiyorduk. Korkuyorduk ve önyargılarımız vardı. Kısacası, hiçbirimiz Pablito’dan daha iyi değildik.
Tek bir söz bile edemediler. Üçü de oldukça rahatsız olmuşa benziyordu.
"Zavallı küçük Nagual," dedi Lidia bana, sesinde gerçek bir ilgi titremiyle. "Sen de en az bizim kadar korkmuşsun. Ben, sert insanı oynuyorum; Josefina, çılgını; Rosa, huysuzu ve sen de aptalı."
Gülüştüler ve geldiğimden bu yana ilk kez dostluk belirtileri gösterdiler. Sarıldılar, ellerini omzuma koydular.
La Gorda tam karşıma oturdu, küçük kız kardeşler de onu çevrelediler. Benim yüzüm hepsine dönüktü.
"Geçen gece olanlardan söz edebiliriz artık," dedi la Gorda. "Nagual, dostların son saldırılarının ardından hâlâ yaşıyorsak bir daha asla eskisi gibi olmayacağımızı söyledi. Dostlar bu gece bir şeyler yaptı. Bizi uzağa savurdular."
Yavaşça yazı tahtama dokundu.
"Çok özel bir geceydi bu gece senin için," diye sürdürdü. "Bu gece dostlar da dahil hepimiz sana yardım etmek için birlikte çalıştık. Nagual bunu beğenirdi. Bu gece tümüyle gördün."
"Öyle mi," diye sordum.
"İşte yine başladın," dedi Lidia ve herkes güldü. "Görmem hakkında konuşsana, Gorda," diye direttim.
"Salak olduğumu biliyorsun. Aramızda anlaşılmadık hiçbir şey kalmasın."
"Pekâlâ," dedi. "Ne söylemek istediğini anlıyorum. Bu gece küçük kız kardeşleri gördün."
Onlara, don Juan ve don Genaro tarafından gerçekleştirilen inanılmaz olaylara da tanık olduğumu söyledim. Onları da, kız kardeşleri gördüğüm denli açık seçik görmüştüm, yine de don Juan ve don Genaro her seferinde görmediğim hükmüne varmışlardı. Küçük kız kardeşlerin eylemlerinin, eskileriyle ne gibi farklar gösterdiğini belirlemekten yoksundum.
"Yani, dünyanın bağlarına nasıl tutunduklarını görmedin mi demek istiyorsun?" diye sordu.
"Hayır, görmedim."
"Dünyalar arasındaki yarıktan geçtiklerini de mi görmedin?"
Ne gördüysem anlattım onlara. Sessizlik içinde dinlediler. Anlatımın sonunda, la Gorda ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
"Ne acı!" diye ünledi.
Ayağa kalktı, masanın çevresini dolanıp bana sarıldı. Gözleri parlak ve dingindi. İçinde bana karşı kötülük taşımadığını biliyordum.
"Senin tıkanıklığın bizim yazgımız," dedi. "Ama yine de bizim Nagual’ımızsın sen. Kötü fikirlerle yoluna engel koymayacağım. En azından, bundan emin olabilirsin."
İçten olduğunu biliyordum. Yalnızca don Juan’da gördüğüm bir düzeyden konuşuyordu. Halini, insan biçimini yitirmenin bir ürünü olarak defalarca açıklamıştı; biçimi olmayan bir savaşçıydı aslında. Ondan gelen derin bir sevecenlik dalgası her yanımı kaplamıştı. Ağlamak üzereydim. Onun inanılmaz bir savaşçı olduğunu düşündüğüm sırada bana tuhaf bir şey oldu. Bunu doğruya en yakın biçimde açıklamak için sanki kulak zarlarım patladı demek yanlış olmaz. Ne var, bu patlamayı tüm bedenimde, özellikle de göbeğimin hemen altında kulaklarıma oranla daha da belirgin biçimde hissettim. Bu patlamanın ardından her şey duruluk kazandı; sesler, görüntüler, kokular. Derken, yabansı biçimde işitme yetimi bozmayan bir vınlama hissettim. Ne kerte yüksek olursa olsun, öteki seslerin duyulmasını engellemiyordu. Sanki bu vınlamayı kulaklarımla değil de bedenimin bir başka yanıyla duyuyordum. Sıcak bir elektrik tüm bedenimde dolaştı. Derken, hiç görmediğim bir şeyi anımsadım. Sanki dünya dışı bir bellek beni eline geçirmişti.
Lidia’nın duvar üzerinde yürürken yatay duran, iki kırmızımsı ipe tutunduğunu anımsadım. Aslında yürümüyordu; ayaklarıyla tuttuğu kalın bir çizgi yumağı üzerinde kayıyordu. Kırmızımsı iplere tutunma çabasıyla ağzından nefes alarak ter döktüğünü gördüğümü anımsadım. Gösterisinin sonuna doğru dengemi yitirmemin nedeniyse, onu yüksek bir hızla odayı fır dönen bir ışık olarak görmemden dolayı kendimi zayıf hissetmemdi; bu devinim beni göbeğimden çekip düşürmüştü.

Cvp: BÖLÜM 5 - RÜYA GÖRME SANATI

Rosa ve Josefina’nın eylemlerini de anımsadım. Rosa karanlık tavandan aşağı üzüm salkımı gibi dökülen dikey kırmızımsı iplere sol eliyle tutunarak sanki dal budak salmıştı. Sağ eliyle de dengesini sağlamak amacıyla yine bu dikey iplere tutunmuş ve hatta ayak bileklerini bile bunlara dolamıştı. Gösterisinin sonuna doğru pırıl pırıl parlıyordu. Bedenin hatları belirginliğini yitirmişti.
Josefina ise kendini, odanın tabanından geldiğini sandığım iplerin gerisinde saklıyordu. Kaldırdığı koluyla yaptığı şey ise, bedenini gizleyecek kerte kırmızımsı ipi bir arada tutmaktan başka bir şey değildi. İçi havayla dolan giysileri ise bir başka numaraydı; ışıltısını bir biçimde azaltmıştı bunlar. Giysiler yalnızca, bakan gözler için oylumluydu. Lidia, gösterisinin sonunda tıpkı Rosa ve Josefina gibi bir ışık yumağına dönüşmüştü. Zihnimin içinde, anıdan anıya geçebiliyordum.
Küçük kız kardeşler, yeni anımsadıklarımı anlattığımda şaşkınlık içinde bakakaldılar. Bana olanları izleyebilen yalnızca la Gorda’ydı sanki. Gerçek bir neşeyle güldü ve Nagual’ın benim için gördüklerini anımsamayacak denli tembel olduğumu söylemekte çok haklı olduğunu belirtti; neye bakarsam onu kafama takıyordum.
Anımsadıklarımı bilinçdışı bir biçimde seçmem olası mı, diye sordum kendime. Ya da la Gorda mıydı tüm bunları oluşturan? Anımsadıklarım arasından derleme yaptığım doğruysa, don Juan ve don Genaro’nun eylemlerini izlerken daha fazlasını algılamış, ama bunların yalnızca belirli bir bölümünü anımsıyor olabilirdim.
"Bir süre önce anımsadıklarımı şimdi hatırlamak," dedim la Gorda’ya, "inanması çok zor bir şey."
"Nagual, herkes görebilir, ne var, bunu anımsamamayı yeğler demişti," dedi. "Ne kadar haklı olduğunu şimdi anlıyorum. Hepimiz görebiliriz, kimimiz diğerlerinden de fazla."
La Gorda’ya, içimde bir şeyin, aşkın bir yöntem bulduğumu bildiğini söyledim. Yitirdiğim bir şeyi bunun sayesinde yeniden ele geçirmiştim. Ne var, bunun ne olduğunu saptamak oldukça zordu.
Biraz önce, yeterli derecede "rüya görme" uygulaması yaparak dikkatimi geliştirdiğimi "gördüğünü" söyledi. Ne var, hiçbir şey bilmediğimi sanmayı yeğliyormuşum.
"Sana dikkatten söz etmeye çabalıyordum," diye sürdürdü, "ama bunu sen de bizim kadar biliyorsun." Benim bilgimin aslında onlarınkinden farklı olduğuna inanmasını istedim; onlarınki kesinlikle daha görkemliydi. Uygulamalarıyla ilgili olarak söyledikleri her bir şey benim için fazladan bir ödül olacaktı.
"Nagual bize, dikkatimiz sayesinde, dünyanın görüntülerini nasıl sabitliyorsak rüyalardaki görüntüleri de sabitleyebileceğimizi sana göstermemizi söyledi," dedi la Gorda. Rüya görücünün sanatı, aslında dikkat sanatıdır."
Düşünceler peşi sıra aktı. Ayağa kalkıp mutfakta dolanma gereğini duydum. Yeniden oturdum. Uzun bir süre sessiz kaldık. Rüya görücülerin sanatı dikkat sanatıdır, demekle neyi söylemek istediğini biliyordum aslında. Don Juan’ın, elinden gelen her şeyi bana anlattığını ve gösterdiğini de biliyordum. Ne var, o henüz yanımdayken bilgeliğinin, bedenimin içindeki öncüllerini hissedememiştim. Aklımın beni zincire vuran bir iblis olduğunu, öğretilerinin sonuçlarına ulaşmak istiyorsam onu yok etmem gerektiğini söylemişti. Akıl derken neyi kastettiğinin tam bir tanımını hiçbir zaman yaptırmamıştım ona. Düzgün mantıklı bir biçimde anlama, karşılaştırma ya da düşünme yetisinden söz ettiğini sanmıştım hep. La Gorda’nın söylediklerinden, don Juan için, aklın dikkat demek olduğunu anlamıştım.
Don Juan, varlığımızın özünün algılama, büyüsünün ise bilinçlilik olduğunu söylerdi. Ona göre, algılama ve bilinçlilik, işlevsel, birbirinden ayrılmaz bir bütündü, çift alanlı bir bütün. Birincisi "tonal dikkatiydi"; bir başka deyişle, sıradan insanın günlük olayları algılama, bilinçliliğini kullanma yetisiydi. Don Juan bu dikkat biçimine "birinci erk çemberi" adını da vermiş ve bunu bizim günlük yaşamımızın algılarına düzen veren, olduğu gibi kabul ettiğimiz bir yeti olarak tanımlamıştı.
İkinci alan ise "nagual dikkatiydi;" bu, büyücülerin, bilinçliliklerini sıra dışı dünya üzerine yöneltmeleri anlamına geliyordu. Bu dikkat alanına ise "ikinci erk çemberi" adını vermiş ve bunu hepimizde bulunan, ama yalnızca büyücülerce kullanılan ve sıra dışı dünyaya düzen getirmemizi sağlayan muhteşem bir yeti olduğunu söylemişti.
La Gorda’nın ve küçük kız kardeşlerin, rüya görücülerin sanatının, rüyalarındaki görüntüleri dikkatleri sayesinde zapt etmek olduğunu göstermeleri, don Juan’ın düşüncelerinin gerçekçi yanını görmemi sağlamıştı. Onlar, don Juan’ın öğretilerinin kuramsal yanının çok ötesine geçmiş uygulamacılardı. Bana bu sanatın gösterisini sunmak için "ikinci erk çemberini" ya da "nagual dikkatlerini" kullanmaları gerekmişti. Buna tanık olabilmek için benim de aynı şeyi yapmam gerekmişti. Aslında, dikkatimi her iki alana da yöneltmiş olduğum çok açıktı. Belki de hepimiz sürekli olarak bu biçim de algılıyor, ama birini tutuyor ve diğerini göz ardı ediyorduk ya da benim de yaptığım gibi, bir başka yere depoluyorduk. Gerginlik ya da gönül rızası gibi kimi durumlarda, sansürlü bellek yüzeye çıkıyor ve böylece aynı olayın iki değişik anısına sahip oluyorduk.
Don Juan'ın bende yok etmeye ya da daha çok bastırmaya çalıştığı şey, mantıksal düşünme bağlamındaki aklım değil, "tonal dikkatim" ya da sağduyu dünyasındaki farkındalığımdı. Bunu gerçekleştirme isteğinin amacı, la Gorda’nın günlük yaşam vardır, çünkü bunun görüntülerini zapt etmeyi biliyoruz demesiyle ortaya çıkmıştı; sonuç olarak, kişi bu görüntüleri zapt etmek için gereken dikkati yitirince de dünya durmuyordu.
"Nagual bize en önemli şeyin uygulama olduğunu söyledi," dedi la Gorda birdenbire. "Dikkatini, rüyalarındaki görüntülere verebildiğin an dikkatin doğru yere çengel atmış demektir. Sonunda sen de her türlü rüyanın her türlü görüntüsüne çengel atan Genaro gibi olabilirsin."
"Her birimizin de beş rüyası daha var," dedi Lidia. "Sana ilkini gösterdik çünkü bunu bize Nagual göstermişti."
"Sizler hepiniz istediğiniz an rüya görmeye girebiliyor musunuz?" diye sordum.
"Hayır," diye yanıtladı la Gorda. "Bu, çok fazla erk gerektirir. Hiçbirimizin bu kerte erki yoktur. Kızlar odayı yerden fırdöndüler, çünkü yeryüzü onlara güç veriyordu. Belki onları dünyanın ışığından güç olarak ışıltılı varlıklar biçiminde gördüğünü de anımsıyorsundur. Nagual, güç kazanmanın en iyi yolunun güneş ışığının gözümüze girmesini sağlamak olduğunu söyledi, özellikle de sol gözümüze."
Buna ilişkin hiçbir şey bilmediğimi söyledim, o da don Juan’ın onlara öğrettiği bir yöntemi betimlemeye koyuldu. Daha konuşmasını bitirmeden, don Juan'ın aynı yöntemi bana da öğrettiğini anımsadım. Yarı kapalı gözlerle, başı sağdan sola devindirerek güneş ışığını yakalamak gerekiyordu. Kişinin bunu salt güneş ışığıyla değil, gözde parlayan her türlü ışıkla da gerçekleştirebileceğini söylemişti.
La Gorda, don Juan’ın, böyle dolanıp dururken, kalça kemiklerini korumak amacıyla, şallarını bellerinin altından bağlamalarını önerdiğini söyledi.
Don Juan’ın bana bundan hiçbir zaman söz etmediğini söyledim. La Gorda yalnızca kadınların böyle dolanabileceklerini, çünkü rahimleri olduğunu ve gücün doğrudan rahime geçtiğini söyledi; yerde yuvarlanarak bu gücü bedenlerinin öteki bölümlerine aktarabiliyorlardı. Bir erkeğin güç depolaması için sırtüstü yatıp dizlerini, ayak tabanları birbirine değinceye kadar bükmesi gerektiğini söyledi. Kolları düzgünce uzatmak, bileklerden itibaren dikey biçimde kaldırmak ve parmakları da pençe konumuna getirmek gerekiyordu.
"Yıllarca rüyasını gördük bu rüyaların," dedi Lidia. "En iyi rüyalarımızdır bunlar, çünkü dikkatimiz tamdır. Diğer rüyalarımızda ise dikkatimiz titrektir."
La Gorda, rüya görüntülerini bir Toltec sanatı olduğunu söyledi. Yıllarca süren uygulamanın ardından artık hepsinin de herhangi bir rüyanın içinde "oynayabilmeyi" başardıklarını söyledi. Lidia her şeyin üstünde yürüyebiliyordu, Rosa her şeye asılı kalabiliyordu, Josefina kendini herhangi bir şeyin arkasına gizleyebiliyor, kendisi ise uçabiliyordu. Ne var, onlar bu sanatın çömeziydiler henüz. Yalnızca tek bir eylem için tam dikkate ulaşabilmişlerdi. Genaro’nun "rüya görme" ustası olduğunu, istediğinde masaları havalarda döndürebildiğini, günlük yaşamdaki dikkatimiz denli dikkate sahip olduğunu, bununla bir dolu şey yapabildiğini ve iki dikkat alanının da onun için eşdeğerde olduğunu ekledi.
"Bunu bizim kadar sen de biliyorsun," dedi la Gorda.
"Söyleyebileceğim tek şey, aynı rüyaya gide gide, insan dünyanın çizgilerini hissetmeye başlıyor. Bunlar da senin gördüğün şeyleri yapmamıza yardımcı oluyor."
Don Juan, "birinci erk çemberimizin" yaşamımızın çok erken dönemlerinde ayarlandığını ve yaşamımızın tümüyle bundan ibaret olduğu sanısıyla yaşadığımızı söylemişti. "İkinci erk çemberinin" ya da "nagual dikkatinin" insanlığın ezici çoğunluğunda gizli kaldığını, yalnızca ölüm anında açığa çıktığını söylemişti. Yine de buna ulaşmak için bir yol bulunduğunu, bunun tüm insanlık için açık olduğunu, ne ki yalnızca büyücülerin buradan yürüdüğünü ve bu yola "rüya görme" yöntemiyle girileceğini belirtmişti.
Don Juan, nagual dikkatine varmanın bir yöntemi olmadığını söylerdi. Bana yalnızca kimi önemli noktaları göstermişti. Rüyalarımda ellerimi bulmak ilk aşamaydı; dikkat alıştırması daha sonra nesneleri bulmaya, evler, sokaklar gibi belirli biçimleri aramaya dek uzayıp gidiyordu. Buradan, belirli yerlerin, günün belirli anlarındaki "rüyasını görme" aşamasına geliyordu sıra. Son aşama ise "nagual dikkatini" bütünsel özün üzerinde yoğunlaşacak biçimde yöneltmekti. Don Juan buna, birçoğumuzun şu ya da bu zamanda kendisini yatakta uyurken gördüğü rüyada ulaştığını söylemişti. Bir büyücünün böyle bir rüya gördüğünde, dikkatinin zaten yeterince gelişmiş olduğunu ve hepimizin de yapabileceği gibi kendisini uyandırmak yerine, sırtını dönüp günlük yaşamdaymışçasına işine baktığını eklemişti. Bu andan başlayarak, erken dönemde birleştirilmiş kişilikte bir kopma, bir ayrılma oluyordu. Don Juan’ın öğretisine göre "nagual dikkatini" ayarlamanın ve bunu yüksek derecede geliştirmenin sonucunda öteki öz ortaya çıkıyordu; bu, "rüya görme" sırasında oluşturulan özdeş bir varlıktı.
Don Juan, bu çifte ulaşmanın belirgin aşamaları olmadığını söylemişti bana, tıpkı günlük bilinçliliğimize ulaşmanın bir yolu olmadığı gibi. Buna yalnızca uygulama yoluyla varabiliyorduk. "Nagual dikkatimize" yönelme eylemimiz sırasında gerekli aşamaları görebileceğimizi söylemekle yetinmişti. Beni, korkularımın bunu bozuk bir üretime dönüştürmesine izin vermeden "rüya görme" uygulaması yapmaya yöneltmişti.
Bunu la Gorda ve kızlarla da yapmıştı, ne var, onlardaki bir şey başka bir dikkat düzeyi fikrine daha açık kılmıştı onları.
"Genaro çoğunlukla rüya görme bedeninde durdu," dedi la Gorda. "Bunu daha çok severdi. İşte bu nedenle en tekinsiz işleri yapar ve seni ölesiye korkuturdu. Genaro, sen ve ben şu kapıdan nasıl girip çıkıyorsak iki dünya arasındaki yarıktan öylece girip çıkabilirdi."
Don Juan dünyalar arası yarıktan da uzun uzadıya söz etmişti bana. Ben ise, bunu, sıradan insanın dünyayı algılaması ile büyücünün algıladığı dünya arasındaki ince ayrımı betimlemek amacıyla mecazi anlamda kullandığına inanırdım hep.
La Gorda ve kızlar iki dünya arasındaki yarığın mecazdan öte bir şey olduğunu gösterdiler. Bu daha çok dikkat düzeyini değiştirebilme yetisiydi. Bir yanımla Gorda’yı pekâlâ anlarken, diğer yanım ise hiç olmadığı kerte korkmuştu.
"Nagual ve Genaro’nun nereye gittiğini sormuştun," dedi la Gorda. "Patavatsız Soledad sana onların öteki dünyaya gittiğini söyledi; Lidia bu bölgeden ayrıldıklarını söyledi; aptal Genarolar ise seni ürküttü. Gerçek şu ki, Nagual ve Genaro o yarıktan geçip gittiler."
Anlayamadığım kimi nedenlerden ötürü anlattıklarıyla tam bir karmaşanın içine düşmeme neden oldu. Bütün bu zaman içinde, gitmeleri için iyi bir neden olduğunu hissetmiştim. Sıradan bir biçimde gitmediklerini biliyordum, ne var, bu duyguyu daima bir mecaz çerçevesi içinde görmeyi yeğlemiştim. Bundan, yakın dostlara söz etmiş olsam bile, kendim inanmamıştım. Derinlerde bir yerlerde daima mantıklı bir insandım ben. Ama şimdi, la Gorda ve küçük kız kardeşler karanlık mecazlarımı gerçek olasılıklara dönüştürmüşlerdi. La Gorda, "rüya görmesinden" aldığı güçle bizi neredeyse bir kilometre uzağa taşımıştı.
La Gorda ayağa kalktı, her şeyi anlamış olduğumu, artık yemek zamanının geldiğini söyledi. Bize kendisinin pişirdiği yemekleri sundu. Yemek yiyecek halde değildim. Yemeğin sonunda kalktı ve yanıma geldi.
"Sanırım gitme vaktin geldi," dedi bana.
Bu, kızlar içinde bir uyarı olsa gerekti. Onlar da kalktılar.
"Şu andan itibaren kalmayı yeğlersen, bir daha ayrılman mümkün olmayacaktır," diye sürdürdü. "Nagual sana bir özgürlük tanımıştı, ne var, sen ondan ayrılmamayı seçtin. Eğer dostların son saldırısından kurtulmayı başarırsak hepimizi beslememi, kendinizi iyi hissetmenizi sağlamamı, birbirimize veda etmemizi söylememi istedi. Benim ve kızların gidecek bir yerimiz yok. Ama sen farklısın."
Kızlar çevremi alıp teker teker veda ettiler.
Olan bitende kaderin devasa bir cilvesi vardı. Ayrılmakta özgürdüm, ama gidecek yerim yoktu. Benim için bir seçim de yoktu ayrıca. Yıllar önce don Juan bana bir fırsat tanımış ve ayrılabileceğimi söylemişti. Ben ise kalmıştım, çünkü daha o zaman bile gidecek yerim yoktu.
"Yalnızca bi kez seçeriz," demişti bunun ardından. "Bi savaşçı ya da sıradan bi insan olmayı seçeriz. İkinci bi fırsat yoktur. Bunun imkânı da yoktur."

Cvp: BÖLÜM 5 - RÜYA GÖRME SANATI

.