Parmaklarımı kıpırdattıkça hava giderek katılaştı ve sonunda bir kütlenin ayırdına vardım. Tanımlanması olanaksız bir haz tüm bedenimi kapladı. Bedenimde yer alan bir sinire dokunduğumu sandım ve bunun saçma bir şey olduğunu düşünerek kendimi bir budala gibi hissettim. Parmaklarımı hareket ettirmekten vazgeçtim.
Zuleica, eğer parmaklarımı hareket ettirmezsem başıma
vuracağını söyledi. Parmaklarımla bedenimi sarstıkça, kaşıntının olduğu yere yaklaştığımı hissediyordum. En sonunda bedenimin on on iki santim ötesine kadar yaklaştı. Sanki içimde bir şeyler büzülüyordu. Ciddi ciddi bir oyuk hissediyordum neredeyse. Daha sonra başka bir acayip duygu ayrımsadım. Uykuya dalıyordum, ancak kendimdeydim. Kulaklarımda, bana buldozer sesini anımsatan bir uğultu vardı; daha sonra ise bir gücün beni uyandırmadan sol yanıma çevirdiğini duyumsadım. Bir sigaranın sarılışı gibi sıkıca olduğum yerde döndürüldüm ve uyarılma çöküntüsüne geri döndüm. Bilincim orada dondu; uyanamıyordum, ancak bilincim kendi içinde öylesine sıkı sarılmıştı ki, uykuya da dalamıyordum.
Zuleica’nın bana etrafıma bakınmamı söyleyen sesini duydum. Gözlerimi açamıyordum, ancak dokunma duyum bana sırtüstü bir çukurun içinde uzanmış olduğumu söyüyordu. Kendimi rahat ve emin hissettim. Öylesine dalmıştım ki bu işe, kalkmayı istemiyordum. Zuleica’nın sesi bana kalkmamı ve gözlerimi açmamı emretti. Yapamıyordum. Hareketlerimi istençlememi, ayağa kalkabilmemin artık adelelerimi kasmakla bir ilgisinin olmadığını söyledi.
Yavaş hareket ettiğim için bana kızdığını sandım. Ancak daha sonra aslında tümüyle kendimde olduğumu, belki de tüm yaşamımda olduğumdan daha bilinçli bir durumda bulunduğumu ayrımsadım. Mantıklı düşünebiliyordum ancak sanki derin bir uykuda gibiydim. Zuleica’nın beni bir hipnoza sokmuş olabileceği aklıma geldi. Bu düşünce beni bir an rahatsız ettiyse de umursamadım. Kendimi havada asılı, serbestçe yüzüyormuşum duygusuna bıraktım.
Söylediklerinin gerisini duymadım. Ya susmuştu ya da artık kulaklarımı onun söylediklerine tıkamıştım. Bu cennetten ayrılmayı istemiyordum. Hiçbir zaman kendimi böylesine huzurlu, böylesine eksiksiz hissetmemiştim. Nefes alışımın temposunu duyabiliyordum. Birdenbire uyandım. Onunla bir sonraki seansımda, Zuleica, bana kendi saydamlığım içinde tek başıma bir oyuk oluşturmayı başardığımı, böyle bir oyuk oluşturmanın, saydam kozamdaki uzak bir noktanın bedenime yaklaştığı, böylece de denetime yaklaştığım anlamına geldiğini söyledi. Bana birkaç kez, bedenin bu oyuğu oluşturmayı öğrenmesinden sonra rüyaya girmek çok daha kolay oluyordu. Garip bir dürtü, bedenimin dolaysızca çoğalmayı öğrenmiş olduğuna ilişkin bir duyum edinmiştim. Bu, kendini rahat ve emin hissetme, uykuda olma, dokunma duyumundan soyutlanmış bir biçimde havada asılı durma, aynı zamanda da tam olarak uyanık bulunma ve her şeyin farkında olmanın karışımı bir duyguydu.
La Gorda, Nagual Juan Matus’un kendisinde, küçük kız kardeşlerde ve Genarolarda bu oyuğu oluşturabilmek, böylelikle onlara ikinci dikkat üzerinde sürekli odaklanabilme yetisini kazandırmak için yıllarca uğraştığını söyledi. Juan Matus’un ona açıkladığına göre, normal olarak oyuk, gerek duyulduğunda rüya görücü tarafından bir anda yaratılıyor, daha sonra saydam yumurta ilk şekline geri dönüyormuş. Ancak çömezlerin durumunda, başlarında bir Nagual lider bulunmadığı için, oyuk dışarıdan içeri doğru oluşmuş ve saydam bedenleri üzerinde sürekli bir özellik olarak kalmış; kimi zaman bu durumun büyük yararlar sağladığı oluyormuş, ancak aynı zamanda da önemli bir engel oluşturuyormuş. Tümünü de dış uyarılara karşı korunaksız ve değişken tabiatlı yapmış.
Bir keresinda Lydia’yla Rosa’nın saydam kozalarını gördüğümü ve tekme attığımı anımsadım. Oyuğun onların sağ uyluklarının dış bölümünün üst kısmında yukarılarda bir yerde bulunduğunu ya da tam olarak kalça kemiklerinin en üst kısmında bulunduğunu düşünmüştüm. La Gorda’nın söylediğine göre tam ikinci dikkatlerinin girintisine tekme atmışım ve neredeyse onları öldürecekmişim.
La Gorda, kendisinin ve Josefina’nın birkaç ay Zuleica’nın evinde yaşadıklarını söyledi. Nagual Juan Matus bir gün onları farklı bilinç düzlemine geçirdikten sonra Zuleica’ya teslim etmiş. Onları, ne yapacaklarını ve neleri beklemeleri gerektiğini söyleden, Zuleica’nın evinin ortasında tek başlarına bırakmış ve tek bir söz söylemeden çekip gitmiş. Hava kararıncaya kadar orada oturmuşlar. Daha sonra Zuleica onların yanına gelmiş. Yüzünü asla görmemişler, yalnızca sesini duymuşlar. Zuleica onlarla sanki duvarın üzerinde bir noktadan konuşuyormuş.
Zuleica idareyi ele alır almaz son derece buyurganlaşmış. Onlardan derhal soyunmalarını istemiş ve yerde duran yumuşak tüylü, pançoya benzeyen giysilerin içine girerek sürünmelerini emretmiş. Giysiler bedenlerini tepeden tırnağa kaplamış. Zuleica daha sonra onlara, duvarın içindeki, benim de girip oturduğum oyuğa girerek sırt sırta oturmalarını emretmiş. La Gorda kendilerine verilen görevin, gözlerinin önünde renkler belirinceye değin sürekli olarak karanlığa bakmak olduğunu belirtiyordu. Bir çok seansın ardından, gerçekten de karanlığın içinde renkler görmeye başlamışlar, bundan sonra Zuleica onları yan yana oturtmuş ve bakışlarını aynı nokta üzerinde odaklamalarını söylemiş.
La Gorda Josefina’nın çok çabuk öğrendiğini ve bir gece hışırtılı bir sesle pançonun içinden sıyrılıp turuncu-kırmızı renk kümesinin içine dalıverdiğini söyledi. La Gorda’nın tahminine göre ya Josefina o renk lekesine doğru uzanmış, yahut da o renk lekesi gelip onu bulmuş. Sonuç olarak, Josefina bir an içinde pançonun içinden çıkıp gitmiş. O günden sonra Josefina onların yanından ayrılmış ve la Gorda öğrenimini tek başına, yavaş yavaş sürdürmüş.
La Gorda’nın öyküsünü dinlerken Zuleica’nın beni de tüylü bir giysinin içinde süründürdüğünü anımsadım. Gerçekten, bana giysinin içinde sürünmemi emrederken vermiş olduğu komutlar, bu emrin altında yatan nedeni de anlamamı sağlıyordu. Zuleica bana kumaşın yumuşaklığını çıplak tenimle, özellikle de baldırlarımın derisiyle hissetmemi istemiş, defalarca, insanların baldırlarının dış bölümünde olağanüstü bir algı merkezinin bulunduğunu, bedeninin bu bölümündeki derinin gevşediği ya da yumuşadığı durumlarda, duyumsayabilme yetimizin aklın alamayacağı ölçüde gelişebileceğini söylemişti. Yumuşak, sıcak bir giysiydi ve bacaklarımda olağanüstü bir haz duyumu uyandırıyordu. Baldırlarımdaki sinir merkezleri son derece uyarılmıştı.
La Gorda da aynı bedensel hazzı duyumsamış. Hatta, daha da ileri giderek, turuncu-kırmızı renk kümesine ulaşmasında onu yönlendiren şeyin o pançonun erki olduğunu düşünmeye başlamış. Bu giysilerden öylesine etkilenmiş ki kendisi için bir tane dikmiş. Giysinin aynısını yapmış; yarattığı etkinin aynı olmamasına rağmen diktiği giysi onda bir avunç ve dinginlik yaratmış. Söylediğine göre, o ve Josefina en sonunda tüm boş zamanlarını la Gorda’nın her ikisi için dikmiş olduğu pançoların içinde geçirmeğe başlamışlar.
Lydia ve Rosa da girmişler o elbiselerin içine ama onlar pek hoşlanmamış. Benim gibi.
La Gorda, Josefina’nın ve kendisinin giysilere olan bağlılığını giysilerin içinde oldukları sırada rüya renklerini bulmaya yönlendirilmiş olmalarına bağlıyordu. Benim bu giysilere olan ilgisizliğiminse, bu renkli bölgenin içine girmeyişimdendi ona göre—renk kümesi bana gelmişti. Haklıydı da. Benim durumumda Zuleica’nın sesinin dışında hazırlık aşamasını yönlendiren bir şey daha vardı. Hiç şüphesiz, Zuleica beni yönlendirirken, la Gorda’yla Josefina’yı yönlendirdiğinde uygulamış olduğu aşamaları aynen uygulamıştı. Birbirini izleyen birçok seans sırasında gözlerimi karanlığa odaklamış ve renklenmeyi görmeye hazırlanmıştım. Gerçekte, zifiri karanlıktan, hatları tam bir kesinlik içinde beliren renk lekelerine doğru dönüşüme başından sonuna değin tanık olabilmiştim, daha sonraysa bedenim dikkatimi çeken bir kaşıntı tarafından dalgalanmış ve dingin uyanıklık aşamasına girmiştim. Turuncu-kırmızı rengin içine ilk kez o an dalabilmiştim.
Uykuyla uyanıklık arasında kalmayı öğrenmemden sonra, Zuleica temposunu yavaşlattı. Beni bu durumdan çıkartmak için acele etmediğine bile inanmaya başlamıştım. Hiç karışmadan bu durumda kalmama izin veriyor, bana herhangi bir soru sormuyordu; belki de ağzını soru sormak için değil, yalnızca emir vermek için açıyordu. Onunla gerçek anlamda hiçbir zaman konuşmamıştık, en azından don Juan’la konuştuğum biçimde.
Dingin uyanıklık aşamasında bulunduğum sırada bir kez, bu konumda kalmanın benim için yararlı olmayacağını, zira ne denli haz verici olursa olsun, belirgin birtakım sınırlamalarının bulunduğunun ayırdına vardım. O anda bedenimde bir titreme hissettim ve gözlerimi açtım, daha doğrusu, gözlerim kendiliklerinden açılıverdiler. Zuleica bana bakıyordu. Bir an aklım karıştı. Uyandığımı sandım; karşımda Zuleica’yı bu şekilde görmeyi doğrusu beklemiyordum. Onun yalnızca sesini duymaya alışmıştım. Artık gece olmadığını ayrımsamak da beni şaşırtmıştı. Çevreme bakındım. Zuleica’nın evinde değildik. Daha sonra, rüyada olduğumun farkına vardım ve uyandım.
Zuleica daha sonra yönergelerinin yeni bir aşamasını başlattı, yönergelerine, bilincimi bedenimin orta bölümü üzerinde odaklamamı emrederek başladı. Benim durumumda bedenin orta bölümü, göbek deliğimin alt ucunun aşağısındaydı. Benden, bedenimin bu bölümüyle yeri süpürmemi, göbeğimin üzerine bir süpürge bağlıymış da, onunla yeri süpürüyormuşum gibi yerde salınmamı istedi. Sayısız seanslar boyunca, Zuleica’nın sesinin benden yapmamı istediği şeyi başarmaya çalıştım. Benim dingin uyanıklık aşamasına girmeme izin vermiyordu. Amacı, uyanık durumda kalmayı sürdürerek, bedenimin orta bölümüyle yeri süpürüyor olma duyumunu ayrımsamamda bana yol göstermekti. Belirttiğine göre sol yan bilincinde olmam bu alıştırmayı başarıyla gerçekleştirmem için bana yeterli avantajı sağlayacaktı.
Bir gün, durup dururken, midemin bulunduğu bölgede hafif bir duygu hissetmeyi başardım. Bu, tanımlanabilir bir duygu değildi; dikkatimi bu duygunun üzerinde odakladığımda, karın boşluğumda, tam midemin içinde değil de, onun tam üzerinde bir karıncalanma duygusu olduğunu ayrımsadım. İncelememi derinleştirdikçe ayrıntıları da duyumsadım. Başlarda hissettiğim belirsizlik yerini giderek kesinliğe bıraktı. Karın boşluğumla sağ baldırım arasındaki bölge de gerilmeyle karıncalanma karışımı tuhaf bir duyumun ayırdına vardım.
Duyum keskinleşince, istençdışı bir hareketle sağ uyluğumu göğsüme yaklaştırdım. Böylece, bu iki nokta bedenimin elverdiği ölçüde birbirine yaklaşmıştı. Sinirlerim olağanüstü uyarılmıştı, bir an ürperdim ve o anda bedenimin orta bölümüyle yeri süpürüyor olduğumun ayırdına vardım; bu, oturma konumunda bedenimi her sallayışımda deneyimleyebildiğim dokunsal bir duyumdu.
Bir sonraki seansta, Zuleica dingin uyanıklık durumuna geçmeme izin verdi. Ancak bu kez duyumsadıklarım daha önce deneyimlediklerime benzemiyordu. Sanki içimde bu durumun daha önce verdiği hazzı özgürce deneyimlememi engelleyen bir tür denetim mekanizması oluşmuştu—bu duruma geçinceye değin geçirdiğim aşamalar üzerinde de odaklamamı sağlayan bir denetimdi bu. Önceleri ikinci dikkatin yer aldığı noktadaki kaşıntıyı bu defa saydam kozamın içinde duyumsadım. Parmaklarımı arp çalıyormuş gibi kıpırdatarak bu nokta üzerinde masaj yaptım ve nokta midemin olduğu bölgeye doğru içeri göçtü. Onu neredeyse cildimin üzerinde hissedebiliyordum. Sağ baldırımın dışında bir karıncalanma deneyimledim. Hazla acının karışımı bir duyumdu bu. Duyum önce tüm bacağıma, daha sonra da sırtımın alt kısmına doğru yayıldı. Kalçalarımın titrediğini duyumsadım. Tüm bedenimi sinirli bir titreme sarmıştı. Bedenimin baş aşağı bir ağa yakalandığını sandım. Alnım ve ayak parmaklarım ağa dokunuyordu sanki. Daha sonra kendimi, ikiye katlanarak bir çarşafa sarılıyormuş gibi hissettim. Çarşafı benimle birlikte, merkezde kendi içinde sarmalayan güç, sinirsel kasılmalarımdı. Sarmalama sona erdiğinde, artık kendi bedenimi ayrımsayamıyordum. Biçimsiz bir bilinç, kendi içinde sarmalanmış sinirsel bir kasılmadan başka bir şey değildim. Bu bilinç, bir çukurun içinde, kendi girintisi içinde dinginleşti.
O zaman, rüya sırasında olup bitenleri anlatabilmenin olanaksızlığını kavradım. Zuleica, sağ ve sol bilincin birbirleriyle iç içe geçtiklerini belirtmişti. Her ikisi de, ikinci dikkatin girintili merkezini oluşturan bir oyuğun içinde tek bir küme halinde devinimlerini sona erdiriyorlardı. Rüyaya girebilmesi için kişinin hem saydam bedenini hem de normal bedenini kullanması gerekiyordu. Önce, ikinci dikkatin merkezine bir başkası tarafından dışardan itilerek ya da rüya görücü tarafından içeriden emilmek suretiyle ulaşılması gerekiyordu. İkinci olarak, birinci dikkati ayırmak üzere, bedenin orta bölgesinde konumlanan cismani beden ve baldırların, özellikle de sağ baldırın uyarılması ve temas edecekleri noktaya ulaşıncaya değin birbirlerine yaklaştırılmaları gerekiyordu. O anda kişi kendini bohçalanmış gibi hissediyor, ikinci dikkat otomatik olarak benliği eline geçiriyordu.
Zuleica’nın emirler yoluyla yaptığı açıklamalar, olanları anlatabilmenin en inandırıcı yoluydu, zira rüya görme sırasında yaşanan duyumsal deneyimler beynimizde depoladığımız normal deneyimlere benzemiyordu. Bunların tümü de beni şaşkına çeviriyordu. Bir kaşıntı duyumu, bedenimin dışında cereyan eden bir karıncalanma, belirli bir alanda odaklaşıyordu ve böylece, duyumu hissettiği an bedenimin duyduğu kargaşa en alt düzeye iniyordu. Öte yandan, kendi içimde sarmalanmam, o güne değin yaşadığım en rahatsız edici duyguydu benim için. Bedenimi bir şok durumuna sokan çeşitli duyumlar içeriyordu. Bir noktada, ayak parmaklarımın alnıma değdiğinden emindim ama böyle bir konuma asla gelemezdim. Armut biçiminde tepeden aşağı doğru sarkan bir ağın içinde bulunduğumdan da hiç şüphem yoktu. Normaldeyse, yerde oturuyordum ve uyluklarımı göğsüme yaslamıştım.
Zuleica ayrıca, bir sigara gibi sarılarak ikinci dikkatin
çukurunun içinde yerleştirilmiş olma duygusunun, sol ve sağ bilincin birleşerek başatlık düzeninin değişmesi ve üstünlüğün sol bilince aktarılması sonucu oluştuğunu belirtti. Beni, iki dikkat düzleminin yeniden normal konumlarına geri döndükleri ve sağ bilincin dizginleri eline geçirdiği tersine dönüş sürecine dikkat etmem konusunda da uyardı.
Bu süreç sırasında oluşan duyguları asla ayrımsayamıyordum ancak uyarısı bende öyle bir saplantı oluşturmuştu ki, olup biten her şeyi inceleyebilme çabalarım içinde öldürücü bir bocalamanın içinde tutsak kaldım. Zuleica bana titizlenmelerime bir son vermemi, yapacak başka işlerimin de bulunduğunu emrederek uyarısını geri almak zorunda kaldı.
Zuleica, her şeyden önce istençli hareketler üzerindeki denetimimi kusursuzlaştırmam gerektiğini belirtti. Yönergelerine, dingin uyanıklık durumundayken zaman zaman gözlerimi açmam konusunda bana yol göstererek başladı. Bunu gerçekleştirebilmem büyük bir çabayı gerektiriyordu. Bir keresinde gözlerim birdenbire açıldı ve Zueica’yı, karşımda tehdit edici bir tavırla üzerime doğru eğilirken gördüm. Yerde uzanmıştım ancak nerede olduğumu anlayamamıştım. Işık, güçlü bir elektrik ampulünün altındaymışım gibi son derece parlaktı ancak bu parlaklık gözlerimi kamaştırmıyordu. Zuleica’yı rahatça görebiliyordum.
Hareketimi istençleyerek ayağa kalkmamı emretti. Bedenimin orta bölümünü kullanarak kendimi yukarı doğru itmem gerektiğini, tüm bedenimi yukarı doğru kaldırmak için birer koltuk değneği gibi kullanabileceğim üç kalın dokunacımın bulunduğunu söyledi.