1

Konu: 3 - Tinin Hilesi

TİN HATTININ TOZUNU ALMAK
Güneş doğudaki doruklardan henüz yükselmemişti, ama hava şimdiden sıcaktı. Kent civarından gelen yolda birkaç mil ilerleyip ilk dik yamaca ulaştıktan sonra durduk ve asfalt karayolunun kenarından ilerledik. Don Juan, yol yapılırken dinamitledikleri koca kayaların yanına oturdu ve benim de oturmam için işaret etti. Yakınlardaki dağlara giderken genellikle konuşmak ya da dinlenmek için orada dururduk. Bu yolculuğun uzun sürebileceğini ve belki de günlerce dağda kalacağımızı belirtti.
“Şimdi üçüncü soyut öz hakkında konuşacağız,” dedi. “Buna tinin hilesi, soyutun hilesi, iz sürme ya da hattın tozunu alma denir.”
Adların çokluğu karşısında şaşırmıştım. Ama bir şey demedim. Açıklamalarına devam etmesini bekledim.
“Ve birinci ile ikinci özde olduğu gibi,” diye devam etti, “bu da kendi içinde bi öykü olabilir. Öykü der ki, tin bahsettiğimiz adamın kapısını çalar da onunla başarıya ulaşamazsa, kalan tek geçerli yolu kullanır: hile. Ne de olsa tin önceki kördüğümleri de hile yaparak çözmüştü. Eğer tin bu adamda sarsıcı bir etki yaratmak istiyorsa onu kandırması gerektiği ortadadır. Böylece tin, adamı büyücülüğün gizemleri hakkında bilgilendinneye başlar ve büyücü çömezliği bugünkü halini alır: oyunun ve kaçamağın yolu.
“Öykü, tinin bağlantı hattını güçlendirmek ve gerekli erkeyi nasıl koruyacağını adama göstermek için, onu bilinçlilik düzeyleri arasında hareket ettirerek ayartmasını anlatır.”
Don Juan’a göre, öyküsünü günümüz koşullarına uyarladığımızda, tinin canlı adayı—nagual—bu soyut özün yapısını tekrar eder, oyunu ve kaçamağı öğretmek için kullanırmış.
Birdenbire ayağa kalktı ve sıradağlara doğru yürümeye başladı. Onu izledim ve yan yana tırmanmaya başladık.
Akşamüzeri, yüksek dağların tepesine ulaştık. O yükseklikte bile hava sıcaktı. Bütün gün neredeyse görünmez bir patikayı izlemiştik. Sonunda küçük bir açıklığa, kuzeye ve batıya egemen eski bir gözetleme kulübesine ulaştık.
Orada oturduk ve don Juan konuşmamızı büyücülük öykülerine kaydırdı. Benim şimdi niyetin kendisini nagual Elias’a göstermesinin ve tinin nagual Julian’ın kapısını çalışının öyküsünü bildiğimi söyledi. Onun tin ile nasıl karşılaştığını biliyormuşum ve kendi karşılaşmamı da asla unutamayacakmışım. Bütün bu öyküler aynı yapıya sahiplermiş, sadece karakterler değişiyormuş. Her öykü soyut bir trajikomediymiş ve bir soyut oyuncusu, niyet ve iki insan oyuncusu—nagual ve çömezi—varmış. Senaryo da soyut özün kendisiymiş.
Sonunda ne demek istediğini anladığımı düşünüyordum. Ama anladığımın ne olduğunu ne kendime ne de don Juan’a açıklayamıyordum. Düşüncelerimi sözlere dökmeye başladığımda saçmalamaya başlıyordum.
Don Juan zihinsel durumumu anlar gibi görünüyordu. Rahatlamamı ve dinlememi önerdi. Sıradaki öykünün büyücülerin tinin oyunu ya da niyet ile olan bağlantı hattını arındırmak dedikleri bir işlem olduğunu, bunun çömezi tinin dünyasına sokma işlemi olduğunu söyledi.
“Bana ateş edildikten sonra nagual Julian’ın beni eve götürüşünün ve yaralarımı iyileştirişinin öyküsünü sana daha önce anlattım,” diye devam etti. “Ama hattımı nasıl arındırdığını ve kendi izimi sürmeyi bana nasıl öğrettiğini daha anlatmadım.
“Bir nagual’ın çömez adayına yaptığı ilk şey ona oyun oynamaktır. Yani onun tin ile olan bağlantı hattına ani bir darbe indirmektir. Bunu yapmanın iki yolu vardır. Birisi yarı normal yollarla olur, ki bu benim sana yaptığımdır. Diğeriyse büyücülüğün tüm yöntemleriyle gerçekleşir, ki bu da velinimetimin bana yaptığıdır.”
Don Juan, velinimetinin yolda toplanmış insanları yaralı adamın oğlu olduğuna nasıl inandırdığının öyküsünü yeniden anlattı. Daha sonra şoktan ve kan kaybından bilinçsiz yatan don Juan’ı kendi evine taşımaları için birkaç kişiye para ödemiş. Don Juan günler sonra uyanmış, ve nazik yaşlı bir adam ile şişman karısını yarasına bakarken bulmuş.

Cvp: 3 - Tinin Hilesi

Yaşlı adam adının Belisario olduğunu, karısının ünlü bir sağaltıcı olduğunu ve kendilerinin don Juan’ın yarasını iyileştirmekte olduklarını söylemiş. Don Juan onlara hiç parası olmadığını söylediğinde, Belisario iyileştikten sonra bir şekilde ödeşebileceklerini söylemiş.
Don Juan’ın kafası, her zaman olduğu gibi, çok karışıkmış. Ateşli, irikıyım, düşüncesiz, eğitimsiz ve kafasız yirmi yaşında bir Kızılderiliymiş. Minnettarlık gibi bir duygusu yokmuş. Yaşlı adamla karısının ona yardım etmesini nazik bir davranış olarak görüyormuş, ama yine de yarası iyileştiği gibi, bir gece yarısı kaçıp gitmeye niyetliymiş.
Yeterince iyileşip de tüymeye hazır olduğu bir sırada yaşlı Belisario onu bir odaya götürmüş ve titrek fısıldayışlarla ona oturdukları evin kendisini ve karısını tutsak eden canavar ruhlu bir adama ait olduğunu açıklamış. Don Juan’dan, özgürlüklerini yeniden kazanmak için, onları tutsak eden ve onlara işkence eden adamdan kurtulmalarına yardım etmesini istemiş. Don Juan daha cevabını vermeden, balık suratlı canavarımsı bir adam, sanki kapının arkasında onları dinlermiş gibi, korku hikâyelerinden fırlamışçasına odanın içine dalmış. Yeşilimsi gri renkteymiş, alnının ortasında hiç kırpmadığı tek bir gözü varmış, ve bedeni kapı gibiymiş. Don Juan’a doğru yalpalayarak yürümüş, yılan gibi tıslıyormuş. Onu paramparça etmek ister gibi bir hali varmış. Bunu gören don Juan korkudan bayılmış.
“Tin ile olan bağlantı hattıma indirdiği darbe çok ustacaydı,” dedi don Juan ve güldü. “Velinimetim, tabii ki, canavar gelmeden önce beni ileri bilinçlilik düzeyine sokmuştu, bu yüzden de büyücülerin organik olmayan varlık ya da şekilsiz erke alanı dedikleri şeyi bi canavar olarak görmüştüm.”
Velinimetinin şeytanlıkları tüm çömezleri çok gülünç ve utanılacak sayısız durumlara düşürmüş, özellikle ciddiyeti ve katılığıyla velinimetinin şakaları için tam bir hedef tahtası görünümünde olan don Juan’ı. Bu şakaların velinimetini çok çok eğlendirdiğini de anımsadı.
“Eğer seninle dalga geçtiğimi sanıyorsan— ki geçiyorum— onun bana yaptıklarının yanında sözü bile edilemez,” diye sürdürdü don Juan. “Benim şeytan velinimetim kahkahasını gözyaşlarının ardına gizlemeyi öğrenmişti. Çömezliğimin ilk başlarında nasıl ağladığını hayal bile edemezsin.”
Don Juan öyküsüne devam ederek, o canavarımsı yaratığı görmenin şokundan sonra hayatının asla eskisi gibi olmadığını belirtti. Velinimeti de bunun böyle olması için elinden geleni yapmış. Don Juan’ın dediğine göre bi nagual bi kez çömezini oyunlarla tanıştırdıktan sonra, onun emirlerine uyması için uğraş verirmiş. Bu itaat iki değişik türde olabilirmiş. Ya genç Talia’nın durumunda olduğu gibi, aday çömez öylesine disiplinli ve hazır olurmuş ki sadece nagual’a katılmaya karar vermesi yetermiş, ya da aday çömezde disiplinin esamesi okunmaz ve bu durumda nagual onu inandırmak için zaman ve epey emek harcamak zorunda kalırmış.
Don Juan düşüncesiz, yabani, genç bir köylü olduğu için, onu ikna etme işlemi acayip aşamalar gerektirmiş.
İlk ani darbeden sonra velinimeti ona ikinci ani darbeyi biçim değiştirme yeteneğini göstererek vurmuş; bir gün velinimeti genç bir adam olmuş. Don Juan bu dönüşümü kusursuz bir oyunculuk yeteneği olarak algılamış ilkin, başka bir şey olacağını aklına dahi getirmemiş.
“Bu dönüşümleri nasıl becerirdi?” diye sordum.
“O hem bi büyücü hem de bi oyuncuydu,” diye yanıtladı don Juan. “Onun büyüsü birleşim noktasını istediği herhangi bi özel değişikliği sağlayabilecek konuma getirmekten ibaretti. Sanatıysa dönüşümlerindeki kusursuzluktu.”
“Anlattıklarını tam olarak anlayamıyorum,” dedim.
Don Juan algının insanın olduğu ya da yaptığı her şeye destek olduğunu ve birleşim noktasının konumu tarafından yönetildiğini söyledi. Eğer birleşim noktasının konumu değişirse algı da buna paralel olarak değişirmiş. Birleşim noktasını nereye yerleştireceğini bilen büyücü istediği herhangi bir şey olabilirmiş.
“Nagual Julian’ın birleşim noktasını hareket ettirme konusundaki ustalığı o kadar mükemmeldi ki, en kurnaz dönüşümleri bile rahatça gerçekleştirebiliyordu,” diye devam etti don Juan. “Örneğin bi büyücü bi kargaya dönüşürse bu tartışmasız büyük bi başarıdır. Ama bu birleşim noktasında çok büyük bi değişikliği gerektirir. Hal böyleyken birleşim noktasını şişman ya da yaşlı bi adam konumuna getirmek en az değişikliği, ama insan doğası hakkındaki en yoğun, en canlı bilgiyi gerektirir.”
“Bu şeylerin gerçekliği hakkında düşünmekten ve konuşmaktan uzak durmak niyetindeyim,” dedim.
Don Juan akla gelebilecek en komik şeyi söylemişim gibi güldü.
“Velinimetinin dönüşümleri için bir neden var mıydı?” diye sordum. “Yoksa sırf kendisini eğlendirmek için miydi?”
“Aptal olma. Savaşçılar sırf kendilerini eğlendirmek için bir şeyler yapmazlar,” diye yanıtladı. “Onun dönüşümleri stratejikti. Yaşlılıktan gençliğe dönüşmesi, gereksinim tarafından düzenleniyordu. Zaman zaman komik durumlar oluyordu ama bu başka mevzu.”
Ona velinimetinin bu dönüşümleri nasıl öğrendiğini daha önce sorduğumu anımsattım. Bana velinimetinin bir öğretmeni olduğunu, fakat adını bana söyleyemeyeceğini söylemişti.
“Bahsettiğim o çok gizemli büyücü, ona dönüşümleri öğretmişti,” dedi saygılı bir ifadeyle.
“Ne gizemli büyücüsü?” diye sordum.
“Ölüme meydan okuyan,” dedi ve bana sorgularcasına baktı.

Cvp: 3 - Tinin Hilesi

Don Juan’ın takımındaki tüm büyücülerin içinde en göz kamaştıran karakter ‘ölüme meydan okuyan’dı. Onlara göre o, eski çağların büyücüsüydü. Tüm erke alanları içinde birleşim noktasını belirli yönlerde ve belirli konumlara hareket ettirmiş ve günümüze kadar yaşamayı sürdürmeyi başarmıştı. Böylesi manevralar onun farkındalığının ve yaşam erkesinin direnmesine olanak sağlamıştı.
Don Juan bana kendi soyundan görücülerin yüzyıllar önce ‘ölüme meydan okuyan’ile yaptıkları anlaşmayı anlattı. Onlara yaşamı için gerekli olan erke karşılığında armağanlar verirmiş. Bu anlaşmadan dolayı onu koruyucuları saymışlar, ve ona ‘kiracı’ demişler.
Don Juan eski çağların büyücülerinin birleşim noktasını hareket ettirme konusunda uzman olduklarını anlatmıştı. Böyle davranarak algıyla ilgili olağanüstü şeyler ortaya koymuş, aynı zamanda sapkınlıkta kaybolmanın ne denli kolay olduğunu da ortaya çıkarmışlardı. ‘Ölüme meydan okuyan’ın durumu, don Juan’a göre sapkınlığa birinci sınıf bir örnekti.
Don Juan eline geçen her fırsatta, birleşim noktasının sadece onu gören biri tarafından değil, aynı zamanda hareket ettirecek yeterli erkeye sahip biri tarafından yönlendirilmesi durumunda, parlak top içerisinde yönlendiricinin yönelttiği herhangi bir konumu alabileceğini tekrarlardı. Birleşim noktasının parlaklığı, dokunduğu ipliksi erke alanlarını aydınlatmaya yeterliymiş. Bunun sonucunda ortaya çıkan dünya algısı, normal gündelik dünya algısı gibi eksiksiz ve bütünüyle ondan farklıymış. Bu yüzden temkin, birleşim noktasını hareket ettirme işiyle uğraşmak için can alıcı öneme sahipmiş.
Öyküsüne devam eden don Juan, yaşamını kurtaran yaşlı adamın gerçekte yaşlı kılığına bürünmüş genç biri olduğu düşüncesini hızla benimsediğini söyledi. Fakat bir gün genç adam yine don Juan’ın ilk karşılaştığı yaşlı adam Belisario olmuş. O ve don Juan’ın onun karısı sandığı yaşlı kadın eşyalarını toplamışlar ve iki sırıtkan adamla bir düzine katır çıkagelmiş.
Don Juan öyküsünden zevk ala ala güldü. Katırcılar katırları yüklerken, Belisario’nun kendisini kenara çekip karısıyla birlikte yeniden kılık değiştirdiklerini söylediğini anlattı. O yine yaşlı bir adam, güzel karısıysa şişko, sinirli bir Kızılderili olmuştu.
“O kadar genç ve aptaldım ki, sadece görünen şeylerin benim için bi değeri vardı,” diye devam etti don Juan. “Daha bikaç gün öncesinde onun yetmişlerinde dermansız bi adamdan, yirmi yaşında güçlü bi adama inanılmaz dönüşümünü görmüştüm ve onun yaşlılığını sadece bi kılık değişikliği olarak algılamıştım. Karısı da huysuz, şişko bi Kızılderiliden, güzel ve narin bir genç kadına dönüşmüştü. Tabii kadın kendisini velinimetimin yaptığı gibi dönüştürmemişti. Velinimetim kadını değiştirivermişti. O zamanlar tüm olanları görebiliyordum, ama bilgelik bize azar azar ve acı vererek ulaşır.”
Don Juan, yaşlı adamın henüz pek iyi hissetmemesine rağmen, yarasının iyileştiğine kendisini ikna ettiğini söyledi. Daha sonra don Juan’ı kucaklamış ve gerçekten üzgün bir ses tonuyla “Canavar seni çok beğenmiş, beni ve karımı azat edip seni tek hizmetkârı olarak yanına aldı,” diye fısıldamış.
“Bunu komik bulabilirdim,” diye devam etti don Juan, “eğer canavarın odasından gelen derin hırıltılar ve ürkütücü tıkırtılar olmasaydı.”
Don Juan’ın gözleri içten gelen bir keyifle parlıyordu. Ciddiyetimi sürdürmek istiyordum, ama kendime engel olamadım ve güldüm.
Belisario don Juan’ın korkusunun bilincinde, kendisini serbest bırakan ve onu tutsak alan kaderin cilvesi için bol bol özür dilemiş. Dilini nefretle şaklatıp canavarı lanetlemiş. Canavarın yapılmasını istediği günlük işleri sıralarken gözlerinden yaşlar akıyormuş. Don Juan karşı çıktığında alçak sesle kaçmanın olanaksız olduğunu, çünkü canavarın sihir bilgisinin benzersiz olduğunu açıklamış.
Don Juan, Belisario’dan nasıl hareket edeceğine değin öneriler istemiş. Belisario sıradan insanlarla uğraşırken uygun düşecek davranış biçimlerini uzun uzun açıklamaya girişmiş. İnsanlık bağlamında plan yapıp uygulayabilir, şansa güvenerek, zekâmız ve kendimizi adamamızla başarıya ulaşabilirmişiz. Ama bilinmeyenle yüz yüzeyken, özellikle don Juan’ın durumunda, kurtuluşun tek yolu ses çıkarmamak ve anlamakmış.
Belisario, don Juan’a zar zor duyulur bir mırıltıyla canavarın kendi peşine düşmeyeceğine emin olmak için Durango eyaletine gidip büyücülük öğreneceğini itiraf etmiş. Don Juan’a, onun da büyücülük öğrenmeyi isteyip istemediğini sormuş. Don Juan ise bu düşünceden korkarak, cadılarla bir işi olmayacağını söylemiş.
Don Juan kasıklarını tuta tuta güldü ve velinimetinin onların etkileşimlerinden nasıl zevk aldığını düşünmeyi sevdiğini itiraf etti. Özellikle korku ve öfkeden çıldırmışken, büyücülüğü öğrenmesi için yapılan içten daveti reddedip, “Ben bi Kızılderiliyim, cadılardan korkmak ve nefret etmek için doğdum,” derken.
Belisario karısıyla bakışmış ve vücudu sarsılmaya başlamış. Don Juan onun sessizce ağladığını fark etmiş, besbelli ki don Juan’ın onun önerisini reddetmesinden incinmiş. Karısı sakinleşene kadar ona destek olmak zorunda kalmış.
Belisario ve karısı uzaklaşırken Belisario dönüp don Juan’a bir öğüt daha vermiş. Canavarın kadınlardan tiksindiğini, don Juan’ın yeni bir erkek için tetikte olması gerektiğini, eğer canavar bulduğu erkeği yeterince severse kölelerini değiştirebileceğini söylemiş. Ama hemen ümitlenmemeliymiş, çünkü evden ayrılabilmesi için bile yıllar geçmesi gerekirmiş. Canavar, kölelerinin sadık, en azından söz dinler olduklarından emin olmak istermiş.
Don Juan buna daha fazla dayanamamış. Yere çöküp ağlamaya başlamış ve Belisario’ya kimsenin kendisini esir edemeyeceğini, canına kıyacağını söylemiş. Yaşlı adam onun bu sözünden çok etkilenmiş ve aynı şeyi kendisinin de düşünmüş olduğunu itiraf etmiş. Ama bu çabalar boşunaymış, çünkü karşısındakinin düşüncelerini okuyabilen canavar insanın kendi canını almasına bile engel oluyormuş.
Belisario, don Juan’a büyücülük öğrenmek için Durango’ya gelmesi için bir kez daha öneride bulunmuş. Bunun tek geçerli çözüm olduğunu belirtmiş. Don Juan ise ona, bu çözümün kızartma tavasından ateşe atlamaktan farksız olduğunu söylemiş.
Belisario hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış ve don Juan’ı kucaklamış. Onun hayatını kurtardığı ana lanet etmiş ve yer değiştireceklerinden haberi olmadığına dair yeminler etmiş. Burnunu silmiş ve alev alev yanan gözleriyle don Juan’a bakıp, “Kılık değiştirmek kurtulabilmenin tek yolu. Eğer gerektiği gibi davranmazsan canavar ruhunu çalabilir ve seni başka hiçbir şey yapmayıp sadece onun günlük işlerini yapan bir aptala dönüştürebilir. Sana nasıl davranman gerektiğini gösterecek kadar zamanımın olmaması çok kötü,” demiş. Sonra da daha çok ağlamaya başlamış.
Don Juan gözyaşlarından tıkanmış bir halde ona nasıl kılık değiştirebileceğini sormuş. Belisario canavarın gözlerinin çok keskin olduğunu anlatmış ve ona kendi beğenisine uygun çeşitli elbiselerle denemelerde bulunmasını önermiş. Nasıl olsa değişik kılıklar denemek için önünde yıllar olacakmış. Kapıda don Juan’la hüngür hüngür ağlayarak sarılmışlar birbirlerine. Karısı, don Juan’ın eline çekinerek dokunmuş. Sonra da gidivermişler.
“Yaşamımda asla, ne daha önce, ne de daha sonra, böylesine bir dehşet ve çaresizlik yaşamamıştım,” dedi don Juan. “Canavar, sanki sabırsızlıkla beni bekliyormuş gibi, evin içinde bir şeyleri zangırdatıyordu. Kapının önünde oturdum ve acı çeken bir köpek gibi inledim. Sonra da o büyük korkum yüzünden kustum.”
Don Juan satlerce kıpırdamadan oturmuş. Ne içeri girmeye cesareti varmış, ne de kaçıp gitmeye. Sokağın diğer tarafında kollarını sallayan ve telaşlı bir şekilde dikkatini çekmeye çalışan Belisario’yu gördüğünde ölmek üzereymiş dense yerindeymiş. Onu görmek bile don Juan’ı aniden çok rahatlatmış. Belisario ona kımıldamamasını işaret etmiş.
Geçmek bilmeyen bir zamandan sonra Belisario, don Juan’a doğru elleri ve dizleri üzerinde sürünerek ilerlemiş. Sonra da hiç kurulamadan yere çömelmiş. Don Juan’ın yanına varıncaya dek, o şekilde, yerde sürünerek sürdürmüş ilerlemeyi. Bu iş saatler sürmüş. O sırada oradan birçok insan geçmiş ama kimse ne don Juan’ın halini, ne de yaşlı adamın hareketlerini fark etmemiş. İki adam yan yana geldiklerinde Belisario, don Juan’a kendisini bir direğe bağlı bir köpek gibi yalnız bırakmaya gönlünün razı olmadığını fısıldamış. Karısının itirazlarına rağmen don Juan’ı kurtarmak için bir şeyler yapmak üzere geri döndüğünü anlatmış. Ne de olsa, özgürlüğünü kazandığı için don Juan’a minnettarmış.
Buyurgan bir tavırla, ona bu durumdan kurtulmak için bir şeyler yapmaya niyeti olup olmadığını sormuş. Ve don Juan her şeyi yapabileceğine dair yeminler etmiş. Belisario çaktırmadan don Juan’a bir bohçanın içinde elbiseler vermiş. Sonra da planının ayrıntılarını açıklamış. Don Juan evin canavara en uzak yerine gitmeli ve yavaşça elbiselerini değiştirmeliymiş, evin içine girer girmez, hızlı ve atak bir biçimde şapkasından başlayıp, ayakkabılarını en sona bırakacak biçimde, her seferinde bir parçayı çıkarmalıymış. Sonra elbiselerini tahta bir çerçeveye, mankene benzer bir yapı oluşturmak üzere koymalıymış.
Bir sonraki adım, don Juan’ın canavarı aldatacak yegâne kılığı giymesiymiş: bohçadaki elbiseleri.
Don Juan eve koşmuş ve her şeyi hazırlamış. Evin arkasında bulduğu çubuklarla korkuluğa benzer bir çerçeve oluştur muş. Giysilerini çıkartmış ve çerçevenin üzerine koymuş. Ama bohçayı açtığında hayatının sürprizi ile karşılaşmış; bohçada kadın elbiseleri varmış!
“Kendimi aptal ve mahvolmuş hissettim,” dedi don Juan. “Tam kendi giysilerimi yeniden giyecektim ki o canavarımsı adamın insanlıkdışı hırıldamalarını yeniden duydum. Kadınları küçümsemek, onların tek amacının erkeklere hizmet etmek olduğuna inandırılarak yetiştirilmiştim. Benim için kadın elbiseleri giymek bi kadına dönüşmekle eşdeğerdi. Ama canavardan ölesiye korkuyordum ve gözlerimi kapatıp o lanet elbiseleri giydim.”
Don Juan’ı kadın kıyafetleri içinde hayal ederek ona baktım. O kadar komik bir düşünceydi ki istemeden kahkahalara boğuldum.
Don Juan, sokağın karşısında bekleyen yaşlı Belisario’nun kendisini kılık değiştirmiş olarak gördüğünde, kendisine engel olamayıp, kontrolsüzce ağlamaya başladığını söyledi. Ağlayarak, don Juan’ı kasabanın dışına, karısının iki katırcıyla beklediği yere götürmüş. Katırcılardan biri, arsız bir biçimde Belisario’ya bu acayip kızı geneleve satmak için mi kaçırdığını sormuş. Yaşlı adam hüngür hüngür ağlamaktaymış, bayılmak üzereymiş. Genç katırcılar ne yapacaklarını şaşırmışlar, ama Belisario’nun karısı üzüleceğine kahkahalarla çığlık atmaya başlamış. Don Juan bunun nedenini anlayamamış.
Ekip geceleyin yola koyulmuş. Az kullanılan yollardan geçip, doğruca kuzeye yönelmişler. Belisario pek konuşmuyormuş. Korkuyor ya da bir belâ bekliyor gibiymiş. Karısı sürekli ona çıkışıp, don Juan’ı yanlarına almakla özgürlük şanslarını fırlatıp attıklarını söylüyormuş. Belisario, katırcıların don Juan’ın kılık değiştirdiğini anlamalarından çekindiği için karısından bu konuda konuşmamasını istemiş. Belisario don Juan’a da kadın gibi davranamadığı için kafadan hafif çatlak bir kız gibi davranmasını söylemiş.
Birkaç gün içerisinde don Juan’ın kaygıları büyük ölçüde azalmış. Doğrusu yeniden kendine güvenini kazanmış, öyle korkmuş ki ne olduğunu bile anımsamıyormuş. Eğer giydiği elbiseleler olmasaymış tüm deneyimlediklerinin bir rüya olduğunu sanabilirmiş.
O koşullar altında kadın elbiseleri giyiyor olmak, haliyle bir takım değişiklikleri şart kılmış. Belisario’nun karısı don Ju an’a büyük bir ciddiyetle bir kadın olarak nasıl davranması gerektiğini öğretiyormuş. Don Juan ona yemek pişirmede, çamaşır yıkamada, ateş için odun toplamada yardımcı oluyormuş. Belisario don Juan’ın saçlarını kesip, kafasına keskin kokulu bir ilaç sürmüş, ve katırcılara kızın bitlendiğini söylemiş. O sıralar henüz sakalları bile çıkmadığı için, kadın gibi dolaşmak pek de zor olmuyormuş don Juan için. Ama kendisinden iğreniyormuş, bütün o insanlardan ve kötü kaderinden de. Kadın elbiseleri giymek ve kadınların günlük işlerini yapmak onun kaldırabileceği bir şey değilmiş.
Bir gün katırcıların artık bardağı taşırmasıyla onun da canına tak etmiş. Katırcılar bu garip kızın onların kulu kölesi olmasını umuyormuş. Dahası sürekli tetikte olmak zorundaymış çünkü adamlar ona sulanıyormuş.
Aklıma takılan bir şey vardı. “Katırcılar da velinimetinle mi çalışıyordu?” diye sordum.
“Hayır,” diye yanıtladı ve gürültülü bir şekilde gülmeye başladı. “Onlar sadece geçici olarak onun büyüsünün etkisi altına giren iki tatlı insandı. Onların katırlarını şifa bitkileri taşımak için kiralamış, ve eğer genç bir kadını kaçırmasına yardımcı olurlarsa iyi para vereceğini söylemiş.”
Nagual Julian’ın yaptıkları kafamı allak bullak etmişti. Gözümün önüne don Juan’ın kendisine yapılan cinsel tacizleri savuşturmaya çalışması geldi ve katıla katıla gülmeye başladım.
Don Juan anlatmaya devam etti. Sert bir şekilde yaşlı adama bu kılık değişirmenin meselesinin fazla uzadığını, adamların kendisine sarkıntılık ettiğini anlatmış. Belisario soğukkanlılıkla, ona daha anlayışlı olmasını, erkeklerin hep aynı olduklarını söylemiş ve yeniden ağlamaya başlayarak kendisini kadınları savunur bulan don Juan’ı yeniden şaşırtmış.
Kadınların durumuyla ilgili çok ateşli oluşu kendisini de korkutuyormuş. Belisario’ya böyle giderse sonunun canavarla kalmasından daha beter olacağını söylemiş.
Yaşlı adam gözünde yaşlarla yaşamın tatlı olduğunu, bedelinin ise bir şaka olduğunu, canavarın ruhunu esir alıp kendisini öldürmesine dahi izin vermeyeceği türünden anlamsız laflar geveledikçe don Juan’ın telaşı bir kat daha artıyormuş. “Katırcılarla kırıştır,” demiş sakin bir ses tonu ve edayla. “Onlar basit köylüler. Tek yapmak istedikleri de eğlenmek, seni itip kaktıkları zaman yanından uzaklaştır onları. Ama bırak bacağını ellesinler. Ne olur ki sanki?” demiş ve yeniden zırıl zırıl ağlamaya başlamış. Don Juan ona neden böyle ağladığını sormuş. “Çünkü bütün bunlar için çok uygunsun,” demiş ve bedeni hıçkırıkların baskısıyla ikiye bükülmüş.
Don Juan yaşlı adama iyi niyeti ve kendisinin neden olduğu sıkıntılara katlandığı için teşekkür etmiş ve artık güvende olduğuna göre ayrılmak istediğini eklemiş.
“Kılık değiştirerek iz sürme sanatının bütün inceliklerini öğreniyorsun,” demiş Belisario, don Juan’ın kendisiyle anlattıklarıyla ilgilenmeksizin. “Ve bunları öylesine iyi öğreneceksin ki, kimse senin kılık değiştirdiğini anlayamayacak. Bunun için acımasız, zeki, sabırlı ve kibar olman gerekiyor.”
Don Juan Belisario’nun ne hakkında konuştuğunu bile anlayamıyormuş. Söylediklerini anlamaya da uğraşmamış, tek istediği erkek giysilerine kavuşmakmış. Belisario çok anlayışlıymış. Don Juan’a eski giysiler ve birkaç peso da para vermiş. Canavardan ilelebet kurtulmak istiyorsa eğer, kendisiyle birlikte Durango’ya gelip büyücülük öğrenmesi gerektiğini ve fikrini değiştirirse kadın giysilerinin her zaman kendisini beklediğini de sert bir biçimde, üstüne basa basa belirtmiş. Don Juan buna razı olmayıp teşekkür etmiş. Bunun üzerine Belisario don Juan’a iyi günler dileyip, don Juan’ın sırtına peş peşe okkalı darbeler indirmiş.
Don Juan giysilerini değiştirmiş ve hangi yöne gideceğini sormuş. Kuzeye doğru giderse eninde sonunda bir kasabaya varacağını söylemiş ona. İkisi de aynı yöne gittiklerine göre— canavardan uzağa— belki ilerde yolları yeniden kesişebilirmiş.
Özgürlüğüne kavuşmanın heyecanıyla, don Juan hemencecik yola koyulmuş. Beş altı mil kimselerle karşılaşmadan yürümüş. Yakınlarda bir kasaba olduğunu biliyormuş ve nereye gideceğine karar verene kadar orada çalışabileceğini düşünüyormuş. Bir ara dinlenmek için oturmuş. Katır yolunun kenarındaki çalılarda bir kıpırtı fark ettiği sırada ufak, ücra bir kasabada bir yabancının iş bulmasının ne kadar güç olacağını düşünüyormuş. Birisinin kendisini izlediği duygusuna kapılmış. Öylesine korkmuş ki, yerinden fırladığı gibi kasabaya doğru koşmaya başlamış; canavar da boğazından yakalamak için yalpalayarak üzerine atılmış. Bir iki santim farkla sıyırmış don Juan’ı. Don Juan, avazı çıktığı kadar bağırmış, ama yine de kendini toparlayıp geldiği yöne doğru koşmaya başlamış.
Don Juan canını kurtarmak için kaçarken, canavar da bir kaç metre arkasında, çalıları çatırdatarak onu kovalıyormuş. Duyduğu ses, o güne dek duyduğu en ürpertici sesmiş. Sonunda az ilerde ağır ağır ilerleyen katırcıları görmüş ve yardım istemiş.
Belisario onu tanımış ve dehşet içinde ona doğru koşmuş. Kadın elbiselerinin bulunduğu bohçayı ona fırlatarak, “Bir kadın gibi koş, seni aptal!” diye bağırmış.
Don Juan nasıl kadın gibi koşulacağını bilmediğini, ama bu beklenmedik durumda nasıl yaptığını bilmeden kadın gibi koştuğunu anlattı. Canavar onun peşini bırakmış. Belisario, kendisi canavarı oyalarken, don Juan’a da üstünü değiştirmesini söylemiş.
Don Juan, kimselere bakmaksızın Belisario’nun karısına ve sırıtkan katırcılara katılmış. Gerisingeriye dönüp başka yollardan gitmişler. Günlerce kimse ağzını açmamış; sonra Belisario don Juan’a günlük dersler vermeye başlamış. Don Juan’a Kızılderili kadınların çok pratik olduklarını, konuya doğrudan yaklaştıklarını ama aynı zamanda da çok utangaç olduklarını söylemiş. Onlara meydan okunduğunda hemen tepki verirlermiş; sinsi gözlerindeki korku, kenetlenmiş ağızlar ve genişlemiş burun delikleri gibi. Tüm bu belirtilere korkulu bir inatçılığı izleyen utangaç bir kahkaha eşlik edermiş.
Don Juan’a geçtikleri her kasabada, kadınca davranışlar konusundaki becerilerinin alıştırmasını yaptırıyormuş. Don Juan bütün bunlar olup biterken hâlâ safça kendisine oyunculuk eğitimi verildiğini sanıyormuş. Ama Belisario, ısrarla ona iz sürme sanatını öğrettiğini söylüyormuş. Don Juan’a iz sürmenin her şeye uygulanabilir bir sanat olduğunu, ve bunu öğrenmenin dört basamağı olduğunu anlatıyormuş: acımasızlık, zekâ, sabır ve kibarlık.
Anlattıklarını bir kez daha kesmek zorunda kaldım.
“Ama iz sürme yoğun, ileri bilinçilikte öğretilmiyor mu?”
“Tabii,” diye yanıtladı sırıtarak. “Ama bazı erkekler için kadın giysileri giymek ileri bilinçliliğe açılan bi kapı olabiliyor. Aslında böyle durumlar birleşim noktasını hareket ettirmekten daha etkilidir, ama ayarlanması çok zordur.”
Don Juan’ın velinimeti kendisini iz sürmenin dört koşulu konusunda her gün çalıştırmış ve acımasızlığı sertlik, zekâyı zalimlik, sabretmeyi boşvermişlik ve kibarlığı da aptallık olarak algılamaması gerektiği konusunda onu uyarmış.
Bu dört basamağın ayırdına varılmayacak kadar kusursuz olana dek alıştırmalar yapılıp mükemmel hale getirilmesi gerektiğini öğretmiş ona. Kadınların doğal iz sürücüler olduklarına ikna etmiş onu. Buna o kadar inanıyormuş ki, bir erkeğin sırf kadın kılığına girerek iz sürme sanatını öğrenebileceğini iddia ediyormuş.
“Onunla geçtiğimiz her kasabadaki her pazarda gidip herkesle pazarlık ederdim,” diye devam etti don Juan. “Velinimetim bir kenara çekilip beni seyrederdi. Kararlı ve sevecen olmamı öğütlerdi. Zeki ve saygılı, kibar ve öldürücü, sabırlı ama hareketli. Sadece kadınlar bunu başarabilirmiş. Bunu yapan erkeklerse can sıkıcı, titiz insanlar olurlarmış.”
Bu arada, sanki don Juan’ın doğru yolda olduğunu denetlemek istermiş gibi, canavarımsı adam ara sıra ortaya çıkıyormuş. Kırda avare avare dolanırken gözüne ilişiyormuş don Juan’ın. Onu, genellikle Belisario’nun boynundaki keskin sinir ağrısını dindirmek için yaptığı masajdan sonra görüyormuş. Don Juan bunu anlatırken güldü ve ileri bilinçliliğe geçtiğinin farkında dahi olmadığını söyledi.
“Durango kentine ulaşmamız bi ayımızı aldı,” dedi don Juan. “Bu bi ay içerisinde iz sürmenin dört kuralı hakkında bir nebze fikir sahibi olmuştum. Bu beni pek fazla değiştirmedi, ama bi kadın olmanın nasıl bi duygu olduğunu anladım az da olsa.”

Cvp: 3 - Tinin Hilesi

İZ SÜRMENİN DÖRT BİÇİMİ
Don Juan bana o eski gözetleme noktasında oturmamı ve yerin çekimini birleşim noktamı hareket ettirmek için kullanmamı, bana iz sürmeyi öğrettiği diğer ileri farkındalık durumlarını anımsamamı istedi.
“Geçtiğimiz bikaç günde pek çok kez iz sürmenin biçimlerine değindim,” diye devam etti. “Onlarla ilgili acımasızlık, zekâ, sabır ve kibarlığa değinmiştim. Eğer bu dört biçimi seni mutlak bi anımsamaya götürecek yer göstericiler olarak görseydin harika olurdu.”
Fazlasıyla uzun görünen bir süre sessiz kaldı. Sonra beni şaşırtan, ama şaşırtmaması gereken bir söz söyledi. Iz sürmenin dört biçimini bana kuzey Meksika’da Vicente Medrano ve Silvio Manuel’in yardımıyla öğretmiş olduğunu açıkladı. Ayrıntılara girmedi, söylediklerini anlayayım diye bekledi. Anımsamaya çalıştım ama sonunda vazgeçtim, hiç olmamış bir şeyi anımsayamayacağımı haykırdım.
İtiraz etmeye çabalarken, aklımdan kaygılı düşünceler geçmeye başladı. Don Juan’ın bu sözleri sırf beni üzmek için söylemediğini biliyordum. Bana ileri bilinçliliğe değin her soru soruluşunda olduğu gibi, onun önderliğinde deneyimlediğim olayların gerçek bir sürekliliğinin olmadığı saplantısına kapılıyordum. Bu olaylar, günlük yaşantımda olanlar gibi ardışık değillerdi. Haklı olması gayet olanaklıydı. Don Juan’ın dünyasındaki herhangi bir şeyden emin olmak benim harcım değildi.
Kuşkularımı dile getirmeye çalıştım ama o dinlemedi ve anımsamam için beni zorladı. Bu arada hava kararmıştı. Rüzgâr çıkmıştı ama ben soğuğu hissetmiyordum. Don Juan göğüs kafesimin üzerine koyayım diye bana düz bir taş vermişti. Farkındalığım çevrede olan şeylere yönelmişti. Ne içimden gelen, ne de dışımda olan ani bir çekilme hissettim, daha çok bedenimin bilemediğim bir yerinde süregelen güçlü bir asılma duygusu. Aniden, beni şaşkınlığa uğratan bir netlikte yıllar önce yaşadığım bir karşılaşmayı anımsamaya başladım. Olayları ve insanları öylesine canlı hatırladım ki bu beni korkuttu, ürperdim.
Bütün bunları pek etkilenmiş ya da ilgileniyor görünmeyen don Juan’a anlattım. Ruhsal ya da fiziksel korkulara boyun eğmemem konusunda beni sıkıştırdı.
Anımsamam öylesine olağanüstüydü ki deneyimimi yeniden yaşıyor gibiydim. Don Juan sessizliğini sürdürdü. Bana bakmadı bile. Kendimi uyuşmuş hissettim. Sonra bu duygu ağır ağır geçti.
Don Juan’a ardışık varlığı olmayan bir olayı anımsadığımda hep söylediğim şeyleri tekrarladım.
“Bu nasıl olabilir don Juan? Bütün bunları nasıl unutmuş olabilirim?”
O da her zaman söylediği şeyleri yineledi.
“Bu tür bi anımsama ya da unutmanın normal bellekle ilgisi yoktur,” diyerek beni ikna etti. “Birleşim noktasıyla ilgili bi şey bu.”
Niyetin ne olduğuna değin bilgim bir bütün olmasına karşın henüz bu bilgiyi kullanmayı beceremediğimi belirtti. Niyetin ne olduğunu bilmek, kişinin istediği herhangi bir zamanda o bilgiyi açıklayabileceği ya da kullanabileceği anlamına gelirmiş. Bir nagual, konumunun getirdiği sorumlulukla, kendi bilgisini bu şekilde yönlendirmek zorundaymış.
“Ne anımsadın?” diye sordu bana.
“Bana iz sürmenin dört biçiminden ilk bahsedişini anımsadım,” dedim.
Olağan dünyevi farkındalığım tarafından açıklanamaz bazı şeyler daha bir dakika öncesine kadar var olmayan bir anıyı ortaya çıkarmışlardı. Ve yıllar önce olmuş bir dizi olayı eksiksiz bir biçimde anımsamıştım.
Don Juan’ın Sonora’daki evinden tam ayrılmak üzereyken, benden bir hafta sonra, öğle saatlerinde, Arizona Nagoles’te, Birleşik Devletler sınırı karşısında, Greyhound otobüs deposunda kendisiyle buluşmamı istemişti.
Yaklaşık bir saat kadar erken gitmiştim. Kapının yanında duruyordu. Onu selamladım. Bir şey söylemedi ama aceleyle beni bir kenara çekip ellerimi ceplerimden çıkarmam gerektiğini fısıldadı. Donakalmıştım. Karşılık vermeme fırsat vermeden, dükkânımı açık unutmuş olduğumu ve utanılacak biçimde tahrik olmuş olduğumu söyledi.
Üzerimi düzeltmek için inanılmaz bir hızla koşmaya başladım. Bunu kaba bir şaka olduğunu anladığımda ise yola çıkmıştık bile. Don Juan gülüyordu, yaptığı şakayı kutluyormuşçasına sık sık ve sert bir biçimde sırtıma vuruyordu. Aniden kendimi ileri farkındalık durumunda buldum.
Ufak bir lokantaya girdik ve oturduk. Zihnim öylesine berraktı ki, her şeye bakmak, her şeyin özünü görmek istiyordum. “Erkini boşa harcama,” diye emretti don Juan sert bir sesle. “Seni buraya birleşim noktan hareket ettikten sonra da yemek yiyebiliyor musun, onu anlayayım diye getirdim. Bundan fazlasını yapmaya çalışma.”
Ama daha sonra karşıma bir adam oturdu ve bütün dikkatim ona yöneldi.
“Gözlerinle çemberler çiz,” diye emretti don Juan. “O adama bakma.”
Ama bakmamak elimde değildi. Don Juan’ın isteklerinden sıkılmıştım.
“Ne görüyorsun?” diye sorduğunu duydum don Juan’ın.
Kendi üzerine katlanmış parlak kanatlardan oluşan saydam bir koza görmekteydim. Kanatlar açıldılar, bir an çırpındılar, söküldüler, düştüler, ve yerlerine aynı gelişimi izleyen yeni kanatlar çıktı.
Don Juan hiç çekinmeden, duvarla yüzyüze gelene dek sandalyemi çevirdi.
Ne görmüş olduğumu açıkladıktan sonra, “Bu ne müsriflik,” dedi derin iç çekerek. “Hemen hemen tüm erkini tüketmişsin. Kendine hakim ol. Savaşçının bir odak noktasına gereksinimi vardır. Saydam bir koza üzerindeki kanatlardan kime ne?”
İleri farkındalığın bir sıçrama tahtası olduğunu söyledi. Kişi onu kullanarak sonsuzluğa sıçrayabilirmiş. Birleşim noktasının yerinden oynatılması durumunda, ya olağan yerine çok yakın bir yere saplandığını, ya da sonsuzluğa doğru kaymayı sürdürdüğünü tekrar tekrar vurguladı.
“İnsanların içimizde taşıdığımız şaşırtıcı erkten haberleri yok,” diye devam etti. “Örneğin sen şu anda sonsuzluğa ulaşacak bilgiye sahipsin. Eğer bu gereksiz davranışını sürdürürsen birleşim noktanı dönüşü olmayan bir eşiğin ötesine itelemeyi becereceksin.”
Söz etmekte olduğu tehlikeyi anladım, dahası bedensel duyarlılığım da bir uçurumun eşiğinde olduğumu ve bir adım daha atarsam uçurumdan yuvarlanacağımı söylüyordu.
“Birleşim noktan ileri farkındalığa yöneldi,” diye devam etti, “Çünkü ben sana kendi erkemi ödünç verdim.”
Yemeğimizi sessizce yedik. Son derece basit yemeklerdi. Don Juan kahve ya da çay içmeme izin vermedi.
“Benim erkemi kullanmaktayken,” dedi, “kendi zamanında değilsin. Benimkindesin. Ben su içerim.”
Arabaya geri dönerken biraz midem bulandı. Sendeledim, yere kapaklanacak gibi oldum. İlk kez numaralı gözlük takıp yürümeye benzer bir duyguydu.
“Kendini toparla,” dedi don Juan gülümseyerek, “gittiğimiz yerde çok dikkatli olman gerekiyor.”
Arabayı uluslararası sınırın öte tarafına, Meksika’da kardeş Nagoles kentine sürmemi istedi. Ben arabayı sürerken o da bana yolu, hangi caddeden gideceğimi, sola ya da sağa ne zaman döneceğimi, ne kadar hızla gideceğimi anlattı.
“Bu bölgeyi biliyorum,” dedim, epey canım sıkılarak. “Bana nereye gitmek istediğini söyle, ben de seni oraya götüreyim. Taksi şoförü gibi.”
“Tamam,” dedi, “beni 1573 Heavenward caddesine götür.”
Heavenward caddesini bilmiyordum, ya da böyle bir caddenin olup olmadığını. Beni huzursuz etmek için böyle bir isim uydurduğunu düşünüyordum. Sessizliğimi sürdürdüm. Parıldayan gözlerinde alaycı bir ışıltı vardı.
“Egomani gerçek bi düşmandır,” dedi. “Onu tahtından indirmek için durmaksızın çalışmalıyız.”
Bana arabayı nereye süreceğimi anlatmaya devam etti. Sonunda varlıklı bir mahallede, köşe başında bulunan bir arsa üzerindeki tek katlı, kemik rengi bir binanın önünde durmamı istedi.
Evde ilk anda gözüme çarpan bir şey vardı: evin çevresini saran, koyu sarı çakıldan bir katman. Evin sağlam sokak kapısı, pencerelerin çerçeveleri ve süslemeleri, hepsi çakıllar gibi koyu sarıya boyanmıştı. Görünen tüm pencerelerin pancurları kapalıydı. Görünüşte tipik bir orta sınıf taşra evi, kendi halinde bir konuttu.
Arabadan indik. Don Juan yolu gösterdi. Kapıyı ne çaldı ne de anahtarla açtı ama oraya vardığımızda kapı sessizce, yağlı pervazlar üzerinden kayarak açıldı—fark edebildiğim kadarıyla tamamen kendi kendine.
Don Juan beni davet etmeksizin çabucak içeri girdi. Onu takip ettim. Kapıyı kimin açtığını görmek için meraklanıyordum ama içeride kimse yoktu.
Evin içi çok huzur vericiydi. En küçük ayrıntısına kadar temiz ve düzgün duvarlarda hiçbir resim yoktu. Lambalar ya da kitap rafları da yoktu. Zeminin altın sarısı döşemesi, duvarların kirli beyaz rengiyle çok hoş bir karşıtlık içindeydi. Tuğlalı şöminesi olan, yüksek tavanlı, ferah bir oturma odasına açılan ufak, dar bir sofadaydık. Odanın yarısı tamamen boştu, ama şöminenin olduğu yerdeki diğer taraf yarı çember biçiminde yerleştirilmiş pahalı mobilyalardan oluşuyordu: ortada iki büyük, bej renkli kanepe, yanlarında aynı renk kumaşla kaplanmış iki koltuk. Ortada som meşeden ağır, yuvarlak bir sehpa vardı. Evde gördüklerimden çıkardığım kadarıyla, orada yaşayan insanlar oldukça varlıklıydı, buna rağmen tutumlu görünüyorlardı. Ateşin etrafında oturmaktan da hoşlanıyorlardı besbelli.
Elli yaşlarında iki adam koltuklarda oturuyorlardı. Biz içeri girince ayağa kalktılar. Biri Kızılderiliydi, diğeri ise orta Amerikalı. Don Juan beni, önce bana daha yakın olan Kızılderiliyle tanıştırdı.
“Silvio Manuel,” dedi don Juan bana. “Benim ekibimdeki en erkli ve en tehlikeli büyücüdür, aynı zamanda da en gizemlisi.”
Silvio Manuel’in yüz hatları bir Maya freskini andırıyordu. Teni soluktu, sarıya çalıyordu. Çinlilere benzediğini düşündüm. Gözleri iri, kara ve parıltılıydı. Sakalsızdı. Siyah saçları parça parça kırlaşmıştı. Elmacık kemikleri çıkıktı ve etli dudakları vardı. Yaklaşık bir yetmiş boyundaydı, inceydi, oldukça zayıftı ama güçlü kasları vardı. Sarı, spor bir gömlek, kahverengi, bolca bir pantolon ve ince bej bir ceket giymişti. Giysilerinden, genel tavrından ve konuşma biçiminden çıkardığım kadarıyla bir Meksika-Amerikalısına benziyordu.
Gülümsedim ve elimi Silvio Manuel’e uzattım ama o benimle tokalaşmadı. Umursamaz bir tavırla başıyla selamladı beni.
“Bu da Vicente Medrano,” dedi don Juan diğer adama dönerek. “En eski ve en bilgili arkadaşım. Eski olmasının yaşıyla ilgisi yok ama. Velinimetimin ilk çömezidir o.”
Vicente de, Silvio Manuel gibi umursamaz bir selam verdi bana. Ağzını açıp tek söz etmedi.
Silvio Manuel’den biraz daha uzundu ve onun kadar zayıftı. Pembemsi bir teni, düzgün taranmış bıyıkları, sakalları vardı. Sevimli yüz hatları vardı: ince, güzel biçimli bir burun, ufak bir ağız, ince dudaklar. Kır saçları ve sakalına uyum sağlayan koyu renkli, çalı gibi kaşları vardı. Gözleri kahverengiydi ve parıldıyordu, asık surat ifadesine rağmen gözlerinin içi gülüyordu.
Sade giyinmişti: yeşil gofre kumaştan bir takım ve açık yakalı spor bir gömlek. O da bir Meksika-Amerikalısı gibi görünüyordu. Tahminimce evin sahibi oydu.
Karşılaştırınca, don Juan onların yanında Kızılderili bir rençber gibi duruyordu. Hasır şapkası, eskimiş ayakkabıları, eski, haki pantolonu, ekose gömleği bir bahçıvanın ya da bir gündelikçinin elbiselerine benziyordu.
Üçünü birlikte görünce don Juan’ın kılık değiştirmiş olduğunu düşündüm. Don Juan’ın çok gizli bir operasyonu yöneten, ne kadar çaba harcasa da kumandanlık yıllarını saklayamayan bir komutan olduğu, askeri bir görüntü beliriverdi gözlerimin önünde.
Aynı zamanda, hepsinin aynı yaşlarda olduğunu düşünüyordum, ama don Juan ikisinden, de daha yaşlı ve daha zinde görünüyordu.
“Sanırım Carlos’un şimdiye kadar tanıdığım en büyük düşkün olduğunu zaten biliyorsunuz,” dedi don Juan en ciddi ifadesiyle. “Hatta bizim velinimetimizden de daha büyük. Sizi temin ederim, eğer biri düşkünlüğünü ciddiye alıyorsa o da bu adamdır.”
Güldüm, ama diğerleri gülmediler. İki adam, gözlerindeki garip ışıltıyla beni inceliyorlardı.
“Eminim unutulmaz bi üçlü olcaksınız,” diye devam etti. “En yaşlı ve en bilgili, en tehlikeli ve en güçlü, ve en kendine düşkün.”
Hâlâ gülmüyorlardı. İyice rahatsız olana dek beni dikkatlice incelediler. Sonra, sessizliği bozan Vicente oldu.
“Onu neden evin içine getirdiğini anlamıyorum,” dedi kuru, sert bir ses tonuyla. “Bize bir yararı dokunmaz. Onu arka avluya götür.”
“Ve de bağla,” diye ekledi Silvio Manuel.
Don Juan bana doğu döndü. “Gel hadi,” dedi yumuşak bir sesle ve kafasının ufak devinimleriyle beni evin arkasına doğru yönlendirdi.

Cvp: 3 - Tinin Hilesi

O iki adamın beni sevmedikleri gün gibi ortadaydı. Ne söyleyebileceğimi bilemiyordum. Kesinlikle çok sinirliydim ve incinmiştim, ama her nasılsa bu duygularım ileri farkındalık durumunca sindirilmişti.
Arka avluya yürüdük. Don Juan kayıtsızca deri bir ipi alıp müthiş bir hızla boynuma dolayıverdi. Hareketleri öylesine hızlı ve öylesine kıvraktı ki kendimi bir köpek gibi boynundan bağlanmış halde arka verandanın ağır tavanını destekleyen demir cürufundan yapılma iki sütundan birine asılı buldum bir anda.
Don Juan pes etmiş ya da inanamıyormuş gibi bir ifadeyle başını iki yana salladı, ve beni çözmesi için ona bağırmaya başladığımda eve geri döndü. Boynumdaki ipin sıkılığı yüzünden istediğim yükseklikte bağıramıyordum.
Olanlara inanamıyordum. Sinirli bir halde boynumdaki ipi çözmeye uğraştım. Düğüm çok sıkıydı, deri iplikler birbirlerine yapıştırılmış gibiydi. Onları ayırmaya uğraşırken tırnaklarım incindi.
Denetleyemediğim bir hiddete kapıldım ve aciz hayvanlar gibi hırladım. Sonra ipi kavradım, kollarıma doladım ve cüruf yığınına sıkıca dayanarak asıldım. Ama deri, kaslarımın gücünden daha sağlamdı. Aşağılandığımı ve korktuğumu hissettim. Korku bana anlık bir temkin getirdi. Don Juan’ın sahte akılcılığının beni aldatmasına olanak sağladığının bilincindeydim.
Durumumun niteliğini olabildiğince soğukkanlılıkla değerlendirdim ve kurtulmak için deri ipi koparmaktan başka yol olmadığını gördüm. Çıldırmışçasına deri ipi demir cüruftan sütunun keskin kenarına sürtmeye başladım. Eğer adamlardan biri arka tarafa gelmeden ipi koparmayı başarabilirsem, arabama koşup oradan gitmeyi ve bir daha da dönmemeyi planlamaktaydım.
Kan ter içinde kalmıştım. Ama ip kopmak üzere gibi oluncaya kadar sürttüm. Sonra bir ayağımı sütuna dayadım, ipi yeniden kollarıma doladım ve aniden kopup beni evin içerisine gerisingeriye fırlatana dek umutsuzca çekiştirdim.
Açık kapıdan içeriye sırtüstü düştüğümde, don Juan, Vicente ve Silvio Manuel odanın ortasında ayakta duruyorlardı; beni alkışladılar.
“Ne acıklı bir dönüş,” dedi Vicente, ayağa kalkmama yardım ederken. “Beni yanılttın. Böylesi patlamaları gerçekleştirebileceğini sanmıyordum.”
Don Juan yanıma geldi ve düğümü boynumun etrafındaki ip parçasından kurtararak açtı.
Korkudan, çabalamaktan ve sinirden zangır zangır titriyordum. Onu memnun etmek ister bir ses tonuyla neden bana böyle işkence ettiğini sordum. Üçü de güldüler ve o an tehlikenin geçtiğini hissettim.
“Seni sınayıp, nasıl bi adam olduğunu anlamak istedik,” dedi don Juan.
Kanepelerden birini gösterdi ve oturmamı rica etti nazikçe. Vicente ve Silvio Manuel koltuklara oturdular, don Juan diğer kanepeye, yüzü bana dönük bir halde oturdu.
Sinirli sinirli güldüm ama artık korkum geçmişti, don Juan ve arkadaşları hakkındaki kuruntularım da. Üçü de içten bir merakla, bana saygı duyarcasına baktılar. Vicente ciddi görünmek için çabalamasına rağmen, sırıtmadan duramıyordu. Silvio Manuel bana bakarken kafasını bir o yana bir bu yana sallıyordu. Gözlerini odaklamadan üzerimde yoğunlaştırmıştı. “Seni bağladık,” diye devam etti don Juan, “senin kibar ve sabırlı mı, yoksa zeki ve acımasız mı olduğunu öğrenmek istiyorduk. Anladık ki sende bunların hiçbiri yok. Sen koca kafalı bi düşkünsün. Aynen az önce söylediğim gibi.
“Eğer saldırganlığa düşkünlüğün olmasaydı, boynuna attığım o düğümün bi hile olduğunu rahatlıkla fark edebilirdin. Kolayca çözülüveriyor. Vicente o düğümü arkadaşlarını kandırmak için hazırlamış.”
“İpi vahşice kopardın. Kesinlikle kibar biri değilsin,” dedi Silvio Manuel.
Bir an hepsi sessiz kaldılar, sonra gülmeye başladılar.
“Acımasız ya da zeki de değilsin,” diye devam etti don Juan. “Eğer olsaydın, her iki düğümü de kolayca çözüverirdin ve kaçarken değerli bi deri ipin olurdu. Sabırlı da değilsin. Öyle olsaydın, duvarda iki saniyede ipi kesebileceğin bi tırnak makasının durduğunu fark edene dek ağlayıp sızlanırdın ve kendini acı ıstırabından ve çabalamandan kurtarırdın.
“Vahşi olmak ya da aptal olmak, bunlar işte, sana öğretilemez. Sen zaten öylesin. Ama zeki, acımasız, sabırlı ve kibar olmayı öğrenebilirsin.”
Don Juan bana acımasızlığın, zeki olmanın, sabrın ve kibarlığın iz sürmenin cevherleri olduğunu açıkladı. Bunlar iz sürmenin her bir sonuçlarıyla birlikte dikkatle ve titiz adımlarla öğretilmesi gereken temelleriymiş.
Benimle konuşuyordu ama olanca dikkatleriyle dinleyen ve zaman zaman onaylamak için başlarını sallayan Vicente ve Silvio Manuel’e bakıyordu.
Büyücülerin yaptığı en zor işlerden birinin iz sürücülüğü öğretmek olduğunu defalarca vurguladı. Ve kendileri iz sürmeyi bana öğretmek için ne yaparlarsa yapsınlar ve ben neye inanırsam inanayım davranışlarını düzenleyen şey, kusursuzlukmuş.
“Bunun ötesi, ne yaptığımızı bildiğimize inandırdı bizi. Velinimetimiz nagual Julian bu konuyla ilgilenmişti,” dedi don Juan ve üçü birden, beni çok rahatsız edecek biçimde, gürültüyle gülmeye başladılar. Ne düşüneceğimi bilemedim.
Don Juan göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir noktayı, dışardan bakan birisi için büyücülerin davranışının çok kötü niyetli görünebileceğini, ama gerçekte bunların kusursuz davranışlar olduğu şeklinde açıkladı.
“Eğer hep zarar gören taraftaysan farkı nasıl anlayabilirsin ki?” diye sordum.
“Kötü niyetli davranışlar kişisel çıkarları olan insanlar tarafından yapılır,” dedi. “Büyücülerinse kişisel çıkarlarla ilişkisi olmayan, daha büyük amaçları vardır. Yaptıklarından zevk almaları bi çıkar olarak algılanamaz. Dahası, bu karakterlerinden kaynaklanır. Sıradan insanlar sadece işlerine geldikleri zaman hareket ederler. Savaşçılarsa kazanç için değil, tin için hareket ederler.”
Bunun üzerinde düşündüm. Çıkar sağlamayı göz önünde bulundurmadan davranmak gerçekten de değişik bir kavramdı. Ben yatırım yapacak ve yaptığım her şey için bir ödül bekleyecek biçimde yetiştirilmiştim.
Don Juan sessizliğimi ve düşünceli oluşumu kuşkuculuk olarak değerlendirdi. Güldü ve iki arkadaşına baktı.
“Örneğin, biz dördümüzü ele alalım,” diye devam etti. “Sen, iyi bir yatırım yaptığına ve bu durumdan kazanç sağlayacağına inanıyorsun. Eğer bize kızarsan, ya da biz seni üzersek, intikam almak için kötü niyetli davranışlarda da bulunabilirsin. Bizimse, tam tersine, kişisel kazancı falan düşündüğümüz yok. Bizim davranışlarımız, kusursuzluk tarafından düzenlenir— sana kızıp, senin yüzünden düş kırıklığına uğramayız.”
Don Juan gülüp, bana o gün otobüs deposunda buluştuğumuz andan itibaren yaptığı her şeyin, öyle görünmemesine rağmen, kusursuzluk tarafından düzenlendiğini anlattı. İleri farkındalığa girebilmeme yardımcı olabilmek için beni gafil avlaması gerekiyormuş. Dükkânımın açık kaldığını da bunu sağlayabilmek için söylemiş.
“Bu seni sarsmanın yollarından biriydi,” dedi sırıtarak. “Bizler kaba Kızılderilileriz, bu yüzden şaşırtmacalarımız da ilkeldir. Bi savaşçı ne kadar kültürlü olursa şaşırtmacaları da o denli incelikli ve ayrıntılı olur. Ama kabul etmelisin ki bu kabalıkla iyi iş yaptık. Özellikle seni boynundan astığımızda.” Üçü de sırıttılar, sonra kıs kıs güldüler. Sanki evin içinde
rahatsız etmek istemedikleri birisi daha vardı.
Don Juan çok alçak bir sesle, ileri farkındalık durumunda
olduğumdan, iki ustalığa değin bana anlatacaklarını kolayca anlayabileceğimi söyledi: iz sürme ve niyet. Onlara, eski ya da yeni büyücülerin en büyük başarısı, aynı binlerce yıl önce olduğu gibi bugün de ilgilendikleri yegâne olgu dedi. İz sürmenin bir başlangıç olduğunu, savaşçının yolunda herhangi bir girişimden önce iz sürmeyi, daha sonra niyeti öğrenmesi gerektiğini ve ancak ondan sonra isteğine göre birleşim noktasını hareket ettirebileceğini belirtti.
Ne hakkında konuştuğunu kesinlikle biliyordum. Nasıl bildiğimi anlamaksızın, birleşim noktasını hareket ettirmekle nelerin başarılabileceğini biliyordum. Ama bildiğimi onlara açıklayabilecek sözcükler yoktu belleğimde. Bilgimi defalarca onlar için dile getirmeye çalıştım. Başarısızlıklarıma güldüler ve yeniden denemem için beni yüreklendirdiler.
“Ben senin için onları ifade edeyim ister miydin?” diye sordu don Juan. “Tam da kullanmayı istediğin ama bulmayı bi türlü beceremediğin sözcükleri bulabilirim belki.”
Bakışlarından ciddi ciddi iznimi istediği kanaatine vardım. Durumu o kadar tuhaf buldum ki gülmeye başladım.
Don Juan büyük bir sabırla benden tekrar izin istedi ve bunun üzerine ben yeni bir kahkaha nöbetine tutuldum. Şaşkın ve meraklı bakışları bana tepkimin onlar için anlaşılmaz olduğunu söylüyordu. Don Juan ayağa kalktı ve çok yorgun olduğumu, sıradan işler dünyasına geri dönme vaktimin geldiğini bildirdi.
“Dur, dur,” diye yalvardım. “Ben gayet iyiyim. Sadece, sana izin vermem için bana soru sormanı komik buldum.”
“Senin iznini almam gerekiyor,” dedi don Juan, “çünkü sen içine sıkışıp kalmış sözcüklerin akıp çıkmasına izin verebilecek tek kişisin. Sanırım yeterince anladığını varsaymakla hata, yapmışım. Sözcükler onlara sahip olan insanlar için büyük güç taşırlar ve önemlidirler, sihirli niteliktedirler.
“Büyücülerin bi altın kuralı vardır: Derler ki birleşim noktası ne kadar derine hareket ederse, kişinin bilgiye sahip olması ama onu açıklayacak sözcükleri bulamama duygusu da o kadar artarmış. Bazen sıradan kişilerin birleşim noktası bilinmeyen bir nedenle, onlar bunun bilincinde olmaksızın hareket edebilir, ne var ki ya dilleri tutulur, ya kafaları karışır ya da kaçamak davranırlar.”
Vicente araya girip onlarla biraz daha kalmamı önerdi. Don Juan kabul edip, benimle yüz yüze olabilmek için döndü. ‘İz sürmenin ilk kuralı bi savaşçının kendi izini sürmesidir,” dedi. “Acımasızca, zekice, kibar bir biçimde ve sabırla izini sürer kendinin.”
Gülmek istedim ama bana fırsat tanımadı. Birkaç kelimeyle, iz sürmeyi belirli amaçlar için yeni ve özgün biçimlerde davranmak olarak özetledi. Günlük işlerde insan davranışlarının tekdüze olduğunu söyledi. Bu tekdüzelikten ayrılan herhangi bir davranış tüm varlığımız üzerinde olağandışı bir etki yaratırmış. Bu olağandışı etki büyücülerin aradığı şeymiş, çünkü düzenli olarak artan bir etkiye dönüşürmüş.
Geçmiş zamanın büyücü görücülerinin görme yetileriyle, ilkin olağandışı davranışların birleşim noktasında sarsıntı yarattığını fark ettiklerini açıkladı. Ardından, olağandışı davranışların düzenli bir şekilde uygulanmaları, bilgece yönlendirilmeleri halinde birleşim noktasının sonunda hareket etmeye zorlandığını keşfetmişler.
“O görücü büyücülerin gerçek mücadelesi,” diye devam etti don Juan, “ne dar görüşlü, ne de kaprisli olan, dahası görücü büyücüleri sıradan cadılardan ayıran, doğruluk ve güzellik duygusunu birleştirici bi davranış biçimi bulmakmış.”
Konuşmayı kesti, ve hepsi sanki gözlerimde ya da yüzümde bir bitkinlik ifdesi ararmış gibi yüzüme baktılar.
“Birleşim noktasını yeni bi konuma getirmede başarılı olan kişi bi büyücüdür,” diye devam etti don Juan. “Ve bu yeni konumu kullanarak çevresindekilere her türlü hayrı ve şerri yapabilir. Büyücü olmak bi ayakkabı tamircisi ya da bi fırıncı olmaktan farklı olmayabilir. Görücü büyücünün amacı bunun ötesine geçebilmektir. Ve bunu yapabilmek için doğruluğa ve güzelliğe gereksinimi vardır.”
iz sürmenin büyücülerin yaptıkları tüm hareketlere temel oluşturduğunu söyledi.
“Bazı büyücüler iz sürme terimine karşı çıkarlar,” diye devam etti, “ama bu ad, gizli davranışlara yol açtığı için ortaya çıktı.
“Gizli hareket etme sanatı olarak da adlandırılır, ama bu terim de aynı ölçüde yersizdir. Biz kendimiz, barışçı mizacımızdan dolayı, ona ‘denetimli delilik’ deriz. Sen dilediğini seçebilirsin bu adlar arasından. Biz yine de iz sürücü demek kolay, velinimetimizin söylediği gibi denetimli delilik yaratan demek zor olduğundan iz sürmeyi kullanmayı sürdürelim.”
Velinimetlerinin adının geçmesi üzerine çocuklar gibi güldüler.
Don Juan’ı net olarak anlamıştım. Herhangi bir sorum ya da kuşkum yoktu. Eğer olsaydı sorardım, kendimi durdurabilmem için don Juan’ın söylemekte olduğu her söze sıkı sıkıya tutunuyordum. Aksi takdirde, düşüncelerim onun söylediklerinin ötesine geçecekti.
Kulaklarım onun söylediği sözlerin seslerine takılmışken, gözlerimin de dudak hareketlerine takılmış olduğunu fark ettim. Bunun ayırdına vardıktan sonra ise onu izleyememeye başladım. Konsantrasyonum bozulmuştu. Don Juan konuşmayı sürdürüyordu ama ben dinleyemiyordum. Sürekli ileri farkındalıkta yaşamanın inanılması zor olasılığını düşünüyordum. Bunun hayati değeri ne olabilir diye sordum kendi kendime. İnsan durumların niteliğini daha mı iyi değerlendirebilirdi acaba? Sıradan insandan daha mı hızlı davranırdı, yoksa daha mı akıllı olurdu?
Don Juan aniden konuşmayı kesti ve bana ne düşündüğümü sordu.
“Sen de amma pratik bi adamsın,” dedi ne düşündüğümü öğrendikten sonra. “İleri farkındalıktaki mizacının daha sanatsal, daha gizemci olacağını düşünmüştüm.”
Don Juan Vicente’ye dönüp, ondan sorumu yanıtlamasını istedi. Vicente boğazını temizleyip ellerini pantolonuna kuruladı. Sahne korkusuna kapılmış bir oyuncu gibi görünüyordu. Onun için üzüldüm. Düşüncelerim kafamda fırıl fırıl dönüyordu. Onun kekelediğini duyduğumda aklımda bir imge beliriverdi—babama değin hep aklımda olan o insanlardan korkma, ürkme imgesi. Ama kendimi o imgeye kaptıracak zamanı bulamadan, Vicente’nin gözleri garip bir içsel ışıkla parladı. Bana komik gelen ciddi bir ifade takındı ve ardından otoriter, işbilir bir tavırla konuşmaya başladı.
“Senin sorunun yanıtı,” dedi, “ileri farkındalık durumunun hayati bir değeri olmamasıdır, yoksa tüm insanlık orada olurdu. Yine de şu anda ondan uzak olma konusunda güvendeler, çünkü ileri farkındalığa girmek çok zordur. Yine de sıradan bir insanın, bir şekilde bu duruma girme olasılığı az da olsa vardır. Bu duruma girdiğinde genellikle kafasını karıştırmada, bazen de onarılamayacak kadar karıştırmada çok başarılı olur.”
Üçü de kahkahalarla gülmeye başladılar.
“Büyücüler ileri farkındalığa ‘niyetin giriş kapısı’ derler,” dedi don Juan. “Ve onu o şekilde kullanırlar. Bunu aklında tut.” Sırasıyla her birine gözlerimi dikip bakıyordum. Ağzım açıktı ve sanki hep açık tutsam bu bilmeceyi anlarmışım gibi geliyordu. Gözlerimi kapattım ve yanıtı buldum. Onu hissettim, düşünmedim. Ama ne kadar çabalasam da onu sözcüklere dökemiyordum.
“İşte, işte,” dedi don Juan, “Büyücülerin yanıtlarından birini tamamen kendi kendine buldun, ama hâlâ onu geliştirip sözcüklere dökecek gücün yok.”
Deneyimlemekte olduğum duygu ve düşüncelerimi seslendiremiyor olmaktan da öte bir şeydi; sanki çağlar önce unuttuğum bir şeyi yeniden anımsamaktaydım. Henüz konuşmayı öğrenememiş olduğumdan ne hissettiğimi bilememek ve böylece duyguları düşüncelere çevirmeyi becerememek gibi.
“Senin istediğini tam olarak düşünüp konuşabilmek sınırsız düzeyde bir erke gerektirir,” dedi don Juan ve duygularımın arasına girdi.
Yoğunlaşan düş gücüm bunları neyin başlattığını unutturmuştu. Dilim tutulmuş, don Juan’a dikmiştim gözlerimi ve bir dakika önce onların ya da benim ne söyleyip yapmış olduğumu anımsayamadığımı itiraf ettim O’na. Deri ip olayını ve hemen ardından don Juan’ın söylediklerini anımsıyordum ama birkaç dakika önce içimi dolduran duyguyu anımsamıyordum. “Yanlış yoldasın,” dedi don Juan. “Düşünceleri normalde yaptığın gibi anımsamaya çalışıyorsun, ama bu farklı bi durum. Bi saniye önce çok özel bi şey bildiğini hissediyordun şiddetle. Bu duygular bellek yardımıyla anımsanmazlar. Onları yeniden niyet ederek anımsayabilirsin.”
Bacakları kahve masasının altında, koltukta geriniyor olan
Silvio Manuel’e döndü. Silvo Manuel gözlerini bana dikmişti. Gözleri, parıldayan iki camdan kaya parçası gibi simsiyahtı. Bir kasını bile kıpırdatmadan, keskin, kuşların sesine benzer tiz bir çığlık attı.
“Niyet,” diye bağırdı. “Niyet! Niyet!”
Her bağırışında sesi daha bir insan sesine benzemez oluyor, keskinleşiyordu. Ense kökümdeki saçlar diken diken olmuştu. Tenimde yaban kazı darbeleri sezinledim. Aklım, niyeyse deneyimlemekte olduğum duyguya odaklanacağına, daha önce duyduğum duyguyu anımsamaya başladı. Bunun tadını tam çıkaramadan, duyum genişleyerek patladı ve başka bir şeye dönüştü. O zaman, ileri farkındalığın neden niyetin giriş kapısı olduğunu anlamakla kalmayıp, niyetin ne olduğunu da anladım. Hepsinden öte, bu bilginin sözcüklere dönüştürülemeyeceğini anladım. O bilgi herkes için vardı. Hissedilsin, kullanılsın diye vardı, açıklansın diye değil. Kişi, farkındalık düzeyini değiştirerek ona katılabilirdi, o halde ileri farkındalık bir girişti. Ama giriş bile açıklanamazdı, kişi onu sadece kullanabilirdi.
O gün bana eğitim görmeden gelen bir düşünce daha vardı: O da niyetin bilgisinin herkese açık olduğu, ama yönetiminin onunla derinlemesine uğraşan insanların elinde olduğuydu.
Bu kez gerçekten çok yorulmuştum ve hiç şüphesiz bunun bir sonucu olarak, Katolik yetiştiriliş biçimim tepkilerimi saptırdı. Bir an niyetin Tanrı olduğuna inandım.
Düşündüklerimi don Juan, Vicente ve Silvio Manuel’e söyledim. Güldüler. Vicente, yine işbilir bir edayla, niyetin Tanrı olamayacağını, çünkü onun açıklanamayan, az ya da çok temsil edilemeyen bir güç olduğunu söyledi.
“Haddini bil,” dedi don Juan bana sert bir sesle. “İlk ve tek bir girişe dayanarak fikirler yürütmeye başlama. Bilgini yönlendirebilinceye kadar bekle, sonra neyin ne olduğuna karar ver.”
İz sürmenin dört biçimini anımsamak beni yormuştu. Bunun en acıklı sonucu, sıradan bir kayıtsızlıktan öteydi. Düşüp ölmüş olsaydım, ya da don Juan ölmüş olsaydı bunu bile umursamıyordum. Bütün gece o eski gözetleme noktasında kalmamızı ya da zifiri karanlıkta dönüş yoluna çıkmamızı da umursamıyordum.
Don Juan çok anlayışlıydı. Beni koca bir kayaya, sanki körmüşüm gibi yönlendirdi, ve sırtımı kayaya dayayıp oturmama yardımcı oldu. Doğal uykunun beni olağan farkındalık durumuna geri götürmesine izin vememi önerdi.

Cvp: 3 - Tinin Hilesi

.