1

Konu: 1- SİHİRLİ GEÇİŞLER

Don Juan’ın sihirli geçişler hakkında benimle uzun uzadıya konuştuğu ilk kez, kilomla ilgili aşağılayıcı bir yorum yaptığı zamana denk gelir.
“Adamakıllı tombulsun,” dedi, beni tepeden tırnağa süzüp haşini hoşnutsuzlukla sallayarak. “Şişman olmana bi adım kaldı. Yıpranmışlık kendini göstermeye başlıyor sende. Soyunun bütün öbür üyelerine benzeyerek, ensende bi yağ topağı büyütmeye başladın; tıpkı bi boğa gibi. Büyücülerin en büyük buluşlarından birini ciddiye alınanın zamanı geldi: sihirli geçişleri.”
“Hangi sihirli geçişlerden bahsediyorsun, don Juan?” diye sordum. “Daha önce bana bu konudan hiç söz etmemiştin. Ya da ettiysem bile çok üstünkörü olmalı, zira aklımda hiçbir şey kalmamış.”
“Sana sihirli geçişler hakkında bi sürü şey anlatmakla kalmadım, onların biçoğunu biliyorsun bile. Sana onları baştan beri öğretiyordum.”
Bana kalırsa, baştan beri bana sihirli geçişler filan öğrettiği doğru değildi. Şiddetle karşı çıktım.
“O harika benliğini savunmakta bu denli ateşli olma,” diye dalga geçti, kaşlarıyla gülünç bir özür dileme işareti yaparak. “Söylemek istediğim şuydu: yaptığım her şeye öykünüyorsun, bu yüzden ben de senin öykünme yeteneğinden yararlanıyordum. Sana çeşitli sihirli geçişler gösterdim baştan beri, sen de bunu hep eklemlerimi kütürdetmekten zevk aldığım biçiminde anladın. Yorumun hoşuma gidiyor: eklemlerimi kütürdetmek! Onlardan bu şekilde söz etmeye devam edeceğiz.
“Sana eklemlerimi kütürdetmenin on değişik yolunu gösterdim,” diye devam etti. “Her biri benim ve senin bedenimize mükemmel şekilde uyan bi sihirli geçiştir. Kişisel ve bireysel olarak bize aitler; bizden önce gelen yirmi beş kuşaktaki, tıpkı ikimize benzeyen öbür büyücülere ait oldukları gibi.”
Don Juan’ın sözünü ettiği sihirli geçişler, kendisinin de söylediği gibi, eklemlerini kütürdetme yolları zannettiğim hareketlerdi. Kaslarını, kemiklerini ve bunları birbirine rapteden bağlarını azami şekilde germek için olduğunu düşündüğüm belirli biçimlerle kollarını, bacaklarını, gövdesini ve kalçalarını hareket ettiriyordu. Bana kalırsa bu germe devinimlerinin sonucu, hareketleri izleyen, ve her zaman beni şaşırtıp eğlendirmek amacıyla çıkarttığını sandığım kütürdetme sesleri idi. Gerçekten de kendisini taklit etmemi sık sık isterdi benden. Meydan okuyan bir tavırla, hareketleri ezberlememi, eklemlerimle tıpkı kendisi gibi kütürdetme sesleri çıkarmayı başarana dek evde tekrarlamamı bile istemişti.
Sesleri çıkartmayı asla başaramamış, ama bu arada hiç farkında olmadan tüm hareketleri iyice öğrenmiştim. Şimdi biliyorum ki ses çıkartmayı beceremeyişim çok da iyi olmuştu; zira kollarla sırtın kas ve tendonlarının hiçbir zaman o noktaya kadar zorlanmaması gerekir. Don Juan’ın kol ve sırt eklemlerini kütürdetme hüneri doğuştandı; tıpkı kimi insanların parmak eklemlerini kütürdetme hünerleri gibi.
“Eski büyücüler o sihirli geçişleri nasıl icat etmişler, don Juan?” diye sordum.
“Kimse icat etmedi onları,” dedi sertçe. “Onların icat edildiğini düşünmek, zihnin işe karıştığını sezindiriyor anında, oysa sihirli geçişlerde durum bu değil. Onlar daha çok keşfedilmişlerdi, eski şamanlarca. Bana anlatıldığına göre, onların şamalara özgü yükseltilmiş farkındalık durumlarında deneyimledikleri olağanüstü bi esenlik duyumu ile başlamıştı her şey. Öylesine müthiş, büyüleyici bi dinçlik hissetmişlerdi ki, bunu ibadet saatlerinde tekrarlamaya çabaladılar. “

Cvp: 1- SİHİRLİ GEÇİŞLER

Don Juan bir keresinde, “İlk başta,” diye anlatmıştı bana, “o şamanlar bu esenlik duyumunun, yükseltilmiş farkındalığın genel anlamda yarattığı bi ruhsal durum olduğuna inanmışlardı. Çok geçmeden, girdikleri her şamancılığa özgü yükseltilmiş farkındalık durumunun kendilerinde aynı esenliği yaratmadığını keşfettiler. Daha dikkatli bi irdeleme, bu duyum her ortaya çıktığında mutlaka belli bi bedensel hareket içinde olduklarını gösterdi. Anladılar ki, yükseltilmiş farkındalık durumlarındayken, bedenleri irade dışı olarak belirli bazı biçimlerde durmaktaydı; bu belirli biçimler de aslında o olağandışı fiziksel ve zihinsel bütünlük duyumunun nedeniydi.”
Don Juan’ın söylediğine göre, o şamalıların bedenlerinin yükseltilmiş farkındalık durumlarında kendiliğinden gerçekleştirdiği hareketler, tüm insanlığın taşıdığı gizli bir kalıtmış gibi geliyordu kendisine; yalnız onu arayanlara açığa vurulmak üzere derinlerde saklanmış bir şeydi bu sanki. O büyücüleri derin denizlerdeki dalgıçlara benzetiyordu; farkında olmadan yararlı şeyler bulup çıkarmışlardı derinliklerden.
Don Juan o büyücülerin, anımsadıkları kimi hareketleri büyük çabalar harcayarak bir araya getirmeye başladıklarını söyledi. Gayretleri başarılı olmuştu. Yükseltilmiş farkındalık durumunda bedenin kendiliğinden tepkileriymiş gibi görünen devinimleri yeniden yaratma becerisini gösterdiler. Başarılarıyla yüreklenerek, yüzlerce hareketi yeniden yaratmayı becermişlerdi; ama yaptıklarını anlaşılabilir bir dizge halinde sınıflandırmayı denememişlerdi bile. Onların düşüncesi, hareketlerin yükseltilmiş farkındalıkta kendiliğinden oluştuğu yönündeydi; istençleri işe karışmadan hareketlerin etkisini yönlendiren bir güç vardı, onlara göre.
Don Juan, eski çağ büyücülerine ait buluşların doğasının, kendisini daima onların olağanüstü insanlar olduğuna inanmaya yönelttiğini söylüyordu, zira keşfettikleri hareketler çağdaş şamanlara—onlar da yükseltilmiş farkındalık durumuna girdikleri halde—asla aynı biçimde açımlanmamıştı. Bunun nedeni belki çağdaş şamanların hareketleri seleflerinden şu ya da bu şekilde öğrenmiş olmaları, ya da ola ki eski çağ büyücülerinin daha fazla enerji kütlesine sahip olmalarıydı.
“Onların daha fazla enerji kütlesine sahip olduklarını söylerken ne demek istiyorsun, don Juan?” diye sordum. “Daha iri adamlar mıydılar?”
“Fiziksel olarak daha iri olduklarını zannetmiyorum,” dedi, “ama enerji açısından bi görücünün gözüne ince uzun görünüyorlardı. Kendilerini ışıltılı yumurtalar olarak adlandırıyorlardı. Ben hayatımda hiçbi ışıltılı yumurta görmedim. Tüm gördüklerim ışıltılı kürelerdi. Bu yüzden, insanoğlunun nesiller boyunca bi miktar enerji kütlesi yitirmiş olduğu varsayılabilir.”
Don Juan bana bir görücü için evrenin sonsuz sayıda enerji alanlarından oluşmuş olduğunu açıkladı. Bunlar görücünün gözlerine her yönde ok gibi fırlayan ışıltılı lifler olarak görünürler. Don Juan’ın dediğine göre, bu lifler, insanoğlunu oluşturan ışıltılı küreyi çeşitli yönlerde keserler, şayet bir zamanlar insanlar yumurta gibi uzunlamasına şekillerde idiyse, bunların bir küreden çok daha yükseğe ulaştığını varsaymak akla uygun olabilir. Böylelikle, şimdi artık ışıltılı küreler olduklarına göre, ışıltılı yumurtaların tepelerine değmekte olan enerji alanları artık onlara temas etmemekte. Don Juan bunun kendisi için enerji kütlesi yitimi demek olduğunu, bunun da gizli hâzinenin, yani sihirli geçişlerin ortaya çıkarılmasındaki amacın can alıcı noktası olduğunu söylüyordu.
“Neden eski şamanların geçişlerine sihirli geçişler deniyor?” diye sordum ona bir keresinde.
“Sadece denmekle kalmıyor,” dedi don Juan, “onlar gerçekten sihirli! Sıradan açıklamalarla anlatılamayacak bi etki yaratıyorlar. Bu hareketler fiziksel alıştırmalar ya da salt belirli bedensel duruşlar değil; onlar arzulanan benlik durumuna erişmek için gerçek girişimler.
“Hareketlerin sihri,” diye devam etti, “onları gerçekleştiren uygulayıcıların deneyimledikleri ince bi değişim. Fiziksel ve zihinsel durumlarına hareketin getirdiği geçici bi üstün nitelik, bi tür pırıltı, gözlerde bi ışık. Bu ince değişim, tinin dokunuşu. Sanki hareketler yoluyla uygulayıcılar kendilerini taşıyan yaşam gücü ile aralarındaki kullanılmayan bağlantıyı yeniden kurmuşlar gibi.”
Daha sonraki açıklamalarına göre, hareketlerin sihirli geçişler olarak adlandırılmasının bir başka nedeni de, şamalıların onları uygulayarak, algısal açıdan dünyayı betimlenemez bir biçimde hissedebildikleri farklı varoluş durumlarına aktarılabilmeleriydi.
Don Juan bana, “Bu nitelik, bu sihir yüzünden,” dedi, “geçişler alıştırmalar olarak değil, erk çağırma yolları olarak uygulanmalı.”
“Ama fiziksel hareketler olarak kabul edilebilir mi, hiçbir zaman öyle kullanılmamış olsalar da?” diye sordum.
“Onları dilediğin biçimde uygulayabilirsin,” diye yanıtladı don Juan. “Sihirli geçişler farkındalığı arttırır, onları nasıl kabul edersen et. Akıllıca olan, onları oldukları gibi ele almaktır: uygulandıklarında, uygulayıcılarını toplumsallık maskesini düşürmeye yönelten sihirli geçişler olarak.”
“Toplumsallık maskesi nedir?” diye sordum.
“Hepimizin savunup uğrunda öldüğü cila,” dedi. “Dünyada edindiğimiz cila. Tüm potansiyelimize erişmekten bizi alıkoyan şey. Bizi ölümsüz olduğumuza inandıran şey. Binlerce büyücünün niyeti, bu hareketlerin içine nüfuz ediyor. Onları uygulamak, gelişigüzel bi biçimde de olsa, zihni durdurur.”
“Zihni durdurur demekle ne kastediyorsun?” diye sordum.
“Dünyada yaptığımız her şeyi,” dedi, “benzerlik dizilerine, amaç açısından birbirlerine bağlı şeylerin dizilerine çevirerek tanır ve tanımlarız. Örneğin, sana çatal, dersem, bu senin aklına hemen şunları getirir; kaşık, bıçak, masa örtüsü, peçete, tabak, fincan ve sosluk, şarap bardağı, acılı kuru fasulya, ziyafet, doğum günü, yortu. Amaç açısından birbirine bağlı şeyleri saymayı kesinlikle sürdürebilirsin, nerdeyse sonsuza dek. Yaptığımız her şey, böyle birbirine bağlı. Büyücüler için garip olan, onların bütün bu benzerlik dizilerinin, amaç açısından bi araya toplanmış şeylerin dizilerinin, insanın her şeyin değişmez ve ebedi olduğu hakkındaki fikri ile çelişkili olduğunu görmeleri—tıpkı Tanrı kavramı gibi.”
“Bu açıklamanın içine Tanrı kavramını neden kattığını anlamıyorum, don Juan. Açıklamaya çalıştığın şeyle Tanrı kavramının ilgisi ne?”
Don Juan, “Her şey!” diye yanıtladı. “Zihinlerimizde tüm evren Tanrı kavramı gibidir sanki: mutlak ve değişmeyen. Kendimizi yönetme yolumuz budur. Zihnimizin derinliklerinde bi denetim aygıtı vardır; Tanrı kavramının kabul ettiğimiz ve inandığımız şekliyle ölü bi dünyaya ait olduğunu durup düşünmemize izin vermeyen. Canlı bi dünya, öte yandan, sürekli bi akış halindedir. Devinir. Değişir. Kendini tersyüz eder.
“Benim silsilemin sihirli geçişlerinin sihirli olmasının en soyut nedeni şudur,” diye devam etti, “onları gerçekleştirirken, uygulayıcının bedeni anlar ki her şey birbirine bağlantılı kırılmaz bi zincir değil, bi akım, bi akıştır. Şayet evrendeki her şey bi akış, bi akım ise, bu akım durdurulabilir. Üzerine bi bent yapılabilir, bu yolla da akışı durdurulabilir ya da saptırılabilir.”
Don Juan bir keresinde bana sihirli geçişleri uygulamanın kendi silsilesinin büyücüleri üzerindeki toplu etkisini açıkladı, sonra da bunu çağdaş uygulayıcıların üzerindeki olası etkiyle karşılaştırdı.
“Benim çizgimin büyücüleri,” dedi, “sihirli geçişlerini uygulamanın, başka koşullarda kesintisiz olan akışı durdurduğunu anlayınca ölümüne şaşırmışlardı. Bu duruşu betimlemek için bi mecazlar dizisi kurguladılar, ama bunu açıklama ya da yeniden gözden geçirme çabalarında çuvalladılar. Ayinlere, törenlere gömüldüler. Akışı durdurma edimini temsil etmeye başladılar. Belli törenler ve ayinler sihirli geçişlerin belirgin bi cephesi üzerinde odaklanırsa, sihirli geçişlerin kendilerinin de belirli bi sonucu getireceğine inandılar. Çok geçmeden, ayinleriyle törenlerinin sayısı ve karmaşıklığı sihirli geçişlerin kendisinden çok daha külfetli olmaya başlamıştı.
“Uygulayıcının dikkatini sihirli geçişlerin belirli bi yanı üzerinde odaklaması aslında çok önemli,” diye devam etti don Juan, “Ama bu sabitlenme hafif ve eğlenceli tutulmalı, onu marazi ve sıkıcı bi hale getirmekten kaçınılmalı. Yani, bi karşılık beklemeksizin zevk için yapılmalı.”
Ardından don Juan kendi yoldaşlarından birini örnek gösterdi; zevki ve tutkusu, eski çağ büyücülerinin sihirli geçişlerini kendi çağdaş dansının adımlarına uygulamak olan Silvio Manuel adındaki büyücüyü. Don Juan, Silvio Manuel’i sihirli geçişleri aslında dans halinde uygulayan üstün bir akrobat ve dansçı olarak tanımlıyordu.
“Nagual Elias Ulloa,” diye sürdürdü don Juan, “benim silsilemin en göze çarpan yenilikçisiydi. Bütün ayinleri, deyim yerindeyse, fırlatıp atan o olmuştu, sihirli geçişleri de yalnızca uzak geçmişte özgün olarak kullanıldıkları amaç için uygulamıştı; enerjiyi yeniden konuşlandırma amacı için.”

Cvp: 1- SİHİRLİ GEÇİŞLER

Don Juan, “Ondan sonra gelen nagual Julian Osorio,” diye sözlerini sürdürdü, “ayinlere son öldürücü darbeyi indiren kişi oldu. Bi zamanlar yaşamını sahnede rol yaparak kazanan gerçek bi profesyonel aktör olduğu için, büyücülerin şaman tiyatrosu dedikleri şeye müthiş emek verdi. O bunu sonsuzluğun tiyatrosu olarak adlandırmış, bildiği tüm sihirli geçişleri ona aktarmıştı. Karakterlerinin her hareketi tepeden tırnağa sihirli geçişlerle doluydu. Sadece bununla da kalmadı; tiyatroyu onları öğretmek için yeni bi yol haline getirdi. Sonsuzluğun aktörü nagual Julian ile sonsuzluğun dansçısı Silvio Manuel aralarında olayın tümünü çözümlediler. Yeni bi devir vardı ufukta: kusursuz bi yeniden konuşlandırma devri!”
Don Juan’ın yeniden konuşlandırma açıklaması şöyleydi: enerji alanları kümeleri olarak algılanan insanoğlu, enerji giriş çıkışına izin vermeyen kesin sınırlara sahip kapalı bir birimdir. Bu yüzden, bir enerji alanları kümesinin içinde var olan enerji, o insan bireyinin bel bağlayabileceğinin tümüdür.
“İnsanoğlunun doğal eğilimi,” diyordu, “enerjiyi canlılık merkezlerinden—ki bunlar bedenin sağ tarafında, göğüs kafesinin tam kenarında karaciğer ve safrakesesi bölgesinde; sol tarafta, gene göğüs kafesinin kenarında pankreas ve dalak bölgesinde; sırtta, öbür iki merkezin tam arkasında, böbreklerin çevresinde ve onların tam üzerinde, böbreküstü bezleri bölgesinde; boynun alt kısmında, göğüs kemiği ile köprücük kemiğinin oluşturduğu V noktası üzerinde; ve kadınlarda rahim ve yumurtalıklar çevresindedir—uzağa itmektir.”
“İnsanlar bu enerjiyi nasıl itiyorlar, don Juan?” diye sordum.
“Kaygılanarak,” diye yanıtladı. “Günlük yaşamın stresine yenik düşerek. Gündelik eylemlerin baskısı vücuda bedelini ödetir.”
“Peki bu enerjiye ne olur, don Juan?” diye sordum.
“Işıltılı kürenin dış yüzeyinde birikir,” dedi, “bazen kalın, kabuk gibi bi tortu haline gelene dek. Sihirli geçişler, insanoğlunun tümünü bi fiziksel beden ve bi enerji alanları kümesi olarak ele alır. Işıltılı küreye yığılmış olan enerjiyi dalgalandırarak fiziksel bedene geri döndürür. Sihirli geçişler, hem enerjinin dağılmasından acı çeken bedenin kendisini fiziksel bi varlık olarak, hem de o dağılmış enerjiyi yeniden konuşlandırma yetisine sahip aynı bedeni bi enerji varlığı olarak çalıştırır.
“Işıltılı kürenin yüzeyinde enerjisi olmak,” diye devam etti, “yani yeniden konuşlandırılmayan enerjiye sahip olmak, hiç enerjisi olmamakla eşdeğer. Pratik amaçlar için ulaşılamayan, gizlice birikmiş, yararsız bi enerji fazlası olmak, gerçekten dehşet verici bi durum. Hiç aletin olmadığı için açamadığın bi su tankıyla çölde susuzluktan ölmeye benziyor bu. Bi taş bile bulamıyorsun o çölde, tankı kırmak için.”
Sihirli geçişlerin gerçek sihri, tortulaşmış enerjinin yeniden canlılık merkezlerine girmesi, böylelikle uygulayıcının esenlik ve üstünlük duyguları hissetmesine neden olmasında. Don Juan’ın silsilesinin büyücüleri, aşırı ayin ve törenselliklerine dalmadan önce, bu yeniden konuşlandırmanın temelini biçimlendirmişlerdi. Buna doyma dediler; yani, bizi bir arada tutan gücün, o sihirli geçişlerin maksimum enerjiyi yeniden konuşlandırmasını sağlayacak biçimde bedenlerini bol bolamat sihirli geçişlere gark ettiler, anlamında.
“Ama don Juan, eklemlerini her kütürdetişinde, ya da seni taklit etmeye her çalıştığımda, gerçekten enerjiyi yeniden konuşlandırıyor muyuz?” diye sormuştum bir keresinde, aslında alaycı olmayı düşünmeden.
“Bi sihirli geçişi her yaptığımızda,” diye yanıtladı, “gerçekten benliğimizin temel yapısını değiştiriyoruz. Normalde tortulaşmış olan enerji serbest kalarak bedenin canlılık girdaplarının içine girmeye başlıyor. Başka türlü zaptedilemeyen ve daima zararlı olan akışın önüne, yalnızca bu geri döndürülmüş enerji aracılığıyla bi set, bi engel koyabiliriz.”
Don Juan’dan, zararlı bir akış olarak söz ettiği şeyin önüne bir bent koyma konusunda bana bir örnek vermesini istedim. Bunu zihnimde canlandırmak istediğimi söyledim ona.
“Bi örnek vereceğim sana,” dedi. “Örneğin, bu yaşımda benim yüksek tansiyonun pençesinde olmam gerekir. Bi doktora gitseydim, doktor beni görür görmez, kararsızlıklardan, düş kırıklıklarından, bi de kötü beslenmeden rahatsız, ihtiyar bi Kızılderili olduğuma kanaat getirecekti; bütün bunlar doğal olarak, tam beklenebileceği ve kestirilebileceği gibi, yüksek tansiyon tablosuyla sonuçlanacaktı—yaşıma uygun, doğal bi sonuç.
“Yüksek tansiyonla ilintili hiçbi sorunum yok,” diye devam etti, “ortalama bi insandan daha güçlü olduğumdan, ya da kalıtsal yapımdan ötürü değil; sihirli geçişler bedenimin yüksek tansiyonla sonuçlanacak herhangi bi davranış biçiminin üstesinden gelmesini sağladığı için. Şunu içtenlikle söyleyebilirim ki, bi sihirli geçişin ardından eklemlerimi her kütürdetişimde, benim yaşımda normal olarak yüksek tansiyonla sonuçlanacak olan beklenti ve davranışların akışını kesiyorum.”
“Sana verebileceğim başka bi örnek, dizlerimin çevikliği,” diye devam etti. “Senden ne denli daha çevik olduğumu fark etmedin mi? Dizlerimi hareket ettirmeye gelince, gencecik bi çocuğum ben! İnsanların, erkeklerin de kadınların da, yaşlandıkça dizlerinin kaskatı kesilmesine neden olan davranış ve fizikselliğin akışı önüne, sihirli geçişlerimle bi bent koyuyorum.”
Yaşadığım en can sıkıcı duygulardan birinin nedeni, don Juan Matus’un, büyükbabam olabilecek yaşta olmasına karşın, benden sonsuz ölçüde daha genç olduğu gerçeğiydi. Kıyaslanacak olursak, ben katı, dik kafalı, tekrarcıydım. Dermansızdım. Öte yandan o, dinç, yaratıcı, çevik, becerikliydi. Kısacası, benim yaşça küçük olmama karşın sahip olmadığım bir şeye sahipti: gençliğe. Genç yaşın gençlik demek olmadığını, ve genç yaşın hiçbir şekilde kocamışlığı engelleyici olmadığını bana tekrar tekrar söylemekten hoşnuttu. Hemcinslerimi dikkatle, tarafsız biçimde izlersem, daha yirmi yaşlarına geldiklerinde kocadıklarını, kendilerini aptalca tekrar etmeye başladıklarını görebileceğimi söylüyordu.
“Bu nasıl mümkün olabiliyor, don Juan,” dedim, “sen nasıl benden daha genç olabiliyorsun?”
“Ben zihnimi alt ettim,” dedi, gözlerini hayret ifadesiyle kocaman açarak. “Bana yaşlanma zamanının geldiğini söyleyen bi zihnim yok. Ben katılmadığım anlaşmaların bedelini ödemiyorum. Bunu unutma: katılmadıkları anlaşmaların bedelini ödemediklerini söylemek büyücüler için salt bi slogan değil. Yaşlılıktan ötürü rahatsızlanmak, bu türden bi anlaşmadır.”
Uzun süre sessiz kaldık. Don Juan sözlerinin bende yaratabileceği etkiyi görmek için bekliyor olmalı, diye düşündüm. Psikolojik bütünlüğüm olduğunu düşündüğüm şey, gösterdiğim bariz biçimde iki yanlı tepkiyle daha da parçalanmıştı. Bir yanda, don Juan’ın dile getirdiği saçmalıkları bütün gücümle yadsıyordum; oysa öbür yanda, gözlemlerinin ne denli hatasız olduğunu fark etmemem mümkün değildi. Don Juan yaşlıydı; ama gene de kesinlikle ihtiyar değildi. Benden yıllarca daha gençti. Köstekleyici düşüncelerden ve alışkanlık kalıplarından uzaktı. İnanılmaz dünyaların içinde dolaşıyordu. O özgürdü; bense tutsak edilmiştim, ağır düşünce kalıpları ve alışkanlıklarla, kendime ilişkin önemsiz, yararsız ölçüp biçmelerle; üstelik bunların bana bile ait olmadıklarını daha ilk kez o anda hissediyordum.
Bir başka sefer don Juan’a beni uzun zamandır rahatsız eden bir şeyi sordum. Eski çağ Meksika’sı büyücülerinin, insanın bulması için depolanmış bir tür gizli hazine olan sihirli geçişleri keşfettiklerini söylemişti. Böyle bir şeyi insanoğlu için kimin saklayabileceğini bilmek istiyordum. Ortaya koyabildiğim tek fikir, Katoliklikten türemişti. Tanrının yaptığını düşünüyordum, yahut koruyucu meleğin, ya da Kutsal Ruhun.
“Kutsal Ruh değil,” dedi, “ki o sadece senin için kutsal; zira sen gizli bi Katoliksin. Kesinlikle Tanrı da değil—hayırsever bi baba olarak yani, senin anladığın biçimde. Bi Tanrıça da değil, yani besleyip büyüten, insanların işlerine göz kulak olan bi anne—biçok kişinin inandığı gibi. O daha çok, arama yürekliliğini gösterenler için daha sonsuz şeyler saklayan bi doğal güç. Evrende bi güç; ışık ya da yerçekimi gibi. Birleştirici bi etmen, enerji alanları kümesi olan insanoğlunu tek bi öz, birleşik bi ünite halinde bitiştiren titreşimli bi güç. Bu titreşimli güç, enerjinin ışıltılı kürenin içine girişini ya da dışına akışını engelleyen etmen.
“Eski çağ Meksika’sının büyücüleri,” diye devam etti, “sihirli geçişleri uygulamanın, bedeni o birleştirici gücün varlığının fizikötesi düzeyde doğrulanması için hazırlayarak ona yol gösteren tek etmen olduğuna inandılar.”
Don Juan’ın açıklamalarından çıkardığım sonuca göre, enerji alanlarımızı bir arada tutan, sözünü ettiği titreşimli güç, modern çağ astronomlarının evrende var olan tüm galaksilerin merkezinde olması gerektiğine inandıkları şeye çok benziyordu. Onlar, o merkezlerde ölçülemeyecek yoğunlukta bir gücün yıldızları ve galaksileri yerinde tuttuğuna inanırlar. “Karadelik” denilen bu güç, yıldızların kendi dönme hızlarıyla nasıl uçup gitmediklerine getirilen en akla yakın açıklama gibi görünen bir kuramdır.
Don Juan, eski büyücülerin, enerji alanları kümeleri olarak ele alınan insanoğlunun bir enerji sargısı ya da enerji bağlarıyla değil, her şeyi bir anda canlı ve yerinde kılan bir tür titreşimle bir arada tutulduğunu bildiğini söyledi. Don Juan’ın açıklamasına göre bu büyücüler, uygulamaları ve disiplinleri yoluyla, kendilerinin tam olarak bilincine vardıkları anda bu titreşimli gücü kullanma yetisini de edindiler. Onunla uğraşmaktaki ustalıkları öyle olağanüstü hale geldi ki, eylemleri destanlara, yalnızca masallar olarak var olan mitolojik olaylara dönüştürüldü. Örneğin, don Juan’ın eski çağ büyücüleri hakkında anlattığı öykülerden biri, onların sadece tüm bilinçliliklerini ve niyetlerini o gücün üzerine toplayarak fiziksel kütlelerinin eriyip dağılmasına yol açabildikleri hakkındaydı.
Don Juan’ın deyişine göre, gerekli gördükleri takdirde iğne deliğinden bile geçebilecek yeteneğe sahip olmalarına karşın, bu kütlelerini eritme manevrasının sonuçları onları asla fazla tatmin etmemişti. Bunun nedeni, kütleleri eridiğinde edimde bulunma yeteneklerinin yok olmasıydı. Katılım güçlerinin olmadığı olayları sadece izleme seçeneğiyle kalakalıyorlardı. Sonuçta eylem yetisinden yoksun kalışlarının getirdiği düş kırıklığı, don Juan’a göre, kahrolası hatalarını doğurmuştu: yani, o titreşimli gücün sırrını öğrenme saplantısını; somutluklarıyla yönlendirilmiş, içlerinde o gücü tutma ve denetleme isteği uyandıran bir saplantıyı. Coşkulu tutkuları, kütlesizliğin hayaletimsi durumunda da edimde bulunabilmekti; don Juan’ın dediğine göre asla başarılamamış bir şeydi bu.
O eski çağ büyücülerinin kültürel mirasçıları olan modern çağ uygulayıcıları, hem somut olunup hem de bu titreşimli güçten yararlanılamayacağım keşfederek, tek akla uygun seçeneği yeğlediler: bilgiyle gelen üstünlük ve esenlik durumu dışında hiçbir amaç gütmeden, o gücün bilincine varmayı.
Don Juan bir keresinde bana, “Modern çağ büyücüleri için,” demişti, “bu titreşimli bağlayıcı gücün kullanımına yönelik iznin verildiği tek an, bu dünyayı terk etme vakitleri geldiğinde, içten gelen ateşle yandıkları zamandır. Büyücüler için mutlak ve tam bilinçliliklerini bağlayıcı gücün üzerinde yanma niyeti ile toplamak son derece basit bi iştir; ve uçup giderler, bi yel esintisi gibi.”

Cvp: 1- SİHİRLİ GEÇİŞLER

.