1

Konu: 1 - Tinin Belirmesi

İlk Soyut Öz

Don Juan fırsat buldukça, bana soyunun büyücüleriyle, özellikle kendi öğretmeni nagual Julian’la ilgili kısa öyküler anlatırdı. Bunlar gerçekte öykü değil, daha çok bu büyücülerin davranışlarının ve kişilik özelliklerinin tanımlamalarıydı. Bu anlatıların her biri, çömezliğim sırasında, belirli konuları aydınlatmak için tasarlanmıştı.
Aynı öyküleri don Juan’ın büyücü topluluğunun diğer on beş üyesinden de dinlemiştim ama, anlatılan öykülerin hiç biri bahsedilen kişiler hakkında net bir fikir vermiyordu. Don Juan’ı o büyücüler hakkında daha detaylı bilgi vermeye razı etmem mümkün olmadığı için, hiçbir zaman onlarla ilgili derinlemesine bilgi edinemiyeceğim düşüncesini kabullenmiştim.
Don Juan, bir öğleden sonra, güney Meksika dağlarında farkındalıkta ustalaşmanın incelikli yönleri hakkındaki açıklamalarını sürdürürken beni tümden afallatan bir laf etti.
“Sanırım, geçmişimizdeki büyücüler hakkında konuşmanın zamanı geldi,” dedi.
Sistemli bir bakışla, geçmişten, hem gündelik işler dünyasını, hem de büyücülerin dünyasını ilgilendiren sonuçlar çıkarmaya başlamam gerekiyormuş.
“Büyücüler geçmişleriyle hayati bi biçimde ilgilenirler,” dedi, “ama kastettiğim kişisel geçmişleri değil. Büyücüler için geçmiş, diğer büyücülerin mazide yapmış olduklarıdır. Bizim de şimdi yapacağımız, geçmişi incelemek olacak.
“Sıradan insan da inceler geçmişini. Ama incelediği genellikle kendi geçmişidir. Bunu da kişisel nedenlerden dolayı yapar. Büyücüler bunun tam tersini yaparlar; onlar geçmişlerine bi ilgi noktası saptamak için bakarlar.”
“Ama bu herkesin yaptığı bir şey değil midir? Geçmişe referans noktası bulabilmek için bakmak?” diye sordum.
“Hayır!” dedi gönüldeş bir edayla. “Sıradan insan kendini geçmişle, kişisel geçmişiyle ya da döneminin geçmiş bilgisiyle, süregiden ve gelecekteki davranışlarına kılıf uydurmak, bi örnek seçmek için, karşılaştırır. Gerçekte yalnızca büyücüler geçmişlerine bi ilgi noktası aramak için bakar.”
“Bir büyücü için ilgi noktasının ne olduğunu söylersen belki de daha iyi anlarım don Juan,” dedim.
“Büyücüler için bi ilgi noktası saptamak niyeti inceleme şansı elde etme anlamına gelir,” diye yanıtladı, “ki bu tam da yönergelerin son başlığının amacıdır. Niyeti hiçbi şey aynı gücü anlamak için savaşan büyücülere ait hikâyeleri incelemekten daha iyi gösteremez büyücülere.”
Kendi neslindeki büyücülerin geçmişlerini incelerken bilgilerinin temel kuramsal düzeninin farkına vardıklarını açıkladı don Juan.
“Büyücülükte yirmi bir soyut öz vardır,” diye sürdürdü,
“ve zamanımızın tini anlamak için savaş veren naguallar hakkında, bu soyut özlere dayanan sürüyle büyücülük öyküsü vardır. Şimdi, sana soyut özü ve büyücülük öykülerini anlatmanın zamanı geldi.”
Don Juan öyküleri anlatmaya başlasın diye bekledim, ama o konuyu değiştirdi ve farkındalık üzerine konuşmayı sürdürdü. “Dur bir dakika,” diye karşı çıktım. “Büyücülük öykülerine ne oldu? Onları anlatmayacak mıydın?”
“Tabii ki anlatacağım,” dedi, “ama bu öyküler masal gibi
anlatılacak türden şeyler değiller. Onları kendi kendine düşünmeli, sonra yeniden düşünmeli— tabiri caizse, yeniden canlandırmalısın.”
Uzun bir sessizlik oldu. Çekiniyor, öyküleri anlatması için ısrar edersem, daha sonra pişman olacağım durumlara düşmekten korkuyordum. Ama merakım iyi niyetimden güçlüydü.
“Hadi, artık şu öykülere başlayalım,” diye mızmızlandım.
Asıl niyetimi kolayca yakalayan don Juan pis pis sırıttı. Ayağa kalkıp peşinden gelmem için bir işaret yaptı. Derin bir oluğun dibindeki kuru kayalar üzerinde oturuyorduk. İkindi üzeriydi. Gökyüzü karanlık ve bulutluydu. Alçak, karaya çalan yağmur bulutları, doğuya uzanan tepenin üzerinde asılı duruyorlardı. Güneydeki yüksek bulutlar oradaki gökyüzünü nispeten açık gösteriyordu. Daha önce epey yağmur yağmış, ama sonradan geride sadece bir tehdit bırakarak sotaya çekilmişti.
Bu soğukta iliklerime kadar üşümeliydim, ama üşümüyordum. Don Juan’ın tutmam için bana verdiği taşı kavrarken, bu dondurucu havada hissettiğim sıcaklık duyumunun bana yabancı olmadığını, ama her defasında beni şaşırttığını fark ettim. Ne zaman donmak üzere olsam, don Juan bana tutmam için bir dal, bir taş verir, ya da gömleğimin içine, göğüs kemiğimin üzerine bir avuç yaprak koyardı ve bu vücut ısımın yükselmesi için yeterli olurdu.

Cvp: 1 - Tinin Belirmesi

Onun bu yaptıklarını kendi kendime, beceriksizce tekrarlamaya çalışırdım. Bana, yaptıklarının değil, içsel sessizliğinin beni ısıttığını, dallar, taşlar ya da yaprakların dikkatimi çekmek ve dağılmasını önlemek için kullandığı sıradan gereçler olduklarını söylemişti.
Bir dağın batı tarafındaki sarp yokuşunu, zirvedeki kayalık çıkıntılara ulaşana dek hızla tırmandık. Daha yüksek sıradağların eteğindeydik. Kayalık çıkıntıdan, sisin, altımızdaki vadinin tabanıyla güney ucuna doğru yayılmaya başladığını görebiliyordum. Alçak, incecik bulutlar batıya doğru uzanan nefti dağların yüksek doruklarından aşağıya kayıyor, etrafımızı kuşatıyordu. Yağmurdan sonra, koyu bulutlu gökyüzünün altındaki vadi ve güneye, batıya uzanan dağlar, kara-yeşil bir sessizlik örtüsüne bürünmüş gibiydiler.
“Burası konuşmak için ideal bi yer,” dedi don Juan, kuytu, sığ bir mağaranın kaya tabanına otururken.
Mağara ikimizin yan yana oturabilmesi için uygundu. Başlarımız neredeyse tavana değiyordu ve sırtlarımızı mağaranın kıvrımlı, taş duvarlarına rahatça yaslayabiliyorduk. Mağara sanki, bizim ölçülerimizdeki iki insanı barındırmak için bilerek oyulmuştu.
Mağaranın bir başka garip yönünü daha fark ettim: çıkıntının üzerinde durduğum zaman tüm vadiyi, doğuya ve güneye uzanan sıradağları görebiliyordum. Ama oturduğumda, çıkıntı mağaranın tabanıyla ayrı düzeyde ve düz olmasına rağmen, kayalar tarafından kuşatılıyorduk.
Bu garipliği don Juan’a anlatmaya niyetlenmişken, o derdimi sezdi.
“Bu mağara insan yapısıdır,” dedi. “Çıkıntı meyillidir, ama göz bu eğimi fark etmez.”
“Bu mağarayı kimler yaptı don Juan?”
“Eski büyücüler. Belki binlerce yıl önce. Bu mağaranın özelliklerinden biri de, hayvanların, böceklerin, hatta insanların bile buradan uzak durmasıdır. Eski büyücüler sanki buraya, bütün canlıları tedirgin eden uğursuz bi güç salmışlar.”
Fakat ben kendimi garip bir şekilde mutlu ve güvenli hissediyordum orada. Bedensel bir hoşnutluk tüm vucuduma yayılıyordu. Sanki bütün sinirlerim gıdıklanıyordu.
“Ben hiç de tedirgin değilim,” diye fikrimi belirttim. “Ben de öyle,” dedi. “Bu da sadece, bizim, geçmişin eski büyücülerinden genel davranışlar olarak o kadar uzak olmadığımız anlamına gelir; bu beni çok üzüyor.”
Bu konuyu daha fazla deşmekten çekiniyordum. O yüzden onun konuşmayı sürdürmesini bekledim.
“Sana anlatacağım ilk öyküye ‘tinin belirmesi’ denir,” diye başladı don Juan. “Ama adı seni şaşırtmasın. Tinin belirmesi, sadece ilk büyücülük öyküsünün kurulduğu ilk soyut özdür.
“İlk soyut öz, kendi içinde bi öyküdür,” diye sürdürdü. “Bi zamanlar, sıradan, hiçbi özelliği olmayan bi adam varmış. O da, herkes gibi, tin için sadece bir geçitmiş. Ve bu yüzden, diğer herkes gibi, tinin, soyutun bi parçasıymış, ama o bunu bilmiyormuş. İşleri o kadar başından aşkınmış ki, bu konuyla ilgilenecek ne vakti ne de merakı varmış.
“Tin, bağlantılarını hissettirmek için boşu boşuna didinmiş durmuş. İçsel sesi kullanıp sırlarını açıklamış fakat adam açıklananları anlama yetisinden yoksunmuş. İçsel sesi duyduğunda bunların kendi duygu ve düşünceleri olduğunu sanmış.
“Tin, daldığı uykudan uyandırmak için adamı sarsıp, üç işaret vermiş; art arda üç belirme. Adamın yoluna çıkıp duruyor, kendini ayan beyan ortaya koyuyormuş ama adamın taktığı yokmuş.”
Don Juan, benim sorularımı ve yorumlarımı beklediği zamanlar yaptığı gibi, bana baktı. Bir şey söyleyemiyordum çünkü vurgulamak istediği konuyu anlayamıyordum.
“Biraz önce sana ilk soyut özü anlattım,” diye sürdürdü konuşmasını. “Ekleyebileceğim yegâne şey şu: Adamın anlamamaktaki inadı yüzünden, tin hile yapmak zorunda kalmış ve hile bu sayede büyücülerin yönteminin özünü oluşturmuş. Fakat bu başka bi öykünün konusu.”
Don Juan, büyücülerin soyut özü, olayların tasarlanması ya da niyetin anlamlı bir şeyler için her işaret verişinde ortaya çıkan, yinelenen bir kalıp olarak algıladıklarını söyledi. Soyut özler, o halde, tamamlanmış olaylar zincirinin tasarılarıdır, denilebilir.
Bütün nagual çömezlerinin, her soyut özün her ayrıntısıyla mutlaka karşılaşacağından emin olmam gerektiğini söyledi. Beni büyücülüğün soyut özlerine tabi kılmak için—nagual Julian’ın ve ondan önceki tüm naguallar’ın yaptığı gibi— niyete yardımcı olduğunu söyledi. Her nagual çömezinin soyut özlerle karşılaşma süreci, o soyut özlerle nagual çömezinin kişiliğinin ve koşulların bir araya gelmesi sonucu kurulan bir öykü ortaya çıkarırmış.
Tinin belirmesiyle ilgili, benim de bir öyküm varmış. Kendisinin, velinimetinin, ondan öncekinin ve diğerlerinin olduğu gibi.
“Benim tinin belirmesiyle ilgili öyküm nedir?” diye sordum.
“Öyküsünün bilincinde olabilecek bi savaşçı varsa o da sensin,” diye yanıtladı. “Ne de olsa yıllardır yazıyorsun. Ama sen soyut özü fark edemedin çünkü pratik bi adamsın. Ne yaparsan yap, sadece işleri kolaylaştırmak amacıyla yapıyorsun. Yorgun düşene dek öykülerinle uğraşmana rağmen onlarda bi soyut öz bulunabileceğini aklına bile getirmedin. Yaptığım çoğu şey sana acayip işler gibi geliyor: büyücülüğü isteksiz ve aptal bi çömeze öğretmeye çalışmak. Büyücülüğe böyle yaklaştığın sürece soyut öz senden uzak duracaktır.”
“Affedersin don Juan ama,” dedim, “sözlerin çok kafa karıştırıcı. Bana ne söylemeye çalışıyorsun?”
“Büyücülükle ilgili hikâyeleri bi konu olarak sana sunmaya çalışıyorum,” diye yanıtladı. “Seninle bu konu hakkında hiç konuşmamıştım, çünkü bu geleneksel olarak gizli tutulur. Bu, tinin son oyunudur. Bi çömez soyut özleri öğrendiğinde bi piramidin tepesindeki taşı da yerleştirip piramidi tamamlamış olur, derler.”
Hava kararıyordu ve yeniden yağmur yağacak gibiydi. Yağmur yağarken rüzgâr bu yöne doğru eserse mağaranın içinde sırılsıklam oluruz diye düşünüyordum. Eminim don Juan da bunun farkındaydı ama aldırdığı yoktu.
“Yarın sabaha kadar yağmur yağmayacak,” dedi.
İçimden geçenlerin yanıtlandığını duymak şaşkınlıktan yerimden sıçramama neden oldu ve kafam mağaranın tavanına çarptı. Verdiği acıdan daha gürültülü bir çarpmaydı bu.
Don Juan kasıklarını tuta tuta güldü. Bir süre sonra başım gerçekten acımaya başladı ve ben de ovalamak zorunda kaldım.

Cvp: 1 - Tinin Belirmesi

“Sen de beni, tıpkı benim velinimetimi eğlendirdiğim gibi eğlendiriyorsun,” dedi ve yeniden gülmeye başladı.
Birkaç dakika boyunca sustuk. Etrafta uğursuz bir sessizlik vardı. Daha yüksek dağlardan üzerimize inen alçak bulutların hışırtısını duyduğum hissine kapıldım. Sonra duyduğumun ılık bir rüzgâr olduğunun ayırdına vardım. Mağarada durduğum yerden, insan fısıltıları gibi duyuluyordu bu sesler.
“Ben iki nagual tarafından eğitilmenin inanılmaz şansına sahiptim,” dedi don Juan, ve beni hipnotize eden rüzgârın pençesinden kurtardı. “Biri, tabii ki velinimetim nagual Julian ve diğeri de onun velinimeti nagual Elias’tı. Benimki eşsiz, alışılmamış bi durumdu.”
“Neden farklıydı senin durumun?” diye sordum.
“Çünkü, kuşaklardır naguallar, kendi öğretmenleri dünyayı terk ettikten yıllar sonra kendi çömezlerini bulmaya başlarlar,” diye açıkladı. “Benim velinimetim hariç. Ben, kendi velinimeti dünyayı terk etmeden sekiz yıl önce nagual Julian’ın çömezi oldum. Böylece sekiz yıllık lütfa sahip oldum. Bu başıma gelebilecek en şanslı şeydi, çünkü iki zıt mizaç tarafından eğitilme fırsatı buldum. Birbirleriyle hiç geçinemeyen güçlü bi baba ve ondan daha güçlü bi büyükbaba tarafından yetiştirilmek gibi yani. Böyle bi yarışmada büyükbaba her zaman kazanır. Bu yüzden ben büyük ölçüde nagual Elias’ın ürünüyüm. Ona sadece mizaç olarak değil görünüş olarak da benziyorum. Yani, ince ayarımı ona borçluyum. Yine de, işin esas kısmı, sefil bir yaratık olan benim kusursuz bi savaşçıya dönüşmem ki bunu da nagual Julian’a borçluyum.”
“Nagual Julian’ın görünüşü neye benziyordu?”
“Biliyo musun, onun görüntüsünü canlandırmakta hâlâ, bugün bile zorlanıyorum,” dedi don Juan. “Saçma gelecek ama, koşullara ve gereksinimine göre genç ya da yaşlı, yakışıklı ya da gösterişsiz, tükenmiş ve zayıf ya da güçlü kuvvetli, şişman ya da cılız, orta boylu ya da cüce olabiliyordu.”
“Yani onun değişik rolleri aksesuarlar yardımıyla oynayan bir oyuncu olduğunu mu söylemek istiyordun?”
“Hayır, hiçbi takısı yoktu ve o yalnızca bi oyuncu da değildi. Tabii ki öyleydi, hakkını vermek gerek,,büyük bi oyuncuydu ama bu farklı. O, tüm bu zıt kişiliklere doğrudan dönüşebiliyordu. Büyük bi oyuncu olması onun dönüştüğü canlının özelliklerini daha iyi canlandırmasına yarıyordu. Yani varlık değiştirmek onun için çocuk oyuncağıydı. Tıpkı senin elbise değiştirirken zorlanmaman gibi.”
Hevesle, bana velinimetinin dönüşümleri hakkında daha fazlasını anlatmasını istedim. Birisinin ona bunları nasıl yapabileceğini öğrettiğini, fakat daha fazla açıklama yapmaya kalkışırsa, başka öyküler de anlatmak zorunda kalacağını söyledi.
“Nagual Julian bir şeye dönüşmediği zamanlar neye benzerdi?” diye sordum.
“Sanırım, nagual olmadan önce ince, uzun ve güçlü kuvvetliymiş,” dedi don Juan. “Saçları koyu renkli ve dalgalıydı. Uzun ve sevimli bi burun, büyük beyaz dişler, yuvarlak bi surat ve parlak, koyu kahverengi gözler. Aşağı yukarı bi yetmiş boylarındaydı. Yerli değildi, Meksikalı da, ama beyaz bi Amerikalı da değildi. Aslında teni başka hiç kimseninkine benzemezdi. Özellikle son yıllarda teni, koyudan çok açığa ve gerisingeri açıktan koyuya doğru değişip duruyordu. Onunla ilk karşılaştığımda, esmer, yaşlı bi adamdı. Sonra, zaman geçtikçe, açık tenli, benden sadece bikaç yaş daha büyük, genç bi adam oluverdi. O zamanlar yirmimdeydim.
“Dış görünüşü böylesine büyüleyiciydi,” diye sürdürdü don Juan, “ama dönüşümlerine eşlik eden, huy ve davranışlarındaki değişiklikler daha bi büyüleyiciydi. Örneğin, şişman, genç bi adamken neşeli ve duygulu olurdu. Bi deri bi kemik yaşlı bi adamken ise huysuz ve kinci. Şişman, yaşlı bi adam olduğunda olabilecek en budala adamı bulurdun karşında.”
“Hiç kendisi olur muydu?” diye sordum.
“Benim ben olduğum gibi değil,” diye yanıtladı. “Ben, dönüşümle ilgilenmediğim için her zaman aynıyım. Ama o bana hiç benzemiyordu.”
Don Juan bana içsel gücümü değerlendiriyormuşçasına baktı. Başını bir yandan diğer yana sallayarak gürültülü bir kahkaha patlattı.
“Bu kadar komik olan nedir?” diye sordum
“Doğrusunu istersen velinimetimin dönüşümlerinin ve çalışmalarının mahiyetini ve onların değerini anlamak için hâlâ fazlasıyla iffet taslayıcısın,” dedi. “Umarım anlattıklarımı kafana takıp, saplantıya dönüştürmezsin.”
Nedense rahatsız olmuştum ve konuyu değiştirme zorunluluğu hissettim.
“Neden naguallar’a ‘velinimet’ deniyor da basitçe öğretmen denmiyor?” diye sordum sinirli sinirli.
“Nagual’a ‘velinimet’ demek, çömezin şükran duygusundandır,” dedi don Juan. “Nagual çömezinde karşı koyamayacağı bi minnettarlık duygusu yaratır. Ne de olsa nagual, onları biçimlendiren ve bilinmeyen bölgelerde onlara yol gösteren insandır.”
‘Öğretme’nin, benim düşünceme göre, birinin bir diğeri için yapabileceği en müthiş, en insancıl şey olduğunu belirttim. “Senin için öğretmek, dizgeler hakkında konuşmaktan ibaret,” dedi. “Bi büyücü içinse öğretmek, nagual’ın çömezleri için yaptığıdır: evrende zaten var olan gücü onlar için ortaya çıkarmak; niyeti—her şeyi yeniden düzenleyen, değiştiren ya da onları olduğu gibi koruyan gücü. Nagual, bu gücün çömezleri üzerindeki etkilerini hesaplar ve buna göre onlara yol gösterir. Nagual niyeti biçimlendirmese, çömezler için merak edilecek, hayran kalınacak bi şey de olmazdı. Ve çömezler, keşiflerle dolu büyülü bi yolculuğa çıkacaklarına, sadece bi geleneği öğrenmekle
yetinirlerdi; üfürükçü, falcı, şarlatan ya da öyle bi şey olmayı.” “Bana niyeti anlatabilir misin?” diye sordum.
“Niyeti bilmenin tek yolu,” diye yanıtladı, “niyet ile, onu hissedebilen canlılar arasında canlı bi bağlantı olduğu zaman onu tanımaktır. Büyücüler niyete açıklanamaz, tin, soyut, nagual gibi adlar verirler. Ben nagual demeyi tercih ederdim ama bu, lidere, yani velinimete verilen isimle çakışıyor. Bu yüzden ben onu tin, niyet ya da öz olarak adlandırmaya karar verdim.”
Don Juan aniden durdu. Susup, bana söylemiş olduklarını düşünmemi önerdi. Hava epey kararmıştı. O kadar derin bir sessizlik vardı ki beni dinlendirip huzur vereceğine daha da gerginleştirmişti. Kafamı bir türlü toparlayamıyordum. Bana anlattığı öykü hakkında düşünmek istiyordum ama uyuyakalana dek onun dışında her şeyi düşündüm.

Cvp: 1 - Tinin Belirmesi

NAGUAL ELİAS’IN KUSURSUZLUĞU
O mağarada ne kadar uyuduğumu bilmiyorum. Don Juan’ın sesiyle yerimden fırladım. Tinin belirmesi adlı ilk büyücülük öyküsünün, niyet ve nagual arasındaki ilişkileri içerdiğini söylüyordu. Bu öykü, tinin nagual’a tuzak kurmasının, çömez ve nagual’ın beklenilen bu tuzağı nasıl değerlendirdiğinin ve ret ya da kabul etmeye karar vermesinin öyküsüydü.
Mağara çok karanlıktı ve içi daracıktı. Normalde o büyüklükte bir alan, insanda klostrofobiye neden olabilirdi ama mağara, her nedense, sıkıntımı dağıtarak beni rahatlatıyordu. Ayrıca mağaranın biçimi yüzünden don Juan’ın sesi yankılanmıyor, mağaranın duvarlarında yitip gidiyordu.
Don Juan, büyücüler, özellikle naguallar tarafından yapılan her hareketin, niyet ile bağlarını güçlendirmek ya da niyetin kendisi tarafından başlatılmış bir işe karşılık yapıldığını açıkladı. Büyücüler ve özellikle naguallar, sürekli olarak, uyanık bir halde tinin belirmelerini gözlerlermiş. Böyle belirmelere, ‘tinin jestleri’, ya da basitçe ‘yoralar’ı denirmiş.
Daha önce anlattığı bir öyküyü, velinimeti nagual Julian ile tanışmasının öyküsünü tekrar anlattı.
Ücra bir çiftlikteki bir iş için, iki sahtekâr tarafından kandırılmış. Bu adamlardan biri olan çiftliğin kâhyası, onu kolayca avucunun içine almış ve köle gibi çalıştırmaya başlamış.
Yalnız olan ve yapabilecek hiçbir şeyi olmayan don Juan kaçmaya çalışmış ama acımasız kâhya onu kovalayarak, tenha bir yol kenarında göğsünden yaralamış ve ölüme terk etmiş.
Sürekli kan kaybeden, bilincini yitiren don Juan’ın karşısına nagual Julian çıkmış. Sağaltım bilgisini kullanarak kanamayı durdurmuş ve hâlâ kendinde olmayan don Juan’ı evine götürüp orada sağaltmış.
Tinin nagual Julian’a gösterdiği ilk işaret, don Juan’ın vurulup yattığı yerden birkaç metre uzakta, yolun üzerinde oluşan, külâh şeklinde küçük bir hortum olmuş. İkinci işaret, silâh sesini duymadan birkaç dakika önce nagual Julian’ın aklından geçen, bir çömez edinme vaktinin geldiği düşüncesiymiş. Ardından, saklanmak yerine, koşup silâhlı adamla kavgaya tutuşması da tinin verdiği üçüncü işaretmiş. Çünkü, birisiyle böyle bir kavgaya tutuşmak, hiçbir büyücünün, en azından bir nagual’ın yapmaması gereken bir şeymiş.
Nagual Julian bu durumu değerlendirdiğinde don Juan’ı gördüğü zaman tinin neden belirdiğini anlamış: don Juan, kendisinin nagual çömezi olabilecek mükemmel nitelikte çift bir varlıkmış.
Don Juan’ın anlattıkları kafama birtakım soruların üşüşmesine neden oldu. Büyücüler bazı işaretleri yanlış anlayamaz mıydı? Don Juan, sorumun oldukça mantıklı görünmesine rağmen, sorduğum soruların çoğunluğu gibi, konuyla ilgisiz olduğunu çünkü onları günlük yaşam deneyimlerime dayandırdığımı söyledi. Böylece, sorularım, her zaman denenmiş yöntemler, atılabilecek adımlar, titiz kurallar hakkında oluyor, büyücülüğün ilkeleriyle ilişkili olmuyormuş. Hatam, olayları değerlendirirken büyücüler dünyasındaki deneyimlerimi işin içine katmamakmış.
Büyücüler dünyasındaki deneyimlerimin devamlılık taşımadığını, bu yüzden onları günlük yaşantımda değerlendiremediğimi belirttim. Çok az kez, o da ileri bilinçlilik durumlarındayken, her şeyi anımsayabilmiştim. İleri bilinçlilik düzeyinden yaşantıma ulaşabilen tek şey, don Juan’ı tanıyor olmaktı.
Sözümü keserek, büyücülerin düşünce biçimine kolaylıkla uyum sağlayabildiğimi, çünkü büyücülük ilkelerini normal bilinçlilik durumunda da deneyimlediğimi söyledi. Daha yumuşak bir ses tonuyla da büyücülük bilgisinin görkemli yapısının tamamı bilinmeden, ileri bilinçliliğin her şeyi ortaya çıkaramadığını ekledi.
Sonra, büyücülerin işaretleri yanlış yorumlaması olasılığı hakkındaki sorumu yanıtladı. Bir büyücü, bir işareti yorumlarken, onun anlamını, bunu nasıl bildiği hakkında herhangi bir fikri olmaksızın bilirmiş. Bu, niyet ile olan bağlantının çarpıcı yönlerinden biriymiş. Büyücülerin olayları dolaysız olarak bilme yetileri varmış. Bağlantı hattının gücü ve doğruluğundan - kuşku duymazlarmış.
Herkesin ‘sezgi’olarak bildiği şey, niyet ile olan bağlantımızın canlanmasından başka bir şey değilmiş. Ve büyücüler, bu bağlantıyı, aralarındaki bağı güçlendirmek ve anlamak için pür dikkat gözlediklerinden, yanılmaz ve her şeyi doğru biçimde sezebilirlermiş. Yoraları anlamlandırmak büyücüler için olağan işlerden biriymiş. Yanlış yolumlamalar, sadece büyücünün kişisel duygularının işin içine girip niyet ile olan bağını bulanıklaştırması durumunda ortaya çıkabilirmiş. Yoksa, onların bilgisi tamamen doğru olur ve işe yararmış.
Bir süre sesiz kaldık. Birdenbire, “Sana nagual Elias ve tinin belirmesiyle ilgili bi öykü anlatacağım. Tin, büyücüye özellikle bi nagual’a kendini mutlaka gösterir. Aslında, işin doğrusu, tin kendini aynı yoğunluk ve tutarlılıkta herkese gösterir, ama sadece büyücüler, naguallar, böyle işaretlere hazırdırlar,” dedi.

Cvp: 1 - Tinin Belirmesi

Ardından da öyküsüne başladı: nagual Elias, bir gün atıyla mısır tarlalarının içinden, kestirme yoldan kente giderken, bir şahinin hasır şapkasını birkaç santim farkla ıskalayan hızlı dalışından ötürü, atı ürkmüş. Nagual hemen atından inip etrafa bakınmaya başlamış. Uzun ve kuru mısır kamışları arasında garip, genç bir adam görünmüş. Genç adam, koyu renkli, pahalı takımıyla oraların yabancısı gibiymiş. Nagual Elias tarlada, tarla sahiplerini ya da köylüleri görmeye alışıkmış ama hiç böyle iyi giyimli bir şehirliyi pahalı ayakkabılar ve elbiselerle tarlalar arasında gezinirken görmemiş.
Nagual atını bağlayıp genç adama doğru yürümüş. Şahinin uçuşu, adamın görüntüsü gibi, aldırmamazlık edemeyeceği, tinin apaçık belirmeleri olarak yorumlamış. Genç adamın yanına yaklaşınca neler olduğunu görmüş. Adam, onun birkaç metre önünde koşan, sağa sola kaçarak onunla cilveleşen bir köylü kadını kovalıyormuş.
Ortadaki çelişki nagual’ın gözünden kaçmamış. Mısır tarlalarında hoplayıp zıplayarak oynayan bu insanlar, birbirlerinin yakınından dahi geçmeyecek kadar farklı tiplermiş. Nagual, adamın çiftlik sahibinin oğlu ve kadının da evde çalışan hizmetkâr bir kız olduğunu düşünmüş. Dönüp gidiyormuş ki, şahin yeniden mısır tarlararının üzerinden dalışa geçmiş ve bu kez genç adamın alnına bir pençe indirmiş. Şahinden korkan çift, başka bir saldırıdan sakınabilmek için şahini kollamaya başlamış. Nagual, adamın ince ve yakışıklı, gözlerininse çok etkileyici ve fırıl fırıl olduğunu fark etmiş.
Sonra çift, şahini gözlemekten sıkılıp oyunlarına dönmüş. Erkek kadını yakalayıp nazikçe kucaklamış ve yere yatırmış. Ama, nagual’ın sandığının aksine, kadınla sevişmeye başlayacağına, elbiselerini çıkartıp onun önünde çırılçıplak dolanmaya başlamış.
Kadının korkmuş ya da utanmış gibi bir hali yokmuş. Etrafta açık saçık laflar edip gülen, şehvet düşkünü bir adam gibi dolanan, hoplayıp zıplayan erkeğe büyülenmiş gözlerle bakıp kıkırdıyormuş. Sonunda da görüntüden fazlasıyla etkilenerek aşka gelmiş ve kendini genç adamın kollarına atmış.
Don Juan, nagual Elias’ın ona, tinin ortaya çıkardığı durumların kendisine çok şaşırtıcı geldiğini itiraf ettiğini söyledi. Adamın deli olduğu ortadaymış. Yoksa, köylülerin kadınlarına karşı ne kadar koruyucu olduklarını bile bile, böyle genç bir köylü kadınını, gündüz gözüyle, yoldan birkaç metre ötede— hem de anadan doğma bir halde— baştan çıkarmayı göze alamazmış.
Bunları anlatırken, don Juan gülmeye başladı. O günlerde birisinin elbisesini çıkarıp, öyle bir yerde, gün ortasında sevişmesi ya çıldırdığı ya da tin tarafından kutsandığı anlamına gelirmiş. Adamın yaptığı günümüzde de pek hoş karşılanmazmış ama yüz yıl kadar önce insanların tepkileri muhtemelen çok daha sert olurmuş.
Bütün bunlar, nagual Elias’ı, daha adama ilk baktığı andan itibaren, onun hem deli, hem de tin tarafından kutsanmış bir insan olduğuna inandırmaya yetmiş. Köylülerin çıkıp gelmesinden, onu oracıkta linç etmesinden korkmuş, ama kimse gelmemiş. Sanki zaman durmuş gibiymiş.
Adam sevişmeyi bitirdikten sonra giyinmiş, bir mendil çıkarıp ayakkabılarının tozunu titizlikle almış, bu sırada kıza çılgınca vaatlerde bulunmayı da ihmal etmeyip çekip gitmiş. Adamı birkaç gün boyunca takip eden nagual, adamın adının Julian olduğunu ve bir oyuncu olduğunu öğrenmiş.
Sonradan, nagual onu çok popüler bir oyuncu olduğunu öğrenecek kadar sıklıkla görmüş. Seyirciler, özellikle de kadınlar ona bayılıyorlarmış. Onun da, dişi hayranlarını baştan çıkartmak için bu çekici yönünü kullanmamak gibi bir düşüncesi yokmuş. Nagual, aktörü takip ettikçe, onun baştan çıkarma tekniğini ayrıntısıyla öğrenmiş. Ona tapan hayranlarını yakalar yakalamaz soyunuyormuş. Sonra kadının, onun gösterisiyle aklının başından gitmesini bekleyip kadını ele geçiriyormuş. Bu yöntem her seferinde işe yarıyormuş. Nagual adamın başarısını takdir ediyormuş, ama bir sorun varmış: adam ölümcül bir hastaymış. Nagual, ölümün, onun peşini bırakmayan gölgesini görmüş.
Don Juan, bana yıllar önce anlattığı bir şeyi tekrarladı: ölümümüzün sol omuzumuzun arkasında duran kara bir leke olduğunu. Büyücülerin insanların ölüme yaklaştıkları zamanı bildiklerini, çünkü kara noktanın, ait olduğu kişinin boyutlarında, hareketli bir gölgeye dönüşmesini gördüklerini söyledi.
Ölümün varlığını fark eden nagual’ın, şaşkınlıktan eli kolu bağlanmış. Tinin neden böylesine hasta birisine ayrıcalık tanıdığını merak ediyormuş. Ona, onarımın değil, yenilenmenin çok daha yararlı olduğu öğretilmiş. Ve nagual, bu genç adamı iyileştirecek güce, yeteneğe sahip olduğundan, ya da onun ölümünün kara gölgesine karşı durabileceğinden emin değilmiş. Hatta, tinin kendisini böylesine pis bir işe neden bulaştırdığını anlamakta da güçlük çekiyormuş.
Nagual, oturup oyuncuyu seyretmekten, gittiği yerlerde onu takip etmekten ve daha yakından tanıma fırsatı kollamaktan başka bir şey yapamaz olmuş. Don Juan, tinin belirmesiyle yüz yüze gelmiş bir nagual’ın yapması gereken ilk işin, ilgili insanları görmek olduğunu söyledi. Nagual Elias, bu adamı görme konusuna, ilk gözüne çarptığı andan itibaren özen göstermiş. Tinin belirmesinin bir parçası olan köylü kadını da görmüş, ama onun yapısında, tinin bu davranışını haklı gösterecek hiçbir şey görememiş.
Başka bir çapkınlık seansına tanık olduğu sırada, nagual’ın görme yeteneği başka bir boyut kazanmış. Bu sefer oyuncuya taparcasına hayran olan kişi zengin bir toprak ağasının kızıymış. Ve işin başından beri ipler tamamen kızın elindeymiş. Nagual, kız oyuncuyu ertesi gün kendisiyle buluşmaya razı etmeye çalışırken ne zaman buluşacaklarını öğrenmiş. Ertesi gün, kız evinden çıkınca, caddenin karşısında saklanan nagual da, sabah ayinini boş verip buluşma yerine giden kızın peşine düşmüş. Oyuncu onu bekliyormuş. Kararsız görünen oyuncuyu, kız bin türlü dil dökerek peşine takmış ve köyün dışındaki tarlalara götürmüş.
Nagual onların uzaklaşmalarını izlerken, o gün kimsenin ummadığı bir şey olacağından eminmiş. Oyuncunun kara gölgesi neredeyse boyunun iki katı büyüklüğe ulaşmış. Nagual, genç kadının gizemli bakışlarından, onun da ölümün kara gölgesini sezdiği sonucunu çıkarmış. Oyuncu düşünceli görünüyormuş. Eskiden yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesi yokmuş artık.
Bir hayli uzaklaşmışlar. Bir ara nagual’ın onları izlediğini fark etmişler, ama nagual orada yaşayan bir köylüymüş ve toprağı kazmaya uğraşıyormuş gibi davranınca, genç çift rahatlamış ve bu da nagual’a daha da yakınlarına sokulma fırsatı vermiş.
Sonra oyuncunun elbiselerini çıkarıp, çırılçıplak boy gösterme zamanı gelmiş. Ama kız, gönlünü kaptıran öteki kızlar gibi heyecanla kollarına atılacağına, ona vurmaya başlamış. Onu acımasızca tekmeleyip yumruklamış, acıdan kıvrandırmış.
Kadının vurup durmasına rağmen, adam genç kadına elini kaldırmamış, kendini korumaya, kadının darbelerini savuşturmaya çalışıyormuş yalnızca. Bunu yaparken bir yandan da, ısrarla cinsel organlarını göstererek kadını baştan çıkarmaya uğraşıyormuş.
Nagual hayranlık ve şaşkınlıkla bakmış bu olanlara. Oyuncunun iflah olmaz bir çapkın olduğunu görüyor, ama aynı derecede kolaylıkla ortada onunla ilgili iğrenç ama eşsiz bir durum olduğunu da seziyormuş. Onu en çok şaşırtan da adamın tinle arasındaki hattın inanılmaz derecede açık olmasıymış.
Sonunda kadın adama vurmaktan vazgeçmiş. Sonra da kaçıp gideceği yerde uzanıp artık ona ne isterse yapabileceğini söylemiş.
Nagual adamın nefes nefese kaldığını ve neredeyse kendinden geçtiğini fark etmiş ama oyuncu tüm bitkinliğine rağmen kadının yanına gelmiş ve işini tamamlamış.
Nagual, bu yararsız adamın erkesini ve kararlılığını düşünüp gülerken, birdenbire kadın bir çığlık atmış. Oyuncu nefes almakta zorlanıyormuş. Nagual, kara gölgenin oyuncuya vurduğunu görmüş. Bir hançer gibi, iğne ucu hassaslığıyla saplanıyormuş adamın boşluğuna.
Don Juan burada, bazı ayrıntılara girmek için öyküye ara verdi. Daha önce ölümün durmaksızın vurduğu, parlak kabuğumuzdaki boşluğu anlatmıştı. Şimdi, ölümün sağlıklı varlıklara, topa benzer bir şekilde vurduğunu söylüyordu—bir yumruk darbesi gibi. Ama, varlıklar ölürken, bu darbeler yumruk gibi değil hançer biçiminde olurmuş.
Bu yüzden, nagual, adamın öldüğünden eminmiş ve bu da kendiliğinden tinin niyetine dair merakını da bitirmiş. Artık, tasarı yokmuş. Ölüm her şeyi halletmiş.
Nagual, sotaya yattığı yerden kalkıp gitmeye davranmış ki, aklına bir şey takılmış; genç kadının sakinliği. Kadın, kayıtsız bir şekilde çıkardığı elbiselerini giyerken bir yandan da ıslık çalıyormuş.
Ve sonra nagual, adamın bedeninin ölümü kabullenmediğini, koruyucu bir örtü yarattığını görmüş. Adamın gerçek doğası ortaya çıkmış artık. O, koruyucu zırhlar ortaya çıkarabilme, görüntüsünü değiştirebilme gibi muhteşem becerileri olan çift bir adammış, ve büyücülük ile nagual çömezliği için eşsiz bir adaymış; tabii ölümün kara gölgesi olmasaymış.

Cvp: 1 - Tinin Belirmesi

Nagual bu görüntü karşısında çok şaşırmış. Şimdi tinin ne tasarladığını anlayabiliyor, ama böyle işe yaramaz bir adamın büyücülerin gereksinimlerini nasıl olup da karşılayacağına bir türlü aklı ermiyormuş.
Bu arada kadın toplanmış, can çekişen adama dönüp bakmadan gitmiş.
Nagual, kadının parıltısını görmüş, ve onun saldırganlığının, inanılmaz düzeyde çok olan erkesinin gereğinden fazla akışından kaynaklandığını anlamış. Eğer kadın bu erkeyi boşa harcarsa elinde avucunda ne varsa kaybedecek ve kim bilir daha ne işler açacakmış başına.
Nagual, kadının neden bu kadar ilgisiz olduğunu düşünürken tinin ona bir işaret daha verdiğini anlamış. Sakin, serinkanlı olması gerekiyormuş. Kaybedecek hiçbir şeyi yokmuş gibi davranmalıymış. O, nagual geleneği uyarınca olanaksız ile uğraşmaya karar vermiş, tinden başka tanığı da yokmuş.
Don Juan, öykünün burasında böyle ufak tefek olaylar sayesinde bir nagual’ın gerçek mi sahte mi olduğunun sınanabildiğini söyledi. Naguallar, karar verir; sonuçlarının ne olacağına bakmaksızın harekete geçip geçmemeye karar verirler. Düzmece naguallar’ın ise ölçüp biçmekten elleri kolları bağlanır, hiçbir şey yapamazlar. Nagual Elias, kararını vermiş olarak, sakince, ölmek üzere olan adamın yanına gitmiş ve ilk hareketi aklıyla değil, bedeniyle yapmış: adamın birleşim noktasına bir darbe indirmiş ve onun ileri bilinç düzeyine girmesini sağlamış. Adama birleşim noktasını hareket ettirene dek vurmayı sürdürmüş. Ölümün kendi gücünün de desteğiyle, sonunda nagual’ın vuruşları adamın birleşim noktasını ölümün artık bir öneminin kalmadığı bir yere yollamış ve böylece adamın ölmesi durmuş.
Bu sırada, oyuncu yeniden nefes almaya başlayınca, nagual da ne kadar büyük bir sorumluluk üstlendiğini anlamış. Eğer adam ölümün gücünü savuşturmayı başarabilirse, ölüm iyice geri çekilene dek, ileri bilinç durumunda kalması gerekecekmiş. Adamın hali yerinden kıpırdatılmamasını gerektiriyormuş, yoksa anında ölecekmiş. Nagual bu şartlarda mümkün olan tek şeyi yapmış: adamın etrafına bir gölgelik yapmak. Orada, hareket edemeyecek durumda olan adama, üç ay boyunca bakıcılık yapmış.
Sadece dinlemek yerine fikir yürütmeye başlayınca, nagual Elias’ın bir başkasının toprağına gölgeliği nasıl yapabildiğini merak ettim. Çünkü bölge halkının toprağa olan düşkünlüğünü ve mülkiyetçiliğini çok iyi biliyordum.
Don Juan kendisinin de aynı soruları sorduğunu belirtti. Nagual Elias, bunu tinin olabilir kıldığını söylemiş. Bu, tinin belirmesini izlemesi koşuluyla, bir nagual’ın üstesinden gelebileceği bir durummuş.
Nagual Elias, oyuncu yeniden nefes almaya başladığında, ilk iş olarak gidip genç kadını bulmuş. O, tinin belirmesinin önemli bir parçasıymış. Onu oyuncunun neredeyse cansız yattığı yerin az ötesinde yakalamış ve adamın durumunu anlatıp onu ikna etmeye çalışmak yerine buna mecbur kaldığını düşünüp hareketinin tüm sorumluluğunu alarak bir arslan gibi üzerine atılmış, birleşim noktasına okkalı bir darbe indirmiş. Kadının birleşim noktası hareket etmiş ama yerinden gevşemesiyle beraber düzensiz olarak gidip gelmeye başlamış.
Nagual onu oyuncunun yattığı yere taşımış. Sonra bütün gününü, bir yandan kadın aklını kaçırmasın, bir yandan da adam hayatını kaybetmesin diye uğraşarak geçirmiş.
Nagual, durumun denetim altında olduğuna kanaat getirince, genç kızın babasına gidip kızına yıldırım çarptığını, aklının başında olmadığını söylemiş. Babayı, kızının yattığı yere götürmüş ve genç adamın, her kimse, yıldırımın tüm yükünü çektiğini, kızının hayatını kurtardığını, ama kendisinin hareket edemeyecek hale geldiğini söylemiş.
Minnettar kalan baba, kızını kurtaran adama, gölgeliği yapması için yardım etmiş. Ve üç ayda nagual olanaksızı başararak, genç adamı iyileştirmiş.
Ayrılma zamanı geldiğinde, sorumluluk duygusu ve mantığı, nagual’ı, hem aşırı düzeydeki erkesi hem de bu erkenin hayatı ve sağlığı açısından yaratabileceği tehlikeler konusunda genç kadını uyarmaya zorlamış. Genç kızı büyücüler dünyasına katılmaya çağırmış, çünkü kendi kendini yok eden gücünden korunmasının tek yolu buymuş.
Kadın cevap vermemiş. Bunun üzerine, nagual Elias, her nagual’ın yüzyıllardır çömez adaylarına anlattıklarını yinelemek durumunda kalmış. Büyücülerin, büyüden, insana umut ve amaç vermek için bir anlığına uçuşuna ara veren sihirli bir kuş olarak bahsettiklerini, özgürlük ya da bilgelik kuşu olarak adlandırdıkları bu kuşun kanatları altında yaşadıklarını, ve onu sadakatleri ve kusursuzluklarıyla beslediklerini söylemiş. Özgürlük kuşunun her zaman ileriye doğru uçtuğunu bildiklerini, geriye dönmesi, dolanıp tekrar gelmesi söz konusu olamayacağı için, kuşun yapabileceği iki şeyin— ya büyücüyü yanına almak, ya da onu bırakıp gitmek olduğunu söylemiş.
Nagual Elias, hala can çekişen oyuncuya ise bunları anlatmamış. Genç adamın fazla seçeneği yokmuş. Ona, eğer iyileşmek istiyorsa kendisini koşulsuzca izlemesi gerektiğini söylemiş. Oyuncu bu koşulu hemen kabul etmiş.
Nagual Elias ve oyuncunun eve gidecekleri gün, kadın da onları sessizce, köyün dışında bekliyormuş. Taşıdığı bir bavul, hatta bir sepet bile yokmuş. Onları yolcu etmek için gelmiş gibi görünüyormuş. Nagual ona aldırmadan yürümeye devam ederken oyuncu, sedye ile taşındığı halde, ona veda etmek için davranmış. Kadın bir kahkaha atmış ve tek söz etmeden nagual’ın topluluğuna katılmış. Her şeyi ardında bırakmaktan rahatsızlık duymuyormuş, çünkü kendisi için başka seçenek olmadığını gayet iyi anlamış: özgürlük kuşu, ya büyücüleri yanına alır ya da bırakıp gidermiş.
Don Juan bunda şaşılacak bir yan olmadığını düşünüyordu. Naguallar’ın güçlü, karşı konulmaz karakterleri olurmuş, nagual Elias da o iki insanı derin bir şekilde etkilemiş. Üç ay boyunca, nagual her gün onları tutarlılığa, nesnelliğe ve yansızlığa alıştırmak için çalışmalar yapmış. Adam ve kadın, nagual’ın zekâsından, en çok da, kendisini onlara adamasından etkilenmişler. Nagual Elias, yaptıklarıyla ve anlattıklarıyla onlara büyücülükle ilgili kalıcı bir bakış açısı aşılamış; destekleyen, besleyen ama bunların karşılığını isteyen ve pek az hatayı hoş gören bir dünya.
Don Juan, sık sık yinelediği, benim de her nasılsa sürekli unutmayı becerdiğim bir şeyi yeniden hatırlattı: özgürlük kuşunun kararsızlığa tahammül edemediğini, ve bir kez uçup gitti mi bir daha geri gelmeyeceğini aklımdan hiç çıkarmamam gerektiği.
Sesindeki ürpertici titreme, huzur içerisinde sakin sakin oturduğumuz ortama yayılıverdi bir anda.
Ardından, ortaya çıkan huzursuz havayı çabucak savuşturdu. Koluma hafiften bir yumruk attı.
“Kadın o kadar erkliymiş ki, dilediği insanı yerinden sıçratabilirmiş,” dedi. “Adı, Talia’ymış.”

Cvp: 1 - Tinin Belirmesi

.