Don Juan, “Ondan sonra gelen nagual Julian Osorio,” diye sözlerini sürdürdü, “ayinlere son öldürücü darbeyi indiren kişi oldu. Bi zamanlar yaşamını sahnede rol yaparak kazanan gerçek bi profesyonel aktör olduğu için, büyücülerin şaman tiyatrosu dedikleri şeye müthiş emek verdi. O bunu sonsuzluğun tiyatrosu olarak adlandırmış, bildiği tüm sihirli geçişleri ona aktarmıştı. Karakterlerinin her hareketi tepeden tırnağa sihirli geçişlerle doluydu. Sadece bununla da kalmadı; tiyatroyu onları öğretmek için yeni bi yol haline getirdi. Sonsuzluğun aktörü nagual Julian ile sonsuzluğun dansçısı Silvio Manuel aralarında olayın tümünü çözümlediler. Yeni bi devir vardı ufukta: kusursuz bi yeniden konuşlandırma devri!”
Don Juan’ın yeniden konuşlandırma açıklaması şöyleydi: enerji alanları kümeleri olarak algılanan insanoğlu, enerji giriş çıkışına izin vermeyen kesin sınırlara sahip kapalı bir birimdir. Bu yüzden, bir enerji alanları kümesinin içinde var olan enerji, o insan bireyinin bel bağlayabileceğinin tümüdür.
“İnsanoğlunun doğal eğilimi,” diyordu, “enerjiyi canlılık merkezlerinden—ki bunlar bedenin sağ tarafında, göğüs kafesinin tam kenarında karaciğer ve safrakesesi bölgesinde; sol tarafta, gene göğüs kafesinin kenarında pankreas ve dalak bölgesinde; sırtta, öbür iki merkezin tam arkasında, böbreklerin çevresinde ve onların tam üzerinde, böbreküstü bezleri bölgesinde; boynun alt kısmında, göğüs kemiği ile köprücük kemiğinin oluşturduğu V noktası üzerinde; ve kadınlarda rahim ve yumurtalıklar çevresindedir—uzağa itmektir.”
“İnsanlar bu enerjiyi nasıl itiyorlar, don Juan?” diye sordum.
“Kaygılanarak,” diye yanıtladı. “Günlük yaşamın stresine yenik düşerek. Gündelik eylemlerin baskısı vücuda bedelini ödetir.”
“Peki bu enerjiye ne olur, don Juan?” diye sordum.
“Işıltılı kürenin dış yüzeyinde birikir,” dedi, “bazen kalın, kabuk gibi bi tortu haline gelene dek. Sihirli geçişler, insanoğlunun tümünü bi fiziksel beden ve bi enerji alanları kümesi olarak ele alır. Işıltılı küreye yığılmış olan enerjiyi dalgalandırarak fiziksel bedene geri döndürür. Sihirli geçişler, hem enerjinin dağılmasından acı çeken bedenin kendisini fiziksel bi varlık olarak, hem de o dağılmış enerjiyi yeniden konuşlandırma yetisine sahip aynı bedeni bi enerji varlığı olarak çalıştırır.
“Işıltılı kürenin yüzeyinde enerjisi olmak,” diye devam etti, “yani yeniden konuşlandırılmayan enerjiye sahip olmak, hiç enerjisi olmamakla eşdeğer. Pratik amaçlar için ulaşılamayan, gizlice birikmiş, yararsız bi enerji fazlası olmak, gerçekten dehşet verici bi durum. Hiç aletin olmadığı için açamadığın bi su tankıyla çölde susuzluktan ölmeye benziyor bu. Bi taş bile bulamıyorsun o çölde, tankı kırmak için.”
Sihirli geçişlerin gerçek sihri, tortulaşmış enerjinin yeniden canlılık merkezlerine girmesi, böylelikle uygulayıcının esenlik ve üstünlük duyguları hissetmesine neden olmasında. Don Juan’ın silsilesinin büyücüleri, aşırı ayin ve törenselliklerine dalmadan önce, bu yeniden konuşlandırmanın temelini biçimlendirmişlerdi. Buna doyma dediler; yani, bizi bir arada tutan gücün, o sihirli geçişlerin maksimum enerjiyi yeniden konuşlandırmasını sağlayacak biçimde bedenlerini bol bolamat sihirli geçişlere gark ettiler, anlamında.
“Ama don Juan, eklemlerini her kütürdetişinde, ya da seni taklit etmeye her çalıştığımda, gerçekten enerjiyi yeniden konuşlandırıyor muyuz?” diye sormuştum bir keresinde, aslında alaycı olmayı düşünmeden.
“Bi sihirli geçişi her yaptığımızda,” diye yanıtladı, “gerçekten benliğimizin temel yapısını değiştiriyoruz. Normalde tortulaşmış olan enerji serbest kalarak bedenin canlılık girdaplarının içine girmeye başlıyor. Başka türlü zaptedilemeyen ve daima zararlı olan akışın önüne, yalnızca bu geri döndürülmüş enerji aracılığıyla bi set, bi engel koyabiliriz.”
Don Juan’dan, zararlı bir akış olarak söz ettiği şeyin önüne bir bent koyma konusunda bana bir örnek vermesini istedim. Bunu zihnimde canlandırmak istediğimi söyledim ona.
“Bi örnek vereceğim sana,” dedi. “Örneğin, bu yaşımda benim yüksek tansiyonun pençesinde olmam gerekir. Bi doktora gitseydim, doktor beni görür görmez, kararsızlıklardan, düş kırıklıklarından, bi de kötü beslenmeden rahatsız, ihtiyar bi Kızılderili olduğuma kanaat getirecekti; bütün bunlar doğal olarak, tam beklenebileceği ve kestirilebileceği gibi, yüksek tansiyon tablosuyla sonuçlanacaktı—yaşıma uygun, doğal bi sonuç.
“Yüksek tansiyonla ilintili hiçbi sorunum yok,” diye devam etti, “ortalama bi insandan daha güçlü olduğumdan, ya da kalıtsal yapımdan ötürü değil; sihirli geçişler bedenimin yüksek tansiyonla sonuçlanacak herhangi bi davranış biçiminin üstesinden gelmesini sağladığı için. Şunu içtenlikle söyleyebilirim ki, bi sihirli geçişin ardından eklemlerimi her kütürdetişimde, benim yaşımda normal olarak yüksek tansiyonla sonuçlanacak olan beklenti ve davranışların akışını kesiyorum.”
“Sana verebileceğim başka bi örnek, dizlerimin çevikliği,” diye devam etti. “Senden ne denli daha çevik olduğumu fark etmedin mi? Dizlerimi hareket ettirmeye gelince, gencecik bi çocuğum ben! İnsanların, erkeklerin de kadınların da, yaşlandıkça dizlerinin kaskatı kesilmesine neden olan davranış ve fizikselliğin akışı önüne, sihirli geçişlerimle bi bent koyuyorum.”
Yaşadığım en can sıkıcı duygulardan birinin nedeni, don Juan Matus’un, büyükbabam olabilecek yaşta olmasına karşın, benden sonsuz ölçüde daha genç olduğu gerçeğiydi. Kıyaslanacak olursak, ben katı, dik kafalı, tekrarcıydım. Dermansızdım. Öte yandan o, dinç, yaratıcı, çevik, becerikliydi. Kısacası, benim yaşça küçük olmama karşın sahip olmadığım bir şeye sahipti: gençliğe. Genç yaşın gençlik demek olmadığını, ve genç yaşın hiçbir şekilde kocamışlığı engelleyici olmadığını bana tekrar tekrar söylemekten hoşnuttu. Hemcinslerimi dikkatle, tarafsız biçimde izlersem, daha yirmi yaşlarına geldiklerinde kocadıklarını, kendilerini aptalca tekrar etmeye başladıklarını görebileceğimi söylüyordu.
“Bu nasıl mümkün olabiliyor, don Juan,” dedim, “sen nasıl benden daha genç olabiliyorsun?”
“Ben zihnimi alt ettim,” dedi, gözlerini hayret ifadesiyle kocaman açarak. “Bana yaşlanma zamanının geldiğini söyleyen bi zihnim yok. Ben katılmadığım anlaşmaların bedelini ödemiyorum. Bunu unutma: katılmadıkları anlaşmaların bedelini ödemediklerini söylemek büyücüler için salt bi slogan değil. Yaşlılıktan ötürü rahatsızlanmak, bu türden bi anlaşmadır.”
Uzun süre sessiz kaldık. Don Juan sözlerinin bende yaratabileceği etkiyi görmek için bekliyor olmalı, diye düşündüm. Psikolojik bütünlüğüm olduğunu düşündüğüm şey, gösterdiğim bariz biçimde iki yanlı tepkiyle daha da parçalanmıştı. Bir yanda, don Juan’ın dile getirdiği saçmalıkları bütün gücümle yadsıyordum; oysa öbür yanda, gözlemlerinin ne denli hatasız olduğunu fark etmemem mümkün değildi. Don Juan yaşlıydı; ama gene de kesinlikle ihtiyar değildi. Benden yıllarca daha gençti. Köstekleyici düşüncelerden ve alışkanlık kalıplarından uzaktı. İnanılmaz dünyaların içinde dolaşıyordu. O özgürdü; bense tutsak edilmiştim, ağır düşünce kalıpları ve alışkanlıklarla, kendime ilişkin önemsiz, yararsız ölçüp biçmelerle; üstelik bunların bana bile ait olmadıklarını daha ilk kez o anda hissediyordum.
Bir başka sefer don Juan’a beni uzun zamandır rahatsız eden bir şeyi sordum. Eski çağ Meksika’sı büyücülerinin, insanın bulması için depolanmış bir tür gizli hazine olan sihirli geçişleri keşfettiklerini söylemişti. Böyle bir şeyi insanoğlu için kimin saklayabileceğini bilmek istiyordum. Ortaya koyabildiğim tek fikir, Katoliklikten türemişti. Tanrının yaptığını düşünüyordum, yahut koruyucu meleğin, ya da Kutsal Ruhun.
“Kutsal Ruh değil,” dedi, “ki o sadece senin için kutsal; zira sen gizli bi Katoliksin. Kesinlikle Tanrı da değil—hayırsever bi baba olarak yani, senin anladığın biçimde. Bi Tanrıça da değil, yani besleyip büyüten, insanların işlerine göz kulak olan bi anne—biçok kişinin inandığı gibi. O daha çok, arama yürekliliğini gösterenler için daha sonsuz şeyler saklayan bi doğal güç. Evrende bi güç; ışık ya da yerçekimi gibi. Birleştirici bi etmen, enerji alanları kümesi olan insanoğlunu tek bi öz, birleşik bi ünite halinde bitiştiren titreşimli bi güç. Bu titreşimli güç, enerjinin ışıltılı kürenin içine girişini ya da dışına akışını engelleyen etmen.
“Eski çağ Meksika’sının büyücüleri,” diye devam etti, “sihirli geçişleri uygulamanın, bedeni o birleştirici gücün varlığının fizikötesi düzeyde doğrulanması için hazırlayarak ona yol gösteren tek etmen olduğuna inandılar.”
Don Juan’ın açıklamalarından çıkardığım sonuca göre, enerji alanlarımızı bir arada tutan, sözünü ettiği titreşimli güç, modern çağ astronomlarının evrende var olan tüm galaksilerin merkezinde olması gerektiğine inandıkları şeye çok benziyordu. Onlar, o merkezlerde ölçülemeyecek yoğunlukta bir gücün yıldızları ve galaksileri yerinde tuttuğuna inanırlar. “Karadelik” denilen bu güç, yıldızların kendi dönme hızlarıyla nasıl uçup gitmediklerine getirilen en akla yakın açıklama gibi görünen bir kuramdır.
Don Juan, eski büyücülerin, enerji alanları kümeleri olarak ele alınan insanoğlunun bir enerji sargısı ya da enerji bağlarıyla değil, her şeyi bir anda canlı ve yerinde kılan bir tür titreşimle bir arada tutulduğunu bildiğini söyledi. Don Juan’ın açıklamasına göre bu büyücüler, uygulamaları ve disiplinleri yoluyla, kendilerinin tam olarak bilincine vardıkları anda bu titreşimli gücü kullanma yetisini de edindiler. Onunla uğraşmaktaki ustalıkları öyle olağanüstü hale geldi ki, eylemleri destanlara, yalnızca masallar olarak var olan mitolojik olaylara dönüştürüldü. Örneğin, don Juan’ın eski çağ büyücüleri hakkında anlattığı öykülerden biri, onların sadece tüm bilinçliliklerini ve niyetlerini o gücün üzerine toplayarak fiziksel kütlelerinin eriyip dağılmasına yol açabildikleri hakkındaydı.
Don Juan’ın deyişine göre, gerekli gördükleri takdirde iğne deliğinden bile geçebilecek yeteneğe sahip olmalarına karşın, bu kütlelerini eritme manevrasının sonuçları onları asla fazla tatmin etmemişti. Bunun nedeni, kütleleri eridiğinde edimde bulunma yeteneklerinin yok olmasıydı. Katılım güçlerinin olmadığı olayları sadece izleme seçeneğiyle kalakalıyorlardı. Sonuçta eylem yetisinden yoksun kalışlarının getirdiği düş kırıklığı, don Juan’a göre, kahrolası hatalarını doğurmuştu: yani, o titreşimli gücün sırrını öğrenme saplantısını; somutluklarıyla yönlendirilmiş, içlerinde o gücü tutma ve denetleme isteği uyandıran bir saplantıyı. Coşkulu tutkuları, kütlesizliğin hayaletimsi durumunda da edimde bulunabilmekti; don Juan’ın dediğine göre asla başarılamamış bir şeydi bu.
O eski çağ büyücülerinin kültürel mirasçıları olan modern çağ uygulayıcıları, hem somut olunup hem de bu titreşimli güçten yararlanılamayacağım keşfederek, tek akla uygun seçeneği yeğlediler: bilgiyle gelen üstünlük ve esenlik durumu dışında hiçbir amaç gütmeden, o gücün bilincine varmayı.
Don Juan bir keresinde bana, “Modern çağ büyücüleri için,” demişti, “bu titreşimli bağlayıcı gücün kullanımına yönelik iznin verildiği tek an, bu dünyayı terk etme vakitleri geldiğinde, içten gelen ateşle yandıkları zamandır. Büyücüler için mutlak ve tam bilinçliliklerini bağlayıcı gücün üzerinde yanma niyeti ile toplamak son derece basit bi iştir; ve uçup giderler, bi yel esintisi gibi.”