Bir şey beni sol ayak bileğimden yakalayınca dünyam sanki aniden tersine döndü. Ölümün nefesini tüm bedenimde hissettim. Demir bir kenet, belki bir ayı kapanma yakalandığımı anladım. Tüm bunlar, korkum kadar yoğun ve kulakları sağır eden bir çığlık koy vermeden önce aklımdan yıldırım hızıyla geçti.
Don Juan ve Genaro kahkahalarla güldü. İkisi iki yanımı sarmış, üç adım uzağımda bile olmamalarına rağmen, o kadar korkmuştum ki onları fark etmemiştim.
“Şarkı söyle! Canın uğruna şarkı söyle!” diye emrettiğini duydum don Juan’ın nefes nefese.
Ayağımı çekip kurtarmaya çalıştım. Sonra sanki arı sokmuş, derime iğneler batıyormuş gibi hissettim. Don Juan tekrar tekrar şarkı söylemem için ısrar ediyordu. O ve Genaro popüler bir şarkı söylemeye başladılar. Genaro bir kol boyu yakınımda, bana bakarak şarkı sözlerini söylüyordu. Cızırtılı, detone sesleriyle o kadar nefesleri kesilene ve sesleri yetersiz kalana dek şarkı söylediler ki, gülmeye başladım.
“Söyle yoksa ölürsün,” dedi don Juan bana.
“Hadi üçlü yapalım,” dedi Genaro, “bir bolero söyleyeceğiz”
Detone bir üçlü oluşturduk. Avazımız çıktığı kadar sarhoşlar gibi şarkı söyledik. Bacağımdaki demir kıskacın, derece derece beni bıraktığını hissettim. Bileğime bakmaya cesaret edememiştim. Bir an baktım ve orada beni tutan bir kapan olmadığını fark ettim. Koyu, kafamsı bir şekil beni ısırıyordu!
Muazzam bir çabayla kendimi bayılmaktan alıkoydum. Midemin kalktığını hissedince otomatikman öne eğildim ama insanüstü güçte biri beni dirseklerimden, ensemden yakaladı ve hareket etmemi engelledi. Olduğu gibi elbiselerimin üstüme çıkardım.
Tiksintim o denli tamdı ki kendimden geçmeye başladım. Don Juan dağlara gittiğimizde hep yanında taşıdığı, küçük sukabağından suratıma su çarptı. Su yakamdan içeri aktı. Serinlik, fiziki dengemi sağlamama yardımcı oldu ama dirseklerimden ve ensemden tutan kuvveti etkilemedi.
“Sanırım korkuna fazla kapılıyorsun,” dedi don Juan yüksek sesle ve sesinin tonunun ciddiyeti hemen bir düzen hissi yarattı.
“Hadi, tekrar şarkı söyleyelim,” diye ekledi. “Hadi esaslı bi şarkı söyleyelim -artık bolero duymak istemiyorum.”
Sessizce, sağduyusu ve yüce gönlü için ona şükrettim. “La Valentina’yı” söylediklerini duyduğumda öyle duygulandım ki ağlamaya başladım.
Tutkum yüzünden, diyorlar
Kötü talih yakamı bırakmıyor.
Hiç fark etmez
isterse şeytanın kendisi olsun,
nasıl ölüneceğini biliyorum.
Valentina, Valentina.
Yeter ki sen iste.
Eğer bir gün öleceksem,
o tek sefer, neden bugün olmasın?
Tüm benliğim, bu değerlerin akıl almaz yan yana gelişinin etkisiyle sersemledi. Hiçbir şarkı bu denli anlamlı olmamıştı benim için. Günlük hayatta, ucuz bir duygusallıkla dolu olduğunu düşündüğüm bu şarkı sözlerini dinlerken, savaşçının tarzını anladığımı hissettim. Don Juan, savaşçıların ölümle yan yana yaşadığını ve bunu bildiklerinden her şeyle yüzleşebilecek cesareti duyduklarını beynime kazımıştı. Don Juan bize olabilecek en kötü şeyin ölmemiz olacağını ve bu bizim değişmez yazgımız olduğundan özgür olduğumuzu söylemişti; her şeyi kaybetmiş olanların artık korkacak hiçbir şeyi olmazmış.
Don Juan ve Genaro’ya doğru yürüdüm ve onlara karşı duyduğum sınırsız şükran ve hayranlığı ifade etmek için sarıldım.
Sonra artık beni hiçbir şeyin tutmadığının farkına vardım. Don Juan, tek söz söylemeden kolumdan tuttu ve beni götürüp yassı kayaya oturttu.
“Gösteri başlamak üzere,” dedi neşeli bir ses tonuyla Genaro, oturacak rahat bir biçim bulmaya çalışırken. “Az önce giriş biletini ödedin. Tamamı bağrında duruyor.”
Bana baktı, ikisi beraber gülmeye başladılar.
“Bana çok yakın oturma,” dedi Genaro. “Kusmukçulardan hoşlanmam. Ama fazla uzağa da gitme. Eski görücüler daha oyunlarını bitirmediler.”
Nezaket elverdiği ölçüde onlara yaklaştım. Durumum bir an için beni endişelendirdi ama sonra bütün kuruntularım saçma geldi, çünkü bize doğru gelen birkaç adam fark ettim. Biçimlerini tam ayırt edemiyordum ama yarı karanlıkta hareket eden bir insan figürleri kütlesi ayrımsadım. Bu saatte hala gereksinecekleri fener ya da el lambası taşımıyorlardı. Nedense bu ayrıntı beni endişelendirdi. Buna odaklanmak istemedim ve kasıtlı olarak mantıksal düşünmeye başladım. Yüksek sesle şarkı söylememizin dikkat çekmiş olabileceğini ve onun için araştırmaya geldiklerini tahmin ettim. Don Juan omzuma vurdu. Çenesinin bir devinimiyle, bir grup adamın en önündekileri imledi.
“Şu dördü eski görücüler,” dedi. “Gerisi, dostları.”
Ben daha onların yerli köylüler olduğunu söyleyemeden tam arkamda bir vızıltı sesi duydum. Tamamen telaşla arkama döndüm. Devinimim o denli hızlı oldu ki, don Juan’ın uyarısı geç kaldı.
“Arkana dönme!” diye bağırdığını duydum.
Sözleri ancak arka plandaydı; benim için bir şey ifade etmediler. Geri dönmemle üç tane tuhaf, deforme adamın tam arkamdan kayaya tırmanmış olduklarını gördüm; ağızları kâbusumsu bir yüz buruşturmayla açılmış, kolları beni yakalamak üzere iki yana gerilmiş sürünerek bana doğru geliyorlardı.
Ciğerlerim elverdiğince bir çığlık atacaktım ki sanki bir şey nefes borumu tıkarmış gibi cefalı bir ses çıktı ağzımdan. Otomatikman onlardan uzaklaşıp yere yuvarlandım.
Kalkarken, don Juan yanıma atladı. Aynı anda don Juan’ın bana imlemiş olduğu kalabalık adamlar, yırtıcı kuşlar gibi üzerime indiler. Gerçekten yarasa ya da fare gibi cırlıyorlardı. Dehşet içinde bağırdım. Bu sefer kulak yırtan bir çığlık atabilmiştim.
Don Juan, formunun zirvesinde bir sporcu kadar çevik, beni onların kucağından kayanın üstüne çekti. Sert bir ses tonuyla, ne kadar korkarsam korkayım, arkama bakmak için dönmememi söyledi. Dostların hiç kimseyi itemeyeceğini ama kesinlikle beni korkutup aşağı düşürebileceklerini söyledi. Ne var ki yerde, dostlar istediklerini tutabilirmiş. Eğer görücülerin gömülü olduğu yerin yakınlarında yere düşersem onların insafına kalırmışım. Dostları tutarken beni paramparça edebilirlermiş. Bunu bana daha evvel söylemediğini çünkü bunu görüp kendiliğimden anlamaya mecbur olacağımı ummuştu. Kararı neredeyse hayatıma mal oluyordu.
O acayip adamların hemen arkamda olduğu hissi, neredeyse dayanılmazdı. Don Juan beni yatışmam ve dikkatimi on, on iki kişiden oluşan kalabalığın başındaki dört adama odaklamam için zorladı. Gözlerimi üzerlerine odakladığım anda, bunu beklermiş gibi hepsi yassı kayanın kenarına geriledi. Orada durdular, sürüngenler gibi tıslamaya başladılar. İleri geri yürüdüler. Devinimleri eşzamanlıydı. O kadar tutarlı ve düzenliydi ki, mekanik gibi görünüyordu. Sanki tekrarlanan bir düzen izleyerek beni büyülemeyi amaçlar gibiydiler.
“Gözlerini onlara dikme, canım,” dedi Genaro bana sanki bir çocukla konuşur gibi.
Bunu izleyen kahkaha, korkum kadar histerikti. O kadar sesli güldüm ki tınısı çevredeki tepelerde yankılandı.
Adamlar hemen durdu, allak bullak olmuşa benziyorlardı. Konuşurlarmış, aralarında düşünüp taşınırlarmış gibi kafalarının aşağı yukarı kımıldattıklarını ayrımsıyordum. Sonra bir tanesi kayanın üstüne zıpladı.
“Dikkat! Bu bir görücü!” diye bağırdı Genaro.
“Ne yapacağız?” diye bağırdım.
“Tekrar şarkıya başlayabiliriz,” diye yanıtladı don Juan ciddiyetle.
O zaman korkum yine doruklara tırmandı. Aşağı yukarı zıplamaya, hayvanlar gibi böğürmeye başladım. Adam aşağıya, yere atladı.
“Bu palyaçolara bakma artık,” dedi don Juan. “Hadi her zamanki gibi konuşalım.”
Oraya benim aydınlanmam için gittiğimizi ve bunda fena halde başarısız olduğumu söyledi. Tekrar kendimi toparlamam gerekiyordu. İlk yapmam gereken, birleşim noktamın oynadığını ve tuhaf yayılımları parıldattığım anlamaktı. Her zamanki farkındalık durumumun hislerini, birleştirdiğim dünyaya taşımak gerçekten de komik bir taklitmiş; korku ancak günlük hayat yayılımlarında yaygınmış.
Ona eğer birleşim noktam söylediği gibi kaydıysa, ona söyleyecek bazı şeylerim olduğunu belirttim. Korkum günlük hayatta şimdiye dek deneyimlediğim herhangi bir şeyden daha büyük ve yıpratıcıydı.
“Yanılıyorsun,” dedi. “İlk dikkatinin aklı karışmış ve denetimi elden bırakmak istemiyor, hepsi bu. O yaratıkların karşısına dikilip onlarla yüzleşebileceğine ve onların sana bi şey yapmayacağına eminim.”
Böyle akıl almaz bir şeyi sınayacak durumda olmadığımda ısrar ettim.
Bana güldü. Er ya da geç kendimi bu deliliğimi sağaltacak hale getirmeliymişim. İlk girişimi yapıp, şu dört görücüyle yüzleşmek, onları görebilmem fikrinden daha akıl almaz olamazmış. Ona göre delilik, iki bin yıldır kendini gömmüş ve hala canlı olan bu insanlarla yüzleşmek ve bunun akıl almazlığın bir özeti olarak düşünmemekmiş.
Söylediği her şeyi duymama rağmen, aslında ona dikkat etmiyordum. Kayanın arkasındaki adamlardan ödüm patlıyordu. Bize, daha doğrusu bana doğru zıplamaya hazırlanır gibilerdi. Bana sabitlenmişlerdi. Sanki bir kas sakatlığından mustaripmişim gibi, sağ kolum sallanmaya başladı. Sonra göğün ışıklarının değiştiğini ayırt ettim. Önceden, güneşin doğduğunu fark etmemiştim. Garip olan, denetlenemez bir teşvikle ayağa kalkıp o adam topluluğuna koşturmamdı.
O an, aynı olay hakkında tamamen farklı iki hissim vardı. Daha az önemli olan, kesin bir dehşet. Diğeri, asıl önemlisi, mutlak aldırmazlık. Hiç umursamıyordum.
Topluluğa yaklaştığımda don Juan’ın haklı olduğunu fark ettim; gerçekten de insan değillerdi. Sadece dördünün insana benzerliği vardı ama onlar da insan değildi; koca sarı gözleri olan tuhaf yaratıklardı. Diğerleri, insana benzeyen dördü tarafından öne itilen biçimlerdi.
Sarı gözlü o yaratıklar için alışılmadık bir üzüntü duydum. Onlara dokunmaya çalıştım, ama onları bulamadım. Bir çeşit yel, çekip, uzaklaştırdı.
Don Juan ve Genaro’yu aradım. Orada değillerdi. Hava, tekrar katran karası oldu. Tekrar tekrar onları çağırdım. Bir kaç dakika karanlıkta kıvrandım. Don Juan yanıma gelip, beni korkutup, şaşırttı. Genaro’yu görmedim.
“Eve gidelim,” dedi. “Yolumuz uzun.”
Don Juan gömülmüş görücülerin olduğu yerde ne kadar iyi olduğumdan söz etti, özellikle de karşılaşmamızın son kısmında. Birleşim noktasının kayışının, bir ışık değişimiyle işaretlendiğini belirtti. Gündüzleyin, ışık çok karanlık olurmuş; gece ise, karanlık, alacakaranlık. Sırf hayvansal korku yardımıyla, kendi kendime iki kayış gerçekleştirdiğimi ekledi. Karşı olduğu tek şey kendimi kaptırdığım korku olmuş, özellikle de savaşçıların korkulacak hiçbir şeyi olmadığını öğrendikten sonra.
“Bunun farkına vardığımı nasıl anladın?” diye sordum.
“Çünkü özgürdün. Korku kaybolduğunda, bizi bağlayan tüm bağlar boşanır,” dedi. “Dostlardan biri ayağına yapışmıştı, çünkü hayvansal korkunun çekiciliğine kapılmıştı.”
Ona aymamı destekleyemediğim için ne kadar üzüldüğümü söyledim.
“Bunu dert etme,” diye güldü. “Bu tür aymaların beş para etmediğini bilirsin; bunların savaşçı için bi değeri yoktur çünkü birleşim noktası kayınca iptal olurlar.”
“Genaro ve benim yapmak istediğimiz, seni çok derine kaydırmaktı. Bu sefer Genaro sırf eski görücüleri ayartmak için oradaydı. Şimdiden bi kere yaptı ve sen sol yanın öyle derinine gittin ki bunu anımsaman bayağı zaman alacak. Bu akşam korkun, ilk defa görücülerin ve dostlarının seni bu odaya izledikleri zamanki kadar yoğundu, ama sersemlemiş olan ilk dikkatin onların farkına varmanı engelledi.”
“Bana görücülerin orada ne olduğunu açıklar mısın?” diye sordum.
“Dostlar seni görmeye geldi,” diye yanıtladı. “Onların erkesi az olduğundan her zaman insanın yardımına gerek duyarlar. Dört görücü, on iki dost toplamış.”
“Meksika’nın kırsal alanları ve bazı kentler tehlikelidir. Sana olan, herhangi bi adama ya da kadına olabilir. Bu mezara rastlarlarsa ve korkuları birleşim noktalarını kaydırabilecek kadar uysallarsa, görücüleri hatta dostlarını dahi görebilirler, fakat kesin olan, korkudan ölecekleri.”
“Gerçekten o Toltec görücülerinin hala yaşadığına inanıyor musun?” diye sordum.
Güldü ve başını inanamazcasına salladı.
“Şu birleşim noktanı birazcık kaydırsan bayağı iyi olacak,” dedi. “Bu ebleh düzeyindeyken seninle konuşamıyorum.”
Elinin ayasıyla üç yerime vurdu: sağ kalça kemiğimin tepesine, sırtımda, kürek kemiklerimin tam ortasına ve sağ göğüs kasımın yukarı kısmına.
Kulaklarım hemen vızıldamaya başladı. Sağ burun deliğimden bir damla kan yavaşça aktı ve içimde bir şey fişten çekilir gibi oldu. Sanki bir tür erke akımı, şimdiye kadar durdurulmuştu da birdenbire akmaya başlamıştı.
“O görücülerle dostları neyin peşindeydi?” diye sordum.
“Hiçbi şeyin,” diye yanıtladı. “Biz onların peşindeydik. Görücüler, tabii ki, erke alanını onları ilk gördüğünde fark ettiler; geri geldiğinde seninle bi ziyafet yapmaya hazırdılar.”
“Onların hayatta olduklarını mı iddia ediyorsun, don Juan?” dedim. “Onlar, dostlar gibi hayatta demek istiyor olmalısın, değil mi?”
“Bu tamamıyla doğru,” dedi. “Ama seninle benim olduğum gibi hayatta olamaz. Bu saçma olurdu.”
Eski görücülerin ölüme olan ilgileri, onların en tuhaf olanakları değerlendirmesine yol açmış. Dostları örnek seçenler kesinlikle sığınacak bir liman bulma arzusundaymış. Ve onu, inorganik farkındalığın yedi bandından birinin sabit konumunda bulmuşlar. Görücüler orada, göreceli daha emniyette hissetmişler. Ne de olsa, günlük dünyadan neredeyse üstesinden gelinmez bir engelle, birleşim noktası tarafından konmuş bir algı engeliyle ayrılıyorlarmış.
“O dört görücü, senin birleşim noktanı kaydırabildiğini görünce cehennemden havalanan yarasalar gibi kaçıştılar,” dedi ve güldü.
“Yedi dünyadan birini mi birleştirdim demek istiyorsun?” diye sordum.
“Hayır, öyle yapmadın,” diye yanıtladı. “Ama daha önce, görücülerle dostları seni kovaladığında yaptın. O gün onların dünyasına gittin. Sorun, ebleh gibi davranmaya bayılman, böylece hiçbi şeyi anımsamıyorsun.”
“Bunun nagualın varlığı yüzünden olduğuna eminim,” diye devam etti, “bu bazen insanların aptal gibi davranmasına neden oluyor. Nagual Julian varken ben şimdikinden daha aptaldım. Ben artık burada olmadığımda, senin her şeyi anımsayacağına inancım sonsuz.”
Don Juan bana ölüme meydan okuyanları göstermesi gerektiğinden, o ve Genaro’nun onları dünyamızın eteklerine çektiklerini açıkladı. Ben ilk önce, onları insan olarak görmeme olanak tanıyan derin yan kayış yapmıştım, ama sonunda onları, ölüme meydan okuyanlar ve dostlarını oldukları gibi görmeme müsaade eden doğru kayışı yapmıştım.